Yazılar – Anarşist Kadınlar https://kadinlarsokakta.org KADINLAR SOKAKTA Mon, 21 Dec 2020 06:22:42 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.7.2 https://kadinlarsokakta.org/wp-content/uploads/2019/03/cropped-ethel-32x32.jpg Yazılar – Anarşist Kadınlar https://kadinlarsokakta.org 32 32 Kadınların Öfkesi Arjantin’i Ateşe Verdi https://kadinlarsokakta.org/2020/12/21/kadinlarin-ofkesi-arjantini-atese-verdi/ https://kadinlarsokakta.org/2020/12/21/kadinlarin-ofkesi-arjantini-atese-verdi/#respond Mon, 21 Dec 2020 06:22:30 +0000 http://kadinlarsokakta.org/?p=3036 Arjantin’in Mendoza kentinde geçtiğimiz günlerde 33 yaşındaki Pablo Ramón Arancibia, sosyal medya üzerinden tanışıp evine davet ettiği 14 yaşındaki Florencia Romano’yu katletti. Kadın mücadelesini sürdüren kadınların öfkesi Arjantin’i ateşe verdi. Ardı arkası kesilmeyen kadın eylemlerinin parladığı Arjantin’de “Adalet Sarayı”nı yakan kadınlar yine öfkeleriyle parladı. Bitmek bilmeyen şiddete, tacizlere, tecavüzlere, kadın cinayetlerine DUR demek için birleşen kadınlar, her gün daha fazla kadın ile beraber adalet için sokaklardaydı.
Her yerde olduğu gibi Arjantin’de de kadınların öfkesi dinmiyor. Her geçen gün adaletin ne olduğunu bilmeyen, kendi adaletsizliğini uygulayan iktidar tarafından adalet saraylarında kadınlara dair kararlar veriliyor. Biz kadınlar ise onların adaletine hiçbir zaman güvenmiyoruz ve kadın dayanışmasıyla örgütlenerek birbirimizin sesi oluyoruz. Arjantin’de artan kadın cinayeti, tecavüz, şiddet ve kürtaj yasası gündeminden dolayı kadın örgütleri haykırıyor. Çünkü her kadın biliyor, iktidarın adaleti gerçek adalet değil erkek adalettir.
Arjantin’de 2018 senesinde meclise sunulan kürtaj yasası “her kadının hakkı olsa da” oylamaya konuldu. Kadınların bedeni hakkında karar verme yetkisini kendinde gören erkek iktidarın meclisinde yapılan oylama esasen kadınlar için olumlu sonuçlanmıştı. Ancak adaletsiz Senato’da aynı karar reddedildi; kadınların öfkesiyse harlanmaya devam etti. Geçtiğimiz günlerde yine sokaklarda türlü türlü eylemle ses çıkaran kadınlar, örgütlü mücadeleyle kürtaj yasasını tekrar gündeme getirdi. Mecliste “onaylanan” kürtaj yasası, yeniden Senato’da oylamaya sunuldu. Bu kez reddetmek onlar için kolay olmayacak çünkü korkuyorlar, çünkü kadınların örgütlü isyanı onları korkutuyor. Kadınlar özgürlükleri için birleşince sarayları yıkıp yakarlar.
2015 yılında 14 yaşındaki Chiara Páez’in tecavüze uğrayıp katledilmesinin ardından yapılan eylemlerde “Ni Una Menos!” (Bir Kişi Daha Eksilmeyeceğiz!) sloganları atan örgütlü kadınlar çok ses getirmişti. Öyle ki yaşadığımız coğrafya dahil pek çok coğrafyada katliamlara karşı kadınlar aynı sloganla, farklı dillerde sokaklara çıkmıştı. Arjantin’de her 18 saatte bir kadının katlediliyordu, kadınların örgütlenmesi toplumsallaştı. Kadınlar, adaletsizliklere karşı mücadelelerinde farklı kampanyalar da yürüttü. Mesela El Salvador’da tecavüze uğrayıp kürtaj olan 19 yaşındaki genç kadın Evelyn Beatriz Hernández Cruz 30 yıl hapisle cezalandırılmıştı. Üstelik Chiara Páez tecavüzün ardından kürtaj olmuştu. Adalet saraylarında adaletten söz eden erkek iktidar, tecavüz sonucu hamile olan kadının kürtaj olmasıyla ilgili başlayan bir davada erkeği değil kadını suçladı. Bu mu adalet anlayışları? Bu mu adalet? Evet, onlara göre adalet buydu. İktidarın adaletsizliği burada da kendisini gösterdi ve kadınların öfkesini besledi.
19 Aralık günü 14 yaşındaki Florencia Romano’nun katledilmesinin ardından ortaya çıkan gerçekler kadınların öfkesini sokaklara taşıran son damla oldu. Florencia Romano’nun katledildiği sırada attığı çığlıkları duyan bir komşu, polisi ısrarla arayıp adresi vererek ihbarda bulunmuştu. Birkaç sokak ötede bir karakol bulunmasına rağmen adrese polis gönderilmedi. Bu ihbarın ses kaydı Arjantin’de sosyal medyada yayınlandı. Bu ses kaydını duyan kadınlar sokaklara döküldü ve Mendoza’daki Adalet Sarayı’nı ateşe verdi. Kadınlar öfkenin ateşiyle, adaletsizliğin bir sembolü olan adalet sarayını, ama daha da önemlisi erkek egemenliği yok etmek için büyük bir adım attı.Belki hiçbir zaman ortaya çıkarılmayacak, görülmeyecek ve duyulmayacak bir kadın cinayeti ortaya çıkabildi; ortaya çıkan ses kayıtları sayesinde ihbarı ilk alan polis açığa alındı. Ses kaydı yayınlanmasaydı iktidarın eli kolu olan polislerden herhangi biri açığa da alınmazdı ancak kadınların bir gecede sokakları doldurmasıyla açığa alınmak “zorunda kaldı”. Çünkü kadınlar iktidarın erkek adaletine güvenmedi, ses çıkardı. Çünkü kadınlar örgütlülükle sokaklarda adaletsizliğe karşı çıktı. Çünkü kadınlar adaletsizliklere göz yummayıp isyanlarını haykırdı. Çünkü kadınlar özgürlükleri için birleşince sarayları yıkıp yakabilirler. Çünkü biz kadınlar, her zaman biliyoruz ve söylüyoruz: Saraylarınız Yıkılacak, Kadınlar Özgürleşecek!

]]>
https://kadinlarsokakta.org/2020/12/21/kadinlarin-ofkesi-arjantini-atese-verdi/feed/ 0
”DEVLET BABA”NIN TACİZCİ OĞULLARI -Şeyma Çopur https://kadinlarsokakta.org/2020/07/08/devlet-babanin-tacizci-ogullari/ https://kadinlarsokakta.org/2020/07/08/devlet-babanin-tacizci-ogullari/#respond Wed, 08 Jul 2020 15:45:59 +0000 http://kadinlarsokakta.org/?p=2947 Bursa’da bir kadın aynı iş yerinde çalıştığı erkek tarafından sözlü ve fiziksel olarak taciz ediliyor. Üstelik bu erkek iş yerinin müdürü pozisyonunda. Yaşanan tacizin ardından kadın mahkemeye başvuruyor, olayın peşini bırakmıyor. Mahkeme, erkek müdürün eylemini “cinsel saldırı” olarak değerlendiriyor ve erkeğe ceza veriyor.

Hayır, hayır, tabi ki böyle olmuyor. Tacizci müdür de olayın peşini bırakmıyor. E öyle kolay mı serde erkeklik varken, serde müdürlük varken? “Yanlış anlaşıldım.” diyor, “Kızım gibi görüyorum.” diyor, şöyle böyle diyor ve dava yargıtaya taşınıyor.

Yargıtay dosyayı değerlendiriyor. Aslında tacizci müdür kadına “Fıstık gibisin, çok güzelsin.” demiş, demekle kalmamış, kadının kalçalarına dokunarak fiziksel olarak da tacizi sürdürmüşken yargıtay müdürün eylemini “babacan bir tavır” olarak yorumluyor. Son anda bir hakim, müdür ve çalışan arasındaki hiyerarşik ilişkiye dikkat çekerek eylemin cinsel saldırı olarak değerlendirilmesi gerektiğinde ısrar ediyor ve karara şerh koyuyor.

