The post Garo Paylan: “Avrupa’daki Alevilere, Ermenilere, gazetecilere suikast yapılacak” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Saldırıları Planlayan Yapı Türkiye’den
İleri Haber’den Tuğba Özer’ın haberine göre; “Geçtiğimiz hafta sonu çeşitli kaynaklardan doğrulanan bir istihbarat aldım” diyen Paylan “Başta Almanya olmak üzere Avrupa’da yaşayan Türkiyeli Alevi ve Ermeni toplumları temsilcileri ve devlet baskısından gitmek zorunda kalan gazeteciler, yazarlar, akademisyenlere yönelik eylem hazırlığı içinde olan grupların, ses getirecek bir eylem için harekete geçtiği bilgisi tarafıma ulaştı” dedi.
Paylan istihbaratın vahim tarafının saldırıları planlayan yapının Türkiye kaynaklı olduğu yönündeki bilgi olduğunu da sözlerine ekledi.
Suikastler Yapacak Cinayet Birimlerinden Bahsediyoruz
“Türkiye’den karanlık ellerin organize ettiği silahlı suikastler yapacak cinayet birimlerinden bahsediyoruz” diyen Paylan şunları söyledi:
“Özellikle sansasyon yaratacak isimlere yönelmiş açık bir tehdit ile karşı karşıya olduğumuzu gösteren duyumlar aldım. Avrupa’daki emniyet birimleri, bu istihbari bilgiler sonucunda ciddi tedbirleri devreye soktular. Bu ciddi tehlike ile ilgili olarak, Avrupa’daki vatandaşlarımızın güvenliğinin sağlanması için hükümeti ve ilgili kurumları, gerekli tedbirleri almaları ve Avrupalı mevkidaşlarıyla ilişkiye geçmeleri konusunda uyardım.
Türkiye’den karanlık ellerin organize ettiği silahlı suikastler yapacak cinayet birimlerinden bahsediyoruz. Geçmişte yaşanan bu tür cinayetlere bir yenisini daha eklememek, kalabalık bir cenazeyi daha bu ülkenin sırtına yüklememek için hükümet üzerine düşeni yapmalıdır.
Derin Güçler mi Harekete Geçti?
Kendi ülkesinde özgürce yazamayan, konuşamayan aydınlarımıza, gazetecilerimize ‘Siz nerede olursanız olun, size susturmayı biliriz’ mi denmek isteniyor? Yoksa yine bu iklimden faydalanmak isteyen derin güçler mi harekete geçti?
Bütün bu gelişmeler sonrası Avrupa’da yaşayan Türkiyelileri hassas ve dikkatli olmaya, hükümeti ve ilgili kurumları sorumluluk almaya davet ediyorum.”
The post Garo Paylan: “Avrupa’daki Alevilere, Ermenilere, gazetecilere suikast yapılacak” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ‘Tarih’ Tekerrür Ediyor: Malatya’da Alevilerin Evleri Kırmızı Çarpı İle Boyandı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Bu sabah Cemal Gürsel Mahallesi’nde kimliği belirsiz güruhlar, Alevi ailelerin oturduğu 13 evin kapı ve duvarlarına kırmızı boya ile çarpı işareti yaptı. Sabah, evlerinin kapı ve duvarlarında işaretleri görenler, polise haber verdi. İhbarla mahalleye gelen polisler, inceleme yapıp çalışma başlattı.
Olayı haber alan Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Malatya Şube Başkanı Mehmet Topal da mahalleyi ziyaret ederek, “Dün akşam çoğunlukla Alevilerin yaşadığı Cemal Gürsel Mahallesi’nde 13 evimiz kimliği belirsiz kişiler tarafından işaretlenmiştir. Alevi olan bu vatandaşların bundan sonraki süreçte ne tür bir şiddete maruz kalabileceklerini şimdiden kestirebiliyoruz. İnançları, felsefeleri, yaşama biçimleri sürekli bir kalıba oturtulmaya çalışılan biz Aleviler, başkalarına uymak zorunda değiliz. Biz kendi inancımızı, kendi kültürümüzü yaşacağız. Biz bu topraklarda barışı inşa etmeye çalışacağız” dedi.
The post ‘Tarih’ Tekerrür Ediyor: Malatya’da Alevilerin Evleri Kırmızı Çarpı İle Boyandı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Hubyar Sultan Tekkesi Yeniden Köylünün appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Tokat’ın Hubyar Köyü’ nde bulunan tekke Mart ayında Vakıflar Genel Müdürlüğüne devredilmişti. Yapılan işleme karşı Hubyar köylüleri kararın iptaline dair dava açtılar.
Bugün görülen davada çıkan kararla birlikte tekke yeniden Hubyar Köyü Muhtarlığı’na devredildi.
The post Hubyar Sultan Tekkesi Yeniden Köylünün appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Ortadoğu’da Katliam Politikaları :İŞTEBRAK” – Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Daha önce Alevi katliamlarının yaşandığı Lazkiye, Humus, İkrime, Hama ve Ortadoğu coğrafyasının birçok yerinde olduğu gibi devletler destekli cihatçı çeteler, kendilerine biat etmeyen halklara yönelik katliamlarına İştebrak’ta bir yenisini daha ekledi. Tıpkı 2014 yılının yaz aylarında Şengal’de Ezidilerin hedef alınması gibi, Suriye İştebrak’ta bu kez Aleviler hedef alındı.
