The post İzmir’de TEM Polisleri Tarafından Ev Baskınları Yapıldı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Konak ilçesi Çimentepe ve Kadifekale Mahallesi ile Bayraklı ilçesinde çok sayıda eve saat 20.30 sıralarında TEM polisleri tarafından yapılan operasyonlar düzenlendi. Baskınlar sırasında çok sayıda kişi gözaltına alındı.
“İhbar var” denerek gerçekleştirilen eylemlerde, 19 Aralık’ta yapılan operasyonlarda gözaltına alınan ve mahkeme tarafından serbest bırakılanların da gözaltına alınanlar arasında olduğu öğrenildi.
The post İzmir’de TEM Polisleri Tarafından Ev Baskınları Yapıldı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Devletin Tutsak ve Tecrit Politikalarına Karşı Tutsaklarla Dayanışma İnisiyatifi” – Röportaj appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Hapishanelerde giderek artan baskı, şiddet ve işkenceye karşı tutsaklarla dayanışmak için geçtiğimiz Ağustos ayında kurulan Tutsaklarla Dayanışma İnisiyatifi’nden Nihat Göktaş, Abdülmelik Yalçın, Sevgi Gülmez ve Zarife Çamalan ile inisiyatifin kurulma amaçlarını konuştuk. İnisiyatifin de düzenleyicileri arasında bulunduğu “19 Aralık’tan OHAL’e Direniş Sürüyor” etkinliği öncesinde, TDİ gönüllüleriyle yaptığımız röportajı sizlerle paylaşıyoruz.
Meydan: Tutsaklarla Dayanışma İnisiyatifi, kurulduğu günden bu yana, toplumsal muhalefet içinde önemli bir boşluğu dolduruyor ve hapishanelerde yaşananların bilgisini dışarıya taşıyor. Böyle bir inisiyatife niçin ihtiyaç duyulduğundan ve TDİ’nin kuruluşundan kısaca bahsedebilir misiniz?
Zarife Çalaman: TDİ, özellikle 15 Temmuz’dan sonra oluşturduğumuz bir inisiyatif. Hapishanelerde artan baskı, FETÖ bahane edilerek daha da meşrulaştırıldı. Hapishaneler hedef haline getirilmeye çalışılıyor. Devrimcilerin üzerindeki baskıyı arttırmak, dışarıyla ilişkilerini kesip tecrit uygulamak istiyorlar. Bu süreçte, içerdeki tutsakların her zamankinden daha fazla sesi olmamız gerekiyor.
OHAL’den sonra devrimci tutsaklara yönelik uygulamalarda değişiklikler oldu mu?
Nihat Göktaş: Evet, tecridin ağırlaştırılması; açık görüşlerin ayda birken, iki ayda bire çıkarılması; telefon görüşlerinin bir haftadan iki haftaya çıkarılması; arkadaş görüşlerinin iptal edilmesi ve avukatlarla yapılan görüşmelerin kameraya alınması gibi birçok uygulama değişikliği oldu. Bütün bunlar, OHAL ile beraber geldi. Hapishanelerdeki şartlar, OHAL bahane edilerek gittikçe zorlaşıyor.
Yakın zamanda düzenlediğiniz 19 Aralık etkinlikleri kapsamında, Sarıgazi Mezarlığı’nda anma ve basın açıklaması gerçekleştirmek isterken polis tarafından gözaltına alındığınızı biliyoruz. Yaşanan polis saldırısından ve gözaltından bahsedebilir misiniz?
Abdülmelik Yalçın: 19 Aralık Katliamı’nda yaşamını yitiren yoldaşlarımızı anmak ve devletin tutsaklara yönelik baskı ve işkencelerini protesto etmek için, inisiyatif olarak, 13 Aralık tarihinde Sarıgazi Mezarlığı’nda bir anma programı gerçekleştirecektik. Ancak mezarlık çevresini ablukaya alan polis, akrep olarak bilinen zırhlı araçlarla önümüzü kesti. Araçlardan inen maskeli özel harekat polisleri tarafından, ters kelepçe takılarak gözaltına alındık. Karakola götürüldüğümüzde, oradaki polislerden biri, tutulduğumuz bölüme iki defa kurşun sıktı. Gözaltı süresince avukatlarımızla görüşmemiz engellendi; çeşitli hakaretlere ve tehditlere maruz kaldık.
