Devlet – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Sat, 07 Nov 2020 08:31:42 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Polis Şiddetine Karşı Kadıköy’de Direniş Var https://meydan1.org/2020/06/02/polis-siddetine-karsi-kadikoyde-direnis-var/ https://meydan1.org/2020/06/02/polis-siddetine-karsi-kadikoyde-direnis-var/#respond Tue, 02 Jun 2020 15:51:26 +0000 https://meydan.org/?p=59290 Gençlik Örgütleri “Polis Şiddetine Karşı Yürüyoruz” çağrısıyla bugün 18:00’da Kadıköy’de gerçekleştirdiği yürüyüşe polis saldırdı. Polis Kadıköy’de bir araya gelen 29 devrimciyi işkenceyle gözaltına aldı. Polis saldırısına direnişle karşılık veren devrimciler, “Katil Devlet Yıkacağız Elbet”, “Polis Defol Bu Sokaklar Bizim”, “Katil Devlet Hesap Verecek” sloganlarıyla karşılık verdi. Anarşist Gençlik’ten 11, SGDF’den 9, Devrimci Otonom’lardan 2, YDG’den […]

The post Polis Şiddetine Karşı Kadıköy’de Direniş Var appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Gençlik Örgütleri “Polis Şiddetine Karşı Yürüyoruz” çağrısıyla bugün 18:00’da Kadıköy’de gerçekleştirdiği yürüyüşe polis saldırdı.

Polis Kadıköy’de bir araya gelen 29 devrimciyi işkenceyle gözaltına aldı. Polis saldırısına direnişle karşılık veren devrimciler, “Katil Devlet Yıkacağız Elbet”, “Polis Defol Bu Sokaklar Bizim”, “Katil Devlet Hesap Verecek” sloganlarıyla karşılık verdi.

Anarşist Gençlik’ten 11, SGDF’den 9, Devrimci Otonom’lardan 2, YDG’den 2, DEV-GÜÇ’ten 1 ve Öğrenci İnisiyatifi’nden 1, toplam 29 kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınanların isimleri ise şöyle;

Burak Aktaş, Zeynel Çuhadar, Meltem Çuhadar, Nergis Şen, Şeyma Çopur, Mısra Sapan, Ahmet Bay, İlyas Seyrek, Atakan Polat, Emircan Kunuk, Batuhan Çotur, Alev Özkiraz, Deniz Bahçeci, Neslihan Duran, Nazlı Yöyler, Hivda Seven, Özge Doğan, Ulaş Baran Sevindi, Arda Yüksel, İbrahim Hakkı Eren, Cem Yılmaztürk, Onur Kavruk, Yıldırım Uğurlu, Ahmet Furkan Polatkan, Can Çıldır, Sümeyye Köse, Elif Karakaya, Merve Özbir, Ela Deniz Albayrak.

Gözaltına alınan devrimciler Kadıköy İskele Karakol’una götürüldü. Karakolda işkence devam ederken devrimcilerin sloganları dışarıdan duyuluyor.

Güncelleme 22:00

Gözaltına alınan 29 devrimci, Bayrampaşa Devlet Hastanesi’nde yapılan rutin işlemin ardından Vatan Emniyet’e götürüldü. İfade işlemleri sürüyor.

The post Polis Şiddetine Karşı Kadıköy’de Direniş Var appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/06/02/polis-siddetine-karsi-kadikoyde-direnis-var/feed/ 0
Yine Sınır Yine Zulüm https://meydan1.org/2020/03/09/yine-sinir-yine-zulum/ https://meydan1.org/2020/03/09/yine-sinir-yine-zulum/#respond Mon, 09 Mar 2020 17:36:46 +0000 https://meydan.org/?p=55801 Meriç nehrinin Yunanistan tarafındaki kıyısına göçmenlerin geçmesini engellemek için kıyı boyunca jiletli teller çekildi ve geçtiğimiz günlerde ise daha fazla tel ile takviye edildi. Yunan devletinin yakın gelecekte sınırı genişletmeyi planladığı belirtildi.

The post Yine Sınır Yine Zulüm appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meriç nehrinin Yunanistan tarafındaki kıyısına göçmenlerin geçmesini engellemek için kıyı boyunca jiletli teller çekildi ve geçtiğimiz günlerde ise daha fazla tel ile takviye edildi. Yunan devletinin yakın gelecekte sınırı genişletmeyi planladığı belirtildi.

The post Yine Sınır Yine Zulüm appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/03/09/yine-sinir-yine-zulum/feed/ 0
Afyon Hapishanesi’nde Siyasi Tutsaklara İşkence https://meydan1.org/2020/02/23/afyon-hapishanesinde-siyasi-tutsaklara-iskence/ https://meydan1.org/2020/02/23/afyon-hapishanesinde-siyasi-tutsaklara-iskence/#respond Sun, 23 Feb 2020 08:08:33 +0000 https://meydan.org/?p=55064 Afyon T tipi kapalı hapishanesinde gardiyanlar tutsaklara sistematik işkence uyguluyor. Tutsaklar darp raporu almak istediğinde ise gardiyanlar, “yasalar bize bu yetkiyi veriyor” ve “kurumu aşağılayacaksınız” diye engel oluyor. Geçtiğimiz günlerde İsmail çevik yapılan işkenceyi görüşüne gelen abisi Hüseyin Çevik’e anlattı. Çevik, kardeşinin falakaya yatırıldığını, kıyafetlerinin parçalandığını ve ağır hakaret ve küfürlere maruz kaldığını aktardı. Darp […]

The post Afyon Hapishanesi’nde Siyasi Tutsaklara İşkence appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Afyon T tipi kapalı hapishanesinde gardiyanlar tutsaklara sistematik işkence uyguluyor. Tutsaklar darp raporu almak istediğinde ise gardiyanlar, “yasalar bize bu yetkiyi veriyor” ve “kurumu aşağılayacaksınız” diye engel oluyor.

Geçtiğimiz günlerde İsmail çevik yapılan işkenceyi görüşüne gelen abisi Hüseyin Çevik’e anlattı. Çevik, kardeşinin falakaya yatırıldığını, kıyafetlerinin parçalandığını ve ağır hakaret ve küfürlere maruz kaldığını aktardı.

Darp raporu alan İsmail Çevik ve tutsak arkadaşları bu sefer de rapor aldıkları için tehdit ve şiddete maruz kaldı.

The post Afyon Hapishanesi’nde Siyasi Tutsaklara İşkence appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/02/23/afyon-hapishanesinde-siyasi-tutsaklara-iskence/feed/ 0
Trump, Korkudan Duvar Ördürdü https://meydan1.org/2020/02/23/trump-korkudan-duvar-ordurdu/ https://meydan1.org/2020/02/23/trump-korkudan-duvar-ordurdu/#respond Sun, 23 Feb 2020 07:13:16 +0000 https://meydan.org/?p=55053 Hindistan’ın Gujarat eyaletinin Ahmedabad kentinde, Donald Trump’ın ziyaretinden önce gecekondu mahallesinin önüne duvar inşa edildi. Trump ve eşi Melania Trump’ın ziyareti iki binden fazla insanın yaşadığı gecekondu mahallesinin önündeki yola 500 metrelik duvar ördürdü. Hükümet yetkilisi Bijal Patel, “gecekonduları saklamak için değil güvenlik gerekçesiyle örüldüğünü” belirtti.

The post Trump, Korkudan Duvar Ördürdü appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Hindistan’ın Gujarat eyaletinin Ahmedabad kentinde, Donald Trump’ın ziyaretinden önce gecekondu mahallesinin önüne duvar inşa edildi.

Trump ve eşi Melania Trump’ın ziyareti iki binden fazla insanın yaşadığı gecekondu mahallesinin önündeki yola 500 metrelik duvar ördürdü.

Hükümet yetkilisi Bijal Patel, “gecekonduları saklamak için değil güvenlik gerekçesiyle örüldüğünü” belirtti.

The post Trump, Korkudan Duvar Ördürdü appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/02/23/trump-korkudan-duvar-ordurdu/feed/ 0
Zuckerberg: Devlet İnternet Dünyasına Daha Fazla Müdahale Etmeli https://meydan1.org/2020/02/16/zuckerberg-devlet-internet-dunyasina-daha-fazla-mudahale-etmeli/ https://meydan1.org/2020/02/16/zuckerberg-devlet-internet-dunyasina-daha-fazla-mudahale-etmeli/#respond Sun, 16 Feb 2020 08:24:49 +0000 https://meydan.org/?p=54717 Mark Zuckerberg internet dünyasına ilişkin, “bana göre, sınırların belirlenmesi gereken yerlerde devletten, özellikle politik reklam veya yoğun olarak tartışılan konularla ilgili daha fazla talimat ve kural olmalıdır” dedi. Daha önce milyonlarca internet kullanıcısının bilgilerini siyasi danışmanlık şirketleriyle izinsiz paylaşmasıyla ilgili yargılanan Zuckerberg bu sefer de devletin internet alanına daha fazla müdahale etmesi gerektiğini savundu.

The post Zuckerberg: Devlet İnternet Dünyasına Daha Fazla Müdahale Etmeli appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Mark Zuckerberg internet dünyasına ilişkin, “bana göre, sınırların belirlenmesi gereken yerlerde devletten, özellikle politik reklam veya yoğun olarak tartışılan konularla ilgili daha fazla talimat ve kural olmalıdır” dedi.

Daha önce milyonlarca internet kullanıcısının bilgilerini siyasi danışmanlık şirketleriyle izinsiz paylaşmasıyla ilgili yargılanan Zuckerberg bu sefer de devletin internet alanına daha fazla müdahale etmesi gerektiğini savundu.

The post Zuckerberg: Devlet İnternet Dünyasına Daha Fazla Müdahale Etmeli appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/02/16/zuckerberg-devlet-internet-dunyasina-daha-fazla-mudahale-etmeli/feed/ 0
Erdoğan’a Hakaret Gerekçesiyle Bir Öğretmen Görevden Alındı https://meydan1.org/2020/02/16/erdogana-hakaret-gerekcesiyle-bir-ogretmen-gorevden-alindi/ https://meydan1.org/2020/02/16/erdogana-hakaret-gerekcesiyle-bir-ogretmen-gorevden-alindi/#respond Sun, 16 Feb 2020 08:06:58 +0000 https://meydan.org/?p=54714 Bursa’nın İnegöl ilçesinde bir anaokulunda ücretli öğretmenlik yapan B.K görevinden alındı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hakaret ettiği gerekçesiyle işinden atılan öğretmen gözaltına alınıp hakkında dava açıldı.

