anarkismo.net – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Sun, 06 Nov 2016 14:00:37 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 ”Barışımız Var Mı? Havana’dan Kolombiya’ya Giden Yoldaki Zorluklar” https://meydan1.org/2016/11/06/barisimiz-var-mi-havanadan-kolombiyaya-giden-yoldaki-zorluklar/ https://meydan1.org/2016/11/06/barisimiz-var-mi-havanadan-kolombiyaya-giden-yoldaki-zorluklar/#respond Sun, 06 Nov 2016 14:00:37 +0000 https://test.meydan.org/2016/11/06/barisimiz-var-mi-havanadan-kolombiyaya-giden-yoldaki-zorluklar/   Barışımız Var Mı? Havana’dan Kolombiya’ya Giden Yoldaki Zorluklar Üç yıl süren müzakerelerden sonra Küba’nın Havana şehrinde, Juan Manuel Santos hükumetiyle FARC-EP arasında bir barış anlaşması imzalanırken, ELN ile olan süreç çıkmaza girmiş ve EPL ile olan ise siyasetin gündeminde bile değil. Müzakerelerin iflas etmesinden korkan öngörüler boşa çıkarıldı. Bu anlaşma, bir mücadele devrini kapatarak […]

The post ”Barışımız Var Mı? Havana’dan Kolombiya’ya Giden Yoldaki Zorluklar” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
14358790_766229923516898_8220354115829983649_n

Anarkismo.net editörlerinden, Meydan Gazetesi’nin farklı sayılarında yazılarına ve yorumlarına yer verdiğimiz José Antonio Gutiérrez D.’nin Kolombiya devleti ile FARC arasında gerçekleştirilen barış anlaşmasına ilişkin yazdığı ve Anarkismo.net’te yayınlanan yazısını sizinle paylaşıyoruz.

 

Barışımız Var Mı? Havana’dan Kolombiya’ya Giden Yoldaki Zorluklar

Üç yıl süren müzakerelerden sonra Küba’nın Havana şehrinde, Juan Manuel Santos hükumetiyle FARC-EP arasında bir barış anlaşması imzalanırken, ELN ile olan süreç çıkmaza girmiş ve EPL ile olan ise siyasetin gündeminde bile değil. Müzakerelerin iflas etmesinden korkan öngörüler boşa çıkarıldı. Bu anlaşma, bir mücadele devrini kapatarak yeni senaryoları ve yeni olasılıkları açacak. Bu isyancı hareketin silah bırakma kararı, geri dönüşsüz gözüküyor ve hareket, ne olursa olsun, “tekrar sivil hayata katılmak” denilen yolda devam edecek. Bu anlaşma yapısal değişiklikler getirmeyecek olmasına rağmen, kırsal nüfus için kayda değer iyileşmeler sunuyor. Toplam nüfusun %34’ü gibi önemli bir bölümünü oluşturduğu halde görünmezleştirilmiş olan kırsal nüfus, toplumsal harekete, önümüzdeki süreçte yapılması gereken büyük görevleri ifade etme fırsatı sunuyor. Bunların hiçbiri kesin değil. Her şey toplumsal hareketin netliğine ve örgütleme ve mobilizasyon kapasitesine bağlı.

Anlaşma, Kongrede onaylanmayı ve Eylül sonunda Kolombiya’da yapılacak olan nihai imzalanmayı bekliyor. 19 Eylül’de anlaşmanın onaylanacağı FARC-EP’nin onuncu kongresinde büyük bir sürpriz beklenmiyor. Anlaşmaların halkın onayına sunulacağı referandum için üzerinde anlaşılan tarih 2 Ekim. Referandumda anlaşmaların onaylanması için 4.5 milyon “evet” oyu alması gerekiyor ve bu yüzden, devlet ve FARC-EP [1] arasındaki topyekun savaşa geri dönüşe çıkan kapıları tamamen kapatmak için, halkı harekete geçirmek çok önemli. “Hayır” kampanyası yürüten gericilerin söylemsel yoksulluğuna rağmen, bunların henüz Uribizm’in [2] otoriter etkisinden sıyrılmamış olan kentsel kesimlerdeki cazibesini küçümsemek ahmaklık olur. Yine de en büyük zorluk, bu referandumun onaylanması için gereken hedefe ulaşmak.

Tarihi, ama…

Bu anlaşma tarihi bir olay olsa da, bütün süreç boyunca ve hatta son imzalanma aşaması duyurulduğunda bile yarattığı ilginin azlığı şaşkınlık yaratmaya devam ediyor. Kutlama için nedenler yok değil ama ortada bir kutlama havası yok. Örneğin Kuzey İrlanda’da ya da El Salvador’da olduğu gibi, diğer barış süreçlerine eşlik eden genel parti bir havası olmadı, hatta 1990’larda M-19, EPL, MAQL ve PRT ile olan barış sürecinde hissedilen, demokratikleştirici coşkunun yakınına bile yaklaşılmadı. Üzülerek itiraf etmek gerekir ki, düzenin şimdiye kadar isyancılara karşı yürüttüğü medya savaşının büyük ölçüde zehirleyici etkisi olduğunu ve isyancıları nüfusun, hala Kolombiya’daki bütün kötülüklerden onların sorumlu olduğunu düşünen, büyük bir kesiminden soyutladığını gösterir şekilde, barışın imzalandığı bir dönemde, en azından kent merkezinde, FARC-EP karşıtı eylemlere daha fazla ilgi var.

Referanduma giderken “evet” çağrısı yapanların çoğu, ılımlı bir “savaş daha kötü” tavrı ya da buruk bir “acı reçeteyi uygulamak zorundayız” tavrı gösteriyor. “Evet” çağrısı yapan diğer sesler, Alvaro Uribe hükümetinin tetiklediği 2008 Şubat mobilizasyonlarının doğal bir sonucu olarak, anlaşmanın içeriğini desteklemekten çok, sadece son bir öldürücü darbe olarak, FARC-EP’nin ortadan kalkması ve silahsızlanması [3] için yapıyorlar. Çoğu kişi bir “hayır” galibiyetinin gerçekten felaket olacağını algılıyor olsa da, çok az kesim -tahmin edilebileceği gibi Sol- anlaşmanın içeriğini net bir şekilde destekleyerek oy çağrısı yapıyor. Bu, onaylamayacağımız, ama değiştirmek için anlamamız gereken bir gerçek.

Zor kurulan ilişki

Birçok faktör bu olguyu açıklayabilir gibi görünüyor. Her şeyden önce, Kolombiya nüfusunun çoğu, bu barış sürecini uzak bir ülkede, aynı derecede uzak ve bu kentsel çoğunluk için bilinmez, kırsal bir dünyanın patikalarında sonlandırılan bir çatışmayı çözen bir olay olarak algılıyor. Ayrıca medyanın, barış süreci boyunca isyancılara karşı sürekli saldırılarıyla, süreci hiç de kolaylaştırmadığını eklemek gerekir. Yavaş ilerleyen, sözde barış pedagojisi çalışmasının da pek faydası olmadı. Havana’daki anlaşmanın içeriğini popülerleştirmek ya da içeriğin tartışılması için hükumetin bir gayreti olmadı, olduğunda da çok zayıftı. İsyancılara gelince, barış sürecine “halkı katılımını” sağlama gayretleri kendi geleneksel etki alanlarının ya da çatışmanın politik çözümünü zaten öteden beri savunan politik kesimlerin ötesine geçemedi ya da nasıl geçeceğini bilemedi.

