The post Dört Boğaziçi Üniversitesi Öğrencisi Savcılığa Sevk Edildi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>TC’nin Êfrin İşgalinin ardından, 19 Mart günü Boğaziçi Üniversitesi’nde lokum dağıtan faşistlere yönelik muhalif ve devrimci öğrencilerin açtığı “işgalin lokumu olmaz” pankartının ardından Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan öğrencileri hedef göstermişti. Öğrencilere yönelik başlatılan operasyonlar kapsamında 9 Nisan’da ve dün gözaltına alınan toplam dört öğrencinin de Emniyet’teki ifade işlemleri bitti. Dört Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi savcılığa sevk edildi.
The post Dört Boğaziçi Üniversitesi Öğrencisi Savcılığa Sevk Edildi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Erdoğan’ın Yeni Görev Tanımı: “Savaş Karşıtı Öğrenci Avcısı” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Bugün AKP Beyoğlu İlçe Kongresi’nde konuşan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Boğaziçi Üniversitesi’ndeki savaş karşıtı öğrenciler*i kastederek “Lokum dağıtanlara farklı bir şekilde davrananlara haddini bildirmek birinci dereceden benim görevimdir!” dedi.
*19 Mart günü Boğaziçi Üniversitesi’nde Afrin Saldırısı’nı lokum dağıtarak kutlayanlara karşı “İşgalin Katliamın Lokumu Olmaz” pankartıyla bir eylem gerçekleştiren savaş karşıtı öğrencilerden beşi, 20 Mart günü sabaha karşı yapılan baskınlarla gözaltına alınmıştı. Bu gözaltılara karşı yapılan eylemlere de polis saldırmış, yine bir çok öğrenci darp edilerek gözaltına alınmıştı.
Bugün yaptığı açıklamada, o “savaş karşıtı öğrenciler”i kamera çekimlerinden bulup gereğini yapacaklarını söyleyen Erdoğan, “Birileri ülkemize çelme takmaya çalışmakla meşgul. Dışarıda birileri Afrin harekatından rahatsız olabilir ama bu ülkenin ekmeğini yiyenlerin buna hakkı yoktur. Lokum dağıtanlara farklı bir şekilde davrananlara haddini bildirmek birinci dereceden benim görevimdir. Terörist öğrencileri kamera çekimlerinden bulup gereğini yapacağız. Bu üniversitedeki hocalarımızın da çok dikkatli olması gerekir. Bu öğrencilerle hocaların iltisakı olduğunu belirlediğimiz anda onlarla ilgili de gereğini yaparız. Okul koridorlarında terör estiren çapulculara meydanı bırakmayacağız.” dedi.
“Bu üniversitenin içinde bu tür teröristler olduktan sonra, onlar bu markaya leke sürüyor” diyerek öğrencileri terörize eden Erdoğan, taleplerini dile getirmek için sokağa çıkan toplumsal kesimler için ise “Beyoğlu sokaklarında da zaman zaman arzı endam eden marjinaller edepleriyle durdukları sürece bu ülkenin renklerinden biri olabilirler. Ama işi şiddete, baskıya vardırırlarsa kulaklarından tutar ait oldukları yere fırlatırız.” şeklinde tehditler savurdu.
The post Erdoğan’ın Yeni Görev Tanımı: “Savaş Karşıtı Öğrenci Avcısı” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Albayrak, Afrin Saldırısı’nda Kullanılan SİHA’ları Üreten Bacanağını Övdü appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Albayrak, “10 senedir savaştayız” denildiğini hatırlattı ve “Fiili bir savaştan artık resmi bir savaşa gidiyoruz. Ama bütün bunlara rağmen Türkiye ne yapıyor? 2018 yılına girdik. 10 senedir fiili, resmi bu savaş devam etmesine rağmen konuştuğumuz güçlü Türkiye’de 2018 belki turizmde rekor yılı olacak. İhracat, ekonomi büyüyor. Tüm bu sıkıntılara rağmen yatırımlar, altyapı, İstanbul’a hizmet, AK Parti’nin elinin dokunduğu her yerde Türkiye, emin adımlarla büyümeye, güçlü adımlar atmaya devam ediyor” diyerek AKP’nin icraatlarını “savaşa rağmen ekonomi büyüyor” iddiasıyla meşrulaştırmaya çalıştı.