The post Erdoğan’a Hakaret Gerekçesiyle Bir Öğretmen Görevden Alındı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Bursa’nın İnegöl ilçesinde bir anaokulunda ücretli öğretmenlik yapan B.K görevinden alındı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hakaret ettiği gerekçesiyle işinden atılan öğretmen gözaltına alınıp hakkında dava açıldı.

The post Erdoğan’a Hakaret Gerekçesiyle Bir Öğretmen Görevden Alındı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/02/16/erdogana-hakaret-gerekcesiyle-bir-ogretmen-gorevden-alindi/feed/ 0
Irak’ta ABD Üssüne Saldırı https://meydan1.org/2020/01/12/irakta-abd-ussune-saldiri/ https://meydan1.org/2020/01/12/irakta-abd-ussune-saldiri/#respond Sun, 12 Jan 2020 17:51:30 +0000 https://meydan.org/?p=53279 Irak Güvenlik Medya Ağı tarafından yapılan açıklamaya göre, Beled Askeri Üssü’ne İran tarafından 8 Katyuşa füzesi atıldı. ABD’ye ait askeri üste Iraklı askerler de bulunuyor. Saldırıda, Irak ordusuna bağlı 1 subay ve 3 asker yaralandı.

The post Irak’ta ABD Üssüne Saldırı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Irak Güvenlik Medya Ağı tarafından yapılan açıklamaya göre, Beled Askeri Üssü’ne İran tarafından 8 Katyuşa füzesi atıldı.

ABD’ye ait askeri üste Iraklı askerler de bulunuyor.

Saldırıda, Irak ordusuna bağlı 1 subay ve 3 asker yaralandı.

The post Irak’ta ABD Üssüne Saldırı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/01/12/irakta-abd-ussune-saldiri/feed/ 0
Tarihin Derinliklerine Kara Bir El : Mano Negra – Furkan Çelik https://meydan1.org/2019/11/13/tarihin-derinliklerine-kara-bir-el-mano-negra-furkan-celik/ https://meydan1.org/2019/11/13/tarihin-derinliklerine-kara-bir-el-mano-negra-furkan-celik/#respond Wed, 13 Nov 2019 07:11:51 +0000 https://test.meydan.org/2019/11/13/tarihin-derinliklerine-kara-bir-el-mano-negra-furkan-celik/ Dünyanın dört bir yanından gelen işçiler, Birinci Enternasyonel’de mücadele yöntemlerini, toplumsal devrimi ve devrime giden yolları tartışmak için bir araya gelmişlerdi. Bakunin, “Özgürlüğe giden yolda, özgürlükten vazgeçilemez.” dediğinde Enternasyonel içerisinde anti-otoriter bir kanat oluşmaya başlamıştı. Bakunin’in bu fikri kırılma yaratmış ve sonrasında 1872 Lahey kongresi ile birlikte anti-otoriter kanat Enternasyonel’den ayrılarak Anarşist Enternasyonel’i kurmuştu. Bu […]

The post Tarihin Derinliklerine Kara Bir El : Mano Negra – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Dünyanın dört bir yanından gelen işçiler, Birinci Enternasyonel’de mücadele yöntemlerini, toplumsal devrimi ve devrime giden yolları tartışmak için bir araya gelmişlerdi. Bakunin, “Özgürlüğe giden yolda, özgürlükten vazgeçilemez.” dediğinde Enternasyonel içerisinde anti-otoriter bir kanat oluşmaya başlamıştı. Bakunin’in bu fikri kırılma yaratmış ve sonrasında 1872 Lahey kongresi ile birlikte anti-otoriter kanat Enternasyonel’den ayrılarak Anarşist Enternasyonel’i kurmuştu. Bu yeni Anarşist Enternasyonel’in kurulmasıyla birlikte farklı coğrafyalarda anarşist hareketler belirginleşmeye başlayacak, temaslar ve etkileşimler hızla artacaktı.

Bakunin’in fikirlerini benimseyen işçiler kendi coğrafyalarına döndüğünde anarşist bir hareket filizlenmeye başlamıştı. 1881 yılında, İspanya Bölgesel İşçi Federasyonu (FTRE) anarşist kolektivizmi benimseyerek İspanya’da mücadeleyi büyütmeyi strateji olarak belirlemiş, kurulduktan bir sene sonra 60 bin üyeye ulaşarak toplumsallaşmıştı.

Eller Karaya Boyanıyor

FTRE ile işçi mücadelesinde anarşist hareket büyürken bir yandan da Endülüs bölgesindeki köylülerde daha radikal bir hareketlenme başlıyordu. Cadiz bölgesinde daha çok hissedilen bu radikalleşme, köylülerin kendilerini sömürenlere karşı koyuşlarından başka bir şey değildi. Kendilerine karşı şiddet uygulayan generallere, toprak ağalarına, patronlara karşı silahlı eylemler düzenliyorlar, zenginlerin mallarına el koyuyorlardı. Tüm bu eylemleri sahipleniş biçimleri de oldukça ilginçti. Ellerini kara boyaya bulayıp kapılara el izlerini bırakıyorlardı. Bu imza şeklinin Kara El (Mano Negra) adında bir örgüt yaratması kaçınılmazdı…

Açlık Çoğunluktadır

“Ve bilinmez sanılır geleceği

Bir demiryolu makasçısının

Oysa kesinlikle yazılmıştır

Her sevgi kitabında

Aslolan açlıktır…

Açlık çoğunluktadır.”

Turgut Uyar

Mano Negra (Kara El), İspanyalı köylülerin oluşturduğu bir örgütlenmeydi. Kurak geçen yazlar hiç mahsül alınmamasıyla sonuçlanıyor, bu da köylüler için açlık demek oluyordu. Halbuki topraklardan ticaret yapan zenginlerin, üretimi yapan köylüleri sömürenlerin ve burjuvaların ambarları hınca hınç doluydu.

Mano Negra, bir şey yapmalıydı çünkü açlık çoğunluktaydı. Önce birkaç kova siyah boya aldılar ve daldırdılar ellerinin tekini kovalara. Sonra dayandılar, ağzına kadar dolu ambarlara. İlk eylemleri buydu. Zenginlerin ambarlarını soydular ve kendilerinin ürettiklerini, kendilerine dağıttılar. Çünkü, 1880’li yıllarda Endülüslü bir köylünün fazla seçeneği yoktur. Açlık kapıya dayandığında burjuvaların kapısında köle olup yalvarırsın. Yalvarmazsan da açlıktan ölürsün. Ama durun, başka bir seçenek daha vardı. Mano Negra kapkara olmuş elleriyle geliyordu! Zenginlerden çalacaklardı…

Devlet Hep Zengini Korur

Mano Negra’nın ilk eyleminin üstünden yıllar geçti. Kendi adaletlerini sağlamaya devam ettiler. Eylemler arttıkça, kapılardaki kara el izleri de artıyordu. El izleri arttıkça kaçınılmaz olan, oldu. Devletin ordusu burjuvaları korumak için harekete geçti.

Takvim 1892’yi gösterdiğinde Cadiz Eyaleti’nin Jerez şehrinde büyük bir isyan patlak verdi. Yıllardır süre gelen ezilmişliğin, aşağılanmışlığın ve açlığın sonunda isyan kaçınılmazdı. İşçiler, köylüler… Herkes oradaydı. Şehirdeki devlet dairelerinin çoğu yıkılmış durumdaydı. Mano Negra, o gün kocaman bir kara eldi. Herkes Mano Negra’nın kapkara ve sıkılı tek bir yumruğu olmuştu…

General Martinez Campos komutasındaki ordu, Jerez’e gelerek isyanı bastırmak için saldırıya geçmişti. Oldukça kısa sürede, sayısı bilinmeyen bir çok insanı katletmiş, 3 bine yakın kişi tutuklanmıştı. Jerez İsyanı’nı, Mano Negra’nın daha önce yaptığı eylemleri organize ettiği iddiası ve Mano Negra üyesi olduğu gerekçesiyle 4 anarşist Jerez Meydanı’nda idam edilerek katledilmişti.

El İzleri Unutulmayanlar

Jerez İsyanı’nın üzerinden bir yıl geçtikten sonra, Barcelona’da askeri bir tören sırasında General Martinez Campos görünür. Anarşistlerden Paulino Pallás da törendedir. Bir yıl önce katledilen yoldaşları için oradadır Paulino. Katledilen yoldaşlarının el izleri hala bazı kapılarda duruyorken, unutmak Paulino için mümkün olmamıştır. Ve işte şimdi hesap sormak için generalin yanında, elinde bir bombayla durmaktadır. Eylemi gerçekleştirir Paulino fakat general yaralı olarak kurtulmayı başarır. Paulino Pallás ise yakalanır. Pallás yakalandığı sırada Jerez’de idam edilen anarşistleri unutmadığını anarşizm sloganlarıyla haykırır. 2 hafta sonra da Pallás yaptığı eylemden dolayı idam edilir. Fakat el izi hala birçok duvarda onu hatırlatır.

Başka Kara El’ler

Cadiz Bölgesi’nde ellerini kara boyayla boyayanlar farklı yıllarda, farklı coğrafyalara ulaşmıştır. Manu Chao, yıllar sonra bir müzik grubu kurmuş ve adını Mano Negra koymuştur. Cadiz’deki Mano Negra’dan bağımsız olarak Güney Amerika’da aynı isimle bir çok örgüt kurulmuştur.

Hatta Birinci Dünya Savaşı’nın çıkış bahanesi olarak gösterilen Avusturya Arşidükü Franz Ferdinand’ın Saraybosna’da uğradığı suikasti gerçekleştiren Gavrilo Princip’in de dahil olduğu örgütün adı Kara El’dir. Bu örgütün ideolojik olarak anarşizmle alakası olmasa da Princip, Kropotkin’in yazılarını okuduğundan bahseder, halk hareketinin önemli olduğunu vurgular. Dönem itibari ile bazı halk hareketleri anarşistlerin kral-imparator-generallere yaptıkları eylemlerden ilham alırlar. Kara El örneğinde olduğu gibi anarşistlerin toplumsal hareketlere etkisi sadece yöntemsel anlamda kullandığı tekniklerle değil iktidarlara karşı olan kararlı mücadeleleri ve büyüttükleri pratikler sebebiyle olmuştur.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 51. sayısında yayınlanmıştır.

*Jerez hapishanesi’nde bulunan Mano Negra’lı tutsakları resmeden gravür.

