The post Meydan Gazetesi Yazarı Hüseyin Civan Açık Kimlik’e Konuk Oldu: “Türkiye’de Anarşist Olmak” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Söyleşide sorulan sorular şöyle;
1 – Anarşizm sınıfsız ve devletsiz bir toplumu hedeflemekte. Türkiye gibi yüzyıllardır devlet geleneği olan bir toplumda, sınıfsız ve toplumsuz yaşamak mümkün müdür?
2 – Anarşi kelimesi kaos ve karmaşayı temsil eden bir söylem. Acaba bunun için tepki görmüş olabilir mi?
3 – Sol ve Anarşizm neden yan yana gelemiyor? Bunun sebebi ideolojik ayrılıklar diyebilir miyiz?
4 – Anarşizm içerisinde ki farklı ekoller hakkında ne düşünüyorsunuz?
5 – Anarşistlere yönelik iki eleştiri bulunmakta. Şiddet ve ütopyacılık. Bu eleştiriler hakkında ne düşünüyorsunuz?
6 – Bireysel Anarşizm mümkün müdür? Bireysel Anarşist olabilir mi?
7 – Türkiye ile dünya’da ki Anarşistler arasında ne gibi farklılıklar vardır?
8 – Rojava bölgesinde yaşanan deneyime, bir otonom gözüyle bakabilir miyiz?
The post Meydan Gazetesi Yazarı Hüseyin Civan Açık Kimlik’e Konuk Oldu: “Türkiye’de Anarşist Olmak” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Seçimler Üzerine appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>İki aylık süre boyunca her meselenin yerel seçimlerle beraber değerlendirildiği, siyasete propaganda malzemesi edildiği yerel seçim sürecini geride bıraktık. Bu yerel seçimlerin, yerellikten uzak ve genel seçim gibi geçeceğinin bilindiği bir ortamda belediye seçimleri gerçekleşti. Seçim gündeminin ana figürleri bu iki aylık süre boyunca, belki de genel seçimlerde olmadıkları kadar çok göründü, konuştu, propaganda yaptı.
31 Mart günü yapılan oylama, 24 Haziran sonrası başlayan başkanlık sisteminde gerçekleşen ilk seçimdi. Bu süre zarfında merkezin siyasal figürü olan ama yerelle bağlarını “muhtarlar toplantısı” gibi toplantılarla besleyen Tayyip Erdoğan, devlet iktidarının yüzü olarak süreç boyunca en çok görünen figürdü. Bu durum, bundan sonraki yerel seçimlerin de benzer bir şekilde genel seçim havasında geçeceğinin açık göstergesiydi.
Bu süreçte bu kadar belirgin aktör olması, yerel seçimleri varolan anlamının çok daha ötesine taşıdı. Bu anlam taşması, yerel seçim sürecinin bir türlü bitmemesinin sebepleri içerisinde yer alıyor.
Bitemeyen Seçimler
Her ne kadar fiili olarak seçim süreci geride bırakılsa da, özellikle İstanbul’da seçim sonuçlarına AKP’nin yaptığı itirazlar ve oyların yeniden sayım aşamasının sonuna gelinmedi. Yerel seçimlerin bir türlü bitememe durumu, seçimin taşıdığı politik anlamlarla ilişkili. AKP daha önce Gezi İsyanı sonrası yapılan ilk seçim olan 30 Mart 2014’te başlattığı, esas olarak ise başkanlık sistemine geçiş için parlamentoda anayasayı değiştirme çoğunluğunu işaret eden “400 vekili verin” söylemiyle 7 Haziran 2015 seçimlerinde belirginleştirdiği, seçimleri iktidarının oylandığı/onaylandığı referandumlara dönüştürme fiilini 31 Mart’ta da sürdürdü. Kaldı ki 31 Mart seçimlerinin başkanlık sistemine geçiş sonrası ilk seçim olması, kendi doğalında, bir referandum havası yaratmaya yetti.
AKP-MHP koalisyonuyla oluşan Cumhur İttifakı’nın seçim süresince muhalefete yönelik karalama kampanyaları ve devletin bekası vurgusu; seçimler öncesinde özellikle ekonomik krizle ilişkili olmak üzere yaşanan toplumsal rahatsızlığın farkında olunduğunun ve bu rahatsızlığın daha öncelerde olduğu gibi milliyetçi-muhafazakar retorikle aşılma stratejisinin işletildiğinin en açık göstergesiydi. Özellikle “savaş siyaseti”nin olumlu geri dönüşünü 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra fazlasıyla alan AKP, 7 Haziran seçimlerinden bu yana işlettiği stratejisini bu seçimlerde de sürdürmeye çalıştı.
Tabi ki bu strateji sadece söylemsel düzeyde değildi. Yine aynı şekilde 7 Haziran seçimlerinden bu yana sürdürdüğü OHALvari uygulamalar, devlet kurumlarını elinde bulundurmanın avantajından yararlanarak seçim öncesinde tutukladığı, adaylığını iptal ettiği, iptal etmekle tehdit ettiği, itibarsızlaştırmaya çalıştığı muhalefet karşıtı stratejisini bu seçimlerde de işletmekten geri kalmadı. “Düşman” ve “terörist” söylemleriyle, kendisi gibi siyasal gerçekliğin içinde bulunan partileri ve politikacıları siyasal alanın dışına itmeye çalıştı.
Ancak siyasal iktidar, şu ana kadar (seçimden bir hafta sonrasına kadar), İstanbul ve Ankara dahil olmak üzere büyük şehirlerde istediği başarıyı elde edemedi. Adana ve Antalya gibi şehirlerin dışında birçok büyükşehir ve belediye ya ittifak ortağı MHP’ye ya da CHP’ye geçti.
Belediyelerde Başkanlık Sistemi
Seçimlerde kim kazandı sorusuna doğrudan verilebilir bir cevap olmamasına karşın, MHP’nin ittifaktan yana karlı çıktığı sonucu çıkarılabilir. Manisa Büyükşehir, Iğdır, Osmaniye, Bartın, Erzincan, Karaman, Amasya, Çankırı, Kastamonu, Karabük, Kütahya ve Bayburt’ta MHP adayları kazandı. Seçimlerin hemen ertesinde Devlet Bahçeli’nin belediye başkanlığı sistemine yönelik değişiklik önerisiyse akılları karıştırdı. Bir önceki yerel seçimlere göre daha fazla şehirde kazanan MHP’nin, bu yeni olumlu tablodan yola çıkarak yerel seçimlerin şeklini değiştirme önerisi çok tartışılmadan gündemden düştü. Devlet Bahçeli, Büyükşehir ve merkezleri kazanan belediye başkanlarının, diğer ilçe belediyelerindeki başkanları belirlediği bir sistem önerdi. İlçe belediyelerinin atanmasına dayanacak bu sistemin, MHP’nin şu anki pozisyonuna yarıyor olduğu düşünülse bile, ittifak ortağı olan AKP’nin -özellikle Ankara ve İstanbul’da içinde bulunduğu durumda- bu öneriyi onaylamayacağı bir gerçek.
Özellikle Tayyip Erdoğan’ın seçim gecesi Ankara’da gerçekleştirmiş olduğu balkon konuşmasında yaptığı “büyükşehir belediyelerinin CHP’nin elinde olmasına rağmen ilçelerin AKP’nin olduğu” vurgusu aslında bu öneriyle taban tabana zıttı. Bahçeli’nin ve MHP’nin bu önerisinin ne anlama geldiği şimdilik meçhul!
Olmadı Baştan Say!
