anarşist düşünce – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Fri, 22 Sep 2017 10:40:19 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Anarşist Teori ve Pratik Tartışmaları (4): Suçun Yetiştirme Yurtları: Hapishaneler – Pyotr Alekseyevich Kropotkin https://meydan1.org/2017/09/22/anarsist-teori-ve-pratik-tartismalari-4-sucun-yetistirme-yurtlari-hapishaneler-pyotr-alekseyevich-kropotkin/ https://meydan1.org/2017/09/22/anarsist-teori-ve-pratik-tartismalari-4-sucun-yetistirme-yurtlari-hapishaneler-pyotr-alekseyevich-kropotkin/#respond Fri, 22 Sep 2017 10:40:19 +0000 https://test.meydan.org/2017/09/22/anarsist-teori-ve-pratik-tartismalari-4-sucun-yetistirme-yurtlari-hapishaneler-pyotr-alekseyevich-kropotkin/   Anarşist düşüncenin bugün bütün savunucuları tarafından kabul edilen temel ilkeleri tıpkı farklı eğilim ya da yorum farklılıklarını ortaya çıkarmış diğer ilkeler gibi pratikte gelişen olaylar karşısında alınmış tutumlar neticesinde ortaya çıkmıştır. Suç, suçun kökenleri, cezalandırma ve cezalandırma sistemleri üzerine anarşist düşünce içerisinde bugün kendi karakterini kazanan birçok temel fikir, tarihte anarşist düşünürlerin bu başlıklar […]

The post Anarşist Teori ve Pratik Tartışmaları (4): Suçun Yetiştirme Yurtları: Hapishaneler – Pyotr Alekseyevich Kropotkin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 

Anarşist düşüncenin bugün bütün savunucuları tarafından kabul edilen temel ilkeleri tıpkı farklı eğilim ya da yorum farklılıklarını ortaya çıkarmış diğer ilkeler gibi pratikte gelişen olaylar karşısında alınmış tutumlar neticesinde ortaya çıkmıştır. Suç, suçun kökenleri, cezalandırma ve cezalandırma sistemleri üzerine anarşist düşünce içerisinde bugün kendi karakterini kazanan birçok temel fikir, tarihte anarşist düşünürlerin bu başlıklar etrafındaki tartışmaları sayesinde şekillenmiştir.

Daha önce bu bölümde “Onaltılar Manifestosu” isimli yazısını yayınladığımız Kropotkin, bu gibi tartışmaların odağında yer alan bir isim. Günümüzde, toplumsal mücadelelerin eksenini oluşturan anarşist düşüncenin genel karakterini yansıtmak, yaşadığımız -veya çevremizde gelişen- olayları anlamak ve yorumlamak için önemli bir yol haritası oluşturduğuna inandığımız bu tartışmaların dördüncüsünde “Suç ve Ceza Tartışmaları”na yer veriyoruz.

Anarşistler ve anarşist olmayan devrimcileri teorik düzlemde en net çizgileriyle birbirinden ayıran, kökeninde, devlet, araç-amaç çelişkisi gibi kavramlara dair görüş ayrılıklarıyla da bağlantılı “Suç ve Ceza” tartışmalarının bu anlama ve yorumlama sürecine katkısı olacağını düşünüyoruz.

Emma Goldman’ın editörlüğünü yaptığı Mother Earth dergisinin 8. sayısından alıntılayarak çevirdiğimiz bu metin, hapishanelerin işlevi üzerine anarşist düşünce içerisindeki önemli incelemelerden biridir. Tartışmanın ilerleyen bölümlerinde diğer anarşist düşünürler tarafından farklı zaman ve yerlerde benzer konular üzerine yazılan yazıları yayınlayacağız.


Suçun Yetiştirme Yurtları: Üniversiteler

Son zamanlarda birçok tanınmış avukat ve sosyoloğun gündemini meşgul eden, büyük “suç ve ceza” sorusunu şimdilik bir kenara bırakacak ve elimden geldiğince şu sorunun cevabını arayacağım: “Hapishaneler toplumdaki anti-sosyal davranışların sayısında azalma sağlayabiliyorlar mı?”