Bu barış süreci, Bogota’nın uzak gecekondularında yaşayan bir trans için ne ifade ediyor? Barış, bölgenin merkez şehrinde göç etmiş, yerli kadın için ne anlama geliyor? Taşeron işçileri ve geçici işçiler için ne anlama geliyor? İşsizlik koşullarında hayatta kalmaya çalışan binlerce insan için ne anlama geliyor? Yoksulluktan madde bağımlılığına sürüklenen insanlar için? Solun referandum kampanyasında yaptığı gibi, insanlara “barış sizinle” hatırlatmasını yapmak zorunda kalınması, sıradan vatandaşın barışla ilişkisinin açıkça ortada olmadığını, barış sürecini kendinden kopuk gördüğünü açıkça ortaya koyuyor.

Ne kadercilik, ne zafer gösterisi mevcut güç dengesinde bir anlaşma mümkün

Müzakereler yoluyla sosyalizmin elde edilemeyeceği biliniyordu. Çatışmaya yol açan yapısal nedenleri aşmaya yardımcı olacak bazı temel reform arayışları oldu ama bu anlaşma, müzakerelerle ilişkili toplumsal kesimlerin amaçladığı toplumsal adaletle barışık değil. Barış yok çünkü ELN ve EPL’nin yanı sıra anlaşma sonrası oluşabilecek muhalif gruplar ile çatışma hali devam ediyor, çünkü ülke çapında para-militarizm sürüyor, hala, siyasi muhalefeti ve toplumsal eylemleri suçlu ilan eden baskıcı yapı hala yerinde duruyor, çünkü açlıkla ve önlenebilen hastalıklarla öldüren yapısal şiddet, durmaksızın devam ediyor – toplumsal adalet yok. Ama bu demek değildir ki anlaşma nemli bir adım değil ya da süreç boyunca kullanılan deyimle “orta derecede bir iyimserliğe” yer yok. Ne solun “ihanet” diye bağırmasına, ne de sanrısal zafer gösterilerine yer olmamalı. Anlaşma neyse odur: FARC-EP’nin mevcut güç dengelerinde imzaya varabildiği, açıkça mevcut iktidar blokunun lehine olan her şey.

Tarihin yargısı, anlaşmayı yapan bileşenlere karşı acımasız olabilir [4]. Anlaşma varılan şeylere bir göz atmak bile, toplamında, hükumetin zaten önceden uyum sağladığı anayasal zorunluluklara uymak zorundadır demeye gelen ve bununla birlikte mevcut siyasal sistemin dönüşümünü değil, genişlemesini içeren [5] anlaşmaları elde edebilmek için gerçekte bu kadar çok kan dökülmesi gerekiyor muydu sorusunu akla getiriyor. Kısa bir dönem, kırsal kesimlerin modernleştirilmesiyle ilgili önemli adımlar atıldı, ancak Marquetalia gerillalarının toprak programı ya da FARC isyanına onlarca yıl boyunca ilham veren minimum programı bir özlem olarak kaldı: Toprağın az sayıda elde toplanması sorunu fazlasıyla canlı. Bu sorun, Tarımsal, Ekonomik ve Sosyal Kalkınmada Öncelikli Bölgeler (Zidres) aracılığıyla teşvikler alacak olan tarım endüstrisiyle birlikte daha da karmaşıklaştı. Belki de bu süreçte daha fazla dönüştürücü potansiyeli olan bir anlaşma yapılabilir ve daha fazla toplumsal coşku yaratılabilirdi. Belki.

Barışı sağlayan… Santos?

Hükümet modele dokunmayacağına söz verdi ve oligarşiye verdiği bu sözü tuttu. ELN’nin 5 Ağustos tarihli bildirisinde belirtilen, Havana anlaşması hakkındaki görüşü kayda değer: ülkenin gerçekliğini değiştirmiyor ve “şiddetin, mahrumiyetin, eşitsizliğin, adaletsizliğin ve yağmanın alçak rejimine hiç dokunmadan” bırakıyor [6]. FARC-EP 1. Cephenin karşıt görüşlü bir kesimi, süreçle ilgili bir bildirisinde anlaşmaya dair benzer ifadeler kullanıyor [7]. Ancak anlaşmaya varılan maddeler aşırı sert yargılanmamalı: toplumsal adaletle birlikte barış arzusunu gerçekten yansıtan farklı bir senaryoyu ya da anlaşmayı elde etmek, doğal olarak, sadece FARC-EP’ye bağlı olan bir şey değil. Gündemdeki bazı maddelerin dönüştürücü potansiyelini ve isyancıların her bir maddede sunduğu politik önerileri geliştirmek için bu dönüşümleri destekleyen geniş bir toplumsal mobilizasyon gerekirdi. Ancak, bu barış süreciyle 2008-2013 arasında yükselen toplumsal protesto dalgası arasında büyük bir ortaklık yaratma olasılığı gerçekleşmedi. Hükumet, mevki verme, bölme ve parçalama yoluyla bu dalgayı durdururken aynı zamanda barış sürecini nüfusun günlük yaşamından tecrit etmeyi başardı. 2013 çiftçi grevi, bu tartışmayı özgür bırakan, Havana’da tartışılan konularla ülkenin günlük gerçekliği arasında muazzam bir toplumsal sempati yaratan kilit bir andı, toplumsal kesimlerin iktidar blokuyla açıkça çeliştiği, kır ve kent arasında bir köprü yaratan bir an.

Grev sonrasında hükumetin sözleşmeyi ihlaliyle karşılaşan toplumsal mobilizasyonun sokakta engellenmesi, ki bazı kesimler bunu “talihsizlik” olarak değerlendirdi, Santos’un “istiktrarını” bozarak barış sürecini zayıflatır (ve Uribizmi güçlendirir) şaşırtıcı bahanesiyle, sol için felakete yol açan bir seçim stratejisi hedeflenerek yapılmıştı. Bu bağlamda, barış süreci sonuçta kendini, tarihteki en sevilmeyen başkanlardan biri olan Santos’un şahsına mahkum etti ve o da bunu kullanarak hem tekrar seçildi hem de barış şartlarını tekrar tanımlayarak saldırıya geçti. Barışın anahtarı, halka ait olduğu konusunda o kadar ısrar edildikten sonra gümüş tepsiyle Santos’a sunuldu. Santos’un “barışı sağlayan irade” olarak ve “demokratik güvenliği” kalıcı hale getirme göreviyle iktidara gelen bir Başkan olarak tanınması, barış sürecinin büyük ölçüde 2012-2013’te zirvesine ulaşan toplumsal mobilizasyon sayesinde elde edildiği gerçeğini çarpıttı [8]. Herkesin zihninde barış süreci Santos’un şahsına daimi olarak bağlanmakla kalmadı, referandum eski politikanın bilinen şahsiyetleriyle lanse edildi. O zaman coşkusuzluğun şaşırtıcı bir tarafı var mı?