Seçim sonuçlarının açıklandığı süre içerisinde CHP’nin adayı Ekrem İmamoğlu’na verilen oylarla AKP adayı Binalı Yıldırım’a verilen oylar arasındaki farkın kapandığı anlarda Anadolu Ajansı’nda veri girişinin olmamasının gündem edilmesiyle başladı aslında İstanbul’daki başkanlık tartışmaları.
Seçimin ertesi günü sabahına kadar, alınan veriler noktasında belirsizlik sürdü. Bu belirsizliğin kaynağı Anadolu Ajansı’ndan bir süre sonra Yüksek Seçim Kurulu’na geçti. YSK açıklamalarının öncesinde önce Binalı Yıldırım bir teşekkür konuşması yaptı.
Muhalefetin adayı İmamoğlu, her 2-3 saatte bir basın toplantısı düzenledi, elindeki verilerin kendi lehine olduğunu açıkladı. Bu açıklamalar sırasında AKP İl Başkanı’nın açıklamaları ve Tayyip Erdoğan’ın balkon konuşması gerçekleşti. Erdoğan’ın balkon konuşmasında açık açık “kazandık” vurgusu yapmaması, İmamoğlu’nun verilerini daha inanılası kıldı. Keza YSK ertesi gün İmamoğlu lehine bir oy tablosu açıkladı.
Bütün bunlara rağmen, seçim sonuçlarına ilişkin olumsuz bir durum olduğunun iddiasıyla oyların tekrar sayımı meselesi gündeme geldi. AKP İstanbul’daki 15 ilçede geçersiz oyların, 1 ilçede de tüm oyların sayılması talebiyle Yüksek Seçim Kurulu’na başvurdu.
Geçersiz oyların tamamının baştan sayılması sonrası aradaki farkın İmamoğlu lehine 14-15 bin bandında kalması, AKP’yi yeni bir hamle yapmaya itti. İstanbul genelinde kullanılan tüm oyların yeniden sayılması yönündeki bu itiraz hamlesinin YSK’den dönmesi üzerine ise AKP şapkasından -“Osmanlı’da oyun bitmez” sözüne uygun- yeni bir tavşan çıkardı: “Olağanüstü İtiraz”. 15 Temmuz 2016- 19 Temmuz 2018 arası “resmi olarak” yürürlükte olan ancak fiiliyatta halen devam eden ve bu süreçte muhalefetin itirazlarına karşın bir referandum ile bir seçimin yapıldığı OHAL’i de çağrıştıran “olağanüstü itiraz” için, adayın seçimi kazandığı ilan edilerek mazbatasını almasından sonra 7 gün içinde başvuruda bulunulması gerekiyor. Olağanüstü itiraza da olumsuz yanıt alması halinde ise AKP’nin önünde tek seçenek olarak İstanbul seçimini iptal ettirmek kalıyor.
AKP içinde AKP
Ancak gelinen aşamada süreç, İstanbul’daki seçimlere itirazdan -giderek 7 Haziran 2015’e benzeyen bir şekilde- sonuçları tanımama ve iktidarın sayısal çoğunluğu elde ettiği 1 Kasım’da olduğu gibi tekrar ettirme aşamasına doğru ilerledi. Erdoğan’ın 31 Mart gecesi yaptığı ve sonuçları, il/ilçe oranlarının lehlerine olduğu vurgusuyla “fiilen” tanıyan açıklamasına tezat olarak, 1 Nisan günü itibariyle AKP cenahından itiraz sesleri yükselmeye başladı. İlk emaresinin, daha önce AKP güdümündeki STK’lardan SETA’da yöneticilik yapmış, şimdi de Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı olan Fahrettin Altun’un paylaştığı sosyal medya mesajı ile görülmeye başlandığı itiraz/sonuçları tanımama sürecinin yürütücülüğünü AKP içindeki “Pelikan Grubu” olarak bilinen klik yapıyor. Arkasında Berat Albayrak ile grubun “merkez yayın organı” Sabah gazetesinin de içinde bulunduğu Turkuvaz Medya’nın sahibi Serhat Albayrak’ın olduğu bilinen Pelikan, kamuoyunda adını ilk kez Mayıs 2016’da internette paylaştıkları ve dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu’nu sert sözlerle hedef alan dosya ile duyurmuştu.
ABD’li yazar John Grisham’ın iki yüksek yargıcın öldürüldüğü ve cinayetlerde hükümete uzanan ilişkileri konu alan romanına atıfla Pelikan Dosyası adıyla yapılan paylaşım sonrası Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlıktan azledilmesi, söz konusu kliğin siyasi gücünün nelere kadir olduğunu gösterdi. Ancak kendilerini “Erdoğan için canını feda edecek reisçiler” şeklinde tanımlayan Pelikancıların, bu siyasi gücünün yanı sıra iktidarın çeşitli “devasa projeleriyle” bağlantılı, son derece güçlü ekonomik ilişkilere de sahip olduğu biliniyor.
Bosphorus Global adlı STK görünümündeki iktidar aparatı üzerinden sosyal medyada manipülasyon kanalları bulunan Pelikancıların iktisadi rant ilişkilerinin merkezinde ise Turkuvaz Medya ile paydaş olan Kalyon İnşaat yer alıyor. Kalyon İnşaat’ın yüklenici olduğu ve iktidarın da propagandasını yapmaktan geri durmadığı projeler arasında Mahmutbey- Mecidiyeköy metro hattı, Başakşehir Stadyumu inşaatı, Kartal Eğitim Araştırma Hastanesi inşaatı, Hasköy Tüneli, İstanbul- Şile/Ağva yolu inşaatı var. Şirketin bu iktidar projeleri dışında 3. Havalimanı inşaatı üzerinden İBB’ye bağlı şirketlerle geliştirdiği ilişkiler de İstanbul’daki seçimlere itiraz/sonuçları tanımama sürecini Pelikancıların tarafından niçin bu yükseltildiği noktasında önemli bir veri sunuyor.
AKP içinde “yeni paralel devlet” olarak adlandırılan Pelikancılar, İstanbul seçimlerine itiraz ve başlarda temkinli yaklaşıldığı gözlenen bu söylemin sahiplenilmesi üzerinden AKP-MHP iktidar bloku cenahında giderek bir “konsolidasyon” sağlamış görünüyor. Ancak medyadaki “tartışma programlarına” kimin katılacağından AKP teşkilatlarındaki yönetim değişikliklerine kadar her şeye müdahil olduğu ve bu nedenle parti içinde “homurdanmalara” neden olduğu bilinen Pelikancıların, daha önce aynı şekilde adlandırılan ve sonrasında “darbe girişimi sorumlusu, terör örgütü” nitelemesi şeklinde bir akibete uğrayan benzerleriyle aynı sonu yaşayıp yaşamayacağını, iktidar sarmalındaki diğer kliklerin gelecekte gerçekleşmesi muhtemel hamleleriyle göreceğiz.
Yeni Bir Lider Doğuyor
Seçimin hemen ertesinde Anıtkabir ziyareti gerçekleştiren Ekrem İmamoğlu’nun ziyaret defterini İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı sıfatıyla imzalaması kadar, siyasal iktidar kanadının gündeminde İmamoğlu’nun BBC röportajı da yer alıyordu. Gelecek cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olacak mısınız sorusuna “Allah bilir.” cevabını veren İmamoğlu’nun, CHP’lilerin “kazanan lider” boşluğunu doldurduğu farklı kesimler tarafından dillendirilmeye şimdiden başlandı.
