The post Anarşist Bir Demiryolcunun Hikayesi : BİZİM ALİ appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>10 Ekim Ankara Katliamı’nda yaşamını yitiren yoldaşlarımızın, dostlarımızın anısını yaşatmak ve mücadelelerini anlatmak için verilen çabalardan biri olarak, katliamın 4. yıl dönümünde Bizim Ali kitabı yayınlandı. Ali Kitapçı’nın yaşamını ve mücadelesini anlatan Bizim Ali kitabının yazarı Cem Gök’le Meydan Gazetesi olarak anarşist bir sendikacının hikayesini, 10 Ekim’i ve sonrasını konuştuk.
Önce kitabın oluşum sürecinden başlayalım istersen. Yazmaya nasıl karar verdin, nasıl bir süreç sonunda oluştu bu kitap? Ali’yle nasıl bir ilişkin vardı, bu ilişki kitaba nasıl yansıdı?
Ben İstanbul’daydım Ali Ankara’daydı, Ali ile farklı dönemlerde anarşizmle tanışmış insanlarız. Ali 80’lerin sonunda İngiltere’de anarşizmle tanışırken ben 2000’lerin başında üniversite ile birlikte anarşizmle tanıştım. Bir noktadan sonra benim politik düşüncelerimi şekillendiren şey sınıf mücadeleci anarşizm ve onun daha önemli olduğu vurgusuydu. İstanbul’da yaşayan bir arkadaş çevresi olarak “işçi sınıfı içerisinde nasıl mücadele ederiz, onlarla birlikte nasıl hareket edebiliriz’’in derdine düşmüştük. Biz üniversitede öğrenciyken Ankara’da Ali Kitapçı diye bir kişiyi duyuyorduk, gidip geldikçe onunla görüşmeye başladık. Çok sık olmasa da onunla sohbet ediyorduk. Anarko-sendikalist bir bakış açısıyla kendi sendikasında, kendi iş yerinde mücadele etmeye çalışan bir kişiydi. 90’lardan başlayarak katledildiği 2015 yılına kadar aynı çizgide kendi mücadelesini koruyan bir kişiydi. Katledilmesi benim ve birçok arkadaşımız için çok yıkıcı oldu. Ne yapılabilir Ali’nin anısı için diye düşündük. Çünkü Ali’nin anısı sadece bireysel bir anı değil, bir mücadele hattının simgesiydi. O mücadele hattının simgesini öne çıkarmak ve onun mücadelesini anlatmak ve yaşatmak için ne yapabiliriz diye bir süre düşündük. Bir dönem bir kütüphane kurulabilir mi diye bir fikir vardı fakat şekillenemedi. Sonrasında kitap fikri ortaya çıktı. Daha sonra bunu Ankara’daki arkadaşlara aktardım. Ankara’daki arkadaşlar da olumlu bakınca kitap çalışması başladı. Fikrin ortaya çıkışı ve şekillenişi böyleydi aslında.
Kitabın içeriğinden biraz bahseder misin? Ali’nin yaşamı, mücadelesi ve anarşist hareket arasındaki ilişki kitaba nasıl yansıdı?
1980’lerin öncesinde Ali mücadelenin içine giriyor, o zaman lise öğrencisi. O dönemden itibaren kendi bulunduğu dönemde ne zaman ne yapıyorsa onun etrafında şekillenen bir dönem anlatımı şeklinde kitabı kurguladım. Ali 80 öncesinde MLSPB içerisinde örgütlü, orada bir şeyler yapmaya çalışıyor. 80 sonrasında 12 Eylül’le birlikte o ilişkileri ortadan kalkıyor. Politik anlayışını değil belki ama, politika yapma tarzını belirleyen şeylerden biri lise döneminde kurduğu örgütsel ilişki. Kitapta da biraz anlatmaya çalıştığım şey, Ali’nin politik tutumlarını şekillendiren teoriden ziyade, pratik ve mücadele olduğuydu. Bu teoriyi önemsemediği ya da bilmediği anlamına da gelmiyor ama politik tutumunu belirleyen teoriden daha çok pratik mücadelenin kendisiydi.
