12 eylül – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Fri, 12 Mar 2021 09:38:33 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Selefiler-Tarikatlar İktidar Savaşında https://meydan1.org/2020/10/25/selefiler-tarikatlar-iktidar-savasinda/ https://meydan1.org/2020/10/25/selefiler-tarikatlar-iktidar-savasinda/#respond Sun, 25 Oct 2020 15:47:51 +0000 https://meydan.org/?p=65718 Gündelik yaşamdaki yoğunluğu, devlet iktidarının politikaları paralelinde gün geçtikçe artan muhafazakarlaşma, farklı veçheleriyle gündeme gelerek kendisini bir şekilde tartıştırıyor. Geçtiğimiz temmuz ayında Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi sırasında görünürlüğü artan, 15 Temmuz 2016’da sokaktaki varlığını gördüğümüz, yurtlarında cinsel saldırı haberlerinin eksik olmadığı tarikat ve cemaatler, devletin toplumu muhafazakarlaştırma politikalarında önemli bir zemin oluşturuyor. Devlet iktidarının eski ortağı […]

The post Selefiler-Tarikatlar İktidar Savaşında appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Gündelik yaşamdaki yoğunluğu, devlet iktidarının politikaları paralelinde gün geçtikçe artan muhafazakarlaşma, farklı veçheleriyle gündeme gelerek kendisini bir şekilde tartıştırıyor. Geçtiğimiz temmuz ayında Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi sırasında görünürlüğü artan, 15 Temmuz 2016’da sokaktaki varlığını gördüğümüz, yurtlarında cinsel saldırı haberlerinin eksik olmadığı tarikat ve cemaatler, devletin toplumu muhafazakarlaştırma politikalarında önemli bir zemin oluşturuyor. Devlet iktidarının eski ortağı olan ancak daha sonra “FETÖ” olarak kodlanan Cemaat’in yokluğunun doğurduğu “boşluk” söz konusu yapıları daha görünür kıldı.

1950’lerde iktidarda bulunan Demokrat Parti etrafında kümelenerek güç biriktirmiş olan tarikat ve cemaatler, 12 Eylül 1980 Darbesi sonrasında devletin iç-dış politik tasarrufları paralelinde önemli birer ekonomik ve siyasi güç haline gelmişti. Bu noktada, söz konusu bu yapıların ekonomik güç haline gelmelerinde 12 Eylül sonrası Özal döneminde çıkarılan Özel Finans Kurumları Kanunu’na ayrı bir parantez açmak gerek. Bu yasa ile serbest piyasa hareketliliği içinde kendisine yer bulan “faizsiz bankacılık sistemi” 1980’leri izleyen on yıllar boyunca tarikat ve cemaatlerin ekonomik gücüne zemin oluşturdu.

Tarikat ve cemaat örgütlenmeleri, her ne kadar 28 Şubat 1997 sonrası “irtica ile mücadele” adı altında devletin görece hedefinde yer alsalar da hem kullanışlılıkları her zaman işe yarayacak birer enstrüman olmaları hem on yıllar boyunca devlet içindeki kökleşmiş ilişkileri nedeniyle çok ciddi bir güç yitimine uğramadılar. Kaldı ki 1994’ten beri Milli Görüş gelenekli partilerin yerellerdeki iktidarı ve 2002’de aynı kökenden gelen AKP’nin genel seçimleri kazanması, bu görece ve kontrollü güç yitimini durdurmuştu.

AKP ile Cemaat arasında 2013’e kadar yaşanan ittifak 15 Temmuz sonrası açık bir husumete dönüşürken, bu tarihten sonra başta İsmailağa ve Menzil olmak üzere farklı tarikat ve cemaatlerin adını daha sık duyar olduk.

İsmailağa Cemaati’nden Cübbeli Ahmet Hoca adıyla bilinen Ahmet Mahmut Ünlü’nün geçtiğimiz ay içinde yaptığı ancak farklı zamanlarda da dile getirdiği “selefi derneklere” yönelik uyarılar, gözleri bir kez daha devlet iktidarının cemaat, tarikat ve benzeri yapılarla ilişkisine çevirdi.

Cübbeli Ahmet (Ünlü), açıklamasında iki bin civarında selefi derneğinin varlığından ve bu derneklerin silahlandığından söz etti. Bu açıklamanın, son örneği Uşşaki bağlantılı bir tarikatta görülen cinsel saldırı vakaları, arazi kayırmacılığı, devlet bürokrasisindeki görünürlüklerinin artması gibi konular nedeniyle zaten gündemde olan tarikat ve cemaatlerle bağdaştırılması sonrası Ünlü, sadece dernek adı altında örgütlenen selefilerin yarattığı “tehlikeye” dikkat çekmek istediğini söyledi.

Söz konusu açıklamada tarikat ve cemaatlerin, “devletin-milletin yanında yer alan hayır kurumları” hüviyeti korunarak örgütlenme zemini bulmaları “tehlikesine” karşı dikkat çekilen selefilik, Suriye Savaşı’nda IŞİD ve El Kaide türevi cihatçı çetelerden kamuoyunun tanıdığı ve aşina olduğu bir akım. Kendisi dışındaki birçok İslam yorumunu olduğu gibi tarikat ve cemaatleri de tekfir eden (kafir ilan eden) selefilerle Cübbeli Ahmet’in açıklamasında belirginleşen tarikat ve cemaatler arasındaki iktidar savaşına devletin nasıl bir yaklaşımda bulunacağı ise önemli. Bu yaklaşıma göre ileride selefiliğin yaşadığımız coğrafyadaki örgütlenme zeminine dair fikir sahibi olunabilir.

IŞİD’in öldürülen lideri Ebubekir el Bağdadi’nin 2019’daki bir videosunda “Vilayet Türkiye” adıyla bir grubun, cihatçı çeteye biat ettiği ortaya çıktıktan uzun süre sonra İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, söz konusu “Vilayet” yapılanmasının emirinin yakalandığını duyurmuştu. Ancak aynı günlerde “Türklerin müslüman olmadığını, cihatçı çetelerle yaşanan çatışmalarda ölen TC askerlerinin şehit sayılamayacağını” ve -açık bir şekilde- IŞİD’i desteklediğini söyleyen “selefi lider” Murat Gezenler hakkında herhangi bir soruşturma açılmaması, devletin bu konuda iki farklı yaklaşım içinde olabileceği izlenimi uyandırıyor.