Kısa süre içerisinde elde ettiği başarı, özellikle seçim süresince takındığı tavır ve süreç yönetimi İmamoğlu’nu CHP’nin özlem duyduğu lider olarak yükseltti. O kadar yükseltti ki toplumsal muhalefet içerisinde yer alıp İmamoğlu’nu eleştirenler, eleştirilerini özeleştiriye dönüştürdü ve İmamoğlu’nu geleceğin lideri ilan etti.
İmamoğlu’nu yerel seçimlerin yıldızı yapan neydi? Aslında İmamoğlu’nun böyle ön plana çıkmasına neden olan şey, ne üç ayda kendini iyi tanıtması ve sevdirmesiydi ne de seçim gecesi takındığı kararlı tutumuydu. İmamoğlu bir “anti” adaydı. AKP’nin belirlediği adayın karşısına çıkacak herhangi bir adayın, İmamoğlu kadar bir şansı vardı. İmamoğlu’na oy verenler, İmamoğlu geleceğin lideri olduğu için değil AKP adayının başkan olmaması için oy vermişti.
İmamoğlu’nun yükseltilmesinin gizlediği bazı durumları açıkça ifade etmek gerekiyor. Öncelikle, İmamoğlu sadece CHP tabanına hitap eden bir aday değildi, İP’nin de desteklediği aday milliyetçi kesimin hoşuna gidecek açıklamalardan kaçınmadı, tersine özellikle milliyetçi-muhafazakar seçmenlere hoş gelecek açıklamalar ve eylemler içine girdi. Kılınan namazlar, okunan dualar, milliyetçi ve muhafazakar siyasetlerle özdeşleşmiş Necmettin Erbakan ve Alparslan Türkeş paylaşımları…
Tabi ki popülist bir siyasi partinin kendini sol değerlerle özdeşleştirdiği iddiasına rağmen buna benzer “açılımları” çok şaşırtıcı değil. Şaşırtıcı olan, kendine devrimci diyen siyasi parti ve grupların, bu yükselen “yıldızın” kuyruğuna sorgusuz sualsiz takılmasıdır.
Gizlenen başka bir durum ise HDP’nin verdiği destektir. Sanki İmamoğlu HDP seçmenlerinin etkisi olmadan bu kadar oy almış gibi gösterilerek sevimli gözükülmeye çalışılan milliyetçi-muhafazakar çevrelerin lanetlemelerinden uzak duruluyor. Bu anti-adayın, havuzunda farklı çevrelerden gelen destek eritilerek Millet İttifakı’nın (yoğun olarak CHP’nin) başarısıymış gibi pazarlanıyor.
Bu gerçekliğe ısrarla gözünü yumanlar, kendi “tek adam”larını bulduklarını ilan edip başarılı politika izlediklerine kendilerini inandırıyorlar; kendilerini kandırıyorlar. Oysa ki “tek adam” zihniyeti ve işleyişinden dem vuranlar, anti-adaylarıyla başka bir “tek adam” yaratmayı hedeflediklerini ve bununla siyasi iktidarın anlayışına eklemlendiklerini idrak edemiyorlar.
Çoğunluk Değil Çoğulculuk Kazandı!
Seçimin hemen ertesinde, çoğunluğu esas alan anlayışın yerine çoğulculuğu esas alan anlayışın kazandığının; çoğunluk yaratmak ve gücü ele geçirmenin artık ülkedeki siyaset anlayışını belirlemedeki etkisini yitirdiğinin; toplumun farklı kesimleriyle uzlaşmanın önemli olduğunun altını çizen bir dizi yorum yapıldı. Yorum yapanlar, kuşkusuz ki İmamoğlu’nun “açıklanamayan galibiyetini” AKP-MHP bloğuna geri adım arttırmada önemli bir adım olarak görmekte.
Toplumsal algıda değişim olduğunu düşünenler, yeni bir siyaset biçiminin doğduğunu tespit edenler tüm bunları söylemekte -AKP’nin İstanbul’daki Belediye Seçimleri’ne yönelik YSK’ya yaptığı itirazla- aceleci davranmış oldu.
Siyasette güçlü olmanın parayla, devlet imkanlarıyla, medya gücüyle oluşan bir şey olmadığının propagandasını yapan parlamenter demokrasi sevdalıları, iktidarın esas kaynağının ne olduğunu görmemekte ısrar ediyor.
Sonun Başlangıcı mı?
Her ne olursa olsun, seçimler tekrarlanıp Binalı Yıldırım seçilse dahi AKP’nin siyasi bir karizma yitimi yaşadığı gerçeği önümüzde olgusal bir gerçeklik olarak duruyor. Aslında meselenin her geçen gün dallanıp budaklanıyor oluşu (Büyükçekmece’de orada ikamet etmediği düşünülen seçmenlerin evlerine polis baskınları; gün içerisinde bakanlarından il başkanlarına, Binalı Yıldırım’dan Tayyip Erdoğan’a sonu gelmeyen açıklamalar; CHP kanadının karşı açıklamaları…) AKP kanadının söylem ve iddialarının meşruluğunu yitirmesine neden oluyor. Benzer bir şekilde seçim sonuçlarına yönelik itirazlarda yaşanan adaletsizlik, demokrasicilik oyunuyla kazanılamayacağının en açık göstergesi.
AKP’yi geriletmek için farklı koalisyon kombinasyonlarından imtina etmeyenlerin açıkça görmesi gereken, temsili demokratik alternatiflerle işlerin yoluna koyulamayacağıdır. Seçim süreçlerinde kendi başına AKP karşıtlığını bile “ilerici” tayin edenler, “ilerici” ittifaklarıyla içinde bulunulan genel sömürü ve baskı durumuna kestirme yollardan çözüm aramaktadır. Tekrar edelim; çözüm, yakınılan sisteme türlü manevralarla eklemlenmek değildir.
Bitemeyen bir seçim sürecinin içerisindeyiz. Oyunu hazırlayanların kendi kurallarına uymadığını anlamak için bir başka genel ya da yerel seçime ihtiyaç yok. Hileli seçim potansiyeliyle karşılaşıldığı, seçimleri organize eden siyasal yapının meşruiyetini yitirdiği, siyasal temsilcilerin temsilci olma durumlarını yitirdikleri noktalarda boykot siyasal bir alternatif olarak belirir!
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 49. sayısında yayınlanmıştır.
The post Seçimler Üzerine appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post NU SE Adlarınız Bütün Sokaklarda appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
OHAL’in ardından iktidarın yayınladığı KHK’larla işlerinden atılan binlerce akademisyen ve öğretmenden sadece ikisiydi onlar. Akademisyen Nuriye Gülmen ve öğretmen Semih Özakça’nın Kasım 2016 yılından itibaren “işlerini geri almak” için Yüksel Caddesi’nde başlattığı kararlı ve zorluklarla dolu direnişleri 300 günü geride bıraktı.
Ankara’da Yüksel Caddesi’nde her gün gerçekleştirdikleri oturma eylemlerini 190 günden fazla zaman önce açlık grevi eylemine dönüştüren, direnenlerin ve dayanışmacıların artmasının ardından tutuklanan Nuriye ve Semih 110 günü aşkın süredir de tutuklu.
Direnişin ilk zamanlarında Yüksel Caddesi’nde neredeyse her gün saldırıya uğrayan Nuriye ve Semih’in kararlılığı direnişle dayanışanların sayısını giderek arttırdı. Yüksel Caddesi inançlı ve kararlı insanlarla doldu taştı. Sayıların yüzler olduğunu gören devlet direnişe saldırdı; Nuriye ve Semih’i tutuklayarak caddeyi eylemlere kapattı.