Çatışma sonrası yeni direniş; toplumsal ve politik muhalefetin oluşması

Hükümetin baş müzakerecisi, Humberto de la Calle’nin, bunun “mümkün olan en iyi” anlaşma olduğunu iddia etti [9]. Bu muğlak ifade, anlaşmanın çoğu maddesini belirleyebilmiş olsalar da her şeyi belirleyemediklerini gösteriyor. Anlaşmalar, hem oligarşinin, hem de toplumsal kesimlerin yararlanabileceği, açık bir kapı gibidir. Oligarşi, kapitalin tarım ve maden endüstrisinde yayılmasını hızlandırmaya çalışacaktır. Bu senaryonun gerçekleşip gerçekleşmemesi toplumsal kesimlere, mücadelelerine ve örgütlenmelerine bağlıdır. Devletin anlaşmaya uyması da toplumsal kesimlere bağlıdır çünkü – Catatumbo, Putumayo toplumlarının ve bölgenin kendisi teyit edebilir – devlet, tuzaklar kurup faturayı ezilenlere çıkarmak konusunda uzmandır, ve BM’nin uluslararası gözetimi ya da garantisinin devletin anlaşmaya uymasını sağlayacak bir garanti olduğunu düşünenlerin suçu aşırı saf olmaktır.

Maalesef, mücadelelerde hala çok fazla örgütsüzlük ve bölünme var. Yeni bir sol oluşurken yeni kolektif yol açıcılık oluşmalı ve geniş bir örgütlenme ve toplumsal mobilizasyon süreci yaratılmalıdır. Solda birlik konusunda büyük ısrarlara rağmen, her şeyden önce gerekli olan şey, bütün ezilen kesimlere, dışlananlara ve aç olanlara, yeni modele ihtiyacı olanlara ulaşmak için büyük bir yapıcı faaliyettir. Solun, cesarete, vizyona, kararlılığa, çok fazla diyaloğa, başkalarını dinlemeye ve çok fazla örgütlenmeye ihtiyacı var. Ancak geniş bir örgütlenmeye ve aktif bir şekilde, memnuniyetsizliğin yapıcı olarak ifade edilebileceği alanları yaratma arayışına dayalı olduğunda bir birliktelikten bahsedilebilir. Bu da, aynı eski liderlerin toplamından çok daha fazladır. Bir birlik, en azından ortak eylem ekseni etrafında ve insanların günlük olarak geliştirdikleri binbir mücadele önerilerinden organik olarak oluşmalıdır. Ayrıca bu birlik, farklı bir siyaset anlayışı ve politik eylem biçimi gerektirir: sahiden tabandan ve toplumsal dünyadan olmayı, geleneksel siyasetin eski kötülüklerini, sanki olgunluk göstergesiymiş gibi azar azar kabul etmeyi değil, hastalıktan kaçınır gibi onlardan kaçınmayı gerektirir. Bütün bunlar için Santos şahsiyetinden ayrı durmak ve solun görevini (Uribizmin hileyle elinde tuttuğu politik alanı) geri alması gerekir. Bu temel adım, bir kez daha, bir mobilizasyon ve toplumsal dönüşüm sürecine bağlı olarak, toplumsal adaletle birlikte barışı inşa etme fikriyle halkın gönlünü çalmaya doğru gidebilir.

Yokuş yukarı bir mücadele, deneyimli ve sebatlı bir halk

Şimdilik zarlar egemen blokun lehine. Bu kesimlerin zafer gösterileri Kolombiya ordu komutanı General Alberto Mejia’nın, eski gerillalarının güvenliğini sağlamak için ordunun hazır olduğunu söylediği açıklamasında açıkça görülüyor. “Bu bizi küçük düşürmez, hatta gurur verir çünkü onları koruyanlar savaşı kazananlardır, çünkü onları koruyanlar silahlarını muhafaza edenlerdir, onları koruyanlar, Cumhuriyetin üniformalarını taşırlar.” [10]. Açıkçası, FARC-EP’nin yenilip yenilmediği tartışılır, ya da ordunun sözde zaferinin ne kadar pahalıya patladığı; ama isyancı grup ne düşünürse düşünsün, bugün hegemonya egemen bloktadır, toplumsal kesimlerde değil. Oligarşik devletin elinde tuttuğu “güç tekeline”, onun ordusu ve silahlarından daha da büyük bir güçle karşı koymak gerekir: örgütlü halkın gücüyle. Silahsız siyaset yapılmayacağını söyleyen çok olsa da, Afrikalı devrimci Amilcar Cabral’in söylediği gibi kapitalizmde bütün mücadeleler silahlıdır: Devlet silahlıdır ve çıkarları ve egemenliği tehdit edildiğinde onu insanlara karşı kullanır [11]. İnsanlar sokaklarda siyaset yapma hakkını kullandıklarında, ESMAD, polis ya da ordu, onlara güçle ve silahlarla siyasi baskı uygular. Bu baskı ABD’nin (başka kim olabilir?) çatışma sonrası, iç güvenlik güçleri için gerçekleştirdiği yeniden yapılanma ve yeni polis kanunu ve vatandaş güvenliği kanunu ile desteklenir.

Referandumdaki “evet” desteği, ne süreci sona erdirecek, ne de yeni bir toplumun inşasını başlatacak. Ancak, radikal demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü bir alternatif biçimi oligarşik kesimlere dayatabilecek olan yeni bir toplumsal blokun biçimlenmesine doğu giden uzun yolda, bu uzun direniş tarihinde bir başka adım olacak. Barışın doğası ya da sistemin özündeki yapısal şiddet tartışmalarının ötesinde, ELN ya da EPL olmadan barışın inşasının mümkün olmadığını ve bu yüzden siyasi çözümün bu diğer isyancı ifadeleri de kapsamasının siyasi, etik ve ahlaki bir zorunluluk olduğunu görmek gerekir Bugün, toplumsal güçlerde ve siyasi akımlarda, içinde faaliyet yürütmek zorunda oldukları karmaşık coğrafi, ulusal, bölgesel ve uluslararası bağlamda eleştirel düşünmek [12], hataları düzeltmek için öz-eleştiri uygulamak ve bu şekilde toplumsal kesimlerin aleyhine olan bu güç dengesini tersine çevirmek önemlidir. Bugün, sloganları değiştirip basit formüllere gömülmektense, Gramsci’nin aklın karamsarlığı – çünkü nesnel zorluklar devasa boyutta – ama iradenin iyimserliği ilkesini uygulamak daha uygundur; Kolombiya halkının mücadelelerinin muazzam potansiyelinin yanı sıra bir yüzyıla yakın süren direnişte biriken değerli deneyimin farkındayız. Kolombiya halkının tümünü gerçekten heyecanlandıran ve güvenini kazanan bir proje ancak bu yolla geliştirilebilir. Ve heyecan duyan bir halkla, dönüştürücü güçler durdurulamaz.

 

José Antonio Gutiérrez D.