Yaşadığımız coğrafyada 2015-2017 arasındaki 5 Haziran HDP Amed mitingi, Suruç, 10 Ekim, Reina, Sultanahmet, İstiklal Caddesi patlamalarını hatırladığımızda, devletin kontrolü dahilinde ve dışında olmak üzere iki farklı biçimde IŞİD saldırılarının gerçekleştirildiğini görebiliriz. Bu anlamda son günlerde, tarikat ve cemaatlerle selefiler arasında yaşanan bu soğuk savaşta, devlet “Vilayet Türkiye” tarzı kapalı hücreler dışında, kontrolü altında tutabileceğini düşündüğü oranda, “sözlü davete dayalı” selefi örgütlenmenin önünü kapamayabilir.

Bu noktada önümüzdeki süreçte, devlet iktidarının muhafazakar politikalarına “biat etmiş” selefilerle onların, kendileriyle aynı hedef kitleye ve devlet bürokrasisindeki benzer kurumlara oynadığını düşünen tarikat ve cemaatler arasında yaşanacak gerilimi görebiliriz.

Şimdilik medyadaki görünürlükleri ve devlet bürokrasisinin kurumlarındaki varlıkları tarikat ve cemaatlerin bu “savaşta” bir adım önde olduğu izlenimi uyandırsa da devletin 2015-2017 döneminde selefilerle olan “iltisakını” hatırladığımızda bu gerilimde dengelerin değişebileceği unutulmamalı.

Emrah Tekin

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 54. sayısında yayınlanmıştır.

The post Selefiler-Tarikatlar İktidar Savaşında appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/10/25/selefiler-tarikatlar-iktidar-savasinda/feed/ 0
12 Eylül Devlettir, 12 Eylül Kapitalizmdir https://meydan1.org/2020/09/12/12-eylul-devlettir-12-eylul-kapitalizmdir/ https://meydan1.org/2020/09/12/12-eylul-devlettir-12-eylul-kapitalizmdir/#respond Sat, 12 Sep 2020 16:41:39 +0000 https://meydan.org/?p=63911 Yaşadığımız coğrafyada toplumun siyasi, ekonomik ve sosyal olarak değişimine neden olan 12 Eylül Darbesi’nin üzerinden 40 yıl geçti. 12 Eylül 1980 Darbesi, 1970’lerin özellikle ikinci yarısından itibaren yükselişe geçen devrimci sokak muhalefetini bastırmak ve ekonomik olarak da devletin kapitalist karakterini küresel anlamda esen neo-liberalizm rüzgarına entegre etmek gibi bir “işlevsellik” taşıyordu. Bu bağlamda 12 Eylül’ü, […]

The post 12 Eylül Devlettir, 12 Eylül Kapitalizmdir appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Yaşadığımız coğrafyada toplumun siyasi, ekonomik ve sosyal olarak değişimine neden olan 12 Eylül Darbesi’nin üzerinden 40 yıl geçti. 12 Eylül 1980 Darbesi, 1970’lerin özellikle ikinci yarısından itibaren yükselişe geçen devrimci sokak muhalefetini bastırmak ve ekonomik olarak da devletin kapitalist karakterini küresel anlamda esen neo-liberalizm rüzgarına entegre etmek gibi bir “işlevsellik” taşıyordu. Bu bağlamda 12 Eylül’ü, aynı yılın 24 Ocak tarihinde ilan edilen, ekonomik anlamda yapısal dönüşüm sağlayan kararlardan ve o kararın “mimarlarından” Turgut Özal ile onun temsil ettiği, şu anda da iktidarda bulunan, kendilerini de devamcısı addettikleri siyasi gelenekten ayrı düşünemeyiz. Dolayısıyla 12 Eylül, sadece askeri bir kliğin iktidarı ele geçirmesi değil, “sivil siyasette de” uzantıları olan ve toplumu siyasi, sosyal ve ekonomik anlamda “dönüştürmeye” odaklı bir darbedir.

12 Eylül’ün bu askeri ve “sivil” bileşenlerinin dışında, mevcut muhafazakar iktidarın güç tahkimini ve “yol temizliğini” kolaylaştıran, dış politika bağlamında bir başka faktörün de -bir başka söylemle fırsatın- altı çizilmeli. Dönemin Soğuk Savaş koşulları içinde düşünülmesi gereken bu “fırsatın” dinamiklerinden biri, ABD’nin SSCB ve komünizm tehdidine karşı devletlerin muhafazakar yapılarını güçlendirmeyi hedefleyen ve “Yeşil Kuşak Doktrini” olarak adlandırılan projesiydi. 1979’daki SSCB işgali sonrası ABD’nin ilk olarak Afganistan’da hayata geçirdiği bu proje, 12 Eylül Darbecileri için son derece kullanışlı oldu, askeri yönetim dönemi sonrası da istisnasız tüm iktidarlar için geçerliydi.

Bölgesel iktidar değişiklikleri bağlamında ise 12 Eylül’ü “çağıran” bir diğer gelişme 1979’da İran’da ABD’nin Ortadoğu’daki en önemli müttefiki olan Şah Rejimi’nin devrilmesiydi. Afganistan ve İran’dan sonra bölgede bir diğer önemli müttefiki kaybetme kaygısı yerini, 1974’teki Kıbrıs işgali ile başlayan ambargonun sessiz sedasız bitirilmesi ve nihayetinde 12 Eylül’ün ilk saatlerinde darbenin Washington’a “our boys did it- bizim çocuklar başardı” şeklinde müjdelenmesine bıraktı.