Tutukluluğun ardından coğrafyanın her yerinde dayanışma eylemleri gerçekleştirildi. Ankara’da Yüksel Caddesi’nde, Nuriye ve Semih’in direnişi başlattıkları yerde onlarla dayanışmak için her gün eylemler sürerken, İstanbul’da da her hafta Kadıköy Süreyya Operası önünde dayanışma eylemleri yapılıyor.
Devlet, Nuriye ve Semih’in direnişini onlara doğrudan saldırarak yok etmeye çalıştığı gibi aynı zamanda direnişle dayanışan ve Nuriye ve Semih’in direnişini dışarıda da sürdürenlere yönelik saldırılarda bulundu. Nuriye ve Semih’in her gün Yüksel Caddesi’ndeki sloganları ve kararlılıkları nasıl korkuttuysa, devlet, dışarıda direnişi büyütmek isteyenlere Nuriye ve Semih’in adlarını dahi yasaklamaya çalıştı.
Her hafta polis, İstanbul’da, Kadıköy’de Nuriye ve Semih’in direnişi ile dayanışmak için yapılan eylemlere saldırdı; Cumartesi Anneleri’nin ve KESK Şubeler Platformu’nun oturma eylemlerinde Nuriye ve Semih’in adlarının geçmemesi için tehditler savurdu. Tüm bu yasaklamalar sürüyor, devlet eylemlere saldırıp gözaltılar yapıyorken Nuriye ve Semih’in adlarının yasaklanamayacağı ve direnişin toplumsallaşmasına engel olunamayacağı coğrafyanın dört bir yanına adlarını yazdığımız #YaşaNUSE kampanyasıyla yeniden anlaşıldı. Sokaklar yarım bırakılmış Nuriye ve Semih yazılamalarıyla doldu.
Devlet Nuriye ve Semih’le ilgili yasaklamak istediği her şeyi yasaklasa bile onların adlarını söylememize engel olamadı.
Herkes görsün bilsin diye ve seslerine ses olmak için sokakların ve meydanların duvarlarına adlarını yazdık. Unutmak üzere olanlar hatırlasın, unutmak isteyenler unutmasın, “Nuriye ve Semih Yaşasın” diye. Nuriye ve Semih’in adlarının yasaklanmasına inat, bu yasağı yaratanlara inat, bu yasağın neden yaratıldığını herkese anlatmak için, yarım bırakılmış Nuriye ve Semih yazılamalarıyla doldurduk her yeri. “Nu” yazdı birimiz, diğeri “riye” yazıp tamamlasın diye. “Se” yazdı diğerimiz bir başkası “mih”i eklesin diye.
Yazılamaların yarım kalması, “Nuriye Semih yalnız değildir” sloganlarının daha “NU” hecesindeyken polis saldırılarıyla yarım kalmasını hatırlatıyordu. Saldırıları hatırlattığı gibi bu saldırılara karşı bir çağrıyı da örgütlemeye çalışan yazılamalar herkesi yarım bırakılmak istenen adları tamamlamaya çağırıyor.
Bu kampanya seni de saldırılarla yarım kalmış adları tamamlamaya ve tamamladığın bu yazılamaları “Yaşa Nu Se” adlı facebook hesabına göndermeye çağırıyor.
The post NU SE Adlarınız Bütün Sokaklarda appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Özgürlüğümüz Mücadelemizdedir appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Anarşist Kadınlar’ın Referanduma Dair Yayınlanan Bildirisi
Kadınların özgürlük mücadelesinde “oy hakkı” tartışmaları, “oy hakkı” kampanyalarının yoğunlaştığı 19. yüzyıla kadar dayanır. Bugün dünyanın birçok yerinde var olan Batı tarzı “liberal demokrasi”lerle uygulamaya geçtiğinden bu yana “evrensel oy hakkı”, bir politik gerçeklik olarak dayatılsa da; liberal demokrasilerin hiçbir şekilde “özgürlük” getirmediğine tanık olan ve getirmeyeceğinden emin olan biz kadınlar için sonu gelmemiş bir tartışmanın konusudur.
“Oy hakkı” kadın-erkek eşitliği ilkesi üzerinden ele alındığında bu kadını büyük bir yanılgının içine hapsetmiş olur. Liberal demokrasinin hak ve özgürlükler kapsamına dâhil ettiği birçok meselede olduğu gibi, konunun teorik ve pratik yanları derinlemesine tartışılmadan, o “hak ve özgürlükler”den yararlanacak bireyler için uygulamaların iyi ya da kötü olduğuna karar verilmeden bir oldu-bittiye getirme söz konusudur. Liberal demokrasinin bu özelliği, siyasal, ekonomik ve toplumsal işleyişi sorgulatmayan bir devlet yapısının oluşuyla ve bireylere bu işleyişi dayatmasıyla ilgilidir. Bu devletli yapıyı ve işleyişi sorgulayanlar ise “kadın ve erkeğin eşitliği” ilkesine karşı olarak yaftalanmışlardır.
Gerek geçmişte gerekse de günümüzde, kadınların “oy hakkı kazanımına” ilişkin bir dizi tartışma mevcuttur. 19. yüzyılda bu kampanyaların yoğunlaştığı Kuzey Amerika coğrafyasında yapılan bu tartışmaları incelemek, sadece “oy hakkı” ve kadın mücadeleleri arasındaki ilişkiyi daha derinlikli görmemize değil, aynı zamanda kadının siyasal özne oluşu ve siyasal eşitlik gibi kadın mücadelesinin içerisinde bulunan kavramları düşünmemize de olanak sağlayacaktır.
“Oy Hakkı” Mücadelesi
19. yüzyılda, ABD’de yoğunlaşan “oy hakkı” kampanyalarının çok tartışılmayan tarafı, bu siyasal talebin ortaya çıkmasını sağlayan düşüncedir. “Oy hakkı” kampanyaları öncelikli olarak, biz kadınların geleneksel evlilik kurumu içindeki güçlerini arttırmayı hedefliyordu. Ve tahmin edilenden farklı olarak, bu orta sınıf ağırlıklı ve muhafazakâr bir hareketti.
Kampanyaların yoğunlaştığı süreçte, Oy Hakkı Hareketi’yle ittifak içerisinde olan Alkol Karşıtı Birlik, Cinsellik Karşıtı Saflık Birlik’i (Purity League) gibi muhafazakâr hareketler, toplumsal aşırılıklardan kadına oy hakkının verilmesiyle kurtulunacağını düşünüyorlardı. Yani kadına oy hakkı verip, “toplumsal değerlerin daha iyi muhafaza edilmesi” ve “toplumsal saflık” amaçlanıyordu. Burada oy hakkı için yükseltilen “kadın”, geleneksel toplum yapısı içerisindeki annelik üzerinden yükseltiliyordu.
Öte yandan, kadınların oy kullanmasını, kilisenin ve evin boyunduruğundan kadının kurtulması gerektiğini düşünenler de savunuyordu. Ancak hareketin büyümesine ve yaygın olarak savunulmasına yol açan olgu, oy hakkı taraftarlarının çoğunun kendisini “iyi bir Hristiyan, ev kadını ve devlet yurttaşı” yapmak için oy kullanmak istemesi gerçeğidir.
Böyle bir siyasi ortamda, “oy hakkı” tartışmaları daha da önem kazanmaktadır. Emma Goldman’a göre, oy kullanma kampanyaları, dikkati gerçek mücadeleden saptıran bir durumdu. O, temel mücadelenin toplumun bir bütün olarak yeniden yapılandırılması, kadınların kendileri için özgür ve anlamlı yaşamlar yaratmalarıyla verilebileceğini söylüyordu.
