21. YY. Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Wed, 19 Jun 2019 17:49:26 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 21. YY Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: Birleşmiş Milletlerin Aklanma Örgütü Unicef – Selahattin Hantal https://meydan1.org/2019/06/19/21-yy-teslimiyet-teorileri-ve-pratikleri-birlesmis-milletlerin-aklanma-orgutu-unicef-selahattin-hantal/ https://meydan1.org/2019/06/19/21-yy-teslimiyet-teorileri-ve-pratikleri-birlesmis-milletlerin-aklanma-orgutu-unicef-selahattin-hantal/#respond Wed, 19 Jun 2019 17:49:26 +0000 https://test.meydan.org/2019/06/19/21-yy-teslimiyet-teorileri-ve-pratikleri-birlesmis-milletlerin-aklanma-orgutu-unicef-selahattin-hantal/ Büyük bir yıkım demek olan savaşlardan sonra hep “barışçıl” yeni bir dünya inşaa edilmek istendiğini görürüz. Fakat bunu yapmak isteyenler, savaşları da kendi çıkarlarına göre çıkaran aktörlerin kendileridir. Medeniyet tartışmalarının ayyuka çıktığı, modernizmin bilimle kutsanarak yüceltildiği yakın dönem tarihinde hiçbir büyük söylem savaş siyasetine çözüm bulamamıştır. Aksine bu söylemlerle savaşlar kutsanmıştır. Milliyetçilik, din, kimlik çatışmaları […]

The post 21. YY Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: Birleşmiş Milletlerin Aklanma Örgütü Unicef – Selahattin Hantal appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Büyük bir yıkım demek olan savaşlardan sonra hep “barışçıl” yeni bir dünya inşaa edilmek istendiğini görürüz. Fakat bunu yapmak isteyenler, savaşları da kendi çıkarlarına göre çıkaran aktörlerin kendileridir. Medeniyet tartışmalarının ayyuka çıktığı, modernizmin bilimle kutsanarak yüceltildiği yakın dönem tarihinde hiçbir büyük söylem savaş siyasetine çözüm bulamamıştır. Aksine bu söylemlerle savaşlar kutsanmıştır. Milliyetçilik, din, kimlik çatışmaları gibi kavramlardan beslenen savaş siyaseti; belki en çok bu kavramların hiçbirine ait olmadan dünyaya gelen çocukları etkilemiştir.

Çocuklar hem içine düştükleri savaş travmasını yaşamakta hem büyümekte oldukları her an tahrip olan yaşam alanlarında savaşın gerçekliğine, sosyal ve ekonomik adaletsizliklere maruz kalmaktadırlar. Yetişkinlerin mahvetmekte olduğu dünyada geleceklerinin muğlak olduğu günler yaşamaktadırlar. Beslenme, barınma ve temel beceri gelişimi gibi durumlardan mahrum kalmaktadırlar.

Günümüzde uluslararası üst bir örgüt olarak varlığını sürdüren Birleşmiş Milletler ve bünyesinde bulunan sosyal ve ekonomik organlar, görünürde çeşitli alanlarda çalışmalar yaparak uluslararası barışın ve yardımlaşmanın tesis edilmesi amacını taşımaktadır. Bu durum çok da şaşırtıcı değildir çünkü bu yapılara küresel yıkımın aktörleri tarafından yüksek miktarlarda fonlar sağlanmaktadır ve küresel barış söylemi, böylesine çelişkili dinamiklerin üzerine kurulmuştur.

Birleşmiş Milletler’e bağlı olarak çalışan yardım kuruluşlarının en önemlilerinden biri UNICEF’tir. UNICEF, diğer bir deyişle BM Çocuklara Yardım Fonu dünya üzerinde birçok devlette bürosu bulunan bir yardım kuruluşudur. Kötü koşullarda yaşamakta olan ve dünyanın farklı yerlerindeki yaşıtlarıyla benzer koşullara sahip olamayan çocukların yaşam standartlarının iyileştirilmesi iddiasıyla bağış kampanyaları düzenlemekte olan kuruluş, uzun vadede bu duruma sebep olan aktörlerin ifşa edilip onlara karşı tepki gösterilmesini engellemektedir. Bunda en büyük pay sahibi bağlı bulunduğu BM’nin açmazlarında boğulduğu devletler siyaseti ve keza UNICEF kurgusunun politik ve mali çelişkileridir.