12 Eylül 1980’de gerçekleştirilen askeri darbe, 24 Ocak 1980’de ilan edilen yol haritasını eksiksiz bir biçimde uygulamak gibi bir hedefe sahipti. Ancak bu “hedefi” gerçekleştirmek için yaşanan grevleri, direnişleri, fabrika işgallerini ve bütün bu devrimci dinamiği harekete geçiren toplumsal örgütlenmeyi ortadan kaldırmak gerekiyordu. Darbenin, devrimcilere yönelik idamlar, hapis cezaları, işkenceler şeklinde tezahür eden bilindik “rakamsal” sonuçlarının dışındaki asıl bakiyesi ise -günümüzde x,y,z kuşağı gibi tanımlamalarla da karşılanan ve dönemsel olarak başarılı olduğu söylenebilecek- toplumun depolitizasyonu oldu. Ancak 12 Eylül’ün murad ettiği depolitizasyonun 1987-88 öğrenci direnişleri, işçilerin sokaklara çıktığı ve 1990’daki Zonguldak Madenci Grevi-Ankara Yürüyüşü ile devamını getirdikleri 1989 Bahar Eylemleri, 1980’lerin ikinci yarısında yükselişe geçen Kürt Özgürlük Mücadelesi, devletin yasakladığı her 1 Mayıs ve Newroz’da alanlara çıkılarak, günümüze gelindiğinde de Gezi Direnişi gibi toplumsal ve tarihsel kesitlerde tıkandığı görüldü.

İçinden geçtiğimiz süreçte ise 12 Eylül Darbesi’ni gerçekleştiren ya da darbeyi zımnen destekleyen kimi aktörleri hoşnut edecek gelişmeler gündemden düşmüyor. Korona Krizi’nin başında, devletin en tepesindeki ismin patronlara yönelik “yüzünüz gülüyor” komplimanları, dönemin patron örgütü TİSK Başkanı Halit Narin’in 12 Eylül’ü selamladığı “şimdi gülme sırası bizde” şeklindeki coşkusunun 40 yıl sonraki güncellenmiş hali. Benzer şekilde aynı “tepe ismin” patronlara, OHAL sayesinde grevleri engelleme icraatlarını duyurması da zihinlerdeki tazeliğini koruyor. Diğer taraftan darbenin “mağdurları” arasında gösterilen MHP’lilerin o dönem 12 Eylül’ü “fikri iktidarda kendisi zindanda” şeklinde tanımladığını hatırladığımızda, aradan geçen 40 yılın MHP’ye fikren ve bedenen bir iktidar bahşettiğini görüyoruz.

Aradan geçen 40 yılda Kürtler açısından devlet baskısı anlamında değişen çok fazla bir şeyin olmadığı ise sembolik anlatımı güçlü bir cümlede özetlenebilir: “Kamber Ateş nasılsın?”. Dönemin Kürt siyasi tutsağı Kamber Ateş’in hapishane görüşüne gelen annesinin ezberleyebildiği tek Türkçe cümle olan ve görüş boyunca defalarca tekrarlanan “Kamber Ateş nasılsın?” sözleriyle 12 Eylül, Kürtlere sadece ve sadece Türkçe konuşmayı dayatmıştı. Aradan geçen 40 yılda, kayyum atanan belediyelerdeki Kürtçe tabelaların, park ve meydan adlarının değiştirilmesi, mahkeme tutanaklarına geçen “bilinmeyen bir dil” ibareleri aslında 40 yıl öncesi ile sınırlı olmayan inkar politikasının bugün de devam ettiğini gösteriyor.

Ancak tüm baskılarına rağmen darbeler, ezilenlerin örgütlenme ve mücadelelerini tamamen bitiremiyor. Gerçekleşen her darbe sonrası, orta ya da uzak bir zaman diliminde yükselişe geçen mücadeleler, toplumdaki mücadele dinamiklerinin darbelerle tümden ortadan kaldırılamayacağını gösterdi. İçinden geçtiğimiz süreçte de bu genel doğrunun altını çizmek gerek. 12 Eylül mirasçısı mevcut iktidar, ilan edilmiş ya da fiili OHAL’ler ile bu dinamikleri ve bu dinamiklerin harekete geçme potansiyelini ortadan kaldırdığını düşünedursun, devletin ortadan kaldıramadığı bu toplumsal dinamikler çatlakları derinleştiriyor ve iktidarın içinde bulunduğu krizi perçinliyor.

Emrah Tekin

The post 12 Eylül Devlettir, 12 Eylül Kapitalizmdir appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/09/12/12-eylul-devlettir-12-eylul-kapitalizmdir/feed/ 0
Devletin Askeri Darbeler Tarihinde Bugün: 12 Mart 1971 https://meydan1.org/2018/03/12/devletin-askeri-darbeler-tarihinde-bugun-12-mart-1971/ https://meydan1.org/2018/03/12/devletin-askeri-darbeler-tarihinde-bugun-12-mart-1971/#respond Mon, 12 Mar 2018 13:42:15 +0000 https://seninmedyan.org/?p=31810 50 yıl önce bugün, 12 Mart 1971’de TSK’nin üç kuvvet komutanı ve Genelkurmay Başkanı tarafından “muhtıra” adı altında bir askeri darbe gerçekleştirildi. Generallerin TRT haber bültenlerinden okunan muhtırası sonrası, Süleyman Demirel başbakanlığındaki Adalet Partisi(AP) hükümeti düşürüldü. 12 Mart darbesi, üç gün öncesinde,  9 Mart’ta TSK  içindeki bir başka klik tarafından tasarlanmış, ancak “emir-komuta zinciri” içinde olmadığı […]

The post Devletin Askeri Darbeler Tarihinde Bugün: 12 Mart 1971 appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

50 yıl önce bugün, 12 Mart 1971’de TSK’nin üç kuvvet komutanı ve Genelkurmay Başkanı tarafından “muhtıra” adı altında bir askeri darbe gerçekleştirildi. Generallerin TRT haber bültenlerinden okunan muhtırası sonrası, Süleyman Demirel başbakanlığındaki Adalet Partisi(AP) hükümeti düşürüldü. 12 Mart darbesi, üç gün öncesinde,  9 Mart’ta TSK  içindeki bir başka klik tarafından tasarlanmış, ancak “emir-komuta zinciri” içinde olmadığı için teşebbüs aşamasında kalmış bir başka cuntaya karşı gerçekleştirilmiştir. 9 Mart darbe girişiminin başarısız olmasını ise, darbecilerin içine sızan MİT’çiler Mahir Kaynak ve Mehmet Eymür’ün Genel Kurmay Başkanı Memduh Tağmaç ve İstanbul 1. Ordu Komutanı Faik Türün’e verdikleri rapor sağlamıştı.

