#anarşistliseliler – İnadına Dergisi https://inadina.org Anarşist Liselilerin Dergisi Wed, 30 Oct 2019 10:21:27 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.7.4 Devletin Dindarı Değil Sistemin Düşmanı https://inadina.org/devletin-dindari-degil-sistemin-dusmani/ Wed, 30 Oct 2019 10:21:27 +0000 http://inadina.org/?p=506

Devlete hakim mevcut iktidarın ideolojik referansları arasında bulunan Necip Fazıl Kısakürek’in “…dininin ve kininin davacısı bir gençlik” sözlerine atıfla, dönemin erk sahipleri tarafından sarf edilen “dindar gençlik yetiştireceğiz” açıklamalarının üzerinden 8 yıl geçti. Bir kamuoyu araştırma şirketince 15-29 yaş aralığındaki gençlerle yapılan, 2008’den günümüze dek geçen periyodu kapsayan bir anket, devlet iktidarının gençliğe yönelik toplumsal […]]]>
Devlete hakim mevcut iktidarın ideolojik referansları arasında bulunan Necip Fazıl Kısakürek’in “…dininin ve kininin davacısı bir gençlik” sözlerine atıfla, dönemin erk sahipleri tarafından sarf edilen “dindar gençlik yetiştireceğiz” açıklamalarının üzerinden 8 yıl geçti.

Bir kamuoyu araştırma şirketince 15-29 yaş aralığındaki gençlerle yapılan, 2008’den günümüze dek geçen periyodu kapsayan bir anket, devlet iktidarının gençliğe yönelik toplumsal mühendislik projesi olan bu muhafazakar ütopyanın başarısız olduğunun işaretlerini verdi. Anket sonuçlarına göre 2008’de kendisini dindar-muhafazakar olarak tanımlayanlar %28’den yaklaşık yarı yarıya bir azalışla %15’e düştü. Devletin muhafazakarlaştırma politikalarına bir başka tezat sonuç da düzenli ibadet oranındaki düşüşle belirginleşti.

Araştırmada elde edilen veriler, ayrıca kapitalist ilişki biçimleri içinde yaşamanın kaçınılmaz sonucu olan mutsuzluğun oranının da on yılda %6 arttığını ortaya koydu. 2008’de 15-29 yaş aralığında kendisini “mutlu” olarak tanımlayanların oranı %57 iken bu rakam 10 yıl sonra %51’e geriledi. Genç işsizlik rakamlarında Türkiye’nin Avrupa’da ilk beşte yer alması da “mutsuzluk” verisi paralelinde not edilmeli. Anket çalışmasının bir başka sonucu da güncel haber takibindeki %72’den %22’ye sert düşüş olarak dikkat çekti.

2008’den günümüze dek uygulanan muhafazakarlaştırma politikaları düşünüldüğünde ortaya çıkan sonuçlar, bu politikalar bağlamında devlet açısından bir başarısızlık öyküsünün ipuçlarını veriyor. Bu savı destekleyici bir başka veri için ise sadece bir yıl öncesine gidilebilir. Geçtiğimiz yıl Nisan ayında Konya’da düzenlenen gençlik ve inanç çalıştayının sonuçları arasında yer alan “Gençler arasında deizm yayılıyor” verisi, aynı günlerde devletin en tepesinden dillendirilen “dinin güncellenmesi” şeklindeki açıklamayla alt alta konduğunda bu ipuçlarını destekliyor. Diyanet Dergisi’nin de farklı sayılarında, gençlikte “aynı sorunlara” dikkat çeken yazılara yer verdiğini biliyoruz.

2012-2013 öğretim döneminde uygulamaya geçirilen 4+4+4 eğitim sistemi, iktidarın gençlerden başlayarak uygulamak istediği muhafazakarlaştırmanın önemli bir argümanıydı. Nitekim 2014’te dönemin Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, yine Necip Fazıl’a “üstad” şeklinde gönderme yaparak ve 10 yıllık bir zaman dilimini işaret ederek, onun özlediği gençliğin “mayasının tutakta olduğunu” öngörmüştü. Ancak bu “öngörünün” söz konusu araştırma sonuçları bağlamında ne kadar tuttuğu konusunda büyük bir soru işareti var.

Zaten bu beklentilere olumlu yanıt alınamadığını, mevcut iktidarın toplumsal kutuplaştırma politikasının gençliğe yansıması olarak görüyoruz. “Makbul gençlik” tanımına uymayan gençlik kesimi devletin sıkı denetimiyle “hizaya sokulmaya” çalışılıyor. Eğer hizaya girmezse zor kullanılarak marjinalize ediliyor.

Yaklaşık üç yıl önce “proje okul” adıyla muhafazakarlaştırma politikaları paralelinde dönüştürülmek istenen liselerin bahçelerine sokulan TOMA’lar hala hafızalardaki yerini koruyor. Yine 2011’deki şifre eylemlerine karşı sokağa çıkan liselilere yönelik “Biz de eylem yapan öğrencilerin karşısına 5-10 bin genç toplarız ama gerilimden yana değiliz” şeklindeki tehdit yollu açıklamaları hatırlıyoruz.

Devlet eliyle gençliğe dayatılan bu ve benzeri politikaların ters tepeceğine dair veriler tarihsel bağlamda da karşımıza çıkıyor. 1923 sonrası, şu anki uygulamalarının tersine devletin “10 yılda 15 milyon seküler genç yaratma” projesi, ilerleyen yıllarda toplumda muhafazakarlaşma eğiliminin güç kazanması olarak geri dönüş yaptı. Bu geri dönüş, siyasal alanda sağ-muhafazakar iktidarların yönetime gelmesi şeklinde gerçekleşti.

Devletin, içinden geçtiğimiz süreçte olduğu gibi tepeden inme dayatmaları, hedeflediği toplumsal kesim üzerindeki etkisini ve kontrolünü kaybetmesiyle sonuçlandı. Söz konusu kamuoyu araştırmasını da bu tarihsel veriler çerçevesinde değerlendirirken devletin tepeden inme ve zorlayıcı yöntemlerinin, toplumda kendisine sempati duyan kesimde bile güven yitimine neden olabileceğini unutmamak gerek.