The post Tarihin Derinliklerine Kara Bir El : Mano Negra – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/11/13/tarihin-derinliklerine-kara-bir-el-mano-negra-furkan-celik/feed/ 0
Ezilenlerin “Ortak Lüks”ü İktidarlara Karşı Mücadeledir! – İlyas Seyrek https://meydan1.org/2019/11/12/ezilenlerin-ortak-luksu-iktidarlara-karsi-mucadeledir-ilyas-seyrek/ https://meydan1.org/2019/11/12/ezilenlerin-ortak-luksu-iktidarlara-karsi-mucadeledir-ilyas-seyrek/#respond Tue, 12 Nov 2019 14:27:28 +0000 https://test.meydan.org/2019/11/12/ezilenlerin-ortak-luksu-iktidarlara-karsi-mucadeledir-ilyas-seyrek/ Gerek yaşadığımız coğrafyada giderek artan faşizan pratikler gerekse tüm dünyada yükselen milliyetçi söylem ve hareketler, karşısında farklı bir dünyayı düşleyenlerin ortak bir mücadeleyi örgütlemesi gerektiğine dair anlayışı da yaratıyor. Bu bağlamda tarihsel arka plana sahip köklü tek bir ideolojinin ön plana çıkarılıp yükseltilmesinden ziyade güncel veya tarihsel, devrimci tarihin ortak pratikleri veya direnişleri öne çıkarılmaya […]

The post Ezilenlerin “Ortak Lüks”ü İktidarlara Karşı Mücadeledir! – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Gerek yaşadığımız coğrafyada giderek artan faşizan pratikler gerekse tüm dünyada yükselen milliyetçi söylem ve hareketler, karşısında farklı bir dünyayı düşleyenlerin ortak bir mücadeleyi örgütlemesi gerektiğine dair anlayışı da yaratıyor. Bu bağlamda tarihsel arka plana sahip köklü tek bir ideolojinin ön plana çıkarılıp yükseltilmesinden ziyade güncel veya tarihsel, devrimci tarihin ortak pratikleri veya direnişleri öne çıkarılmaya başladı. Kolektivistlerden karşılıkçılara, blankistlerden, komünistlere farklı arka planlara sahip devrimcilerin bir araya geldiği, ayakta kaldığı 3 ay boyunca ve ondan önceki hazırlık süreçleriyle ortak bir hareketi yaratmış Paris Komünü de böylesi bir dönemde hatırlanan, üzerinde en çok konuşulan pratiklerden biri oluyor.

Bir kültür tarihçisi olan Kristin Ross’un Ortak Lüks: Paris Komünü’nün Siyasi Muhayyilesi adlı kitabı tam da bu anlayışın bir yansıması olarak kaleme alındığı için ortak düşmana karşı ortak mücadele vermek isteyenlerin dikkatlerini çeken bir kitap. Paris Komünü’nü “komünal bir örgütlenme yani bütün enerji ve zekalar arasındaki dolaysız işbirliği” olarak tanımlayan Ross, Komün’ün pek dillendirilmeyen yanlarını ortaya koyduğu gibi Komün’ün yarattığı ortaklığın düşünceler ve eylemler üzerinden izini sürüyor.

Bir İlkenin Tezahürü Olarak Komün

Komünarların kendilerine “yurtsever” demediğini, Komün’ün “evrensel bir cumhuriyet” fikriyle hareket ettiğini söyleyen Ross, Komün’ü milliyetçi ulusal bir anlatı veya resmi (SSCB) komünist tarih yazımı içerisinde sıkıştırarak boğmak yerine evrensel bir ufku olan, ulus devlet ve sermaye ile örtüşmeyen noktalara dikkat çekiyor: “Paris Komünü’nün bize bıraktığı muhayyile ne ulusal bir cumhuriyetçi orta sınıfa ne de devlet güdümlü bir kolektivizme aittir. Ortak lüks, ne onun etrafını kuşatan (Fransız) burjuva lüksüdür ne de ondan sonra ortaya çıkıp yirminci yüzyılın ilk yarısına hakim olan faydacı devletçi kollektivist deneylerdir”.

Komünarların yıktığı devlet kurumlarının ve gündelik yaşamın organizasyonu için oluşturduğu örgütlerin bir devleti betimlememesi ve yaratmaması önemli bir olgu olarak karşımıza çıkıyor. Komün için savaşanların toplumsal işleyişin tamamını örgütleyenler olması yani bireysel ve toplumsal boyutlarda gerçek anlamıyla özgürlüğü deneyimleye yönelik istek ve pratikler böylesi bir olguyu yaratıyor. İşte Ross da kitap boyunca çoğu kez bu olguya dikkat çekiyor: “Komün sırasında Paris Fransa’nın başkenti değil, evrensel bir halklar federasyonu içindeki özerk bir kolektif olmak istiyordu. Bir devlet olmak değil, son kertede uluslararası ölçekli bir komünler federasyonu içerisindeki bir unsur, bir birim olmak istiyordu”.

“Siyasi ve toplumsal bir mecra olarak Komün’ün sunup da fabrikanın sunamadığı şey kadınları, çocukları, köylüleri, yaşlıları ve işsizleri de içeren daha geniş bir toplumsal kapsamdı.” sözleriyle kitapta Komün’ün bir işçi hükümeti niteliğine sahip olmadığı aksine ezilenlerin özyönetimi olduğunu anlatılmaya çalışılıyor. Ayrıca Ross’a göre yanlış bir biçimde yorumlanarak olup bitmiş, başarısız olmuş bir tarihsel olay olarak görülen Komün’den dersler çıkarmak yerine Komün’ün öncesinde, sırasında ve sonrasında oluşan birlikteliğin ve ortak kültürün bugünü örgütlemede ne kadar önemli olduğunu anlamak gerekiyor. Ona göre günümüzün eğitim, sanat, emeğin özgürlüğü ve ekoloji gibi sorunlarının çözümü de komünarların kendi yarattıkları düşünce ve pratiklerinin ışığında yaratılabilir.

Komünün “Ortak” Değerleri

Ross Komün’ün okumasını yaparken Komün’ü oluşturan ve komünarların yaşadığı olaylardan sık sık yararlanıyor. Papa Muhafızları’ndan Afrikalı bir siyah ile elbisesinin altına eski asker botlarını giymiş eski bir öğretmen olan Louise Michel’in gecenin geç vaktinde beraber tuttukları nöbeti anlatıyor. Tam da bu kesişim üzerinden Komün’ün özgün yanını ortaya koyuyor ve “birbirinden farklı deneyimlerle, kişinin kendi siyasi özneleşmesiyle ilişkisinin ne kadar farklı yollardan yaşanabileceğini gösteriyor.” Paris Komünü’nün, yıllar sonra gerçekleşen İberya Devrimi ve Rus Devrimleri gibi süreçlerde de tekrarlanan uluslararası devrimci dayanışma örneklerine kaynaklık ettiğini görmemizi sağlıyor.

Ross farklı arka planlara birden yer vererek Çernişevski’nin Nasıl Yapmalı? romanında öngörülen “uzak hayallerden gündelik gerçeklikle doğrudan yüzleşmeye yönelten bir sosyalizm yolu”na dikkatleri çekmeye çalışıyor.

Komün’ü yaratan sürecin Fransa-Prusya savaşından sonra birden patlak veren bir isyanla başlamadığı, imparatorluğun son dönemlerindeki, 1860’lardaki halk toplantılarıyla, bunlardan üreyen çeşitli birlik ve komitelerle ve kuşatma döneminin devrimci kulüpleriyle başladığı çeşitli referanslarla ve hikayelerle anlatılıyor.

Paris halkının, devrimcilerinin toplumsal dönüşümü sağlayacak şekilde toplumsal yaşamı yeniden organize etmeye yönelik sohbet ve tartışmalarının gerçekleştirildiği bu kulüplerin Paris Komünü için önemi çok büyük. Bu kulüpler ve toplantı mekanları ayn zamanda “halk okulları” görevini de görüyordu. Toplantılar mülkiyeti, kadın emeğini ve akla gelebilecek politik pek çok meseleyi gündemine alıyor, tartışıyordu. Buralar Habermas’ın kamusal alan kavramını anlatırken tarif ettiği, burjuvaların sanatsal ve politik meseleleri konuşmak için gerçekleştirdiği toplantılar gibi değildi. Özellikle Paris’in kuzeyindeki toplantılar “vive la Commune” sloganı ile başlatılıyor ve kapatılıyordu.

Komünü destekleyen ve selamlayan çok sayıda düşünürün de bu deneyimden etkilendiğini anlatan Ross, komünist William Morris, anarşist Elisee Reclus ve Kropotkin’in komünü destekleyen düşüncelerine örnek veriyor. Bizzat komünde yerini almış Elisee Reclus’un “şiarımız artık yaşasın evrensel cumhuriyet” sözünü de komünün ilkesi olarak aktarıyor.

Ross’un dönemin güncel sorunlarıyla mücadeleye yani pratiğe verdiği değeri hatırlattıktan sonra Komün’e destek açıklaması yapan ve Komün’ün ortak değerlerine işaret eden düşünürlerin sözlerine değinmek gerekiyor. Ross, Marx’ın Paris Komünü hakkında olumlu olarak söylediği cümleleri cımbızladıktan sonra Pyotr Kropotkin’in “Modern sosyalizmin fikirlerinin gerçekleştirilebileceği mecranın bundan böyle özgür Komün olduğunu anlamışlardı” ve “Bize devrim için gereken ortamı ve onu gerçekleştirmenin aracını bir tek komünler verebilir.” sözlerinin yanı sıra, William Morris’in “Siyasi birimler olarak milletler artık var olmayacak; medeniyet büyüklü küçüklü çeşitli toplulukların federalleşmesi anamına gelecek” sözlerini Komün’ün pratikten çıkan Ortak Lüksü’nün işaretleri olarak selamlıyor. Kitabın son “Dayanışma” bölümünde ise bugünün ortak lüksü yaratılırken ortaya koymamız gereken pratiğin arka planını Komün’ün ortak değerlerine, ilkelerine sadık kalabilmiş olan Morris, Kropotkin ve Reclus gibi komünist/anarşist kişilerin ilkelerini ve düşündüklerini anlatarak ortaya koyabiliyor.