12 Mart darbesi sonrası devlet tarafından, parlamento ve siyasi partiler kapatılmadı ancak, devrimcilere yönelik olarak, idam cezaları ve infazlara uzanan bir baskı oluşturuldu. 26 Nisan’da ilan edilen sıkıyönetim ile birlikte, ilerleyen yıllarda artacak sivil faşist saldırılar, yine devlet desteğinde örgütlenmeye başladı. Sıkıyönetim ilanının bahanesini ise,  İstanbul’da Vezneciler’de faşistlerin üniversiteyi işgal girişiminin  devrimciler tarafından önlenmesi,  29 Mart’ta Ankara’da Kurtuluş Lisesi önündeki faşist saldırıda üç devrimcinin yaralanması,  31 Mart’ta İTÜ’nün, 1 Nisan’da Robert Kolej’in “işgal edilecekleri” gerekçesiyle kapatılmaları gibi olaylar oluşturdu.

20 Mart 1971’de Batman’da üç bin köylü kent meydanında, yaşadıkları ekonomik sıkıntılar nedeniyle yaparken, yine aynı günlerde Grundig elektronik fabrikasının işçileri, 80 günü aşkın grev yaptılar. 25 Mart’ta Samsun Alaçam’da, tütün üreticilerinin Tekel’in tütün satmasını engelleyerek gerçekleştirdikleri direnişte 8 kişi tutuklandı.

Devlet 12 Mart 1971 ile, 20. yüzyılın başlarında başlattığı darbe geleneğinin önemli kilometre taşlarından birini döşerken, ilerleyen yıllarda bu “geleneği” 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997 ve son olarak 15-20 Temmuz 2016’da gerçekleştirdiği, açık-örtük, başarılı-başarısız darbelerle sürdürdü.

23 Ocak 1913’te, daha sonra devletin yönetimini alacak olan İttihat ve Terakki tarafından Cağaloğlu’ndaki, dönemin hükûmet binası Bâb-ı Âli’nin basılması.
12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrası gözaltına alınan devrimciler.
28 Şubat Darbesi’nin sembollerinden, Ankara-Sincan’da tankların yürütülmesi.
2016’nın 15 Temmuz gecesini 16’sına bağlayan sabah, İstanbul Boğaziçi Köprüsü’nde, başarısız olan darbe girişimi sonrası “teslim olan” askerler.

The post Devletin Askeri Darbeler Tarihinde Bugün: 12 Mart 1971 appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/03/12/devletin-askeri-darbeler-tarihinde-bugun-12-mart-1971/feed/ 0
TEKRAR TEKRAR TEKRAR – Zeynel Çuhadar https://meydan1.org/2017/01/06/tekrar-tekrar-tekrar-zeynel-cuhadar/ https://meydan1.org/2017/01/06/tekrar-tekrar-tekrar-zeynel-cuhadar/#respond Fri, 06 Jan 2017 10:15:37 +0000 https://test.meydan.org/2017/01/06/tekrar-tekrar-tekrar-zeynel-cuhadar/ CIA tarafından finansmanı sağlanan ve özellikle 1950’lerden itibaren uygulanmaya başlanan duyusal yoksunluk deneyleri ile bireylerin çeşitli yollarla hafızası ve dış dünyayla olan bağlantısı hedef alınarak, bireye şekil verilmeye çalışılmıştır. Naomi Klein’in Şok Doktrini adlı kitabında bahsetmesiyle daha çok bilinir hale gelen bu deneylerden en çarpıcı olanları Dr. Ewan Cameron tarafından uygulanmıştır. Cameron’un deneylerinde, bireyin zihnini […]

The post TEKRAR TEKRAR TEKRAR – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

tekrar


Tekrarla Sıkıştırılıyoruz!

Goebbels’e göre “En parlak propaganda tekniği, tek bir temel prensip akılda sabit olarak tutulmadıkça başarıya ulaşmayacaktır: Kendini birkaç nokta ile sınırlamalı ve bunları defalarca tekrar etmelidir. Bir şeyi ne kadar uzun süre tekrarlarsanız insanlar ona o kadar fazla inanırlar.”


CIA tarafından finansmanı sağlanan ve özellikle 1950’lerden itibaren uygulanmaya başlanan duyusal yoksunluk deneyleri ile bireylerin çeşitli yollarla hafızası ve dış dünyayla olan bağlantısı hedef alınarak, bireye şekil verilmeye çalışılmıştır. Naomi Klein’in Şok Doktrini adlı kitabında bahsetmesiyle daha çok bilinir hale gelen bu deneylerden en çarpıcı olanları Dr. Ewan Cameron tarafından uygulanmıştır. Cameron’un deneylerinde, bireyin zihnini kontrol etmek için, bireyin zaman ve mekân algısı yok edilip, iradesi kırılarak her türlü etkilenmeye açık hale gelmesinin yolu açılmıştır. Cameron, “hastalarının” hafızalarını silmek amacıyla onlara önce defalarca tekrarlanan elektroşoklar vermiş, daha sonra şekillendirmek istediği yönde hastaya defalarca telkinde bulunmuştur. Doğum sonrası depresyon yaşayan ve deney kapsamında üzerinde çalışma yapılan Janine Huard’a defalarca elektroşok verilmiş; ardından kocasına ve çocuğuna karşı sorumluluklarının olmadığını tekrarlayan bant kayıtları dinletilmiştir: “Janine, Janine, sorumluluklarından kurtuluyorsun. Sen, kocanı ve çocuklarını gözetmek istemiyorsun”.

Bu tip uygulamalar, yaşadığımız coğrafyada da bir işkence yöntemi olarak kullanıldı. Özellikle 12 Eylül sonrası devlet, “bir şeyler” itiraf etmesini isteyerek gözaltına aldığı insanlara tekrar tekrar elektroşok vermiş, insanların gözlerini bağlayarak onlara duyusal yoksunluk yaşatmaya ve onların iradesini kırmaya çalışmıştı.

15 Temmuz’dan beri yaşadıklarımız ise şiddet dozu daha az, ama tekrarlarının sıklığı ve toplam süresi daha fazla olan bir şok dizisi olarak karşımıza çıkıyor. Aralardaki boşlukları tıka basa dolduransa, televizyon kanallarından, gazetelerden ve internet sitelerinden yayınlan son dakikalarla, haberlerle, günün özetleriyle ve yorumlarla tekrar tekrar söylenenler.

