#anarşizm – İnadına Dergisi https://inadina.org Anarşist Liselilerin Dergisi Wed, 30 Oct 2019 10:15:23 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.7.4 Bazen Biz Sistemi Hackleriz, Bazen Sistem Bizi Hackler* https://inadina.org/bazen-biz-sistemi-hackleriz-bazen-sistem-bizi-hackler/ Wed, 30 Oct 2019 10:15:22 +0000 http://inadina.org/?p=503

Biz hackerlar engellenmeyi sevmeyiz. Bilgisayarımızda “erişim engellenmiştir” yazısını göremezsiniz. Yasakları ve kuralları sevmeyiz, kuralları çiğnemeyi severiz. Kuralların çiğnediği insanlar da bizi sever. Playstation oyunları çok mu pahalı? Çözülmesi imkansız denilen sistem bile bize vız gelir. Çünkü karşımıza çıkan her duvar tüylerimizi diken diken eder. İçimiz rahat etmez. Ta ki o kilit kırılana kadar uyumaz, yemez […]]]>
Biz hackerlar engellenmeyi sevmeyiz. Bilgisayarımızda “erişim engellenmiştir” yazısını göremezsiniz. Yasakları ve kuralları sevmeyiz, kuralları çiğnemeyi severiz. Kuralların çiğnediği insanlar da bizi sever.

Playstation oyunları çok mu pahalı? Çözülmesi imkansız denilen sistem bile bize vız gelir. Çünkü karşımıza çıkan her duvar tüylerimizi diken diken eder. İçimiz rahat etmez. Ta ki o kilit kırılana kadar uyumaz, yemez içmez uğraşırız. Ve onu kırarız.

İşte bu en zayıf yanımızdır aslında. Çünkü sistem bunu kullanır ve bize bir sürü kilit sunar. Bu kilitleri çözmeye uğraşırken bir de bakarız ki bir duvar örülmüş etrafımızda. Ki bu duvar en tehlikelilerindendir; onu kolay farketmeyiz. Sokaktaki sesleri, engellenmişlerin ve ezilmişlerin seslerini duymayız çünkü önümüzdeki o kilidi kırmamız gerektiğini düşünürüz. Biz bilgisayarın ekranına kilitlenmiş ve dışarıdaki sesi duymazken sistem sömürüsünü sürdürür.

Peki ya bizim karşımızdaki kilidi kuranlarla dışarıda haykıranları ezenler aynıysa? Aynı sistem sokağa çıkanları kovalarken internette korsanlık yapanı sonsuz bir kovalamacanın içine hapsediyorsa?

Telefon 1 kuruş bile elektrik harcamazken jeton 5 lira mı? Buzdan jeton yapıp yurt dışını bile ararız. Otoritelerin buharlaşan jetonumuzu bulamayıp kafayı yemesi de bize ayrı bir keyif verir doğrusu. Kırmak kadar önemli olan yakalanmamaktır. Yakalanırsan bir daha kıramazsın çünkü.

Düşün ki sokağa çıkmadık ama yakalanmamak için kaçtık. Değişik bir his doğrusu. Paranoya gibi bir şey. Bir takıldın mı vay haline. Kaçan yok, kovalayan yok ama sürekli peşindelermiş gibi bir his, aklınsa hala yakalanmama peşinde.

İnternetin kapıları açılırken gıcırdamaz. SMS ile olta atar, şişman balığı yakalarız. Kedi gibi sessizce sokulur, QR koduyla patronun hesabından oluklarız. Sonra sanki o banka hesabı hepimizden çaldıklarıyla dolmamış gibi, hemen “hırsız” diye bağırmaya başlarlar. Ne yaygara ama!

Ama korsanın laneti açgözlülük. Yaşamak için çalmak başka, bitcoin patronu olmak başka…

Tabi ne kadar maharetli olursan, o kadar çok kırmak istersin. Bir de o yanı var bu doymazlığın. Ama yanlış bir adımda sistemin eline düşersen sistem sana acımaz ve ruhunu çalar. Alır seni ya kodese tıkar ya da beyaz hacker (sanal polis gibi bir şey) yapar.

Bazılarımız isimsiz kalmayı sever. Otoriteyi sarsan anonim hackleri konuşulurken uzaktan izler. Bu davranış bencillikten uzak görünür ve ayrıca güvenlidir. Bir düşünün; bir dev bir yerden yumruk yiyor ama yumruğun nereden geldiğini görmüyor. Korkmaz mı?

Korkar. Korktuğu için güvenlik bütçesini artırır. Güvenlik uzmanlarının maaşı artar. Güvenlik firmalarının hisselerinin değeri artar. Daha çok erişim engeli, daha çok güvenlik soruşturması, firewall, VPN, antivirüs.

Bu yazı da büyük sistemi hackliyor aslında. Hiç de karmaşık bir döngü içermiyor, gayet basit, anlaşılır bir ilkesi var. Kopyalanabilir, çoğaltılabilir ama isimsiz değil: Anarşizm!

* Big Lebowski’nin sonundaki replikten bozma.

 

]]>
SEPULTURA’DAN SOULFLY’A https://inadina.org/sepulturadan-soulflya/ Wed, 30 Oct 2019 09:59:17 +0000 http://inadina.org/?p=490

İçimizde bir isyan var. Bitmek bilmeyen bir öfke var. Bu öfke bir çığlığa dönüşüyor içimizde. Bunun bir yansıması olmalı değil mi? Ve kulağımızda bir çınlama oluyor. Ardından bir müzik başlıyor. İçimizi kıpır kıpır eden, yerimizde durmamıza izin vermeyen bir müzik bu. Biz bu müziğin bizde yarattığı duyguyu seviyoruz. Ve tabi ki bize bu duyguyu yaşatan […]]]>
İçimizde bir isyan var. Bitmek bilmeyen bir öfke var. Bu öfke bir çığlığa dönüşüyor içimizde. Bunun bir yansıması olmalı değil mi? Ve kulağımızda bir çınlama oluyor. Ardından bir müzik başlıyor. İçimizi kıpır kıpır eden, yerimizde durmamıza izin vermeyen bir müzik bu. Biz bu müziğin bizde yarattığı duyguyu seviyoruz. Ve tabi ki bize bu duyguyu yaşatan ve müziğe yaşamın içindeki isyanı, öfkeyi katan Sepultura ve Soulfly’ı unutamıyoruz. Onların yıllar önce çıkmış olan şarkılarını yeniden ve yeniden dinliyoruz. Çünkü onlar da biz de isyanı seviyoruz.