The post Albayrak, Afrin Saldırısı’nda Kullanılan SİHA’ları Üreten Bacanağını Övdü appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post TSK’nin Cindirêsê’ye Yönelik Hava Saldırısında 13 Kişi Katledildi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>TSK’nin Cindirêsê’ye yönelik hava saldırılarında en az 3’ü çocuk 13 kişinin katledildiği öğrenilirken saldırının gerçekleştiği alanlara ambulansların ulaşamadığı, enkaz altında sivillerin olduğu söyleniyor.
TSK’nin Şera ilçesine yönelik gerçekleştirdiği hava ve obüs saldırılarında birçok kişi yaralandı.
Raco’nun Berbenê köyüne yönelik saldırılarda ise 21 kişinin yaralandığı biliniyor.
The post TSK’nin Cindirêsê’ye Yönelik Hava Saldırısında 13 Kişi Katledildi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Suriye’de Yedekler Çekiliyor Devletler Sahaya İniyor – Emine Sakin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Yaşanan son gelişmelerle Suriye, savaşın 7 yıldır sürdüğü bir coğrafya olmaktan çıkıp devletlerin birbirlerine karşı, askeri, siyasi ve ekonomik güç gösterisinde bulunduğu bir alana dönüşmeye başladı. ABD ve Rusya başta olmak üzere devletlerin Suriye’de bulunma bahanesi olan IŞİD tehlikesinin de giderek güncelliğini yitirmesiyle beraber savaş, bu gerekçe üzerinden yürütülen vekalet mücadelesinde, devletleri aracılar olmaksızın karşı karşıya getirme potansiyeline evrildi. Şubat ayı içinde karşılıklı olarak düşürülen uçaklar, İHA’lar, vurulan konvoylar ve bunlara yapılan misillemeler, bu potansiyeli 7 yıllık savaşta olmadık biçimde açığa çıkarmış durumda.
ABD, Rusya, İran, Türkiye, Suudi Arabistan, İsrail, Fransa, Almanya ve son olarak ülkenin geleceğinde söz sahibi olma “açık sözlülüğüyle” aktif katılım göstereceğini bildiren Çin, Suriye’deki savaşta varlığı bilinen devletlerden sadece birkaçı. IŞİD’e karşı 2014’te kurulan koalisyonda en az 40 devletin yer aldığı bilgisi, Suriye Savaşı’nın, dünyanın dört bir tarafından devletlerin müdahil olduğu küçük çaplı bir dünya savaşı olduğu gerçeğini idrak etmemizi sağlıyor.
Savaşa taraf olan devletler sahadaki varlıklarını -müsebbibinin yine kendileri olduğu- “terörizmle mücadele” adı altında sunarken, bu tehdidin göreceli olarak azalmasıyla, yeni düşmanlar var etme ya da eski düşmanlıklarını yeniden hatırlama yoluna gidiyorlar. Suriye ve Irak’taki IŞİD varlığını bahane ederek savaşa giren ABD, Suriye’de bulunmasını şimdi de terör örgütü olarak ilan ettiği “Hizbullah tehdidi”yle gerekçelendiriyor. Tabi, her ne kadar yüksek perdeden dilendirmese de bu tehdidin sarmalındaki İran, Esad, Rusya eksenini göz ardı etmeden… Nitekim Deyr-ez Zor’da Rusya destekli paralı askerlerin ABD tarafından vurulması, İran’a ait bir İHA’nın İsrail tarafından düşürülmesi, Suriye’deki üslerin hedef alınması ve buna misilleme olarak Suriye’nin Rus yapımı hava savunma sisteminin bir İsrail uçağını düşürmesi, devletlerin Suriye’deki “tehdit” algıları üzerinden değerlendirilmeli.