Devletin “Gizli Propaganda Aracı”

“Hainler o kadar güçlü bir lobiyle Türkiye aleyhine çalışıyor ki dünyanın dört bir yanında bununla başa çıkmak için bir eylem planına, “gizli propaganda aracı”na acil ihtiyacımız var.” Bu sözler ana akım medyada yer alan bir köşe yazarına, Sevilay Yükselir’e ait. Öneriyse Nazi Almanyası’nda kurulmuş olan “Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanlığı” ile bu kurumun kurulduğu günden kapanışına kadar bakanlığını yapmış olan Joseph Goebbels’i ve “Büyük Yalan” adı verilen propaganda tekniklerini akla getiriyor.

“Ein Volk, Ein Reich, Ein Führer” yani “Tek Halk, Tek İmparatorluk, Tek Lider” söyleminin üretildiği ve yaygınlaştırıldığı bakanlıkta kullanılan ve en çok dikkat çeken tekniklerden biri tekrar üzerine kuruluydu. Goebbels’e göre “En parlak propaganda tekniği, tek bir temel prensip akılda sabit olarak tutulmadıkça başarıya ulaşmayacaktır: Kendini birkaç nokta ile sınırlamalı ve bunları defalarca tekrar etmelidir.” ve “Bir şeyi ne kadar uzun süre tekrarlarsanız insanlar ona o kadar fazla inanırlar.”

İletişim araçlarıyla söylenen şeylerin ne kadar doğru olduğunun, iktidarın amaçları açısından bir önemi yoktur; aslolan söylenenlerin ne kadar sıklıkla tekrarlandığıdır. Özellikle kriz zamanlarında kamuoyuna sunulan haberlerin birçoğunun bilgi kirliliğine neden olduğu ve yine birçoğunun da bu amacı taşıdığı düşünüldüğünde, haberlerin tekrar tekrar verilmesinin önemi artmaktadır. Henüz bir haberin şokunu atlatamadan bir başka haberle sarsılanlar, haberlere karşı tepkisizleşmeye başlamaktadır.

OHAL sürecinde tekrar tekrar yapılan haberlerle zaman ve mekân algımız yok edilerek, irademiz ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır. Özellikle iktidarın beslediği medyaya ait haber sitelerine girildiğinde bu durum açıkça kendini göstermektedir. “Son Dakika” diye bağıran pek çok haber, bırakalım son dakika olma niteliğini, haber olma niteliğini dahi taşımamaktadır. En az yedi kanalda birden günde üç doz verilen siyasi yorum programlarında, siyasetçiler, gazeteciler ya da akademisyenler, iktidarın söylediklerini tekrarlamaktadır. Bu tekrarlamalar, zaten yaşadığı ya da tanık olduğu şoklarla algıları yıpratılan insanların yönetilmesini açık hale getirmektedir. Dahası, tekrarlar insanları öyle yönetilmeye açık hale getirir ki, medyada yer alan bir haber ya da yorum, daha bir hafta geçmeden tersine çevrilip tekrar sunulduğunda, takipçilerinde bir tutarsızlık şüphesi uyandırmak yerine takipçilerini daha çok etkilemektedir.

Zeynel Çuhadar

[email protected]

The post TEKRAR TEKRAR TEKRAR – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/01/06/tekrar-tekrar-tekrar-zeynel-cuhadar/feed/ 0
“Kenan Evren Devlet Devlet Teröristtir” – Gürşat Özdamar https://meydan1.org/2015/06/04/kenan-evren-devlet-devlet-teroristtir-gursat-ozdamar/ https://meydan1.org/2015/06/04/kenan-evren-devlet-devlet-teroristtir-gursat-ozdamar/#respond Thu, 04 Jun 2015 11:09:34 +0000 https://test.meydan.org/2015/06/04/kenan-evren-devlet-devlet-teroristtir-gursat-ozdamar/ 12 Eylül 1980 yılında gerçekleştirilen askeri darbenin mimarı olan Kenan Evren, Mayıs ayının başlarında öldü. Darbe sonrası başında bulunduğu cunta konseyi ile birlikte, yönetimi ele geçiren ve coğrafyanın ezilenlerine, devrimcilerine işkence ve katliamlar uygulayan katil Evren, bir süredir hastanede tedavi görüyordu. Katilin Layığı Devlet Törenidir Evren’in ölümü sonrası onun şahsında 12 Eylül dönemi uygulamaları tekrar […]

The post “Kenan Evren Devlet Devlet Teröristtir” – Gürşat Özdamar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi- Kenan Evren Devlet Devlet Katildir

12 Eylül 1980 yılında gerçekleştirilen askeri darbenin mimarı olan Kenan Evren, Mayıs ayının başlarında öldü. Darbe sonrası başında bulunduğu cunta konseyi ile birlikte, yönetimi ele geçiren ve coğrafyanın ezilenlerine, devrimcilerine işkence ve katliamlar uygulayan katil Evren, bir süredir hastanede tedavi görüyordu.

Katilin Layığı Devlet Törenidir

Evren’in ölümü sonrası onun şahsında 12 Eylül dönemi uygulamaları tekrar gündeme geldi. Bu tartışmaların yer yer evrildiği nokta ise katil Evren’i 12 Eylül Darbesi ve sonrasında ortaya çıkan siyasal ve toplumsal denklemde, devletin dışında, “devlete rağmen” bir kötülükler kaynağı ( Evren’in cenazesine devlet töreni yapılmasın kampanyaları) olarak kendini gösterirken, bu tartışmaları açanlar ise son tahlilde devleti aklama pozisyonuna düştüler.

Kimi muhalif unsurlar içinde zaman zaman dillendirilen “derin devlet”, ”devletin içine çöreklenmiş güçler” gibi devleti, gerçekleştirdiği katliamlardan, adaletsizliklerden “azade” bir hale sokmaya çalışan bu algı, 12 Eylül darbecilerine karşı devletten yana “tavır alarak” devlet töreni yapılmamasının istenmesi katil ile devleti, birbirinin karşısına koyarak bu ruh ikizlerinden yapay bir şekilde “düşman kardeşler “ yaratma çabası olarak kendini belirginleştiriyor.