Bu şerhle yetinenlere göre adalet yerini buluyor. Ama bu şerhin de aklımızdaki bazı sorulara yanıt olamadığı ortada. En önemli soru “Ya şerh olmasaydı?” Eğer şerh konulmuş olmasaydı ne olacaktı bu dava? Tacizci erkek kendini ve tacizini aklamış olacaktı şüphesiz. Kadın türlü sıfatlarla damgalanacaktı o iş yerinde, tabi orada çalışmayı sürdürebilirse… Ve en kötüsü, ‘’adaletinden zeval olunmaz’’ devletin kararıyla tacize uğrayan bir kadın kendi yaşadıklarından, kendisinden bile şüphe edecekti belki de. Kadınlara saldıran her erkek için türlü ‘’babacanlık’’ aklamalarıyla cezai indirimlerin mevcut olduğu devletin adaletsizliğinde, kadınlar hakkında verilen her karar pamuk ipliğine, şansa ya da erkek adaletin bir hakiminin şerhine bağlı.

Bu seferki olayın gündemleşmesi sayesinde, bugün yargıtay bir açıklama yapmak zorunda kaldı. “Babacan tavır” kararının tanık ifadelerine göre verildiğini söyledi. Tanık, olay anında kadının herhangi bir rahatsızlık ifadesi olmadığını gördüğünü, gülüştüklerini duyduğunu söylemiş. Yargıtay da buradan yola çıkarak cinsel saldırı olmadığına kanaat getirmiş. Peki taciz edildiğini söyleyerek mahkemeye başvuran kadının beyanı?

Madem tanık ifadesi kanaati değiştiriyor, öyleyse tanıklıklarımızdan bahsedelim biz de. Yaşadığımız sistemde kadınlar giydikleriyle, tavırlarıyla, yaşam biçimleriyle her zaman damgalanmaya, yaftalanmaya, yargılanmaya açık bir konumda bulunuyor. Kadın yaşadıklarını topluma açıklamayagörsün, hemen “Sen de niye böyle yaptın? Kendin kaşındın…” diye başlıyorlar. Hal böyleyken çalıştığı iş yerinde kendisinden yaşça büyük ve hiyerarşik olarak yüksekte bulunan bir erkeğin zorbalığına, şiddetine, “belli belirsiz” tacizine uğrayan bir kadının “halinden memnun” göründüğünün söylenmesi ne anlama gelir? Kadın rahatsızlık duyduğunu ve bunu belirttiğini ifade ediyorken olayı dışarıdan gözleyen birisinin tanıklığıyla kanaat getirilmesi neye denk düşer? Cevap, sayısız örnekle karşımıza çıkan, erkek devletin erkek adaletinde, adalet dedikleri adaletsizliklerde.

Diğer yandan kadınların yaşamın her an ve alanında sayısız kere tacize uğradığını kim inkar edebilir? Ancak öyle olağanlaşmış ki taciz kimileri için… Bakışlarını kadının üzerinden ayırmayan erkek de, sokak ortasında laf atan erkek de tacizci sayılmıyor kimilerince. Sanki kötü niyet taşımayan bir refleksmiş gibi bahsediliyor bu eylemlerden. Her gün yaşanan bu tacizleri görüp de görmeyen, duyup da duymayanların olduğu, hatta artık bunun olağanlaştırıldığı bir sistemde, tacizci müdürün eylemi de “babacan”laştırılabiliyor bir çırpıda. Nice babacan tavırlar biliyoruz değil mi Ensar’daki gibi ya da kendi çocuklarına cinsel işkence yapanlar gibi? Devlet babanın da “babacan” şekilde affettiği, unutturmaya çalıştığı “babacan tavırlar” bunlar.

Uzun sözün kısası, devlet baba ve babacan tacizciler el ele verip tacizi, tecavüzü, şiddeti aklamaya çalışıyorlar. “İyi” niyetleriyle, “belli belirsiz” dokunuşlarıyla, sıfatlarının ya da yaşlarının arkasına saklanarak… Babalığınızı da babacanlığınızı da istemiyoruz!

]]>
https://kadinlarsokakta.org/2020/07/08/devlet-babanin-tacizci-ogullari/feed/ 0
Kadınlar İçin Devlet Düşman- Zeynep Tan https://kadinlarsokakta.org/2020/07/05/kadinlar-icin-devlet-dusman-zeynep-tan/ https://kadinlarsokakta.org/2020/07/05/kadinlar-icin-devlet-dusman-zeynep-tan/#respond Sun, 05 Jul 2020 16:53:58 +0000 http://kadinlarsokakta.org/?p=2930 10 gün önce gözaltına alındı Rojbin Çetin. Devletin evine yaptığı baskınla, baskına getirilen köpeğin saldırısıyla, işkenceyle… Rojbin’in gözaltı süresinin 4 gün daha uzatıldığını öğrendik 2 gün önce. Devlet kadına yönelik şiddeti, tacizi, işkenceyi yaşamın rutini haline getirmeye çalışırken devlete inat “Rojbin’in yanındayız” demenin ihtiyacını duyuyoruz. Çünkü kadınlar sokakta, iş yerinde, evde kısacası yaşamın her alanında şiddete maruz kalırken bizler susmamayı, itaat etmemeyi seçiyoruz. Devletin gözaltında uyguladığı çıplak aramaya, cinsel şiddete ve işkenceye inat yılmıyoruz, yan yana olmaktan vazgeçmiyoruz. Çünkü biliyoruz, sessizlik sadece işkenceyi ve tacizi büyütecektir.

Devletin düşmanlığının güncel bir yansıması oldu Rojbin’in yaşadıkları. Halkların yüz yıllardır yaşadıkları toprakları işgalle kana bulayan devlet, kadınların bedenlerinde de sürdürdü işgalini. Nasıl ki yıkmaya çalıştı evlerimizi, öyle lime lime etmeye çalıştı bedenlerimizi. Ortadoğu’da, Bosna’da, Almanya’da ve nice coğrafyalarda yaşandı bu savaş. Halkların düşmanı devletler, cinsel işkenceleriyle kadınların iki kez düşmanı oldu.

Tarih boyunca devletlerin olduğu her yerde savaşı ve yıkımı görebiliriz. Ve elbette bu savaşlarda yine en çok kadınların bedeninin sömürüldüğünü; işkenceleri ve tecavüzleri…

Nazi askerleri örneğin, Yahudi kadınları ya da engelli kadınları türlü işkencelerle katletmişti. Gettolarda ve toplama kamplarında kadınlar tecavüze uğramış, ağır işlerde çalıştırılmıştı ve hatta insan deneylerinde kobay olarak kullanılmıştı. Nazi askerlerinin tecavüzlerinin ardından hala “iş görebilir” diye sınıflandırılan kadınlar Polonya’ya ve Sovyet Rusya’ya sürgüne gönderilmişti. Tecavüze uğrayıp sürgün edilen kadınlara yönelik saldırılar “ırk uzmanları” tarafından da bir devlet politikası olarak sürdürülüyordu. Hamile olan kadınlar “ırk uzmanları” tarafından muayene ediliyor, çocukları “Almanlaştırılabilecek” olan kadınların doğum yapmasına “izin” veriliyordu. Çocukları “Almanlaştırılamayacak” kadınlara ise zorla kürtaj yapılıyordu. Kadınlara yönelik tecavüz, sistematik bir şekilde sürekli hale getirilmişti.

Kadınlara yönelik tecavüz ve katliamlar savaşın tek tarafının izlediği bir politika da değildi. Devletlerin savaşında her cephede hedefti kadınlar. Sovyet askerleri 1945 ve 1955 yılları arasında milyonlarca Alman kadına sistematik bir şekilde tecavüz etmişti. Almanya’da tecavüzlerle bağlantılı kadın ölümlerinin toplamda 240.000 olduğu tahmin edilir ve bu, “tarihteki en büyük kitlesel tecavüz” olarak bilinir. Gündeme gelen bu tecavüzlere dair Stalin ise “Binlerce kilometre öteden, kan ve ateşten geçerek gelen askerlerin kadınlarla biraz eğlenmesinin önemsenmemesi gerektiğini” söylemişti. 

1992 yılında başlayan Bosna Savaşı sırasında örneğin, Sırp askerleri tecavüz ve yağmalarla ilerlemişti. Bu askerler özellikle hedef aldıkları Müslüman kadınlar ve azınlık halklardan kadınlara yönelik kitlesel tecavüzler gerçekleştirmişti. Esir toplama kamplarında toplanan kadınların birçoğu da seks kölesi olmaya zorlanmıştı. 