İdlip’in Cisr El-Şuğur kasabasının güneyinde yer alan ve 4 yıldır cihatçı çetelerin katliam tehdidi altında yaşayan bir Alevi köyü olan İştebrak, 25 Nisan günü Fetih Ordusu adındaki cihatçı çete tarafından katliama uğradı. Katliamda resmi rakamlara göre 35 kişinin öldürüldüğü söylense de, sayının aslında daha yüksek olduğu bilinmektedir. Bu katliama tanık olanlar, katliam sırasında İdlip’in kuzeyine kaçırılan kadınlar, rehin alınanlar, rastgele açılan ateşlerle katledilenler ve köyde tamamen yok edilen aileler olduğunu, bunların IŞİD’in yaptıklarından farksız olduğunu söylüyorlar.
İdlip, Fetih Ordusu’nun Rakka’sı mı?
İştebrak’ın da bulunduğu bu bölge, askeri ve lojistik destek ikmal hatları üzerinde yer alması sebebiyle, gerek Esad rejimine gerekse YPJ/YPG güçlerine karşı savaşan cihatçı çeteler açısından hayati öneme sahip.
İdlip’e Mart ayında Selefi örgütlerden oluşan çatı örgüt “Fetih Ordusu”nun saldırıları başlamıştı. Aynı ayın 25’inde Fetih Ordusu’na bağlı güçler Nusra öncülüğünde İdlip merkeze girmiş ve kentin düştüğünü duyurmuştu. İştebrak Katliamı da bu saldırıların bir parçasıydı.
Önceleri Şam yönetiminin elinde olan bu kenti Fetih Ordusu ele geçirdikten sonra, İslami Emirlik ilan etti. Fetih Ordusu, özellikle İdlip kırsalından başlayarak Antakya’nın Reyhanlı ilçesinden Yayladağı’na kadar uzanan bölgeye komşu olan noktaları ele geçirdi. Böylece TC sınırı üzerinden gelecek askeri ve lojistik desteğe daha kolay ulaşabilecekti. Diğer taraftan ise bölge, Esad rejimi güçlerinin denetimindeki Lazkiye-Hama-Şam güzergahının kontrolü açısından önem taşıyor. Ayrıca İdlip’in kontrol altına alınmasının ,-Halep’te muhalif güçleri kuşatma altına alan Suriye ordusuna karşı Rakka’dan sonra rejimin elinden çıkan ikinci büyük kent olması sebebiyle- psikolojik üstünlüğün tekrar ele geçirilmesi noktasında moral bir değeri var.
Suriye coğrafyasında terör estiren diğer bir cihatçı çete IŞİD’in, ülkenin doğusundaki Rakka kentini elinde bulundurarak burayı merkez üs haline getirmesi gibi, Nusra öncülüğündeki Fetih Ordusu da İdlip bölgesini ele geçirerek üs haline getirmek istiyor. Bölgenin özellikle TC sınırına sıfır noktasında bulunması, örgüte askeri ve lojistik desteğin garanti altına alınması anlamına geliyor. Son iki yıldır durdurulan MİT TIR’ları, cihatçıların TC topraklarında barınması, askeri eğitim görmesi ve tedavisi vb. söylentilerin hala gündemde olduğu günümüzde, bu “garantinin” örgüt için ne anlama geldiği daha açık ortada. Bu garantinin TC ile Fetih Ordusu açısından elbette karşılıklı bir çıkar denklemi var. Suriye’de iç savaş başladığından beri rejimin düşürülmesi ile Şam Emeviye camiinde şükür namazı kılma hayaliyle yanıp tutuşan TC devleti ile cihatçı grupların bu ortak çıkarlarının yanı sıra, yine TC’nin, varlığından rahatsız olduğu Rojava Devrimi’ni,-Afrin’in bölgeye yakınlığı sebebiyle- “Kobanê olmadı, Afrin’i düşürelim” mantığıyla sonlandırmak ve yenilgiye uğratma emeli de aşikar.
TC-Suudi Arabistan Yakınlaşması Fetih Ordusu’nu mu Doğurdu?
2013 yılında Mısır’da gerçekleşen askeri darbe sonrası işbaşına gelen Sisi yönetimindeki hükümeti Suudi Arabistan’ın desteklemesi, TC ile bu ülkenin ilişkilerinde soğumaya ve gerilime neden olmuştu. Ancak Suudi sermayesinin sıcak parasından bu gerilim yüzünden mahrum kalmak istemeyen TC, yılın başında “küçük bir jest”te bulunmuş, ölen Suudi kralı Abdullah için bir günlük yas ilan etmişti. TC’nin bu jesti, Suudi Arabistan tarafından bir anlamda “görülmüş”, iki ülke arasında kritik bölgesel konuların masaya yatırıldığı bir dizi görüşme başlamıştı. Mart ayı başında TC Cumhurbaşkanı Erdoğan, Riyad’da Suudi’lerin yeni kralı Selman ile yaptığı görüşmede, Yemen’deki İran karşıtı ittifaka destek sözü verirken karşılığında Suriyeli muhaliflere yardım için teminat aldı. Bu yanıyla Riyad’da varılan bu mutabakat sonucu Suriye’de Esat lehine görünmekte olan dengelerin bir anda aleyhe dönmesini tesadüf olarak değerlendirmemek gerek.
