#inadına3 – İnadına Dergisi https://inadina.org Anarşist Liselilerin Dergisi Tue, 10 Sep 2019 20:21:09 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.7.4 Hızlı Tüket Genç Tüken https://inadina.org/hizli-tuket-genc-tuken/ Tue, 10 Sep 2019 20:21:09 +0000 http://inadina.org/?p=442

Tarih 1916’yı gösterdiğinde Kansas’ta büyük, beyaz bir yapı kurulmuştu. Bembeyaz duvarlarında “Hem Temiz Hem Leziz”, “Sağlıklı Beslenmek İçin Her Gün White Castle” yazan bu dükkan, oluşacak büyük bir zincirin ilk halkasıydı. Patronlar çalışanlarına yönelik yayınladığı “Sıcak Hamburger” gazetesiyle, herkese burgerlerin en hızlı nasıl hazırlanacağını ve satışların nasıl artırılacağını anlattı. Böylece müşterilerin beklemeden satın alabilmeleri ve […]]]>
Tarih 1916’yı gösterdiğinde Kansas’ta büyük, beyaz bir yapı kurulmuştu. Bembeyaz duvarlarında “Hem Temiz Hem Leziz”, “Sağlıklı Beslenmek İçin Her Gün White Castle” yazan bu dükkan, oluşacak büyük bir zincirin ilk halkasıydı. Patronlar çalışanlarına yönelik yayınladığı “Sıcak Hamburger” gazetesiyle, herkese burgerlerin en hızlı nasıl hazırlanacağını ve satışların nasıl artırılacağını anlattı. Böylece müşterilerin beklemeden satın alabilmeleri ve istedikleri yerde yemek yiyebilmeleri sağlandı.

White Castle’in yalnızca 5 kuruşa mal ettiği burgerler şirketi kısa sürede büyütmüş ve patronları zenginleştirmişti. White Castle’dan önce kurulan gıda sektöründeki pek çok kafe isimlerinin yanına “Castle”yi eklemişler ve işleyişlerini hızlandırmaya başlamışlardı. Değişen yemek kültürüyle birlikte patronlar da hızlı bir yaşamın hakim olduğu Amerika’da yatırımını fast food sektörüne yapmıştı.

1940 yılına gelindiğinde Richard ve Maurice McDonald kardeşler, adından da tanıyacağımız üzere McDonald’s’ı kurdu. Nasıl en hızlı olabileceği konusundaysa White Castle’dan daha ileri gitmiş ve şirketin tüm planlamasını özel bir tenis kortu üzerine çizerek defalarca çalışmışlardı. En hızlı burgeri üretmek istiyorlardı. Çatal ve bıçak bulunmayan dükkanlarda en büyük iddia “hız” idi.  Yıllar içerisinde farklı bölgelerde yeni McDonald’slar, Burger Kingler, KFC’ler açıldı… Ve her şey daha hızlı üretildi.

Yemekteki hız giyim sektörüyle de sürdü. ZARA gibi, GAP gibi dünyaca ünlü kapitalist şirketler fast moda akımını başlattı… Birkaç yıl öncesine kadar bir ürün üzerinden yapılan üretim miktarı yarıya düşürülerek sınırlandı. Böylece her yeni sezonda “hızla tükenen ürünleri,” bitmeden alabilmek için sıraya giren müşteriler patronların cebine para dolduracaktı. Öyle de oldu. Her sezona yeni bir “moda” anlayışı getiren şirketler, müşterilerinin mağaza kapılarının önünde sıraya girip sınırlı sayıdaki ürünlerini hızla almak için birbirleriyle yarışmasından çok hızlı kazanır hale geldiler. Aradan bir sene bile geçmeden yeni ürünleri piyasaya sürüp yeni bir moda algısını yarattılar geçen sene alınan kıyafetler çöp oldu ve yeni bir alışveriş yarışı başladı. Yemekten sonra buldukları moda Fast de daha hızlı tüketim anlayışlarından birini doğurdu. 