Devletlerin kadın bedenine yönelik savaşlarının örneklerini uzak coğrafyalarda aramamıza da gerek yok. Yaşadığımız coğrafyada da 19-26 Aralık tarihinde devlet destekli çeteler Maraş Katliamı’nı gerçekleştirdi. Maraş’ta cihat çağrıları yapılırken alevi kadınlardan savaş ganimeti olarak bahsedilmişti. Bu katliamda katledilen 111 kişinin 17’si kadındı ve onlarca kadın tacize, tecavüze uğramıştı. Bu katliamın ardından hafızalarımıza en çok kazınanlar ise 8 aylık hamile olan Esma Suna ve gözleri görmeyen 80 yaşındaki Cennet Çimen’di. Esma Suna karnındaki bebeğiyle ağır işkencelere maruz bırakılarak sokak ortasında katledilmişti. Cennet Çimen ise saldırganlar tarafından “Gel, seni kurtaracağız.” sözleriyle kandırılıp önce gözleri oyulmuş ardından bir tuvalete kapatılıp vahşice katledilmişti.

Benzer örnekleri çok geçmiş tarihlerde aramamıza da gerek yok. Daha 2014 yılında IŞİD Ezidilerin yaşadığı Şengal bölgesinde toplu bir katliam gerçekleştirmişti. Savaş bu coğrafyada da yüzlerce can alıp kadınlara işkence, taciz, tecavüz ve zulüm getirmişti. Yüzlerce Ezidi kadın esir alınıp köle pazarlarında satılmış ve sistematik bir şekilde şiddete, tacize ve tecavüze maruz kalmıştı. 

2015 yılında Varto’da bir kadın gerilla öldürülmüştü, ismi Ekin Van… Devletin askerine öldürmek yetmediğinden cansız bedenine işkence edilmişti. Çırılçıplak soyulmuş, yerlerde sürüklenmiş ve çekilen fotoğrafları paylaşılmıştı. Devletlerin direnişi kuşanan kadınlara yönelik stratejisi daima böyleydi. “Devlet düşmanını cezalandırdı”yla meşrulaştırmaya çalışmıştı kimileri bu yaşatılanları. Yine aynı yıl içinde Silopi’deki sokağa çıkma yasakları sırasında 70 yaşındaki Taybet İnan keskin nişancılar tarafından evinin önünde vurularak katledilmiş ve cenazesi tam 7 gün sokak ortasında kalmıştı. Beyaz bayrak açıp bedenini almaya giden herkese devlet ateş açmıştı. Onun sokak ortasında 7 gün yatan bedeni, yaşadığımız topraklarda devletin kadın bedeninin ölüsüne dahi reva gördüklerini bir kez daha gözler önüne sermişti.

Kadın bedeni üzerinden verilir tüm savaşlar… Tüm coğrafyalarda yüzyıllar önce de bugün de gördüğümüz gibi devletin adının önemi yoktur; devlet devlettir. Devlet katliamdır, tecavüzdür. Dün Ekin Van ve daha nice örneğin ardından bugün Rojbin Çetin’e evinde taciz edildi, işkence yapıldı. Yarın bunları hiçbir kadın yaşamasın diye mücadeleye sarılmaktan başka çaremiz yok! 

Devletle Uzlaşmayacağız, Asla İtaat Etmeyeceğiz

Devlet soykırımlarla yok edemediği gibi halkları, cinskırımlarla da yok edemez biz kadınları, mücadelemizi. Düşmanlığını gözaltında işkencelerle, savaşta toplu tecavüzlerle sergileyen devlet, erkektir ve kadınların düşmanıdır. 

Kadınların türlü işkencelere, tacizlere maruz kalmasına sebep olan devletle asla uzlaşmayacağız. Devletin teşvik ettiği erkeklerin tacizi, tecavüzü, şiddeti karşısında asla susmayacağız. Uzlaşmamızı ve susmamızı isteyen devlete asla itaat etmeyeceğiz!

]]>
https://kadinlarsokakta.org/2020/07/05/kadinlar-icin-devlet-dusman-zeynep-tan/feed/ 0
Asıl Küresel Salgın Erkek Şiddeti: Afganistan’da ve Tüm Dünyada Kadın Dayanışması Yaşatır! -Betül Deniz https://kadinlarsokakta.org/2020/06/15/asil-kuresel-salgin-erkek-siddeti-afganistanda-ve-tum-dunyada-kadin-dayanismasi-yasatir/ https://kadinlarsokakta.org/2020/06/15/asil-kuresel-salgin-erkek-siddeti-afganistanda-ve-tum-dunyada-kadin-dayanismasi-yasatir/#respond Mon, 15 Jun 2020 14:03:10 +0000 http://kadinlarsokakta.org/?p=2651

Geçtiğimiz aylarda günden güne yükselen korona krizine paralel olarak, Covid-19 virüsünden daha eski ve daha çok can yakmış başka bir virüsün daha yükselişini takip ettik: Erkek şiddeti. Belirtilerini Covid-19’dan daha hızlı gösteren ve daha hızlı yayılan bir virüs bu. Ve tüm dünyadaki “yetkililer” ortak bir politikada birleşip bu virüsün getirdiği yıkımı sadece seyretmeyi yeğliyor.

Afganistan, erkek şiddetinin yükselerek kadınların yaşamını ve mücadelesini hedef aldığı ülkelerden sadece biri. Human Rights Watch verilerine göre, ülkede “normal” denilebilecek zamanlarda dahi cinsiyete bağlı şiddetin oranı yaklaşık olarak %87. Covid-19’un fark edilmesiyle başlayan “anormal” zamanların, karantina sürecinin kadınlara yansıması da pek iç açıcı olmadı.

Ülkede yükselen kadın dayanışmasının örneklerinden birini, yıllardır Afganistan’ın Herat kentinde erkek şiddetine maruz kalan kadınlara destek olan bir grup psikolog, doktor ve sağlık emekçisi kadın oluşturuyordu. Kadınlar çalışmalarını yerel bir hastanede kendilerine ayrılan bir bölümde gerçekleştiriyordu ancak korona krizi bahanesiyle bu alan kadınların elinden alındı ve izolasyon alanına dönüştürüldü. Kadınlar çalışmalarını başka bir merkeze taşıyıp orada yürütemiyor çünkü iletişim kurdukları kadınlar onların yanına ancak ailelerine ve yakın çevrelerine hastaneye muayeneye gittiklerini söyleyerek gidebiliyorlar. Aksi takdirde bir dayanışma grubuna katılmış olmaları da şiddeti tetikleyen ve arttıran bir neden olarak karşılarına çıkabiliyor.

Merkez psikologlarından biri olan Marzia Akbari, “Herat’taki birçok kadın koronavirüsü atlatabilir, ama karantinayı atlatamayacaklar” diyerek bu sürece dair korkularını dile getiriyor. Akbari -karantina döneminde de- merkezin dayanışma içerisinde olduğu kadınları her gün arıyor ancak yarısına dahi ulaşamıyor. Kadınların birçoğunun kendilerine ait telefonları yok, evde dört duvar arasında kendilerine şiddet uygulayan erkeklerle bir arada yaşıyorlar ve onların telefonlarını kullanabilirlerse iletişim kurabiliyorlar.

Akbari’nin ulaşabildiği kadınlardan bir tanesi telefonu açınca geriliyor ve korkup kız kardeşiyle konuşuyormuş gibi davranıyor. Akbari, haftalarca uğraşıp bir kez ulaşabildiği bir kadından daha bahsediyor. Kadın, ailesi tarafından üç kez zorla evlendirilmiş ve aynı zamanda kendi erkek kardeşlerinden de sürekli olarak fiziksel şiddet görüyor. Akbari ona ulaştığında durumunun karantina sürecinde daha da kötüye gittiğini, telefonunun dahi izlendiğini öğreniyor. Ve Akbari bir daha kendisinden haber alamıyor, telefonu hep kapalı oluyor.

Karantina uygulamalarının görüldüğü neredeyse bütün ülkelerde ev içi şiddet artarken, Afganistan’da da benzer artışlar görülüyor. Ülkedeki uyuşturucu bağımlılığının yüksek olması ataerkinin bahanelerini arttırıyor ve karantinada uyuşturucusuz kalan erkeklerin neler yapabileceğini de akıllara getiriyor.