31 Ağustos, 2016

Çeviri: Özgür Oktay

 

 

Notlar
[1] Ne yazık ki önceki aylarda sol kesimler, referandum fikrine saldırmak için çok fazla mürekkep ve tükürük harcadılar. Bu kesimler referandumu, kendilerinin kurucu meclis çağrılarını dışlayan bir seçenek olarak gördüler. Bir kurucu meclis, mevcut durumda muhtemelen toplumcu kesimlerin aleyhine olacak ve hatta 1991 anayasasından geri adım atmak anlamına gelebilirdi. İyi fikirler yeterli değil, fikirlerin uygulanacağı bağlamın ve durumun anlaşılması gerekiyor.
[2] Medya, bir kez daha, algı üretme görevi kapsamında seçim anketlerini çarpıtarak, anlık siyasi gündeme göre zaferi kimi zaman “evet”e, kimi zaman “hayır”a verdi.
[3] Bu anlamda, Espectador gazetesinin 25 Ağustos tarihli baş yazısı “(…) Farklı gerillaların silahsızlandırılması ve çatışmanın sonlanması anlamında barış bütün başkanların gündeminde olmuştu[ama] şimdiye kadar hiçbir öneri FARC’ın silahsızlanmasına bu kadar yaklaşmamıştı. Ne olursa olsun, ülke ilk defa bu gerilla grubunun varlığı olmadan düşünebiliyor.”
[4] Jus ve Bellum’a göre bir savaşın “adil” kabul edilebilmesi için, bir tarafın elde ettiklerini silahlara başvurmadan elde edemeyeceğini göstermesi gerekir. Bundan sonraki on yıllarda Kolombiya’da en hararetli tartışma konusu bu olacak. Tıpkı ülkedeki barış sürecinden yirmi yıl sonra, İrlanda’da olmaya devam ettiği gibi.
[5] Anlaşmanın tamama buradan ulaşılabilir: http://static.iris.net.co/…/…/acuerdo-final-con-las-farc.pdf
[6] http://www.rebelion.org/noticia.php… contin%FAa-
[7] http://www.elespectador.com/…/frente-de-farc-dice-no-entreg… FARC-EP bildirisinin, bu karşıt görüşlüleri “ekonomik” motivasyonlara (madencilik, uyuşturucu kaçakçılığı) sahip olmakla suçlaması talihsizlik, çünkü -yanlış ya da doğru- politik nedenleri yok sayıyor; ve kendi içinden ayrılan bir gruba yöneltilen bu tip suçlamalar kolaylıkla dönüp dolaşıp kendine zarar verir; ve Kolombiyalı isyancılar hakkındaki, bütün klişeler gibi genelde yanlış olan, egemen klişeleri güçlendirir.
[8] O dönemde bu temalar üzerine fazlaca yazdık. Bu makalelerden bazıları: “¿Tiene Santos las llaves de la paz?”, “Sólo la lucha decide”, “El proceso de paz ¿secuestrado por el miedo?” yHabemus presidente: mandato por la paz con injusticia social.
[9] http://www.semana.com/ nacion/articulo/proceso-de- paz-de-la-calle-interviene-en- el-cierre-de-la-negociacion/ 491131
[10] http://www.semana.com/ nacion/articulo/proceso-de- paz-comandante-del-ejercito- habla-sobre-su-papel-en-zonas- veredales/491112
[11] https://www.marxists.org/subject/africa/cabral/1968/ppt.htm Devleti “toplumsal mutabakatın” ya da “ortak faydanın” somut hali olarak gören idealist, liberal ve burjuva görüşün tuzağına düşmemek gerekir. Devlet, oligarşik kesimlere hizmet etmek üzere tasarlanmış ve alt kesimler isyan ettiğinde şiddet uygulayan, tahakkümün ve sınıflı toplumun bir aracıdır. Toplumsal kesimlerin çıkarları lehine her kazanım devlete rağmen kazanılır, onun sayesinde değil.
[12] Barış süreci başlamadan önce, Medofilo Medina’nun FARC-EP’nin o dönemdeki lideri Alfonso Cano’ya gönderdiği mektupla ilgili tartışma vardı. Birkaç ay sonra, iki tarafın da barışı müzakere etmeyi tartıştığı bir dönemde, Alfonso Cano, tümüyle savunmasız bir haldeyken Santos’un özel emriyle katledilmişti. Bu olay üzerine, solun seçimlerle iktidara geldiği bölgesel bağlam, FARC-EP’nin olası silahsızlanma nedenlerinden biri olarak söyleniyordu. Bu bakış açısıyla, Rouseff’in yalnız kalması ve Venezuela krizinin derinleşmesiyle damgalanan mevcut senaryo, FARC-EP’nin siyasi olanakları hakkındaki değerlendirmesini değiştirir mi? Tartışmayı okumak için, http://www.anarkismo.net/article/20115

The post ”Barışımız Var Mı? Havana’dan Kolombiya’ya Giden Yoldaki Zorluklar” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/11/06/barisimiz-var-mi-havanadan-kolombiyaya-giden-yoldaki-zorluklar/feed/ 0
“Güney Amerika’da Anarşizm ve Gençlik Örgütlenmeleri” Paneli Gerçekleştirildi https://meydan1.org/2015/06/04/guney-amerikada-anarsizm-ve-genclik-orgutlenmeleri-paneli-gerceklestirildi/ https://meydan1.org/2015/06/04/guney-amerikada-anarsizm-ve-genclik-orgutlenmeleri-paneli-gerceklestirildi/#respond Thu, 04 Jun 2015 12:21:18 +0000 https://test.meydan.org/2015/06/04/guney-amerikada-anarsizm-ve-genclik-orgutlenmeleri-paneli-gerceklestirildi/ Gazetemizde yazılarına yer verdiğimiz, Anarkismo.net sitesinin editörlerinden olan José Antonio Gutiérrez, Anarşist Gençlik’in davetlisi olarak, Güney Amerika’da anarşizm ve gençlik örgütlenmeleri konulu panel gerçekleştirdi. Kadıköy Paylaşma ve Dayanışma Deneği’nde gerçekleştirilen panelde konuşan José Antonio Gutiérrez, Şili’de anarşist hareketlerin ortaya çıkışından anarşizmin gençlik hareketleri üzerindeki etkisine, Güney Amerika’daki farklı anarşist örgütlenmeler tarafından yürütülen işçi, gençlik ve […]

The post “Güney Amerika’da Anarşizm ve Gençlik Örgütlenmeleri” Paneli Gerçekleştirildi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
jose1

Gazetemizde yazılarına yer verdiğimiz, Anarkismo.net sitesinin editörlerinden olan José Antonio Gutiérrez, Anarşist Gençlik’in davetlisi olarak, Güney Amerika’da anarşizm ve gençlik örgütlenmeleri konulu panel gerçekleştirdi.

Kadıköy Paylaşma ve Dayanışma Deneği’nde gerçekleştirilen panelde konuşan José Antonio Gutiérrez, Şili’de anarşist hareketlerin ortaya çıkışından anarşizmin gençlik hareketleri üzerindeki etkisine, Güney Amerika’daki farklı anarşist örgütlenmeler tarafından yürütülen işçi, gençlik ve köylü hareketlerinden bölgenin mücadele tarihine kadar birçok konuda deneyimlerini paylaştı.

Yaşadığı coğrafyadaki toplumsal hareketlerden bahsederken; 90’lı yılların ortalarında ortaya çıkan Zapatista Hareketi’nden Topraksız Köylüler Hareketi’ne dair verilen pek çok mücadelenin bilgilerini paylaşan ve 2000’li yılların başında Güney Amerika’da ortaya çıkan toplumsal hareketlerin durumu hakkında konuşan Gutiérrez, bu süreçlerde kendi yaşadıklarını ve bakış açılarını paylaştı.