Bu soruya; hapishanelerde neler olup bittiğini bilen, önyargısız her insan güçlü bir ‘Hayır’ yanıtını verecektir. Aksi takdirde, konu ile ilgili ciddi bir çalışma yapılacak olursa, hapishanelerin -en iyisinin bile- “suç”un yetiştirme yurtları olduğuna ve anti-sosyal davranışların daha kötü bir hale gelmesine sebep olduklarına; sözgelimi suç olarak bilinen her ne varsa onun liseleri, üniversiteleri oldukları sonucuna varılacaktır. Tabi ki bir zamanlar hapsedilmiş kim varsa hapishaneye geri döneceği iddiasında değilim. Her yıl binlerce kişi yanlışlıkla hapse atılıyor. Ancak hapishanede geçmiş birkaç yılın -buranın bir hapishane olmasından dolayı- bireyi yargı önüne çıkaran kusurları artırdığını savunuyorum.

Bu nedenler; risk alma isteği, çalışmaya karşı duyulan antipati, (büyük oranda yapılacak işin iyi bir uzmanlaşma gerektirmesi sebebiyle) adaletsizlik ve ikiyüzlülükten dolayı toplumu hor görme, fiziksel enerji isteği ve bütün bu sebepler hapishanede tutsak edilerek pekiştirilir.

Yirmi beş yıl önce bu fikri geliştirdiğim ve şimdilerde baskısı tükenen kitabımda (Rus ve Fransız Hapishanelerinde) Fransa’da ikinci kez hapsedilen tutukluların sayılarıyla ilgili yürütülen bir soruşturmayla açığa çıkarılan gerçekleri inceleyip bu düşünceyi destekledim. Bu incelemenin sonuçlarına göre mahkemeye çıkanların neredeyse yarısı yargı önüne çıkarılmadan önce, beşte ikilik kısmı ise polis sorgusuna çıkarılmadan önce zaten bir ya da iki kez hapsedilmiş oluyor. Fransa’da ortaya çıkan bu yüzde kırklık korkunç oranın yanı sıra, Michael Davitt’e(1) göre kürek cezasına çarptırılmış tutsakların yüzde doksan beşi daha önce hapishane ‘eğitimi’ görmüş kişilerden oluşuyor.

Küçük bir düşünme süreci, meselenin başka türlü olamayacağını gösterecektir. Bir hapishane, tutsaklar üzerinde yozlaştırıcı bir etkiye sahiptir ve hep öyle olacaktır. Birini ilk kez hapse atmış olun. Binaya girdiği andan itibaren bütün insanlığını kaybeder, o artık sadece “Numara XY” dir. Kendi iradesiyle hiçbir şey yapamayacaktır. Onu aşağılık bir duruma düşürmek için aptal bir giysinin içine koyarlar. Onu bağlı olduğu bütün ilişkilerden mahrum bırakırlar ve böylece üzerinde olumlu etkisi olabilecek her bireyin eylemini dışarıda bırakırlar.

Sonra emeğini koyar ortaya, ancak bu onun ahlaki gelişimine yardımcı olabilecek bir emek değildir. Hapishane emeği, temelinde bir intikam aracıdır. Tutsak, uyguladığı cezaları “reform” yaparmış gibi gösteren bu “toplumun ileri gelenleri”nin zekası hakkında ne düşünmelidir?

Fransız hapishanelerinde tutsaklara bir çeşit faydalı ve maaşlı bir iş verildi. Ancak bu iş için bile saçma bir şekilde düşük ücret uygulandı ve hapishane otoritelerine göre başka türlü olması mümkün değildi. Hapishane emeği, diyorlar; değersiz köle emeğidir. Bunun sonucunda tutsak, çalışmaktan nefret etmeye başlar ve şöyle söyleyerek yaptığı işe son verir; “Gerçek hırsızlar biz değil, bizi burada zorla tutanlardır.”

Böylece tutsağın beyni, dolandırıcı şirket yöneticilerine saygı duyan, onu ise yeterince kurnaz olmadığı için kötü bir şekilde cezalandıran toplumun adaletsiz olduğu fikriyle tekrar tekrar dolup taşar. Ve dışarı çıktığı an çoğunlukla intikamını ilkinden daha ağır bir şekilde alır. İntikam, intikam doğurur.