Sepultura

Portekizce’de mezar anlamına gelen Sepultura isimli grup 1984 yılında Brezilya’da 20 yıllık bir askeri diktatörlük döneminde Cavalera kardeşler, Jairo T ve Paulo Jnr tarafından kuruldu.

İlk albümleri 1985 yılında çıkan Bestial Devastation (Vahşi Yıkım)’dı. İki günde kaydettikleri bu albümün kayıtlarını ve yapımcılığını kendileri yaptılar. Ardından 1987 yılında yayınlanan Schizophrenia ve Morbid Visions albümleriyle Brezilya dışında da ses getiren grup 1989’da çıkardıkları Beneath The Remains albümlerinden sonra ilk Avrupa turnesine çıktı. Bu albüm metal camiasında yeni bir türün oluşmasının temellerini attı. Savaşlar, gelişen  teknoloji yaşamlarımızdaki tahribat, ırkçılık… Yani aslında bu albüm yaşadığımız sistemi anlattı bize. Bir adaletsizlikler sisteminden bahsediyordu şarkıları. Bu düzeni bozmak için söylüyorlardı sanki. Her şeyin para olmadığını düşünüyorlardı. Onlar için bir şeyin daha farklı olması gerekiyordu. Değişmeliydi bu düzen. Grubun bateristi Igor varoşlarda yaşayan gençlere ücretsiz ders vererek anlatıyordu bir şeylerin değişebileceğini.

Sepultura çıkardıkları albümler ve yazdıkları şarkılarla paradan, uyuşturucudan, cinsellikten değil sokak çocuklarının polis tarafından nasıl katlediliğinden, gözaltındaki kayıplardan, eşkiyalardan, uyuşturucu çetelerinden, yoksulluk ve çaresizlikten bahsediyordu. Refuse Resist şarkısında da bahsettiği gibi:

Sokakta tanklar

Polisle çatışıyor

Ayaktakımı ölüyor

Öfkeli kalabalık

arabaları yakıyor

Katliam başladı

Kim sağ kalacak?

Ordu kuşatmada

Her yerde dehşet

Bıktım artık

Devletin içinde

yaratılır savaş

iki cephe arasında

Kim sağ kalacak?

Reddet, Diren

Reddet!

1993 tarihli Chaos A.D. albümünde müziğine Brezilya yerli ritimlerini, sözlerinde ise Brezilya’daki adaletsizlikleri taşıyordu. Grup 1996’da çıkardıkları Roots (Kökler) albümünü  Brezilyadaki Xavantes kabilesinde yaşadıkları süreçte çıkarır. “Her şey herkesindir” ilkesinin işlediği bu kabilede mülkiyet yoktu. Sepultura bu kabilede yaşarken 400-500 yıl önce devletsiz yaşayan toplulukların kültürünü deneyimlemişti. Bu albüm ve  deneyimden sonra grubun vokali Max Cavalera oğlunu ve en yakın arkadaşını kaybettiği için psikolojik sıkıntılar yaşadığından dolayı gruptan ayrıldı. Ama Sepultura yeni albümler çıkararak sisteme olan öfkemizi seslendirmeyi sürdürdü.

Soulfly

Max Cavalera yaşadığı sıkıntıların ardından müzik hayatına Soulfly grubunu kurarak geri döndü. Nu metal ve thrash metale yakın olan grubun tarzı Brezilya kabilelerinin kültüründen beslendi. Grup ilk albümünü 1998 yılında kendi ismiyle çıkardı. Bu albümün yayınlanmasının ardından grubun gitaristinin gruptan ayrılmasıyla yerine Machine Head’in eski gitaristi Logan Made gruba katıldı. Ardından yayınlanan Prophecy (2004), Conquer (2008) ve Archangel (Başmelek) gibi albümler büyük beğeni topladı. Grubun on yıllık çalışması boyunca Cavalera tek sabit üye oldu. Psikolojik sıkıntılarının üstesinden gelebilmek için müziği terapi olarak kullanan Cavalera bir müzik grubu daha kurdu.

Şarkılarında yine sisteme karşı duyduğu öfke vardı:

Umut Yok = Korku Yok

Kim dediyse hiçbir zaman özgür olamazsın diye

Kim dediyse o hayali arayamazsın diye

Kim dediyse hiçbir zaman özgür olamazsın diye

Onu diyen senin düşmanındır anlayacağın

Hayatım benimdir, hakkım benimdir

Çünkü o benim hayatım anlayacağın, senin hayatın değil

Hayatım benimdir, hakkım benimdir

Bazen aklını kaybetmen gerekir…

Öbür dünyayı beklemeyeceğim

Şimdi zamanı, tam zamanı

Kalbimi dinleyip üstesinden gelicem 

Şimdi değilsen hiç değildin

O zaman kendini bulmak için kendini kaybet

Başka hiçbir kimse gibi davranmana gerek yok

Bazen yol tıkalı gibi gelir

Bir yolunu bulacağım, kayaları oynatacağım

Özgürlük!

Bir müzik grubu ne yapabilir? Bir müzik grubu bütün sistemi yıkabilir mi? Bir şarkıyla değişir mi dünya? Tabi ki hayır. İçimizde bir kıpırtı, bir isyan dürtüsü yaratsın yeter. Çünkü bu kıpırtıyla, bu isyan dürtüsüyle ve özgürlüğe olan inancımızla biz değiştiririz dünyayı.