Kadın mücadelesinin “oy hakkı”na yoğunlaştığı bir süreçte, anarşist kadınlar devlet yapısını sorgulamanın ötesine geçerek, ataerkil aile yapısını sorguladılar ve toplumsal cinsiyet sorununu tartıştırdılar. Kadınların, toplumda ezilen konumda bulunmalarının temelini cinsellik ve doğurganlıkla ilişkilendirdiler. Ekonomik etkenlerin yanı sıra, cinsel etkenlerin de kadınları baskı altına almak için kullanıldığını savundular.
Buradan çıkardıkları sonuç, kadının nasıl bir siyasal özne olacağıyla ilişkiliydi. Seçim sandıklarıyla değil; erkeklerden ve erkek egemen kurumlardan siyasi, ekonomik, psikolojik ve cinsel açıdan bağımsız olmakla siyasal özne olunacağını savundular.
Siyasal Özne Olmak
Bugün referandum gündeminin de siyasal özne olarak kadın açısından sorgulanması şarttır. Bu sorgulama yapılırken, “kazanılmış bir siyasi hak olarak” oy hakkının tarihsel arka planı da göz önünde bulundurulmalıdır. Çünkü;
Kadın mücadelesinin, biz kadınları oy kullanarak politikleştirmek iddiasıyla seçimlere katılmaya yönlendirmesi büyük bir yanılgıdır. Bu yaklaşım, erkek egemenliğine karşı bir mücadele olarak tanımlanamayacağı gibi, erkek egemenliğinin sürdürüldüğü mevcut sistemde seçme-seçilme ilişkisi üzerinden kadının kendini birer siyasal özne olarak ta ortaya koymasına olanak vermeyecektir.
-Seçim propagandalarında sadece bir “alt başlık” olmanın dışına çıkarılmayan kadının, “eşit siyasal özne” olduğu da büyük bir yalandır. Patriyarkal sistemle özdeşleşmiş bir siyasal işleyişten olumlu ve sonuç odaklı bir değişiklik beklemek gerçekçi değildir.
-Erkek egemenliği, içinde yaşadığımız siyasi-toplumsal-ekonomik işleyişte en temel kurucu dinamiklerden biridir ve toplumun bütününü şekillendirmektedir. Bu tarz bir iktidar biçimine karşı çıkış bütünlüklü bir mücadeleyle mümkündür. Ekonomik ve siyasal yapının düzenlenmesinde, devlet işleyişinin düzenlenmesinde belirleyici olmak için atılacak referandum ya da seçim tarzı adımlar kalıcı çözümler yaratamaz. Kadının özgürlüğü, devletli politikaya dâhil olunup alınacak geçici önlemlerle gerçekleşmez.
-Kadın mücadelesi, eğer belli bir egemenlik ve iktidar ilişkisini hedef alıyorsa, bu iktidar ilişkisinin kurduğu yapılar kullanıldığı takdirde nasıl bir siyasal özneden bahsederiz? Patriyarka, bu sistemin en kurucu dinamiklerinden biriyse, bu ilişki biçimine karşı çıkış, ancak radikal, bütünlüklü bir politikayla verilebilir.
-Kadın mücadelesi, siyaset yaparken kadınlar “adına” siyaset yapmaya soyunmaz. Amaç kadını politikleştirmek ve örgütlemektir. Kadınların iradelerini teslim edecekleri mekanizmalar kullanmak değildir.
-İnsanların eşit fırsatlara sahip olması gerektiği şeklindeki düşünce liberal siyaset felsefesinden kaynaklanır. Kadınların eğitime, iş hayatına, parlamentoya eşit ölçüde erişimini engelleyen yasal düzenlemeleri değiştirmek gerektiği, bu düşünce tarafından telkin edilir. Bu esasında, mevcut sistemin içinde rekabet etmeyi hedeflemekten başka bir şey değildir. Kadın ve erkeğin bu şekilde bir işleyişte eşit hale geleceğini düşünmek boş bir düşüncedir.
-Bu durumun böyle olduğu, özellikle Batılı liberal demokrasilerce kanıtlanmıştır. Hukuk, oy kullanma ve istihdam alanında sağlanan “kazanımlar” kadınların ezilmesi gerçeğini değiştirmediği gibi bu yönde olumlu değişikliklerde yaratmamıştır. Toplumsal cinsiyetin toplumsal olarak kurumsallaştırılması esas meseleyse, bu kurumlar ortadan kaldırılmadan sorun bitmiş olmaz, yalnızca görünmez kılınmış olur.
Kadınlar Referandumdan Ne Bekliyor?
Kadın örgütleri, referanduma ilişkin kampanya çalışmalarına şimdiden başladılar. Toplumsal muhalefetin büyük bir kısmının yaptığı gibi… Peki, kadınlar referandumdan ne bekliyor?
Kadının yok sayılmasının, tacizin, tecavüzün, şiddetin, savaşın, katliamların, asgari ücretle çalışan ve sendikalaşma mücadelesi veren işçi kadınların kazanımlarının gasp edilmesinin, kadınların kazandığı tüm hakların elden gitmesinin, kadınların hayatının ve geleceğinin bir kişinin sözüne bağlanmasının, başkanlık sisteminin sonlanmasını bekliyorlar. Ancak bu beklentilerin hiçbiri, bir evet ya da hayırla bitmeyecek. Bu sorunların hiçbirisi, bir referandumluk süre içerisinde çözüme ulaşılabilir sorunlar değildir. Aynı şekilde, mevcut sorunların derinleşmesinin evet ya da hayır denilerek önüne de geçilemeyecek. Bunun nedeni devletin, gerçekte otoriteyi, hiyerarşiyi, hâkimiyeti, adaletsizliği ve eşitsizliği gerektirmesiyle ilgilidir. Yaklaşmakta olan Dünya Kadınlar Günü’nü, kadınların mücadelesi, dayanışması ve örgütlülüğüyle simgeleşen 8 Mart’ı bile var olan referandum gündeminde “hayır” söylemine sıkıştıran kadın örgütlerinin düşeceği yanılgı da tam olarak budur.
Böyle bir yanılgı yaratmanın kadının özgürlük mücadelesi lehine bir sonuç getirmeyeceği ise aşikârdır. Tam tersine yönetime yakınlaştığını, etki ettiğini düşünen kadın, bu yanılgı ile gündelik gerçeklerden uzaklaşacaktır. Kadının yaşadığı adaletsizliklerden, tutsaklıklardan, yoksulluk ve yoksunluklardan kurtuluyor olduğu yanılgısı mevcut sisteme “demokratik” olduğundan dolayı güven duymasına yol açacaktır. Bu güven duygusunun, en liberal ve demokratik görüntüsüne sahip olsa bile devletin otoritesiyle, tahakkümüyle ve erkek egemen yapısıyla en kısa sürede sarsılacağı kaçınılmazdır.
Bizim irademiz, cinsiyetsiz, adil ve özgür, bir dünya isteğimiz, referandum ya da seçim gibi mekanizmalarla sağlanamaz. Yoldaş Emma Goldman’ın da vurguladığı gibi, özgürlüğümüz ve bağımsızlığımız ancak bizim tarafımızdan gerçekleştirilebilir. “Kadın ilk olarak, bedeni üzerinde başka herhangi birisinin hak iddia etmesini reddederek; istemedikçe çocuk doğurmayı reddederek; Tanrı’ya, devlete, topluma, kocaya, aileye ve benzeri şeylere hizmetkârlık yapmayı reddederek. Yaşamını daha basit, ancak daha derin ve daha zengin yaparak. Yani, kamuoyu görüşü ile halkın ayıplaması korkusundan kendisini kurtararak, yaşamın anlamını ve özünü tüm karmaşıklığıyla öğrenmeyi deneyerek. Kadınları oy sandığı değil, ancak bu özgürleştirecektir.”