Bu aktörlerin fütursuzluklarına hâlâ devam edebiliyor olmaları, BM’nin ve ona bağlı kuruluşların ne kadar geçersiz olduklarını ispatlar haldedir. Sömürü, ötekileştirme, ayrımcılık ve savaşlar BM ve ona bağlı kimi yardım kuruluşlarının varlığıyla beraber olumlanmaktadır. Yani çocukların yaşadıkları sorunların kökenini ortadan kaldırmadan yalnızca yardım etme algısı, bir anlamda yeni sömürüler ve yeni savaşlara zemin de oluşturmaktadır. Bugün, BM yalnızca olumsuz sonuçları onarmaya çalışarak göz boyamaktan öteye gidemiyor.

Küresel Barış Meselesinde Devlet Siyasetinin Yarattığı Çelişkiler

BM, devletlerin hükmettikleri alanların “meşru” kural koyucuları ve koruyucuları olduklarını kabul eder. Milletler Cemiyeti ve BM gibi devlet üstü yapılar barış için dünya ittifakını amaçladığını söylese de karar alma sürecinde, beş daimi üyenin (Fransa, İngiltere, Rusya, Çin ve Amerika Birleşik Devletleri) kararları veto hakkı bulunduğundan küresel bir ortaklığın kurulması oldukça zorlaşmakta ve hatta neredeyse imkansızlaşmaktadır. Bu sebepten ötürü üye devletler bu beş daimi devletin üstünlüğüne ve onların stratejilerine hizmet eder konumda kalmaktadırlar.

Milletler Cemiyeti’nden BM’ye Devlet Siyaseti Açmazları

Bugün dünya barışını sağlamaya çalıştığı iddiasına sahip BM’nin öncülüne baktığımızda karşımızda Milletler Cemiyeti’ni görmekteyiz. Milletler Cemiyeti 1. Dünya Savaşı’nın galip devletleri tarafından oluşturulan bir cemiyet iken BM’nin kuruluşu da benzer şekilde gerçekleşmiştir. 2. Dünya Savaşı’nın kazanan devletlerinin bir dizi konferansı sonucu BM ortaya çıkmıştır.

Milletler Cemiyeti misyonunu tamamlayamayan başarısız bir örgüttür. Zira temel hedeflerinin arasında dünya barışını sağlamak vardır. Fakat örgütün çalışır vaziyette olduğu dönemde 2. Dünya Savaşı’nın çıkması engellenememiştir.

Milletler Cemiyeti’nin muhatap olduğu devletler durmaksızın kendi egemenliklerindeki alanları müdafaa etmek yahut bayındır hale getirmek, hatta yeni alanlara hükmedebilmek için çıkarcı siyasetlerini sürdürmüşlerdir. Kurulan düzende her ülkenin yaklaşımının pragmatist bir boyutu vardır. “Daimi dost, daimi düşman yoktur” siyaseti hüküm sürmüştür. Neticede ise Milletler Cemiyeti misyonunu yerine getirememiştir ve 2. Dünya Savaşı’nın bittiği sırada yerini BM’ye bırakmıştır. Hukuki varlığı 1946’da son bulan cemiyetin malvarlığı ve arşivleri BM örgütüne aktarılmıştır.

BM: Dünya Siyasetindeki Etkisiz Eleman

BM, sistemini oluşturan 30’u aşkın kuruluş aracılığıyla 2. Dünya Savaşı sonrasında, dört ana amaç deklare etmiştir. Bunlar, uluslararası barış ve güvenliği korumak; devletler arasında dostça ilişkiler geliştirmek; uluslararası ekonomik, sosyal, kültürel, insani sorunların çözümünde işbirliği yapmak ve temel insan hak ve özgürlüklerine gerekli saygının gösterilmesini teşvik etmektir.

51 üye ile kurulan BM’nin şu sıralarda 200’e yakın üyesi bulunmaktadır. Bu da onun evrenselliği açısından yakaladığı en önemli avantajdır. Fakat yine de örgütün yaptırım gücü dünden bugüne yetersizdir. Etki edebildiği meseleler devletlerin yaşadıkları küçük çaptaki krizlerde görülmektedir. Ekonomik ve siyasal açıdan güçlü devletlerin aktör olduğu krizlerde etkisiz bir konumda kalınmaktadır.