80 sonrasında İngiltere’ye gidiyor ve anarşistlerle tanışıyor. Tabii o döneme dair birebir tanıklığa ulaşamadık ama o dönemde kendi anlattıkları üzerinden bunu çıkartıyoruz. Orada sosyalistlerle bir greve gidiyor, greve polis saldırınca sosyalistler kaçıyor, anarşistler mücadele eden işçilerin yanında duruyor. Bundan çok etkileniyor. Orada da anarşizmle kurduğu ilişki pratik mücadele üzerinden. Kitap okuyarak anarşizmle ilişki kurmuyor. Birincisi pratik, ikincisi de sınıf mücadelesi üzerinden ilişki kuruyor. Türkiye’ye geldiğinde de aslında bu anlayışla hareket etmeye çalışıyor. 90’lardan itibaren kamu emekçisi, BTS’nin öncülü olan dernek süreçlerinin ve DEM-SEN’in kurucu üyesi olarak süreçlerde aktif biçimde yer alıyor.
İşyerinde tanıştığı ve ilişkide bulunduğu insanları sürekli sınıf mücadelesine çekmeye çalışıyor. Gidelim mahallelerde, işyerlerinde örgütlenelim diyor. Bunu aslında son dönemine kadar yapıyor. Tanıştığı ve ilişki kurduğu bütün insanlara bunu söylüyor ama aynı zamanda şunu da yapıyor, sınıf mücadelesini de anarşizme çekmeye çalışıyor. Herkes Ali’yi anarşist kimliğiyle biliyor işyerinde, kimliğini saklamıyor. Anarşizmin Türkiye’de bilinmiyor olmasına rağmen insanlar, Ali’yi tanıyarak aslında anarşizmi doğru biçimiyle algılamaya başlıyor. Saygı uyandıran bir yanı da var; insanların anarşizmle olan mesafeleri de azalıyor ve Ali ile ilişkilenen kendine anarşist diyen demiryolu emekçileri de ortaya çıkıyor. Kitapta da Ali’yi anlatırken aslında Türkiye’deki anarşist hareketin de özet bir kısa bir tarihi anlatılıyor. Aynı zamanda kamu emekçilerinin de özet bir tarihi anlatılıyor. Aynı zamanda aslında farklı toplumsal dönemlerin içinde örneğin 2003’teki savaş karşıtı hareketin ya da Gezi sürecinin de içinde Ali var, bu süreçleri Ali ile deneyimlemiş ya da yanında bulunmuş insanlarla görüşmeler yaptık. 90’lardan başlayarak 2015’e kadar farklı dönemlerine şahitlik etmiş BTS’den, Tarım Orkam-Sen’den arkadaşlarla ve anarşist arkadaşlarla röportajlar yaptık.
Bu içeriği oluştururken ne gibi zorluklar yaşadın? Kitabın çetrefilli süreci ne oldu?
Yazmadığımız bir şey, görüşmediğimiz bir insan var mı; acaba eksik bir şey var mı hissi oluşuyor, en belirgini o. Çünkü görüşüyorsun, aslında şununla da görüşmek gerekir diye düşünüyorsun. Ya da görüşemeyebiliyorsun. Çünkü çok fazla insanla yan yana gelmiş bir kişiden bahsediyoruz. Aslında farklı yönleri ve ilişki biçimleri olan bir kişi. Dolayısıyla kitap yayınlandığı halde her an “acaba eksik bir şey var mı” diye düşünüyorum. Birileri çıkıp “ya şunu benle de konuşsaydın” der muhtemelen diye düşünüyorum. Benim kafamda en fazla dolanan ya da sorun olabileceğini düşündüğüm şey bu. Onun dışında röportaj süreçleri zorluydu. Görüşmek istediğimiz birçok arkadaş sağ olsunlar çok iyi yaklaştı. Çünkü Ali pek çok insan için çok saygı duyulan ve sevilen bir kişi. Dolayısıyla başta Emel ve Özlem olmak üzere herkes canla başla uğraştı bu meselede. Aslında onların kolaylaştırıcılığı olmasaydı zaten mümkün olmazdı. Sonrasında da Kaos yayınlarından Gazi ve Zelha’nın oldukça ciddi katkısı oldu. Kolektif bir biçimde yapıldığı için yaşayacağımız pek çok zorluğu beraber atlatmış olduk.