Devlet, bu saldırısıyla, 19 Aralık Katliamı’nda yitirdiğimiz yoldaşlarımızı anmamızı engellemek istedi; ama başaramadı. Bugün burada, bu etkinliği yapıyor oluşumuz, bizi engellemek isteyen devlete bir cevaptır.
19 Aralık’ın yıldönümünde düzenlediğiniz etkinliklerden haberdarız. İlerleyen süreçte buna benzer eylemlikler olacak mı?
Abdülmelik Yalçın: Mezar anmalarımız, tutsakların çizdiği resimlerin sergisi, bugün burada gerçekleştirdiğimiz 19 Aralık Katliamı’nı anma etkinliğimiz ve yapacağımız basın açıklamamızla bu haftanın etkinliklerini sonlandırmış olacağız. Ama elbette etkinliklerimiz, çalışmalarımız sürecek. Tutsaklara kart yollama, kitap gönderme gibi dayanışma eylemlerimiz sürecek.
19 Aralık Katliamı bu coğrafyada verilen devrimci mücadelede önemli bir yerde durmakta. Peki, 19 Aralık’ın sizin için önemi nedir?
Nihat Göktaş: 16 sene önce hapishanelerde yapılan saldırılar sonucunda, F tipi dediğimiz hücreleri hayata geçirdiler. Kendi politikalarını hayata geçirmek için hapishaneleri de kendi istedikleri düzene sokmak istediler. Devrimciler hapishanelerde çoğunluktaydı. Bu yüzden tecrit ve izolasyon politikalarını uyguladılar. Aynı zamanda devrimcileri düşüncelerinden de vazgeçirmek istediler. Ancak büyük bir direnişle karşılaştılar ve devrimci tutsakların iradesini kıramadılar.
19 Aralık sürecinde Adli Tıp, Wernicke Korsakoff hastaları için “yalan söylüyorlar, hasta değiller” demişti. Şimdi de hapishanelerde birçok hasta tutsak var ve tedavileri sağlanamıyor; Adli Tıp’ın hasta tutsaklara yönelik tavrı hala aynı mı?
Nihat Göktaş: Bizleri 6 ayda bir Adli Tıp’a gidip kontrol olma şartıyla serbest bırakmışlardı. Arkadaşlarımız daha iyileşmeden, Adli Tıp tarafından “sağlıklı” raporu verildi. Hemen arkasından da tutuklama kararı… Bugün de hasta tutsaklar için aynı uygulamalar söz konusu. Örneğin Güler Zere, ölüm sınırına geldiğinde serbest bırakıldı.
Adli Tıp, kendi mesleki etik kurallarına uymuyor. Sağlıklı ya da hapishanede kalabilir raporu verdiği birçok insan, şu anda ölüm sınırında ve hala serbest bırakılmıyor. Çünkü ölüm sınırında olan bir tutsak bile devlet için tehlikeli, sakıncalı…
Sevgi Gülmez: Benim kızım 130 gün yemek yemedi, 25 gün de su içmedi. Ölüm orucunda yaşamını yitirdi. Onlar yalan söylüyorlar. Yiyorlar dediler, hasta değil dediler. Ellerinden gelse herkesi tek seferde öldürürler. Ama insanlar direnmesini de bilir, yaşamasını da.
Nihat Göktaş, biliyoruz ki siz de 19 Aralık Katliamı’nı yaşayanlardansınız. Kaldığınız hapishanede neler oldu, bahsedebilir misiniz?
Nihat Göktaş: Ben Bursa Hapishanesi’ndeydim. 19 Aralık Gecesi ben nöbetçiydim. “Devrimci Tutsaklar Teslim Alınamazlar” sloganı, saldırının habercisiydi. Bütün nöbetçiler biliyordu. Saat 4 civarı geldiler. Ben de bu sloganı attım. Açlık grevimin 50’li günlerindeydim. Bursa’da 2 devrimci tutsak, yakılarak katledildi. Hastaneye kaldırıldık, bilincimiz kapalıydı.