Katılımcıların ilgiyle dinlediği etkinlik, ikinci bölümünde Gutiérrez’e sorulan sorularla devam etti. Etkinlik dikkatle dinlenen ve uzun süren soru cevap bölümünün ardından sonlandırıldı.

Bu haber Meydan Gazetesi’nin 27. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Güney Amerika’da Anarşizm ve Gençlik Örgütlenmeleri” Paneli Gerçekleştirildi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/06/04/guney-amerikada-anarsizm-ve-genclik-orgutlenmeleri-paneli-gerceklestirildi/feed/ 0
Anarşistlerin Seçim Tartışmaları(1) https://meydan1.org/2014/03/06/anarsistlerin-secim-tartismalari1-2/ https://meydan1.org/2014/03/06/anarsistlerin-secim-tartismalari1-2/#respond Thu, 06 Mar 2014 14:27:35 +0000 https://test.meydan.org/2014/03/06/anarsistlerin-secim-tartismalari1-2/ Meydan: Öncelikle ülkenizdeki güncel politik durumdan bahseder misiniz; kaç parti var ve halk üzerindeki etkileri nedir? Bu partiler gerçekten iddia ettikleri gibi toplumun içindeki kesimleri temsil ediyorlar mı? Ve eskileriyle yenilerini karşılaştırırsak, siyasi partilerde büyük değişiklikler var mı? Zlatko-FAB: Belki 5-6 farklı parti var – yöneten sınıfın yaklaşan seçimde ihtiyacı olan çember sayısı kadar (eski Komünist […]

The post Anarşistlerin Seçim Tartışmaları(1) appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi’nin daha önceki sayılarında yer verdiğimiz Anarşist Ekonomi Tartışmaları’na iki aylık bir ara verdik. Bu iki aylık süreç içerisinde ilgili bölümü, farklı coğrafyalardan anarşist birey, grup ve örgütlerle “seçimler” başlığıyla gerçekleştirdiğimiz röportajlara ayırdık. Bu röportajları yaparken ilgili birey, grup ve örgütlerden, bağımsız bir durum ya da süreç olarak seçimleri ele almaları yerine, o coğrafyanın siyasi-ekonomik gerçekleri düzleminde bir seçim değerlendirmesi yapmalarını talep ettik. Yaşadığımız coğrafyadaki yaklaşan yerel seçimleri değerlendirirken, daha sağlıklı yorum yapabilme imkanı verecek olan bu deneyim paylaşımlarını, bu yazı dizisinde yayınlıyoruz.

Bu çerçevede, doğrudan demokrasi-seçimler; öz-yönetim-temsiliyet karşıtlıklarını düşünme fırsatı bulurken, anarşizmin seçimlere ilişkin sözünün altı boş bir “oy vermeme” kampanyası olmadığını, farklı bir siyasal gerçeklik arayışı ve uygulanışı olduğunu gözler önüne sermeye çalıştık. Yer verdiğimiz farklı yorum ve değerlendirmelerin, Anarşist Ekonomi Tartışmaları bölümünde uyguladığımız hemen sonuca varmayan, irdeleyen, anlamaya çalışan yöntem biçimiyle benzerlik taşıdığını düşünüyoruz.

İlk yazımızda, Avustralya’dan Melbourne Anarşist Komünist Grubu’ndan David; Bulgaristan Anarşist Federasyonu’ndan Zlatko; Anarşist Federasyon (Fransa)’dan Fred ve anarkismo.net’in editörlerinden Şilili José Antonio Gutiérrez D. ile yaptığımız röportajlara yer verdik.

Bu tarz bir sürecin sonunda ortaya çıkacak siyasi tahayyülün Chiapasları, Rojavaları, Taksim-Gezi İsyanlarını anlamada bir bakış açısı sağlamaya katkıda bulunacağını umarak, Anarşistlerin Seçim Tartışmaları’nın ilk bölümünü sizlerle paylaşıyoruz.

 

Meydan: Öncelikle ülkenizdeki güncel politik durumdan bahseder misiniz; kaç parti var ve halk üzerindeki etkileri nedir? Bu partiler gerçekten iddia ettikleri gibi toplumun içindeki kesimleri temsil ediyorlar mı? Ve eskileriyle yenilerini karşılaştırırsak, siyasi partilerde büyük değişiklikler var mı?

Zlatko-FAB: Belki 5-6 farklı parti var – yöneten sınıfın yaklaşan seçimde ihtiyacı olan çember sayısı kadar (eski Komünist partinin “Doktrin” ve “Devlet güvenliği”, bugünün “İşadamları”, “Oligarkları” ve “Mafyası”). Yöneten sınıfın dışında bir grup insanı temsil edebilen hiçbir parti yok. Bütün bu partiler bir şekilde yöneten sınıf tarafından yaratılıyor ya da destekleniyorlar. Siyasi partilerin izledikleri yol ve programlarında ufak değişiklikler var.

Bunun sebepleri, gücün yöneten sınıflar arasında yeniden paylaşımı ve “sıradan seçmenin” politik farkındalığının gerilemesi. Yöneten sınıfın içindeki bölünmeler, bu partilerin siyasetini de etkiliyor ve her geçen sene daha zayıf ve dağınık hale geliyor. Yani eğer bir hareket varsa da yanlış yönde gidiyor (eğer seçimlerin “halkı iktidara” getireceğini düşünüyorsanız).

Güncel duruma gelince – hükümet berbat (şimdiye kadar gelen tüm hükümetler gibi temelde yöneten sınıfı gözetiyor); halk, partilerin kendisini hiçbir şekilde temsil ettiğine inanmıyor; parti üyeleri kendi çıkarları için orada kalıyorlar. “Sınıflar”, “temsil edilen gruplar” ve benzeri herhangi bir siyasi gündem yok.

Bu yüzden halk siyasi partilerde herhangi bir umut görmüyor ama bu ülkede başka şekilde yaşayabileceklerine inanmıyorlar. “Batıda”, gerçekten işleyen, “normal devletler” olduğuna inanıyorlar. Çünkü “bizim” devletimizde yöneten sınıf, insanları “bir şeylerin değiştiğine” inandırmak için “yeni” politikacılarla “yeni” partiler ve hareketler yaratıp duruyor.

Fred-IFA: Siyasi partiler gerçekte değişmezler. Yenileri oluşturulabilir – ya da isim değiştirebilirler – ama hep aynı politikacıdır. Yeni partilerin ortaya çıkması, sadece o kişilere bir iş bulmak içindir. Aslında 6-7 ana parti var. Diğerleri bu gruplara katılabilir ya da yereldir. Bunların yarısı sol-kanattır ama ana sorun toplumun sağ yanıdır ve tabii iki ana partinin. Eşcinsellere ve Romanlara karşı yabancı düşmanlığı ve ayrımcılık artıyor. Daha önce eşcinsel evliliğine karşı gösteri yapan aşırı sağcı gruplar, farklı başlıklarda örgütlenmeye devam ediyor: Eşitlik karşıtlığı, kadın hakları karşıtlığı vb. En büyük değişim, toplumda büyük takipçisi olan aşırı muhafazakar grupların saldırılarında, hatta bazıları çok şiddetli.