Bu çok denklemli savaşta, desteklediği cihatçı çeteler haricinde -yine IŞİD bahanesine sığınarak- aslen Rojava’nın siyasi varlığını tehdit sayarak Ağustos 2016’da Fırat Kalkanı ile sahaya giren TC de, ABD gibi Suriye’deki varlık bahanesini güncelledi. Afrin’i hedef alarak bölgedeki YPG varlığını kendi sınırlarının beka (var oluş) gerekçesi olarak sunan TC, bu gerekçesinin haklılığına dair şimdiye dek taraftar bulmuş gibi görünmüyor. Bu durumun en açık örneği ise, TC’nin Astana’da kağıt üzerindeki ortaklarından İran ve Rusya’nın açık ya da örtülü desteğiyle, TSK/ÖSO saldırısı altındaki Afrin’e yapılan askeri sevkiyatta görüldü. Diğer taraftan, Leopard tankı başta olmak üzere devletlere sattığı silahlarla savaşın görünmeyen finansörlerinden olan -bir diğer müttefik- Almanya da TC’nin Afrin saldırısına şerh koyuyordu.
TC’nin Suriye’de Afrin saldırısıyla açığa çıkan, ancak birçok başlığı içeren ihtilafları yaşadığı bir diğer devlet ise ABD’ydi. Bu ihtilaf her ne kadar İran-İsrail, Rusya-ABD, Suriye-İsrail gerilimlerinde olduğu gibi “olası karşı karşıya gelişleri” içermese de, TC’nin iç politikasına yönelik oldukça kullanışlı bir enstrüman. Nitekim ABD, “Osmanlı tokatları”, ve “anti-emperyalist” nutuklarla tehdit edilirken, dün Rakka’da, bugün de Menbiç’te aynı ABD’yle ittifak için neredeyse yalvar yakar olunuyor ve bu durumun absürtlüğü -1,5 yılı aşkındır süren OHAL’le- susturulan medya sayesinde görünmez kılınabiliyor.
Kimi iç politik dengeler, kimi elde ettiği nüfuz alanlarını genişletmek için Suriye’deki varlıklarını pekiştiren devletler; savaşı askeri ve diplomatik iki farklı sahnede sürdürüyor. Biri, birbirlerini “aracısız” hedef alma potansiyeli taşıyacak kadar sert, diğeri ise yumuşak güç olarak tanımlanabilecek bu sahnelerden her biri, Suriye’de süren savaştan çıkar devşiren devletler için, sahadaki varlıklarına dair “anlaşılabilir” argümanlar üretiyor. Ancak bu “anlaşılabilir” argümanlar, savaşların belli bir zaman aralığında gerçekleştiği ve genellikle taraflardan birinin kazanıp birinin yenilmesi gerçekliğiyle kıyaslandığında ortadan kalkıyor. Arda kalan gerçeklik ise, Suriye’de sonu hiç gelmeyecekmiş gibi görünen savaş ve bu savaştaki devasa yıkımda var olan sorumluluklarıyla yüzleşmekten kaçınan, bunun için gerekirse birbirleriyle çatışmayı göze alan devletler olarak ortaya çıkıyor.
Emine Sakin
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 44. sayısında yayınlanmıştır.
The post Suriye’de Yedekler Çekiliyor Devletler Sahaya İniyor – Emine Sakin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Seçim Mutabakatı – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>AKP ve MHP ortaklığı, partili cumhurbaşkanlığı referandumundan bu yana sürüyor. Aralık ayında çıkarılan, farklı kesimlerce oldukça tartışılan, tepkiyle karşılanan hatta bir iç savaş katalizörü olarak görülen 696 sayılı KHK’dan bir tek AKP-MHP ortaklığı memnundu. Çünkü tüm bu gelişmeler yeni dönemde konuşulan “Milli Mutabakat Koalisyonu”nun temellerini daha da belirginleştirmenin bir hamlesiydi. Şimdi de “Milli Mutabakat Koalisyonu” Afrin saldırısı ile coğrafyanın genelinde hakim kılmak istediği siyasal iklimin yarattığı rüzgarı arkasına alarak “paydaşlarını” genişletmenin ya da ötelemenin planlarını yapıyor.