Filistin ve İsrail Devleti

Filistinliler, İsrail Devleti’nin sıkıştırdığı bir kara parçasında büyük bir oranda İsrail’e ve diğer devletlere bağımlı bir halde yaşamaktadırlar. Filistin, İsrail işgalinden önce Birleşik Krallık tarafından yönetilmiş bir bölgedir. Birleşik Krallık manda rejimi çerçevesinde 1922 yılından 1947 yılına dek Filistin’de idari kontrolü elinde tutmuştur. Fakat bu dönemde dünya savaşı, katılan devletleri ekonomik açıdan zora sokmuştur. Birleşik Krallık da bu durumdan etkilenen devletler arasındadır. Bundan ötürü savaş döneminde ve sonrasında ada dışında etkisiz kalan devlet, yetkisini devretmek istemiştir. Nihayetinde 18 Şubat 1947’de Filistin’de devam eden yetkisini bırakıp meseleyi BM’nin hükmüne teslim etmiştir. Fakat o günden bugüne geçen zaman, Filistinliler’in İsrail’in baskısı altında yaşamaya zorlanması sonucundan başka bir şey getirmemiştir.

Bugün, Filistinliler tarihsel ve dinsel hısımları konumunda bulundukları yeni yapıya muhtaç halde yaşamaktadırlar. Kötü koşullar sebebiyle on binlerce Filistinli iş aramak için çeşitli yollarla İsrail’e ve başka coğrafyalara geçmiştir. Ek olarak, Filistin ekonomisi birçok unsur bakımından İsrail’e bağımlı haldedir. İsrail’in uyguladığı denetim yöntemleri iki taraf arasındaki adaletsizliği iyice derinleştirmektedir. 

Bosna Katliamı

BM’nin yakın dönemdeki bir başarısızlığı da Bosna Katliamı’nda görülmüştür. 20. yüzyılın sonlarında gerçekleşen Yugoslavya’nın dağılma sürecinde Sırplar ve Hırvatlar, Bosna Hersek’i işgal etmek için saldırılar düzenlemişlerdir. Bölgede yaşanan savaşta BM’nin bu tarz hadiselerde esasında ne kadar etkisiz bir kurum olduğu açıkça görülmüştür. 1992-1995 yılları arasında yaşanan savaşın doruk noktası 1993 yılında BM Güvenlik Konseyinin kararıyla Srebrenitsa’nın güvenli bölge olarak ilan edilmesiyle yaşanmıştır. Bu kararın amacı BM’nin güvencesiyle savaş ortamından yalıtılmış bir halde olan bu yerleşim yerinde insanların korunmak istenmesidir. Kararın ardından yapılan uygulamalardan biri, bölgedeki Müslümanlara ait olan silahların Barış Gücü tarafından güvenlik gerekçesiyle toplatılmasıdır. Bölge BM’nin var olduğu bir alan, yani savaş dışı bir yer olarak varlığını sürdürmüştür. Dolayısıyla dokunulmazdır. Fakat gerçekler bu şekilde gelişmemiştir. BM Koruma Gücü’nün koruması altında olan bu bölge Sırplar tarafından kuşatılıp saldırıya uğramıştır. 11 Temmuz 1995’te Sırp gücü güvenli bölgeyi işgal etmiştir. Enteresandır ki BM Koruma Gücü bölgeden çekilerek görevlerini yerine getirmemiştir. Srebrenitsalılar tüm dünyanın gözünün önünde ölüme terk edilmiştir. Yaşanan olaylarda 8 bin Bosnalı katledilmiştir.

Bir Savaş Sonrası Müdahale Aktörü Olarak BM ve UNICEF

BM’nin tarihsel arka planını, misyonunu ve başarısızlıklarını izah ettikten sonra örgütün bütçesine de ayrı bir bölüm açmak gerekmektedir. Zira bütçenin gerçekliği BM’nin içinde bulunduğu durumu tüm çıplaklığı ile gözler önüne sermektedir. Bu noktada BM’nin yalnızca uluslararası hukuki bir araç halinde çalışmalarını sürdürdüğü, savaş sonrasında kurulan düzenin -yazımızın başında bahsini ettiğimiz gibi- “kazananlar tarafından” kurulup idare ediliyor olduğu görülecektir.

Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI) raporuna göre 2016’da dünyada toplam 1 trilyon 686 milyar dolar askeri harcama yapılırken; bunun üçte birinden fazlası, 611 milyar dolar ile ABD tarafından gerçekleştirilmiştir. ABD’yi sırasıyla; Çin, Rusya, Suudi Arabistan, Hindistan, Fransa, Japonya, Almanya ve Güney Kore takip etmektedir. BM’nin bütçesine bakıldığında uluslararası barışı sağlamaya yönelik çalışma yürüttüğü iddia edilen bir yapının askeri harcamalar karşısında büyük çaresizlik yaşadığı görülmektedir. Örgütün 2008-2009 bütçesi 4,17 milyar dolar iken, 2016-2017 yılı bütçesi 5,4 milyar dolardır. 2008-2009 yılı bütçesi ABD vatandaşlarının, bir yılda saksı bitkileri ve kesme çiçekler için harcadığı para miktarına eşittir. (Barış gücü bütçesi ise ayrıdır. 1 Haziran 2007 ile 30 Haziran 2008’e kadar olan süre için 6,8 milyar dolar olarak belirlenmiştir.) Şöyle bir gerçek vardır ki uluslararası askeri harcamaların yıllık tutarı BM sistemindeki tüm kuruluşların 65 yıllık bütçesine eşdeğerdir. Ayrıca BM’nin etkisizliğinden dem vuran ABD’nin yardımlarını azaltacağını haber etmesi de akıllarda yer eden bir başka meseledir. ABD, BM’nin uluslararası siyasete ne türden bir etkisinin olduğunu bildiğinden yardım için ayırdığı parayı azaltma tehdidini rahatça yapabilmektedir. ABD, yakın dönemde yapılan Kudüs oylamasında aleyhine çıkan karar sonrasında da benzer bir açıklama ile gündeme gelmiştir. Ayrıca ABD, uluslararası barışı bu derece tehdit ettiği siyaset arenasında UNICEF’e de oldukça yüklü bağışlar yapmaktadır. Sadece 2002 yılında 282 milyon dolar bağış yapıldığını biliyoruz. Enteresandır ki ABD, 2003 yılının mart ayında Irak işgalini başlatmıştır. Çocukların hayat şartlarını “önemseyen” ve UNICEF’i destekleyen ABD’nin, Orta Doğu’daki çocukları bu durumdan ayrı tuttuğu görülmektedir. Ayrıca Irak’ta yüz binlerce sivilin ölümüne sebep olan ABD’nin “Şok ve Dehşet Operasyonu” olarak bilinen saldırıları dünya televizyonlarından canlı olarak yayınlanmıştır. Ne BM ne herhangi bir siyasi aktör bu vahşeti engelleyebilmiştir.

UNICEF sadece ABD’den destek alan bir kuruluş değildir. Gelirinin büyük bir kısmını devletlerden; kalan kısmını ise birtakım şirketlerden, kuruluşlardan, bankalardan ve bağışçılardan elde etmektedir. Destekçilerinin arasında ING Bank, Barclays, P&G, Marks&Spencer, IKEA, Sony gibi şirketler vardır. Ayrıca UNICEF’in şu anki başkanı Henrietta Fore’un, önceki kariyerinde Exxon Mobil’in yönetici kadrosunda yer aldığını belirtmek gerekir. Exxon Mobil, sera gazı salınımında en büyük rolü oynayan enerji şirketlerinden biridir.

UNICEF’in milyon dolarlık bütçelerinin başındaki yöneticiler uluslararası şirketlerden gelip tekrar şirketlere giderler. Örneğin önceki başkanlardan Ann Veneman, anne sütünü engelleyecek ürünleri pazarladığı için 1977’den beri boykot edilen Nestle şirketinin yönetim kuruluna girmiştir. Nestle 1990’lardan beri Güney Afrika’da milyonlarca çocuk işçinin çalıştığı kakao çiftliklerinden alım yapmış ve hala yapmaya devam etmektedir, hatta buradaki insan tacirleriyle işbirliği nedeniyle dava edilmiştir.

Şurası bir gerçekliktir ki devletlerin “meşru” kural koyucu olarak var oldukları egemenlik alanlarında bulunan yoksul ve ezilen çocuklara destek, UNICEF tarafından sağlanmaktadır. Bu durumun bir yardım kuruluşu aracılığıyla yerine getirilmesi sağlanarak esas aktörün kimler oldukları gizlenmektedir. Ayrıca insanları bağışçı statüsünde kendine bağlayan UNICEF diğer açıdan bu insanların süregelen adaletsizliklere karşı iyi niyetlerini teslim ettikleri mücadeleci (!) bir kuruluş olarak var olmaktadır. Fakat UNICEF sistemin açmazlarına karşı mücadeleci olmaktan ziyade, sistemin onarıcısı konumundadır. Gelgelelim geniş bağlamda UNICEF’in var olan düzene karşı oluşacak tepkileri absorbe ettiği de inkar edilemeyecek bir gerçekliktir. Bu hem kendisini fonlamakta olan devletleri rahatsız edemeyecek yöndeki bağımlılığından hem protesto potansiyelini oluşturan insanların iradesini bu kuruluşa teslim etmesinden yükselen bir gerçekliktir.