Ondan alınan intikam üzerine, o da toplumdan intikam alır. Her hapishane, bir hapishane olduğu için, tutsakların fiziksel enerjilerini yok eder. Onlara kutup soğuklarından bile kötü davranır. Geçtiğimiz günlerde İngiliz Tabipler Birliği Kongresi’ndeki konuşmasında Miss Allen’ın gayet açık bir şekilde ortaya koyduğu gibi; temiz havaya duyulan istek, varoluşun monotonluğu, özellikle izlenim edinme isteği, tutsağın bütün enerjisini alır ve uyarıcılara (alkol, kahve) yönelik bir arzu üretir. Ve nihayet, anti-sosyal eylemlerin çoğu irade zayıflığına dayandırılabilir, hapishane eğitimi ise tamamen, iradeyi her ortaya çıktığı yerde öldürmeye yöneliktir.

Daha da kötüsü. Ben hapishane reformcularına ciddi anlamda, Amerikan hapishanelerinde 14 yıl tutulmuş ve deneyimlerini büyük bir samimiyetle kitabında anlatmış olan Alexander Berkman’ın “Hapishane Anıları”nı (Prison Memoirs)(2) okumalarını tavsiye ediyorum. Okuyan, eğer bu cehennemden kurtulmaya karar vermezse, dürüst duyguların nasıl baskılanması gerektiğini görecektir. 5-6 yıllık böylesi bir eğitimden sonra bireyin iradesi ve iyi niyetini arttıracak ne olabilir?

Ve serbest bırakıldıktan sonra, onlarla birlikteliği yüzünden hapse girdiği dostlarının yanına dönmecekse nereye gidebilir? Onu kendileriyle eşit görenler yalnızca o dostlarıdır. Ama eğer onlara katılırsa mutlaka birkaç hafta içinde geldiği yere geri dönecektir. Ve sonunda döner. Gardiyanlar bunu iyi bilir.

Bana sıkça “hapishaneler için nasıl reformlar öneriyorsunuz” diye soruluyor; şimdi, 25 yıl önce olduğu gibi, hapishanelerin nasıl düzeltilebileceğini gerçekten bilmiyorum. Onların temeline kadar yıkılması gerekir. Şöyle de denebilir ya da şöyle bir yol çizilebilir; her ne yapıyorsanız daha az zalim, daha fazla düşünceli olun. Ancak bu, şunu beraberinde getirecektir: Her hapishaneye müdür olarak bir Pestalozzi(3)ve gardiyan olarak da 60 Pestalozzi’yi görevlendirelim, ne kadar saçma olurdu. Ama bunun dışında hiçbir şey işe yaramaz.

Oldukça iyi niyetli Massachusetts hapishane görevlileri, önerilerimi sormak için yanıma geldiklerinde onlara tek söyleyebildiğim şuydu: Eğer hapishane sistemini tamamen ortadan kaldıramıyorsanız, o zaman kesinlikle çocukları ya da gençleri hapishanelerinize almayın. Eğer bunu yaparsanız, bu bir cinayettir. Ve sonra, hapishanelerin ne olduğunu deneyimleyerek öğrendikten sonra, gardiyan olmayı reddedin ve suçla mücadele etmenin tek doğru yolunun onu önlemek olduğunu anlatmaktan asla yorulmayın. Maliyetine, sağlıklı belediye konutlarında, okulda veya ailede, hem ebeveynlerin, hem çocukların; her kızın ve erkeğin bir meslek öğrendiği, komünal ve mesleki iş birliği, her türden uşraş için topluluklar ve her şeyden önemlisi gençlerde, insan doğasını ahlaki duyarlılığa taşıyabilecek bir özlemin, idealizmin gelişmesi. Bunlar cezalandırnanın asla yapamayacağı şeyleri başaracaktır.

  1. Michael Davitt (1846-1906), IRA’nın öncüsü olan İrlandalı Fenian Kardeşliği’nin üyesi, toprak ağalarına karşı köylü hareketini örgütleyenlerdendi.
  2. Bu metnin Türkçesi, Kavram Yayınları’ndan yayınlanan “Anarşistin Yaşamı-Alexander Berkman’ın Yazıları” isimli kitabın birinci kısmında yer almaktadır.
  3. Johann Heinrich Pestalozzi (1746-1827), Toplumun eğitimle düzeltilebileceğine, her insanın iyiliğe elverişli olduğuna inanan, bireylerin toplumdaki yaρıcı rolünü yerine getirebilmesi için, ahlaki eğitimin, hayati bir değeri olduğunu öne süren pedagog.

Yazının orjinali için:

www.theanarchistlibrary.org/library/petr-kropotkin-prisons-universities-of-crime

Çeviri: Zeynel Çuhadar

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 40. sayısında yayınlanmıştır. 