Hız kültürü; yalnızca okul, dershane arası koştururken elimize aldığımız -genelde ucuz olduğu için de tercih ettiğimiz- bir hamburgeri hızlıca alıp yediğimizde değil; hızla değişen modayı yakalamak için mağaza mağaza dolaşarak sahip olduğumuz bir t-shirtte değil. “Hız”, aynı zamanda sabah uyanıp akşam yatana kadar her saat, her dakika, her saniyemizde. 

Sabahları, okula, işe yetişmek için yataktan fırlayarak kalkıyor; hızla giyiniyor ve uyanamadan evden çıkıyoruz. Geç kaldığımızda yok yazılmamak, işten atılmamak için. Sanki kaybedecek bir dakikamız bile yokmuş gibi, sürekli bir yerlere yetişmenin telaşıyla hareket ediyoruz. Sıkış tepiş otobüslerde bizimle yolculuk eden herkesin tek bir amacı var. Gideceği yere yetişmek.

Bunun çözümü ise daha erken kalkıp yola koyulmak değil, başucumuza kurduğumuz alarmların sayısını arttırmak hiç değil. Tüm yaşamımızı kapitalizmin tıkırında işleyişine göre planlıyorken, kaybedecek bir dakikamız bile olmuyor. Okul bitince dershane, dershaneden sonra özel ders, sonrasında ödevler… Hızla geçiyor zaman.

Her geçen saniye kapitalizm yeni bir ürünle karşımıza çıkıyor. Üç ay önce çok yüksek bir fiyata -belki birçok şeyi alamayarak- aldığımız telefonun şimdi yeni bir modeli çıkmış. Biz henüz borcunu bitirmeden yenisi üretilmiş ve muhtemelen daha uygun bir fiyatla(!)  bizi bekliyor. En son model öyle çok değişiyor ki, bu hıza bir çoğumuz yetişemiyoruz. Yetişenler ise kapitalizm koşusunun çok ilerisinde koşturanlar.

Hepimiz bu hıza ayak uydurmanın -ya da uyduramamanın- yan etkileriyle yaşıyoruz. Bugün yaşadığımız bir çok hastalığın sebebi hızlı yaşam; yani kapitalizm. Sinir bozuklukları, anksiyete bozuklukları; hızla değişen ruh halimiz, stres ve kapıldığımız buhranlar… Hatta hızla yaşarken düşen bağışıklığımız (hızlı olduğu için tercih ettiğimiz fast foodların da etkisiyle) sonucunda geçirdiğimiz birçok hastalık.

Bu hastalıkların en büyüğü ise genç yaşta ölmek! Yani anladığımız anlamda ölmek değil; yaşayan ölüler haline gelmek. Hıza ayak uydurmaya çalışırken kendimizi unutmak; hayallerimizi, düşüncelerimizi kaybetmek, bir şeyler hissedememek robotlaşmak. Hızlı yaşayıp genç ölmek!

Her şeyi tüketmemizi istedikleri bu sistemde kendimiz tükeniyoruz. Bizler yaşayan birer ölü olmamak için bu sistemle kavgalıyız ve paylaşarak, düşlediğimizi eyleyerek kendimiz olmak istiyoruz. Bu sistemle kavgalıyız, çünkü özgürlüğümüzü istiyoruz.

 

]]>
Özgürlük İçin Anarşizm https://inadina.org/ozgurluk-icin-anarsizm/ Tue, 10 Sep 2019 20:15:54 +0000 http://inadina.org/?p=436

Özgürlük için Anarşizm “Otoritenin olduğu yerde, özgürlük yoktur.”  Pyotr Kropotkin Özgürlük düşlediğini eylemektir ama düşlediğin gerçekten özgürlük değilse, hiçbir eylediğin seni özgür kılamaz. Düşüncelerini, eylemlerini şimdi şu anda hayata geçirmektir. İktidarı ve iktidarlı ilişkileri yok etmektir. Paylaşma ve dayanışmayla, toplumsal devrimle özgürlük gerçekleştirilir. Ertelenen ve belli bir süre sonra kazanılan bir ideal değildir özgürlük. Yaşamlarımızın […]]]>
Özgürlük için Anarşizm

“Otoritenin olduğu yerde, özgürlük yoktur.” 