Toplumsal Dizayn Projesi Olarak 12 Eylül

Dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren başkanlığındaki Milli Güvenlik Konseyi’nce gerçekleştirilen darbe sonrası verilen ilk tepkilerden biri, bir patron örgütlenmesi olan TİSK(Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu) başkanı Halit Narin’e aitti. Narin, “kısa ve net” açıklamasında “Şimdiye dek işçiler güldü, şimdi gülme sırası bizde” derken aslında, toplumsal mücadeleler nedeniyle kesintiye uğrayan “kapitalist istikrarın”, söz konusu darbe marifetiyle hayata geçirileceğini “müjdeliyordu.”

12 Eylül öncesinde gelişen mücadele ile birlikte toplumun neredeyse hepsine sirayet eden örgütlenme refleksi, 12 Eylül’ü gerçekleştiren devletin, ortadan kaldırmak istediği şeylerin belki de başında geliyordu. Dönemin patronlarından Halit Narin ve onun gibilerinin “yüzünün gülmesine” vesile olan şey de aslında buydu. Ezilenler 12 Eylül öncesinde olduğu gibi örgütlü olarak çıkmayacaklardı karşılarına ve dolayısıyla kapitalizmin sömürü çarklarını çevirmek daha kolaylaşacaktı. Darbe ile birlikte kurgulanarak hayata geçirilmek istenen örgütsüz, adaletsizlikler karşısında mücadele refleksini yitirmiş bir toplumdu. Kapatılan sendikalar, dernekler ve siyasi partiler, yasaklanan grevler 12 Eylül sonrası devletin, devrimcilere yönelik gerçekleştirdiği katliamların yanı sıra nasıl bir toplum ve sistem için harekete geçtiğini anlatmaya yetiyor.

Devlet 12 Eylül’ün “Mirası”nı Hep Diri Tuttu

12 Eylül dönemiyle özdeşleşen ve yaşı büyütülerek idam edilen Erdal Eren gibi semboller, devletin katliam defterinde sürekli güncellendi. Devlet, 90’larda Küçükarmutlu’da okulunun bahçesinde panzer altında yaşamını yitiren 7 yaşındaki Sevcan Yavuz’la, 2000’lerde 12 yaşındaki Uğur Kaymaz’la, Ceylan Önkol’la, Taksim-Gezi Direnişi’nde Berkin Elvan’la ve son olarak Cizre’de katledilen çocuklarla, 12 Eylül mirasına “sıkı sıkıya” sahip çıktı.

Zaman zaman gündeme gelen 12 Eylül ile yüzleşme, darbeyi mahkum etme vb. söylemlerin ise, bu yaşananlar ışığında asla karşılığını bulamayacağını söylemek daha gerçekçi bir yaklaşım olacaktır. Devlet gerek 12 Eylül’de uygulamaya koyduğu açık faşizm, gerekse de yakın dönemde Kobané Direnişi sonrası başvurduğu “iç güvenlik yasası” gibi yöntemlere yaslanarak fiili anlamda toplumu örgütsüzleştirme amacı doğrultusunda, 12 Eylül mirasını canlı tutmayı bildi. Pratik anlamda ise 12 Eylül’ün, toplumun tüm hücrelerine dek örgütsüzleştirilmesi hedefini de korudu ve geliştirmek için yoğun çaba gösterdi.

En yakın dönemde akıllara gelen ve çeşitli gerekçelerle yasaklanan metal , THY, Şişe-Cam, Darphane grevleri bu “çabanın” pratik adımları olarak karşımıza çıkıyor. Diğer bir taraftan ise neredeyse her gün medyada çıkan “sendikalı oldukları için işten atılan işçiler” haberleri, o dönemin “yüzü gülen” patronu Narin gibi şimdiki patronların da yüzünü güldürmek için, örgütlenen işçilere ve diğer toplumsal kesimlere saldırmaktan geri durulmayacağını gösteriyor.

Gürşat Özdamar

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 27. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Kenan Evren Devlet Devlet Teröristtir” – Gürşat Özdamar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/06/04/kenan-evren-devlet-devlet-teroristtir-gursat-ozdamar/feed/ 0
“Selanik’ten Geriye… Bir İhtilal Daha Var”- Erdinç Yücel https://meydan1.org/2012/11/13/selanikten-geriye-bir-ihtilal-daha-var-erdinc-yucel/ https://meydan1.org/2012/11/13/selanikten-geriye-bir-ihtilal-daha-var-erdinc-yucel/#respond Tue, 13 Nov 2012 11:07:35 +0000 https://test.meydan.org/2012/11/13/selanikten-geriye-bir-ihtilal-daha-var-erdinc-yucel/ Onlar için kooperatif demek, aracıların, bilicilerin ve hazır yiyicilerin aradan çekilmesi demektir. Ve bir aynaya ihtiyaç duyduklarında Arjantin’de, Brezilya’da, İspanya, Almanya ve Sırbistan’da halen yaşanmakta olan özyönetim deneyimlerine bakmaları yetecektir. “Kendimize kim olduğumuzu hatırlatmak için hepimizin aynalara gereksinimi var.” (Memento) Siyaset dedikleri sihirli bir değnek… Kimin elinde boy gösterse, insanlara dünyayı onun gözüyle seyrettirmeyi başarıyor. […]

The post “Selanik’ten Geriye… Bir İhtilal Daha Var”- Erdinç Yücel appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Onlar için kooperatif demek, aracıların, bilicilerin ve hazır yiyicilerin aradan çekilmesi demektir. Ve bir aynaya ihtiyaç duyduklarında Arjantin’de, Brezilya’da, İspanya, Almanya ve Sırbistan’da halen yaşanmakta olan özyönetim deneyimlerine bakmaları yetecektir.

“Kendimize kim olduğumuzu hatırlatmak için hepimizin aynalara gereksinimi var.” (Memento)

Siyaset dedikleri sihirli bir değnek… Kimin elinde boy gösterse, insanlara dünyayı onun gözüyle seyrettirmeyi başarıyor. Belki de Arapça köküne inildiğinde “vahşi bir atı sakinleştirme” anlamına ulaşılabildiği içindir. Belki de dünyayı izlemenin tatlı rehavetiyle ona kimin gözünden baktığımız artık önemini yitirdiği içindir. Sahi, kaç zamandır bu tribünde oturduğunu hatırlayan var mı aramızda? Kim olduğunu ve ne istediğini çoktan unutmuş olan bunca insan içinde aynaya bakacak cesareti olan kaç kişi bulabiliriz?

