8 Mart 1857’de New York’ta 40.000 tekstil işçisi kadın 10 saatlik iş günü ve kadınlara da eşit çalışma koşulları için greve gittiğinde, karşılarında devlet ve devletin polisi vardı. Fabrikayı işgal eden işçilerin üzerine kapıları kilitleyen polis, fabrikada yangın çıkması üzerine işçilerin kaçmasını engelledi ve 129 işçinin yanarak ölümünün faili oldu.
O günden bugüne, adalet için, özgürlük için, yaşamları için mücadele eden kadınlar açısından değişen bir şey olmadı. Mücadele eden kadınlar erkek devletin baskısıyla yıldırılmaya çalışıldı, tutsak edildi, katledildi… Ama yaşamın her alanında erkek egemen iktidarın baskısına maruz kalsalar da, kadınlar direnmeye devam etti.
Evde, sokakta, okulda kadına yönelik şiddeti, işkenceyi, tacizi, tecavüzü meşrulaştıranlara inat kadınlar erkek egemenliğine karşı isyan etti. 8 Mart’tı kapitalizmin dayattığı gibi “kutlamadı”, isyanın gününü güzel hediyelerle süslemedi. 129 kadının devlet eliyle katledilişinin yıldönümünde, kadınlar, yine isyanlarıyla doldurdular sokakları. Yaşamlarını çalanlara, özgürlüklerini ellerinden alanlara, onları katledenlere karşı omuz omuza direndiler, “yaşasın kadın dayanışması” sloganlarıyla inlettiler dünyanın dört bir yanında meydanları.
Doğduğumuz andan itibaren “kız çocuk”, “kız kardeş”, “kız arkadaş”, “anne” olmak zorunda bırakılan biz kadınlar, her yıl olduğu gibi, bu yıl da doldurduk sokakları 8 Mart’ta. Okullarda etek boyumuza, sokaklarda ne giydiğimize, nasıl konuştuğumuza, nasıl yürüdüğümüze bakıp bizi “namussuz”, “iffetsiz”, “terbiyesiz” olarak yaftalayanlara inat hayallerimizi buluşturduk. El ele verdik, özgürlük mücadelemizi haykırdık. Düşlediğimiz özgür dünyayı, bugünden beraberce eyleyebilmenin heyecanıyla sokakları kara-mora çaldık.