Öncelikle Ross’un üzerinde durduğu gündelik yaşamın, pratiğin ortaklaştırıcı yönüne ve ezilenlerin ortak bir dünyayı nasıl yaratabileceğine dair özellikle son bölümde gösterdiği adreslerin yerinde olduğunu belirtmek geliyor. Ardından da Komün’den sonra Komün’ün işaret ettiği ilkeleri (sermaye, devlet ve ulusun aynı anda çözülmesi) pratikleyebilmiş deneyimlere de yani Kronştad, Ukrayna ve İberya’yı da selamlamak gerektiğini unutmamak!

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 51. sayısında yayınlanmıştır.

The post Ezilenlerin “Ortak Lüks”ü İktidarlara Karşı Mücadeledir! – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/11/12/ezilenlerin-ortak-luksu-iktidarlara-karsi-mucadeledir-ilyas-seyrek/feed/ 0
Anarşist Bir Demiryolcunun Hikayesi : BİZİM ALİ https://meydan1.org/2019/11/12/anarsist-bir-demiryolcunun-hikayesi-bizim-ali/ https://meydan1.org/2019/11/12/anarsist-bir-demiryolcunun-hikayesi-bizim-ali/#respond Tue, 12 Nov 2019 06:52:31 +0000 https://test.meydan.org/2019/11/12/anarsist-bir-demiryolcunun-hikayesi-bizim-ali/ 10 Ekim Ankara Katliamı’nda yaşamını yitiren yoldaşlarımızın, dostlarımızın anısını yaşatmak ve mücadelelerini anlatmak için verilen çabalardan biri olarak, katliamın 4. yıl dönümünde Bizim Ali kitabı yayınlandı. Ali Kitapçı’nın yaşamını ve mücadelesini anlatan Bizim Ali kitabının yazarı Cem Gök’le Meydan Gazetesi olarak anarşist bir sendikacının hikayesini, 10 Ekim’i ve sonrasını konuştuk. Önce kitabın oluşum sürecinden başlayalım […]

The post Anarşist Bir Demiryolcunun Hikayesi : BİZİM ALİ appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

10 Ekim Ankara Katliamı’nda yaşamını yitiren yoldaşlarımızın, dostlarımızın anısını yaşatmak ve mücadelelerini anlatmak için verilen çabalardan biri olarak, katliamın 4. yıl dönümünde Bizim Ali kitabı yayınlandı. Ali Kitapçı’nın yaşamını ve mücadelesini anlatan Bizim Ali kitabının yazarı Cem Gök’le Meydan Gazetesi olarak anarşist bir sendikacının hikayesini, 10 Ekim’i ve sonrasını konuştuk.

Önce kitabın oluşum sürecinden başlayalım istersen. Yazmaya nasıl karar verdin, nasıl bir süreç sonunda oluştu bu kitap? Ali’yle nasıl bir ilişkin vardı, bu ilişki kitaba nasıl yansıdı?

Ben İstanbul’daydım Ali Ankara’daydı, Ali ile farklı dönemlerde anarşizmle tanışmış insanlarız. Ali 80’lerin sonunda İngiltere’de anarşizmle tanışırken ben 2000’lerin başında üniversite ile birlikte anarşizmle tanıştım. Bir noktadan sonra benim politik düşüncelerimi şekillendiren şey sınıf mücadeleci anarşizm ve onun daha önemli olduğu vurgusuydu. İstanbul’da yaşayan bir arkadaş çevresi olarak “işçi sınıfı içerisinde nasıl mücadele ederiz, onlarla birlikte nasıl hareket edebiliriz’’in derdine düşmüştük. Biz üniversitede öğrenciyken Ankara’da Ali Kitapçı diye bir kişiyi duyuyorduk, gidip geldikçe onunla görüşmeye başladık. Çok sık olmasa da onunla sohbet ediyorduk. Anarko-sendikalist bir bakış açısıyla kendi sendikasında, kendi iş yerinde mücadele etmeye çalışan bir kişiydi. 90’lardan başlayarak katledildiği 2015 yılına kadar aynı çizgide kendi mücadelesini koruyan bir kişiydi. Katledilmesi benim ve birçok arkadaşımız için çok yıkıcı oldu. Ne yapılabilir Ali’nin anısı için diye düşündük. Çünkü Ali’nin anısı sadece bireysel bir anı değil, bir mücadele hattının simgesiydi. O mücadele hattının simgesini öne çıkarmak ve onun mücadelesini anlatmak ve yaşatmak için ne yapabiliriz diye bir süre düşündük. Bir dönem bir kütüphane kurulabilir mi diye bir fikir vardı fakat şekillenemedi. Sonrasında kitap fikri ortaya çıktı. Daha sonra bunu Ankara’daki arkadaşlara aktardım. Ankara’daki arkadaşlar da olumlu bakınca kitap çalışması başladı. Fikrin ortaya çıkışı ve şekillenişi böyleydi aslında.

Kitabın içeriğinden biraz bahseder misin? Ali’nin yaşamı, mücadelesi ve anarşist hareket arasındaki ilişki kitaba nasıl yansıdı?

1980’lerin öncesinde Ali mücadelenin içine giriyor, o zaman lise öğrencisi. O dönemden itibaren kendi bulunduğu dönemde ne zaman ne yapıyorsa onun etrafında şekillenen bir dönem anlatımı şeklinde kitabı kurguladım. Ali 80 öncesinde MLSPB içerisinde örgütlü, orada bir şeyler yapmaya çalışıyor. 80 sonrasında 12 Eylül’le birlikte o ilişkileri ortadan kalkıyor. Politik anlayışını değil belki ama, politika yapma tarzını belirleyen şeylerden biri lise döneminde kurduğu örgütsel ilişki. Kitapta da biraz anlatmaya çalıştığım şey, Ali’nin politik tutumlarını şekillendiren teoriden ziyade, pratik ve mücadele olduğuydu. Bu teoriyi önemsemediği ya da bilmediği anlamına da gelmiyor ama politik tutumunu belirleyen teoriden daha çok pratik mücadelenin kendisiydi.

80 sonrasında İngiltere’ye gidiyor ve anarşistlerle tanışıyor. Tabii o döneme dair birebir tanıklığa ulaşamadık ama o dönemde kendi anlattıkları üzerinden bunu çıkartıyoruz. Orada sosyalistlerle bir greve gidiyor, greve polis saldırınca sosyalistler kaçıyor, anarşistler mücadele eden işçilerin yanında duruyor. Bundan çok etkileniyor. Orada da anarşizmle kurduğu ilişki pratik mücadele üzerinden. Kitap okuyarak anarşizmle ilişki kurmuyor. Birincisi pratik, ikincisi de sınıf mücadelesi üzerinden ilişki kuruyor. Türkiye’ye geldiğinde de aslında bu anlayışla hareket etmeye çalışıyor. 90’lardan itibaren kamu emekçisi, BTS’nin öncülü olan dernek süreçlerinin ve DEM-SEN’in kurucu üyesi olarak süreçlerde aktif biçimde yer alıyor.

İşyerinde tanıştığı ve ilişkide bulunduğu insanları sürekli sınıf mücadelesine çekmeye çalışıyor. Gidelim mahallelerde, işyerlerinde örgütlenelim diyor. Bunu aslında son dönemine kadar yapıyor. Tanıştığı ve ilişki kurduğu bütün insanlara bunu söylüyor ama aynı zamanda şunu da yapıyor, sınıf mücadelesini de anarşizme çekmeye çalışıyor. Herkes Ali’yi anarşist kimliğiyle biliyor işyerinde, kimliğini saklamıyor. Anarşizmin Türkiye’de bilinmiyor olmasına rağmen insanlar, Ali’yi tanıyarak aslında anarşizmi doğru biçimiyle algılamaya başlıyor. Saygı uyandıran bir yanı da var; insanların anarşizmle olan mesafeleri de azalıyor ve Ali ile ilişkilenen kendine anarşist diyen demiryolu emekçileri de ortaya çıkıyor. Kitapta da Ali’yi anlatırken aslında Türkiye’deki anarşist hareketin de özet bir kısa bir tarihi anlatılıyor. Aynı zamanda kamu emekçilerinin de özet bir tarihi anlatılıyor. Aynı zamanda aslında farklı toplumsal dönemlerin içinde örneğin 2003’teki savaş karşıtı hareketin ya da Gezi sürecinin de içinde Ali var, bu süreçleri Ali ile deneyimlemiş ya da yanında bulunmuş insanlarla görüşmeler yaptık. 90’lardan başlayarak 2015’e kadar farklı dönemlerine şahitlik etmiş BTS’den, Tarım Orkam-Sen’den arkadaşlarla ve anarşist arkadaşlarla röportajlar yaptık.

Bu içeriği oluştururken ne gibi zorluklar yaşadın? Kitabın çetrefilli süreci ne oldu?

Yazmadığımız bir şey, görüşmediğimiz bir insan var mı; acaba eksik bir şey var mı hissi oluşuyor, en belirgini o. Çünkü görüşüyorsun, aslında şununla da görüşmek gerekir diye düşünüyorsun. Ya da görüşemeyebiliyorsun. Çünkü çok fazla insanla yan yana gelmiş bir kişiden bahsediyoruz. Aslında farklı yönleri ve ilişki biçimleri olan bir kişi. Dolayısıyla kitap yayınlandığı halde her an “acaba eksik bir şey var mı” diye düşünüyorum. Birileri çıkıp “ya şunu benle de konuşsaydın” der muhtemelen diye düşünüyorum. Benim kafamda en fazla dolanan ya da sorun olabileceğini düşündüğüm şey bu. Onun dışında röportaj süreçleri zorluydu. Görüşmek istediğimiz birçok arkadaş sağ olsunlar çok iyi yaklaştı. Çünkü Ali pek çok insan için çok saygı duyulan ve sevilen bir kişi. Dolayısıyla başta Emel ve Özlem olmak üzere herkes canla başla uğraştı bu meselede. Aslında onların kolaylaştırıcılığı olmasaydı zaten mümkün olmazdı. Sonrasında da Kaos yayınlarından Gazi ve Zelha’nın oldukça ciddi katkısı oldu. Kolektif bir biçimde yapıldığı için yaşayacağımız pek çok zorluğu beraber atlatmış olduk.

Ali Kitapcı, Tayfun Benol… Bunun gibi 10 Ekim’de yitirdiğimiz 100’ün üzerinde yoldaşımız, arkadaşımız, insanımız var. Buna benzer çalışmaların, bu topraklarda yaşanan buna benzer katliamların toplumsal hafızada yer alması ve unutulmaması için ne derecede önemli olduğunu düşünüyorsun? Buna benzer devlet katliamlarının yaşanmaması için ne yapılması gerekir?