Ortadoğu’da bunca bol bilinmeyenli denklemlerin kıskacında halkların, tarih boyunca olduğu gibi günümüzde de devletlerin ve kapitalizmin çıkar savaşlarında katledildiği gerçeği değişmiyor. İştebrak’ta, devletlerce üretilmiş şiddet olan cihatçı çetelerden Fetih Ordusu tarafından Alevi halkının katledilmesi, bölgedeki katliamların sürekliliğini gözler önüne seriyor. Küresel kapitalizmin ve devletli sistemin yeni Ortadoğu ajendası bu politika üzerinden işliyor.
Mercan Doğan
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 27. sayısında yayımlanmıştır.
The post “Ortadoğu’da Katliam Politikaları :İŞTEBRAK” – Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Asimilasyonun Yeni Adı Hacı Bektaş-ı Veli Lisesi” – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Geçtiğimiz ay, Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın katıldığı, seçimler öncesi devletin Alevilere karşı yeni bir “kazanma hamlesi” olarak yorumlanabilecek olan Hacı Bektaş-ı Veli Lisesi projesinin inşaatı yapılan temel atma töreniyle başlandı. Törene Pendik Seyit Seyfi Cemevi dedesi Musa Küçük ve projenin en büyük destekçisi ve aktörü Dost Eli Yardım Eğitim ve Kültür Vakfından Sakine Tükek katıldı. Projeye göre lise imam hatip liselerinin “Alevi” versiyonu gibi işleyecek, 17 saat Alevi öğretilerinin anlatıldığı derslerin olacağı okulda geri kalan saatlerde de genel lise müfredatı işletilecek. Projeye göre, bu okula farklı coğrafyalardan Alevi-Bektaşi dedeleri, akademisyenler ders vermek için gelecek. Öğrencilerin okula kabul edilmesi ise dede soyundan gelme kıstasıyla belirlenecek, soydan gelen öğrenciler kendi aralarında sınava tabi tutulup öyle kabul edilecek.
Peki bu proje nereden çıktı?
Aslında tamamen bu haliyle olmasa da bizler için yeni bir hamle değil alevi dedesi okulu. Bundan yaklaşık üç sene önce aynı haberin bir benzeri, Kartal’daki Zekeriya Göçer İlköğretim Okulu’nun adının “Hacı Bektaş-ı Veli İmam Hatip Okulu”na dönüştürülmeye çalışması ile gündeme gelmiş, sonrasında bunu kendi kültürlerine hakaret olarak gören velilerin yoğun tepkisiyle karşılanmıştı. Devletin alevi açılımı dediği süreçle gelen hamlelerden, aleviler üzerindeki asimilasyon politikalarından alevi çalıştaylarının, cami-cemevi projesinin rafa kaldırılmasıyla birlikte hem seçim öncesi oy kazanma hamlesi olarak, hem de bir Fethullah Gülen projesi olan cami-cemevi projesini egale edebilecek potansiyele sahip olmasıyla bu hamle, devlet için bir taşla iki kuş vurmak olacak adeta. Yok ettiği kültüre karşı kurduğu yeni hilkat garibesini meşrulaştırmaya olan ihtiyacını ise alevi halkının yumuşak karnı olan eğitim aracılığıyla gerçekleştirerek karşılamaya çalışacak.
Projede öne çıkan isimleri biraz daha yakından incelemek, meseleyi daha iyi anlamlandırmamıza yardımcı olabilir. Projenin devlet kanadında duran Nabi Avcı’nın ve Sakine Tükek isimli şahsiyetlerin işlevi apaçık ortada. Derneğin başkanı, Ak Parti İstanbul üçüncü bölge milletvekili adayı olan Sakine Tükek, işin seçim öncesi oy kazanma hamlesi olan tarafında karşımıza çıkıyor. Ayrıca mensubu olduğu Tükek ailesinin Cem TV’nin kurucusu olması da projenin “yabancıya gitmediği” izlenimini yaratıyor. Temel atma törenindeki konuşmasına devlet büyüklerine teşekkür ederek başlayan, aynı Sakine Tükek gibi Cem Vakfı ve İzzettin Doğan’la ilişkisi bilinen Musa Küçük ise pazarlamada bir diğer reklam yüzü olarak seçilmiş…
II. Abdülhamid’den bugüne devletin alevileri ehlileştirme çabasının bir yansıması olarak bu proje; yaratılan yeni aleviliğin de zemini olacak kuşkusuz. Aleviler değişen her yöneticiden sonra Yeniçeri Ocağı’nda yapılan katliamları meşrulaştırmak için yapıştırılan “kazan kaldırma” yaftasından bu güne etiketlemelere, kara çalmalara alışkın fakat yeni süreç beraberinde daha farklı etiketler de getirecektir. Okullarda yetiştirilecek dedeleri, kültürden yetişme dedelerin cem evlerinde istemeyeceği, farklı derneklerden halihazırda gelen tepkiler doğrultusunda aşikar. Zaten baştan beri planlanan “devlet alevisi” kavramının cisimleştirilmesi, bu sefer de “devletin alevilerinin” örgütlediği cem evlerinin kurulmasına yol açacaktır. Yıllardan beri alevi halkının büyük özverilerle yarattığı, devletin karanlık gölgesinin üzerinden eksik olmadığı gerçek cemevlerinin ise belki de şu sıralar en gözde yaftalama biçimiyle “paralel” cem evi olarak anılacağı günler yaklaşıyor gibi görünüyor.
