1871 Paris Komünü – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Fri, 10 Jan 2020 10:30:37 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Komünün Karası Louise Michel – Zeynep Tan https://meydan1.org/2020/01/10/komunun-karasi-louise-michel-zeynep-tan/ https://meydan1.org/2020/01/10/komunun-karasi-louise-michel-zeynep-tan/#respond Fri, 10 Jan 2020 10:30:35 +0000 https://meydan.org/?p=53172 Paris Komünü’nde barikatlar ardında devletlere, otoriteye olan öfkesi ve yeni bir dünyaya olan inancıyla tanıdık Louise Michel’i. 9 Ocak 1905 günü 75 yaşındayken yaşamını yitirdi Louise Michel. Bugün onun anısına Anarşist Karala Dergisinden ‘Komünün Karası Louise Michel’ başlıklı yazıyı paylaşıyoruz. Louise Michel anarşist mücadeleye, özellikle de Paris Komünü’ne yaşam veren kadınlardan biridir. 29 Mayıs 1830’da […]

The post Komünün Karası Louise Michel – Zeynep Tan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Paris Komünü’nde barikatlar ardında devletlere, otoriteye olan öfkesi ve yeni bir dünyaya olan inancıyla tanıdık Louise Michel’i. 9 Ocak 1905 günü 75 yaşındayken yaşamını yitirdi Louise Michel. Bugün onun anısına Anarşist Karala Dergisinden ‘Komünün Karası Louise Michel’ başlıklı yazıyı paylaşıyoruz.

Louise Michel anarşist mücadeleye, özellikle de Paris Komünü’ne yaşam veren kadınlardan biridir. 29 Mayıs 1830’da Fransa’da Vroncourt şatosunda dünyaya geldi. Annesi şatonun hizmetçilerinden biriydi. Babası ise Louise dünyaya geldikten kısa bir süre sonra ortadan kaybolmuştu. Louise dede ve büyükanne diye çağırdığı şatonun sahiplerinin yanında büyüdü, okuma yazmayı dedesinin gayretleriyle öğrendi.

Öğretmenlik eğitimi aldı ama göreve başlamak için imparatora yemin etmesi gerekiyordu, bunu reddetti. Resmi okullar yerine özel okullarda çalışmak zorunda kaldı, hatta 1853 ocağında Yukarı Marne bölgesinde Audeloncourt’da özgür bir okulu bizzat kendisi açtı. İki yıl sonra da aynı bölgede bir başka okulda “fikirlerini çocuklara aşıladığı gerekçesiyle” ilk kez emniyetin dikkatini çekti, Paris’e taşınmaya karar verdi. Paris Komünü’nün önde gelen isimlerinden Varlin, Eudes, Valles, Rigault, Theophile Ferre’yle; onlarla katıldığı tartışmalarda ise anarşizmle tanıştı.

“İktidar lanetlidir, ben bu yüzden anarşist oldum!”

Louise Paris’te 1871’in Ocak ayında teslimiyetçi hükümete karşı yapılan eylemlere ulusal muhafız üniforması ile katıldı ve ilk silahlı eylemine katılmış oldu. Komünle taçlanacak olan 18 Mart ayaklanmasında Louise mantosunun altında sakladığı karabinası ile yer aldı.

Sadece eylemde değil söylemde de sivriliyordu gün geçtikçe. Kaleme aldığı Anarşistler Bildirisi’ndeki “Anarşistler, düşünce özgürlüğünün her yerde tanındığı bir çağda sınırsız özgürlüğü savunmayı hak ve görev olarak bilen insanlardır… Özgürlükten yanayız ve bunun, kökeni ve biçimi ne olursa olsun, ister dayatılmış, ister seçilmiş olsun, kralcı ya da cumhuriyetçi olsun herhangi bir iktidarın varlığıyla bağdaşmayacağına inanıyoruz… Eşitlik olmadan özgürlük olamaz!… Bizim istediğimiz eşitlik, özgürlüğün ön koşulu olan fiili eşitliktir. Herkesten yeteneği kadar, herkese ihtiyacı kadar, diyoruz!” sözleri, komünün ruhunu yansıtıyordu.