Ali Kitapcı, Tayfun Benol… Bunun gibi 10 Ekim’de yitirdiğimiz 100’ün üzerinde yoldaşımız, arkadaşımız, insanımız var. Buna benzer çalışmaların, bu topraklarda yaşanan buna benzer katliamların toplumsal hafızada yer alması ve unutulmaması için ne derecede önemli olduğunu düşünüyorsun? Buna benzer devlet katliamlarının yaşanmaması için ne yapılması gerekir?
Önce Amed sonrasında Suruç Katliamları ile başlayan azgın bir savaş süreci. Anarşistler olarak bizler böyle bir şeyi tahayyül dahi edemiyorduk. Suruç’ta genç arkadaşlarımız katledildi daha sonra 10 Ekim’i yaşadık. Böylesi bir katliamda aslında gerçekten mücadele ettiğimiz şeyin ne kadar vahşi ve gerçek bir şey olduğunu ve aynı zamanda sistemin bizi ne kadar tehdit olarak gördüğünü görmüş olduk. Çünkü bir savaş süreci başlatılıyordu ve bu savaş sürecine karşı aslında 10 Ekim büyük bir karşı çıkıştı. O karşı çıkış ancak bir katliamla engellenebildi. 10 Ekim yokmuş gibi mücadele etmeye devam edersek mücadeleyi tekrar yükseltmemiz bana çok mümkün görünmüyor. Ortak bir değerlendirme ve buna uygun ortak bir mücadele hattı oluşturmada eksikliğimiz var diye düşünüyorum. Türkiye tarihinin en büyük katliamlarından biri, toplumun birçok kesiminde neredeyse yok sayılıyor. 10 Ekim’i bütün bir toplum olarak unutmamak ve bu katliamda kaybedilenlerin sahiplenileceği bir hat yaratmak gerektiğini düşünüyorum.
Devletin bir unutturma politikası işliyor diyebilir miyiz?
Eskiden şöyle bir anlayış vardı, “mitingler yasal olunca güvenlidir”. Ama bunun da nasıl bir ilüzyon olduğu 10 Ekim’le birlikte görüldü. Devletin her zaman her yerde katliamlar yapabileceği ve yaptığı kanıtlandı. Biz de 10 Ekim’le ve Suruç’la birlikte bunu gördük. Bu yokmuş gibi varsaydığımız sürece bu şeyleri anlatmadığımız sürece bunları sürekli vurgulamadığımız sürece yine unutacağız. Hiçbir şey yokmuş gibi, böyle bir katliam yaşanmamış gibi hayatımıza devam edeceğiz. Bu tekrar benzer şeyler yaşamamızı kaçınılmaz kılıyor bana göre. Ya da en azından buna uygun bir hat oluşturmamızı mümkün kılmıyor.
Önümüzdeki zamanda hem Ali Kitapcı’yı hem de 10 Ekim Katliam’ını unutturmamak için başkaca çalışma planların var mıdır?