The post “Asimilasyonun Yeni Adı Hacı Bektaş-ı Veli Lisesi” – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Sır İçinde Sır Olanlar Alevi Kadınlar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Alevilik araştırmaları içinde Alevi kadınların durumunu yansıtarak bir ilki gerçekleştiren radikal feminist yazar Gülfer Akkaya’nın yeni çıkan “Sır İçinde Sır Olanlar: Alevi kadınlar” adlı kitabı üzerine kendisiyle yapmış olduğumuz ropörtajı paylaşıyoruz.
Meydan: Konu Alevilik olunca derinlikli bir araştırma gerekir diye düşünüyorken kitabınız Alevi kadınların anlatımlarıyla gözden kaçan bir farkındalığı önümüze serdi: Alevi kadınının ezilmişliğini. Kitabınızı ne kadar bir sürede tamamladınız, kimlerle görüştünüz ve neden Alevi kadınların sırlarını paylaşmayı seçtiniz?
Gülfer Akkaya: Alevi kadınlarının “sırrı” ya da “sırlaştırılması”, diğer tüm kadınların “sırrı” ya da “sırlaştırılması” ile örtüşüyor. Dünyanın her yerinde erkek egemenliği altında ezilip-sömürülen kadınların, erkek egemen sistemin (patriarka) içine girmesinin benzer süreçlerle gerçekleştiğini biliyoruz. Kadınları erkekler tarafından ezip-sömüren patriarkal sistem her ne kadar coğrafik, toplumsal, kültürel farklılıklar gösterse de dünyanın her yerinde kadınların cinsel, ekonomik, politik olarak sömürülme sisteminin adıdır. Bu, tüm kadınların “sırlaştırılması”dır. Din ya da inançlar, kadınların “sırlaştırıldığı” temel alanlardandır.
Zaten günümüzde sır dediğin, herkesin bilip sustuğu şey değil midir? Alevi toplumunda da durum benzer.
Bu kitapta ben, toplumumuzda “özgür oldukları” iddia edilen kadınların durumuna baktım. Alevilikte kadınların durumuna baktım. Alevi kurumlarında kadınların durumuna baktım. Ve nihayet Türkiye toplumunda Alevi toplumuyla beraber Alevi kadınların durumuna baktım.
Bu nedenle yurt içi ve yurt dışındaki Alevi toplumu içinde önde olan, aktif olan, Alevi kurumlarında yer alan kadınlarla görüştüm. Böylece konuşanlar hariçten gazel okumayacaktı, Alevi toplumunun içinden konuşmuş olacaktı. İçinde çalıştıkları, onca yıl emek verdikleri kurumlar hakkında konuşacaklardı.
Kitap, iki yılda tamamlandı.
Alevilik başlığı geniş ve farklı toplulukları kapsıyor aynı zamanda da farklı milletleri. Kitabınızda Arap-Çepni-Tahtacı-Bektaşi ve Kürt Alevilerinden bahsediyorsunuz. Bu topraklarda devletin asimilasyon politikalarına en çok maruz kalanlar Aleviler olduysa da Alevilik varlığını günümüze kadar koruyabildi. Halen sürmekte olan devletin Alevileri yok sayma politikası hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Bir meseleyi çözümlerken metodoloji ve perspektifiniz çok önemli. Şimdiye kadar Aleviler için katiline âşık dendi, biliyorsunuz. Neden? Çünkü Aleviler ağırlıklı olarak katledilmeye ve yok sayılmaya devam edildikleri cumhuriyet tarihi boyunca hâkim olan zihniyetin taşıyıcısı olan CHP’ye oy veriyorlardı. Oysa cumhuriyet tarihinde diğer kesimler gibi Alevilerin de oyları değişik partilere gitti. Mederes’ten, sosyalist partilere-örgütlere, şimdilerde Kürt özgürlük hareketi bileşenlerinden olan partilere dek böyleydi. Denecek ki ama kitlesel olarak Alevilerin desteklediği parti hep CHP oldu. Bu doğru. Ama nedense katiline âşık olma söylemi sırf Aleviler için kullanılıyor. Bence asıl sorun olan şey bu söylem. Oysa kırk yıllık Kürt özgürlük hareketine rağmen (Müslüman) Kürtlerin çoğu hâlâ AKP’ye oy veriyor ve çıkıp onlar için bu kavramı kullanmıyor bunu Aleviler için söyleyenler. Çünkü Aleviler, ezilenler arasında dahi daha fazla ezilen bir grubu oluşturuyor ve onlara vurmak daha kolay.