Sonuç

BM 70 yıldır hâlâ dünya barışını sağlayamamasını üye devletlerin alınan kararlara uymamalarına olduğu kadar örgütün ekonomik kaynaklarının yetersizliğine de bağlamaktadır. Böylelikle örgüte daha çok katkı verilmesi gerektiğini vurgulayan yetkililer, BM’nin varlığının devam etmesi gerektiğini savunuyorlar. Onlara göre böylesi bir örgüte her zaman ihtiyaç olacaktır.

Savaşların yarattığı tahribatların onarılması iddiasıyla oluşturulan çatı örgütlerinin ve onlara bağlı yardım kuruluşlarının başarılı olamadıkları ortada. Aslında başarılı olmaları da beklenemez. Zira bu örgütü oluşturan devletlerin tutumları birbiriyle çelişiktir. Her devlet, küresel çapta dünyayı ilgilendiren herhangi bir meselede önceliği dünyanın tümüne göre değil, kendi politik, ekonomik ve çoğunlukla da askeri çıkarlarına göre belirlemekte ve ona göre hareket etmektedir. Dolayısıyla şurası açık görünmektedir ki uluslararası barışın sağlanması, varolan devletli sistem değişmeden mümkün değildir.

UNICEF-Logo.jpg

Selahattin Hantal

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 50. sayısında yayınlanmıştır.

The post 21. YY Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: Birleşmiş Milletlerin Aklanma Örgütü Unicef – Selahattin Hantal appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/06/19/21-yy-teslimiyet-teorileri-ve-pratikleri-birlesmis-milletlerin-aklanma-orgutu-unicef-selahattin-hantal/feed/ 0
21. YY. Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: Yaşam İçin Yetersiz Bakiye – İSTANBUL BÜYÜKŞEHiR BELEDiYESi https://meydan1.org/2018/11/08/21-yy-teslimiyet-teorileri-ve-pratikleri-yasam-icin-yetersiz-bakiye-istanbul-buyuksehir-belediyesi/ https://meydan1.org/2018/11/08/21-yy-teslimiyet-teorileri-ve-pratikleri-yasam-icin-yetersiz-bakiye-istanbul-buyuksehir-belediyesi/#respond Thu, 08 Nov 2018 17:51:51 +0000 https://test.meydan.org/2018/11/08/21-yy-teslimiyet-teorileri-ve-pratikleri-yasam-icin-yetersiz-bakiye-istanbul-buyuksehir-belediyesi/   Geçtiğimiz günlerde Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) tarafından yayınlanan bir rapor, iklim değişikliğinin ne boyutta olduğunu bir kez daha hatırlattı bize. Bir kez daha hatırlattı, çünkü buna benzer raporlar farklı zamanlarda yayınlanıyor ve gündemde en azından bir süreliğine de olsa tartışılıyor. 700 sayfalık bu rapor, 6000 bilimsel yayın incelenerek 1000 bilim insanına hazırlatıldı. Bu […]

The post 21. YY. Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: Yaşam İçin Yetersiz Bakiye – İSTANBUL BÜYÜKŞEHiR BELEDiYESi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 

Geçtiğimiz günlerde Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) tarafından yayınlanan bir rapor, iklim değişikliğinin ne boyutta olduğunu bir kez daha hatırlattı bize. Bir kez daha hatırlattı, çünkü buna benzer raporlar farklı zamanlarda yayınlanıyor ve gündemde en azından bir süreliğine de olsa tartışılıyor. 700 sayfalık bu rapor, 6000 bilimsel yayın incelenerek 1000 bilim insanına hazırlatıldı. Bu raporun sansasyonel tarafı, insanlık için son 12 yıla girildiği vurgusuydu. Raporda, eğer böyle devam ederse 2030’a kadar sıcaklığın 1,5°C yükselecek olmasının ve sonucunda küresel iklim değişikliği kaynaklı çok farklı olumsuz sonuçların oluşabilme ihtimali üzerinde duruluyor. Yani ekosistemin geri döndürülemez tahribatı…

İşte böyle bir süreçte, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, geri dönüşüm kapsamındaki yeni icadı “Akıllı Geri Dönüşüm Konteynırları”nı halka arz etti! Atık pet şişe ve alüminyum içecek kutularını, bu akıllı konteynırlara atan her İstanbulkart kullanıcısının kartına para yükleyecek mekanizma, yükleme sayısı fazla olanlara bedava tiyatro bileti ve indirimli yemek gibi fırsatlarda sunacak!