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 37. sayısında yayınlanmıştır.
The post Özgürlüğümüz Mücadelemizdedir appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Azerbaycan’daki Anarşist Tutsaklarla Dayanışma Çağrısı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Anarşist yoldaşlar; Bayram Mammadov ve Qiyas İbrahimov, Azerbaycan devletinin sürdürdüğü adaletsizliklere karşı, eski devlet başkanı Haydar Aliyev’in Bakü’de bulunan heykeline yaptıkları yazılamalardan dolayı, 10 Mayıs 2016 tarihinde gözaltına alındılar. Qiyas İbrahimov 10 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Bayram ve Qiyas’ın yaptıkları eylem her ne kadar başka coğrafyalarda basit bir eylem gibi görünse de, heykelin üst düzey güvenlik önlemleriyle korunması nedeniyle Azerbaycan’da oldukça ses getirdi.
Azerbeycan devletinin kurucusu, 1969’dan ölümüne dek Sovyetler Birliği’nin Azerbeycan temsilcisi olan ve 2003’te de iktidarı oğlu İlham Aliyev’e devreden eski devlet başkanının heykeline bu tarz bir eylem yapabilmek oldukça önemlidir.
Heykele tapanların arasında yaşıyorsanız ona itaat etmemek cesaret gerektirir. Bayram ve Qiyas da devletle özdeşleşmiş bu iktidar sembolünün kutsallık tabusunu yıtılar. Bu yüzden olacak ki, Bayram ve Qiyas’ı gözaltına alan devlet, onların daha fazla ceza almaları için üzerlerine uyuşturucu yerleştirdi.
“Yasa dışı eroin bulundurma suçlaması”nın on iki yıla kadar hapisle cezalandırılabildiği Azerbeycan’da, Bakü’deki Ağır Ceza Mahkemesi, 25 Ekim’de Qiyas Ibrahimov’u 10 yıl hapse mahkum etti. Aynı suçlamayla yargılanan Bayram Mammadov’un davası ise sürüyor.
Bayram ve Qiyas duruşmadan önce ve sonra ağır işkenceler gördüler. Avukatları Elçin Sagidov, Bayram’ın polis merkezinde gördüğü sürekli işkence üzerine bilgiler paylaştı. Bayram’ın mektubundan bazı alıntılar şöyle:
“… sonra beni bir general’in ofisine getirdiler ve “heykelin önüne çiçek koyup AzTV’ye (devletin resmi televizyonu) konuşarak heykelden özür dilersen serbest bırakılacaksın” dediler. Bunu reddettim, beni yine dövdüler.”
“… 12 Mayıs’taki duruşmadan sonra beni TDC amirinin ofisine götürdüler.” Sivil giyimli 2 kişi, bazı isimler vermemi ve onları benle birlikte çalışmakla suçlamamı söylediler. Çok geç olmadan heykelin önüne çiçek koymamı ve AzTV’ye konuşmamı ve böyle yaparsam beni bırakacaklarını söylediler. Bunu reddettim ve birini aradılar ve “onunla bir süre ilgilen”mesini söylediler. Beni bodrum katlara indirdiler. Kelepçeli olduğum halde beni yumruk, tekme ve copla dövüyorlardı. Üstelik ayaklarımı zincirlediler ve döverken kimse beni duymasın diye ağzımı bantladılar.”
“Beni yere yatırdılar, biri ayağımı tutarken diğeri falaka yapıyordu. Sonra birkaç kez beni havaya kaldırıp aniden bırakarak yere düşürdüler. 4 ya da 5 defadan sonra bantlar yırtıldı ve bu sefer ayaklarıyla ellerimi ezdiler.”
İşkenceye uğrayan ve tutsak edilen Bayram ve Qiyas yoldaşlarımız adına, biz Azerbaycan’daki anarşistler, dünyanın her yerinden yoldaşlarımızı dayanışmaya çağırıyoruz. Dayanışma eylemleri yapmanızı, Bayram ve Giyas’ın hemen özgür bırakılmaları için Azerbaycan yetkililerini zorlamanızı istiyoruz.
Bayram ve Qiyas için E-posta veya tweet atarak dayanışma gösterebilir, devlete karşı baskı yapıp Bayram ve Qiyas’ın sesi olabilirsiniz.
Bulunduğunuz devletin Azerbaycan elçilikleri ya da konsoloslukları önünde eylemler yapın.
Eylemleriniz hakkında bizi bilgilendirin.
#FreeBayram #FreeGiyas
Anarşist tutsak Bayram Mammadov ve Qiyas İbrahimov ile Dayanışma İnisiyatifi
The post Azerbaycan’daki Anarşist Tutsaklarla Dayanışma Çağrısı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post 6 Mart’ta Kadıköy’e Direnişi Haykırmaya appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Topyekün bir savaşın içindeyiz.
Devlet, yok olalım istiyor; iktidar gözünü kırpmadan vahşice saldırıyor yaşamlarımıza; patron dişlerini gıcırdatıyor; erkek acımasızca vuruyor. Bu savaşta istedikleri, sindirmek, korkutmak, vazgeçirmek. Bu yüzden her yolu deniyorlar ve biliyorlar vazgeçmeyeceğimizi. Bildikleri için her geçen gün daha fazla saldırıyorlar.
Topyekün bir savaşın içindeyiz.
Özgürlüğe olan tutkumuz, kardeşliğe olan bağlılığımız, aklımıza bedenimize söz geçiremedikleri inancımız, korkutuyor onları. Çünkü biliyoruz biz hep bu savaşın içindeydik. Şimdi hangi iktidar gelirse gelsin başımıza, hangi yasa caydırabilirse yaptıklarımızdan, hangi erkek öfkesini kuşanıp da dikilirse karşımıza, hangi patron ekmeğimize el uzatırsa uzatsın biz direneceğiz. Barikatlarda direneceğiz, barikatların ardındaki yaşam için direneceğiz. Sokaklarda gece 3 için; meydanlarda halaylarımızla, horonlarımızla, sloganlarımızla haykırmak için direneceğiz. Fabrikalarda, atölyelerde insanca çalışmak için; derelerde, vadilerde doğamız için, tüm canlılar için direneceğiz. Tutsak düştüğümüz zindanlarda, kapatıldığımız okullarda direneceğiz.
Devletin, kapitalizmin ve ataerkinin biz kadınlara açtığı bu topyekün savaşı sona erdirebilmek için, yaşamı savunmak için sözün eyleme, eylemin söze dönüşmesi kaçınılmaz. Bizler Anarşist Kadınlar olarak; sözümüzle, eylemimizle direneceğiz.
Direnişin sesini yükseltmek için bütün kadınları 6 Mart’ta Kadıköy’e çağırıyoruz.
Meydan Gazetesi’nin 32. sayısında yayımlanmıştır.