Pyotr Kropotkin

Özgürlük düşlediğini eylemektir ama düşlediğin gerçekten özgürlük değilse, hiçbir eylediğin seni özgür kılamaz. Düşüncelerini, eylemlerini şimdi şu anda hayata geçirmektir. İktidarı ve iktidarlı ilişkileri yok etmektir. Paylaşma ve dayanışmayla, toplumsal devrimle özgürlük gerçekleştirilir. Ertelenen ve belli bir süre sonra kazanılan bir ideal değildir özgürlük. Yaşamlarımızın her alanında kendini var eder.

Özgürlük düşlediğini eylemekten ibaret değildir, düşlediğini eylerken bir başkamızın da özgürlüğünü önemsemektir. Benim özgürlüğüm senin özgürlüğündür, senin özgürlüğün bizim özgürlüğümüzdür. Bu özgürlüğün gerçekleşebilmesinin birbirimize duyduğumuz sorumlulukla ilişkili olduğunu gösterir. Bu ilişki kolektif bir uyumdur, özgürlüğün gerçekleşebilmesinin koşuludur.

Özgürlüğümüz için kavga ederiz. Yalnızca “ben”in değil, “bizim” özgürlüğümüz için. Ancak beraber düşündüklerimizi beraber eylersek bu kavgayı kazanabiliriz; yani özgürlüğümüzü.

Özgürlüğümüz için bir olmaya değil, birlikte olmaya ihtiyacımız var. Düşlediğimizi eyleyebilmek için, bizim gibi düşlediğini eyleyenlere ihtiyacımız var. Özgürlük hepimizin özgürlüğüyle doğrudan ilişkilidir. Örgütlenmekten uzaklaşırsan, özgürlüğünden de uzaklaşmış olursun.

Anarşizm, bireyin özgürlüğünün toplumun özgürlüğünden, toplumun özgürlüğünün bireyin özgürlüğünden bağımsız olamayacağını savunur.

Özgürlük, İktidar ve İktidarlı Tüm İlişkilerin Ortadan Kaldırılmasıyla Yaratılır.

İktidar, bir ezen ezilen ilişkisinde açığa çıkar. Ezene itaat etmeye zorlanan ezilen, hiçbir zaman özgür değildir. Özgürlüğün karşısındaki bu ilişkiyi ortadan kaldırmak için iktidarı ortadan kaldırmak gerekir. Bu da ancak iktidarsız ilişkilerle, bir ezilen ve ezenin ortaya çıkmadığı ilişkilerle sağlanır.

Yıkılması gereken iktidarlı ilişkilerden birisi otoritedir. Otoritenin varlığı, ezenin ezileni kontrol ettiği ve bunu sürdürdüğü sistemlerin varlığıdır. Bu sadece bir ilişki değil, kurumsallaşmış bir yapıdır. Devlet, din, ordu, okul vb. yapılardır. Otoriter bu yapılar ezilenleri kontrol altında tutmak için kurallar koyar. Kuralların işletilmesi için cezalar üretir ve kendi devamlılığı için özgürlüğü yok eder. Özgür bir yaşam, bu kurumların yıkılmasıyla mümkün olur. Bu kurumların değiştirilmesi veya dönüştürülmesiyle özgürlük gerçekleşmez. Varlığının amacı özgürlüğü yok etmek olan bu kurumlar ortadan kaldırılarak özgür bir yaşam örgütlenebilir.