Diğer yandan siyasi partilerin genelde o kadar fazla etkisi yok. Birçok insan oy vermiyor ve politikacılara güvenmiyor. Fakat diğer kolektif yapının daha fazla etkisi yok. Örneğin sendikalar etkilerini kaybediyor, çünkü bir mücadele olduğunda gidebilecekleri kadar ileri gitmiyorlar. Grevi durdurup politik açıklama talep ediyorlar… Ama politikacılar işçilerin haklarını yok ederken patronlar için iyi çalışıyorlar.

Değişmesi gereken şey, insanların bireyci düşünce yapısı çünkü kolektif olarak kazanmanın yolunu bulamıyorlar.

David-MelbACG: Avusturalya’da ulusal seçimler Eylül’de yapıldı ve bir hükümet değişikliğiyle sonuçlandı. Liberal Ulusal Parti (LNP, merkez sağ) %10’un üzerinde bir farkla kazandı. İki ana parti, LNP ve Emek (merkez sol) insan hakları ve ekonomi üzerine benzer politikalar ile yürüdüler. İki parti de eşcinsel evliliği desteklemiyor (Avustralya’nın çoğunluğu desteklediği halde), ikisi de mülteci göçünü azaltmak için sığınmacıların hapse atılmasını onaylıyor. Liberal partinin resmi görüşü iklim değişikliğine inanmıyor (çoğu Avustralyalı inanıyor). Emek partisi inanıyor ama çözüme yönelik etkili değişiklikler yapmıyor. Üçüncü bir parti var, oyların %9’unu alan, sosyal demokrat (ılımlı sol), çevreci ve sosyalist odağı ama aslında sosyal kapitalistler olan Yeşiller.

Anarşistler bu siyasi yapıyı nasıl etkiliyorlar? Siyasi arenadaki sözü nedir?

Jose A.: Bu soruda, anarşistlerin toplumsal mücadele içindeki rolünü anlamak çok önemlidir. Solda seçimlere katılan müttefiklerimiz olabilir ve onlara sempati duyabiliriz ama bizim rolümüz her durumda iki tarafı keskin kılıç olan seçim alanında değildir. Seçimler belirli bazı meseleleri ileri taşımak için yararlıdır ama burjuva kurumlarının meşruiyetini pekiştirirler ve gerçek mücadelenin nerede olduğu konusunda kafa karışıklığı yaratırlar: Sınıf mücadelesinde ve mevcut düzene karşı halk hareketinde. Solun bir kısmının bu taktiği kullanmak istemesini anlasak da, bizim rolümüz sokaklardadır, doğrudan demokrasiyi, halkın gerçek gücünü, tabandan yukarı toplumsal örgütlenmeleri yaratmak, gücü yöneten sınıftan, kapitalistlerden alıp işçilere, sıradan insanlara vermektir.

Zlatko-FAB: Bulgaristan genelinde anarşist hareket içindeki bireylerin hepsi aynı değil. Bazıları, bazen, birbirlerini eleştirmekle ya da medyanın vurguladığı ama kitleler için önemli olmayan sorunlar üstüne çalışmakla çok fazla meşgul oluyorlar. Medyanın tamamen yok sayması ve yöneten sınıfın diğer ezme biçimlerinden ayrı olarak, bu da siyasi durumda eksik olan anarşist etkinin nedenlerinden biri. Sadece halkın değil, çoğu “aktivist’in” de modern toplumsal ezme biçimlerinin üzerine kurulduğu toplumsal ilişkiler ve sınıfsal yapı konusundaki anlayışı eksik. Bu yüzden, “anarşistler” insanlarla konuştuklarında ana akımın söylediğinden farklı bir şey söylemeleri gerekmiyor ve söyleseler bile kimse anlamıyor. Ben ikinci problemin çok önemli olduğuna inanıyorum ama bu röportajın konusu dışında.

Fred-IFA: Biz, anarşistler olarak sendikalarla, kolektif yapılarla (kütüphaneler, kooperatif, vb.) ve belirli anarşist gruplarla ilişkiliyiz. Uygulamada anarşist alternatifler diye tanımladığımız şeyi geliştirmeye çalışıyoruz. Öz-yönetimli yapıyı ya da alternatifi oluşturmak istiyoruz. Gruplarımızda, kütüphanelerde, gazetede, radyo programında vb. anarşist düşünceleri ve pratikleri yaymaya devam ediyoruz.

Siyasi partileri umursamıyoruz ve kolektif projelerde bile bu partilerle çalışmak istemiyoruz. Örneğin sol-kanat partileri Paris’te düzenlenen öz-yönetim fuarına katılmaya çalıştılar ama biz onları hala reddediyoruz. Toplumsal hareket istediği gücü ve perspektifleri kendi başına bulmalıdır, bu işi sözde uzmanlara bırakmamalıdır.

Bizim savunduklarımız öz-yönetim ve otonomidir.

David-MelbACG: Bazıları en sosyalist seçenek olarak Yeşiller’e oy veriyor ve bazı anarşistler Daniel Cohn-Bendit önderliğinde, siyasi değişimi bu yolla etkilemek için Yeşiller’e katıldılar ama pek başarılı olamadılar. Diğerleri tam anlamıyla anarşist bir platformda, seçimlere doğrudan karşı çıkıyor, genelde anti-kapitalist ekonomi, karşılıklı yardımlaşma farkındalığını yükseltiyor ya da bazen basit parodi ya da hiciv yapıyorlar. Avustralyalıların büyük çoğunluğu da seçimleri “eğer oy vermek herhangi bir şey değiştirseydi yasak olurdu” sözüyle eleştiriyorlar. Anarşist doğrudan eylem, politika değişimi ya da seçim sonuçları üzerinde çok etkili olmasa da, mülteci gözaltı merkezlerinin kapatılması gibi belirli durumlarda değişimi zorlayan etkili bir araç olduğu geçmişte kanıtlanmıştır.

Anarşistlerin özellikle seçim zamanlarındaki yaklaşımı nedir? Ve bu yaklaşımın kamuoyunda nasıl bir yeri var?

Jose A.: Bazı insanlar dar bir politika anlayışına sahipler ve sadece ancak seçimlere katıldığınız zaman politik olduğunuzu düşünüyorlar. İnsanlara farklı bir yaklaşımla şunu anlatmak gerekiyor: Her gün, düşüncemizi her açıkladığımızda, sesimizi her yükselttiğimizde, komşularımızla, sınıf arkadaşlarımızla, iş arkadaşlarımızla bir araya gelip her karar aldığımızda politika yapıyoruz. Patronların, yöneten sınıfın en çok korktuğu politika budur: Çünkü bu politikanın sadece oyuncuları değil, oyunun kurallarını da değiştirme potansiyeli vardır. İnsanlar doğrudan demokrasiyi keşfedip kendi meselelerine gerçekten katılmayı ve gerçek gücü istediklerinde, devrimcilerin esas görevi bir alternatif göstermektir, insanların mücadele ederek zaten geliştirdikleri deneyimi daha da genişletmeleri için araçlar vermektir. Bugün ihtiyacımız olan, tabandan yukarı daha çok örgütlenme ve yaşamak istediğimiz tipte bir toplumu halk hareketiyle uygulamaya koymaktır. Yöneticiler bizi aksine, değişikliğin tepeden geldiğine ikna etmek isteseler de, birçok değişiklik bu yolla, doğrudan mücadeleyle, isimsiz kitlelerin politikaya akın etmesi yoluyla meydana geliyor.