The post 6 Mart’ta Kadıköy’e Direnişi Haykırmaya appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Artvin Cerattepe’de Kadınlar Yaşam İçin Direndi, Kazandı – Atlas Arslan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Devlet Şiddetinin Karşısında Barikat Ardında Kadınlar
“245 gündür, aralıksız nöbetimizi tuttuk; bu nöbet boyunca, kadınlar olarak bütün toplumsal cinsiyet rollerini de reddettik. Görev dağılımını ona göre seçtik, erkeklerde de bu konuda farkındalık yaratmaya çalıştık. Erkekler yemek yaparken, kadınlar da odun çekti bu süreçte, ateşle ve çeşitli teknik işlerle ilgilendi. Dışarıdan bakıldığında kadınların gece nöbeti tutması olağandışı bir hal gibi görünüyorken; direnişin ilerleyen zamanlarında kadınlar bu nöbeti, 7/24 tutmaya başladı. Hatta araçlarda da kadın sürücüler oldu. Sonraki süreçlerde de Cerattepe’deki direniş kültürüyle birlikte, Artvin Kadın Platformu oluşumunu oluşturduk, bu platformla birlikte çalışmalarımızı yürütüyoruz. Son günlerde de maruz kaldığımız devlet şiddeti karşısında, kadınlar olarak barikatlarda da direniyoruz.”
Kadın, çocuk, erkek ayrımı olmaksızın, Cerattepe’de, bütün bölge halkının maden inşaatına karşı direndiğini söylerken; kadınların bu direnişin en belirgin özneleri haline geldiğini vurgulamak da mümkün. Kadınların hem evde, hem barikatlarda hem de tüm yaşam alanlarında mücadele ettiğini söyleyen Artvinli kadınlar, Cerattepe’de maden inşaatına karşı mücadeleden vazgeçmeyeceklerini çünkü bunun kendileri için Artvin’den vazgeçiş anlamına geleceğini söylüyor.
Artvin Sokaklarında ve Gece Nöbetinde Kadınlar
Artvinli bir başka kadın ise şunları anlatıyor: “Cerattepe direnişiyle birlikte kadınlar daha çok sokağa çıkmaya başladı, sokaklarda süren mücadelede kadınlar birbirlerine ve kendilerine daha çok güven kazandı. Geri çekilmiyoruz artık, ‘erkeklerden karar çıksın ve biz de ona göre hareket edelim’ demiyoruz bu mücadelede.”
Yakın zamanda katledilen Güler Subaşı’dan önce, Artvin’de hiç kadın cinayetinin yaşanmadığına dikkat çeken Artvinli kadınlar; burada sürdürdükleri mücadeleyle, kadınların,kendilerine “bayan” diyen erkeklere de karşı çıkmaya başladıklarını söylüyor.
“Erkeklerin üslubuna, davranışına dikkat ettirir oldu kadınlar artık, cinsiyetçi küfürler konusunda tepkilerini dile getirir oldular. Düzenlenen toplantılarda kadınlar daha çok söz sahibi oldular. Artvin’de direniş, kadınların kendi yaşam alanlarının farkına varması için önemli bir dönüm oldu. Bu farkındalık elbette sadece Cerattepe süreciyle de olmadı, buradaki devrimcilerin de etkisiyle birlikte evde yemek, temizlik yapan kadınların iletişim ağı güçlendi. Burada, Cerattepe öncesinde de yürütülen tartışmalarda, evlilikten çocuk bakımına kadar her şey gözden geçirilirdi. Elbette Cerattepe ile başlamasa da kadınların farkındalığı, Cerattepe nöbetlerinde, gece dağın tepesinde internetin, televizyonun olmadığı yerde tartışma konuşma olanağı arttı. Birbirimizle iletişimimiz güçlendi.”
Kadınlar arasında önceden bir sosyal statü farklılığı olduğunu düşünen Artvinli kadınlar, şimdi gelinen noktada artık o sosyal statünün de eridiğini vurguluyor. “Artık buradaki kadınlarda zengin, yoksul ayrımı yok; çünkü zengin kadın da anladı, erkeğin parasıyla bir yere varamayacağını ve eşine karşı ses çıkarır oldu. Yoksul kadın da kocasına, çocuklarına hizmetin, boynunun borcu ve alın yazısı olmadığını anladı. Tüm bunlar, sokakta direnişte bir araya geldiğimiz yerlerde oldu.”
Cerattepe’de süren direniş, şirketlerin talanına karşı, yaşadığımız topraklarda unutulmayacak bir direniş olarak şimdiden hafızalarımıza kazınmışken; bir yandan da bölge halkının ve özellikle kadınların yaşamlarında bir dönüm noktası olacak gibi. Cerattepe’de şirkete karşı tutulan gece nöbetlerinde, aynı şirketi koruyan polisin-jandarmanın karşısında kurulan barikatlarda direnen kadınların bir aradalığı, şimdi Artvinli kadınların tüm yaşam alanlarına yansıyor.
Atlas Arslan
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 32. sayısında yayımlanmıştır.
The post Artvin Cerattepe’de Kadınlar Yaşam İçin Direndi, Kazandı – Atlas Arslan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post 8 Mart’ta MEYDAN Kadınların appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Kadının görünmez bir özne haline getirildiği erkek egemen sistemde, özellikle kadın katliamlarının yaşandığı son süreçte medyada ve siyasal alanda oldukça gündem edilmesiyle, hem kadınlara hem de toplumun geneline böylesi bir süreçte söz söylemek büyük önem taşıyor. Bu yüzden gazetemizin 25. sayısını kadınlar olarak hazırlamaya karar verdik. Bu sayının mart sayısı olması da bir o kadar manidar.
Gazetemizin bu sayısında, güncel konuları kadın bakış açısıyla yorumlamaya çalıştık. Yazıların içeriği kadın teması üzerinden değerlendirildi ve yazım aşaması kolektif bir şekilde tamamlandı.
Gazetemizin bu sayısının içeriğinde, devletin adaletiyle kadınlara ne gibi adaletsizlikler yaşattığından, iç güvenlik yasasıyla kadına yönelik türlü uygulamaların hayata geçirilmesine; kadınların meşru müdafaa hakkından, patronlara karşı direnen kadınların emeğinin sömürülmesine dair yazılar yer almaktadır. Aynı zamanda tarihteki anarşist kadınlardan günümüze farklı örgütlerden direnen kadınlardan, katledilen kadınlar isyanımızdır diyerek sokaklara çıkan kadınlara; kadın hastalıklarından kadınların kendi yöntemleriyle geliştirecekleri alternatif tedavilere ilişkin yazılara da yer verilmiştir. Kobanê’de kazanılan zaferin ardından yaşamın yeniden yapılandırılmasının da konu edilmesiyle birlikte gazetemizde yükseltmeye çalıştığımız en önemli nokta kadın mücadelesi olmuştur.
Farklı şehirlerden anarşist kadınların bir araya gelerek dayanışma içerisinde, kolektif uyumla hazırladığı bu sayı, daha önce olduğu gibi, bir sonraki birlikteliklerin de zeminini hazırladı.
8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün yaklaştığı şu günlerde gazetemizi coğrafyanın dört bir yanında dağıtarak anarşist kadın mücadelesindeki sözümüzü daha da yaygınlaştırmayı amaçlıyoruz. Özellikle kadın katliamlarının artık son bulması için, pratiğin söze sözün de pratiğe dönüşmesi kaçınılmazdır. Biz anarşist kadınlar sözümüzle, eylemimizle meydanlarda olmaya devam edeceğiz.
Gazetenin hazırlanmasında emeği geçen tüm kadınlara teşekkür ediyor, “8 Mart’ta Meydan Kadınların” şiarıyla 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü kutluyor, tüm kadınlarla meydanlarda buluşma dileğimizi yineliyoruz.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 25. sayısında yayımlanmıştır.