 

]]>
Anarşizm Kurtuluştur https://inadina.org/anarsizm-kurtulustur/ Tue, 29 Oct 2019 09:27:06 +0000 http://inadina.org/?p=484

Kalk, her yeni güne hazır ol, aynı döngüyü döndür, kur saatleri aksın gitsin yaşam. “Koca adamlar” ne yapacağını söyleyecekler sana, sen de yürüyeceksin; “hadi ama, daha hızlı adımlarla yürü” diyecekler ve hatta “koş, arkana bile bakma sakın ve sadece koş”. Peşinde başka birileri de var ve sana yetişmek için geliyorlar, hadi! Bazısı omuz atıp geçecek […]]]>
Kalk, her yeni güne hazır ol, aynı döngüyü döndür, kur saatleri aksın gitsin yaşam. “Koca adamlar” ne yapacağını söyleyecekler sana, sen de yürüyeceksin; “hadi ama, daha hızlı adımlarla yürü” diyecekler ve hatta “koş, arkana bile bakma sakın ve sadece koş”. Peşinde başka birileri de var ve sana yetişmek için geliyorlar, hadi! Bazısı omuz atıp geçecek seni, bazısı yanında duracak, bazısı da hep arkanda kalacak. Koşa koşa yorulacaksın, sonra da düşeceksin, canın çok ama çok yanacak. Kalkmak için direneceksin, peki kalkabilecek misin? Belki. Koca adamlar buna karar verecek; ya düştüğün yerden koşmaya devam edeceksin ya da düştüğün yerde arkandan gelenler seni bir bir ezecekler. O kadar kalabalık gelecekler ki asla ama asla ayağa kalkman mümkün değilmiş gibi hissedeceksin. Peki sonra ne mi olacak? Üstüne bir bir basanların hızından, hırsından, telaşından, öfkesinden bıkarak can havliyle yanına bakacaksın; yanında senin gibi bir sürü insan. Hep birlikte o koca koca adamları alt edebileceğini, ayaklar altından kalkıp kurtulabileceğini fark edeceksin.

Ne mi demek istiyorum? Koca koca adamlar da kim? Açıkça söyleyeyim, içinde yaşadığımız sistemin yaratıcılarıdır bu insanlar. Hep yapılan bir benzetmeyi kullanmamak, çirkin bir canavara filan benzetmek istemediğimden öyle dedim: “koca adamlar”. Bu adamlar, nerede ve nasıl yaşayacağımızı belirlemek isteyenler; bencil hayaller kurdurtup, bu hayaller uğruna yaşamlarımızı ellerimizden alanlar bunlar. Bunların sistemi de hangi oyuncağı/oyunu oynayıp oynayamayacağımızı, neyi öğrenip öğrenemeyeceğimizi, sokakta neyi giyinip giyinemeyeceğimizi, nerede çalışıp çalışamayacağımızı ve daha nicelerini belirleyenlerin sistemi.

İşte bu sistem yüzünden hepimiz birçok baskıyla karşılaşıyoruz. İleride iyi bir üniversiteden mezun olup iyi bir işte çalışırsak bu baskı ve zorluklardan kurtulabileceğimize dair söylemler ise koca bir yalan. Peki gerçek olan ne?

Okulsuz Bir Dünya

Gerçeklikle ilişkisi olmayan böylesi pek çok ezber söylemi bize dayattıkları için eğitilmeye ve eğitim sistemine karşıyım. Yaşamın kendisinden gelmeyen, sorgulatmayan pek çok bilgi, bu okullarda bize dayatılıyor. İtaatin üretildiği ve öğretildiği, itaat etmeyenin dışlandığı, bir işe girip çalışmak için bir koşul olan zorunlu eğitim bizleri özgür değil köle yapıyor.

Hepimiz gibi ben de bu sistemde sabahın köründe uykulu uykulu derslere girmek, soğuk havalarda sıraya girip marşlar söylemek, rahatsız sıralarda uzun saatler boyunca oturmak, devletin kahramanlıklarıyla ve düşmanca söylemleriyle dolu ideolojisini dinlemek, tekdüze ve sıkıcı geçen derslerde teneffüs zilini beklemek, statüsünü kullanıp kendi egosunu tatmin eden öğretmen ve müdürlere katlanmak, disiplin cezalarına uğramamak için uslu bir öğrenci olmak, sistem içinde kalifiye olup olmadığımı ölçecek sınavlara girmek, sınavlarda başarılı olmak için kendimi heba etmek, arkadaşlarımı üzmek ve onlarla yarışmak zorundayım.

Bu zorundalıklardan sıkılmış biri olarak; o koca adamlar, yani iktidar sahipleri yaşamın bilgisini manipüle etseler veya saklasalar da bilgiyi özgürce paylaşabileceğimizi, eğitim sisteminden kurtulabileceğimizi biliyorum. İhtiyaçlarımızı karşılayacak, araştırmalar yapmamıza imkan verecek bilgileri üretmemiz gerektiğini ve bu bilgileri paylaşmak için öğreten/öğrenen farkının olmadığı bir zeminde buluşabileceğimizi de. Bu sebeple ezber söylemlerden sıkılan, yaşamı sorgulayan, farklı ve yaratıcı düşünenlerin hep birlikte, örgütlü olması gerekiyor. Böylesi zemini yaratırken de düşüncemi kontrol altına alıp iktidarlarını devam ettirmek isteyen otoritelere karşı koyuyorum.

Devletsiz Bir Dünya

Tıpkı zorunlu eğitim yoluyla olduğu gibi farklı farklı pek çok araçla bireylerin ve toplumların iradelerini şekillendiren tüm otoritelere de karşıyım. Bu otoriterlerin en sistematiği olan devletlere de. Düzenli bir toplumsal yaşam için bir devletin var olması gerektiğine dair düşüncelere karşıyım. Devletin, düzeni savunan değil herkesin herkesle savaşını kabul eden bir anlayışa sahip olduğunu biliyorum. Ayrıca devlet, düşüncelerimi sormadan benim adıma kararlar alan koca bir saçmalıklar sistemi. Devlet yaşamıma dair asla sorular sormaz. Sorduğum soruları yanıtlamaz. Sadece itaat etmemi ister. Devlet yasaları ve kuralları yoluyla emirler yağdırır ve bu emirlere uymamı ister.