Diğer bir iktidarlı ilişki ve kurumsallaşmış yapı mülkiyettir. Ezenlerin, herkesin kullanımında olanları, ihtiyacı dışında kullandığı ve diğer herkesten mahrum ettiği, zora dayalı ilişki biçimidir mülkiyet. Bu ilişki otoriter kurumların yasalarıyla koruma altındadır. Mülkiyet, yaşamsal ihtiyaçların ezenlerin elinde birikmesine neden olurken yaşamsal ihtiyaçların karşılanmadığı adaletsizlikleri yaratır. Özgürlük bu adaletsizliklerin karşısında durarak, mülkiyetin bir ekonomik sistem ve ilişki biçimi olarak ortadan kaldırılmasıyla gerçekleşebilir. Anarşizm iktidarlı ilişkilerin ve iktidar mekanizmaları yok edilmeden özgürlüğün yaratılamayacağını savunur.

Sahte Özgürlük Değil, Gerçek Özgürlük

İktidarlı ilişkilere, otoriteye ve mülkiyete dayalı bir yaşam içinde bize sahte özgürlükler sunulur. Şu anda içinde yaşadığımız sistem bu sahte özgürlüklerle bizi aldatmayı hedefler. Son model bir telefon, moda bir ayakkabı, çılgınca vakit geçirebileceğin tüketim alanları ya da seçebileceğin bir okul, okuldaki başkan…  Bizlerin kendi irademizle seçim yapıyormuşuz hissine kapılmamıza neden olur. Böylelikle sahte olanla gerçek olan karışır. Sahte özgürlük isteklerimizi ve ihtiyaçlarımızı sistemin isteklerine ve ihtiyaçlarına dönüştürür. Bize sunulanları seçtiğimizden dolayı kendimizi özgür sanarız.

Oysa bunlar bizim seçimlerimiz değil, bize sunulanları seçme zorunluluğumuzdur. Gerçek özgürlük çoğu zaman baskı ve şiddetle, bazen de manipülasyonla sahteleştirilir. Kendi irademizle yarattığımız seçimlerin altı boşaltılır, düşüncelerimiz küçümsenir. Sunulanların seçimine indirgenen özgürlük bizleri düşünemez ve sorgulayamaz hale gelen bireylere dönüştürür. Anarşizm sistemin sahte özgürlüklerine karşı koyarak gerçek özgürlüğü şimdi, şu anda yaşamayı savunur.

Özgürlük için Anarşizm

Özgürleşmemizi engelleyecek, şekil değiştirmiş her otoriteye isyanımızı haykırmak için; iktidarların olmadığı, devletlerin yönetmediği, uygarlığın yeryüzünü talan etmediği, kadınların, çocukların öldürülmediği; ırk, dil, din, aile, kimlik vb. otoritelerin vücutlarımızda bir virüs gibi gezinmediği; özgür insanların özgürce yaşayacakları bir kültürü, bir geleneği büyütmek için; paylaşma ve dayanışmanın uyumuyla yaşamak, birimizin bir başkasının yerine kararlar vermemesi, yapmamız gerekenleri bize bir başkasının söylememesi, yaşamlarımızı özgürce yaşamak için; her şeyin değişeceği, belirsiz gelecekteki bir günü beklemektense yüreğimizde taşıdığımız, düşüncelerimizdeki, düşlerimizdeki yaşamları, her an devrim yaparak yaratmak için; iktidarsız, otoritesiz, mülkiyetsiz, paylaşma ve dayanışmayla dolu özgür bir dünya için; yani Özgürlük için Anarşizm!