Suriye Savaşı’nda Rusya-İran ve dolaylı olarak Suriye ile oluşturulan ittifak, AKP’yi, ABD’nin karşısında konumlandırmış görünüyordu. Rojava’daki halkların kazanımlarını yok etme temelinde girişilen bu ittifak ve ardından ABD’deki Halkbank (Sarraf-Atilla) davasında tutturulan “anti-emperyalist” söylemler, “Milli Mutabakat Koalisyonu”na Vatan Partisi gibi ulusalcı ve BBP gibi İslam-Türk sentezcisi oluşumların da yeşil ışık yakmasını sağlayacaktı.
OHAL’in “olağanlaştırıldığı” bir siyasi iklimde, Başkanlık Sistemi’nin yürürlüğe gireceği seçimler öncesi yapılan anketlerde yeterli oy oranına ulaşamadığı söylenen AKP, yedeğindeki MHP ile birlikte kurduğu koalisyonu genişletme hamlelerini hızla gerçekleştiriyor. Bunu yaparken de saldırganlaşıyor. İçerisinde yarılma yaratmak istediği CHP’ye, tamamen bitirmek istediği HDP’ye ve karşısında dikilen her kesime adeta bir boksörün kum torbasını “sağlı sollu” yumruklaması misali saldırıyor.
“Milli Mutabakat Koalisyonu”, söyleminde ve pratiğinde “yerlilik ve millilik” kavramlarını öne çıkararak toplumun her kesimine bu siyaset tarzını dayatmayı amaç edindi. OHAL kapsamında çıkarılan KHK’lar ile neredeyse fiilen işlevsiz durumdaki Meclis’in ana muhalefet partisi olan CHP’de de yeterince “yerli ve milli” olmayan kesim hedef alınıyor. Afrin saldırısı başlamadan kısa bir süre önce, CHP İstanbul İl Başkanlığı’na seçilen ve gerek HDP ile ilişkisi, gerekse Ermeni Soykırımı’na dair söyledikleriyle, sonuçta bir devlet partisi olan CHP’de “Kürtler” ve “Soykırım” gibi fay hatlarını harekete geçirme potansiyeli taşıdığı gözlenen Canan Kaftancıoğlu’na yönelik girişilen saldırı da aslında bir hamle olarak görülebilir. Bu hamle ile CHP’nin “yerli ve milli” damarına can suyu verilmek istenmiştir. Nitekim verilen bu can suyu “devlet çınarı” CHP’de Afrin saldırısıyla karşılık bulmakta gecikmedi.
CHP’nin Afrin saldırısına verdiği koşulsuz desteği, “biz iktidarda olsak, gerekirse 10 bin şehit verir Afrin’e gireriz” benzeri açıklamaları, milliyetçilikte söz konusu koalisyondan geri kalmadığının açık birer göstergesi olmuştur. CHP’nin “biz de en az sizin kadar yerli ve milliyiz” söylem ve pratiklerinin ne kadar “işe yarayabileceğine” dair örnekler (Mansur Yavaş ve Ekmeleddin İhsanoğlu) siyasi başarısızlık olarak birçok kez tarihe geçti.
Muhalefetin diğer kesimlerinde yeni yüzlerin mevcut ortamda yükselme olasılığı Afrin saldırısıyla ertelenmiş oldu. Abdullah Gül’ün hükümetin iç ve dış stratejilerine yönelik eleştirileri, siyaset kulvarının “yeni ismi” İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in, AKP’nin para-militer çetesi SADAT kampları açıklamaları gibi iktidara yönelik eleştiri girişimleri Afrin saldırısı ile, -şimdilik- durduruldu. Bu bağlamda, 15 yıldır iktidarda bulunmak salt AKP’nin stratejik başarısıyla açıklanamaz. Devlet olanaklarını kullanarak gerçekleştirilen tüm bu hamleler başarının altındaki neden olarak görülebilir.
“Milli Mutabakat Koalisyonu”nun giriştiği savaş atmosferinin, önümüzdeki süreçte iktidardaki koalisyon için somut bir siyasi getirisi var. Bu da iktidar için savaş rüzgarını arkasına alarak 2019’dan önce yapılacağı her geçen gün daha çok dillendirilen bir erken seçim.