Sonradan öğrendik ki ellerimizden ayaklarımızdan ranzalara kelepçelenmişiz, serumlar öyle takılmış. Çünkü bilincimiz yerine geldiği anda serumları koparıp atıyorduk; ellerimizi o yüzden kelepçelemişler ranzanın demirlerine… Bütün doktorlar biliyordu serumla müdahale edilirse sakat kalınacağını. Öldüremediklerini sakat bırakmak için bilerek yaptılar o müdahalelerin hepsini.
Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Nihat Göktaş: Her türlü saldırıda hapishanelerdeki devrimci tutsaklar direnmeyi biliyorlar. Biz kamuoyuna buradan çağrı yapıyoruz. Tutsakların daha fazla katledilmemesi, devletin saldırılarına maruz kalmaması için Tutsaklarla Dayanışma İnisiyatifi ile birlikte hareket ederek bu saldırılar yaşanmadan önüne geçmeliyiz. Tutsaklar nasıl hapishanelerde üzerlerine düşeni yapıyorsa biz de dışarıda, tutsak yakınları, duyarlı insanlar olarak üzerimize düşeni yapmalıyız.
Gizem Şahin
Bu Röportaj Meydan Gazetesi’nin 35. sayısında yayınlanmıştır.
The post “Devletin Tutsak ve Tecrit Politikalarına Karşı Tutsaklarla Dayanışma İnisiyatifi” – Röportaj appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Merhaba, Ben Refik! Ama sizi yarın hatırlamazsam kusura bakmayın”- Gürşat Özdamar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Refik’le film kolektifinde tanıştım. Tanıştım dediğim, kendisi gibi eski tutsaklarla yürüttüğümüz sinema çalışmalarına geliyordu. Geliyordu gelmesine ama uzun süreli açlık grevi-ölüm orucunda kalmış olması, bu süreç boyunca başta B1 gibi vitaminleri alamamış olmasından kaynaklı olarakta diğerlerinde olduğu gibi Refik’te de “yakın dönemli hafıza kaybı” vardı. Bu durumu ilk keşfeden doktorların isimlerinin verildiği Wernicke-korsakoff denen bu sendrom, uzunca bir süre adli tıp kurumu tarafından kabullenilmedi. Operasyonda kurşunlanan ve yakılan birçok tutsağa göre, bu kimselerde görünüşte fiziksel bir hasar bulunmaması, politikacıların ve medyanın “bunlar sapasağlam” söylemine yol açtı. Adli tıptan alınacak rapora göre tahliye edilip edilememe durumundaki bir çok tutsak, ki bunların büyük çoğunluğunda beynin önemli ölçüde işlevini yapamamasından kaynaklı yaşamlarını tek başlarına sürdürecek durumda değillerdi, devletin o dönemki cezaevi politikalarının sahiplenicisi ve sürdürücüsü olan adli tıp kurumundan bu yönlü bir rapor alamadığı için tedavi olanaklarına erişemedi. Devlet “hayata döndürmeye” kararlıydı.
İşte Film Kolektifi dediğimiz çalışma, 19 aralık ile birlikte yaşamları çalınmış farklı siyasetlerden bir grup eski tutsağı, yaşama yeniden kazandırma için sinemanın araç olarak kullanılması fikrinden yola çıkılarak başlanmış bir çalışmaydı. Beyoğlu’nda eski bir iş hanının bir katında küçük bir odada başlayan çalışmalara, aralarında Metin Yeğin, Hüseyin Kuzu, Dilek Çolak gibi sinemacılarında gelerek bilgilerini ve deneyimlerini paylaştıkları bir çalışma. İlk başlarda neden burada olduklarını anlamakta zorlanan tutsak “öğrenciler” zamanla sinemanın kendi sorunlarını aktarmada iyi bir dil olduğunu keşfederek, kendilerini daha da katacaklardı bu çalışmaya. Küçük senaryo yazmalar, gündelik yaşamı kaydetmeler, belli konularda röportaj çekimleri, görüntüleri bilgisayara atıp üzerinde düzenleme yapmalar, bu tutsakların yaşama bakışlarını da geliştiriyordu.
Merhaba, Ben Refik! Ama sizi yarın hatırlamazsam kusura bakmayın
İşte Refik’le de burada tanıştım. Ertesi gün bir kez daha, daha ertesi gün bir kez daha. Her sabah “Merhaba, Ben Refik” diyordu. “Ama sizi yarın hatırlamazsam kusura bakmayın”. Her gün yeniden yeniden geliyordu dünyaya ve yine o şekilde sessizce gidiyordu sanki. 19 Aralık’la devlet, hem geleceğini hem de geçmişini çalmıştı bir çok kişinin.