 

]]>
Devamlı Mı Devamsız Mı? https://inadina.org/devamli-mi-devamsiz-mi/ Tue, 10 Sep 2019 20:06:03 +0000 http://inadina.org/?p=427

Erdoğan’ın “Eğitimde tarihi değişimlere hazırlanıyoruz.” mesajıyla başlayan yeni eğitim yılı gerçekten de bazı değişiklikler getirdi. Bu değişikliklerden biri ekstra dikkatimizi çekti. “MEB Ortaöğretim Kurumları Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik”e göre, devamsızlık süresi özürsüz 10 günü, toplamda 30 günü aşanlar, ortalamaları ne kadar yüksek olursa olsun, sınıfta kalacak. Buraya kadarını zaten biliyorduk. Yeni olan kısım şu: […]]]>
Erdoğan’ın “Eğitimde tarihi değişimlere hazırlanıyoruz.” mesajıyla başlayan yeni eğitim yılı gerçekten de bazı değişiklikler getirdi. Bu değişikliklerden biri ekstra dikkatimizi çekti. “MEB Ortaöğretim Kurumları Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik”e göre, devamsızlık süresi özürsüz 10 günü, toplamda 30 günü aşanlar, ortalamaları ne kadar yüksek olursa olsun, sınıfta kalacak. Buraya kadarını zaten biliyorduk. Yeni olan kısım şu: 5 günden fazla özürsüz devamsızlık yaparsak takdir ya da teşekkür belgesi alamayacakmışız.

“5 Gün Yöntemi” İle Amaçlanan Ne?

Biz “5 gün yöntemi” olarak tanımlıyoruz bu uygulamayı. Uygulama aslında devamsızlık yapmayanlar için bir ödül mekanizması olarak duyuruldu. Ama ortada bir ödül yok. “Devamsızlık sınırı” zaten anlamsızdı, bizi okula hapsetme için vardı, şimdi de devamsızlığı açıktan yasaklamak yerine başka bir yöntem icat etmişler açıkçası. Bu yeni yöntemden önce bile devamsızlık yaptığımızda rapor almak için türlü hastanenin, sağlık ocaklarının kapılarını aşındırır, doktorları bedenimizin hasta olduğu yalanına inandırmaya çalışırdık. Anlaşılan yeni yöntemle bu oyunu daha sık oynamamız gerekecek.

Devamsızlık sınırını 5 güne çekselerdi neredeyse hepimiz tepki gösterirdik, hatta ailemizi de arkamıza alırdık. Ancak riskli faktörleri ortadan kaldırarak örtük bir baskı yöntemiyle devamlılığı sağlamayı amaçlamışlar. Yani devamlı öğrenci olsun, sistemin yoluna çabucak koyulsun!

Devamlılık Sistem İçin Neden Bu Kadar Önemli?

Bu yöntem devamlı öğrenci yetiştirme yöntemi. Devamlı öğrenci ne demek? Sistem için “iyi” öğrenci demek. Devamlı öğrenci hırs, bencillik ve rekabetçilik demek. Sıra arkadaşını bile rakip olarak görmek demek, en başarılı olmak için hep yarışmak; kurallara uymak, hizaya girmek demek. Devamlı öğrenci, gelecekte devamlı bir işçi olmayı vaat etmek demek, yani sistemin çarklarını döndürmeye devam edecek öğrenci demek. Kısacası, devletin ve kapitalizmin istediği öğrenci tipolojisi demek.

Devamsız öğrenci istemiyorlar. Devamsız öğrenci ne demek? Sistem için “kötü” öğrenci demek. Sınavlarda kopya çekerek paylaşmayı seven, arkadaşının parası olmadığında sandviçini paylaşmayı seçen öğrenci demek. Devamsız öğrenci sınavlarla yarışa, arkadaşlarla rekabete girmek istemediği için gece gündüz ders çalışmayan, notları düşük olan tembel öğrenci demek. Belki 12 yıl boyunca takdir ya da teşekkür alamamış öğrenci demek. Devamsız öğrenci okuldan kaçan, sistemin çarklarının arasına sıkışmak yerine çarkları kırarak bu cendereden çıkabilecek öğrenci demek. Bu yüzden sevmezler, istemezler devamsız öğrenciyi, aslında korkarlar onlardan; bizim gibilerden.

Kimin Takdiri, Neyin Teşekkürü?