Ancak bu süreç, yaşanan ekonomik krizle beraber düşünüldüğünde, savaşın ekonomik maliyetleri vurgusunu yapmak, milliyetçi-muhafazakâr koalisyonun “kızıl elmasının” parlaklığıyla, savaş ve fetih hayalleriyle körelmiş gözlerinden kaçan bir nokta olabilir. Belki de OHAL’le sindirilmiş görünen muhalefete, iktidarın körleştiği bu noktadan, meclis önünde, ekonomik zorluklar nedeniyle bedenini ateşe veren ezilenlerin tarafından daha güçlü bakmak, ucu görünmeyecek sanılan bu karanlık tünelin sonundaki ışığın ferini gösterecektir.
Emrah Tekin
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 43. sayısında yayınlanmıştır.
The post Seçim Mutabakatı – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Devletin Barış Hali de Savaş Hali de Kapitalizm İçin Aynı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Uluslararası ilişkiler, devletlerarası arenadaki egemen aktörlerin diğer egemen aktörler karşısındaki hareket tarzlarını açıklamaya ve tahmin etmeye yönelik geliştirilen teorik yaklaşımların olduğu bir disiplindir. Bu disiplinin ortaya çıkışına zemin hazırlayan gelişmeler çoğunlukla savaşlardır.
Savaşlar, uluslararası sistemin aktörlerini dönüştürme ve devletlerarası düzeni değiştirme işlevine sahiptir. Bu nedenle, barış kavramı bu disiplinde, bu devletlerarası düzenin dolayımı olarak kalmıştır. Ancak özellikle son dönemde, bu noktada farklı girişimler vardır. Bunda devletlerin içerisine girdiği söylemsel değişiklikler etkilidir.
Çıkar odaklı reelpolitik, “komşularla sıfır sorun politikası” gibi değişikliklere uğramıştır. Bu değişikliğin söylemsel olmaktan ileri gidemediği, gidemeyeceği bir zamanın içindeyiz. Reelpolitikte odak noktasının ne olduğunu kaçırdığımızda, siyasal analizin bağlamını kaybedebiliriz. Bu odak noktasının ne olduğunu hatırlatalım: kapitalist çıkarlar.
Afrin Saldırısının Siyasi Boyutu
20 Ocak’ta başlayan saldırıyı, ABD’nin oluşturmak istediği “Sınır Koruma Gücü”nde SDG’yi konumlandıracağı açıklamasının tetiklediği biliniyor. Sınırlarının güvenliği, saldırının bir mantığa oturtulmasından başka bir anlam taşımıyordu. Ancak mantıksız olan, saldırının ABD nüfuz bölgelerinde yani Fırat’ın doğusunda değil, Afrin’de başlamasıydı. Beklenenin aksine, bu yeni duruma bölgedeki iki önemli aktörden de net bir karşı çıkış gelmedi.
Afrin saldırısı, ABD ve Batı devletlerinin şerh koysa da karşı çıkmadığı bir saldırı. Bunun nedeni, bölgedeki Rusya nüfuzunun sınırlandırılması isteği. “Afrin bizim operasyon sahamız değil” açıklamasının da Rusya’yı siyasi, askeri ve diplomatik açıdan zor durumda bıraktığı bir gerçek. Ancak ABD ve Batı devletlerinin bu utangaç karşı çıkışları bir strateji değişikliği olarak okunabilir mi? Ya da politik bir ilkesizlik?