Bakunin yoldaşımın dediği gibi “Her emir özgürlüğün suratında patlayan bir tokattır”! Devlet, özgürlüğüne düşkün olan bizleri, o “tokat”a karşı koyduğumuzda yargılar. Devlete itiraz eden hain olur, düşman olur. O zaman öldürür devlet, öldürmek için her yolu dener. Devlet “bak yaşamın benim elimde, ben olmazsam sen olmazsın.” der.

“Devlet olmazsa ne olur ki gerçekten?” İşte ben bu soruyu sorduğumdan beri anarşistim ve  devletsiz bir dünyayı şimdi hep birlikte düşünelim.

Devlet olmadığında ben, ben olurum. Düşünürüm ve karar veririm çünkü bu hayat benim. Sadece kendi doğrumu esas doğru olarak almam, benimle birlikte diğerlerinin de düşüncesini dinlerim, önemserim. Herkesin her şeyi hiçbir baskı aracı olmadan bilmeye, söylemeye yani düşünmeye ihtiyacı var, önemsemeye ve önemsenmeye de. Tek bir merkezin ya da tek bir otoritenin değil kendi benlerimizden biz olmanın gücüyle yaşamaya ihtiyacımız var. Çünkü bu hayat bizim.

Ben devlete değil, özgürlüğüm için örgütlü mücadeleye inanıyorum. Benlerden biz olmaya ve biz olursak herkesin özgür olabileceği bir dünyaya inanıyorum. Anarşist olmak ben olmaktır ve benlerden bizi yaratmak olan örgütlülüğe sımsıkı bağlanmaktır.

Kapitalizmsiz Bir Dünya

Bir anarşist olarak devlete olduğu gibi kapitalizme de karşıyım. Çünkü düşlediğimi eyleyebilmem için ihtiyaçlarımı karşılayabilmem gerekir. İçinde bulunduğumuz sistem o koca adamlar rahat yaşamlar sürsün diye düzenlendiği için ihtiyaçlarımı karşılayabilmem pek mümkün değil. Mülkiyet sistemi ile her şeyi ellerine alır ve kendilerine saklar bu koca adamlar.

İhtiyaçlarımı karşılayabilmem için sundukları tek yöntem ise kendi sistemlerine adaptasyon. Ya ücretli köleleri ya da kendileri gibi bir ezen olmamı isterler. Ya ucuz iş gücü olurum okulu bitirdiğimde; sömürülürüm, göçükler altında kalırım ya da zamanında beraber oyunlar oynadığım ve beraber büyüdüğüm arkadaşlarıma emirler yağdıran, bencil, gaddar bir patron, bir yönetici. Sınavlarda rekabetçi ve bencil olmam bu yüzden istenir. İş hayatına bir alıştırmadır bu, kapitalist sisteme hazırlık. Ayrıca sınavı kazanan iyi bir okulu kazanır, iyi bir okulu kazanan iyi bir işe sahip olur.

Yoksulluk çekmemin ya da düşündüklerimi yapamamamın sebebidir bu sistem. Hele de -şu an bir örneğini yaşadığımız- ekonomik kriz dönemlerinde her şey çok pahalıdır ve her ürüne ulaşmak mümkün değildir. Varlığıyla yoksulluk anlamına gelen kapitalizm, kriziyle daha çekilmez bir hal alır.

Ancak bu durumdan da kurtulabilirim. Nasıl mı? Çok sevdiğim bir enstrümanı çalabilmemin, bir sporu yapabilmemin, çok merak ettiğim bir kitabı okuyabilmemin, ihtiyaçlarımı karşılabilmemin; ücretli kölelikle sömürülmeden, iş cinayetlerinde yitip gitmeden yaşayabilmemin koşulu bu sisteme karşı örgütlü mücadele etmek ve bu sistemi yıkmaktır.

Özgür Bir Dünya

Sorgulatmaya değil ezberletmeye çalışan okullardan; irademi şekillendiren, savaşlarda ölmeme neden olan, yaşamımı çalan devletlerden; kapitalizmden ve her türlü otoriteden kurtulmam gerekiyor. Kurtulmak için ise tek bir yol var. Kurtuluş anarşizmde. Bu yüzden ben bir anarşistim. Ve sisteme karşı verdiğim mücadelenin benim gibi ezilenlerle birlikte büyüyeceğini biliyorum. Mücadele büyüdükçe devleti, kapitalizmi, ataerkil sistemi kısacası tüm otoriteleri yıkacağımızı ve özgür dünyayı yaratacağımızı da. Nasıl mı yıkacağız? Büyük bir balyozla önce ayaklarını kıracak, sonra da… Böyle değil tabi ki. Böyle yapmayacağız.

Sistem siyasi, sosyal, ekonomik pek çok güçle ayakta kalıyor. Biz özgür bir dünyayı yaratmak isteyenler ise ezenlere karşı ezilenlerin öfkesiyle ve mücadelesiyle kurtulacağız bu sistemden. Biz ezilenler yani yoksullar, evsizler, sokakta kalanlar, sömürülenler, göçük altında kalan işçiler, yok sayılan kürtler, ötekileştirilen aleviler, erkek egemenlikle katledilen kadınlar, savaşlardan kaçan göçmenler, ebeveynlerinin mülkü olarak görülen çocuklar; tüm ezilenler yani bizler ezilmişliğimizin ortak nedenini biliyoruz ve biz şimdi mücadelemizle birlikte kurtuluyoruz -en başa dönecek olursak- koca adamların ayaklarının altından, tüm otoritelerden ve onların iktidarlı ilişkilerinden.