Zlatko-FAB: Tabii ki boykotu yayıyoruz. Ve her sene seçimleri biz kazanıyoruz – halkın %50’si hiç oy kullanmıyor. Tabi ki bu kadar çok etki yarattığımızı iddia etmiyoruz. Bir alternatif olarak doğrudan demokrasi hakkında konuşuyoruz ve son yıllarda bu iyi karşılanıyor ama bunun nedeni maalesef bu terimin daha popülerleşmesi. İnsanların bunu nasıl algıladığı net değil – son zamanlarda birçok politikacı “öz-yönetim” ve “doğrudan demokrasi” kelimelerini kullanmayı seviyor, hatta bazen “ulusallaşma”, “güçlü-el” ve “vatan hainleri mahkemesi” ile birlikte. Halka açıklanacak çok şey var ama yandaş medyanın sesini aşmakta zorlanıyoruz.

Fred-IFA: Gerçek şu ki insanlar artık oy vermiyor. Bizim yapmamız gereken, onları oy vermemeye ikna etmek değil, direnmek için kolektif yapıyı oluşturmak ve somut dayanışmanın yeni biçimlerini yükseltmektir. Birçok ufak kolektif deneyim var ama büyük etkileri yok, çünkü çok yerel çalışıyorlar. İşlerimizden biri de bu deneyimleri daha büyük bir hareket oluşturmak için federe etmektir.

Şu anda çok fazla mücadele yokken, örgütlerimizi yeni insanları katmak konusunda güçlendirmeliyiz, büyük etkinlikler (kitap fuarı, uluslararası toplaşma) ya da şenlikler düzenlemeliyiz. Bazıları başarılı olabilir ama anarşist gruplar hala zayıf. Etkimiz, militan sayımızdan çok daha önemli ama onu da sayısal olarak ifade etmek zor.

David-MelbACG: Avusturalya medyası iki ana partiye ya da sağ kanat Hristiyan partilerin yarattığı sansasyonel manşetlere sıkıca odaklanmış durumda. Anarşistlerin çoğu seçimlere doğrudan tepki vermiyor. Bazı anarşistler, bloglar ya da bildiriler ve posterler yoluyla seçimler hakkında yorum yapıyorlar. Avustralya’da oy vermek zorunlu olduğu için birçok anarşist oy vermeyerek ceza riski alıyor ya da “oy verme” kartları ve broşürleri dağıtarak hapis riski alıyor. Bu taktiklerin başarısı çok az ve pek ilgi çekmiyor.

Anarşistlerin seçim zamanı düzenledikleri eylemler ya da kampanyalar nelerdir? Anarşistler tarafından harekete geçirilen bu kampanyalar ya da eylemler amaçlarına ulaştı mı?

Jose A.: Türkiye’deki durumu bilmiyorum ama başlatılan hareket ne olursa olsun genel duruma bağlıdır. Anarşistler çoğu zaman çekimser oy ajitasyonu yaparlar ki bence bu esas meseleyi kaçırmaktır. Esas mesele seçim yanlısı ya da seçim karşıtı olmak değil, kendimizi neden seçim kampanyasıyla sınırlıyoruz? Bizim çoğu zaman negatif değil, pozitif bir formül ajite etmemiz gerekiyor: Bizim alternatifimiz seçim günü değildir, bizim alternatifimiz insanların mücadele ve örgütlenme kapasitesini artırmaktır, sadece mücadele yoluyla anlamlı değişimin meydana geleceğini göstermektir, iktidarda kim olursa olsun. Ben kişisel olarak bunun en iyi alternatif olduğunu düşünüyorum ama bu, bir çekimserlik kampanyası ya da bir seçim boykotu çağrısının yapılması gereken zamanlar yoktur anlamına gelmiyor, özellikle de mücadelenin yükseldiği ve insanların yönetici bloka karşı itaatsizliğin sesini güçlü çıkarabileceği zamanlarda. Bunlar hep genel duruma bağlı. Yine genel duruma bağlı olarak, istisnai zamanlarda, örneğin bir azınlık ya da ezilen grup için ya da yoğun tepki dönemlerinde ya da bir askeri cunta durumunda, bir sol kanat alternatifini desteklemek önemli bile olabilir. Fakat bunlar örgütlenme ve harekete geçme kapasitesinin ciddi şekilde sınırlandığı istisnai durumlardır. Anlaşılması gereken en önemli şey, bizim anarşistler olarak görevimizin başka yerde olduğudur, yeni bir dünya yaratmak için gerekli yetenekleri inşa etmemiz ve insanların kendi yeteneklerine güvenmelerini sağlamamız gerekiyor. Tam da bu nedenle anarşizmin amacı ve aracı arasında, taktiği ve stratejisi arasında çelişki yoktur. Biz ezilenler olarak doğrudan eylemi sadece mücadele mekanizması olarak değil, aynı zamanda tabandan yukarı yeni bir dünya yaratmak için öneriyoruz.

Kendimize sormamız gereken en önemli soru, halkın mücadelesi için eylemlerimizin etkisi ne olur, öz-yönetim kapasitesi için, nasıl ezildiğini ve nasıl sömürüldüğünü anlamak için?

Zlatko-FAB: Seçimleri, özel eylemler örgütleyecek kadar önemli görmüyoruz. Çoğu zaman kendi gazetemizde yazmaktan daha fazlasını yapmıyoruz ve belki sokaklarda duvarlara bazı sloganlar… İlk (ve “demokrasi” geldikten sonraki son) referandumda, farklı önerileri ve sahte oyları topladığımız bir kampanya başlattık ve bunları web sitemizde yayınladık. Toplumun farklı örgütlenmesi için bir alternatif önerecek kadar güçlü değiliz, sadece bunun hakkında konuşabiliyoruz ve yapabildiğimiz kadarıyla uyguluyoruz. Seçimler sadece bu konuda konuşmak için bir fırsat. Genelde insanlar onaylıyorlar, ama… Hepsi bu – yine gidiyorlar ve ‘”aha az kötü olanı seçiyorlar”.

Fred-IFA: Oy vermeme kampanyası duyurmamıza gerek olmasa da, olumlu perspektifi yükseltmek için “ideolojik” kampanya yapmak zorundayız: Öz-yönetim, bedava ulaşım, toplu satın-alma, vb. Yapması uzun süren bir iş. Biz seçimlerden sadece büyük bir kampanya yapmak için faydalanıyoruz. Kendi gündemimizi oluşturmak istiyoruz.

David-MelbACG: Herhalde en bilineni, sürekli Melbourne’de seçimlere katılan Joe Toscano’nun kampanyası. Bir sandalye kazanmak için en az %40 gerekirken genelde %1’den az oy alıyor. Medyanın merkez-dışı siyasete ilgisizliği nedeniyle anarşist farkındalığı ya da geniş toplumsal ya da ekonomik sorunları yükseltmek üzere ana akım dışında tasarlanmış kampanyalar büyük ölçüde yok sayılıyor.

Dünya çapında, birbirinden etkilendiği söylenen hareketler olduğunu biliyoruz. Bunlardan bazıları doğrudan demokrasiye ilişkin büyük deneyimler yarattılar. Ve bazıları da hükümet iktidarını amaçlayan partilerin seçim kampanyalarına evrildi. Tüm dünyada meydana gelen bu yeni toplumsal hareketler sonrasında seçimlerin yeni anlamını yorumlar mısınız?