Eğitimdeki ödül-ceza mekanizmasının vazgeçilmez parçaları olan belgeler takdir ve teşekkürler, diplomalar vb. bu kağıt parçalarını alamamak, birçok öğrencinin kabusudur. Takdir alabilmek için ortalamanın 85’i, teşekkür alabilmek için de 70’i geçmesi gerekir. Bunun içinse gece gündüz demeden çalışman gerekir. Hele ki diploma en büyük kabustur. Hayatta başarılı olmanın kabulü yani koşuludur. Peki ne için? Bu belgelerin bir anlamı var mı, bir işe yarayacaklar mı? Hayır. Ya kalifiye köle olursun bu belgelerle ya da cahil kalır köle olursun. Sadece sınıfsal statün değişir ancak her iki durumda da sisteme çalışan birer köle olursun.

Sadece yarışta bir kaç kişiyi geçmiş olma düşüncesini yaratır, egonu tatmin eder ve rekabeti daha da arttırmaya yarar bu belgeler. Bir de anne-babanın da bütün bir yıl boyunca “Hadi takdir alacaksın bu sene, sana güveniyorum.”, “Bu sene takdir alırsan sana istediğini alırım.” gibi teşvik ödülleri ve “Bu sene takdir alamazsan yaz boyunca evden çıkamazsın, ders çalışırsın” gibi ceza tehditleriyle sana daha fazla baskı yapabilmesini sağlar. Öyle büyüktür ki bu baskı, takdir-teşekkür alamadığı için intihar edenler bile olur. Ailelerin bu baskısının tek sebebi bizim hayallerimizi, bizim isteklerimizi yok saymalarındandır. Sanki her sabah gün ağarmadan yollara dökülüp okula yetişmeye çalışan, sınıfta kalmamak için ders çalışmaktan hiç boş zamanı kalmayan biz değilmişiz gibi; sanki gelecekte ne yapmak istediğimize karar veremezmişiz gibi, sanki onların istediği gibi iyi bir kariyere sahip olamasak dünyanın sonuymuş gibi… Ne yapacağımızı sormak yerine ne yapmamız gerektiğini söylerler. Genelde çok seçeneğimiz olmaz; ya doktor, ya mühendis ya da işçileri üzerinden yükselen bir patron olmamızı isterler. Yani sadece kazanmamızı kazanırken neleri kaybettiğimizi umursamadan sadece isterler. Biz liselilerin yaşamları bu şekilde ailenin-akrabanın, öğretmenlerin-müdürün baskısı altında heba edilir.

Hal böyleyken asıl biz size takdir vermiyor, teşekkür bile etmiyoruz. Devamlı öğrenci olup köle kalmaktansa devamsızlara katılıp zincirlerimizi kırıyor, özgürleşiyoruz.

Ama yanlış anlaşılmasın; okulda devamsızız, mücadelede devamlı!

 

]]>
Başkanlık Seçimleri https://inadina.org/baskanlik-secimleri/ Tue, 10 Sep 2019 20:01:37 +0000 http://inadina.org/?p=424

BAŞKANLIK SEÇİMLERİ: İRADEYİ İDARELEŞTİRMEK Her okul döneminin başında yaşıyoruz bunu: okul başkanı seçimleri. Biz liseliler tarafından fazla rağbet edilmeyen, ciddiye alınmayan okul başkanlık seçimlerinin her sene içerdiği anlam farklılaşıyor.Önceleri adı dahi bilinmezken okul başkanlarının ve konusu bile geçmezken seçimlerin, şimdilerde okulda herkesin konuştuğu isimler başkan adayları ve herkesin konuştuğu şey seçimler. Birden gelişen bir durum […]]]>
BAŞKANLIK SEÇİMLERİ: İRADEYİ İDARELEŞTİRMEK

Her okul döneminin başında yaşıyoruz bunu: okul başkanı seçimleri. Biz liseliler tarafından fazla rağbet edilmeyen, ciddiye alınmayan okul başkanlık seçimlerinin her sene içerdiği anlam farklılaşıyor.Önceleri adı dahi bilinmezken okul başkanlarının ve konusu bile geçmezken seçimlerin, şimdilerde okulda herkesin konuştuğu isimler başkan adayları ve herkesin konuştuğu şey seçimler.