 

]]>
Bazen Biz Sistemi Hackleriz, Bazen Sistem Bizi Hackler* https://inadina.org/bazen-biz-sistemi-hackleriz-bazen-sistem-bizi-hackler/ Wed, 30 Oct 2019 10:15:22 +0000 http://inadina.org/?p=503

Biz hackerlar engellenmeyi sevmeyiz. Bilgisayarımızda “erişim engellenmiştir” yazısını göremezsiniz. Yasakları ve kuralları sevmeyiz, kuralları çiğnemeyi severiz. Kuralların çiğnediği insanlar da bizi sever. Playstation oyunları çok mu pahalı? Çözülmesi imkansız denilen sistem bile bize vız gelir. Çünkü karşımıza çıkan her duvar tüylerimizi diken diken eder. İçimiz rahat etmez. Ta ki o kilit kırılana kadar uyumaz, yemez […]]]>
Biz hackerlar engellenmeyi sevmeyiz. Bilgisayarımızda “erişim engellenmiştir” yazısını göremezsiniz. Yasakları ve kuralları sevmeyiz, kuralları çiğnemeyi severiz. Kuralların çiğnediği insanlar da bizi sever.

Playstation oyunları çok mu pahalı? Çözülmesi imkansız denilen sistem bile bize vız gelir. Çünkü karşımıza çıkan her duvar tüylerimizi diken diken eder. İçimiz rahat etmez. Ta ki o kilit kırılana kadar uyumaz, yemez içmez uğraşırız. Ve onu kırarız.

İşte bu en zayıf yanımızdır aslında. Çünkü sistem bunu kullanır ve bize bir sürü kilit sunar. Bu kilitleri çözmeye uğraşırken bir de bakarız ki bir duvar örülmüş etrafımızda. Ki bu duvar en tehlikelilerindendir; onu kolay farketmeyiz. Sokaktaki sesleri, engellenmişlerin ve ezilmişlerin seslerini duymayız çünkü önümüzdeki o kilidi kırmamız gerektiğini düşünürüz. Biz bilgisayarın ekranına kilitlenmiş ve dışarıdaki sesi duymazken sistem sömürüsünü sürdürür.

Peki ya bizim karşımızdaki kilidi kuranlarla dışarıda haykıranları ezenler aynıysa? Aynı sistem sokağa çıkanları kovalarken internette korsanlık yapanı sonsuz bir kovalamacanın içine hapsediyorsa?

Telefon 1 kuruş bile elektrik harcamazken jeton 5 lira mı? Buzdan jeton yapıp yurt dışını bile ararız. Otoritelerin buharlaşan jetonumuzu bulamayıp kafayı yemesi de bize ayrı bir keyif verir doğrusu. Kırmak kadar önemli olan yakalanmamaktır. Yakalanırsan bir daha kıramazsın çünkü.

Düşün ki sokağa çıkmadık ama yakalanmamak için kaçtık. Değişik bir his doğrusu. Paranoya gibi bir şey. Bir takıldın mı vay haline. Kaçan yok, kovalayan yok ama sürekli peşindelermiş gibi bir his, aklınsa hala yakalanmama peşinde.

İnternetin kapıları açılırken gıcırdamaz. SMS ile olta atar, şişman balığı yakalarız. Kedi gibi sessizce sokulur, QR koduyla patronun hesabından oluklarız. Sonra sanki o banka hesabı hepimizden çaldıklarıyla dolmamış gibi, hemen “hırsız” diye bağırmaya başlarlar. Ne yaygara ama!

Ama korsanın laneti açgözlülük. Yaşamak için çalmak başka, bitcoin patronu olmak başka…

Tabi ne kadar maharetli olursan, o kadar çok kırmak istersin. Bir de o yanı var bu doymazlığın. Ama yanlış bir adımda sistemin eline düşersen sistem sana acımaz ve ruhunu çalar. Alır seni ya kodese tıkar ya da beyaz hacker (sanal polis gibi bir şey) yapar.

Bazılarımız isimsiz kalmayı sever. Otoriteyi sarsan anonim hackleri konuşulurken uzaktan izler. Bu davranış bencillikten uzak görünür ve ayrıca güvenlidir. Bir düşünün; bir dev bir yerden yumruk yiyor ama yumruğun nereden geldiğini görmüyor. Korkmaz mı?

Korkar. Korktuğu için güvenlik bütçesini artırır. Güvenlik uzmanlarının maaşı artar. Güvenlik firmalarının hisselerinin değeri artar. Daha çok erişim engeli, daha çok güvenlik soruşturması, firewall, VPN, antivirüs.

Bu yazı da büyük sistemi hackliyor aslında. Hiç de karmaşık bir döngü içermiyor, gayet basit, anlaşılır bir ilkesi var. Kopyalanabilir, çoğaltılabilir ama isimsiz değil: Anarşizm!

* Big Lebowski’nin sonundaki replikten bozma.

 

]]>
Bilinmeyen Oyuncular, Bilindik Oyun: PUBG https://inadina.org/bilinmeyen-oyuncular-bilindik-oyun-pubg/ Wed, 30 Oct 2019 10:12:47 +0000 http://inadina.org/?p=500

PUBG (Player Unknown BattleGround) yani Bilinmeyen Oyuncular Savaş Alanı. Birçoğumuz bu oyunu çok iyi biliyor ve oynuyoruz. Oynamayanlar ise bir şekilde, bir arkadaşından vs duymuştur; duymamış olmak neredeyse imkansız. Oyun, biz gençler arasında o kadar popüler yani. Yine de oyundan biraz bahsedecek olursak: Oyunda 100 oyuncu bir uçakla mevcut haritalar üzerinden geçiyor ve istediği yere […]]]>
PUBG (Player Unknown BattleGround) yani Bilinmeyen Oyuncular Savaş Alanı. Birçoğumuz bu oyunu çok iyi biliyor ve oynuyoruz. Oynamayanlar ise bir şekilde, bir arkadaşından vs duymuştur; duymamış olmak neredeyse imkansız. Oyun, biz gençler arasında o kadar popüler yani. Yine de oyundan biraz bahsedecek olursak: Oyunda 100 oyuncu bir uçakla mevcut haritalar üzerinden geçiyor ve istediği yere paraşütle atlıyor. En kısa sürede en iyi silah ve ekipmanlarla hayatta kalmak temel amaç. Savaş sonunda hayatta kalan son kişi ya da takımdansanız “kazanıyorsunuz” ve “çorba parası”na kavuşuyorsunuz. (Oyunu kazanırsanız bunun ne anlama geldiğini anlayacaksınız!)