 

The post Anarşist Teori ve Pratik Tartışmaları (4): Suçun Yetiştirme Yurtları: Hapishaneler – Pyotr Alekseyevich Kropotkin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/09/22/anarsist-teori-ve-pratik-tartismalari-4-sucun-yetistirme-yurtlari-hapishaneler-pyotr-alekseyevich-kropotkin/feed/ 0
Anarşist Teori ve Pratik Tartışmaları(1) : “Onaltılar Manifestosu” – Pyotr Alekseyevich Kropotkin https://meydan1.org/2014/07/26/anarsist-teori-ve-pratik-tartismalari1-onaltilar-manifestosu-pyotr-alekseyevich-kropotkin/ https://meydan1.org/2014/07/26/anarsist-teori-ve-pratik-tartismalari1-onaltilar-manifestosu-pyotr-alekseyevich-kropotkin/#respond Sat, 26 Jul 2014 18:40:27 +0000 https://test.meydan.org/2014/07/26/anarsist-teori-ve-pratik-tartismalari1-onaltilar-manifestosu-pyotr-alekseyevich-kropotkin/ Tarih boyunca pratikten gelişen birçok olay ve durum karşısında, birçok farklı düşünce ortaya çıkmıştır. Bu düşünceler kimi zaman sahiplenilmiş, kimi zaman ise bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde çarptırılmıştır. Bu düşünsel aşamalar, tarihsel süreç içerisinde ortaklaşmalara ve ayrışmalara da neden olmuştur. Anarşist yoldaşlardan Pyotr Kropotkin’in de imzacıları arasında olan ve 1916 yılında yayımlanan Onaltılar Manifestosu, […]

The post Anarşist Teori ve Pratik Tartışmaları(1) : “Onaltılar Manifestosu” – Pyotr Alekseyevich Kropotkin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Tarih boyunca pratikten gelişen birçok olay ve durum karşısında, birçok farklı düşünce ortaya çıkmıştır. Bu düşünceler kimi zaman sahiplenilmiş, kimi zaman ise bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde çarptırılmıştır. Bu düşünsel aşamalar, tarihsel süreç içerisinde ortaklaşmalara ve ayrışmalara da neden olmuştur.

Anarşist yoldaşlardan Pyotr Kropotkin’in de imzacıları arasında olan ve 1916 yılında yayımlanan Onaltılar Manifestosu, işte tam da böyle bir aşamayı yaratmıştır. 1. Dünya Savaşı’na karşı kaleme alınan bu manifesto, yanlış yorumlanmasıyla, anarşist düşünürler arasında bir tartışma yaratmıştır. 1. Dünya Savaşı’nın başlamasından tam iki yıl sonra kaleme alınan bu manifesto, başta Kropotkin olmak üzere, 15 anarşist yoldaşın imzasıyla yayılanmış ve geniş çevrelerde yankı bulmuştur.

Onaltılar Manifestosu açık ve net bir şekilde devletlerarası başlatılan ve halkların katliamıyla sonuçlanacak 1. Dünya Savaşı’na karşı olunduğu ve bu savaşın ancak devletlerin terörüne karşı direnerek sonlandırılabileceğini belirtilse de, dönemin kimi anarşist düşünürleri tarafından farklı yorumlanmıştır.

Manifestoya karşı “Cenevre Anarşist-Komünistler Grubu” adıyla, imzacıları arasında Alexander Berkman, Emma Goldman, Errico Malatesta gibi anarşist yoldaşların da bulunduğu bir eleştiri yayımlanmış ve Onaltılar Manifestosu’na ağır eleştiriler getirilmiştir. Kropotkin’in militarist, savaş yanlısı gibi ithamlarla eleştirildiği bu metin, anarşist düşünürler arasında da tartışma konusu olmuştur.

Kropotkin, Onaltılar Manifestosu’nda Alman işgalci kuvvetlerin saldırılarının, yaratılmak istenen devletsiz, sınırsız ve özgür dünya önündeki en büyük tehdit olduğunu ve bu tehdide karşı direniş göstermenin önemini vurgularken aynı zamanda Alman devletine karşı savaşın, tüm devletlere karşı verilen bir savaş olduğunu söylemiş, anarşistlerin var olan bu savaşa karşı direniş göstermesinin, bütünlüklü olarak devlet terörüne karşı bir direniş olduğunu açıklamıştır.