Komün’le beraber başlayan değişim, halkın kendi yaşama biçimini kendisinin belirleme kararlılığı, elbette herkesi memnun etmedi. Louise Michel’in de yazdığı gibi “Giderek çürüyen iktidarlar, güçlerini özgür olmak isteyen bütün halkalara karşı birleştiriyordu.”

2 Nisan sabahı Paris top sesleriyle uyanmıştı. Komün’ü hazmedemeyen Versailles Sarayı, büyük bir ordu ile iki koldan Paris’i kuşatmıştı. Hemen ertesi gün, 3 Nisan 1871’de Komün, öz savunmaya girişti.

Barikatlardan Zindanlara Kadınlar Her Yerde

Paris Komünü’nde başlangıçta kadınlar sürekli geri tutulmaya çalışılmış, toplantılara katılmaları önlenmek istenmişti; kadınların savaşamayacakları düşünülüyordu. Parisli kadınlarla birlikte Louise Michel bunun tersini kanıtladı.

17-18 Mart gecesi General Vinoy’un birlikleri, Parislilerin ellerinden toplarını almakla görevlendirilmişti. Kadınlar bu bilgiyi ulaştırmak üzere gereken zamanı bulmuşlardı. Louise Michel ve Ferre’nin yönettikleri Onsekizinci Bölge Güvenlik Komitesi bunun üzerine Montmartre tepesine gitti. Tepeye giden kadınlar, çocuklar ve federe muhafızlar askerlerle ilişki kurup onlarla neşeli ve kardeşçe bir ilişki geliştirdiler. Generaller askerlerine Parisliler üzerine ateş edilmesi emrini verdiğinde artık çok geçti, askerler emre uymadı. Emri veren iki general tutuklanarak kurşuna dizildiler.

Daha sonra Komün’e yönelik saldırılar sırasında petrolöz denen ve ellerindeki gaz bidonlarıyla burjuva ordularına kabuslar yaşatan kadınların öyküleri dilden dile dolaştı. Barikatlarda, idam mangalarının karşısında, zindanlarda; kadınlar her yerdeydiler.

Louise Michel, kadının özgürleşmesini savunmanın hiç de basit olmadığı bir dönemde özgürlüğü yanlızca söylemde ya da belirli ayrıcalıklara sahip olarak yaşamakta aramadı. Bu mücadeleyi genel ve sınıflar üstü bir zeminde değil “baldırı çıplakların” yanında, Komün barikatlarında aradı. Kota vb. yoluyla değil ellerinde silahlarıyla, gaz bidonlarıyla, barikatların üzerinde yaşamlarını ortaya koyarak erkeklerin kadınlara kapatmak istediği siyaset dünyasına girenlerin arasında yer aldı.

Komün Yaşıyor!

71 gün boyunca pek çok yoldaşını kaybeden, tüm baskılara rağmen barikatlarda direnen ve Komün’ü savunan Paris halkı, Thiers’in ordusunun saldırılarına daha fazla dayanamamıştı. Louise Michel’in sözleriyle _“Komün ölmüştü, kendisiyle birlikte binlerce isimsiz kahramanı toprağa gömerek.” _

O “öldü” diyordu ama Komün yenilmemişti. Bir çok kayba rağmen sayısız deneyimle beraber etkilerini sürdürmeye devam edecekti. Louise Michel’i birçok suçlamayla yargılamaya başladılar; generallerin tutuklanmasında rol almak, kışkırtıcılık yapmak ve öldürülmeleri eylemine katılmak, birçok mahalleyi silahlandırmak, Komün’ün ilan edilmesinden sonra “Kadın İşçilerin Çalışarak Ahlaklı Yaşaması Komitesi” sekreteri olarak “Kadınlar Birliği Merkez Komitesi” kurmak, Komün’ü Versailles güçlerine karşı savunmak için kadınlardan oluşan ve komünarlara sağlık hizmeti veren ambulansçı birimleri; barikatlarda dövüşecek savaşçı birlikleri; yangınlar çıkarmak üzere kundakçı (petrolöz) bölükleri örgütlemek, Devrim Kulübü başkanı olarak 18 Mayıs’ta alınan mahkemelerin kapatılması; rahiplerin tutuklanması gibi kararlara katılmak…