SDG’nin Fırat’ın doğusuna çekilmesi, ABD’den art arda yapılan “SDG ile ittifakımızı sürdüreceğiz” açıklamaları, SDG’nin aynı zamanda Esad ile anlaşma zeminini ortadan kaldırıyor ve Fırat’ın doğusunda, İran ilerleyişini durduracağı var sayılan nüfuz bölgesinde varlığını sürdürmeye itiyor. Tabi ABD’nin başka bir planı yoksa…
Buna rağmen Rusya’nın da tavrının “sınırlı saldırıya” izin vermesi, ister istemez bunun bir İdlib pazarlığı olma ihtimalini gündeme getiriyor. Suriye’de IŞİD karşıtı mücadele sürerken Rusya ve Esad ordusunun İdlib’e bir operasyon yapıp gücünü bölmediği biliniyor. Bununla beraber, Halep de dahil olmak üzere, Suriye’nin geri kalanındaki radikal islamcıları İdlib’te toplamayı tercih etmesi, önemli bir stratejinin parçası. Rusya ve Esad rejimi İdlib’teki grupları, karşısında savaşılması gereken cihatçılar olarak görüyor. İdlib’tekileri Suriyeli muhalifler olarak gören TC ise Afrin saldırısıyla, İdlib’te sıkışmış durumda bulunan bu silahlı gruplara bir alan kazandırmayı hedefliyor.
2017’de IŞİD’in yenildiğini, 2018’in ise Heyet Tahrir Eş-Şam ve El Nusra’yla (dolayısıyla El Kaide’yle) mücadele yılı olacağını ilan eden Rusya, TC’nin ÖSO’yla beraber başladığı “sınırlı saldırı”ya neden karşı çıkmıyor? ÖSO, rejim tarafından açık bir şekilde terörist olarak tanımlanıyor. Rusya’nın Azez-Tel Rıfat hattındaki saldırılara karşı TC’ye yönelik politikası bu kadar netken Afrin saldırısında stratejisini neden değiştiriyor?
Tüm bu verilere karşın TC Rusya nezdinde “güvenilmez” bir imaja sahip. Bu nedenle Rusya’nın Kürtlerle, Esad rejimi üzerinden kurulacak federasyon benzeri yeni bir ilişki inşa etmek istediği sıklıkla dile getiriliyor. Fakat bu durum da değişme potansiyeli taşımıyor mu?
Afrin’e yönelik saldırı, Suriye’deki savaşta oyun dışı kalmış TC’ye, ABD nezdinde zorlayıcı bir konum biçme hedefi taşıyor. Bu zorlayıcılık Rusya ile yakınlaşma, NATO ile ilişkiler üzerinden elini güçlendirme ve ABD’nin içinde bulunduğu askeri, siyasi, diplomatik kanatlar üzerindeki uyumsuzluğu kullanma potansiyelini barındırıyor. TC ile güvenlik temelli bir ilişkisi olan ABD nezdinde bu zorlayıcılığın karşılığı, Rusya ile girilecek yeni bir güvenlik ilişkisiyle test edilebilir.
ABD ve Rusya’nın Tutumları Neden Bu Kadar Esnek?
Devletlerarası ilişkilerde, dostluk ya da düşmanlık durumu hızlı bir şekilde değişebiliyor. Birkaç yıl öncesine kadar “düşman devlet” ilan edilenlerle, ortak politikalar geliştirilebiliyor. Reelpolitiğin reel kısmı, tam da burası. Burada işleyen tek reel durum, çıkara göre konumlanmak. Yani uzun erimli stratejiler bir yalan, bu ilişkilerde ilkesellik bir masal…
Bu ilkesizliği anlamak için Suriye’de devam edenler yakıcı örnek mahiyetinde;
Devletlerin İlkesizliğinin Sebebi Kapitalist Çıkarlar
Devletlerarası siyasetin bu esnek, ilkesiz, sürekli değişen özelliğinin ana sebebi, tüm stratejilerin temelini oluşturan kapitalist ruhudur. Devletlerin kendi sınırları dahilinde milliyetçilik yarışına girerek oluşturduğu tüm kırmızı çizgileri, bu ruhun içerisinde erir gider. Dolayısıyla bu durum herkesi dost, herkesi düşman kılar.
Ortadoğu coğrafyasının tümünde olduğu gibi Suriye de, devletlerin ve şirketlerin siyasi ve ekonomik çıkarlarını güçlendirmek için savaştığı bir coğrafyadır. Suriye’deki savaşın fiilen başladığı 2011’den bu yana, devletlerin enerji politikalarının bölge üzerindeki etkisi aşikardır.