Memleketin fikir insanlarınca “katiline âşık olabilecek kadar düşkün” ilan edilen Aleviler açısından bakınca da şu gerçekle karşı karşıya kalıyorsunuz: Alevileri, Selçuklulardan Osmanlı’ya, Kürtlerden Türk milliyetçilere, Kemalistlerden İslam dinine mensup olanlara dek herkes öldürdü. Aleviler bugün düzen partilerinden hangisine oy verse, onlar Alevilerin katili. Kibirden burunlarından kıl aldırtmayan Türkiye aydınlarının göremediği ya da görüp de söylemekten kaçındığı gerçek bu.
Bugün üzerinde yaşadığımız coğrafyada onlarca irili ufaklı inanç varmış. Bu inançların çoğu İslam tarafından ya kılıçtan geçirilerek ya da asimilasyonla yok edilmiş. Bunlardan birkaçı hayatta kalabilmiş. Alevilik inancı da bunların arasında. Ve kalanlar arasında en çok nüfusa sahip olan inanç olarak varlığını sürdürmüş. Kanımca bunun nedeni Alevi toplumunun iç örgütlenme yöntemlerinden ve direniş biçiminden kaynaklanıyor. Kendisinden misli güçlü olan zalimlerine karşı, Aleviler “gizli bir direniş” yöntemi uygulamışlar. İnançlarından vazgeçmeleri için yapılan baskılara karşı teslim olmuş gibi yapıp, onların inancını kabul etmiş görünerek, gizli gizli kendi inancını yürütmüş, yeni nesillere bu inancı aktarmıştır. Bu direniş en çok kadınlarca yürütülmüş. Kadınlar Aleviliğin korunup, bugünlere taşınmasında büyük rol üstlenmişler. Asimilasyona ve katliamlara karşı “mış” gibi yaparak direnmişler, asla kendi inançlarından vazgeçmemişler. Bugün Alevilikten bahsediyorsak nedeni bu ve benzeri özgün direniş biçimleridir.
Aleviliğin ilkel toplumlardan bu yana süregelen üretim ilişkilerinin ve toplumsal yapısının hiyerarşik olmaktan ziyade katılımcı ve demokratik olması kitabınızda da bahsettiğiniz gibi cemlerin özünde halk meclisleri gibi işlemesi konusunda ne düşünüyorsunuz, bunlar Alevi kadınlar açısından ne gibi avantajlar oluşturmaktadır?
Sizin de belirttiğiniz gibi Aleviliğin toplumsal yapısı ve örgütlenmesi hiyerarşiden mümkün olabildiğince uzak olmayı hedefler. Aleviliğin çekirdek örgütü olan ocaklar sisteminde ocaklar arasında merkezilik yoktur. Hiçbir ocak, hiyerarşik olarak diğer ocakların üstünde değildir. Çünkü her ocağın pir ve rehberleri, başka bir ocağın pir ve rehberlerinin talibidir. Mürşid, pir ve rehbersiz Alevi olunamaz. Konumu, mevkii ne olursa olsun herkesin mutlaka bir mürşid, pir ve rehberi vardır. Ocak sistemi Alevi toplumunu tek bir halka halinde birbirine bağlayan toplumsal mekanizmadır. Bu mekanizma yukarıdan aşağıya doğru hiyerarşik değil, kesişerek yan yana, dairesel ve eşitlikçi bir yapıdadır.
Yine Aleviliğin ibadet biçimi olan Cem törenleri de benzer eşitlikçi uygulamalar barındırıyor. Cem törenlerinde pir ile ana (kadın pir) yan yana oturur. Hatta dede olmadığı zamanlarda ana cem törenini yürütür. Üstelik Cem törenlerinde görev alan tek kadın ana değildir. Cem töreni boyunca cemin yapılmasından sorumlu olan ve cem hizmetlerini gören görevliler vardır. Kadınlar bu görevliler arasında da yer alır.
Alevi toplumunun üretim ilişkilerinin ve bunun yansıdığı sosyal ilişkilerin kadınlar açısından tek tanrılı dinler karşısında avantajlı olduğu tartışmasız bir gerçek. Özel alanın politik olduğu bilgisi Alevilik inancında içsel olarak yer almış. Kadınlar, sizin de bahsettiğiniz gibi cem törenlerinde toplumun içinde ailesinden, eşinden, babasından şikâyetçi olabiliyor. Onları toplum içinde teşhir edip, cezalandırılmalarını isteyebiliyor. Bugün siyasi organizasyonların tüzüklerine koydukları cinsel suçlara ilişkin cezalar da bu mantıkla yapılmıyor mu?
