Zaman Azalıyor
Şu anda sınava 88 gün 22 saat 38 dakika 15 saniye kaldı. Bu sınav benim yaşımdaki bir liselinin toplamda 2 yıl 10 ay 2 hafta ve 1 gündür hazılandığı büyük bir sınav; her şeyin belirleneceği, hayatımı değiştirecek olan bir sınav. Ve bu sınav sadece 5 saat 15 dakika sürüyor.
Yaşantımızı böylesine belirlediğine göre, zaman bizden ayrı bir şekilde akıp geçmiyor. Biz zamanın içindeyiz ama hem sanki her şeyi kendimizin planlayıp kontrol edebildiği bir zamandan bahsediyoruz hem de onun bizim dışımızda akıp geçerken bizi kontrol etmesine karşı koyamıyoruz. Bu bir paradoks ve bu paradokstan kurtulmak için bir şekilde zaman kavramından da kurtulmamız gerekiyor. Şimdi zamanı donduruyoruz ve onu geriye sarıyoruz.
Evet, şu anda sınava 88 gün 22 saat 37 dakika 45 saniye kaldı. Ancak bunu bir kenara bırakalım, zamansız bir zamanda yolculuk yapalım. Şimdi ne hissediyorsun? Artık harıl harıl çevirmen gereken test sayfaları yok. Zamanında teslim etmen gereken ödevler, giderek azalan saatler yok. Yani hayatında büyük bir boşluk var. Bu boşluk zamansızlıktan dolayı ertelediğin hayatının boşluğu.
Sınava 1 yıl kalınca artık yavaş yavaş çalışmaya başlaman gerekti, etrafındaki herkes gibi. Belki yaptığın sporu, belki devam ettiğin tiyatro kursunu, belki de okuduğun kitapları bir süreliğine erteledin. Sınav bitince yapılabilirdi tüm bunlar. Geri gelmeyenler çöplüğüne attın yani…
5 ay kaldığında ise zaten okulda, dershanede artan derslerin yüzünden arkadaşlarınla da buluşamamaya başladın ve onları da ertelemek zorunda kaldın. Sınava kadar arkadaşlık sadece kütüphanede beraber test çözmek oldu. Sınava 1 ay kaldığında ise artık uyuyamaz hale geldin. 5 tane daha soru tipi görüp 1 net daha fazla yapabilmek için geceni gündüzüne kattın, sabah akşam çalıştın. Bize sınavdan sonra geleceği söylenen “rahat ve mutlu günler” için yaşamını askıya aldın. Zaman azaldıkça sen hızlandın, konular sınava yetişsin diye 2 yıl 10 ay 2 hafta 1 gününü erteledin. Yani bütün bir gençliğini…
Şimdi zamansız zaman yolculuğunda ertelediğin her şeyi yapabileceğin bir duraktayız. Bu zamansızlık aynı çocukken oynadığımız oyunlarda, oyuna daldığımızda zamanın nasıl geçtiğini anlayamamamız gibi. Oyun oynarken dünyanın içinde yeni bir dünya yaratırız. Ve bu dünyada zamanın akıp giderken bizi kontrol etmesine, bizi kısıtlamasına ve yapacaklarımızı erteletmesine yer yoktur.
Öyleyse, zamansız zaman yolculuğunu burada sonlandıralım. Geriye kendimize sormamız gereken tek bir soru kaldı: Zamanın üzerimizde yarattığı baskıdan kurtulabilir miyiz?
Mekan Daralıyor
Bonobo’nun “No Reason” şarkısına Oscar Hudson’ın çektiği klipte bir kişiyi hep aynı odadayken görürürüz. 4 dakikalık klip boyunca odada duran her şeyin yeri aynı kalmaktadır. Ama klip ilerledikçe odada duran kişinin gittikçe büyüdüğünü ve odaya sığamaz hale geldiğini görürüz. Bu sadece bir göz yanılsamasıdır. O kişi büyümez, oda küçülür.
Bu klip sana bir şey hatırlatıyor mu? Senin de mutlaka bir odada ders çalışmak ya da sınava hazırlanmak için kapalı kaldığın, çıkmak isteyip de çıkamadığın olmuştur. Hepimiz en az bir kere aynı bu klipteki gibi odaya sığamadığımızı ve duvarların üzerimize geldiğini hissetmişizdir.
Bir dönem bazı dershanelerde “kafes” isimli yöntem -liselileri sınav zamanında tüm gün bir odaya test kitaplarıyla kapatıp elinden telefonunu alma- çok yaygındı. Eğer bu uygulamaya maruz kalmışsak veya bir arkadaşımızı kafesten çıktığı anda görmüşsek kapatılmanın ne olduğu hissini daha iyi anlayabiliriz.
Gerçekten de yattığımız oda, günlerimizi ders çalışmakla geçirdiğimiz dört duvardan ibaret olunca kafesten bir farkı kalmaz. O kafesten dışarı çıkmak istediğinde ise ailemizin “Sınava az kaldı, otur evde ders çalış!”, “Bugün de mi arkadaşlarınla buluşacaksın, senin dershanen yok muydu?” gibi cümleleriyle kurtulmaya çalıştığımız dört duvar arasına tekrar kapatılırız. Özellikle sınav için zaman daha da azaldıkça odadan çıkma isteğimiz ailemizin gözünde bir büyük kabahate dönüşür. Odadan çıkmamızın tek sebebi yemek yemek, tuvalete gitmek gibi “ihtiyaçlar” olabilir. Bir de bir başka odaya (kütüphane, okul, dershane) gitmek için çıkabiliriz kapatıldığımız yerden.