Petrol ve doğal gaz gibi enerjiler ekseninde oluşan bu politikalar, Suriye’deki siyasi durumun açığa çıkmasında, yaşanan savaşlarda, savaştan kaynaklı göçte ve tüm bunlara bağlı etmenlerin oluşmasında etkendir. Bölge üzerinde hareket halinde bulunan Chevron ve Exxon gibi küresel enerji şirketleri, bu bölgedeki hareketliliklerini tarihlerinde olmadıkları kadar hızlandırmış durumda.
Küresel kapitalizmin kendi “gerçekliklerini” dayatmasının mağdurlarının bölge halkları olduğu aşikardır.
Kapitalizmin Suriye’deki Can Damarları
2009 yılında, Katar’ın Şam yönetimine yaptığı boru hattı teklifinin, Suriye’de devam etmekte olan savaşın ana nedeni olduğu bilinen bir gerçek. İran’a da komşu olan bir bölgeden başlayıp Suudi Arabistan, Ürdün, Suriye ve Türkiye’ye uzanarak AB’ye ulaşması hedeflenen doğal gaz boru hattını Esad yönetiminin reddetmesi ve İran, Irak, Suriye’den geçecek alternatif bir proje başlatması, savaşın başladığı 2011’de imzalandı. Enerji merkezli, devletlerarası ekonomik müzakere süreci, bölgeden ve bölge dışından çok sayıda aktörün dahil olduğu bir savaşa evrildi. Bölgeye gözünü dikmiş ve hali hazırda pazar için kaynak olarak kullananlar ile bölgeyi bir pazara dönüştürmek isteyenler de çıkarları gereği bu savaşa dahil olmakta sakınca görmedi.
Savaşın enerji koridorlarında dört hat karşımıza çıkmakta. Güney Kürdistan petrolünü taşıyan Kerkük-Yumurtalık Koridoru; bu hatta alternatif Rojava üzerinden Ceyhan’a, oradan da Akdeniz’e bu petrolü taşıyan koridor; Kerkük’ten Lübnan Trablusşam’a uzanan boru hattı (Şii Hilali de denilen, İran’ın devreye girmesiyle Lübnan Hizbullahı’nın Akdeniz’e taşıyacağı hat); Körfez devletlerinin Katar’a cephe almasına neden olan TAP (Trans Arap Pipeline) denilen Sünni Haifa hattı.
Tüm bu enerji damarlarının Suriye Savaşı’nın ekonomik nedenselliklerinin incelemesinde önemli bir yeri var. TC’nin Afrin saldırısında da, Kürt düşmanlığının arka planında da yine bu damarların küresel pazardaki işlevi var. Suriye’deki savaşın gözler önündeki siyasi nedenlerinin dışında, Deyr-ez Zor’dan Rakka’ya oradan İdlib’e uzanan bu enerji koridorlarından geçen, çok da görünmeyen ekonomik nedenleri görmek önemlidir.
2012 yılında yani Suriye Savaşı’nın başında, Trans-Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı (TANAP) imzalanmış; proje kapsamında BOTAŞ, SOCAR (Azerbaycan Petrol Şirketi) ve BP ortaklığıyla doğal gazın Asya’dan Avrupa’ya (Trans Adriyatik Boru Hattı’yla) taşınması planlanmıştı.
Türk Akımı’nda açılacak yeni hat üzerinde Rusya ve TC’nin vardığı anlaşma, yine enerji paralelinde Türkiye’de açılacak enerji ihalelerinde Rus şirketlerinin yer alması Afrin saldırısının çok konuşulmayan pazarlıklarından. Halkbank davası gibi nedenlerle TC’ye yönelik küresel ekonomik yaptırımlar ABD’nin gündemindeyken TC’nin Rusya ile anlaşması TC açısından önemli bir strateji. Afrin saldırısı, işte tam da bu bağlamda gerçekleşmiştir.
Enerji projeleri ve ticaret anlaşmalarıyla, ekonomik ve siyasi gelişmelerin hız kazandığı koşullarda savaşın derinleşmesi ve yaygınlaşması kaçınılmazdır. Kapitalist amaçlar, devletlerin güvenlik politikalarını yönlendirebilmekte, devletlerarası ilişkilerin “reel”ini belirleyebilmektedir.