Bu yapı kadınlar açısından olumlu özellikler taşısa da erkek egemen sistemi (patriarka) ortadan kaldıran, onunla uzlaşmaz çelişki yaşayan bir sistem değildir. Ben, aynı anda iki sömürü sistemin içinde yaşadığımıza inanan radikal feministlerdenim. Mesela bugün kapitalizm ve patriarka olmak üzere iki temel ekonomik sistem tarafından yönetildiğimizi, ezildiğimizi, sömürüldüğümüzü düşünüyorum. Bugün Alevilik üst başlığıyla bahsettiğimiz inanç grubu içerisinden bazıları insanlığın ilk dönemlerinden bugüne kimi toplumsal ilişkileri sürdürerek gelebilmiş. Bu yanıyla kimi Alevi toplumlarının ekonomik sistemi ve patriarkası hâlâ bu eski toplumların izlerini taşımakta. Ancak bu kadim hal ne yazık ki erkekleştirilmiş. Bugünkü Alevilik öncekinden farklı olarak erkekler tarafından erkekleştirilmiş bir Alevilik.
Artık pek tartışmadığımız, hayalini kurmadığımız kadın ve erkeklerin eşit olduğu, emeğin sömürülmediği bir toplumun nasıl bir yapılanması olacağı hakkında belki bu kadim toplulukların faydası olabilir. Bu konuda kadınlar sınıfının, anaerkil toplumların ve onların izlerini taşıyan toplulukların da bizlere öğretecekleri var şüphesiz.
Kadın yüzyıllar boyunca tüm iktidarlar ve inançlar tarafından görmezden gelinmiş yok sayılmıştır. Alevi inancına ve kültürüne göre ise kadın erkekle eşit-miş gibi anlatılır-öyle bilinir. “Can olmak” bunun en önemli unsurlarından biridir. Kitabınızda yer verdiğiniz Alevi kadınların da anlatımlarına dayanarak bu konuda bize neler söyleyebilirsiniz?
Alevilikte can olmak, cinsiyet üstü olmak anlamına gelir. Ne kadın, ne de erkeksiniz. Beden, ten, bunların insanlara, topluma yüklediği roller ortadan kalkmıştır ve nefes, ruh olmuşsunuzdur. Orada herkes bir’dir, birliktir.
Bu yanıyla can olmak cinsel ezilme ve sömürüye karşı bir duruştur. Burada önemli olan sadece “can” olmak değil, kadın ve erkeğin birlikte can olmasıdır. Sadece erkeklerin can olduğu bir inanç da olabilirdi, ama değil! Kadın ve erkek, yan yana, aynı mekânda, beraber, aynı cemde can oluyor. Bu bence diğer dinlerdeki/inançlardaki patriarkaya karşı kadınların, hem de tüm kadınların devasa bir kazanımı.
Tüm bunların hayatta anlam bulması, karşılık bulması için Alevi toplumunun ve kurumlarının Aleviliğin bu özgün ve eşitlikçi yanlarını öne çıkartması, toplumsal organizasyonu buna göre yapması gerekir. Bu yanıyla bugünkü Alevi toplumunun Alevi kadınlara borcu olduğunu söylemek abartı olmaz. Alevi toplumu her geçen gün daha ağırlaştırılmış erkek egemen bir toplum olmaktan çıkmalı, kitapta konuşan kadınların tanımıyla “özüne dönmeli”, eşitlikçi yanlarını ortaya çıkartıp, güçlendirmeli ve elbette can olmakta ısrar etmeli. Can olmak, kadın erkek eşitliğinden sonraki cinsiyetler üstü aşama olarak tanımlanabilir.
Alevi inancı mürşid-pir, rehber ve taliplik yapısıyla ele alındığında kaynağını erkek egemenliğinden alan bir tabakalaşmaya sahip diyebiliriz. Bu ailevi tabakalaşmada pir ile evli olan kadın evlilik yoluyla kazandığı statüyle güç kazanıyor-saygı görüyor. Annelik erkek egemen sınırlar içerisinde kadın için tanımlanmış bir statü.“Alevi kadınların özgür olduğu” söylentisi düşünüldüğünde tam tersine annelik üzerinden edinilen statü ataerkilliğin bir kabullenişi olabilir mi?
Alevilerde dedeliğin soy üzerinden babadan oğula geçen bir şey olduğunu biliyoruz. Ama bunun kaynağını, Aleviliğe ne zaman, nasıl geçtiğini bilmiyoruz. Aslına bakarsanız Alevilikle ilgili yazılan eserlerin çoğu İslam ve sonrasından bahsediyor. Onun öncesi ve öncesinin de öncesinden bahseden kaynaklar çok az. Ben “sırrın” burada saklı olduğuna inanıyorum. Çünkü Alevilik kadim bir inanç ve biz bu kadim inancın genellikle sadece bize en yakın geçmişine bakıyoruz.
Belki öncesinde daha başka bir akış, daha başka bir organizasyon vardı? Belki de soy anneden kızına geçiyordu? Bunlar imkânsız mı? Elbette değil. Daha çok araştırma yapılmalı ama bu araştırmanın metodolojisi ve ideolojisi çok önemli. Bu nedenle feminist yöntem burada biz kadınların imdadına yetişen en önemli araştırma yöntemi olarak bizleri bekliyor.