 

]]>
Hızlı Tüket Genç Tüken https://inadina.org/hizli-tuket-genc-tuken/ Tue, 10 Sep 2019 20:21:09 +0000 http://inadina.org/?p=442

Tarih 1916’yı gösterdiğinde Kansas’ta büyük, beyaz bir yapı kurulmuştu. Bembeyaz duvarlarında “Hem Temiz Hem Leziz”, “Sağlıklı Beslenmek İçin Her Gün White Castle” yazan bu dükkan, oluşacak büyük bir zincirin ilk halkasıydı. Patronlar çalışanlarına yönelik yayınladığı “Sıcak Hamburger” gazetesiyle, herkese burgerlerin en hızlı nasıl hazırlanacağını ve satışların nasıl artırılacağını anlattı. Böylece müşterilerin beklemeden satın alabilmeleri ve […]]]>
Tarih 1916’yı gösterdiğinde Kansas’ta büyük, beyaz bir yapı kurulmuştu. Bembeyaz duvarlarında “Hem Temiz Hem Leziz”, “Sağlıklı Beslenmek İçin Her Gün White Castle” yazan bu dükkan, oluşacak büyük bir zincirin ilk halkasıydı. Patronlar çalışanlarına yönelik yayınladığı “Sıcak Hamburger” gazetesiyle, herkese burgerlerin en hızlı nasıl hazırlanacağını ve satışların nasıl artırılacağını anlattı. Böylece müşterilerin beklemeden satın alabilmeleri ve istedikleri yerde yemek yiyebilmeleri sağlandı.

White Castle’in yalnızca 5 kuruşa mal ettiği burgerler şirketi kısa sürede büyütmüş ve patronları zenginleştirmişti. White Castle’dan önce kurulan gıda sektöründeki pek çok kafe isimlerinin yanına “Castle”yi eklemişler ve işleyişlerini hızlandırmaya başlamışlardı. Değişen yemek kültürüyle birlikte patronlar da hızlı bir yaşamın hakim olduğu Amerika’da yatırımını fast food sektörüne yapmıştı.

1940 yılına gelindiğinde Richard ve Maurice McDonald kardeşler, adından da tanıyacağımız üzere McDonald’s’ı kurdu. Nasıl en hızlı olabileceği konusundaysa White Castle’dan daha ileri gitmiş ve şirketin tüm planlamasını özel bir tenis kortu üzerine çizerek defalarca çalışmışlardı. En hızlı burgeri üretmek istiyorlardı. Çatal ve bıçak bulunmayan dükkanlarda en büyük iddia “hız” idi.  Yıllar içerisinde farklı bölgelerde yeni McDonald’slar, Burger Kingler, KFC’ler açıldı… Ve her şey daha hızlı üretildi.

Yemekteki hız giyim sektörüyle de sürdü. ZARA gibi, GAP gibi dünyaca ünlü kapitalist şirketler fast moda akımını başlattı… Birkaç yıl öncesine kadar bir ürün üzerinden yapılan üretim miktarı yarıya düşürülerek sınırlandı. Böylece her yeni sezonda “hızla tükenen ürünleri,” bitmeden alabilmek için sıraya giren müşteriler patronların cebine para dolduracaktı. Öyle de oldu. Her sezona yeni bir “moda” anlayışı getiren şirketler, müşterilerinin mağaza kapılarının önünde sıraya girip sınırlı sayıdaki ürünlerini hızla almak için birbirleriyle yarışmasından çok hızlı kazanır hale geldiler. Aradan bir sene bile geçmeden yeni ürünleri piyasaya sürüp yeni bir moda algısını yarattılar geçen sene alınan kıyafetler çöp oldu ve yeni bir alışveriş yarışı başladı. Yemekten sonra buldukları moda Fast de daha hızlı tüketim anlayışlarından birini doğurdu. 

Hız kültürü; yalnızca okul, dershane arası koştururken elimize aldığımız -genelde ucuz olduğu için de tercih ettiğimiz- bir hamburgeri hızlıca alıp yediğimizde değil; hızla değişen modayı yakalamak için mağaza mağaza dolaşarak sahip olduğumuz bir t-shirtte değil. “Hız”, aynı zamanda sabah uyanıp akşam yatana kadar her saat, her dakika, her saniyemizde. 

Sabahları, okula, işe yetişmek için yataktan fırlayarak kalkıyor; hızla giyiniyor ve uyanamadan evden çıkıyoruz. Geç kaldığımızda yok yazılmamak, işten atılmamak için. Sanki kaybedecek bir dakikamız bile yokmuş gibi, sürekli bir yerlere yetişmenin telaşıyla hareket ediyoruz. Sıkış tepiş otobüslerde bizimle yolculuk eden herkesin tek bir amacı var. Gideceği yere yetişmek.

Bunun çözümü ise daha erken kalkıp yola koyulmak değil, başucumuza kurduğumuz alarmların sayısını arttırmak hiç değil. Tüm yaşamımızı kapitalizmin tıkırında işleyişine göre planlıyorken, kaybedecek bir dakikamız bile olmuyor. Okul bitince dershane, dershaneden sonra özel ders, sonrasında ödevler… Hızla geçiyor zaman.

Her geçen saniye kapitalizm yeni bir ürünle karşımıza çıkıyor. Üç ay önce çok yüksek bir fiyata -belki birçok şeyi alamayarak- aldığımız telefonun şimdi yeni bir modeli çıkmış. Biz henüz borcunu bitirmeden yenisi üretilmiş ve muhtemelen daha uygun bir fiyatla(!)  bizi bekliyor. En son model öyle çok değişiyor ki, bu hıza bir çoğumuz yetişemiyoruz. Yetişenler ise kapitalizm koşusunun çok ilerisinde koşturanlar.

Hepimiz bu hıza ayak uydurmanın -ya da uyduramamanın- yan etkileriyle yaşıyoruz. Bugün yaşadığımız bir çok hastalığın sebebi hızlı yaşam; yani kapitalizm. Sinir bozuklukları, anksiyete bozuklukları; hızla değişen ruh halimiz, stres ve kapıldığımız buhranlar… Hatta hızla yaşarken düşen bağışıklığımız (hızlı olduğu için tercih ettiğimiz fast foodların da etkisiyle) sonucunda geçirdiğimiz birçok hastalık.

Bu hastalıkların en büyüğü ise genç yaşta ölmek! Yani anladığımız anlamda ölmek değil; yaşayan ölüler haline gelmek. Hıza ayak uydurmaya çalışırken kendimizi unutmak; hayallerimizi, düşüncelerimizi kaybetmek, bir şeyler hissedememek robotlaşmak. Hızlı yaşayıp genç ölmek!