Mesela Arıkan kardeşlerin. Erdal, Erol ve Hacer Arıkan’ın. Bacağındaki şarapnel parçaları yüzünden aksayarak yürüyen Erol’un, diri diri ateşe atılarak vücudunun birçok yerinde yanıklar oluşan, parmaklarını dahi kullanamayan Hacer’in ve ikisinin de ağabeyleri Erdal’ın.
Film Kolektifi çalışmalarına da katılan Hacer Dilek Çolak ile beraber hazırladığı, kendi yaşamını anlattığı Karanlıktan Aydınlığa filmi ile Ankara Film Festivali’nde ödül de kazanmıştı. Ama hem yaşamında hem de bu filmde sorduğu soruların yanıtını bulamadan, kendisini diri diri yakanlarla hesaplaşmadan, hiç bir ödül onun acılarını dindiremeyecek: “Ben Hacer Arıkan. Yıllar önce, 19 Aralık’ta televizyonlara düşen, yanmış bedeni sedyede taşınan kadın vardı ya, işte o benim. Yandım. Beni yaktılar. Beni devlet yaktı. Hayır, ben bundan fazlasıyım. Birinin çocuğuyum, kardeşim, arkadaşım, insanım, insanım, insanım. Beni ve insanlığı 19 Aralık’ta yaktılar.”
O gün, herkes Hacer kadar şanslı değildi! 20 cezaevinde aynı anda başlayan bu operasyonda en az 30 tutsak öldü.
Yıllar sonra belki bir başka film de bugünü anlatacak
Yönetmen Ruhi Karadağ, “Simurg” adını verdiği filmin gösterimi için 19 Aralık’ın yıldönümü öncesindeki bir tarihi belirlemiş. O günlerde göstererek, yıllar öncesinin operasyonunu unutturmamayı seçmiş. Ama hayat durmuyor işte. Bu yazının yazıldığı günlerde 50. günü ve 700 kişiyi aşan bir açlık grevi sürmekte.
Zaten birçok baskıya karşı geldikleri için cezaevlerine kapatılan tutsakların kendi bedenlerini bir eyleme dönüştürmeleri de elbette devletçe görülmeyecek, görülse de çarpıtılacak, atacağı adımlar da yaşatmaktan çok öldürmek için olacaktır.
Simurg belgeselinde konuşulan kişilerden biri olan Hüseyin Gündüz de bizim oranın çocuğu, Divriği’li. O, bir önceki dönem, 1996 yılındaki açlık grevine katılanlardan. “İçerideki mücadeleye ve devletin sana karşı yürüttüğü saldırılara karşı en değerli şeyimizi, canımızı ortaya koyuyoruz. Yani bu bir çaresizlik değil bir mücadele biçimi.” diyor.
Bu seferki açlık grevinden de bir isimden söz etmek istiyorum. Tayyip Temel’den. Kendisi ile 12 Eylül 1980 günü doğanlar ile ilgili yaptığım bir belgesel projesinde tanıştım. 12 Eylül’ün süren etkilerini o gün doğan çocuklar üzerinden anlatmayı deneyen bu film için yapılan çağrıya yanıt verenlerden biri de Tayyip Temel olmuştu. Şimdiki açlık grevinin 12 Eylül 2012’de başlayan ilk grubunda olan ve sağlık durumu gittikçe kötüleşen gazeteci Tayyip Temel 12 Eylül 1980 doğumlu. Eğer somut adımlar atılmazsa doğumu da ölümü de 12 Eylül yüzünden olacak. Zaten kendisiyle bundan 7-8 sene önce yaptığım bir görüşmede şunları söylemişti: “Faşist darbeci ve ayrımcı zihniyet değişmediği, akan kan durmadığı sürece, yarın başka başka filmciler gelip başka başka günlerde doğan çocuklar arayacaklar.”
Ne dersiniz, haklı değil mi?
Gürşat Özdamar
[email protected]
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 5. sayısında yayımlanmıştır.
The post “Merhaba, Ben Refik! Ama sizi yarın hatırlamazsam kusura bakmayın”- Gürşat Özdamar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>