Louise Michel’i yargılayan mahkeme ona idam cezası verememiş, sürgüne yollamayı seçmişti. Generallerin infazına katılmak ve kundakçılık yapmakla suçlandığı mahkemeye cüretkar cevabı, onun anarşizme ve özgürlüğe olan tutkusundan geliyordu: “Bütün eylemlerimin sorumluluğunu üstleniyorum. Onlar halkın üzerine ateş açmak istedi, onların üzerine ateş açmakta tereddüt etmezdim. Madem ki özgürlük için çarpan her yüreğe bir parça kurşun nasip oluyor, ben de hakkımı isterim. Eğer yaşamama izin verirseniz intikam diye haykırmaktan usanmayacağım.” Bu sözlerin ardından Yeni Kaledonya’ya sürgüne gönderildi. Sürüldüğü coğrafyada o dönemde sokak hareketi yükselişteydi, Louise Michel bu hareketi daha da yükseltmek için elinden geleni yaptı; orada bulunduğu süre içinde sömürgeciliğe başkaldıran halklaydı. Paris’e döndükten sonra da mücadeleyi bırakmadı.  Defalarca tutuklandı, baskının ve zulmün binbir biçimine maruz bırakıldı; yine de yaşamının son anına dek yılmadı; 1904 yılında zatürre sebebiyle yaşamını yitirdi.

Yükseltmek için çabaladığı anarşizm mücadelesinde özgürlük için Paris barikatlarını ateşe veren kadının haykırışı hala yoldaşlarının kulaklarında çınlıyor:

Şimdi suskun olan yığınlar

Okyanus gibi gürlediğinde;

Yığınlar ölmeye hazır olduğunda

Komün tekrar ayaklanacak.

Sayılamayacak bir kalabalık olarak geleceğiz,

Bütün yollardan geleceğiz.

Ve karanlıklardan sıyrılan intikamcı hayaletler gibi gelirken

Yumruklarımızı sıkacağız.

Bayrağı ölüm taşıyacak;

Al kanlara boyanmış kara bayrağı!

Ve alev alev göğün altında

Özgürleşen toprak,

Mor çiçekler açacak!

Bu yazı Karala Dergisi’nin 2. Sayısından alınmıştır.

The post Komünün Karası Louise Michel – Zeynep Tan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/01/10/komunun-karasi-louise-michel-zeynep-tan/feed/ 0
“Sosyal Devlet”in Çöküşü: Adaletin ve Özgürlüğün Karşısında Macron – Romain Dubier https://meydan1.org/2019/04/15/sosyal-devletin-cokusu-adaletin-ve-ozgurlugun-karsisinda-macron-romain-dubier/ https://meydan1.org/2019/04/15/sosyal-devletin-cokusu-adaletin-ve-ozgurlugun-karsisinda-macron-romain-dubier/#respond Mon, 15 Apr 2019 10:26:26 +0000 https://test.meydan.org/2019/04/15/sosyal-devletin-cokusu-adaletin-ve-ozgurlugun-karsisinda-macron-romain-dubier/ 2006’dan beri Fransa’nın deneyimlediği en büyük toplumsal hareketle karşı karşıya kalan Macron Paris’teki birçok kamu binasını koruması için orduyu gönderdi. Böylece altı aydır her hafta Sarı Yelekliler ve Kara Blok’la girdiği çatışmalarda “yıpranan” polisi ve jandarmayı rahatlatmayı amaçlıyor. Kolluk kuvvetleri, politikacılar ve köşe yazarları televizyon ve radyoda günlerdir askeri bir dilden konuşuyorlar. “Askerlere vur izni […]

The post “Sosyal Devlet”in Çöküşü: Adaletin ve Özgürlüğün Karşısında Macron – Romain Dubier appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

2006’dan beri Fransa’nın deneyimlediği en büyük toplumsal hareketle karşı karşıya kalan Macron Paris’teki birçok kamu binasını koruması için orduyu gönderdi. Böylece altı aydır her hafta Sarı Yelekliler ve Kara Blok’la girdiği çatışmalarda “yıpranan” polisi ve jandarmayı rahatlatmayı amaçlıyor. Kolluk kuvvetleri, politikacılar ve köşe yazarları televizyon ve radyoda günlerdir askeri bir dilden konuşuyorlar. “Askerlere vur izni verilecek” dedi birisi, “insanlar ölebilir” diye ekledi bir başkası. Ezen sınıfların temsilcileri savaşın retoriğini yaymaya başladı.