Her şeyi tüketmemizi istedikleri bu sistemde kendimiz tükeniyoruz. Bizler yaşayan birer ölü olmamak için bu sistemle kavgalıyız ve paylaşarak, düşlediğimizi eyleyerek kendimiz olmak istiyoruz. Bu sistemle kavgalıyız, çünkü özgürlüğümüzü istiyoruz.

 

]]>
Neden Kara Bayrak? https://inadina.org/neden-kara-bayrak/ Tue, 10 Sep 2019 20:18:41 +0000 http://inadina.org/?p=439

Hemen her eylemde, mitingte öfkeli, kararlı ve inançlı ellerde yükselirken görüyoruz kara bayrakları. Tarihi boyunca iktidarların korktuğu bir bayrak, ezilenlerin isyanının ve yeni bir yaşama olan umudunun simgesi olduğu için ötekileştirilenler, zulme uğrayanlar, sömürülenlerin bayrağı oldu. Peki zulme karşı duran, yüreğinde yeni bir dünyayı taşıyan anarşistler eylemlerde neden kara bayrakları kullandı? Üzerinde başka hiçbir simgesi […]]]>
Hemen her eylemde, mitingte öfkeli, kararlı ve inançlı ellerde yükselirken görüyoruz kara bayrakları. Tarihi boyunca iktidarların korktuğu bir bayrak, ezilenlerin isyanının ve yeni bir yaşama olan umudunun simgesi olduğu için ötekileştirilenler, zulme uğrayanlar, sömürülenlerin bayrağı oldu.

Peki zulme karşı duran, yüreğinde yeni bir dünyayı taşıyan anarşistler eylemlerde neden kara bayrakları kullandı? Üzerinde başka hiçbir simgesi olmayan simsiyah bir bayrağın anarşistler tarafından kullanılmaya başlanması nasıl gerçekleşti?

Kara bayrak, siyasi bir figür olarak ilk kez bir işçi eyleminde kullanıldı. Devletlerin yoğun baskısı, kapitalizmin büyük sömürüsü ve iş cinayetleri ile karşı karşıya olan, yoksulluk çeken işçiler bu dönemde özellikle Avrupa’nın pek çok noktasında isyan ediyor; ekmek, adalet ve özgürlük mücadelesini veriyordu. Kara bayrak yine bu eylemlerin birinde, 1831’in Kasım ayında Fransa’nın ipek dokuma merkezi haline gelmiş olan Lyon kentindeki işçi eylemlerinde kullanıldı. 21 Kasım’da Lyon’un Croix-Rousse tepesi dolaylarında ipek üretimi yaparken ekonomik kriz nedeniyle ücretlerin kesilmesine ve yoksulluğa karşı isyan eden işçilerin elinde yükseldi.

İpek işçilerinin başlattığı isyana başka sanayi kollarından işçiler de katıldı. Grev büyüdü, yaşanan çatışmalar sırasında çok sayıda işçi yaşamını yitirse de belediye görevlileri şehri terk etti ve işçiler belediye binasını işgal etti. Bunun ardından Fransa devleti Lyon’a 20.000 kişilik orduyla girdi ve isyan bastırıldı. İşçilerin eylemi, devletin beklemediği bir zamanda, 1834 Nisanı’nda bir kez daha patlak verdi. Tüccarların ipek fiyatlarıyla ilgili yaptığı değişikler sonucu işçiler yine direnişe geçti. İşçiler yine kurdukları barikatlarlara, özgürleştirdikleri alanlara isyanın bayrağını, kara bayrağı dikmişti.

Bu iki isyandan yıllar sonra yine Fransa’da işçilerin, işsizlerin ve tüm ezilenlerin verdiği mücadelede taşındı kara bayraklar. 9 Mart 1883’te, Paris’teki Hotel des Invalides’in yakınlarında gerçekleşen işsizlerin yaptığı eylemde kara bayrak, Paris Komünü’nün yaratıcılarından anarşist kadın Louise Michel’in elinde katledilenleri ve isyanı simgeledi.

Louise Michel’in kullanımının ardından Ağustos 1883’te Lyon’da ilk sayısı yayınlanan anarşist “Kara Bayrak” (Le Drapeau Noir) gazetesinin çıkışı ve 27 Kasım 1884 yılında Chicago’da gerçekleşen işçi grevinde kara bayrağın kullanımı ile birlikte bayrak, anarşistlerin simgesi haline gelmeye başladı. Ayrıca bayrak, anarşizmin sosyalizmden farkını net bir şekilde ortaya koyduğu, giderek geliştiği ve toplumsallaştığı bir süreçte kullanılmaya başlandı.

O yıllardan bugüne gelindiğinde hala kara bayrağın tarihi; kapitalizmin sömürüsüne, devletlerin zulmüne ve var olan tüm iktidarlara karşı ezilenlerin verdiği mücadelenin, yani anarşizmin simgesi oldu.

Bayrağın renginin neden kara olduğu da çokça tartışıldı. Kara bayrağın teslim olma ve boyun eğmeyi sembolize eden beyaz bayrağa bir tepki olarak kullanıldığı, isyanı simgelediği de düşünüldü; iktidarlar tarafından katledilen tüm ezilenlere atıfla, katledilenleri unutmamak adına tutulan yasın bayrağı olduğu da. Kısacası bayrak, tarihi boyunca, üzüntüsünü öfkesinin tohumu eyleyenlerin oldu.

Louise Michel kara bayrağın mücadeledeki anlamını hapishanedeyken yazdığı şiirindeki şu sözlerle anlatmıştı:

Bütün yollardan geleceğiz,
Ve karanlıklardan sıyrılan intikamcı hayaletler gibi gelirken
Yumruklarımızı sıkacağız.
Bayrağı ölüm taşıyacak,
Al kanlara boyanmış kara bayrağı.
Ve alev alev göğün altında
Özgürleşen toprak
Mor çiçekler açacak!