Enerji israfını ortadan kaldırmak ve geri dönüşüm kültürünü yaygınlaştırmak amacıyla ürettiği bu “dahiyane” projeyle İBB, iklim değişikliği noktasında sorumluluğunu yerine getirmiş! İBB özel şirketlerinden İstanbul Bilişim ve Akıllı Kent Teknolojileri A.Ş. tarafından üretilen konteynırlar, bugün isminde ekoloji ve çevre geçen birçok dernek, oluşum, vakıf tarafından büyük bir coşkuyla karşılandı. İBB çevre dostu ve enerji israfını önleyici bu projesiyle övgü üstüne övgü aldı. Yılın en iyi çevre projesi ödülüne aday oldu!

Ancak burada söz konusu kurum İBB. Ekolojik açıdan değerlendirmek bir kenara, çevre konusunda en ufak bir duyarlılığı bulunmayan, olması da beklenmeyen İBB, bu projeyle gerçekte ne hedefliyor?

Ekolojik Talan Denince Akla?

Yeni dönem ve eski dönem fark etmeksizin, başa geçen başkanlar ayırt etmeksizin İBB’nin ekolojiyle arası pek de iyi olmadı! İstanbul’un farklı yerlerinde “çevre düzenlemesi” adı altındaki uygulamalarıyla, yeşil fobisini açık bir şekilde göstermekten imtina etmeyen İBB’nin, çok da uzak olmayan geçmişte yaptıklarına bakarak ekolojiden ne anladığını görebiliriz.

Bugün “doğa”nın tahribatını engellemeye yönelik projeler geliştiren İBB; Cihangir Roma Parkı’ndaki İBB Sosyal Tesis İnşaatı’ndan Maçka Parkı Tüneli projesine; Aşiyan Parkı’na yapılması planlanan füniküler inşaatından Validebağ Korusu’nun imara açılmasına birçok projenin planlayıcısı ve yeşil alanın yıkıcısı konumunda.

2017’de Fenerbahçe sahilini, kendi özel şirketlerine peşkeş çekeceği sosyal tesisler açarak talan etme projesi, 2016’da başlayan yankıları hala süren ve “ÇED gerekli değildir” kararı verilen Kabataş Martı Projesi, 2018’de Kuzguncuk Mahallesi’ni kentsel dönüşüm alanı ilan eden proje, yine 2018’de Küçükçekmece Gölü’nün etrafında 240 futbol sahası büyüklüğünde alanın imara açılmasını öngören proje… Bunlar, İstanbul’da ekolojik talan denildiğinde akla ilk olarak İBB’yi getiren projelerden sadece birkaçı.

Bu projelerle hedeflenen sadece “iş yapan” belediye imajı değil tabi ki. İBB bünyesindeki şirketler aracılığıyla doğanın talanı projelerinden yakın akraba ve eş, dost kayırmacılığını da hedefliyor. İstanbul’un dört bir yanını delik deşik eden Metro İstanbul A.Ş, İstanbul’un herhangi bir yerini imara açmak noktasında İBB’nin hiçbir sıkıntı çıkarmadığı -İstanbul’un TOKİ’si- KİPTAŞ, ormanlık arazilerden kırpılarak genişletilen yolları yapan İsfalt, İstanbul’daki içme suyunu şişelemede tekel haline gelecek Hamidiye A.Ş… Kurucuları, mütevelli heyetleri, dağıtım şirketleriyle devlet hazinesinden ayrılan payları hukuka uygun bir şekilde hesaplarına geçiriyor.

Pendik Sahili’nde 603 bin metrekarelik 3 yapay ada için dolgu çalışmaları; onbinlerce ağaç kesilerek Belgrad Ormanı’nın içinden demiryolunun geçirileceği düzenlemeler; ÇED raporuna gerek görülmeyen, 4,5 km deniz içerisine girilerek inşa edilen ve inşaat süresince dolgu malzemesi olarak inşaat ve hafriyat atıklarının kullanıldığı Maltepe ve Yenikapı Sahil alanları İBB’nin doğaya etkisinin ne olduğunu unutanlar için ufak bir hatırlatma.