Başka Bir Dünya: Selanik

Bolluk günlerinde her şey an’da kilitlenmiş gibidir. Ezeli bir sükûnetin içinden gelip ebedi bir saadete ulaşan bir an’dır bu… Başka olasılıklara göz kırpmak, başka yollar aramak, başka sularda kulaç atmak kimsenin aklına bile gelmeyecektir… Olan biten her şey, başka türlüsü mümkün olmadığı için yaşanmaktadır zaten. Sonra birden bir şey olur. Bolluk günlerinin ezeli ve ebedi olmadığını bize hatırlatan bir şey… Ve kendimizi sayısız olasılıkla baş başa buluveririz… Tribünden sahaya inip diğer olasılıkları test etmenin zamanı gelmiştir artık… Tıpkı Selanik’te VIO.MET işçilerinin yaptığı gibi…

Fabrika yönetimi 2011 Mayısında krizi bahane ederek üretimi durdurtup ortalıktan toz olur. Ne de olsa dünyada aynı işi çok daha ucuza yaptırabilecekleri aç insanlarla dolu başka ülkeler vardır. Fabrikayı korsanlar gibi buharlaştırırlarsa yaklaşık 50 işçinin ödenmemiş maaşlarının da, yıllarca çalışarak hak ettikleri tazminatların da yükünden kurtulmuş olacaklardır. Her şeyi düşünmüşlerdir ama işçilerin tribünden sahaya inebilecekleri gelmemiştir akıllarına. Ve akla gelmeyen başa gelir. Çünkü bolluk günlerinin sonunda her zaman başka olasılıklara açılan kapılar vardır.

VIO.MET işçilerinden 38’i, patronun fabrikadaki stoku ve makineleri kaçırmasını engellemek için fabrikada nöbet tutmaya başlarlar. Resmi olarak işsiz sayılmamaktadırlar fakat işleri yoktur. Toplanırlar, düşünürler, konuşurlar… Başka olasılıkların varlığını hatırlayacak kadar köşeye sıkışmışlardır artık. Böylece oy birliğiyle fabrikayı özyönetim esaslarına göre işler hale getirmeye karar verirler. Kooperatifleşecek ve patronlar için değil, kendileri için üretime başlayacaklardır. Çünkü onlar için kooperatif demek, aracıların, bilicilerin ve hazır yiyicilerin aradan çekilmesi demektir. Ve bir aynaya ihtiyaç duyduklarında Arjantin’de, Brezilya’da, İspanya, Almanya ve Sırbistan’da halen yaşanmakta olan özyönetim deneyimlerine bakmaları yetecektir. Ya da biraz geriye gidip Ege’nin doğusuna da bakabileceklerdir.

On İki’den Geriye

Kenan Paşa’ya soracak olursanız “on iki” düşmanın denize dökülmesi demektir. Onun gibi bir şey en azından… Sıkıyönetim Savcılarının iddianameleri de bunu doğrulayacaktır. İzmir’deki Tariş davasında tutuklanan 135 işçi hakkında “vatan topraklarının bir bölümünü işgal etmek”ten dava açtılarsa bir bildikleri vardır. 12 Eylül’den yedi ay önce devlet, askeri ve polisiyle on bin kişilik silahlı bir gücü seferber ederek Çiğli İplik Fabrikasını “düşman işgali”nden kurtarmasa neler olurdu hiç öğrenemedik… Ama orada yaşananların Yeni Çeltek’le bir ilgisi olduğunu da dönemin gazete arşivlerinden okumuş bulunduk.

Evet Yeni Çeltek! Peki neydi Yeni Çeltek ?

Türkiye Şeker Fabrikaları 1955’te Amasya Suluova’da bir şeker fabrikası açar. Suluova’da pancar vardır. Pancar’ı işleyip şekere dönüştürmek için gereken enerjiyi sağlayacak kömür yatakları da vardır. Böylece Yeni Çeltek maden ocağı da Suluova’da açılır. Köylüden pancar yok pahasına alınacak, madende kömür, işçilerin ölesiye çalışmasıyla elde edilecek, ve bu acımasız çark dönerken memleketin en ucuz şekeri imal edilecektir. Çarkın güvenli biçimde işlemesi için de silahlı külahlı gangster sendikacıların ağzına bir parmak bal çalınacaktır. Her şey 1920’lerin Amerikasındaki gibi başlar ama aynı yılların İtalyasındaki gibi sonuçlanır. 1974 – 80 arası kocaman bir dalgaya dönüşen halk hareketi kendisine yeni yollar, yeni kollar, yeni kanallar açarak ilerler. Dünyadaki farklı deneyimlerin bilgisine derinlemesine sahip bir hareket değildir bu. Ama hareket halindeki topluluklar başka olasılıkları görmeye meyyal olurlar. Yeni Çeltek’te de olan budur. Önce gangster sendikacıların tekeline son verirler. Devrimci çevrelere kapılarını açarlar. Devrimci komiteler, sendikalar, inisiyatifler kurulur. Yerden biter gibi adeta… Çünkü harekette bereket vardır. Çünkü hareket halindeki toplulukların “tehlikelere” odaklandığı pek görülmemiştir. Politik “doğrular” değil, akacak kanallar önemlidir. Yeni Çeltek’te de Yeraltı Maden İş sendikası örgütlenir. Yine de koşulları değiştirmek zordur. Gangster sendikacılar ellerinden kayıp giden iktidarı yeniden ele geçirmek için kan dökerler. Ama topluluklar bir yerde harekete geçtilerse, kurbanlık olmaktan hoşlanmadıkları içindir. Gangster sendikacıların da kanı dökülecektir bu durumda. Çünkü “düşman, kendi kanını görene kadar korkunçtur!” 1976’da Suluova’nın Halk Komiteleri vardır, işçilerle profesyonel sendikacılar arasındaki hiyerarşiyi ortadan kaldıran bir örgütlenme vardır, insanların öz savunmanın meşruiyetine duyduğu güven vardır. Bunlar varken işçiler kendi taleplerini işverene “dayatabilme” gücüne de sahiptir. Yüzlerce işçinin 23 günlük başarılı grevi örgütlü direnişin nelere kadir olduğunu bütün Suluova’ya gösterir.