2014-2016 yıllarında Ebola salgını esnasında, Batı Afrika’daki çocuk evliliklerinin ve gebeliklerinin sayısında ciddi bir artış meydana gelmişti. Ekonomik olarak zor dönemden geçen aileler ya bütün çocuklarını okuldan alıyor ya da sadece oğullarını okutmaya devam ediyordu. Kızlarını evlendirerek adeta ekonomik yük olmaktan çıkarılıyor. Yapılan pek çok araştırmaya göre kadınların %30-40 arasında bir kısmının 18 yaşından önce evlendirildiği Afganistan’da, çocuk evliliklerine ait  zaten yüksek olan oranların daha da yükselmesi korona krizinin getirdiği korkulardan bir diğeri oluyor.

Yaşadığımız coğrafyada olduğu gibi Afganistan’da da salgının getirdiği korkular her ne kadar gerçek olsa da en az onun kadar -hatta ondan daha- güçlü olan gerçek kadın dayanışması. Kadınlar şiddete maruz kaldıklarında kurtuluşun devlette ya da poliste olmadığının, hatta şiddetin onlar tarafından beslendiğinin farkındalar. Katledilen kadınların hesabını sokaklarda soruyorlar, yaşamın her alanında yerlerini geri almak için mücadele veriyorlar.

Afgan kadınlar “Biz karanlıktan çıktık ve bir daha asla o karanlığa  dönmeyeceğiz!” diyorlar. Şiddetten uzaklaşan kadınlar kadın örgütlerinin desteklediği dayanışma evlerine gidiyorlar. Orada birbirlerine hikayelerini anlatıyor, birbirlerini iyileştiriyorlar. Akbari gibi kadınlarmücadelelerinden zaferler elde ediyorlar. Akbari’nin ve diğer kadınların dayanışma içerisinde olduğu Zeynep, çocukken zorla evlendirildiği ve kendisine şiddet uygulayan kocasından boşanmayı başarıyor; ailesinin ya da çevresinin ona uygun gördüğü “ahlaksız” gibi etiketlere hiç mi hiç  aldırmadan evine güçlü bir şekilde dönüyor. Ve dayanışma sayesinde yaşamı yeniden başlıyor. Çünkü dayanışma yaşatır!

Yaşadığımız coğrafyada korona krizinin yaşandığı son üç ayda -resmi rakamlara göre- en az 70 kadın erkek şiddetiyle katledilmişken ve hesaplanamayacak sayıda kadın tecavüze, tacize, erkek şiddetinin herhangi bir biçimine maruz kalırken bizlerin de birbirimize, kadın dayanışmasına sarılmaktan başka kurtuluşumuz yok. Çünkü dayanışma yaşatır!

Betül Deniz

]]>
https://kadinlarsokakta.org/2020/06/15/asil-kuresel-salgin-erkek-siddeti-afganistanda-ve-tum-dunyada-kadin-dayanismasi-yasatir/feed/ 0
Hapishanelerde Korona Krizi: Hendek Hapishanesi’ndeki Kadınlarla Konuştuk https://kadinlarsokakta.org/2020/05/18/hapishanelerde-korona-krizi-hendek-hapishanesindeki-kadinlarla-konustuk/ https://kadinlarsokakta.org/2020/05/18/hapishanelerde-korona-krizi-hendek-hapishanesindeki-kadinlarla-konustuk/#respond Mon, 18 May 2020 15:19:00 +0000 http://kadinlarsokakta.org/?p=2698 Duvarların ardından seslerini duyurabilmek için Hendek Açık Hapishanesi’nden gazetemize ulaşan 100 kadın tutsağın korona krizinde yaşadıklarını ve hapishane koşullarını sizlerle paylaşıyoruz.

Sakarya’da bulunan Hendek Açık Hapishanesi korona virüs salgınına yönelik tedbirler kapsamında boşaltılan hapishanelerden birisi. İnfaz yasasındaki düzenlemelerle beraber hapishanede bulunan 700 tutsağın 2 gün içinde tahliye edilmesinin ardından, farklı şehirlerdeki kapalı hapishanelerde bulunan 100 kadın tutsak buraya yerleştirildi.

Hapishanenin fiziki koşulları sebebiyle tedbir için yeterli olmadığı kanısıyla boşaltılmış olduğunu aktaran kadın tutsakların kendilerine ve hapishane yönetimine sorduğu ilk soru şu: “Yetersizlik sebebiyle boşaltılan bir hapishane neden tutsakların sağlığı gözardı edilerek yeniden kullanılmaya başlandı?”

Hapishaneye yerleştirilmelerinin üzerinden 1 ay geçen kadın tutsaklar buraya getirildikleri ilk günden itibaren iş kayıtlarının yapılarak çalıştırılmaya başladıklarını ancak çalışmaya başlamadan önce kendilerine hiçbir sağlık testi uygulanmadığını belirtiyor. Taşan lağımı temizlemekten yemek pişirmeye kadar bazıları zorunlu bazıları keyfi tüm işler tutsaklara yaptırılırken hiçbir tedbir alınmıyor.

Ayrıca hapishaneye yerleştirilmelerinden itibaren, kadın tutsaklara ilk korona virüs testinin 4 gün önce yapıldığı, yapılan testin ise yalnızca 20 kişiye uygulandığı, 20 kişi arasındansa bir kadın ve çocuğunun testinin pozitif çıktığı söyleniyor. Kadınların yaklaşık 25 gün boyunca testi pozitif çıkan arkadaşlarıyla aynı ortamı paylaştığı gerçeği ve sağlık tedbirleri açısından korona virüs testinin birbiriyle temas halinde bulunan herkese uygulanması gerektiği zorunluluğu karşımıza çıkarken, hapishane yönetimi bu gerçeği ve zorunluluğu görmezden geliyor. Testi pozitif çıkan kadın tutsağın şu anda yoğun bakımda olduğu, çocuğun ise tedavisinin sürdüğü biliniyor.

Hapishane yönetiminin maskeyi parayla sattığını, eldivene ulaşma imkanlarının ise ücretini ödeyerek dahi olmadığını belirten kadın tutsaklar, şu anda hasta olduğundan şüphelenilen 20 tutsağın farklı bir blokta karantinaya alındığını ancak yemek yedikleri kaplardan çay içtikleri bardaklara kadar herkesin aynı malzemeleri kullandığını, kademeli bir şekilde olsa da, tüm tutsakların aynı bahçede havalandırmaya çıktığını belirtiyor. Dolayısıyla hapishanenin “tedbir karantinası” nın da tamamen göstermelik olduğunu açıkça ortaya koyuyorlar.

Hapishanede kronik rahatsızlığı olan ve 60 yaş üzeri tutsaklar da risk grubunda oldukları halde toplu halde yaşamaya zorlanıyor. 0-6 yaş arasında 13 çocuğun bulunduğu hapishanede hastalığın hızlı bir şekilde yayılması söz konusu.

Tutsaklar, psikolojilerinin çok fazla tahrip olduğunu, avukatlarıyla dahi görüşemedikleri bu süreçte defalarca durumlarını hapishane yönetimine belirttikleri halde “koronadan dolayı savcılıkta işler yavaş işliyor”, “durumunuzu çok sorgulamayın, sorgularsanız işin içinden çıkamazsınız” gibi bahanelerle karşı karşıya kalıyor. Dilekçelerine cevap verilmediğini açıklayan kadın tutsaklar aileleri aracılığıyla CİMER’e başvuru yaptıklarını ve seslerini duyurarak kendilerine dayatılan hapishane koşullarını aşmak istediklerini söylüyor.

Şeyma Çopur

]]>
https://kadinlarsokakta.org/2020/05/18/hapishanelerde-korona-krizi-hendek-hapishanesindeki-kadinlarla-konustuk/feed/ 0
Hayat Her Eve Sığar Mı? – Betül Deniz https://kadinlarsokakta.org/2020/03/24/hayat-her-eve-sigar-mi-betul-deniz/ https://kadinlarsokakta.org/2020/03/24/hayat-her-eve-sigar-mi-betul-deniz/#respond Tue, 24 Mar 2020 15:48:52 +0000 http://kadinlarsokakta.org/?p=2715 Covid-19 ya da daha çok kullandığımız adıyla koronavirüs tüm dünyada yayılmaya devam ediyor. Virüs beden beden yayılırken beraberinde korku ve yıkım da her birimizin hayatında yayılıyor. Virüsün birçok sebeple dünya çapında bir salgın haline gelmesiyle tedbirler bireysel alandan toplumsal alana kadar hızla genişletildi. Virüs salgınından muzdarip bütün coğrafyalarda devlet, insanları evlerine kapanmaya davet ediyor ve evleri herkes için güvenli birer sığınak olarak gösteriyor. Virüsten kurtulmamız, yaşamamız için bu davet, davet olma sınırlarını aşarak artık çoğu yerde bir zorunluluk.