Şu anda buna dair kişisel bir planım yok ama bunu tartışmak, sürekli gündemde tutmak ve ne yapacağımıza dair tekrar tekrar konuşmak gerekiyor. Aslında bu bir ortak görev. Bu kitap da bana göre kolektif bir çalışmanın ürünü. Az önce konuştuklarımızı da kolektif bir çalışmayla yapmak gerekiyor. İki boyutu var aslında bu kitabın. İlki Ali’nin mücadelesinin kendisi, ikincisi ise Ali’nin her zaman karşısında olduğu o devletin katliamcı yüzünü hatırlamak. Bunu da ancak hep birlikte mücadele içerisinde ki sadece anarşistlerden de bahsetmiyorum, Ali’yi yoldaş olarak gören ve Ali ile omuz omuza mücadele etmiş ya da yan yana düşmese bile başka bir yerde Ali’nin mücadelesini önemseyerek onunla birlikte yoldaşlık ilişkisi kuran herkes için bir görev bu. Bunları anlatmak ve anlatmaya devam etmek, yapılacak şey bu bana göre.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 51. sayısında yayınlanmıştır.
The post Anarşist Bir Demiryolcunun Hikayesi : BİZİM ALİ appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Seçimlerin Maskotu “Çocuklar” – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Partilerin çocuklarla ilgili seçim sonrasına dair yaklaşımları böyleyken seçim öncesi propagandalarında, kendilerinden beklenen siyasi pragmatizmleri doğrultusunda çocuklara ve onlarda cisimleşen “saflık, iyilik” temalarına yer vermelerinde hiçbir sakınca yok. Çocukların, sembolik olarak, devletin karar alıcılarının koltuklarına birkaç saatliğine oturtulduğu 23 Nisan günlerinin dışında “hatırlandığı” nadir dönemlerden olan seçim öncelerinde, yaptıkları propagandalarında siyasetçiler, kendi siyasi meşrepleri doğrultusunda, çocuk ve onun temsil ettiği ne kadar olumluluk varsa çekinmeden kullanmaya girişiyor.
ABD eski başkanlarından George W. Bush’un 2000 seçim kampanyası öncesi kullandığı “Leave No Child Behind-Geride Hiçbir Çocuk Gariban Kalmasın” sloganı, ABD başkanlarının başka coğrafyalardaki başta çocuk ölümleri olmak üzere imza attığı katliamlar hatırlandığında “kötü bir şaka” olarak hafızalarda canlanıyor. Benzer şekilde, ellerinde Filistinli çocukların kanı olan İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun seçim reklamı filminde çocuk bakıcısı kisvesine bürünerek oy istemesi, devlet siyasetçilerinin riyakarlığına dair çarpıcı bir örnek olarak hatırlanıyor. Erdoğan da seçim kampanyalarında dünyadaki benzerlerinden elbette geri kalmadı ve geçtiğimiz yıl yapılan 24 Haziran seçimleri öncesi “Hatırla çocuk” temalı bir reklam filminde rol aldı. Erdoğan’ın okuduğu metinde geleceği kuracakları belirtilen çocuklara asker mezarlıkları eşliğinde, seçim sonrası buharlaşırcasına unutulacağı herkesçe bilinen çeşitli öğütler veriliyordu. Ancak her üç örnekte de çarpıcı olan nokta, birbirinden farklı coğrafyadaki bu üç devlet yöneticisinin “çocuk” temalı bu seçim propagandalarındaki samimiyetten uzaklığının, bu propagandaların alıcıları tarafından da biliniyor oluşu idi. Buna dair en yakın örneği, 31 Mart seçimlerini kaybeden bir muhtar adayının, daha önce yaptırdığı bir parkı söktürmesinde görmüştük.