Bir de bunlar yetmezmiş gibi, bir insanın bir odada saatlerce kapalı kalması olağan bir şeymiş gibi, bulunduğumuz mekanın giderek daralmasının bizde yarattığı etki psikolojik sorunlarla, bunalımlarla açıklanmaya çalışılır. Artık ailemizin ve öğretmenlerimizin gözünde hepimiz psikolojik birer vakaya dönüşmüşüzdür. Bir okula, bir sınıfa, bir odaya kapatılmak istemeyip o mekanlardan kaçanlarımız ise kapatılmayı reddettiği için “depresyonda” olarak damgalanır.
Yapılan bir deneye göre tamamen sessiz bir odada bir insan en fazla 45 dakika kalabiliyor. Öyle bir oda ki odada bulunan insan damarında akan kanın sesini bile duyabiliyor. Tıpkı bizim test çözmek için odaya kapandığımızda yalnızca kurşun kalemin kağıda sürtünmesinden çıkan sesi duyduğumuz; dikkatimizi dağıtacak tüm sesleri, ders dışındaki düşüncelerimizi bile susturduğumuz gibi…
Peki biz bu odada daha ne kadar kapalı kalabileceğiz? Eğer bu yaşadıklarımız üzerimizde yapılan bir deney ise bu odada kaybettiğimiz duygu, düşüncelerimiz ve yaşayamadığımız anlarla, sıkışmışlığımızla deneyi sürdürmekteyiz. Nereye kadar sürdüreceğiz?
Stres Artıyor
Gittikçe stres artıyor. Çünkü zaman azaldı ve zaman azaldıkça kendimizi eve, okula hapsettik. Mekanlar da daraldı. Evde, okulda, televizyonlarda, internette, her yerde aynı cümle söyleniyor: “Sınav yaklaşıyor”.
Herkes bizden başarmamızı bekliyor. Eğer tek seçeneğimiz gibi görünen bu sınavda “başarılı” olamazsak, arkadaşlarımızı bu yarışta geçip en üst basamağa yükselemezsek hayat boyu bir “başarısız” olacağımız söyleniyor. Bütün bu strese katlanmamızın sonunda kazanacağımız bir “başarı” var yani. Ne başarısı? Neyi kazanıyor olacağız?
İsmimizin önüne eklenen birincilik, ikincilik, üçüncülük sıfatlarını mı? Takdir, teşekkür, onur belgesini mi? Ya da statülerini, konumlarını, mevkilerini mi kazanacağız? Maaşımızın sonundaki sıfırların artışı mı bizim en büyük başarımız? O parayla alacağımız ev, araba, yeni kıyafetler mi? Yani hepsi bu kadar mı?
Biz de inanıyoruz bu “kazanma” yalanına. Zannediyoruz ki şimdi artan stresimiz bir gün azalacak. O yüzden kapatıldığımız odalara bir zaman sonra kendimiz de kapanıyoruz. Sınavı atlatana kadar sabretmeyi tercih edip kendimizi kandırıyoruz. Zamanın hızına ayak uydurmaya çalışırken bir gün çok zamanımızın olacağına inandırıyoruz kendimizi. Ama bu sınav bittiğinde de ertelediğimiz her şey için artık zamanın çoktan geçtiğini farkediyoruz. Kapatıldığımız odaların da sayısı artıyor üstelik. Sabah 7’den akşama kadar, hiç çıkışın olmadığı yeni odalarda buluyoruz kendimizi. Stres artıyor, stres artıyor, stres artıyor…
Stres bitmiyor… Stres bizleri bitiriyor. Ömer Faruk Duranoğlu sınav sonucu “yeterli” olmadığı için gelecek kaygısıyla yaşamına son verdi. Büşranur Kalaycı ise 1 dakika geç kaldığı için sınava alınmayınca yaşamına son verdi. Ömer ve Büşranur gelecek kaygısıyla yaşamını yitiren birçok kardeşimizin arasındaydı, sınavlarla katledildiler.
Bizler biliyoruz ki özgürlük de gelecek de ne sınavlardadır, ne okullarda, ne üniversitelerde, ne de yıllardır bizi uyutmak için iktidarların uydurdukları masallarda. Özgür bir gelecek başkasının sırtına basıp yükselerek “başarı” kazanmakla değil paylaşma ve dayanışmayı büyüterek, el ele verilerek yaratılacak bir dünya içinde mümkündür.
Biz anarşist liseliler, iktidarların ve kapitalizmin piyonu olmayı, arkadaşlarımızla aramıza içinde bulunduğumuz sistem tarafından sokulan bencillik ve rekabet duygusunu reddediyoruz. Bizler bize vaat edilen özgürlüğün ve insanca yaşamanın devletin sınavıyla değil bu düzenin karşısında büyüteceğimiz isyanımızla, paylaşma ve dayanışma ruhuyla kazanılacağını biliyoruz. Düşlediğimizi, şimdi şu anda eyleyerek özgürlüğümüzü kazanıyoruz. Sınavı değil yaşamı seçiyor, anarşizmde örgütleniyoruz.