The post 8 Mart’ta MEYDAN Kadınların appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Kapitalist Tüketim Kültürüne Karşı Kedi Kolektifi’nin Kafesi Yalova’da Açıldı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Kapitalizmin dayattığı bencil ve rekabetçi kültür yaşamlarımızın her alanına-her alanına saldırıyorken, bu kültüre karşı paylaşma ve dayanışmayı örgütleyen birliktelikler de büyüyor. “Bencil sömürü sistemine karşı gönüllü insanlar tarafından temelleri atılmış, paylaşma ve dayanışmayı esas alan” Kedi Kolektif, Yalova’da açıldı.
1 Şubat Cumartesi günü Yalova Cemal Nadir Sokak’taki kafelerinin açılışını yapan kolektif, patron-işçi kandırmacasından uzakta, gönüllü olarak çalışmanın esas alındığı ve hep birlikte üretilenlerin yaşama katıldığı kafelerinde, yeni bir yaşamı filizlendiriyor. Kapitalist reflekslerin gündelik yaşantılarımıza kadar sızdığı, bireyin bu kültür içinde giderek yalnızlaştırıldığı zamanlarda kapılarını açan Kedi Kolektif herkesi “Hep birlikte kapitalizme karşı düşleyebileceğimiz, elimizdekini paylaşabileceğimiz bir barikat kurmaya” çağırıyor.
Açtıkları kafeyi aynı zamanda bir sahaf gibi de kullanan kolektif, kitaplıklarında bulundurdukları kitaplarla daha fazla insana ulaşmayı, özgür bilgi paylaşımını artırmayı hedefliyor. Kafe içerisinde bir bölüme kurdukları “Kedi Radyo” ile de, yakın zamanda internet radyoculuğuna başlayacak olan Kedi, bu radyodan hem müzik yayını, hem radyo tiyatrosu yapacak, hem de kafe içerisinden yaptıkları canlı yayınlarla orada olamayanlar için de Kedi’de olanları paylaşacaklar. Kafe içerisinde haftalık film gösterimleri yapmayı planlayan kolektif, aynı zamanda güncel anarşist yayınların, dergilerin ve çeşitli fanzinlerin bulunduğu bölümle de, bu yayınların daha fazla okuyucuya ulaşmasına zemin sağlıyor.
Coca-Cola gibi küresel kapitalist şirketlerin ürünlerini kafelerinde barındırmayı reddeden Kedi Kolektif, bu tüketici kültür yerine kendi deyimleriyle “üzerinde emek sömürüsü ve çocuk kanı bulunmayan ürünleri” misafirleriyle paylaşıyor ve herkesi bu paylaşıma ortak olmaya çağırıyor.
Henüz açtıkları kafelerinde, kapitalizmin bencil ve rekabetçi kültürüne karşı paylaşma ve dayanışmayla bezeli bir kültürü örmeye başlayan Kedi Kolektif “Çünkü bizler düşledikçe kötü olan lanetlenir. Çünkü bizler düşledikçe var edebiliriz. Çünkü bizler düşlediğimiz kadar var olacağız. Ama bizler aynı zamanda paylaştığımız ve dayanıştığımız kadar düşleyebileceğiz. Sömürüye karşı birleşelim, omuzlarımız birbirine değsin” diyerek herkesi bu kültürü, hep birlikte, ilmek ilmek örmeye çağırıyor.
Kedi Sahaf-Radyo-Kafe: Fatih Cad. Cemal Nadir Sokak No:4/A Yalova
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 16. sayısında yayımlanmıştır.
The post Kapitalist Tüketim Kültürüne Karşı Kedi Kolektifi’nin Kafesi Yalova’da Açıldı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Mehmet Göksu Vicdani Reddini Açıkladı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>“Laik ve seküler yapıda bir ulus devletin ordusunda yer almam isteniyor. Bir Müslüman sorgulamadan yaşayamaz.” diyen Mehmet Göksu, vicdani reddini açıkladı.
Yaptığı açıklamada devletin NATO’ya asker gönderdiğini, faiz yediğini ve diyanet aracılığıyla İslam’ı kendi emrine göre kurguladığını belirten Göksu, dinde zorlama olmayacağını belirterek “bir insan hangi kutsallar uğruna öleceğine veya ölmeyeceğine karar veremiyorsa bu kesinlikle adalet değildir” dedi. Askere alınan gençlerin köle gibi kullanıldığına, şüpheli asker ölümlerinin ve intiharların mahkemelerde sümen altı edildiğine dikkat çeken Müslüman vicdani retçi Mehmet Göksu “Rab(terbiye eden) olarak Allah’ı kabul etmişken devlet beni kendine biata zorluyor. Tüm bunları yaparken de inancımı araçsallaştırıyor. Mutlak itaatim yalnızca Allah’adır diyor ve vicdani reddimi açıklıyorum.” diyerek vicdani reddini açıkladı.
The post Mehmet Göksu Vicdani Reddini Açıkladı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Kazova İşçileri Kooperatifleşiyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Kazova’da halihazırda üretim yapılmakta olan makinelerin haciz işlemlerine başlandı. Makineler, vinçler aracılığıyla teker teker kamyonlara yüklendi, işçilerin Kağıthane’de tuttuğu ve patronsuz üretimin devam edeceği yeni yerlerine taşındı. Kazova işçiler şimdi, kooperatifleşmeye doğru adım adım ilerliyorlar.
İşçilerden Bülent Ünal mücadelelerinin bir zafer olduğunu hatırlatarak “Bu daha başlangıç, biz Gaye Somuncu, Umut ve Ümit Somuncu’yu teşhir etmeye devam edeceğiz. İşten atılan doksan dört arkadaşımızın hakkını alana kadar mücadelemize devam edeceğiz… Yeni aldığımız bir habere göre Umut Somuncu şu anda direnişte olmayan bazı işçi arkadaşlarımıza ulaşmış ve ‘ben onlara paralarını ödedim, makineleri de onlara verdim’ demiş, biz bunları kendi alın terimizle aldık, biz kazandık.” dedi.
Kazova işçileri, zaferlerini “Direniş Günleri Filmleri Festivali” ile kutlayacaklar. 1-3 Kasım tarihleri arasında Bomonti’de direniş çadırı önünde gerçekleştirecekleri festivale herkesi de davet ediyorlar. Kazova işçileri, 11 Kasım’da görülecek diğer bir diğer davayı beklerken, fabrikadan evrak oyunlarıyla kaçılan 22 makineyi de almadan fabrika önündeki direnişlerini sonlandırmamaya da kararlı.
Bu haber Meydan Gazetesi’nin 14. sayısında yayımlanmıştır.
The post Kazova İşçileri Kooperatifleşiyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Punto Direnişi Sürüyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>“Punto Deri’de atılan işçiler geri alınsın” pankartının açıldığı eylemde bir konuşma yapan Deri-İş Genel Başkanı Musa Servi, “Punto Deri’nin uluslararası markalara üretim yapmasına rağmen çalışanları yasal hakları çerçevesinde çalıştırmak istemiyorlar. Bu markalara hayat veren işçiler ise kapı önüne koyuluyor. Fakat ne olursa olsun mücadelemizden vazgeçmeyeceğiz çünkü bizim mücadele tarihimiz direnişlerle ve kazanımlarla dolu” dedi ve Punto’da mevcut koşulların değişmesinin sendikal örgütlenmeden geçtiğini kaydetti.
İşçilerin ailelerinin de katıldığı eylemde , “Punto’ya sendika girecek”, “Direne direne kazanacağız”, “Sendika hakkımız engellenemez”, “Atılan işçiler geri alınsın” sloganları atıldı.
Bu haber Meydan Gazetesi’nin 14. sayısında yayımlanmıştır.
The post Punto Direnişi Sürüyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>