Oyunun hem PC hem mobil versiyonu bulunmakta, yani yaşamımızın bütün alanlarında, internet erişiminin olduğu her an oynanabilir bir şekilde tasarlanmış bir oyun. O kadar ilgi görüyor ki günün hangi saatinde girerseniz girin, en az 1 milyon erişim olduğunu görebilirsiniz. Hem yaşadığımız semtlerdeki internet kafelerde hem dünya çapında sürekli düzenlenen turnuvalarda… Bu oyunu oynayabilmek için bir hesap sahibi olmak gerekiyor tabi. Oyun için açılan bu hesap elbette ücretli, özellikle biz liseliler için oldukça pahalı bi fiyattan bahsediyoruz.

Oyunun yapımcısı ve PUBG Corp’un sahibi Brendan Greene sadece hesap açma üzerinden ödediğimiz parayla yetinmiyor, özellikle reklamlar ve farklı sektör ürünlerinde PUBG’yi bir marka olarak kullanıyor. Oyun adına basılan tişörtler, oyunu cep telefonlarında daha rahat oynayabilmek için üretilen konsollar, hatta oyun içerisinde kullanılan silahların airsoft versiyonları, cosplay giysiler, çantalar, ayakkabılar… Anlayacağınız PUBG şimdiden bir sektör haline dönüşmüş durumda.

Aslında PUBG; Fortnite, Apex Legends, Arma 3 gibi benzer Battle Royale oyunlardan sadece biri. Bu tarz oyunlar bir süredir eSpor diye isimlendirilen oyun türlerinin başında geliyor. eSpor, özellikle son zamanda yaşadığımız topraklarda da popüler hale geldi. Öyle popüler oldu ki seçimlerde propaganda malzemesi olarak bile kullanıldı. Oyunu oynayan belediye başkan adaylarının eSporla ilgili vaatleriyle dolu bildirileriyle yerel seçim sürecine eSpor damgasını vurdu!

PUBG’nin de bir parçası olduğu eSpor oyunları, kapitalizmin yüzünü döndüğü yeni bol kazançlı alanlardan biri. 2017 yılından bir istatistiğe göre, 194 milyon kişi bu tarz oyunları oynuyormuş. PUBG ve PUBG gibi oyunların, bu oyunların sahibi olan (Riot Games, Activision Blizzard, Valve, Wargaming gibi)şirketlere kazandırdığı para 650 milyon dolar. 2020’de oyun oynayan kişi sayısının 303 milyona, şirketlerin kazanacağı paranın ise 1,5 milyar dolara çıkması bekleniyor. Bu denli yüksek bir ranta sahip oyun sektöründe, aslında bu şirketler bizimle oyun oynuyor. Yani oynadığımız her oyunda birilerini daha fazla zengin ediyoruz.

Savaş Alanına Çevrilen Yaşamlarımız

Oyunun esin kaynağı ve aynı zamanda türünün ismi olan, 2000 yılında vizyona giren Battle Royale filmini incelersek bizlere ne tür bir yaşam biçimini empoze etmek istediklerini daha iyi anlarız. Filmde 42 öğrenci bindikleri okul otobüsünden kaçırılarak ıssız bir adaya götürülüyor. Öğrenciler gözlerini açtıklarında boyunlarında elektronik birer kelepçe buluyorlar ve kendilerini kaçıran kişiler tarafından ölümcül bir oyuna sürükleniyorlar. Oyun ise kendilerine verilen az miktarda yiyecek ve çeşitli silahlarla birbirlerini -son bir kişi kalıncaya dek- öldürmelerini emrediyor. E tabi sona kalan kişi, ölen onca öğrenciye rağmen hem oyunu “kazanmış” hem de “hayatını kurtarmış” oluyor.

Bir yerden tanıdık geldi, değil mi?

Şimdi bir oyun düşün! Oyunun server’ı bizim için sabah gözümüzü açtığımız anda açılıyor, henüz ana ekranda kuşandığımız itemler ise sabahın köründe kalkıp hazırladığımız çantamız. Gittiğimiz okullar, oyunda giriş yaptığımız farklı map’lerden sadece biri. Oyunda ne kadar seviye yükseltirsen rekabetin zorluk seviyesi o kadar artıyor. Üst sınıflara çıktıkça daha güzel okullar, daha iyi bölümler kazanabilmek adına rekabet artıyor. Ve sistem bizi bizim gibi olan diğer öğrencilerle, arkadaşlarımızla rekabet etmek zorunda bırakıyor; kazanmak ve hayatımızı kurtarmak için.

Bu savaş alanında kapitalizmin ve devletin bize sunduğu şeyleri kazanabilmemiz için ne paylaşmalı ne de bir başkasıyla dayanışmalıyız. Aksi takdirde oyundan atılmamız çok büyük bir olasılık haline geliyor. Yani her sabah, PUBG’nin öğrenci versiyonuna uyanıyoruz anlayacağınız!

İş bununla da kalmıyor; yaşadığımız ve her yanı savaşlarla dolu olan dünyada eline silah almayı, bir insanı öldürmeyi, bunu bir amaç olarak görmeyi normalleştiriyorlar. Mesela oyunda 100 insan öldürme kotasını doldurursak çok özel bir hediye kazanıyoruz. Bu bizim günlük yaşantımızda devletin üzerimizde uyguladığı, özellikle okul ve kışla gibi yerlerde kullandığı militarist yöntemi normalleştirmemizi ve verilen her görevi, her misyonu -sonunda alacağımız sözde ödülleri düşünerek- gözü kapalı yapmamızı sağlıyor.

Rekabet ve bencillik odaklı ilişki biçimlerini normalleştiren, itaatkar olmamızı hedefleyen, tek amacı kazanmak (bu da böyle bir sistemde hayatta kalmakla aynı anlama geliyor) olan bu tarz oyunlarla neyi kaçırıyor olduğumuzu unutmamak lazım. İçinde bulunduğumuz gerçekliği…

Anlatmaya çalıştığımız bütün olumsuz özellikleri ile bizi bu denli içine çeken PUBG vb. oyunlardan kazandığımız çorba parası, açlığını çektiğimiz paylaşma ve dayanışma dolu dünyada kimin karnını doyuracak?