Birden gelişen bir durum değil bu elbette. Okul idarecilerinin bu değişen anlamda etkisi açık. Liselilerin ilgisi bilinçli bir şekilde bu tarafa kaydırılmaya çalışılıyor. “Bu seçim farklı, okulda her şey farklı olacak. Artık öğrenciler de okulun yönetiminde söz sahibi olacak.” safsatalarıyla başkanlık seçimlerine bir ilgi toplanmaya çalışılıyor.

Dört bir tarafımızdan bizi sıkıştırmayı kural edinmiş sistemin silahlarından biri de okul başkanlık seçimleri, hem de en gizli silahlarından biri. Dışarıdan oldukça masum görünen bu oyunun derinine indiğimizde gördüğümüzden çok daha fazlası var. Oy kullananından aday olanına kadar okuldaki herkesi bir şekilde etkileyen bu seçimler neden bu kadar tehlikeli?

BAŞKAN ADAYLARI ve SINIRSIZ VAATLERİ

Okulda hepimizin bildiği, tanıdığı insanlar onlar. Kimisi okuldaki popülerliğine popülerlik katmak için, kimisi kendi siyasi görüşlerine göre okulu şekillendirmek için, kimisi tanınmak için, kimisi idarenin gözüne girmek için başkan adayı olur. Tanıdığın, bildiğin insanlar kendilerini bu başkanlık oyununa o kadar kaptırır ki tamamen başka insanlar olup çıkar. İktidar hırsıyla ardı arkası kesilmeksizin verilen ve hiçbir gerçekliği olmayan vaatler, farklı tavırlar, değişen ses tonları…

Dersin ortasında bir bakmışsın, okul başkanı adayı sınıfa girmiş, vaatler silsilesine başlamış. Her seçimin kuralı bu; en büyük yalanı söyleyen seçimleri kazanır. Kimisi okula havuz yaptıracağını söyler, kimisi spor salonu; konserler, harika geziler, düşen kantin fiyatları… Liselilerin isteklerine daha fazla önem verileceği, okulu liselilerin yöneteceği… Hepsi birbirinden büyük, hiçbir gerçeklik arz etmeyen, tek amaçları kendi egolarını tatmin etmek olan, tek istedikleri “okul başkanı” statüsünü kazanmak olanların bizlere söyledikleri yalanlar.

KABİNE SİSTEMİ

Yeni başkanlık seçimleriyle sadece başkan da seçilmiyor artık. Kabine sistemi dedikleri bir şey var. Mevcut iktidar ve devletin sisteminden bahsetmiyoruz. Kabine sistemi diye isimlendirdikleri şeyi okula getirmiş durumdalar. Başkanın altında sınıf başkanları, bölüm başkanları da belirleniyor. Tüm başkanlar, okul başkanına bağlanıyor. Böylelikle öğrenciler arasında hiyerarşik bir yapı oluşturuluyor. Zaten müdürün etrafındaki idarecilerle hiyerarşik bir yapı olan okul, bu sistemle birlikte öğrencileri de belirli bir hiyerarşinin içine sokuyor. Okul başkanlarından sınıf başkanlarına, devletsi yapı öğrencilerin arasına sokuluyor. Bunun anlamı şu, idareden yani iktidardan payını alanlar, diğer öğrencilerin üstünde konumlanacak ve okul idaresi bu yeni yapıyla bizi daha sıkı kontrol edebilecek.

NEDEN OY KULLANMAMIZI İSTİYORLAR?