Devlet ağzıyla konuşacaksak “yabancı” bir orduya ya da “terörist” bir örgüte karşı verilen bir savaş değil bu iktidarın ezilenlere karşı, sözde kendi insanlarına karşı savaşı. Sürecin başından beri çeşitli imalı sözlerle Sarı Yelekliler’i ve burjuva dükkanlarını, restoranlarını yakmaya cesaret edenleri “iç düşman” olarak adlandırdılar.

Fransa devletinin kendi düzenini sağlamak için orduyu çağırması en son 1948’de yaşanmıştı. O yıl yükselen işçi hareketiyle toplumsallaşan grevler Fransa’yı sarsmıştı. Dönemin sosyalist içişleri bakanı, madencileri işlerinin başına dönmeye zorlamak için askerleri yollamıştı. O zamandan beri, kolonyal savaşlar dönemi hariç, ordu hiçbir zaman polis operasyonu yürütmemişti.

Sınıf Mücadelesini Sözde Refah Devletiyle Yatıştırmak

2. Dünya Savaşı’nın ardından Paris, işçi ve patron temsilcilerinin katıldığı birleşme görüşmeleri etrafında örgütlenen güçlü bir refah devleti inşasını başlatarak varlığını sürdüren ekonomik adaletsizliklere karşı sınıf mücadelesini yatıştırmaya çalıştı. Patron ve işçi ilişkileri, her iki tarafın katkıda bulunduğu bu “toplumsal güvenliği” tartışmak ve yönetmekle sınırlandırıldı. Sınıf mücadelesi tamamen ortadan kaybolmadıysa da yeni doğan “Sosyal Devlet” geniş ölçüde kabul gördü.

Bunun sonucu olarak korunması gereken düzen, sadece tek bir sınıfın düzeni olmaktan çıktı. “İç düşman” ortadan kayboldu. Fransız Çevik Polisi CRS, 1944’te askerlerin yerine kullanılmak için oluşturuldu. O zamandan beri düzeni sağlamak için ordu hiç çağrılmamıştı. Polis, askeri teçhizatla donatılmıştı ve yüksek oranda şiddet kullanarak baskıyı artırıyordu ama askerler kışlalarından hiç çıkmadı. Değişen hükümetler, uyuşmazlıkları sandıkta ve toplumsal müzakerelerle çözmeye devam etti.

İşler her zaman böyle “yolunda” gitmiyordu tabii. 1795’te Robespierre’in düşüşünden beri, öyle ya da böyle burjuvazinin yönetimdeydi ve zaman zaman çıkan ayaklanmaları ezmesi için orduya güveniyordu. 1871’de muhafazakar iktidarlar orduyu Paris Komünü’nün bastırılması için kullandı, binlerce komünar katledildi. Söylentilere göre katliamın sona ermesinin nedeni kanalizasyonun daha fazla insanın kanını kaldıramaması olmuştu.

1870’lerde Cumhuriyet bunun son olduğu ilan etse de, devlet birçok kez grevleri ve toplumsal hareketleri bastırmak için askerleri harekete geçirdi. 1906’da merkeziyetçi bir burjuva olan İçişleri Bakanı George Clemenceau, 1099 işçiyi katleden Avrupa’da meydana gelmiş en büyük maden katliamını yönetti. Courrière madencilerini işbaşı yapmaya zorlamak için 20.000 asker gönderdi. Bu kuralın bir istisnası 1907’de gerçekleşti. 17E hattındaki askerlerin Fransa’nın güneybatısında köylülere ateş etmeyi reddetmesi ve köylülere katılması özgürlük mücadelesinin bir sembolü haline gelmiştir.

Ne zaman ki askerler, işçiler ve köylüler I. Dünya Savaşı’nda aynı siperlerde beraber savaştılar, bu yan yana gelişin yarattığı risk nedeniyle düzeni sağlaması için orduya başvurmak zorlaşmaya başladı. 1936 Devrimi ve toplumsallaşmış genel grevin ardından alınan çeşitli kazanımlara rağmen 1944’e gelindiğinde Fransa hala pek çok yönden “geri kalmış” bir ülkeydi.