 

]]>
Anarşizm Kurtuluştur https://inadina.org/anarsizm-kurtulustur/ Tue, 29 Oct 2019 09:27:06 +0000 http://inadina.org/?p=484

Kalk, her yeni güne hazır ol, aynı döngüyü döndür, kur saatleri aksın gitsin yaşam. “Koca adamlar” ne yapacağını söyleyecekler sana, sen de yürüyeceksin; “hadi ama, daha hızlı adımlarla yürü” diyecekler ve hatta “koş, arkana bile bakma sakın ve sadece koş”. Peşinde başka birileri de var ve sana yetişmek için geliyorlar, hadi! Bazısı omuz atıp geçecek […]]]>
Kalk, her yeni güne hazır ol, aynı döngüyü döndür, kur saatleri aksın gitsin yaşam. “Koca adamlar” ne yapacağını söyleyecekler sana, sen de yürüyeceksin; “hadi ama, daha hızlı adımlarla yürü” diyecekler ve hatta “koş, arkana bile bakma sakın ve sadece koş”. Peşinde başka birileri de var ve sana yetişmek için geliyorlar, hadi! Bazısı omuz atıp geçecek seni, bazısı yanında duracak, bazısı da hep arkanda kalacak. Koşa koşa yorulacaksın, sonra da düşeceksin, canın çok ama çok yanacak. Kalkmak için direneceksin, peki kalkabilecek misin? Belki. Koca adamlar buna karar verecek; ya düştüğün yerden koşmaya devam edeceksin ya da düştüğün yerde arkandan gelenler seni bir bir ezecekler. O kadar kalabalık gelecekler ki asla ama asla ayağa kalkman mümkün değilmiş gibi hissedeceksin. Peki sonra ne mi olacak? Üstüne bir bir basanların hızından, hırsından, telaşından, öfkesinden bıkarak can havliyle yanına bakacaksın; yanında senin gibi bir sürü insan. Hep birlikte o koca koca adamları alt edebileceğini, ayaklar altından kalkıp kurtulabileceğini fark edeceksin.

Ne mi demek istiyorum? Koca koca adamlar da kim? Açıkça söyleyeyim, içinde yaşadığımız sistemin yaratıcılarıdır bu insanlar. Hep yapılan bir benzetmeyi kullanmamak, çirkin bir canavara filan benzetmek istemediğimden öyle dedim: “koca adamlar”. Bu adamlar, nerede ve nasıl yaşayacağımızı belirlemek isteyenler; bencil hayaller kurdurtup, bu hayaller uğruna yaşamlarımızı ellerimizden alanlar bunlar. Bunların sistemi de hangi oyuncağı/oyunu oynayıp oynayamayacağımızı, neyi öğrenip öğrenemeyeceğimizi, sokakta neyi giyinip giyinemeyeceğimizi, nerede çalışıp çalışamayacağımızı ve daha nicelerini belirleyenlerin sistemi.

İşte bu sistem yüzünden hepimiz birçok baskıyla karşılaşıyoruz. İleride iyi bir üniversiteden mezun olup iyi bir işte çalışırsak bu baskı ve zorluklardan kurtulabileceğimize dair söylemler ise koca bir yalan. Peki gerçek olan ne?

Okulsuz Bir Dünya

Gerçeklikle ilişkisi olmayan böylesi pek çok ezber söylemi bize dayattıkları için eğitilmeye ve eğitim sistemine karşıyım. Yaşamın kendisinden gelmeyen, sorgulatmayan pek çok bilgi, bu okullarda bize dayatılıyor. İtaatin üretildiği ve öğretildiği, itaat etmeyenin dışlandığı, bir işe girip çalışmak için bir koşul olan zorunlu eğitim bizleri özgür değil köle yapıyor.

Hepimiz gibi ben de bu sistemde sabahın köründe uykulu uykulu derslere girmek, soğuk havalarda sıraya girip marşlar söylemek, rahatsız sıralarda uzun saatler boyunca oturmak, devletin kahramanlıklarıyla ve düşmanca söylemleriyle dolu ideolojisini dinlemek, tekdüze ve sıkıcı geçen derslerde teneffüs zilini beklemek, statüsünü kullanıp kendi egosunu tatmin eden öğretmen ve müdürlere katlanmak, disiplin cezalarına uğramamak için uslu bir öğrenci olmak, sistem içinde kalifiye olup olmadığımı ölçecek sınavlara girmek, sınavlarda başarılı olmak için kendimi heba etmek, arkadaşlarımı üzmek ve onlarla yarışmak zorundayım.

Bu zorundalıklardan sıkılmış biri olarak; o koca adamlar, yani iktidar sahipleri yaşamın bilgisini manipüle etseler veya saklasalar da bilgiyi özgürce paylaşabileceğimizi, eğitim sisteminden kurtulabileceğimizi biliyorum. İhtiyaçlarımızı karşılayacak, araştırmalar yapmamıza imkan verecek bilgileri üretmemiz gerektiğini ve bu bilgileri paylaşmak için öğreten/öğrenen farkının olmadığı bir zeminde buluşabileceğimizi de. Bu sebeple ezber söylemlerden sıkılan, yaşamı sorgulayan, farklı ve yaratıcı düşünenlerin hep birlikte, örgütlü olması gerekiyor. Böylesi zemini yaratırken de düşüncemi kontrol altına alıp iktidarlarını devam ettirmek isteyen otoritelere karşı koyuyorum.

Devletsiz Bir Dünya

Tıpkı zorunlu eğitim yoluyla olduğu gibi farklı farklı pek çok araçla bireylerin ve toplumların iradelerini şekillendiren tüm otoritelere de karşıyım. Bu otoriterlerin en sistematiği olan devletlere de. Düzenli bir toplumsal yaşam için bir devletin var olması gerektiğine dair düşüncelere karşıyım. Devletin, düzeni savunan değil herkesin herkesle savaşını kabul eden bir anlayışa sahip olduğunu biliyorum. Ayrıca devlet, düşüncelerimi sormadan benim adıma kararlar alan koca bir saçmalıklar sistemi. Devlet yaşamıma dair asla sorular sormaz. Sorduğum soruları yanıtlamaz. Sadece itaat etmemi ister. Devlet yasaları ve kuralları yoluyla emirler yağdırır ve bu emirlere uymamı ister.

Bakunin yoldaşımın dediği gibi “Her emir özgürlüğün suratında patlayan bir tokattır”! Devlet, özgürlüğüne düşkün olan bizleri, o “tokat”a karşı koyduğumuzda yargılar. Devlete itiraz eden hain olur, düşman olur. O zaman öldürür devlet, öldürmek için her yolu dener. Devlet “bak yaşamın benim elimde, ben olmazsam sen olmazsın.” der.

“Devlet olmazsa ne olur ki gerçekten?” İşte ben bu soruyu sorduğumdan beri anarşistim ve  devletsiz bir dünyayı şimdi hep birlikte düşünelim.