 

]]>
Bir Öğrencinin Stockholm Sendromu https://inadina.org/bir-ogrencinin-stockholm-sendromu/ Tue, 10 Sep 2019 20:12:12 +0000 http://inadina.org/?p=433

Stockholm Sendromu, rehinenin kendisini rehin alan kişiyle olası diyalog sürecinde oluşan, duygusal anlamda sempati ve empati olarak özetlenebilecek psikolojik durumu anlatan bir terimdir. Psikiyatrist Nils Bejerot tarafından 1973’te Isveç’in başkenti Stockholm’de yaşanan bir rehine olayının ardından isimlendirilmiştir. Emir 7 yaşına geldiğinde tüm yaşıtları gibi okula başladı. Ailesinin anlattığına göre çok güzel bir yerdi okul, haksız […]]]>
Stockholm Sendromu, rehinenin kendisini rehin alan kişiyle olası diyalog sürecinde oluşan, duygusal anlamda sempati ve empati olarak özetlenebilecek psikolojik durumu anlatan bir terimdir. Psikiyatrist Nils Bejerot tarafından 1973’te Isveç’in başkenti Stockholm’de yaşanan bir rehine olayının ardından isimlendirilmiştir.

Emir 7 yaşına geldiğinde tüm yaşıtları gibi okula başladı. Ailesinin anlattığına göre çok güzel bir yerdi okul, haksız sayılmazlardı aslında. Kaynaştırma haftasına katılmıştı Emir ve okul ilgisini çekmişti açıkçası; öğretmenleriyle beraber oyunlar oynuyor, eğlenceli vakit geçiriyordu. Gerçi “gerçek okul” başladıktan sonra işler biraz sarpa sardı. O ilk hafta gördüğü öğretmenler bunlar olamazdı, olmamalıydı. Her geçen gün yeni bir kural öğretiliyordu Emir’e. İlk öğretilen kurala göre öğretmen sınıfa girdiğinde herkes ayağa kalkacaktı. Keşke sadece bununla sınırlı kalsaydı. İlk günlerde diledikleri zaman öğretmenlerine söyleyip tuvalete gidebilen öğrenciler de yoktu artık. Yine böyle bir zamanda Emir tuvalete gitmek için izin istemişti de öğretmeni kızmıştı Emir’e. Ders boyunca tuvaletini tutmaya alışması gerekiyordu, çünkü okuldu burası ve okulun kuralları bunu gerektiriyordu. Ardı arkası kesilmiyordu kuralların. Sonraları Emir ders sırasında sıra arkadaşı Ali’yle de konuşamamaya başladı, eğer konuşursa öğretmeni bağırıyordu ona, öğretmen konuşurken susmalıydı çünkü sınıf kuralları bunu gerektiriyordu. Bir gün okuldayken çok uykusu gelmişti de kafasını sıraya koyup dinlenmeye çalışmıştı, öğretmenin kitapla kafasına vurmasıyla uyanmıştı. Bu yaptığı büyük saygısızlıktı, öğretmen orada bir şeyler anlatıyorsa Emir de bunu dinlemek zorundaydı, saygılı bir öğrenci olmak için yapmak zorundaydı en azından, kurallar bunu gerektiriyordu. Kuralları neyi gerektiriyordu?

Emir liseye başladığında okuldan birçok beklentisi vardı. Başarılı bir kariyer Emir’i bekliyordu ve bunun hayali bile Emir’i mutlu etmeye yetiyordu. Öğretmenlerin gözünde bir numaralı öğrenciydi artık, derslere katılımı harikaydı çünkü. Bu da yetmezmiş gibi her zaman öğretmenlere hoşlarına gidecek sözler, iltifatlar söyleyip onların hoşnutluğunu kazanıyordu. Bir keresinde sınavda yanındaki arkadaşı kendisinden kopya çekmeye kalkmıştı da Emir sınav kağıdının üstüne yatıp kapadı hemen, emek hırsızlığıydı resmen arkadaşının yaptığı! Aynı arkadaşını ikinci kez kopya çekerken gördüğünde de gözetmen öğretmene söyledi, gereken yapıldı, arkadaşı disiplin cezası aldı. Mutlu hissediyordu kendini, hem kendi emeğini, hem de onun gibi sınava çalışan ve giren yüzlerce arkadaşının emeğini kurtarmıştı! Yine bir gün, kantinde sıradayken alt sınıflardan birinin önüne geçmişti de alt sınıflardan biri tepki göstermişti, hem “abi” falan da dememişti Emir’e. Emir bunun üzerine sinirlenmiş, çocuğa önce hakaret etmiş sonra da onu tehdit etmişti. Çocuk da hatasını anlamış olacak ki hem sırayı Emir’e vermiş hem de abi demediği için özür dilemişti. Bir seferinde de beden eğitimi dersi sırasında sınıftan bazı arkadaşları eşofmanlarını getirmeyi unutmuştu, öğretmen de tüm ders boyunca çeşitli cezalar vermişti onlara ve aşağılamıştı onları, en son aralarından biri karşı çıkıp hocayla tartışmıştı. Tartışmadan sonra Emir gitti tartışan arkadaşıyla konuştu, “neydi bu asi olma çabaları böyle? Öğretmen bu, sever de döver de. Karşı çıkacak cesareti nerden buluyordu?” Arkadaşı ne saçmalıyorsun sen diye çıkışınca Emir durumun farkına vardı, salağın tekiydi bu çocuk, vaktini harcamaya değmezdi. Ergenliğin getirdiği duygularla hareket eden, ne yaptığının farkında olmayan, kendini farklı ve isyankar hisseden ergenin tekiydi belli ki.  Günler böyle geçiyordu okulda ve Emir için de her şey yolundaydı.