Türkiye’de evde kalma çağrısını yetkililerin her yerde tekrarladığı “Hayat Eve Sığar” sloganıyla yürütülüyor. Bu sloganın güçlü iddiası bizi, biz kadınları, bunun gerçekliğini düşünmeye itiyor. Gerçekten kadınların hayatları da evlere sığıyor mu bu zorlu süreçte? Yoksa evler kadınların yaşamlarına ket vuruyor, onları sömürünün ortasına atıyor, onlar için hayatlarının son bulduğu duraklar mı oluyor?

Bu ve bunun gibi soruları sormamız birçok kişi tarafından tepkiye yol açabilir tabi. En basit haliyle “Eh be kardeşim, koronavirüs tehlikesi önümüzde dururken neyin hesabını yapıyorsunuz?” gibisinden bir karşı çıkışı öngörmek zor değil. Oysa tam da bugünden itibaren bir yerden başlayarak hepimizin bu soruları kendimize ve çevremize sormamız gerekiyor. Çünkü koronavirüs tehlikesi üç aya yakın süredir gündemden düşmezken başka birçok tehlike görünmez hale getirildi. Sosyal medyanın akışından gündelik yaşamın akışına kadar her yerde tek gündemimiz “koronavirüs”. Tabi ki koronavirüsün gündemimizde bu denli yoğun şekilde yer alması önemli, her birimiz için. Ancak erkek şiddeti, işçi sömürüsü, göçmen krizi… gibi daha pek çok konu da yaşamlarımızda koronavirüs kadar tehlikeli boyutta varlığını sürdürüyor. Üstelik koronavirüs günlerinde tam da bu konuyla alakalı şekilde tehlikenin de boyutu büyüyor.

Şimdi Türkiye devletinin “Hayat eve sığar” kampanyasına ve kampanyanın biz kadınlar için gerçekliğine geri dönelim.

Herkesin hayatı eve sığar mı?

Türkiye’de 2019 yılında 474 kadın cinayeti kayıtlara geçti ve bu cinayetlerin 292’sinin kadınların kendi evlerinde gerçekleştiği biliniyor. 2020’de de durum değişmiyor ve kadınlar kendi evlerinde yaşamlarını kaybetmeye devam ediyor. Karşılaştığımız her kriz durumu kadına yönelik şiddeti arttırırken koronavirüs krizi de bizde aynı endişeyi yaratıyor.

Evlerine kapanan kadınları neler bekliyor? Çin ve İtalya’da yapılan çalışmalar pandemiyle beraber erkek şiddetinin arttığını gösteriyor. Öyle ki Çin’de geçen yıl şubat ayında polise yapılan şiddet ihbar sayısı bu yılın şubat ayında üç katına çıkıyor. Ancak sokağa çıkma yasağı kadınları bu şiddetle yaşamaya mecbur bırakıyor. Ve polis her yerde ve her zaman olduğu gibi erkeği korumayı sürdürüyor, kadınlardan gelen şikayetlere “Erkeğin çok iyi bir işi var, onu ihbar edersen hayatını mahvedersin.” ya da “Alkollüyken ettiği tehditleri neden ciddiye alıyorsun?” gibi cevapların yenilerini ekliyor. Benzer bir verilendirme Türkiye’de henüz yapılmadıysa da Mor Çatı gibi bu alanda çetele tutabilen sığınak ve dernekler durumun burada da farklı olmadığını vurguluyor. Dilek Kaya karantina altında kendi evinde erkek sevgilisi tarafından katlediliyor ve karantinada hayatımızın eve sığamayacağına dair örnek teşkil ediyor.Evlerde kadınları bekleyen diğer şey ise emek sömürüsü oluyor. Sokakta ne işi olduğu sorulan bir erkek “Evde kalalım da bulaşık mı yıkayalım?” diyor, ev işini koronadan daha tehlikeli görüyor. Kriz olsun, olmasın… Evin bütün işlerinden sorumlu olan biz kadınların iş yükü, kriz döneminde katlana katlana çoğalıyor. Ev işlerinin bütün organizasyonunu yapması beklenen kadınlar, çocuklara bakması beklenen kadınlar, sabretmesi ve evdekilerin gönlünü hoş tutması gereken kadınlar… Koronavirüs kriziyle evlere sığdırılmaya çalışılan hayatlarımızı evdeki erkeklik krizine karşı da korumaya çalışırken ya bedenimizde ya da psikolojilerimizde kendini gösteren şiddetin boyutlarını hesaba katmak bir yana, bunların dillendirilmesi bile “Aman canım siz de, abartıyorsunuz!” seslerinin yükselmesiyle sonuçlanıyor.

Devlet iktidarı, her ne kadar televizyon kanallarında insanlara sakin olma çağrısı yapsa da virüsün krize dönüşmesinden dolayı her birimizden daha çok panik halinde; öldüğümüz, hastalandığımız için ya da toplum sağlığı tehdit altında olduğu için değil. Hastalık yönetilemediği, yönetilemezken devletin işlevsizliği ayyuka çıktığı için. O yüzden de devletin önceliği bu virüs krizini yönetebildiğine dair bir imaj yaratmak, sonrasında da virüsten toplum değil kendisi için en az zararla kurtulmak. Sonra her şey eskisi gibi, devam!

Biz kadınlar biliyoruz ki devlet bu süreçte tüm dikkatini koronaya vermişken(!) başını kadınların olduğu tarafa çevirmeye tenezzül etmiyor ve etmeyecek de. “Hayat eve sığar” derken kadına yönelik erkek şiddeti hiçbir zaman gündemlerine girmeyecek, bu sloganı ortaya atarken bile akıllarına gelmediğimiz gibi…

Biz kadınların ne yapması gerekiyor peki? Nasıl çıkacağız ölmemek için kapandığımız evlerden ama ölmeden? “Aklınız da, varlığınız da eksik olsun hayatlarımızdan!” diyerek yani devletten beklemeyerek başlayalım işe. Erkek şiddetine karşı bugüne kadar önlemini örgütlenerek almış kadınlar olarak herkesin bireyselliğe ve yalnızlaşmaya yüzünü döndüğü bu dönemde, dayanışmamızın çeperlerini genişleterek koruyalım. Koronavirüsün getirdiği yıkıma karşı yaşamı ayakta tutan yine kadın dayanışması oluyor. Birçok coğrafyada kadınlar şiddete karşı dayanışma hatları kuruyor, sosyal medyadan iletişimlerini güçlü tutuyor ve yine birbirlerinin sesini duyan tek merci oluyorlar.

Zor günler geçiriyoruz; gündelik hayatın görünmeyenleri olan birçokları gibi, bizim için bugünleri geçirmek daha da zor. Davetle başlayan evde kalma uyarılarının olası bir sokağa çıkma yasağıyla zorunluluğa dönüşüp dönüşmeyeceğini bilmiyoruz. Bildiğimiz tek şey, yaşamak istediğimiz hayatlarımız için bugünleri de dayanışmamıza sarılarak, beraberce atlatabileceğimiz!

Betül Deniz

]]>
https://kadinlarsokakta.org/2020/03/24/hayat-her-eve-sigar-mi-betul-deniz/feed/ 0
Anarşist Kadınlar 25 Kasım’da Sokaklara Çağırıyor! https://kadinlarsokakta.org/2019/11/23/anarsist-kadinlar-25-kasimda-sokaklara-cagiriyor/ https://kadinlarsokakta.org/2019/11/23/anarsist-kadinlar-25-kasimda-sokaklara-cagiriyor/#respond Sat, 23 Nov 2019 12:21:00 +0000 http://kadinlarsokakta.org/?p=2557

Kadıköy Khalkedon Meydanı’nda buluşarak bildirimizle tüm kadınları 25 Kasım’ a çağırdık.