Çocukları toplumda, kendi iradeleri ve karar alma yetileri olan bireylerden öte, seçimlerde oy getirisi olabilecek bir araçsallığa indirgeyen sandık siyasetçileri ve partilerinin yanı sıra çocuklara yönelik bu politikaları, aslında devletlerin onlara genel anlamdaki yaklaşımıyla paralellik gösteriyor. Devletlerin kapitalist “gelişmişlik” düzeyi birbirinden farklı olsa da, çocuklara saygı göstermeyen, onların fikirlerine kapalı ve çocukları amaç değil araç olarak gören politikalar tüm devletler için geçerli. Küresel bazda devletlerin savaşlarını koordine eden Birleşmiş Milletler’e bağlı UNICEF ile de bu politikalar, çeşitli yardım fonları adı altında “-mış gibi yapmak” şeklinde hayata geçiyor. Savaş, barış ya da seçim dönemleri devletlerin çocuklara dair bakış açılarında, fiziksel ve cinsel şiddet, çocuk işçiliği, göçmenleştirme gibi gerçekler göz önüne alındığında, ciddi farklılaşmalara yol açmıyor.
Emrah Tekin
[email protected]
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 50. sayısında yayınlanmıştır.
The post Seçimlerin Maskotu “Çocuklar” – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post 1 Mayıs’ta Genç İşçi Derneği ve Anarşist Gençlik Meydanlardaydı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>1886’dan Bugüne “Günde 8 Saat” Mücadelesi
1 Mayıs 1886’da 350 bin işçi Chicago’daki Haymarket Meydanı’nda direnişteydi. Bu dönemde işçiler için çalışma saatleri uzuyor; yoksulluk içinde yaşam mücadelesi veren işçiler, açlıkla karşı karşıya bırakılıyordu. 1 Mayıs 1886’da “Günde 8 saat” sloganıyla dünyanın dört bir yanında milyonlarca işçi greve çıkmıştı. O gün, Chicago’da, işçilere saldıran polis kalabalığının içinde bir bomba patladı.
Bombayı patlatanın kim olduğu bilinmiyordu. Ancak devlet, grevi en başından beri aktif biçimde örgütleyen anarşist işçileri patlayan bombadan sorumlu tuttu. Gerçekleştirilen yargılamanın sonucunda 8 anarşist işçi, suçları kanıtlanmadan idam edildi.
“Ekmek, Adalet, Özgürlük”
O gün bugündür 1 Mayıs ezenler ile ezilenler arasındaki kavganın, mücadelenin günüdür. 1886’da ezilenler ekmek istiyordu. Patronlar ise ekmekten tüm payı kendilerine almak. Patronların işçileri sömürüsü en yalın ifadesiyle adaletsizliktir. Ve adaletsizliğin olduğu yerde özgürlük için kavga kaçınılmazdır.
Haymarket’te 8 anarşistin idam edilmesinin yaşamında bir dönüm noktası olduğunu belirten Emma Goldman ise direnen işçilere şöyle sesleniyordu: “İş isteyin. İş vermezlerse ekmek isteyin. Ekmek vermezlerse ekmeğinizi alın!”
Dünyanın her tarafında olduğu gibi bu 1 Mayıs’ta da işçiler patronların vermediği ekmeği almak, adil ve özgür bir yaşamı yaratmak için sokakları, meydanları doldurdu.
Tek Damla Yağmurla Başlar HER FIRTINA
Genç İşçi Derneği ve Anarşist Gençlik, anarşist Lorenzo Orsetti’yi selamlayarak onun “Tek Damla Yağmurla Başlar Her Fırtına” sözünün yazılı olduğu pankartla yürüdü. İşçi patron kavgasını sürdürerek bir fırtınayı bugünden yaratabilmek için, 1 Mayıs’tan önce afişleriyle İstanbul’un tüm sokaklarında, 1 Mayıs’ta ise Bakırköy’deydi. Hizmet sektörünün görünmez kılınan sömürüsünü görünür hale getiren, farklı sektörlerde yaşadıkları sömürüye karşı beraber mücadele eden genç işçiler ve gençliğin olduğu her yerde anarşizmin kara bayrağını yükselten gençlik, karakızıl bayraklarıyla, pankartları ve sloganlarıyla tüm dünyada kapitalizme karşı mücadele edenleri direniş ve mücadelenin ateşiyle selamladı.