1980’e gelindiğinde vahşi çalışma koşulları bir ölçüde ortadan kalkmıştır. üretimde verimlilik yüksektir ancak işveren maliyeti de yüksek bulmaktadır. Hal böyleyken ocakların kapatılmasına karar verirler. Bütün Suluova’nın ve çevre ilçelerin desteğini alan işçiler ise grevle yanıtlarlar bu kararı. Ama işlerin durdurulduğu bir grev değildir bu. İşçiler ocaklara inmeye devam ederler. Artık işveren için değil, kendileri için kazma sallamaktadırlar. Söz yalnızca onlardadır. Ve buna dostlar arasında özyönetim denmektedir. Tıpkı 1977’de Aşkale’de, 1970’te Günterm Kazan Fabrikası’nda ve 1969’da Alpagut’ta olduğu gibi…

Yeni Çeltek’teki özyönetim macerası “on iki”de son bulur. Parlamenter “demokrasi” balkabağına dönüşür. Fareler ve insanlar baş başa kaldığında Suluova’nın 689 evladına Dev-Yol üyesi olmak suçlamasıyla dava açılır. Bunlardan 64’ünün idamı istenir…

Köke Ulaşmak: Hikâyenin Başlangıcı

Çorum’un leblebisinden başka bir de Alpagut’u vardır. Hatta önce Alpagut’u vardır ki bunu bilmemek ne olduğumuzu ve aslında kim olabileceğimizi de bilmemek anlamına gelir.

Alpagut’ta 1942’de kurulan maden ocakları zamanla bölge halkının tek geçim kaynağı olmuştur. Ağır çalışma koşullarına ve kuş kadar ücretlere onca yıl katlanan madenciler, 1969’a gelindiğinde açlıkla baş başa kalırlar. İki buçuk aydır maaşları ödenmediği gibi ne zaman ödeneceği da söylenmemektedir. Bölge tarıma elverişli değildir. Neredeyse tüm araziler maden işletmesi için istimlâk edilmiştir. Bölge insanının, yaşamak için ocaklarda heder olmaktan başka bir seçeneği de yoktur. 13 Haziran 1969’a gelindiğinde tam 73 gündür ücretlerini alamayan 950 işçi; “Biz unutulduk. Öyleyse biz kendimizi düşünelim” diyerek ocağı işgal ederler. Kendi deyişleriyle “yönetime artık işçiler el koy”muşlardır.

Sonrası bu 950 işçiden 786’sının sonuna kadar sürdürdüğü 35 günlük bir “ihtilal” hikâyesidir. İşçiler, adına “ihtilal konseyi” dedikleri bir öz örgütlenme kurarlar. “Öncü” partileri, profesyonel “rehber”leri, liderleri yoktur. Konsey bütün işçilerin ortak kararıyla, konsensusla seçilmiştir. Konsey, bütün işçilerin dahil ve eşit söz (oy) hakkına sahip olduğu işçi genel kuruluna bağlıdır ve olağanüstü toplantılar dışında her hafta toplanan genel kurula hesap vermektedir. Hiyerarşik işbölümü kaldırılmıştır. İşçiler sekizer saatlik üç vardiya halinde çalışacaktır. İşgalin güvenliği, işçiler, eşleri ve çocukları tarafından ortaklaşa sağlanmaktadır. Üretilen kömürün satışını da “ihtilal konseyi” üstlenmiştir. Aracıların ve profesyonel işbölümünün ortadan kaldırılması demek, daha yüksek verimlilik, daha ucuz kömür, daha insani çalışma şartları ve daha çok ücret demekti. (Evet Alpagut aynasına bakmadan önce, anarşinin belirsiz bir gelecekte değil, hemen şimdi aslında sana ne önerdiği hakkında bir fikrin yoktu değil mi itiraf et.)

“İhtilal”in ikinci ve üçüncü haftasında üretim yüzde elli artmıştı. Maazallah devlet otoritesinin bu şekilde sarsılması başka yerler için de örnek olabilirdi. 17 Temmuz günü madeni kuşatan jandarma “ihtilal”e son verdi. Sonrasında her şey “normal”e döndü ve işçilerin beş aylık pasif direnişi sonucu yeniden işe dönecek olan 13 kişi işten atıldı.

Köke dönüş derken kasıt Alpagut aynası değildi elbet. 1956 ‘da Macaristan’da ortaya çıkan işçi konseyleri, 1936’dan 1939’a kadar İspanyol devrimine damgasını vuran anarşist kır komünleri ve işçi komiteleri, 1920’lerde İtalya’da ortaya çıkan (anarşistlerin ve komünistlerin etkin olduğu fabrika konseyleri, 1923’te cumhuriyetin ilanından hemen önce İstanbul’da iş yerini işgal ederek denetimi ele geçiren mürettiplerin direnişi, Rusya’da yenilgiye uğrayan 1905 devrimi sırasında işçiler tarafından kurulan ve 1917 Şubat devrimi sırasında dört bir yanda yeniden boy gösteren sovyetler ve elbette 1871 Paris Komünü…

Hep geriye gitmenin mümkün olduğu bu yolculukta hiçbir deneyimin bize “eksiksiz” ve “olgun” bir model sunmadığı söylenebilir elbette. Ama zaten varlık nedeni yalan söylemek olan siyaset erbabından başka kim kusursuz bir tıraş deneyimi vaat edebilir ki bize?

Ve en başta söylendiği gibi… Siyaset dedikleri sihirli bir değnek… Kimin elinde boy gösterse, insanlara dünyayı onun gözüyle seyrettirmeyi başarıyor. Oysa bir de toplumsal devrim ihtimali var. Orada eller senin ellerin, gözler senin gözlerin ve diğer her şey herkesindir. Çünkü hayatlarımızdan başka sahip olabileceğimiz hiçbir şey yoktur gerçekte ve sistem denilen bu dipsiz kuyu bize hayatlarımızdan başka her şeye sahip olabileceğimizi söyler. Ve biz, ezeli bir sükûnetin içinden gelip, ebedi bir saadete ulaşan bir an’ın içinde olduğumuz zannıyla bolluk günlerinin sona ermemesini dileriz.

“Gözlerinizi kapattığınız zaman dünya yok olmuyor değil mi?” (Memento)

Erdinç Yücel
[email protected]

The post “Selanik’ten Geriye… Bir İhtilal Daha Var”- Erdinç Yücel appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2012/11/13/selanikten-geriye-bir-ihtilal-daha-var-erdinc-yucel/feed/ 0