Devlet olmadığında ben, ben olurum. Düşünürüm ve karar veririm çünkü bu hayat benim. Sadece kendi doğrumu esas doğru olarak almam, benimle birlikte diğerlerinin de düşüncesini dinlerim, önemserim. Herkesin her şeyi hiçbir baskı aracı olmadan bilmeye, söylemeye yani düşünmeye ihtiyacı var, önemsemeye ve önemsenmeye de. Tek bir merkezin ya da tek bir otoritenin değil kendi benlerimizden biz olmanın gücüyle yaşamaya ihtiyacımız var. Çünkü bu hayat bizim.

Ben devlete değil, özgürlüğüm için örgütlü mücadeleye inanıyorum. Benlerden biz olmaya ve biz olursak herkesin özgür olabileceği bir dünyaya inanıyorum. Anarşist olmak ben olmaktır ve benlerden bizi yaratmak olan örgütlülüğe sımsıkı bağlanmaktır.

Kapitalizmsiz Bir Dünya

Bir anarşist olarak devlete olduğu gibi kapitalizme de karşıyım. Çünkü düşlediğimi eyleyebilmem için ihtiyaçlarımı karşılayabilmem gerekir. İçinde bulunduğumuz sistem o koca adamlar rahat yaşamlar sürsün diye düzenlendiği için ihtiyaçlarımı karşılayabilmem pek mümkün değil. Mülkiyet sistemi ile her şeyi ellerine alır ve kendilerine saklar bu koca adamlar.

İhtiyaçlarımı karşılayabilmem için sundukları tek yöntem ise kendi sistemlerine adaptasyon. Ya ücretli köleleri ya da kendileri gibi bir ezen olmamı isterler. Ya ucuz iş gücü olurum okulu bitirdiğimde; sömürülürüm, göçükler altında kalırım ya da zamanında beraber oyunlar oynadığım ve beraber büyüdüğüm arkadaşlarıma emirler yağdıran, bencil, gaddar bir patron, bir yönetici. Sınavlarda rekabetçi ve bencil olmam bu yüzden istenir. İş hayatına bir alıştırmadır bu, kapitalist sisteme hazırlık. Ayrıca sınavı kazanan iyi bir okulu kazanır, iyi bir okulu kazanan iyi bir işe sahip olur.

Yoksulluk çekmemin ya da düşündüklerimi yapamamamın sebebidir bu sistem. Hele de -şu an bir örneğini yaşadığımız- ekonomik kriz dönemlerinde her şey çok pahalıdır ve her ürüne ulaşmak mümkün değildir. Varlığıyla yoksulluk anlamına gelen kapitalizm, kriziyle daha çekilmez bir hal alır.

Ancak bu durumdan da kurtulabilirim. Nasıl mı? Çok sevdiğim bir enstrümanı çalabilmemin, bir sporu yapabilmemin, çok merak ettiğim bir kitabı okuyabilmemin, ihtiyaçlarımı karşılabilmemin; ücretli kölelikle sömürülmeden, iş cinayetlerinde yitip gitmeden yaşayabilmemin koşulu bu sisteme karşı örgütlü mücadele etmek ve bu sistemi yıkmaktır.

Özgür Bir Dünya

Sorgulatmaya değil ezberletmeye çalışan okullardan; irademi şekillendiren, savaşlarda ölmeme neden olan, yaşamımı çalan devletlerden; kapitalizmden ve her türlü otoriteden kurtulmam gerekiyor. Kurtulmak için ise tek bir yol var. Kurtuluş anarşizmde. Bu yüzden ben bir anarşistim. Ve sisteme karşı verdiğim mücadelenin benim gibi ezilenlerle birlikte büyüyeceğini biliyorum. Mücadele büyüdükçe devleti, kapitalizmi, ataerkil sistemi kısacası tüm otoriteleri yıkacağımızı ve özgür dünyayı yaratacağımızı da. Nasıl mı yıkacağız? Büyük bir balyozla önce ayaklarını kıracak, sonra da… Böyle değil tabi ki. Böyle yapmayacağız.

Sistem siyasi, sosyal, ekonomik pek çok güçle ayakta kalıyor. Biz özgür bir dünyayı yaratmak isteyenler ise ezenlere karşı ezilenlerin öfkesiyle ve mücadelesiyle kurtulacağız bu sistemden. Biz ezilenler yani yoksullar, evsizler, sokakta kalanlar, sömürülenler, göçük altında kalan işçiler, yok sayılan kürtler, ötekileştirilen aleviler, erkek egemenlikle katledilen kadınlar, savaşlardan kaçan göçmenler, ebeveynlerinin mülkü olarak görülen çocuklar; tüm ezilenler yani bizler ezilmişliğimizin ortak nedenini biliyoruz ve biz şimdi mücadelemizle birlikte kurtuluyoruz -en başa dönecek olursak- koca adamların ayaklarının altından, tüm otoritelerden ve onların iktidarlı ilişkilerinden.

 

]]>
Duygular Duvarda https://inadina.org/duygular-duvarda/ Tue, 29 Oct 2019 09:17:41 +0000 http://inadina.org/?p=481

Duygularımız, öfkemiz, isyanımız, heyecanımız, okul duvarlarının arasında boğulan hayallerimiz… Biz liselilerin bazen her şeyimizi kontrol altında tutmak isteyen aileler, bazen otoritelerine başkaldırmak istediğimiz öğretmenler ve baskılarından bıktığımız müdürler yüzünden kısılan sesimiz şimdi duvarlarda. Aynı duyguları yaşıyoruz ve birbirimizin halinden ancak biz anlayabiliriz. Sen de eline geçen bir markır ile her yere yazabilirsin ne hissettiğini. Kim […]]]>
Duygularımız, öfkemiz, isyanımız, heyecanımız, okul duvarlarının arasında boğulan hayallerimiz… Biz liselilerin bazen her şeyimizi kontrol altında tutmak isteyen aileler, bazen otoritelerine başkaldırmak istediğimiz öğretmenler ve baskılarından bıktığımız müdürler yüzünden kısılan sesimiz şimdi duvarlarda.

Aynı duyguları yaşıyoruz ve birbirimizin halinden ancak biz anlayabiliriz. Sen de eline geçen bir markır ile her yere yazabilirsin ne hissettiğini. Kim olduğunun bir önemi yok, sen de liseliysen aynı duyguları paylaşıyoruzdur zaten. Birbirimizi tanıyalım, duygularımızı dolu dizgin yaşarken tek olmadığımızı bilelim diye, şimdi “Duygular Duvarda”!