Alevilikteki ana kavramını/statüsünü şimdiki kullanımına bakarak anlamlandıramayız. Alevilikteki “analık makamıyla” bugünkü erkek egemen toplum içindeki “annelik” bir ve aynı şey değiller. Analık makamının Pir’le evlenme yoluyla elde ediliyor oluşu güçlü erkeğin eşi olan, akrabası olan kadına gücünün gölgesinin düşmesi olsa da aynı zamanda postta oturan ikinci bir güç merkezini de işaret etmekte. Büyük olasılıkla Analık makamı kadın egemen toplumun devam eden etkisiydi ve Ana bu toplumdan aldığı güçle postta oturmaya devam ediyordu. Ve her geçen gün erkekleşen Alevilikte temel rolü erkek kadından çalarak kendisini yüceltti. Bu, erkek egemenliğinin ürettiği bugünkü bilgiyle uçuk, saçma, komik bir fantezi gibi görünebilir. Ama ya değilse? Bu fikrin ihtimali bile heyecan verici değil mi? Tanrıların tanrıçalardan iktidarı nasıl çaldığına ilişkin pek çok anlatı mitolojide ve hatta yazılı tarihte bolca mevcut. Sümer tanrıçası İnanna’yla tanrı Enka’nın iktidar savaşı güzel bir örneği bu anlattığımın.
O yüzden Alevilik ve Alevilikte kadın konulu yapılan bu araştırmaların sadece Alevi toplumunu değil, bütün toplumsal gelişmeleri anlamamızı kolaylaştıracak sonuçları olacaktır.
Alevi kurumlarındaki kadınlara buradan bir çağırı yapıyorum, gelin birlikte bu merakın arkasına takılalım ve araştıralım.
Şahsen bir şeyden eminim; hiç bir şey bize anlatılıp, gösterildiği gibi değil. Alevi kadınlarının ve Aleviliğin geçmişi de öyle. Ve Alevilik inancı ağırlıklı olarak bir kadın inancı. Farklı Aleviliklerdeki kadınların ve Aleviliğin tarihi, uğradıkları haksızlıklar, ezilmişlikler ve kaderleri ortak. Ama maalesef bu yaşananlardan kusuru olanlar sadece dışımızdaki egemenler değil, Aleviliği yok etmek isteyenler değil, Alevi erkekler de bu konuda sorumlu. Alevilikteki bu toplumsal asimilasyon ve cinsel saldırıların tarihsel boyutunu bulup çıkartmak ise başta Alevi kadınlar olmak üzere kadınların boynunun borcu.
Son olarak görüştüğünüz Alevi kadınların “Aleviliğin özü” olarak bahsettikleri kavram ve yaşam felsefesi hakkında siz neler söyleyebilirsiniz? Eklemek istediğiniz başka bir şey var mı?
Aslında yukarıda anlattığım her şey “Aleviliğin özü” söyleminin altını dolduruyor. Ama toparlamak gerekirse şundan bahsediyoruz: Alevilik içinde birbirinden farklı tarihsellikler ve inançsal özgünlükler barındıran ve önemli bir kısmı İslam öncesi toplumsal yapılardan devralınarak sürdürülmüş kadim bir inanç. Kadınların “Aleviliğin özü” diye kavramlaştırdıkları yaşam felsefesini doğru analiz edebilmek için Aleviliğe İslam içerisinden bakma sınırlılığının aşılması zorunludur. Aleviliğin İslam öncesi kaynaklarını görmeyen bir bakış açısı “Aleviliğin özü”nü kavramaktan uzak kalacaktır. Bu özü tam olarak kavrayabilmek için Alevilik içerisindeki yol ve süreklerin tarihsel, toplumsal, coğrafik temelleri dikkate alınmak durumundadır. Bu farklı yol ve sürekleri Aleviler “Yol bir, sürek bin bir” diyerek içselleştirmişler.
Aleviliğin özü derken aynı zamanda kadınların görece avantajlı durumu, doğa insan bütünlüğü yaklaşımı, hiyerarşik olmayan toplumsal yapı kastediliyor elbette. Bu özü anlamak için bugün dahi canlı olan kutsal nesnelerin, sembollerin, duaların, ziyaret ve ritüellerin, deyişlerin, mitoloji ve masalların ele alınıp incelenmesi gerekiyor. Bu da başlı başına araştırmaya muhtaç farklı bir alan olarak önümüzde duruyor. Darık, teberik, toprak, güneş, ay, semah dönme, ışık, evrenin döngüsü, can olmak, ten değil nefes olmak, hiyerarşik değil yan yana olmak, her biri ayrı bir araştırma konusu. Ancak bu araştırmaların sağlıklı sonuçlar vermesi cinsiyetçi yöntemlerden uzak, kadınların perspektifiyle yapılmalarına bağlı.
Alevilik inancında kadınlardan bahseden hikâyeler, ziyaretler her gün biraz daha erilleşerek kaybolmaya yüz tutuyor. Kadın isimlerini taşıyan ziyaretlerin isimleri erkekleştirilerek Alevilik inancı kadınlardan her geçen gün daha uzaklaştırılıyor. Aleviliğin özü derken aynı zamanda bu cinsel asimilasyona da isyan ediliyor.