“Patronlar Sarayda Genç İşçiler Sokakta”
Dikilitaş’tan başlayan yürüyüşte, “Patronlar Sarayda Genç İşçiler Sokakta“, “Genç İşçiler Örgütlü, Örgütlü Güçlü“, “Şef, Müdür, Patronlar Genç İşçiden Korksunlar“, “Ekmek, Adalet, Özgürlük”, “İsyan, Devrim, Anarşi”, “Yaşasın Özgürlük, Yaşasın Anarşizm”, “Bütün Devletler Katildir”, “Bîjî Azadî, Bîjî Anarşî”, “Serhildan Şoreş Anarşi” sloganları atıldı. Farklı sektörlerden genç işçilerin dövizleriyle katıldığı yürüyüşte, tüm dünyadaki işçilerin 1 Mayıs mücadelesini anlatan ajitasyonlar atıldı.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 50. sayısında yayınlanmıştır.
The post 1 Mayıs’ta Genç İşçi Derneği ve Anarşist Gençlik Meydanlardaydı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Anarşist Tutsak Şevket Aslan Hapishane’deki Adaletsizliklere Karşı Açlık Eyleminde appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Aliağa Şakran’da bulunan İzmir 3 Nolu T Tipi Hapishanesi’nde tutulmakta olan anarşist tutsak Şevket Aslan’ın başlattığı açlık eylemine karşı çözüm aramaya gitmeyen hapishane yönetimi Aslan’ı, “sorunları görüşelim” bahanesiyle aynı koğuştan başka bir tutsakla beraber çıkartıp gardiyanlar tarafından darp etti. 24 saat süngerli oda diye tabir edilen yerde tutulan Şevket’ten bu süre içinde tuvalet ihtiyacını da kameraların önünde yapması istendi. Ama Şevket, kendisine dayatılan hiçbir şeyi yapmadı ve direndi.
Şevket Aslan hakkında bilgi veren Av. Gökhan Soysal, “Şevket 19 Temmuz’da da aynı taleplerle açlık eylemine başlamış, eylemini 53. günde kazanımla sonuçlandırmıştı. Ancak aynı sorunların tekrar yaşanması üzerine 21 Kasım’da “süresiz-dönüşümsüz” açlık eylemine başlayan Aslan, talepleri kabul edilene dek eylemini sürdüreceğini söyledi.” dedi. Ayrıca Avukat Gökhan Soysal, Şevket’in unutkanlıklarının başladığını belirtti.
Şevket’in talepleri şu şekilde:
Anarşist kimliğinin tanınarak hapishanedeki başka bir anarşist tutsakla beraber tutulmak veya bu olmayacaksa tekli odaya alınmak; kargodan gelen kitapların tarafına verilmesi; resmi kurumlara hitaben verilen dilekçelerin kaybettirilmemesi ve istendiğinde çıkış numaralarınım verilmesi; açık ziyaretler ve sağlık sebepleri dışında ayakkabı çıkartma dayatmasına son verilmesi; idareyle görüşmelerinde insan onuruna yaraşır şekilde davranış görmek ve duvar dibinde ayakta bekletilme uygulamasına son verilmesi; yağlı boya resim malzemelerinin kendisine verilmesi veya resim atölyesine ulaşımının sağlanması.
Talepleri yerine getirilene kadar eylemini sürdüreceğini belirten Şevket, gazetemizi yayına hazırladığımız günlerde açlık eyleminin 70’li günlerinde direnmeye devam ediyor.
The post Anarşist Tutsak Şevket Aslan Hapishane’deki Adaletsizliklere Karşı Açlık Eyleminde appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post 26A Atölye Aktarımları Sürüyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>26A Atölye Taksim ve Kadıköy’de bilginin özgürce paylaşıldığı aktarımlar Şubat ayında da sürecek. Aktarımların içeriği hakkında bilgilendirmelere sayfalarımızda yer vermeye çalışacağız.