Sabah okula gitmek için yatağından kalkarken hissettiğin o duygu; yatağında kıvranırken “5 dakika daha” dedirten duygu. Hepimiz yaşıyoruz aynı duyguyu. Her sabah uykumuzu, gördüğümüz rüyaları yarıda kesip beton yığınlarının arasına gitmek zorunda olmak… Berbat hissettiriyor. Ama yine de bir şekilde okulun kapısının önündesin. Ve duvarda bir yazılama “5 Dakika Daha”.

Okulun duvarlarının arasındasın yine. Beş dakika fazla uyuduğun için derse beş dakika gecikmişsin. Karşında yine suratsız müdür; senin gibi 3 dakika, 5 dakika ya da 10 dakika geç kalmış arkadaşlarını azarlamayı bekliyor. Müdürü atlatabildikten sonra sınıfına çıkarken düşündüğün şeyi duvarlara yazabiliriz: “Müdürsüz Dünya Mümkün”.

Öğle tenefüsünün zili çaldığında karnın da zil çalmaya başlamıştır artık. Tek seçeneğin  okulun yatırım yuvası olan kantin. Mideni bulandırsa da karnını doyurmayacağını bile bile tüm paranı verdiğin o pitos, kraker, hamburger… Yetmezmiş gibi bir de çok pahalı. Kantinden yiyecek paranın olmadığı, olsa da yemek yerken yine lanet okuduğun bir gün sen de yaz kantindeki bir masaya: “Kantin Pahalı”.

Öğle tenefüsü hala devam ediyor. Çünkü diğer tenefüsler gibi göz açıp kapayana kadar bitmiyor. Karnını da doyurduğuna göre sınıfına çıkabilirsin ya da arkadaşlarının yanına. Ama zaten herkes sıkılıyor. Çünkü yapabileceğin her şey sınırlı. Her şey kontrol ediliyorken hiçbir yaptığından keyif alamıyorsun. Herkesin dilinde aynı cümleler “Okul ne zaman bitecek, kaç ders daha kaldı, şu dersler bi bitmiyor…” Duvarda bir yazılama daha, tam içinden geçen cümle: “Bitse de Gitsek”.

Şimdi ders zili çaldı. Yine toparlandık dört duvarın arasına ve sıralara dizildik. Neyse ki cam kenarında senin sıran. En azından sıkıldıkça camdan dışarı bakıp hayal kurabiliyorsun. Ama hayallerinin önüne geçen gerçeklikler var. Sen de bu gerçeklikleri düşünüp duruyorsun. Aklından şu soru geçiyor: “Neden Okullar Hapishaneye Benziyor?”

Dersin ilerleyen vakitlerinde hoca dün girdiğiniz sınavın sonuçlarını açıklamaya başladı. Herkes heyecanla sınav sonucunun iyi olmasını bekliyor. Eğer notlar düşükse herkes eve gittiğinde anne babası tarafından azarlanabilir. Öğretmenin ağzından çıkacak olan birkaç sayıyı heyecanla beklerken önündeki sıraya yazılmış, yüzünü güldüren bir cümle: “Notlarımın Yükseklik Korkusu Var”.

Ders bitti ama hala girmen gereken başka dersler var. Sevdiğin şairin şiirine benzeyen bir söz geliyor şimdi de aklına: “Hayat Kısa Dersler Uzun”.

Sonunda okul çıkışındasın. Bir süreliğine mutlusun çünkü son dersiniz boştu ve erken çıkabildiniz bugün okuldan. Zaten “En İyi Ders Boş Derstir” diye boşuna yazmamışlar okulun karşısındaki duvara.

Günlerin böyle geçiyor. Okuldan eve, evden okula, bazen dershanelere, kurslara, bazen önündeki o büyük sınav için girdiğin deneme sınavlarına gidiyorsun. Ama yaşam sadece bundan ibaret değil. Olmamalı. Hissettiğin tüm duygular sinir, stres, bıkkınlık, üzüntü, kaygılar… Ama henüz gençken ve enerjin her istediğini yapmaya yetiyorken yaşamdan daha fazla keyif alabiliyor olman lazım. Mutluluk olmalı, güzel heyecanlar olmalı hissettiğin duygular. Önce bir düşün. Ne istiyorsun? Ne yapabilirsin?

Sonra da harekete geç.

Bu yüzden sen de al eline spreyini, markırını ve yazabileceğin her yere yaz duygularını. Görünmez sanma. Aynı duyguları paylaşıyoruz hepimiz. Olur ya belki buluruz birbirimizi.

O zaman birlik olup tüm baskılara, otoritelere karşı gelebiliriz. “En Güzel İsyan Lisede Başlar” deyip hemen başlayabiliriz. İktidarlara karşı “İnadına İsyan” diyebiliriz.

Çünkü biz “İsyana Aşığız”. Özgürlüğe, anarşizme ve mücadeleye…

 

]]>
Otorite Nedir? https://inadina.org/otorite-nedir/ Tue, 10 Sep 2019 20:09:09 +0000 http://inadina.org/?p=430

Otorite, bir birey ya da topluluğun emir alma-emir verme ve yönetme-yönetilme ilişkileri oluşturmak ve başka birey ya da toplulukların iradelerini şekillendirmek amacıyla bir yetkiye sahip olması durumudur. Otorite meşrulaştırılmış ve kurumsallaşmış iktidardır. Sahip olunan bu yetki, topluluğun inancına, bu yetkiyi elinde bulundurmak isteyenin kişiliğine, bilgisine veya oluşturulan yasalara dayandırılır. Otoriteler bilgi, inanç ya da yasalar […]]]>
Otorite, bir birey ya da topluluğun emir alma-emir verme ve yönetme-yönetilme ilişkileri oluşturmak ve başka birey ya da toplulukların iradelerini şekillendirmek amacıyla bir yetkiye sahip olması durumudur. Otorite meşrulaştırılmış ve kurumsallaşmış iktidardır.

Sahip olunan bu yetki, topluluğun inancına, bu yetkiyi elinde bulundurmak isteyenin kişiliğine, bilgisine veya oluşturulan yasalara dayandırılır. Otoriteler bilgi, inanç ya da yasalar aracılığıyla kendisini ve uygulamalarını kabul ettirir.