Söz, yetki ve karar mekanizmalarında ya sadece ya da ezici bir çoğunlukla erkeklerin olduğu Alevi kurumlarının bu haliyle kadınları ve Alevi toplumunu temsil etmesi düşünülemez. Görüştüğüm kadınlardan birinin söylediği gibi “Alevi toplumu sadece kravatlılarla temsil edilemez”. Çünkü Alevi toplumunun yarısı kadın. Alevi toplumu ve kurumları kadınların bu uyarısını dikkate almalı ve “Aleviliğin özü”ne dönmelidir.
Aleviliğin bin yılları bulan bir geçmişi var. Bu kadar kadim olan bir inanca sosyalizasyonu, cinsler arası ilişkileri, üretim sistemleri açısından sanki başından beri bugün bildiğimiz biçimde olduğuna inanmak, ona bu gözle bakmak hem doğru değil, hem de haksızlık.
Sırf bunu bilmek, bu bilimsel şüpheye kavuşmak bile kanımca devasa bir adım. Gerisi çorap söküğü.
Bu söyleşi Meydan Gazetesi’nin 22. sayısında yayımlanmıştır.
The post Sır İçinde Sır Olanlar Alevi Kadınlar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Alevi Toplumu İçin Selefiler Her Yerde Tehdit – Fırat Binici appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Şubat 2014’te Suriye’nin Maan kentinde 71 Alevi’nin öldürüldüğü katliamı Ahrar-uş Şam ve Cund-ül Aksa isimli Selefi örgütler birlikte gerçekleştirmişlerdi. Bu Ekim ayı başlarında ise yine Suriye’de, Humus’un Alevi bölgesi İkrime’de ilkokul çocuklarına yönelik düzenlenen ve çoğu çocuk 45 kişinin yaşamını yitirdiği katliamı da bölgedeki Selefi grupların gerçekleştirildiği söyleniyor. Özellikle Suriye’de iç savaşın başladığı 2011 başlarından bu yana, bölgedeki Selefi gruplar tarafından Alevilere yönelik olarak, bu şekilde irili ufaklı sayısız katliam gerçekleştirildi.
Ortadoğu coğrafyasında vaktiyle devletler ve küresel güçler tarafından palazlandırılan Selefi gruplardan IŞİD, şimdilerde aynı güç çevrelerince bir “tehdit” olarak ilan edildi. İçinden geçtiğimiz şu günlerde ise hem bu “tehdidi” bertaraf etme yollarından biri olarak, hem de Suriye’de Esad yönetiminin devrilmesini sağlamak amacıyla, ”ılımlı muhalif” olarak ilan edilen bu Selefi gruplar TC-ABD ortaklığında ve TC toprakları üs olarak kullanılmak üzere “eğit-donat” formülüyle silahlandırlacak. Bu yanıyla bakıldığında ise yazının girişinde sözü edilen, Aleviler için yaşamsal bir tehdit oluşturan selefilik gerçeğinin bölge devletleri ve küresel güçler eliyle yükseltildiğini söylemek mümkün.
Son dönemlerde Irak ve Suriye’de IŞİD üzerinden Alevilere karşı kendisini hissettiren bu selefilik tehlikesi, aslında şimdilerde kamuoyunun gözünün çevrili olduğu Ortadoğu coğrafyasıyla sınırlı değil.
Balkanlar coğrafyasında, 1992’de Yugoslavya’nın parçalanması sonrası bölgeye yerleşen Selefiler ve yaygınlaştırdıkları tekfirci Selefi-İslam algısı, buradaki Alevi toplumu için de bir tehdit oluşturuyor. İç savaş sonrası bölgeye yerleşen Selefiler, 2002 yılında “İslam Birliği” adı altında bir örgütlenmeye gittiler.Selefiler bu örgütlenme çalışmaları sırasında TC devletinden de destek aldılar. TC Başbakanlığı’na bağlı “Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı-TİKA” resmi kalkınma yardımı adı altında bölgedeki tarihi eser niteliğindeki Alevi dergahlarını restorasyon kılıfıyla camiye çevirerek,buralarda Selefilerin eğitim ve istihdamını hayata geçiriyor.Alevilerin bölgedeki bu mekanlarının gasp edilerek selefilere devredilmesi için TC devletinin ayırdığı bütçe ise yaklaşık 2 milyar dolar.
Suriye’de ve Irak’ta katliamlar gerçekleştiren IŞİD başta omak üzere Selefi örgütlerde, son dönemde artış gösteren Balkan kökenli cihatçı miktarı sözkonusu.Bu durum, tarihi Alevi katliamlarıyla dolu olan ve Sünni İslam algısındaki TC devleti ile Selefilerin, Alevi düşmanlığı ortak paydası üzerinden gerçekleştirdiği ve hayata geçmesi için milyar dolarlık bütçelerin ayrıldığı fiili ortaklıkların sonucu olarak değerlendirilebilir.
Fırat Binici
[email protected]
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 22. sayısında yayımlanmıştır.
The post Alevi Toplumu İçin Selefiler Her Yerde Tehdit – Fırat Binici appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>