Jose A.: ABD’den Mısır’a, dünya çapındaki hareketler bize demokrasinin radikal bir sorgulamasının olduğunu gösteriyor. İnsanlar dünyayı yöneten ufak elitin bütün bu oyunlarından bıktı, usandı. Ne yaparlarsa yapsınlar, ne derlerse desinler, sonunda hep altlarındakileri aldatıp soyuyorlar. On yıllardır ilk defa, anarşistlerin bakış açısı milyonlara ulaşma potansiyeli taşıyan, eylemlilik için kullanışlı bir rehber haline geldi. İnsanların görüşleri genelde anarşizme yakınlaşıyor çünkü anarşist düşünce, ayaklanan işçi sınıfının pratiğinden türemiştir. Bu fırsatı kullanmamız ve programımızla kitlelere ilham vermemiz gerekiyor ama iki aşırı uçtan kaçınmalıyız: Faydacılık ve aşırı-ideolojileştirme. Reformlar için mücadele ve toplumsal dönüşüm arasındaki dengeyi korumamız gerekiyor. “Tek yol devrim” gibi geniş sloganlardan kaçınmamız ama devrimci amaçlarımızı kitlelerden gizleyip sisteme dokunmayan bir reformlar listesinin de ötesine geçmemiz gerekiyor. Net konuşmalıyız, uzun vadede toplumun radikal dönüşümünü amaçlayan en acil talepleri vurgulamalıyız. Bu kolay bir iş değil ama bir yerden başlamamız gerekiyor.

Zlatko-FAB: Eğer “doğrudan demokrasiye ilişkin deneyimler ve hareketler” sonunda “hükümet gücünü elde etmeyi” amaçlıyorsa, bizim kesinlikle “yeni toplumsal hareketlere” ve “seçimlerin yeni anlamına” karşı çıkmamız gerekir. Bu “yeni hareketin” önerdiği her şey, ezilen sınıfların gözlerini boyamanın yeni bir yolundan başka bir şey olamaz. Bulgaristan’da 100 yıldır her türden sosyalist hareket’le berbat deneyimler yaşadık ve bugün bile bazılarımız (FAB örgütü dâhil) eski komünist partinin ideolojik takipçileri tarafından aldatılıyor. Çalışmalarımız bazen bizi farklı gruplarla yan yana getirdi – ulusalcılardan komünistlere kadar, bir şekilde ihanete uğramadığımız bir seçim hatırlamıyorum. Anarşizmin bütün tarihi, ideolojik ödünün sadece zarar getireceğidir. Bunun hakkında yeterince bilgimiz var. Fakat iyi niyetli olduğumuz için, genelde diğer örgütlerle işbirliği aramamız anlaşılabilir bir durumdur. Ve çoğu zaman hata yaparız – insanları kabul etmemiz gerekir, ama ideolojileri değil.

“Yeni toplumsal hareket” eğer dünya için gerçek bir alternatif haline gelecekse hem kapitalizmi, hem de devleti reforme etme niyetinden vazgeçmelidir. Buharlı trene jet motoru takarak uzay gemisi yapamazsınız (tabii bir Cem Yılmaz filminde değilseniz).

Fred-IFA: Bize göre, seçimler kuralları değiştirmek için iyi bir yol değil. Biz hükümet gücünü elde etmek istemiyoruz, onu yok etmek istiyoruz. Toplumu örgütlemenin yolu kolektif mücadele biçimleridir. İspanya’da olanlar, örneğin, önemlidir. “Los Indignados”dan sonra İspanya halkı zorunlu göçlere ve büyük projelere karşı yeni örgütler oluşturdular. Bu hareket Arap ülkelerinde, Yunanistan’da devrimlere ilham verdi. Faşist ve aşırı muhafazakar grupların geri gelmesine dikkat etmemiz gerekiyor. Dinin iktidarına karşı da savaşmak gerekiyor. Birçok ülkede anarşizm kendi yolunu ararken yeniden doğuyor ya da yeni başlıyor. Birçok toplumsal hareket kendilerine anarşist demiyor ama bizim için onlar anarşist. Önemli olan kolektif olarak neyi inşa ettiğimizdir.

Taksim Direnişini coşkuyla izledik, haberleri ve bildirileri yayınladık. Şüphesiz, insanlar değişim için harekete geçmenin yeni yollarını buldular. Bazı Kürt coğrafyalarındaki doğrudan demokrasi ve otonomi de ilginç olabilir.

Biz, Fransızca-konuşan anarşist federasyon (FA) olarak bilgi, destek ve tartışmaları paylaştığımız Uluslararası Anarşist Federasyonlar (IAF-IFA)’la ilişkiliyiz. Açık fikirli bir örgütlenme biçimini yükseltiyoruz, ezilmeye ve köleleştirmeye karşı mücadele etmek için yeni ilişkiler kuruyoruz ama bunu anarşistler olarak yapmak istiyoruz.

Şili’de bazı anarşistler, toplumsal mücadele daha fazlasını kazanamaz diyerek siyasi partilere katıldılar. Bize göre bu bir hatadır ve bu strateji anarşist hareketi zayıflatıp bölmüştür.

Mücadele için kullandığımız şeyler: Otonomi, federalizm, doğrudan demokrasi çok önemli. Seçimlere katılmadan da hükümeti (yok edecek kadar güçlenmeden önce) istediğimiz gibi davranmaya zorlayabiliriz. Bu mücadelelerde sadece anarşistler değil halk da gücünü ve isteklerini artırır. Şüphesiz, bu daha zor ve daha çok zaman alıyor ama yükseltmek istediğimiz şey budur. Diktatörlüğün hiçbir türünü istemiyoruz.

David-MelbACG: Halkın çoğunun temelsiz bir demokrasi inancı var. Arap Baharı, Occupy, Diren Gezi, vb. nihayetinde sadece bozuk bir siyaseti getiriyor ya da devam ettiriyor, yani demokratik hükümeti. Occupy sonrasında Obama tekrar seçildi. Gezi sonrasında eğer Erdoğan kazanmazsa muhtemelen Kılıçdaroğlu kazanacak ve neo-liberalizm, ulusalcılık ve anti-Kürt politikalar devam edecek. Bu toplumsal hareketlerin bir sonraki seviyesi, işçilerin özyönetimi, evlerin ve mahallenin komünal yönetimi, kadın ve etnik azınlıkların bağımsızlığı, vb. doğrudan katılım sistemleri başlatmak olmalıdır, hükümetten bu idealleri onaylamasını beklemek değil. Seçimlerin yeni anlamı demokratik değişim talebi değil halkların bağımsızlığının ve gücünün arttırılması olmalıdır. Demokrasi sadece kültürel, politik ve finansal çoğunluğa hizmet eder çünkü çoğunluğun iktidarına odaklanan bir sitemdir.

Çeviri : Özgür Oktay

[email protected]

 

Bu söyleşi Meydan Gazetesi’nin 16. sayısında yayımlanmıştır.

The post Anarşistlerin Seçim Tartışmaları(1) appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/03/06/anarsistlerin-secim-tartismalari1-2/feed/ 0