Önce Amed sonrasında Suruç Katliamları ile başlayan azgın bir savaş süreci. Anarşistler olarak bizler böyle bir şeyi tahayyül dahi edemiyorduk. Suruç’ta genç arkadaşlarımız katledildi daha sonra 10 Ekim’i yaşadık. Böylesi bir katliamda aslında gerçekten mücadele ettiğimiz şeyin ne kadar vahşi ve gerçek bir şey olduğunu ve aynı zamanda sistemin bizi ne kadar tehdit olarak gördüğünü görmüş olduk. Çünkü bir savaş süreci başlatılıyordu ve bu savaş sürecine karşı aslında 10 Ekim büyük bir karşı çıkıştı. O karşı çıkış ancak bir katliamla engellenebildi. 10 Ekim yokmuş gibi mücadele etmeye devam edersek mücadeleyi tekrar yükseltmemiz bana çok mümkün görünmüyor. Ortak bir değerlendirme ve buna uygun ortak bir mücadele hattı oluşturmada eksikliğimiz var diye düşünüyorum. Türkiye tarihinin en büyük katliamlarından biri, toplumun birçok kesiminde neredeyse yok sayılıyor. 10 Ekim’i bütün bir toplum olarak unutmamak ve bu katliamda kaybedilenlerin sahiplenileceği bir hat yaratmak gerektiğini düşünüyorum.

Devletin bir unutturma politikası işliyor diyebilir miyiz?

Eskiden şöyle bir anlayış vardı, “mitingler yasal olunca güvenlidir”. Ama bunun da nasıl bir ilüzyon olduğu 10 Ekim’le birlikte görüldü. Devletin her zaman her yerde katliamlar yapabileceği ve yaptığı kanıtlandı. Biz de 10 Ekim’le ve Suruç’la birlikte bunu gördük. Bu yokmuş gibi varsaydığımız sürece bu şeyleri anlatmadığımız sürece bunları sürekli vurgulamadığımız sürece yine unutacağız. Hiçbir şey yokmuş gibi, böyle bir katliam yaşanmamış gibi hayatımıza devam edeceğiz. Bu tekrar benzer şeyler yaşamamızı kaçınılmaz kılıyor bana göre. Ya da en azından buna uygun bir hat oluşturmamızı mümkün kılmıyor.

Önümüzdeki zamanda hem Ali Kitapcı’yı hem de 10 Ekim Katliam’ını unutturmamak için başkaca çalışma planların var mıdır?

Şu anda buna dair kişisel bir planım yok ama bunu tartışmak, sürekli gündemde tutmak ve ne yapacağımıza dair tekrar tekrar konuşmak gerekiyor. Aslında bu bir ortak görev. Bu kitap da bana göre kolektif bir çalışmanın ürünü. Az önce konuştuklarımızı da kolektif bir çalışmayla yapmak gerekiyor. İki boyutu var aslında bu kitabın. İlki Ali’nin mücadelesinin kendisi, ikincisi ise Ali’nin her zaman karşısında olduğu o devletin katliamcı yüzünü hatırlamak. Bunu da ancak hep birlikte mücadele içerisinde ki sadece anarşistlerden de bahsetmiyorum, Ali’yi yoldaş olarak gören ve Ali ile omuz omuza mücadele etmiş ya da yan yana düşmese bile başka bir yerde Ali’nin mücadelesini önemseyerek onunla birlikte yoldaşlık ilişkisi kuran herkes için bir görev bu. Bunları anlatmak ve anlatmaya devam etmek, yapılacak şey bu bana göre.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 51. sayısında yayınlanmıştır.

The post Anarşist Bir Demiryolcunun Hikayesi : BİZİM ALİ appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/11/12/anarsist-bir-demiryolcunun-hikayesi-bizim-ali/feed/ 0
Gençlik Anarşizmde Örgütleniyor https://meydan1.org/2019/11/11/genclik-anarsizmde-orgutleniyor/ https://meydan1.org/2019/11/11/genclik-anarsizmde-orgutleniyor/#respond Mon, 11 Nov 2019 07:07:14 +0000 https://test.meydan.org/2019/11/11/genclik-anarsizmde-orgutleniyor/ Şimdi -Liselerde İsyan- Zamanı! Sohbetimize ilk olarak Lise Anarşist Faaliyet ile başladık. Hem gençlik mücadelesi içerisinde liselerde anarşizmi örgütlüyor olmaları hem de yaşadığımız topraklarda halen faaliyet yürüten en eski anarşist örgütlenme olmaları sebebiyle anlatacakları şeyler oldukça önemli. Onlara neden anarşist bir lise örgütlenmesine ihtiyaç duyduklarını, içinde yaşadığımız sistemi nasıl yorumladıklarını, faaliyetlerini ve daha birçok meseleyi […]

The post Gençlik Anarşizmde Örgütleniyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Şimdi -Liselerde İsyan- Zamanı!

Sohbetimize ilk olarak Lise Anarşist Faaliyet ile başladık. Hem gençlik mücadelesi içerisinde liselerde anarşizmi örgütlüyor olmaları hem de yaşadığımız topraklarda halen faaliyet yürüten en eski anarşist örgütlenme olmaları sebebiyle anlatacakları şeyler oldukça önemli. Onlara neden anarşist bir lise örgütlenmesine ihtiyaç duyduklarını, içinde yaşadığımız sistemi nasıl yorumladıklarını, faaliyetlerini ve daha birçok meseleyi sorduk.

İlk olarak neden liselilerin mücadele etmesi gerektiğini konuştuk. LAF’lı arkadaşlarımız “Aslında eğitimin çok küçük yaşlarda başladığından” bahsetti. “Eğitimin, devletin en küçük birimi olan ailede baskıyla belirginleştiğini” de ekledi. LAF’lılar istemediğimiz şeyleri bize öğretmeye çalışan ailemizin ve öğretmenlerimizin sistematik baskılarına karşı bütünlüklü bir şekilde mücadele etmek için liselerde anarşizm mücadelesi verdiklerini belirtti. Arkadaşlarımız iktidarların baskı araçlarıyla liselileri tektipleştirmeye çalışmasına karşı mücadele etmenin öneminden şöyle bahsediyor; “sevdiğimiz, sevmediğimiz, güzel dediğimiz, çirkin dediğimiz kısacası yaşamsal tüm gereksinimlerimiz ve eğilimlerimiz bu sistemin standartlarına göre, yani iktidarların çıkarları doğrultusunda iradelerimizin tamamen dışında belirlenir. Daha biz küçükken başlayan bu belirlenim sürecinin kendisi; toplumsal yaşamda süregelen olayları ve olguları sorgulamamızı engeller, gerçeklerden ise uzaklaşmamıza neden olur. Böylelikle yaşamımızın sonuna kadar bizim için belirlenmiş olanı yaşarız. Bu belirlenmiş olan kalıpları yaşamamak için örgütlenmeli ve mücadele etmeliyiz.’’

Herşeye Karşı Olanlar Değil Yüreklerinde Yeni Bir Dünyayı Taşıyanlar

Mücadelelerinin gereği olarak da LAF’ın ilkelerini şekillendirirken anarşist ideolojileri doğrultusunda “otoriteye, bencil ve rekabetçi ilişkilere, devlete, kapitalizme, militarizme, cinsiyetçiliğe, gerontokrasiye” karşı olduklarını anlattılar. İktidarların farklı görünümlerine karşıydılar. Onlar kendilerinin de dedikleri gibi: “Her şeye karşı olanlar değil, yüreklerinde yeni bir dünyayı taşıyanlar”. “Anarşistiz” başlıklı yazılarında belirttikleri gibi örgütlenmeyi amaçlayan, devrimci, anarşist bir mücadeleden yanalar.

Eğitilmek İstemiyorlar

Söyleşinin devamında kendilerini “eğitim karşıtı” olarak adlandırdıklarından bahsettiler. Biz de onlara dertlerini anlatırken nasıl tepkilerle karşılaştıklarını ve eğitim karşıtlığının ne demek olduğunu sorduk. Eğitim meselesine ilişkin düşüncelerini anlatırlarken en sık karşılaştıkları olumsuzluklardan birinin eğitim karşıtlığının bilgiye de karşı olmakla karıştırılması olduğundan bahsettiler. Yayınladıkları fanzin, dergi ve bildirilerde öncelikle eğitimi nasıl tanımladıklarından bahsediyorlar. “Eğitim, öğreten ve öğrenen ilişkisinde, öğretenin yani bilgiyi bilenin, öğrenen yani bilgiyi bilmeyen üzerinde kurduğu otoritedir. Öğretenin bilgiyi elinde bulundurmasıyla oluşan bu otoriter ilişki, yaşamın diğer alanlarında da öğretenin öğrenen üzerindeki otoritesini olağanlaştırır. Bunun sistematikleşmiş haline de eğitim sistemi denir.’’ İktidarların eğitim yoluyla kendi düzeninin devamlılığını sağlayacak itaatkar toplumlar yaratmak istediğini söylüyorlar. Bu yüzden kavgaları eğitimle ve eğitim kurumlarının hepsiyle.

 

Devletin Adaletsizliğine Karşı İsyan!

Aynı zamanda kendilerine ve yaşıtlarına uygulanan adaletsizliklere karşı harekete geçme konusunda çekinmiyorlar. Yaşadıkları topraklarda olsun olmasın tüm kardeşleri için eylemlikleriyle dikkat çekiyorlar. Bu sebeple 2008 yılında İstiklal Caddesi’ndeki Yunanistan konsolosluğu önünde, Yunanistan polisi tarafından katledilen anarşist Alexis Grigoropoulos için yaptıkları eylemle ses getirmeye başlıyorlar. Bu aynı zamanda Lise Anarşist Faaliyet imzasıyla yapılan ilk sokak eylemi olma özelliğini taşıyor. Yapılan eylemde yazdıkları pankartta “Biz de 16 Yaşındayız’’ diyorlar ve Alexis’in mücadelesini İstanbul sokaklarına yayıyorlar. Aynı dönemlerde Kadıköy’de mendil satarken zabıtaların kovalamaları sırasında yaşamını yitiren Bülent Çalıkıran’ı ve devlet şiddetiyle katledilen arkadaşlarının isimlerini sokaklara yazıyorlar. Coğrafyanın her yerinde gerçekleştiren katliamlara karşı mücadeleyi büyütme çağrısı yapıyorlar: “Devlet kardeşlerimizi katlediyor, biz ise unutmuyoruz ve affetmiyoruz. Otoriteye karşı öfkemiz daha da büyüyor, baskılara karşı biz olup örgütleniyoruz.’’