Şiddetten ancak bir araya gelerek ve ses çıkararak kurtulabiliriz!

Tarih: 25 Kasım Pazartesi
Yer: Taksim/Tünel
Saat: 19.00

]]>
https://kadinlarsokakta.org/2019/11/23/anarsist-kadinlar-25-kasimda-sokaklara-cagiriyor/feed/ 0
Anarşist Kadınlar Ankara’da 25 Kasım’a Çağırıyor! https://kadinlarsokakta.org/2019/11/23/anarsist-kadinlar-wordpressrada-25-kasima-cagiriyor/ https://kadinlarsokakta.org/2019/11/23/anarsist-kadinlar-wordpressrada-25-kasima-cagiriyor/#respond Sat, 23 Nov 2019 11:58:00 +0000 http://kadinlarsokakta.org/?p=2549

Ankara’da Anarşist Kadınlar, tüm kadınları Kızılay sokaklarında yaptıkları yazılamalarla şiddete, tecavüze, tacize, kadın katliamlarına karşı 25 Kasım Pazartesi günü Çwordpressya Belediyesi önünde yapılacak olan eyleme çağırdı.

]]>
https://kadinlarsokakta.org/2019/11/23/anarsist-kadinlar-wordpressrada-25-kasima-cagiriyor/feed/ 0
25 Kasım’da Sokağa: Bu Bir Talep Değil Özgürlük Çağrısıdır, Erkekliği Koruyan Tüm Kurumlar Kapatılsın! https://kadinlarsokakta.org/2019/11/18/bu-bir-talep-degil-isyan-cagrisidir-erkekligi-koruyan-tum-kurumlar-kapatilsin/ https://kadinlarsokakta.org/2019/11/18/bu-bir-talep-degil-isyan-cagrisidir-erkekligi-koruyan-tum-kurumlar-kapatilsin/#respond Mon, 18 Nov 2019 17:44:01 +0000 http://kadinlarsokakta.org/?p=2481 25 Kasım yaklaşıyor… Dünyanın her yerinde, kadınlar şiddete karşı mücadelenin sembolü olan 25 Kasım’da sokaklara çıkmaya hazırlanıyor. Biz de erkeklerin egemen olduğu bu dünyada “İsyan!” diyerek çıktık yola, her gün yaşadığımız şiddetin son bulması için tek çaremizin örgütlenmek olduğunu bilerek…
Kadınların İsyanı Evlere Sığmıyor!
Birçoğumuz erkeklerin dünyasında evdeki emeğin hiç olduğunu, kadının görevinin erkeğe hizmet etmek olduğunu, eve kapatılan kadınların ev içinde yaşadığı şiddetin görünmez olduğunu, bu sistemde erkeğin kadını ezmesinin meşru olduğunu yaşayarak öğrendik. Kadının yerinin “ne yaşarsa yaşasın” ailesinin yanı olduğunu devletin yasalarından öğrendik. Dinlerin buyruğuyla kadının “iffet” ine zeval gelmesin diye bedenimizden utanmayı, bedenimizi kapatmayı öğrendik. Öfkelendik, üzüldük, her şeyi bırakıp gitmek istedik elbette. Hem de defalarca… En yakınımızdaki bile “sabret” demedi mi bize?
Erk’eğin Eli, Erk’eğin Dili, Erk’eğin Varlığı Kadınlara Düşman!
Uğradığımız şiddet bazen 3. sayfadaki bir ayrıntı oluveriyor, bazense manşet oluyoruz gazetelerde. Kim görüyor peki yaşadıklarımızı, kim duyuyor sesimizi? Gören, duyan da kaç gün hatırlıyor hikayemizi?
Haberlere göre erkekler de bir anlık sinirinin kurbanı, boşanma mağduru. “Olağan budur” diline alışıp, susup, sessizce oturup izlememizi; “Sıra bana ne zaman gelecek” korkusuyla beklememizi istiyorlar.
Susmak mümkün mü her gün katledilirken, korkarak sinmek çare mi dertlerimize? Biz sabrettikçe daha da büyümüyor mu erkeklerin şiddeti, daha da görünmez olmuyor mu yaşadıklarımız?
Sabrımız taşıyor!
Kadınlar ne zaman yaşadığı şiddetten kurtulmak için devlete başvursa, başvurduğu devlet mekanizmalarının her bir basamağında tekrar şiddete uğramadı mı?
Devlet ise hiç kadınlardan yana olmadı. Olmadı çünkü bir erkek bir kadına istediği gibi şiddet uygulayabilirken bir kadın kendisini öldürmeye de çalışsa, şiddet de uygulasa asla bir erkeğe karşı koyamaz, yaşamını savunamazdı. Çünkü devlet erkektir ve erkeklerin dünyasındaki adalet de kadınlar için hep adaletsizlik oldu.
Erkeklerin “adalet” dedikleri de bu değil miydi zaten? Bizi kapatıp “suçlu” ilan ettikleri; bizi katledenleri ödüllendirdikleri erkek adalete inanmıyoruz!
Bizler devletin köklerine kadar saplanmış olan ataerkiyi görüyor ve erkek devleti yok etmeyi istiyoruz. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü’nde tüm kadınları kapatıldığımız hücrelerden sokaklara taşarak özgürlüğümüzü almaya çağırıyoruz!

]]>
https://kadinlarsokakta.org/2019/11/18/bu-bir-talep-degil-isyan-cagrisidir-erkekligi-koruyan-tum-kurumlar-kapatilsin/feed/ 0
Zapatista Kadınlar “Kadın Buluşması”na Çağrıyor https://kadinlarsokakta.org/2019/09/26/zapatista-kadinlar-kadin-bulusmasina-cagriyor/ https://kadinlarsokakta.org/2019/09/26/zapatista-kadinlar-kadin-bulusmasina-cagriyor/#respond Thu, 26 Sep 2019 18:59:06 +0000 http://kadinlarsokakta.org/?p=2478 Tüm dünyada mücadele veren kadınlara:

Mücadeleci kız kardeş, compañera, kadın;

Seni olduğumuz kadınlar gibi selamlıyoruz, yerli ve Zapatistalar olarak. Muhtemelen İlk Buluşmamızı hatırlıyorsundur, yaşamamız gerektiği konusunda bir anlaşma yapmıştık. Her yaştan ve toplumsal konumdan kadının öldürülmesinin ve kaybedilmesinin sürdüğünü elbet görüyoruz. Kadın olduğumuz için öldürüldük ve kaybedildik, ve sonra bunun bizim hatamız olduğu ve giyinişimiz, yürüyüşümüz, belli saatlerde belli yerlerde dışarıda olmamız nedeniyle bu şeylerin gerçekleşiyor olduğu söylendi. Kötü hükümette hem erkekler hem de kadınlar hiç dışarı çıkmamız gerektiğini ima edecek saçmalıklar buyurdu. Bu zihniyete göre kadınlar evine kapatılmalı, dışarı çıkmamalı, eğitim görmemeli, çalışmamalı, keyif almamalı ve özgür olmamalı.

Kapitalist ve ataerkil sistemin kadın olarak doğduğumuz için bizi suçlu ilan eden ve şiddete, ölüme veya kaybedilmeye mahkum eden bir hakim gibi olduğunu açıkça görebiliyoruz.

Kız kardeş ve compañera, bunu kelimelere dökmek çok zor; bu adlandırılamayacak kadar büyük bir kötülük. Şimdi ona “femicide” (kadın cinayeti) veya başka bir şey diyorlar, fakat isim hiçbir şeyi değiştirmiyor, ölümler ve kaybedilmeler artmaya devam ediyor. Ve sonra katillerimiz ceza almadığında ve sadece kötü bahtımızın kurbanları olduğumuzu veya daha da kötüsü, belayı aradığımızı söylediklerinde tekrardan etkin bir şekilde öldürülmeyelim ve kaybedilmeyelim diye ailelerimiz, arkadaşlarımız ve yakınlarımız mücadele etmek zorunda kalıyor.

Kız kardeş, compañera, bu aşırı derece aptallık. Ayrımcılığa karşı evde, okulda, işte ve toplu taşımada hem tanıdıklarımıza hem de tanımadıklarımıza karşı ayrımcılık karşıtı mücadele ediyoruz ve üstüne üstlük buna bizim sebep olduğumuzu, ölmenin bizim hatamız olduğunu söylemek istiyorlar. Hayır, biz ölmüyoruz, biz tecavüze uğruyoruz, öldürülüyoruz, kesiliyoruz ve kaybediliyoruz. Bizi suçlayan herkes cinsiyetçi ve kadınlar dahi cinsiyetçi düşünce sergileyebilir.