1940’larda “Sosyal Devlet”in inşası, toplumsal şiddetin ve polis baskısının bittiği anlamına gelmiyordu tabii ki. Fakat bütün sınıflara ait bir devlet kavramı iç düşman kavramını etkisiz hale getirdi. Ordu, toplumsal mücadelelerde hakem olamazdı çünkü bu durum varlığını borçlu olduğu devletin yok olması riskini taşıyordu. Bu yüzden düzeni koruma işi 60 yıldır “askersizleştirilmişti”.

İsyan Eden “Halk” mı Yoksa “Vahşi Kitleler” miyiz?

1871’de Komün’ün bastırılmasını planlayan Adolphe Thiers, 1850’lerde devleti destekleyen iyi “halk” ve “sarayları ve heykelleri yakan, Paris’e saldırıp kan dökenler” ayrımını yapıyordu. Bir yanda devlete teslim edilmiş bir “halk”, diğer yanda etkisiz hale getirilmesi gereken “vahşi bir kitle”. Yabancı bir istilacı gibi zaptedilmesi gereken bir düşman, barbar. Onu kontrol etmek ordunun işiydi.

Polis eylemcilerle çatışırken Macron’un bazı kamu binalarını koruması için orduyu göndermesi, bu mantalitenin geri döndüğünü ve “Sosyal Devlet”in başarısızlığını gösteriyor.

Macron seçildiğinden beri özelleştirmeyle, toplumsal yaşamı zayıflatmakla, emekli maaşlarını azaltmakla, tren hatlarını kapatmakla, kamu harcamalarını kısmakla ve kamu hizmetlerini azaltmakla meşgul. Kuşkusuz bunları başlatan Macron değildi. Ondan önceki Nicolas Sarkozy ve François Hollande’ın ikisi de canavarın derisini yüzmeye başlamıştı zaten. Fakat “Sosyal Devlet”in mezarını kazan Macron oldu.

Devlet ezelden beridir sadece tek bir sınıfa hizmet ediyor. Macron’un neo-liberal politikaları, sınıf mücadelesinin yeniden güçlenmesini sağladı. Yeni ezenler; onların “halkına” karşı “düşmanlar” olarak karakterize edilen muhalefet arasındaki, yeni toplumsal mücadelelerin yolunu açtı.

Eğer Sarı Yelekliler hareketinden öğrenilecek bir şey varsa o da toplumun kendini örgütlemesi için hiçbir parti ya da iktidarlı yapıya ihtiyacı olmadığıdır. Bu ayaklanma, halkın yönetim sürecine katılma isteğini göstermesiyle, temsiliyet konusunda devletin sorunlar yaşamasına yol açtı. Sokağa çıkanların iş yerlerindeki sömürüye ve iktidarların devletin olabileceğini düşündükleri şekliyle yok olmasına ilişkin talepleri vardı.

Hükümetin bu taleplerin hiçbirine hiçbir cevap vermemesi, ideolojisinin çöktüğü gerçeğini gösteriyor. Devlet iktidarlara aittir, onlara hizmet eder ve sistemlerini sürdürmek için ezilen sınıfların örgütlenmesini engellemeye çalışır.

Devletin sınıfların işbirliği ile örgütlenip herkese hizmet edebileceğine inanmak bir illüzyondan ibarettir. İktidarlar yeterince güçlendikleri anda ya da muhalefet yeterince zayıfladığı anda kendi gücünü yeniden geri alır. Kolluk kuvvetlerinin yani ordunun ve polisin şiddetiyle karşılaştığımızda, Elysée Reclus’nün 1905’te yazdığı gibi; “taviz vermeyeceğiz”.

“Ya adalet insanlığın idealidir ve bu durumda onu herkes için isteriz ya da sadece iktidar toplumları yönetir, o zaman düşmanlarımıza karşı güç kullanırız. Ya eşitlerin özgürlüğü ya da kısasa kısas.”

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 49. sayısında yayınlanmıştır.

Çeviri: Özgür Oktay

The post “Sosyal Devlet”in Çöküşü: Adaletin ve Özgürlüğün Karşısında Macron – Romain Dubier appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/04/15/sosyal-devletin-cokusu-adaletin-ve-ozgurlugun-karsisinda-macron-romain-dubier/feed/ 0