Okul Kilitleme Eylemleri, Sabotajlar

Liseli anarşistler okullardaki öğretmen, müdür baskısına karşı koymak için farklı, yaratıcı eylem biçimlerini kullanmasıyla biliniyor. Lise mücadelesine özgün bir direniş biçimi olarak çıkan okul kilitleme eylemleri bunların başında geliyor.

“İtaatkar bireyler elde etmek için çalıştıkları, özgürlüğümüze kilit vurdukları, eğitim yuvalarının kapılarına özgürlük kilitlerimizi vuruyoruz.” diyorlar ve şu zamana kadar 5 farklı ilde birçok okulun kapılarını kilitlediklerinden bahsediyorlar. Çünkü kilitler açılmayınca o gün sınavlar iptal oluyor okullar tatil oluyor. Bu tarz sabotaj eylemlerini genellikle 24 Kasım öğretmenler günü olarak bilinen günde yapıyorlar. Çünkü sloganları; “Armağınımız İsyanımızdır”. Kilitlenen her okulla beraber 24 Kasım öğretmenlere değil öğrencilere armağan oluyor.

Sabotaj eylemleri sadece okul kilitlemeleriyle sınırlı kalmıyor tabi ki. Birçok farklı yönteme sahip olduklarından bahsediyorlar. Bunlardan biri de tabela değiştirme eylemleri. İlk tabela değiştirme eylemini Kenan Evren Anadolu Lisesi’ne yapmışlar. “Biraz istek, biraz inanç, biraz da eylem gerekiyordu. Bir gece ansızın okula giderek “Kenan Evren Anadolu Lisesi” tabelasını indirip yerine “Erdal Eren Anadolu Lisesi” tabelası asmıştık. Erdal Eren 17 yaşında iken, yaşı büyütülerek Kenan Evren ve diğer darbecilerin idama yolladığı devrimci bir gençti; onun adını darbecilerin adının verildiği okula vermenin iyi olacağını düşünmüştük. Bir sene sonraysa rüzgar tersten esti darbecilerin isimleri okullardan kaldırılıyordu. Kenan Evren Anadolu Lisesi resmi olarak İstanbul Anadolu Lisesi olarak değiştirildi.” Bu değişiklikte eylemlerinin de biraz etkili olduğunu düşünüyorlar. Bir diğer çoklu tabela değiştirme eylemini ise Taksim Gezi Direnişi sırasında katledilen 6 direnişçi için 6 liseye aynı anda gerçekleştirmişler. Söyleşiye devam ederken bu tabela değiştirme eylemlerinin onlar için anlamı nedir diye soruyoruz. Yanıtları “Amacımız devletin tetikçilerinin isimlerini okullardan silmek özgürlük için mücadele ederken katledilen kardeşlerimizin isimlerini onların yerine yazmak ve unutturmamaktır.’’ oluyor. Bir diğer sabotaj eylemi ise tabela boyama. Birçok farklı liseye gidip tabelaların üzerine boya atarak bir süreliğine okulun tabelasız kalmasını sağlıyorlar. Farklı gündemleri oldukça eylemlerini çeşitlendirdiklerini bahsediyorlar. Bazen kuşlama yaparak, bazen okul kapılarına boya dökerek, bazen de yazılama yaparak sözlerini müdürlere, öğretmenlere, okul idarecilerine ve en çok o okullarda olan liselilere ulaştırmayı amaçlıyorlar.

Paylaşma masaları

Liseli anarşistlerin yaptıkları eylemler üzerine söyleşimiz devam ederken yaptıkları eylemlerin sadece okul dışında sınırlı kalmadığından okul içerisinde de faaliyet gösteriyorlar. Okullardaki sistemin bireylere dayattığı bencil ve rekabetçi ilişki biçimlerine karşı paylaşma ve dayanışmayı büyütüyoruz diyerek okullarda “paylaşma masaları’’ geleneğini başlattıklarını anlatıyorlar. Çünkü onlara göre okullarda bencillik kültürünü oluşturan yer kantinlerdir. Bu yüzden arkadaşlarını okullarındaki kantinleri boykot etmeye ve her birinin evlerinden getirdikleri yiyecekleri birleştiriyorlar. Paylaşma ve dayanışmayla dolu masalar sistemin kültürünü yok ediyor.

İnadına LAFanzin

Liseli anarşistler, “anarşizmi eşek üstünde köy köy gezerek anlatan yoldaşlarımızın inadıyla yıllardır okullardan sokaklara inatla taşıyoruz anarşizmi’’ diyorlar. Ancak mücadeleleri sadece sokakla sınırlı kalmıyor. Okullardaki otoriter yapıya ve sokaklardaki otoriter güçlere karşı her alanda mücadele ediyorlar. Arkadaşlarına, kardeşlerine ulaşmak için bir diğer yolları ise kağıtlara yazmak. İlk olarak LAFanzinlerle başlıyorlar sürece. Okullarda yaşanan adaletsizliklerden, eğitim karşıtlığından, yaptıkları eylemlerden ve örgütlü anarşizmden bahsediyorlar fanzinlerinin içerisindeki yazılarda. Gündemdeki olaylara sessiz kalmamak için hızlıca bildiri yazıp olabildiğince sokaklarda dağıtmaya çalıştıklarından bahsediyorlar. Zaman geçtikçe yazdıkları yazılar, söyledikleri sözler fanzinlere sığmamaya başlıyor ve İnadına dergisini çıkarmaya başlıyorlar. Derginin ismini neden “İnadına’’ seçtiklerini sorduğumuzda ise verdikleri cevap şöyle oluyor: “Bizler mücadele ettiğimiz her alanda; okulda öğretmenlerin, müdürlerin engellemeleriyle, sokaklarda devletin ve polislerin şiddetiyle ve türlü baskısıyla karşılaşıyoruz. Çünkü özgürlüğe düşmanlar. İsyanımızdan ve daha da büyüyüp örgütlenmemizden korkuyorlar, bu yüzden bizleri engellemeye çalışıyorlar. Onlar bizleri önlerinde eğmek istedikçe biz İNADINA özgürleşiyoruz. Otoritelere öfkemiz daha da büyüyor ve İNADINA mücadele ediyoruz”.

Özgürlük İçin Anarşist Gençlik!

Liselerde mücadele yürüten LAF’ın ardından üniversitelerde ve gençliğin mücadele ettiği her alanda faaliyet yürüten, anarşizmin sesini yükseltmek için çabalayan Anarşist Gençlik’le bir söyleşi gerçekleştirdik. Anarşist Gençlik üniversitelerde, sokaklarda yaratıcı eylemleriyle ve direngen tavrıyla adını duyurmuş bir örgütlenme. Anarşist Gençlikle de içinde bulunduğumuz sisteme karşı duruşlarını, gençlik mücadelesini, eylemliklerini konuştuk.

Pratiğin önemli olduğunun altını sıkça çizen arkadaşlarımızla ilk olarak bugüne kadar yapılan eylemlerden bazılarını konuştuk. Üniversite önünde “Üniversite Entegrasyondur” pankartıyla gerçekleştirdikleri eylemde, sistemin kalifiye beyaz yakalıları, müdürleri, patronları olmak için verilen diplomayı temsil eden devasa bir diploma maketini ateşe veren onlardı. Sonrasında “Em Roboski ji Bîr Nakın! Roboski Vicdanımızdır” sloganıyla kampüsleri devletin bombalarını simgeleyen maketlerle donatan, 15 Mayıs Vicdani Retçiler Günü’nde katliamı karşı vicdani retlerini açıklayan da.

Temeli 2013 Taksim Gezi İsyanı sürecinde atılan Anarşist Gençlik, sokak eylemlerindeki belirginleşmesinin ardından üniversite kampüslerinde, sokaklarda, gençliğin var olduğu mücadele alanlarında kara bayrakları ve pankartlarıyla sokaklarda oldu. Gezi eylemlerinde yaşamını yitirenlerin hesabının sorulduğu sokak eylemlerinden, adaletsizliğin açığa çıktığı mahkeme önlerine kadar direnişin savunulduğu neresi varsa orada oldular.

13 Mayıs 2014’te, coğrafyamızın gördüğü en büyük maden katliamı olan Soma Katlamı’nın ardından gerçekleşen sokak eylemlerindeydiler. Soma’nın İstanbul temsilciliğinin kapısı önünde “Soma’da Katil Kapitalizm” pankartıyla en ön saftalardı. İstanbul Üniversitesi Beyazıt Kampüsü’nde bulunan havuzu kömürün karasına boyadılar. Astıkları “Unutulamaz Affedilemez” pankartıyla, fakülte içerisinde geniş bir etki uyandırdılar.

Anarşist Gençlik’ten arkadaşımız: “Aslında İstanbul Üniversitesi’nin anarşist bir geleneği olduğunu” söyledi. 6 Kasım 2006’da, sistemin bilgisiyle beyinleri yıkanarak zombileşen üniversiteli’ye ithafen zombi yürüyüşü yaparak Beyazıt Meydanı’na yürüyen anarşistler, ana kapının önünde üzerlerindeki önlükleri parçaladılar ve ateşe verdiler. Beyazıt Meydanı’nın da “Okuyalım, ama Sistemin Canına Okuyalım!” sloganını haykırdılar. 6 Kasım 2008’de 12 Eylül faşizminin ürünü olan YÖK’ün kuruluş yıl 31 dönümünde, Anarşistler, “Bu Kışlada Bir Tank Eksikti” diyerek, hazırladıkları gerçeğiyle aynı ölçülerdeki tank maketiyle Beyazıt Meydanı’nda bir eylem gerçekleştirdiler. Arkadaşlarımız Anarşist Gençlik’in, bu yaratıcı mücadele geleneğinin takipçisi olarak, son yıllarda gerçekleştirdiği farklı projelerle anarşizme dair sözünü söylemeye devam ediyor olduğunu vurguluyor.

“Gençliğin Sorunları için Anarşist Çözümler Geliştirmeye Çalışıyoruz”

Anarşist Gençlik, benimsediği anarşizm düşüncesine içkin bir şekilde yalnızca politik değil yaşamsal alanlara ilişkin de çözümler geliştirmeye çalışan bir örgütlenme: “Arkadaşlarımızla yaşamı paylaştığımız yurtlarda ve öğrenci evlerinde sistemin dayattığı yaşam tarzının dışında karşılıklı sorumluluk ilişkisiyle örülü, paylaşma ve dayanışmayı esas alan bir model nasıl örülebilir bunun yollarını aramaktayız.”