***

Compañera, kız kardeş, İlk Buluşma’da yaşamak için bir anlaşma yaptığımız düşünülürse, şimdi bu anlaşmayı yerine getirmek için neler yaptığımızı veya yapmadığımızı değerlendirmek zorundayız.

Bu nedenle, Mücadeleci Kadınlar’ın İkinci Enternasyonal Buluşması için çağrı yapıyoruz; gündemimizde tek bir konu var: Kadına şiddet. Bu konuyu iki şekilde ele almak istiyoruz: Şiddeti kınamak ve katliamı durdurmak için neler yapacağımızı tartışmak. Bu yüzden, kız kardeş, compañera, öfkemizi hep beraber ifade edebilelim ve tüm dünyada başımıza neler geldiğini açıkça beyan edebilelim diye seni bizimle buluşmaya davet ediyoruz.

Biz bunun önemli olduğunu düşünüyoruz, çünkü acımızı dağıtmaya çabaladıklarını görüyoruz: Bir yerde tecavüze uğrayan bir kadından, başka bir yerde darp edilen bir kadından, ötede kaybedilen bir kadından, berikinde öldürülen bir kadından bahsediyorlar. Bunu, başka bir yerdeki herhangi bir kadının sorunu olduğunu, böyle bir şeyin bizim başımıza gelmeyeceğini, sorunun ciddi olmadığını ve kötü hükümetlerin sorunu çözeceğini düşünelim diye yapıyorlar.

Fakat bu doğru değil – Bizim ya da bize yakın birinin başına gelecek; bu ciddi bir sorun, çok ciddi bir sorun ve kötü hükümetler beyanlar açıklamak ve suçluları bulacakları konusunda ısrarcı olmak dışında başka hiçbir şey yapmayacak. Ama suçlu derken katilleri, tecavüzcüleri veya kaçıranları kastetmiyorlar; öfkeyle camları kıran ve heykellere yazılama yapan kadınları kastediyorlar.

İşte ataerkil kapitalist sistem böyle işliyor kız kardeş, compañera: Bir cam kırığı veya duvardaki bir yazılama bir kadının hayatından daha önemli. Bu böyle devam edemez.

Size yıllar önceki bir dönemi, ayaklanmamızdan ve kayıtsızlığa karşı savaştan öncesini, buradaki plantasyonlarda bir tavuğun bir kadından değerli olduğu zamanları anlatmak istiyoruz. İnanması zor mu? İşte zamanında öyleydi, plantasyon sahiplerinin kendilerine söyledikleri de buydu. Şimdiyse kırık bir cam ve yazılama yapılmış bir duvar nedeniyle sarsılıp dehşete kapılarak biz kadınlar hakkında çok daha kötü şeyler söylüyorlar. Hakikat şu; sadece tecavüze uğramıyoruz, öldürülmüyoruz ve kaybedilmiyoruz -bunların yaşandığı doğru-, aynı zamanda hiçbir şey yanlış değilmişcesine sessiz, itaatkar ve uslu durmayacağız.

Öyle mütemadiyen saldırıya uğradık ki bu durum sistem için iyi bir ticari iş haline gelmiş görünüyor: Daha fazla kadın öldürüldükçe, tecavüze uğradıkça, darp edildikçe veya kaybedildikçe daha çok kâr üretildi. Belki de bu yüzden kadına dönük savaşı durdurmuyorlar. Tüm dünyada her gün daha fazla kadının öldürülmesini veya kaybedilmesini ve sistemin sadece bwordpress hesaplarına dikkatini vererek sakince ve memnuniyetle ilerlemesini açıklamanın başka bir yolu yok.

Yaşarsak, suistimal edilmezsek ve gaddarca davranılmazsak ticari işler ziyanla sonuçlanacak olabilir mi? Görünüşe göre büyük kapitalistlerin kârının dünyada gaddarca davranılan kadınların sayısıyla artıp artmadığını, darp edilen, kaybedilen ve öldürülen kadınların sayısıyla onların milyonlarca dolarının, eurosunun veya başka bir kurdaki parasının denk düşüp düşmediğini incelemek zorundayız. Bunu şu nedenle söylüyoruz; çünkü sistemin sadece kâr marjını ne etkiliyorsa onu umursadığını çok iyi biliyoruz. Ayrıca sistemin savaş ve yıkımdan kâr elde ettiğini de biliyoruz. O yüzden ölümlerimizin ve acını çektiğimiz şiddetin kapitalistler için kâr edilebilir olduğunu ve yaşamlarımızın, özgürlüğümüzün ve huzurumuzun sisteme parasal kayıp olarak yansıdığını biliyoruz.

Bu nedenle gelmenizi ve ihbar etmenizi istiyoruz, bunu bir hakim veya bir polis memuru veya bir gazeteci için değil, sizi başka bir kadın, diğer kadınlar ve mücadeleci birçok kadın duysun diye istiyoruz. Böylece compañera, kız kardeş, acın tek başına sadece sana ait olmayacak, diğer ızdırapla birleşecek ve bu ızdıraptan doğan sadece büyük ve derin bir acı değil, aynı zamanda tohum işlevi görecek öfke olacak. Buralarda söylediğimiz üzere, eğer bu tohum örgütlenme ile ekilip biçilerse, böylelikle acı ve öfke direniş ve ayaklanmaya dönüşebilir, bununla birlikte kişisel olarak etkilenip etkilenmeyeceğimizi görmek için durmayı bırakıp, önce bize karşı şiddeti durdurmak, ardından kadınlar olarak özgürlüğümüzü kazanmak için bir şeyler yaparız.

Kadınlar, köylü kadınlar, yerli kadınlar ve Zapatistalar olarak bizim deneyimimiz budur. Barışı, özgürlüğü ve adaleti bize kimse vermeyecek. Mücadele etmek zorundayız kız kardeş ve compañera, özgürlüğümüzü kazanmak ve onu nihai Hükümdardan zorla almak için mücadele etmeliyiz.

Bu nedenle, kadına yönelik şiddete odaklanmamızın sadece onu kınamamız için değil, aynı zamanda bu suçları önlemek için ne yapmakta olduğumuzu, ne yapmış olduğumuzu ve ne yapabileceğimizi söyleyebilmemiz için olduğunu belirtiyoruz.

Kadınlar olarak mücadelenin birçok yöntem ve biçimine sahip olduğumuzu biliyoruz, çünkü sizi İlk Buluşma’da gördük ve dinledik. Bazılarının kendi yönteminin en iyisi olduğunu, diğerlerinin yöntemlerinin işe yaramaz ve yanlış olduğunu düşündüğünü biliyoruz. Herhangi bir anlaşma ile sonuçlanmasa dahi bu şeyleri müzakere etmek iyidir.

Fakat Zapatista kadınlar olarak bizim gördüğümüz sorun şu: Kimin kimden daha feminist olup olmadığını tartışmak ve müzakere etmek için hayatta olmamız gerekli. Ve gerçek şu ki bizler öldürülüyoruz ve kaybediliyoruz.

Bu yüzden bu buluşmaya davet tek bir konu hakkında: Kadına karşı şiddet ve iki ayrı kısmı; kınama ve bize karşı olan bu savaşı nasıl durduracağımıza dair öneriler. Hepimizin aynı yöntemle mücadele vereceği yönünde bir anlaşmaya varamayacağızdır; herkesin kendi yöntemleri, gündemleri ve coğrafyaları olduğunu biliyoruz. Fakat mücadelenin farklı biçimlerini dinlemek, bizim için neyin işe yarayabileceği ve yaramayacağına bakarak mücadelelerimizi şekillendirecek fikirler sunabilir.

Sistem acımızı, çaresizliğimizi, endişemizi ve etkisizliğimizi çığlıklarla sınırlandırmamızı tercih ederdi. İşte şimdi birlikte çığlık atma zamanı, fakat öfkeyle ve kızgınlıkla. Ve her birimiz kendi başına, dağılmış ve yalnız değil – ki böyle öldürüyorlar, kaybediyorlar ve bize tecavüz ediyorlar -, aksine kendi zamanımızdan, mekânımızdan ve yöntemlerimizden gelip buluşarak birlikteyiz.