Her gün okula gitmemizi, hayatlarımızın büyük bir kısmını okulda geçirmemizi, okuldaki emir-komuta zincirine girmemizi istedikleri için sık sık okulun evimiz olduğunu bize söylerler. Yaptıkları ve söyledikleri her şeyle bizi okula ait hissettirmeye çalışmalarına rağmen başaramadıkları, bir şeylerin yolunda gitmediği ortada. Hatta vaziyet oldukça kötü olsa gerek ki “okul başkanı seçimleri” denen kurnazlığa başvurmak zorunda kalıyorlar.

Bizleri okula ait hissettirmek için başvurdukları son çare oy kullanmak. Bizi okul seçimlerinin bir parçası haline getiriyorlar. En azından bizi temsil eden kişinin seçilmesinde rol oynadığımızı düşünmemizi sağlayarak okul ile kendimiz arasında bağ kurmamıza sebep oluyorlar. Bizler de kendi yöneticilerimizi seçtiğimiz yerin bize ait olduğu yanılgısına kapılarak okulu benimsiyoruz. Sanki başkan seçtiğimizde okulu biz yönetiyor havasına kapılıyoruz.

BÜYÜK SEÇİMLERE HAZIRLAMAK

18 yaşına giren her vatandaş ömrü boyunca referandumlarda, genel seçimlerde, yerel seçimlerde vb. seçimlerde oy kullanmak zorunda. Durum böyle olunca, devletin vatandaşlarını bir şekilde sistemine adapte etmesi gerekiyor. Bu adaptasyon için okuldan daha iyi bir yer var mı?

İlkokuldan itibaren oy kullanmaya alıştırılarak, on sekiz yaşına geldiğinde bireyin seçimleri eleştirmesinin önüne geçiliyor. Seçimler böyle normalleştiriliyor. Bu yüzdendir ki devlet, kendi seçimlerinin propagandasını yine kendi kurumları olan okullarda yaparak biz gençleri kendi yöntemi olan oy kullanma ve seçimlere alıştırmakta. Yalnızca oylarımızla bir şeyleri değiştirebileceğimiz sürekli beynimize kazınıyor. Bir ömür boyu yapabileceğimiz tek siyasi eylemin bir kağıt parçasını kutuya atmak ve bize sunulan yöneticilerden bizi güzel yönetmelerini talep etmek olduğu telkin ediliyor.

İDAREYİ PAYLAŞMA YALANIYLA İRADEYİ YOK ETMEK

Tüm otoriter yapılar bireyin iradesini hiçe sayar ve bireye itaati aşılar. Bu sebepledir ki otoriter bir yapı olan devlet, yine otoriter bir kurum olan okullarında; kendi sistemi olan zorunlu temsili “demokrasi”yi öğrencilere dayatır.

Bizlere dayattıkları bu “temsili demokrasi” ile idareyi paylaşıyormuşuz yanılsamasına itiliriz. Okul idaresi, öğrencilerin kendi aralarından “seçtikleri” kişiye kendi makamlarında yer verip “demokratik” oldukları yalanını söyler.

Bu durum idarenin, seçilen yeni başkanla, öğrencilerin kontrolüne girdiği anlamına gelmez. Ya da öğrencilerin sıkıntı hissettiklerinin hızlı bir şekilde ortadan kaldırılacağının.

Öğrencilerle beraber yönetiyoruz yalanı, idarenin diğer zorbalıklarını gizlemek için bir örtüdür. Tüm adaletsizlikler, tüm emirler bu örtü altında yok edilir.

Bizi kandırmaya çalışıyorlar. Bizi iradelerimizi yok ettikleri sisteme hazırlamaya çalışıyorlar. Bizi zorbalıklarına kılıf yapmaya çalışıyorlar.

İradeni kontrol etmelerine izin verme! Sahte başkanların sahte vaatlerine de, idarecilerin beraber yönetme yalanına da kanma! Bizim derdimiz ne idareyi paylaşmak ne de idareyi kontrol etmek. Biz yönetmeyi ya da yönetilmeyi reddedenleriz!

 

]]>