The post 26A Atölye Aktarımları Sürüyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ”5 Saatlik Darbe” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>1980 darbesinden bu yana, bu topraklardaki devlet varlığının kaçınılmaz bir siyasi gerçeği olan darbe, 36 yıl sonra 15 Temmuz’unu 16’sına bağlayan gece vuku buldu. İstanbul ve Ankara merkezli gerçekleşen askeri hareketlilikte pek çok devlet binası bir süreliğine bloke edildi. Ankara’da savaş uçaklarının havalanması ve İstanbul’da köprülerin askerler tarafından trafiğe kapatılmasıyla başlayan darbe, Genelkurmay başkanının rehin alınması, sokaklarda tank ve silah seslerinin yükselmesiyle devam etti. MİT Müsteşarlığı binasından TBMM’ye birçok devlet binası F16’lar ve helikopterlerle vuruldu; pek çok yerde asker ve polis arasında silahlı çatışmalar yaşandı. Bu gelişmeleri izleyen süreçte devlet televizyonunun yayını kesilerek canlı yayında “Yurtta Sulh Konseyi” imzası taşıyan darbe bildirisi okundu. “5 saatlik darbe” sona erdiğinde yüz üzerinde asker, 80 üzerinde polis ve 80 üzerinde darbe karşıtı protestocu öldü. Aralarında çok sayıda yüksek rütbeli komutanın bulunduğu 2839 asker gözaltına alındı.
15 Temmuz akşamı TSK, İstanbul ve Ankara’daki bazı devlet binalarının bloke ederek ve stratejik olarak önemli olan Boğaziçi Köprüsü, Atatürk Havaalanı gibi bazı noktaları ve polis merkezlerini kontrol altına alarak darbe yaptı. Bu Darbeye karşı ise iktidar yanlısı gruplar Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın çağrısı üzerine gece boyu nöbetler tutarak, askerlerle karşı karşıya geldi. Tarihte yaşanmış “darbeler” günler sürerken, insanların başını bile evden sokağa çıkartamıyorken, 2016 15 Temmuz’unda gerçekleşen darbe sadece 1 gece sürmüş, 161 kişi hayatını kaybetmiş, binlerce insan yaralanmış, binlerce asker tutuklanmıştı. İşte o gece yaşananlar:
The post ”5 Saatlik Darbe” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ”Artvin’de Talana Devlet Onayı” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Artvin’in Kafkasör Yaylası Cerattepe mevkiinde yapılmak istenen ve bölge halkının karşı çıktığı madencilik faaliyetine bilirkişi heyeti olur verdi.
Daha önce Rize İdare Mahkemesi tarafından “ÇED Olumlu” kararı iptal edilen maden şirketi, 2 Haziran 2015’te bakanlıktan yeniden “ÇED Olumlu” kararı almıştı. Bunun üzerine harekete geçen Cerattepe halkı ise Rize İdare Mahkemesi’nde ikinci raporun yürütmesinin durdurulması ve iptali istemiyle davası açmıştı.
Bölgede 14 Mart’ta inceleme yapan heyetin raporu, Rize İdare Mahkemesi’ne yakın zamanda ulaştı. “Bir günlük keşfin” sonucunda hazırlanan raporda, bölgede gerçekleştirilmek istenen madenciliğe, bilirkişi tarafından olur verildi.
Bu haber Meydan Gazetesi’nin 34. sayısında yayınlanmıştır.
The post ”Artvin’de Talana Devlet Onayı” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Bursa’da Direniş Santrali Durdurdu” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Bursa’da bulunan Demirtaş Organize Sanayi Bölgesi’nde (DOSAB) kurulmak istenen ve bölge halkının karşı çıktığı kömürlü termik santral projesine verilen Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporuna dair son söz söylendi.
Bursa şehir merkezinde günde 1200 ton kömür yakmayı hedefleyen termik santral projesine karşı bölge halkının 2,5 yıldan bu yana sürdürdüğü mücadeleyle, Bursa 2. İdare Mahkemesi ÇED raporunu iptal kararı verdi.