Compañera ve kız kardeş, ya sadece acıdan çığlık atmayı öğrenmek yerine yeni bir dünyayı hayata getirecek çığlığı atmak için yöntemi, mekânı ve zamanı keşfedebilseydik? Bir düşün kız kardeş, compañera, vaziyet o kadar kötü ki hayatta kalmak için yeni bir dünya yaratmak zorundayız. Sistem gerçekte işte bu kadar kötü, yaşamak için kökünü kazımak zorundayız – biraz tamir etmemeli, yeni bir görünüm kazandırmamalı veya biraz daha düşünceli ve daha az kötücül olmamasını talep etmemeliyiz. Hayır. Yok etmek, kaybetmek ve geride hiçbir şeyi, külleri dahi kalmayacak şekilde öldürmek zorundayız. Biz durumu işte böyle görüyoruz compañera ve kız kardeş, ya sistem ya da biz. Ve kuralları biz değil sistem koydu.

Sizleri 26 Aralık 2019’daki başlayan bu buluşmaya davet edip, 27 Aralık, 28 Aralık ve son günü olan 29 Aralık’ta kalmaya çağırıyoruz.

Buluşma, “Komutan Ramona’nın Ayak İzleri” adını verdiğimiz Semillero’da, Tztoz Choj bölgesindeki “Sözcüklerimizin Hortumu” adlı Morelia Carakol’da [Salyangoz Kabuğu] düzenlenecek. Burası İlk Buluşma’nın da düzenlendiği yer.

Caracol’a doğrudan ulaşarak, burada isim etiketlerini ve program takvimini alacaksınız ve araçları sürecek compañeras seni iyi, normal veya nasıl olursa olsun herhangi bir erkeğin girişine izin verilmeyen gerçek Semillero’ya sizi ulaştıracak. Böyle derken şunu kastediyoruz, semillero dağlar tarafından çevrelendiğinden hiçbir erkek seni uzaktan dahi göremeyecek.

Yanlarında kendilerinin adına yanıt verecek kadınlar eşlik ediyorsa ve yapabilecekleri herhangi bir aptallığın sorumluluğunu ve mesuliyetini alan bir kadın varsa buluşma süresince erkekler Caracol’da bekleyebilir. Bu bölgeye “karışık” diyeceğiz. Diğer bir ifadeyle, kendilerini erkek ve kadın olarak tanımlayan herkes orada bulunabilir. Ayrıca semillero’da buluşmaya katılan bir Zapatista kadın komisyonu, ne olup bittiğini anlamaları için Caracol‘a giderek buluşmada neyin kınandığını söyleyebilir. Ve bir nebze olsun vicdan sahibi olacaklarını varsayarsak, bu erkeklerin diğer erkeklere giderek neyin söylendiğini, her şeyden önemlisi en mühim şeyi, yani onların anlamasını, iyi davranmasını veya bok edişlerine son verişini beklemeyeceğimizi, bunun yerine ilk olarak kendimizi savunmayı örgütleyeceğimizi ve sonra her şeyi, kelimenin tam anlamıyla HER ŞEYİ değiştireceğimizi anlatabilirler.

Bir şey daha compañera ve kız kardeş, İlk Buluşma’da iyi yapmadıklarımızı da gözden geçireceğiz. Bu yüzden bu buluşmayı aynı yerde düzenlemek istedik, çünkü hatalarımızı düzeltip düzeltemeyeceğimizi görmek istiyoruz.

İlk Buluşma’da fark ettiğimiz bir başka şey ise, kayıt ve program hazırlama sürecinde kayıt ve program hazırlamaya yardım edenlerin düşüncesine en uygun olan önerilere biraz iltimas geçildiği ve bazı kadın ve etkinliklerin dışlanmasıydı. Kayıt ve program hazırlamada çalışanların kendileriyle aynı düşünenlerin etkinliklerine öncelik tanıması nedeniyle bu durum yaşandı ve sonrasında diğerleri için zaman ve alan kalmadı.

Bunun tekrarlanmaması, bazı kadınların diğerlerinden daha değerli görülmemesi için yerli Zapatista kadınlar olarak, kayıt ve program hazırlama süreci dahil olmak üzere her şeyi kendimiz yapacağız. Bunu daha önce yapmadık, fakat daha önce araç sürücüsü de olmamıştık ve gördüğünüz üzere bunu yapmayı öğrendik. O yüzden batırabiliriz ve program eksiksiz bir şekilde işlemeyebilir, fakat bunun sebebi bizim gibi düşünen kadınları diğerlerinden daha fazla sevmemizden değil, öğreniyor oluşumuzdan kaynaklanacaktır.

Buluşmayı tamamen kendimiz düzenleyebilmemiz için şimdi bizler görevleri dağıtıp, düzenlemeyi yapıyoruz. O yüzden kayıt için e-posta gönderdiğinizde (nereye ve ne zaman göndermen gerektiğini ileri bir tarihte sana söyleyeceğiz), e-postanı okuyacak olanın, üyesiysen örgütünü, grubunu ve kolektifinin adını veya tek katılacaksan senin ismini not alanın yerli Zapatista kadınlar olacağından emin olabilirsin, ve seni listeye aldığımızı öğrenebilmen için bir yanıt göndereceğiz. Eğer e-postanda buluşmada yapmak istediğin bir şeyi yazarsan, onu programa koyacağız. Bu nedenle kaydını İspanyolca yollamanızı istiyoruz, çünkü dillerimiz Maya kökenine sahip ve biraz İspanyolca bilmemize rağmen diğer dilleri bilmiyoruz. Batırırsak ve ismini not etmemişsek endişelenme, çünkü buraya geldiğinde kayıt olabilirsin ve sana Mücadeleci Kadınlar’ın İkinci Enternasyonal Buluşması için isim etiketini veriyor olacağız.

Şimdi tarihi ve mekânı bildiğine göre, kendin gelecek şekilde veya başkasını göndererek veya neler olduğunu ve neler söylediğimizi bildirmek üzere birini görevlendirerek ayarlamalara başlayabilirsin. Uzaklarda olsan bile, mücadeleci kadınlar olarak bizim görevimizin size verdiğimiz küçük ışığın sönmesine izin vermemek olduğunu göreceksin. Küçük bir kıvılcımın ışık için değil, fakat lanetli ataerkil kapitalist sistemin tamamını yakıp kül etmek için olduğunu göreceksin.

Şimdilik bu kadar kız kardeş ve compañera. İleri bir tarihte kayıt e-postasını ne zaman ve nereye göndermen gerektiğini bildireceğiz. Şimdilik en önemli bilgilere sahipsin: 26, 27, 28 ve 29 Aralık 2019 tarihinde, İlk Buluşma’nın gerçekleştiği ve bu kelimeleri yazıp seninle kucaklaştığımız bu yerde, yani…

Güneydoğu Meksika’nın dağlarında,

Mücadeleci Kadınlar’ın İkinci Enternasyonal Buluşması için Zapatista Kadınlar Koordinatörleri

Selva-Fronteriza Bölgesi:

Marisol
, Yeni, 
Mirella, 
Neri, 
Yojari, 
Arlen
, Erica, 
Mariana, 
Mayder, 
Cleyde, 
Evelin, 
Alejandra and 
Nayeli

Chiapas Tepeleri Bölgesi:

Yessica
, Zenaida, 
Lucía, 
Teresa, 
Fabiola, 
Flor, 
Gabriela, 
Lidia, 
Fernanda, 
Carla and 
Ofelia

Selva Tzeltal Bölgesi:

Dalia
, Rosalinda, 
Marina, 
Carolina, 
Alejandra, 
Laura, 
Ana, 
Cecilia, 
Julia, 
Estefanía, 
Olga and 
Eloisa

Tsots Choj Bölgesi:

Gabriela, 
Elizabeth I, 
Maydelí I, 
Elizabeth II, 
Guadalupe
, Leydi, 
Lauriana, 
Aliz, 
Ángeles, 
Maydelí II, 
Jhanilet
, Fabiola, 
Mariela, 
Daniela, 
Yadira, 
Yolanda, 
Marbella, 
Elena and 
Elissa

]]>
https://kadinlarsokakta.org/2019/09/26/zapatista-kadinlar-kadin-bulusmasina-cagriyor/feed/ 0