Otorite, itaat etmenin kabulüne dayanmaktadır ve onu tanıyıp kabul eden bireyler ya da topluluklar var oldukça vardır. Yani otorite sadece zor uygulamakla değil aynı zamanda itaatin kabulüyle ilişkilidir.

Otoriteler, nerede ve nasıl yaşayacağımızdan nasıl düşüneceğimize kadar tüm irademizi yok sayar, istek ve çıkarları doğrultusunda bizim adımıza kararlar alır ve uygular. Yaşamlarımızı belirleyen bu kararlar, otorite uygulayıcıları, yani otoriterler tarafından toplumun her alanında kendini gösterir.

Yaşamlarımızı Kontrol Eden Otoriteler

Sömürü, baskı ve katliamlarla dolu günümüz kapitalist ve devletli sisteminde yaşamımızı kontrol etmek isteyen çok sayıda otorite bulunmaktadır.

Aile, eğitim kurumları, din, ordu gibi tüm bu mekanizmalar ve hepsinin toplamı olarak devletin kendisi kararlarımızı belirleyen, bizi itaatkarlaştıran, yaşamın her alanında bizi kontrol etmeye ve yok etmeye çalışan birer otoritedir.

Bireyin nasıl düşüneceğine ve eyleyeceğine karar verme iradesini elinde bulundurarak itaat ilişkisinin başlangıcı olan ilk otorite “ailenin otoritesi” olsa da bu itaat ilişkisi, eğitim kurumlarıyla sürdürülür.

İktidarlar eğitim kurumları aracılığıyla ideolojilerini toplumdaki bireylere empoze eder ve dayatır. Böylece bilgi yaşamın içinden kopartılır, bilgi olmaktan çıkar, devletin eğitim kurumlarında birer manipülasyon aracına dönüşür. Bireyin neyi öğrenip öğrenmeyeceği, öğrendiği bilginin gerçek olup olmadığı bireyin kontrolünde değildir. Sistematik, hiyerarşik ve tahakküme dayalı bir ilişkiyle bireye dayatılan ve bir otoritenin dayağı yapılan bilgi, eğitim kurumlarıyla bireyin sisteme entegre olmasını ister.

Otoriteye Karşı Koy!

Devrimci anarşist Mikhail Bakunin’in de dediği gibi: “Otoritenin olduğu yerde özgürlük yoktur”. Otorite, bireylerin ve toplumların kendilerini gerçekleştirmesinin, özgürlüğünün tam karşısındadır. Tüm bireylerin özgür olabileceği bir dünya ancak aile, eğitim, din, devlet gibi bütün otoritelerin yıkılmasıyla gerçekleşeceği için anarşizm tüm otoritelerin reddine dayanır.

Biz anarşistler, şimdi şu anda otoriter tüm mekanizmalara karşı mücadele etmeliyiz. Bizi itaarkarlaştıran otoritelere karşı ilk ve en büyük mücadelemiz de iktidarsız ve hiyerarşisiz olarak kuracağımız özgür ilişkiler ve örgütlenmeler olacaktır.

Bilgiyi hapseden eğitim kurumlarına karşı özgür bilgi paylaşımını savunmalıyız. Manipülasyona uğramamış, tek tip olmayan, asimilasyon ve entegrasyona yol açmayan bir biçimde bilgiyi paylaşmalıyız.

Tüm otoritelere karşı koymak; yaşamın bilgisine sahip olmak, ekonomik ihtiyaçları gidermek gibi yaşamsal bütün ihtiyaçları karşılamak ancak benlerden biz olarak, yani bütün otoritelere ve onların uygulamalarına karşı örgütlenerek mümkündür.

İktidarsız, hiyerarşisiz, bireylerin kendini gerçekleştirebilecekleri örgütlenmelerle birlikte; otoriteler ve onların dayanakları ortadan kalkacaktır. Evde babanın, annenin; okulda öğretmenin, müdürün; toplumsal yaşamda din görevlilerinin, devlet yöneticilerinin otoritesine karşı koydukça özgürleşeceğiz. Özgürlük ancak örgütlülükle, otoritelere karşı koymakla kazanılacaktır. Otoriteye karşı koymak ve özgürleşmek için örgütlenmeye!

 

]]>
Başkanlık Seçimleri https://inadina.org/baskanlik-secimleri/ Tue, 10 Sep 2019 20:01:37 +0000 http://inadina.org/?p=424

BAŞKANLIK SEÇİMLERİ: İRADEYİ İDARELEŞTİRMEK Her okul döneminin başında yaşıyoruz bunu: okul başkanı seçimleri. Biz liseliler tarafından fazla rağbet edilmeyen, ciddiye alınmayan okul başkanlık seçimlerinin her sene içerdiği anlam farklılaşıyor.Önceleri adı dahi bilinmezken okul başkanlarının ve konusu bile geçmezken seçimlerin, şimdilerde okulda herkesin konuştuğu isimler başkan adayları ve herkesin konuştuğu şey seçimler. Birden gelişen bir durum […]]]>
BAŞKANLIK SEÇİMLERİ: İRADEYİ İDARELEŞTİRMEK

Her okul döneminin başında yaşıyoruz bunu: okul başkanı seçimleri. Biz liseliler tarafından fazla rağbet edilmeyen, ciddiye alınmayan okul başkanlık seçimlerinin her sene içerdiği anlam farklılaşıyor.Önceleri adı dahi bilinmezken okul başkanlarının ve konusu bile geçmezken seçimlerin, şimdilerde okulda herkesin konuştuğu isimler başkan adayları ve herkesin konuştuğu şey seçimler.

Birden gelişen bir durum değil bu elbette. Okul idarecilerinin bu değişen anlamda etkisi açık. Liselilerin ilgisi bilinçli bir şekilde bu tarafa kaydırılmaya çalışılıyor. “Bu seçim farklı, okulda her şey farklı olacak. Artık öğrenciler de okulun yönetiminde söz sahibi olacak.” safsatalarıyla başkanlık seçimlerine bir ilgi toplanmaya çalışılıyor.

Dört bir tarafımızdan bizi sıkıştırmayı kural edinmiş sistemin silahlarından biri de okul başkanlık seçimleri, hem de en gizli silahlarından biri. Dışarıdan oldukça masum görünen bu oyunun derinine indiğimizde gördüğümüzden çok daha fazlası var. Oy kullananından aday olanına kadar okuldaki herkesi bir şekilde etkileyen bu seçimler neden bu kadar tehlikeli?