Bu haber Meydan Gazetesi’nin 34. sayısında yayınlanmıştır.
The post Bursa’da Direniş Santrali Durdurdu” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ”Ulugöl, Turizmin Talanına Direniyor” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Ordu’da bulunan Ulugöl’ün turizme açılması için yapılan çalışmalar, bölge halkında tedirginlik yarattı.
Ulugöl’de 100 yataklı otel yapma girişimine tepki gösteren bölge halkı, Ulugöl’ün turizme açılmasının bölgeye zarar vereceğini belirterek; söz konusu bölgenin Trabzon’da bulunan ve “turizm” adı altında talan edilen Uzungöl’e benzememesi için mücadele edeceklerini vurguladı.
Bu haber Meydan Gazetesi’nin 34. sayısında yayınlanmıştır.
The post ”Ulugöl, Turizmin Talanına Direniyor” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ”Bergama’nın ÇED Raporu 7 Yıl Sonra Açıklandı” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>İzmir’in Bergama ilçesindeki iki ayrı bölgeden altın çıkaran ve bir süre önce kayyuma devredilen Koza Altın İşletmeleri A.Ş.’ye 2009’da verilen iki ayrı “ÇED olumlu” kararının iptali için açılan davada, yapılan bilirkişi incelemesi sonrası hazırlanan rapor ortaya çıktı. Bilirkişi heyetindeki 5 kişiden 3’ünün “eksiklikler olduğunu” belirttiği raporun sonuç bölümünde, “Deprem riski ve taşkın açısından, maden işletmesine ait ÇED raporunda özensizlik ve bilimsel eksiklikler bulunmaktadır” denildi.
Altın madenine karşı mücadele veren bölge halkı ise bilirkişi raporundaki çelişkinin ardından bölgede yapılacak inceleme sırasında, toprak zehirlenmesine, yer altı suyuna, kanser hastalıklarının sayısına, sakat doğumlara ve sakat hayvan doğumlarına da bakılmasını istedi. Bergamalılar, ÇED olumlu raporunun iptalini beklediğini vurguladı.
Bu haber Meydan Gazetesi’nin 34. sayısında yayımlanmıştır.
The post ”Bergama’nın ÇED Raporu 7 Yıl Sonra Açıklandı” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Baskı ve Tehditlere Karşı “Varız, Buradayız!” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Denizli LGBTİ ve Aileleri, 5 Haziran günü Tarım İl Müdürlüğü önünde toplanarak 2. Onur Yürüyüşü’nü gerçekleştirecekti. Ancak basın açıklamasının yapılacağı yerde toplanan homofobik ve transfobik grup nedeniyle polis, “güvenliği” bahane ederek yürüyüşü engellemek ve Onur Yürüyüşü’ne katılmak isteyenleri dağıtmak istedi. Polisin tehdidine karşı alanı terk etmeyen homofobi ve transfobi karşıtlarıysa “Varız, buradayız” diyerek bir basın açıklaması gerçekleştirdi.
Bu haber Meydan Gazetesi’nin 34. sayısında yayımlanmıştır.
The post Baskı ve Tehditlere Karşı “Varız, Buradayız!” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post İzmir Onur Yürüyüşü Yasaklanamadı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>İzmir’de düzenlenmek istenen Onur Yürüyüşü, yürüyüşe bir gün kala İzmir Valiliği tarafından yasaklanmıştı. İzmir Onur Yürüyüşü’nün engellenemeyeceğini söyleyen yüzlerce kişi, polis barikatına ve Valilik engellemelerine rağmen, yürüyüşü 4 Haziran günü İzmir Kordon’da gerçekleştirdi.
Bu haber Meydan Gazetesi’nin 34. sayısında yayımlanmıştır.
The post İzmir Onur Yürüyüşü Yasaklanamadı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>