Anarşist Gençlik kapitalizme karşı bir barikat olarak gördükleri ikinci el değiş tokuşundan, ürünlerin karşılıksız bir şekilde paylaşıldığı çeşitli sosyal ağlara kadar farklı yollar geliştirmek için uğraşıyor. İhtiyaçların karşılanması noktasında yalnızca değişim değil, aslında bizden çalınanları geri almak olarak yorumladıları kamulaştırmayı teşvik etmek için de çalışmalarda bulunmakta.

Özgür Bir Dünyayı Yaratmak Bizim Elimizde

“Ne yalnızca öğrenci evleri, yurtlar ne de kampüsler, işyerleri; gençlik olarak bulunduğumuz her yerde Kolektif Özgür Yaşam (KÖY) alanlarını örgütlemeye çalışıyoruz.” diyen Anarşist Gençlik’ten arkadaşlarımıza daha önce yayınladığı bildiri ve kitapçıklarda sıklıkla kullandıkları bu kavramın ne anlama geldiğini sorduk.

Özellikle Gezi direnişiyle alevlenen kamusal alan-özel alan tartışmasına anarşist bir eleştiri olarak geliştirdikleri Kolektif Özgür Yaşam kavramı, kapitalizmden ve devletten özgürleştirilmiş bir mekan anlayışını tanımlıyor. KÖY’ün ortaya çıkış koşullarına ilişkin ise “Siyasal temsiliyet, toplumu oluşturan bireylerin siyasallıklarını artık karşılamadığından, kolektif özgür yaşamdan bahsedebiliriz.” diyorlar. Sosyalist birey ve toplulukların yoğunlukla tercih ettiği gibi, devleti ve bürokrasiyi de içeren “kamusal” kavramı yerine temsiliyete dayanmayan, bireylerin doğrudan siyasi iradelerini deneyimleyebildikleri bir biçim olarak doğrudan demokrasiden ve sadece yeni bir siyasal formdan değil, aynı zamanda bunun kurucusu olan “yeni siyasal özne”den bahsetmektedir. Anarşist Gençliğe göre KÖY, “kapitalizm ve devlet hegemonyasındaki alanların, küçük dönüşümlerle kazanımlara dönüşmesini önemsemez. Çünkü bu reformist kazanımlar, birer amaca dönüştüğü için mücadele adına geçici ve aldatıcıdır. KÖY, yine de geçici dönüşümün mücadeleye etkisini önemser. Yani, bu kazanımları birer amaç olarak görmez, devrim mücadelesinde bir araç olarak görür. KÖY, bütünlüklü bir devrimci dönüşümü savunur.”

Ayrıca Anarşist Gençlik için Özgürlük düşüncesi pek çok afiş ve sloganda görüldüğü gibi “düşlediğini eylemek” olarak tanımlanmaktadır. Önceklikle “gerontokrasinin” gençliğin kendini gerçekleştirme mücadelesinde karşısında durması gereken en önemli olgu olduğunu belirten arkadaşlarımız: “Gerontokrasiyle yani yaşça büyük olanın kendinden küçük olan üzerinde kurduğu iktidarlı ilişkiye karşı kendi karar alma ve kararlarımızı hayata geçirme ısrarımız bizim için yaşamsal bir ihtiyaç” şeklinde konuştular. “Ailede ebeveynler, okulda öğretmenler, sosyal hayatta abi/ablalar ya da bir alana ilişkin kendini otorite olarak gören, bu otoriteyi çevresindekilere dayatanlar aracılığıyla ortaya çıkan gerontokratik ilişki biçimleri genç olmanın enerjisini sistemin çıkarlarına ya da kendi kişisel çıkarlarına göre kullanmak isteyenlerin en büyük silahı.” diye ifade ediyor. Kökeni insanlığın en eski toplumsal yapılarına kadar giden gerontokrasinin bugün vücut bulmuş hali, anarşist bir gençlik örgütlenmesinin karşısındaki en güçlü düşmanlardan biri.

Anarşist Gençlik’ten arkadaşımız “bizi tutsaklaştırmaya çalışan bütün otoritelere karşı düşlediğimiz dünyayı eylemek, yani özgürleşmek ancak Kolektif Özgür Yaşam Alanları’nın örgütlenmesiyle mümkün olacak” diyorlar.

Eylemin Bereketiyle Kampüslerde, Sokaklarda, Meydanlardayız

OHAL gibi süreçlerde özellikle sokaktaki gençlik hareketine yönelik doğrudan saldırılar, katliamlar, üniversitelerde ise artan baskıyla beraber yasaklar, uzaklaştırmalar gibi durumlar söz konusuyken böylesi bir mücadeleyi örgütleyebilmenin zorlukları var. Suriye Savaşı’nın başından beri, ezilen halklarla birlikte dayanışmayı büyütmek ve bütün iktidarlara karşı direnişin sesini yükseltmek için sınır nöbetlerinden, dayanışma köprülerine pek çok süreç örgütlendi. Bu bağlamda 20 Temmuz 2015 tarihinde Suruç’un Amara Kültür Merkezi’nde bir araya gelen gençlik temsilcilerine yönelik, katil devlet ve IŞİD çeteleri işbirliğinde bombalı saldırı gerçekleşti. Yaşamını yitiren 33 anarşist ve sosyalist devrimcinin mücadelesi bölgedeki bütün uluslararası güçleri ve kapitalistleri korkutmaya yetmişti. Katliamın ardından katillerle işbirliği yapan kolluk kuvvetlerine karşı “Kavganız Kavgamız” pankartıyla gereken cevabı verenler arasında Anarşist Gençlik vardı. Sonrasında dayanışma için çeşitli kampanyaların örgütlenmesinde, anma eylemlerinin düzenlenmesinde de inisiyatif aldılar.

Bütün bu baskılar ve sıkıştırmalar her zaman gençliğin direnişiyle karşılandı. Üniversitelerdeki afiş, masa yasaklarına karşı yine anarşizmin yaratıcılığıyla harekete geçen arkadaşlarımız üzerinde yalnızca soru işareti olan bir afiş yüzünden bir haftada 4 kez nasıl gözaltına alındıklarını, yetmezmiş gibi uzaklaştırmalar aldıklarını anlattılar. “Kampüslerde, düşüncelerimizi yaymak için kullandığımız araçlar, polis şiddetiyle elimizden alınmaya çalışıldı”. Mesele öyle bir yere geldi ki bazen boş bir bildiri, hatta uçan balonlar bile gözaltına alınmak için yeterli bir bahane oldu.

Paralı-Parasız Eğitime Karşı Özgür Bilgi Paylaşımı

Gençliğin kapitalizme entegre edilmesi için en önemli araçlardan birisi de eğitim sistemi. Gençlik hareketi içerisinde bazıları parasız eğitim meselesine yoğunlaşırken, bir kısım örgütlenme de anadilde ya da laik eğitim gibi talepler çerçevesinde örgütleniyor. Anarşist Gençlik’ten arkadaşlarımıza eğitim hakkında ne düşündüklerini sorduğumuzda tıpkı LAF gibi “eğitime karşı” olduklarını söylediler.

Eğitim meselesi üzerine düşünürken, 1936 İberya Devrimi sürecinde yazdıklarını geniş bir bağlamda hayata geçirme fırsatı bulan anarşist pedagog Francisco Ferrer y Guardia’dan ilham aldıklarını belirttiler. Godwin, Kropotkin ve Bakunin başta olmak üzere eğitime ilişkin anarşist literatürde söz üretmiş yazarlardan etkilenerek “özgür okullar” teorisi geliştiren Ferrer’in düşünceleri, aradan geçen onlarca yılın ardından çeşitli deneyimlerle bugün farklı tartışmalar, bu bağlamda geliştirilen farklı modellerle uygulanmaya devam ediyor.

Daha öncesinde 26A Atölye’de yaptıkları etkinliklerde yürütülen tartışmalar, gazetemiz sayfalarında yayınlanan yazılarından hareketle, Anarşist Gençlik’in eğitim üzerine nasıl bir çizgide tartışmalar yürüttüğünü gözlemlemek mümkün.

Meydan Gazetesi olarak bizler de otoritenin her türlüsüyle mücadele eden, özgür bir dünyayı şimdi şu anda kurmayı hedefleyen, anarşizmi örgütleyen Lise Anarşist Faaliyet ve Anarşist Gençlik’e mücadelelerinde başarılar diliyoruz.

Otoritelerin yaşamlarımızın her alanına sızmaya, iradelerimizi tutsaklaştırmaya, baskının her türlüsünü uygulamaya çalıştığı bugünlerde gençliğin yaratıcı ve enerjik karakteri özgürlük mücadelelerinin en çok ihtiyaç duyduğu niteliklerden biri. İçerisinde bulunduğumuz dönemde dünyanın pek çok coğrafyasında artan toplumsal hareketlerdeki gençliğin rolü de adeta bunun bir göstergesi. Halkların sömürüye, baskıya, katliamlara ve her türlü saldırılara karşı örgütlü tutumu da bu toplumsal hareketlerin başlıca gücü. Farklı otoriter mekanizmalar tarafından ezilen halkların kurtuluşunun devrimci anarşist perspektif ve eylemlerle geleceğine inanan bir gazete olarak ve örgütlü gençlik mücadelesinin önemli olduğunun altını çizerek, yaşadığımız topraklarda gençliğin yaşadığı sorunlarla ilgili olarak mücadele eden ve anarşizmi toplumsallaştırmaya çalışan Lise Anarşist Faaliyet (LAF) ve Anarşist Gençlik (AG) ile mücadeleleri üzerine sohbet ettik.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 51. sayısında yayınlanmıştır.