BAŞKAN ADAYLARI ve SINIRSIZ VAATLERİ

Okulda hepimizin bildiği, tanıdığı insanlar onlar. Kimisi okuldaki popülerliğine popülerlik katmak için, kimisi kendi siyasi görüşlerine göre okulu şekillendirmek için, kimisi tanınmak için, kimisi idarenin gözüne girmek için başkan adayı olur. Tanıdığın, bildiğin insanlar kendilerini bu başkanlık oyununa o kadar kaptırır ki tamamen başka insanlar olup çıkar. İktidar hırsıyla ardı arkası kesilmeksizin verilen ve hiçbir gerçekliği olmayan vaatler, farklı tavırlar, değişen ses tonları…

Dersin ortasında bir bakmışsın, okul başkanı adayı sınıfa girmiş, vaatler silsilesine başlamış. Her seçimin kuralı bu; en büyük yalanı söyleyen seçimleri kazanır. Kimisi okula havuz yaptıracağını söyler, kimisi spor salonu; konserler, harika geziler, düşen kantin fiyatları… Liselilerin isteklerine daha fazla önem verileceği, okulu liselilerin yöneteceği… Hepsi birbirinden büyük, hiçbir gerçeklik arz etmeyen, tek amaçları kendi egolarını tatmin etmek olan, tek istedikleri “okul başkanı” statüsünü kazanmak olanların bizlere söyledikleri yalanlar.

KABİNE SİSTEMİ

Yeni başkanlık seçimleriyle sadece başkan da seçilmiyor artık. Kabine sistemi dedikleri bir şey var. Mevcut iktidar ve devletin sisteminden bahsetmiyoruz. Kabine sistemi diye isimlendirdikleri şeyi okula getirmiş durumdalar. Başkanın altında sınıf başkanları, bölüm başkanları da belirleniyor. Tüm başkanlar, okul başkanına bağlanıyor. Böylelikle öğrenciler arasında hiyerarşik bir yapı oluşturuluyor. Zaten müdürün etrafındaki idarecilerle hiyerarşik bir yapı olan okul, bu sistemle birlikte öğrencileri de belirli bir hiyerarşinin içine sokuyor. Okul başkanlarından sınıf başkanlarına, devletsi yapı öğrencilerin arasına sokuluyor. Bunun anlamı şu, idareden yani iktidardan payını alanlar, diğer öğrencilerin üstünde konumlanacak ve okul idaresi bu yeni yapıyla bizi daha sıkı kontrol edebilecek.

NEDEN OY KULLANMAMIZI İSTİYORLAR?

Her gün okula gitmemizi, hayatlarımızın büyük bir kısmını okulda geçirmemizi, okuldaki emir-komuta zincirine girmemizi istedikleri için sık sık okulun evimiz olduğunu bize söylerler. Yaptıkları ve söyledikleri her şeyle bizi okula ait hissettirmeye çalışmalarına rağmen başaramadıkları, bir şeylerin yolunda gitmediği ortada. Hatta vaziyet oldukça kötü olsa gerek ki “okul başkanı seçimleri” denen kurnazlığa başvurmak zorunda kalıyorlar.

Bizleri okula ait hissettirmek için başvurdukları son çare oy kullanmak. Bizi okul seçimlerinin bir parçası haline getiriyorlar. En azından bizi temsil eden kişinin seçilmesinde rol oynadığımızı düşünmemizi sağlayarak okul ile kendimiz arasında bağ kurmamıza sebep oluyorlar. Bizler de kendi yöneticilerimizi seçtiğimiz yerin bize ait olduğu yanılgısına kapılarak okulu benimsiyoruz. Sanki başkan seçtiğimizde okulu biz yönetiyor havasına kapılıyoruz.

BÜYÜK SEÇİMLERE HAZIRLAMAK

18 yaşına giren her vatandaş ömrü boyunca referandumlarda, genel seçimlerde, yerel seçimlerde vb. seçimlerde oy kullanmak zorunda. Durum böyle olunca, devletin vatandaşlarını bir şekilde sistemine adapte etmesi gerekiyor. Bu adaptasyon için okuldan daha iyi bir yer var mı?

İlkokuldan itibaren oy kullanmaya alıştırılarak, on sekiz yaşına geldiğinde bireyin seçimleri eleştirmesinin önüne geçiliyor. Seçimler böyle normalleştiriliyor. Bu yüzdendir ki devlet, kendi seçimlerinin propagandasını yine kendi kurumları olan okullarda yaparak biz gençleri kendi yöntemi olan oy kullanma ve seçimlere alıştırmakta. Yalnızca oylarımızla bir şeyleri değiştirebileceğimiz sürekli beynimize kazınıyor. Bir ömür boyu yapabileceğimiz tek siyasi eylemin bir kağıt parçasını kutuya atmak ve bize sunulan yöneticilerden bizi güzel yönetmelerini talep etmek olduğu telkin ediliyor.

İDAREYİ PAYLAŞMA YALANIYLA İRADEYİ YOK ETMEK

Tüm otoriter yapılar bireyin iradesini hiçe sayar ve bireye itaati aşılar. Bu sebepledir ki otoriter bir yapı olan devlet, yine otoriter bir kurum olan okullarında; kendi sistemi olan zorunlu temsili “demokrasi”yi öğrencilere dayatır.

Bizlere dayattıkları bu “temsili demokrasi” ile idareyi paylaşıyormuşuz yanılsamasına itiliriz. Okul idaresi, öğrencilerin kendi aralarından “seçtikleri” kişiye kendi makamlarında yer verip “demokratik” oldukları yalanını söyler.

Bu durum idarenin, seçilen yeni başkanla, öğrencilerin kontrolüne girdiği anlamına gelmez. Ya da öğrencilerin sıkıntı hissettiklerinin hızlı bir şekilde ortadan kaldırılacağının.

Öğrencilerle beraber yönetiyoruz yalanı, idarenin diğer zorbalıklarını gizlemek için bir örtüdür. Tüm adaletsizlikler, tüm emirler bu örtü altında yok edilir.

Bizi kandırmaya çalışıyorlar. Bizi iradelerimizi yok ettikleri sisteme hazırlamaya çalışıyorlar. Bizi zorbalıklarına kılıf yapmaya çalışıyorlar.

İradeni kontrol etmelerine izin verme! Sahte başkanların sahte vaatlerine de, idarecilerin beraber yönetme yalanına da kanma! Bizim derdimiz ne idareyi paylaşmak ne de idareyi kontrol etmek. Biz yönetmeyi ya da yönetilmeyi reddedenleriz!

 

]]>