4 yılın sonunda nihayet lise bitti. Emir üniversiteye hazırdı. Sınavda çok fazla rakiple karşılaşmıştı. Binlerce rakibin ardından iyi bir üniversiteye girmişti. Hâlâ yarışması gereken çok insan vardı. Ders notlarını vermemesi gereken, üstüne basması gereken çok insan vardı. Akademisyenlerle çok yakın bir ilişki kurmalıydı, bu kesinlikle onun çıkarına olurdu. 4 yıl geçip de üniversite de bittiğinde Emir artık sistemin sürdürücüsü olmak için hazırdı…

 

]]>
Düşünsene https://inadina.org/dusunsene/ Tue, 10 Sep 2019 07:00:02 +0000 http://inadina.org/?p=421

Ezber Ezber bilginin sürekli tekrarlanarak akılda kalmasıdır. Bu bilgi, özgür bilgi değildir. Devle- tin bize bilgiyi otoriter şekilde aktardığı okullarındaki “ezber”den bahsediyoruz. Devletin bizi rekabete ve bencilliğe sürüklediği sınavların, sözlülerin ve daha nice yarışın anahtarı. Sistem düşüncelerini, fikirlerini empoze etmek amacıyla bize sürekli bir şeyler ezberletir. Ezberlettik- lerini hiç unutmamamızı sağlamak içinse belli aralıklarla bizi […]]]>
Ezber

Ezber bilginin sürekli tekrarlanarak akılda kalmasıdır. Bu bilgi, özgür bilgi değildir. Devle- tin bize bilgiyi otoriter şekilde aktardığı okullarındaki “ezber”den bahsediyoruz. Devletin bizi rekabete ve bencilliğe sürüklediği sınavların, sözlülerin ve daha nice yarışın anahtarı. Sistem düşüncelerini, fikirlerini empoze etmek amacıyla bize sürekli bir şeyler ezberletir. Ezberlettik- lerini hiç unutmamamızı sağlamak içinse belli aralıklarla bizi sınar, ezberi sürekli tekrarlatır. Eğitimin amacı budur. Bizleri yaşamlarımız boyunca sorgulamayan ve itaatkar bireyler haline getirmek. Sistem bize düşüncelerini, fikirlerini ezberletir ama düşünmemizi istemez. Çünkü düşünmek sorgulamaktır, ezberlemek değil.

Ezberleme!

İktidar itaati ezberletir, o halde ezberleme. Gittiğimiz liselerde iktidar ile aynı görüşte bireyler olmamız için ellerinden geleni yapıyorlar. Fikirlerimize, düşüncelerimize müdahale ediyor, yerine kendi fikirlerini ezber yoluyla bizlere dayatıyorlar.

Eğitim ve eğitimdeki ezber de iktidarın düşünceleriyle beraber değişim gösterir. İktidarda han- gi parti, siyasi grup, örgüt olursa olsun bize kendi fikirlerini ezberletmek, kendi fikirlerine bağlı, ita- atkar bireyler yetiştirmek için her yolu deneyeceğini çok iyi biliyoruz. Ezberletilen şeyler değişse de her iktidar sorgulamayı engelleyip düşünceyi ezberletir. Muhafazakar bir iktidar altında bizler de muhafazakarlaştırılır,, Kemalik bir iktidar altında bizler de Kemalikleştiriliriz.

Her sabah okullarda okuduğumuz marşlar, iktidarın değişmesiyle ayetlere dönüşmüştür artık. Milli güvenlik dersleri azalır yavaş yavaş, yerini din dersleri alır. Mescidlerin sayısı artar, şadır- vanlar kurulur okullara. Mescidi kullanmayanlar göze çarpmaya başlar, kullananlar ise sistemin gözüne girmeyi başarırlar. Yıllar böyle geçse ve iktidarlar, müfredatlar, yönetmelikler değişse de eğitimin amacı hiç değişmez. Ezberin amacı gayet açık ve nettir, iktidarın düşüncesini benimsemiş, sorgulamayan bireyler yetiştirmek.

Okullarda öğretilen dersler iktidarın düşüncelerinin bize dayatılmasından fazlası değildir. Devlet- lerin olmazsa olmazı, yönetenlerin hırsları uğruna sayısız insanın katledildiği savaşlar tarih ders- leriyle, daha çok insan öldürenin daha çok toprak kazanarak çizdiği sınırlar coğrafya dersleriyle ezberletilir. Dil bilgisi dersleriyle ana dilimiz yok sayılarak devletin resmi dili öğretilir. Kendi inancımız önemsenmeden din dersleriyle devletin inancı benimsetilir, ayetler dualar ezberletilir.

Düşünsene!

Muhafazakar iktidarın uzun yıllar boyunca uğraştığı “eğitimi kendi düşüncelerine göre budama” çabasının meyvelerini almaya başladığını, muhafazakar çizgide bir eğitimin sistemleştiğini açıkça gözlemleyebiliyoruz. Ve bunu en başarılı şekilde yapmak, düşüncelerimizi en etkili şekilde kontrol etmek için eğitim sistemini her sene şekilden şekile sokuyor, kitleler haline getirmek istediklerini en iyi nasıl yönetebileceklerini bulmaya çalışıyor, bizim yerimize bizim için “en iyi” olacak sistemde karar kılıyorlar. Bizse yine onların düşündüklerini ezberlemek zorunda bırakılıyoruz. Öyleyse bu sefer hep birlikte yüksek sesle söylüyoruz: “Bu sefer ezberleme, karşı koy!”

Bir düşün, arkadaşlarımızın intihar etmesine yol açan sınavların olmadığını

Bir düşün, arkadaşlarınla rakip olmadığını

Bir düşün, saçmalıklar sisteminin bilgilerini ezberlemek zorunda kalmadığını

Bir düşün, sabahın köründe okula gitmek zorunda olmadığını

Bir düşün, düşüncelerinin ve bedeninin özgür olduğunu

Bir düşün, dilini ve kültürünü özgürce yaşayabildiğini

Bir düşün, düşüncenin otoriteyle değil paylaşma ve dayanışmayla çoğaldığını

Bir düşün, ilişkilerimizin rekabetçi ve çıkarcı değil de paylaşma ve dayanışmayla dolu olduğunu…

Düşünsene! Düşünce Ezberlenemez! İktidar İtaati Ezberletir! İtaati Ezberleme! İktidara Karşı Koy!

 

]]>