The post Gençlik Anarşizmde Örgütleniyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/11/11/genclik-anarsizmde-orgutleniyor/feed/ 0
Hannah’lar: Kötülük Üzerine – Mercan Doğan https://meydan1.org/2019/11/11/hannahlar-kotuluk-uzerine-mercan-dogan/ https://meydan1.org/2019/11/11/hannahlar-kotuluk-uzerine-mercan-dogan/#respond Mon, 11 Nov 2019 06:39:15 +0000 https://test.meydan.org/2019/11/11/hannahlar-kotuluk-uzerine-mercan-dogan/ Hannah Duston: “Amerika’nın Baltalı Kadın Kahramanı” Bu yazının konusu olan Hannah’ların ilki Hannah Emerson Duston, onuruna heykeller dikilen ilk Amerikalı kadındı. Hannah Emerson 23 Aralık 1657’de, o dönemde yerlilerin yaşam alanlarının talanıyla ele geçirilen Massachusetts Körfez Kolonisi’nde, bugün Massachusetts eyaletinde bulunan Haverhill’de doğmuş; 1677’de Thomas Duston ile evlenmişti. 1689-1697 yılları arasında gerçekleşen Kral William Savaşı’nda […]

The post Hannah’lar: Kötülük Üzerine – Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Hannah Duston: “Amerika’nın Baltalı Kadın Kahramanı”

Bu yazının konusu olan Hannah’ların ilki Hannah Emerson Duston, onuruna heykeller dikilen ilk Amerikalı kadındı. Hannah Emerson 23 Aralık 1657’de, o dönemde yerlilerin yaşam alanlarının talanıyla ele geçirilen Massachusetts Körfez Kolonisi’nde, bugün Massachusetts eyaletinde bulunan Haverhill’de doğmuş; 1677’de Thomas Duston ile evlenmişti.

1689-1697 yılları arasında gerçekleşen Kral William Savaşı’nda Fransızlar -İngilizleri alt etmek için- yerlileri İngilizlerin yerleşim bölgelerine -yerlilerin işgal edilen topraklarına- baskına teşvik ediyordu. 15 Mart 1697’de yerliler Haverhill’e bir baskın gerçekleştirdi. Bu baskında onlarca kişi katledilmişti; kısa zaman önce doğum yapan Hannah ise hemşiresi Mary ve ve yeni doğan kızıyla birlikte yaşadığı çiftlikten kaçırılarak esir alınmıştı. Çiftlik yakılmış, Hannah’ın eşi Thomas, geri kalan çocuklarıyla beraber kaçmayı başarmıştı ancak kadının bundan haberi yoktu, ailesinin öldürüldüğünü sanıyordu. Esir alınan Hannah, Mary ve bebek yerliler tarafından kuzeye kaçırılıyordu. Yaşanan bu olayları günümüze aktaran kaynaklara göre, yerliler, yol boyunca ağlayan bebeği -kafasını yoldaki bir ağaca vurarak- öldürdü. Hannah ve Mary karşı çıkamayacak kadar korkmuş, ağlayamayacak kadar şok olmuşlardı.

15 gün boyunca toplamda 160 km yürütüldüler, yer yer sürüklendiler ve -günümüzde Concord, New Hampshire olarak bilinen- Merrimack ve Contoocook nehirlerinin birleştiği noktadaki adaya getirildiler. Yerli savaşçılar onları, kısa süreliğine, 12 yerli ve bir yıldan uzun zaman önce esir aldıkları Samuel Leonardson ile bu adada bırakarak başka bir köye baskına gittiler. Döndüklerinde kısa bir yolculuk daha yapacak, sonra soyularak kırbaçlanacaklardı. O gece, 30 Mart gecesi, Samuel’le el ele veren Hannah ve Mary yerlileri uykuda yakaladı, onları kendi baltalarıyla öldürdü. Buraya kadar yazıdaki ilk Hannah’nın hikayesinin bir kadın özsavunma hikayesi olduğunu düşündük, değil mi? Devam edelim.

Yerlilerin sadece ikisi kaçabilmişti; kaçanlardan biri yetişkin bir kadın, diğeriyse bir çocuktu. Hannah’nın yerlilere saldırmadan önce düşünürken öldürmek yerine kendisiyle birlikte evine kaçırmayı, öldürülen çocuğunun bedeli olarak almayı planladığı çocuktu.

Hannah, Samuel ve Mary’yle birlikte bulundukları adadan kanolarla kaçmak üzereyken geri döndü, öldürdükleri on yerlinin kafa derisini yüzerek kanıt olarak yanına aldı. Haverhill’e geri döndüler ve mahkemeye kanıtlarını sunarak olanları anlattılar. Ödül olarak 25’i Hannah’a olmak üzere toplam 50 pound ödül aldılar. Hannah “baltalı kadın kahraman” olarak tanındı; pek çok yere heykelleri, anıtları dikildi. Öldürdüğü yerlilerin altısının çocuk, üçünün yaşlı, sadece birinin savaşçı olduğu gerçeği pek dillendirilmedi. (Yerliler iki kadının başına gözcü olarak çok sayıda savaşçı bırakmayı gereksiz bulmuştu.) Hikaye bir yanıyla bir kadının kendini savunma hikayesini barındırsa da meselenin bundan ibaret olup olmadığı oldukça tartışmalıdır. Açık olansa çokça kötülük barındırdığıdır.

Kahraman mı Sömürgeci mi?

1492’de yüzde 100’ü yerlilerden oluşan Kuzey Amerika nüfusunun bugün sadece yüzde ikisinin yerlilerden oluşuyor olması, meselenin bir başka boyutunu tartışmaya açar. Frantz Fanon’un Yeryüzünün Lanetlileri’nde bahsettikleri, bu hikayenin örgüsüyle oldukça örtüşür: “Sömürgeci, sömürge halkının alanını fiziksel olarak, yani ordu ve polis yardımıyla sınırlamakla tatmin olmaz. Sömürgeci, sömürge talanının totaliter karakterini sanki açıklamak ister gibi sömürge halkını bir tür katmerli kötülüğe dönüştürür… Yerlinin ahlak kurallarına duyarlı olmadığı ilan edilir. Yalnızca değersiz olmakla kalmadığı, aynı zamanda değerleri inkâr ettiği de ilan edilir. Başka deyişle o mutlak kötüdür.”

Hikaye sadece Hannah Duston’ın bakış açısından okunduğunda yerlilerin bir bebeği gözlerini kırpmadan öldürebilecek kötülükte olmaları anlatılmaktadır. Fransızların kışkırtmasıyla çiftlikleri yaktıkları, herkesi katlederken kadınları esir aldıkları, esirlerini soyarak kırbaçladıkları… “Nasıl da insanlık dışı kötü yaratıklar oldukları” anlatılmaktadır. Yerlilerle ilgili anlatılan hikayelerin çoğu böyledir. Sömürülen, katledilen halklardan genelde böyle bahsedilir. Kurtulmak için çocukları ve yaşlıları öldüren Hannah Duston’ın kahraman olma durumu tartışmalıdır ancak sömürgeci olması da oldukça tartışmalıdır. Sömürgeci midir Hannah Duston, o mu sömürmüştür yerlileri? En iyi ihtimalle göz yumarak suça ortak olmuştur, bu sebeple geçtiğimiz yıllarda bazı yerli grupları Hannah’nın heykellerine zarar vermiş ve onun, sömürgeciliğin sembollerinden biri olduğunu söylemişti. Ancak hikayeye dönecek olursak, yerli halkların yaşadıkları zulüm ve katliamlar, onların da çocukları öldürmesini, kadınları kaçırmasını nasıl meşrulaştırabilir? Tartışma çıkmaza girmekteyken yazıdaki ikinci Hannah’nın, kötülük deyince akla gelen ilk isimlerden olan Hannah Arendt’ın söylediklerine bakmakta fayda var.

Hannah Arendt Bize Bu Hikayedeki Kötülüğün Sıradanlığını Anlatır

Hannah Arendt, Hannah Duston’dan 249 yıl sonra, 14 Ekim 1906’da Hannover’de Yahudi bir mühendisin tek çocuğu olarak dünyaya gelmiş, Berlin’de büyümüştür. Hannah Duston’ın hikayesinin aklımıza onu getirmesinin sebebiyse yaşam öyküsü değil kötülüğe ve şiddete dair söyledikleridir.

Nazi Almanyası’nda Hitler’in Gestapo şefi olan Reinhard Heydrich’in emriyle “Yahudi sorununu çözmek” adı altında Yahudi soykırımını gerçekleştirmek konusunda özel olarak görevlendirilen Adolf Eichmann’ın yargılandığı davayı yazdığı “Kötülüğün Sıradanlığı, Adolf Eichmann Kudüs’te” kitabında bahsettiği kötülüğün sıradanlığıdır. Hannah Arendt’e göre Eichmann “korkunç derecede normal” bir insandır. Ona göre kötülük yapan bir insan, kendisinin kötülük yaptığını düşünmez; sadece belirli bir sistem içinde doğru ve uygun hareket ettiğini düşünür. Hannah Duston’ın hikayesindeki yerliler -tanıdıkları gözlerinin önünde katledilen, yaşam alanları talan edilen diğer halklar gibi- bedel ödetmeye çalışıyordur. Hannah Duston’sa kaçırılan, evi yakılan, çocuğu gözünün önünde parçalanan her kadın gibi bedel ödetmeye çalışıyordur. İki taraf da belirli bir sistem içinde doğru ve uygun hareket etmiş görünüyordur. Hangisi daha ezilendir, teraziler tartamaz. Vuku bulan, onların kötülüğünün yanı sıra nesnel de bir kötülüktür. Bu şiddet sarmalının başlamış olmasıdır Hannah Arendt’e göre:

“İnsan doğası gereği, bir kere baş gösteren ve insanlık tarihine kaydedilen her fiil, gerçekliği tarihe gömülüp gittikten uzun zaman sonra bile hep ileride gerçekleşebilecek bir ihtimal olarak kalır. Gelmiş geçmiş hiçbir cezanın, suç işlenmesini önleyecek kadar caydırıcılığı yoktur. Bilakis, cezası ne olursa olsun, belli bir suç bir kere ortaya çıktı mı, tekrar ortaya çıkması, ilk ortaya çıkışının olup olabileceğinden çok daha olasıdır.”

Hannah Duston’ın hikayesindeki gibi bugün de kötülük yapmak ya da kötülüğe sessiz kalmanın rutine dönüştüğü çoğunlukla kabul ediliyor. Devletler halkları katlederken “temizlik” yaptıklarını söylüyor, yaşam alanlarını talan ederek göç etmek zorunda bırakıyor; tecavüzcü erkekler tecavüz edilen kadınların tecavüzü hak ettiğini söylüyor. Bunları meşrulaştırmaya çalışan düşünce ve inançlar kötülüğün tanımını değiştiriyor, onu bireylerin karşı koyamayacakları bir nesnellik haline dönüştürmeye çabalıyor. Ancak tekrar vurgulanmalıdır ki bu nesnellik, Hannah Duston’ın hikayesinde de bugün yaşadığımız coğrafyada da kötülüğün sürdürülmesini meşrulaştırmaz.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 51. sayısında yayınlanmıştır.

The post Hannah’lar: Kötülük Üzerine – Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/11/11/hannahlar-kotuluk-uzerine-mercan-dogan/feed/ 0