Özellikle son birkaç aydır işçilere yönelik katliam, sömürü ve sağlıksız çalışma koşullarıyla gündeme gelen 3. Havalimanı; aynı hat üzerinde 3. Köprü ve Kuzey Marmara Otoyolu ile Kuzey Ormanları’na yönelik katliam projelerindeki belirgin rolü İBB’nin gözden kaçmasına izin vermiyor. Sözde ulaşım sorunları, trafik vb. sorunları ortadan kaldırmak üzere gerçekleştirilen tüm bu projeler, İstanbul’un son oksijen kaynağı konumunda bulunan Kuzey Ormanları’nın, orada yaşayan birçok varlığın ve İstanbul’un son tarım alanlarının katledilmesini, yeni yapı alanlarına döndürülmesini hedefliyor.

İBB’nin ekolojik talanları sadece yeşil alanların katledilmesi, denizin doldurulmasıyla sınırlı değil. İki sene önce yoğun bir şekilde gündeme gelen Sarıyer Kısırkaya’daki hayvan toplama merkezinde gerçekleşen hayvan kısırlaştırma ve katliamları bu ekolojik yıkımın farklı boyutlarını gözler önüne seriyor.

Rant ve yağma denilince İstanbul’da ilk akla gelen yıkım ve buna karşı çıkış 2013 yılında Taksim Gezi Parkı’nda gerçekleşen büyük isyandı. İBB bu sürecin baş yıkıcı aktörlerinden birisiydi. O dönemin “gezici”leri olup da şimdi İBB’nin yaratıcı projelerini ayakta alkışlayanlara hatırlatalım; Taksim Gezi İsyanı’nın 4. yıl dönümünde de yağma ve rant için İBB elinden geleni ardına koymadı. Koruma Kurulu Beyoğlu’nda İBB tarafından yetkisiz bırakıldı. Yani Gezi Parkı’nı AVM’ye dönüştürecek proje, İBB eliyle gerçekleştirildi.

Doğa Talanının Yeni Adı; Çevre Yönetimi

Kapitalist sistem içerisindeki her meselede olduğu gibi, yaratılan olumsuzluklar görünmez kılınmak amacıyla farklı terimlerle yeniden ifade edilir. İnsanları yaşadıkları yerden edip evleri yıkacak mısınız, bunun ismi yerinden dönüşüm; yeşil alan talan edilip yerine kar amaçlı bir tesis mi kurulacak, bunun ismi çevre düzenlemesi…

Özellikle kamu yönetiminde çevreci ya da ekoloji temelli eleştirilerden kaçınmak için sık kullanılan bir kavram da çevre yönetimi. Çevre yönetimi; çevre koruma, atık maddeleri değerlendirme, peyzaj, alternatif enerji kaynakları üretimi gibi birçok alana odaklanan bir yönetim organizasyonudur. Çevre yönetimi adı altında bir yandan ekolojik talan yapılırken bir yandan da bu talandan kar elde edilir.

Farklı coğrafyalarda bu işi yerel yönetimler “Çevre Yönetimi” şirketlerine verebildiği gibi, kendileri de bu iş için şirketler kurabiliyor. Onlardan birisi İBB. Çevre hizmetleri adı altında açtığı dört şirketle, kısa ve uzun dönemli projeler devlet korumasında gerçekleştiriliyor, bir yandan da bu şirketlerin ilişkili olduğu “büyük aile” zenginleştiriliyor. Tam bir kazan-kazan durumu.

İBB’nin “çevre” hizmetleri; İGDAŞ, İstanbul Enerji, Ağaç A.Ş., İSTAÇ gibi kendi şirketlerine emanet. Bu kapsamda, yenilenebilir enerji kaynaklarından enerji üretimi, RES, HES, JES, güneş enerjisi üretimi, petrol ve gaz alımı, atık maddeleri değerlendirme, peyzaj ve çevre düzenlemesi gibi başlıklarda etkinlikler öngörülüyor. 2014 tarihli bir istatistikle, sadece çevre düzenlemesine İBB’nin, 2010-14 yılları arasında 313 Milyon lira harcadığı ortaya çıkmıştı. Peyzaj bütçesi katlanarak artıyor.