Kapitalist çıkarların siyaseti yönlendirdiği zamanlarda ortadaki tek tablo savaştır.
Afrin saldırısını bu arka plandan bağımsız göremeyiz. Aslında Suriye’de olan ve olacakları bu kapitalist stratejilerden bağımsız düşünmek, meselenin nedenlerinden bizi uzaklaştırmaya bile itebilir.
IŞİD’den sonra ortaya çıkan yeni tablonun, kimlerin ağzını sulandırdığı yukarıda saydığımız enerji hatları düşünüldüğünde açıktır. Küresel kapitalistler ve bu tablodan ekonomik çıkarlarını tatmin etmeye çalışan devletler iş başındadır. Bölgede birilerinin koruyuculuğunu üstlenen hamilerinin yanında Afrin saldırısı gibi hamleler, bu kaynakları ele geçirmeyi hedeflemekten çok, bu kaynaklardan nemalanmaya yöneliktir.
Tüm bu büyük ve küçük kapitalist çıkarlardan bağımsız olarak Afrin halkı, Afrin’de yaşamını sürdürürken bugün bu çıkarların yıkımıyla karşı karşıyadır. Enerji savaşının bir stratejisidir Afrin. Tüm bu kapitalist çıkarların geçersiz kılındığı bir coğrafyanın insanlarıdır Afrinliler. Kobanê’de, Cizire’de, Chiapas’ta olduğu gibi. Küresel kapitalizmin masasında payını artırmak isteyenlerin, strateji belirleyenlerin çıkarlarına verilecek cevabı, özgürlükten yana olanlar örgütlü bir şekilde vermektedir. Ve örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez!
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 43. sayısında yayınlanmıştır.
The post Devletin Barış Hali de Savaş Hali de Kapitalizm İçin Aynı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Afrin Hava Sahası 4 Şubat’tan Beri Kapalı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>TSK birliklerinin ÖSO adı altındaki çetelerle Afrin’e yönelik başlattığı saldırı 20. gününe girdi. Saldırılar sürerken, TSK’ye bağlı savaş uçakları ile helikopterlerin 4 Şubat’ı 5 Şubat’a bağlayan geceden bu yana Afrin hava sahasını kullanamadığı ortaya çıktı. Bu durum, Rusya’nın kendi uçaklarına omuzdan atılan füzelere karşı yeni bir elektronik hava savunma sistemi kurma çalışmaları yürütmesinden kaynaklandığı şeklinde gerekçelendiriliyor.
3 Şubat günü İdlib’de, Rusya’ya ait Su-25 tipi savaş uçağının MANPADS (Man portable air defense systems/Tek kişi tarafından taşınabilir hava savunma sistemi) ile düşürülmüştü. Uçağın TSK ile birlikte Afrin saldırısına katılan ve Soçi’yi boykot ederek temsil yetkisini TC’ye devreden heyetin içinde yer alan Ceyş el Nasr adlı çete tarafından düşürüldüğü açıklanmıştı. Ancak uçak düşürülme olayı daha sonra, yine TC ile ilişki içindeki Heyet Tahrir eş Şam adlı, El Kaide bağlantılı çete tarafından “üstlenilmişti.”
The post Afrin Hava Sahası 4 Şubat’tan Beri Kapalı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Konyaspor “Taraftarından” Saldırı Kareografisi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Kendilerine “Nalçacılılar” adını veren grup, maç öncesinde yaptıkları militarist kareografiyle, Afrin saldırısında, Afrin’e atılan bombaları canlandırdılar.
Yüzlerce insanın yaşamını yitirdiği ve yaralandığı saldırının kareografisi, “Allahu Ekber” sloganları eşliğinde alkışlandı.
10 Ekim Ankara Katliamı’ndan sonra, sahalarda katliamda yaşamını yitirenler için maçlardan önce saygı duruşu yapılırken, Konyaspor’un stadında yaşamını yitirenler yuhalanmıştı.
The post Konyaspor “Taraftarından” Saldırı Kareografisi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>