Geri Dönüşüm Doğanın Tahribatını Engelleme Yöntemi Değil, Kapitalizmin Bir Sektörüdür

Açıkça vurgulamakta yarar var, geri dönüşüm kapitalist sistem içerisinde büyük bir sektör. İBB de bu durumun farkında ki, sadece bu alanda etkinlik göstermesi için İSTAÇ gibi bir şirketi var. Yeşil pohpohlanmalar dışında, İBB’nin akıllı konteynırları ile doğa temelli bir proje amaçladığını düşünmek en basit tabirle saflıktır. İstanbul’da günlük ortalama 17 bin ton evsel atık ortaya çıkıyor. Bu atıklardan sadece 6 bin tonu, İBB’nin çöp toplama ve geri dönüşüm merkezlerinden işleniyor. İBB gözünü toplayamadığı 11 bin tona dikmiş durumda. Neden mi? Hem toplama işini yapan İSTAÇ, hem de toplananları değerlendirecek şirketleri aracılığıyla para kazanmak istiyor. Tüm bu parayı kazanırken de modern dünyanın “yeşil trendi”nin gerisinde kalmamış olmak….

Her şeye rağmen, akıllı konteynırların güzel proje olduğunu düşünenler için geri dönüşümün, yenilenebilir-sürdürülebilir enerji projelerinin bir parçası olduğunu hatırlatalım. Kapitalizmin sömürüsünü daha uzun erimli sürdürebilmek için geliştirdiği çevreci yöntemlerden biri olan geri dönüşüm, doğanın ve yaşamın sürdürülebilmesi için öne çıkarılan bir yöntem değildir.

Geri dönüşüm, kullanılanların tekrar tekrar kullanılabilirliği ve hatta yeninin üretimine gerek kalmayacağı yanılsaması oluşturarak vicdanları rahatlatmaya odaklanır. Ancak geri dönüşüm, bir malzemenin bir başka malzemeye dönüşmesini sağlar. Geri dönüşüme sokulan pet şişe, kağıt, ambalaj en fazla iki defa gerçekleşecek dönüşüm sürecinin sonunda geri dönüşümü olmayan kirliliğe sebep olur. Geri dönüşüme sokulan malzemeler daha az ağacın kesilmesine, daha az plastiğin kullanılmasına ya da bunları üretirken kullanılan enerjinin azalmasına yol açmaz. Sonsuz tüketim odaklı kapitalist üretimde, üretimin azalması ya da daha az enerji kullanımı aslında sadece bir hikayedir.

Doğadaki tahribat, kapitalist üretim-tüketim döngüsü ile ilişkilidir. Tüketim odaklı bir işleyişte, ne yenilenebilir ne sürdürülebilir ne de geri dönüşümlü bir üretim sürecinden bahsedilebilir. Geri dönüşüm, bu döngüyü sahte duyarlılıklar yaratarak meşrulaştırır. Bu sahte duyarlılık, bireyin bu döngüyü sorgulamamasına yol açar. Örneğin, plastik şişeyi geri dönüşüme sokarak çevresini temiz tutan kişi, ne suyun şişelenmesini ne de bu suyu şişelemek için kullanılan plastiğin üretimini umursar. Geri dönüşüme sokulan malzeme ne kadar hızlı gözlerden uzaklaşırsa, sorgulama ihtimali o kadar azalır.

Geri dönüşümde olduğu gibi, kapitalist sistemin içinde yaşamı yok etmeyen hiçbir yöntem yoktur. Çevreci alternatiflerin tamamı, kapitalizmin sürdürülebilmesine odaklanır. İBB’nin sadece son örnekte olduğu gibi “çevre dostu” uygulamaları bunun açık bir ispatıdır. Geri dönüşüm ve benzeri alternatif yöntemlere yüzlerini dönenler, bu yöntemlerin şimdilerde neden İBB gibi kurumlarca yürütüldüğünü iyi görmelidir. İBB benzeri devlet kurumlarının da, çevreci görünüşlü şirket ve STK’ların da bu hamleleri, ekoloji için yetersiz bakiyedir. Mesele denizlerin, ormanların, gökyüzünün, ekosistem içerisindeki canlıların, iklimin yani birçok ekolojik denklemin kapitalist üretim-tüketim ilişkileri sebebiyle yok edildiğinin fark edilmesiyle ilgilidir. 2030’dan önce değil, acilen anlamamız gereken şey işte tam da budur.

Merve Arkun

[email protected]

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 47. sayısında yayınlanmıştır.

 

The post 21. YY. Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: Yaşam İçin Yetersiz Bakiye – İSTANBUL BÜYÜKŞEHiR BELEDiYESi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/11/08/21-yy-teslimiyet-teorileri-ve-pratikleri-yasam-icin-yetersiz-bakiye-istanbul-buyuksehir-belediyesi/feed/ 0