Tıpkı Bakunin’in yaptığı gibi, Kropotkin’in de Alman devletinin ve Alman faşizmin geçmişte olduğu gibi tekrar durdurulması gerektiğini bu yüzden anarşistlerin de savaşa girmelerini, bunun kaçınılmaz bir gerçek olduğunu söylediği Onaltılar Manifestosu, işte tam da bu noktada “Kropotkin’in savaş çağırıcılığı” iddiasıyla, birçok anarşistin hedefinde olmuştur.

Günümüzde ekonomik ve siyasi çıkarlara bağlı olarak savaş dengelerinin değiştiğini göz önünde bulundurursak, Alman devletinin de 1. Dünya Savaşı planıyla aynı kaygıyı güderek birçok coğrafyayı işgal edeceğini ve halkları katledeceğini görmek çok da zor değil.

Onaltılar Manifestosu’nun üzerine ilerletilen tartışmaların, içinde bulunduğumuz coğrafyanın anarşist mücadelesine de katkıda bulunacağını düşünerek, ilk kez Türkçe’ye çeviriyoruz. Anarşizm tarihi içerisinde bir tartışma konusu olan bu manifestonun, 1. Dünya Savaşı’na karşı geliştirilen anarşist perspektifi ve yazıldığı dönemde yarattığı etkiyi dikkate alarak yayımladığımız bu çeviriyle birlikte, “Anarşizmin Teori ve Pratik Tartışmaları” yazı dizimizi de başlatmış oluyoruz.

ONALTILAR MANİFESTOSU – Pyotr Alexeyevich Kropotkin

Her yerden sesler, bir an önce barışın sağlanabilmesi için yükseliyor. Yeterince kan döküldüğünü, yeterince yıkım olduğunu ve her koşulda bunun bitmesi gerektiği söyleniliyor. Bizler herkesten çok ve uzun süredir, gazetelerimizde, halkların aralarındaki savaşa ve imparatorluğun ya da cumhuriyetçiliğin maskesi altında gülünç duruma düşen militarizme karşıyız. Ayrıca tartışılan barış esasları, Avrupalı işçiler tarafından evrensel bir kongre sonrası belirlenseydi memnun olurduk. Üstelik Alman halkı Ağustos 1914’te topraklarını korumak için hareket edildiğine inanmış olsa bile, bu halkın aslında fetih savaşları için aldatılmış olduklarını fark etmeleri için zamanları vardı.

Aslında Alman işçilerin gruplarında en az çalışan Almanlar, çok veya az ilerlemiş olanlar, şimdi anlamak zorundalardır ki Fransa’nın, Belçika’nın ve Rusya’nın bu istila planları çok önceden hazırlanmıştır ve eğer savaş 1875, 1886, 1911 ya da 1913’te patlak vermediyse bunun nedeni uluslararası ilişkilerin daha elverişli olmaması ve de askeri güçlerin Almanya’ya yeterince zafer vaat edememesidir ( tamamlanacak olan stratejik hatlar, Kiel Kanalı’nın genişletilmesi, mükemmelleştirilmesi gereken büyük kuşatma topları). Ve şimdi, yirmi aylık savaş sürecinin ve korkunç kayıpların ardından, Alman ordularının istilalarının savunulacak olmadığı görülmelidir. Daha bile önemli olarak farkında olunmalıdır ki, fethedilen yerlere katılıp katılmamayı dile getirmek, her bölgenin halkına düşmektedir (Fransa, Avusturya-Macaristan yenilgisi sonrasında, 1859’da farkına varmıştır).

Eğer Alman işçiler durumu bizim anladığımız ve zaten zayıf bir azınlık olan sosyal demokratların anladığı gibi anlamaya başlasalardı, barışla ilgili tartışmaların başlayabilmesi adına ortak bir zemin bulunabilirdi. Fakat ilhak etmeyi kesinlikle reddettiklerini bildirmeleri ya da onayladıklarını bildirmeleri; böylece istilacı ülkeler üzerinde vergi alma hakkından vazgeçmeleri, istilacıların komşu ülkelere verdiği maddi zararı Alman devletinin ödeme zorunluluğunun farkına varmaları ve ticaret anlaşması adı altında ekonomik bağımlılığı zorla kabul ettirmek istememelilerdir. Ne yazık ki günümüze kadar Alman halkında bir uyanış belirtisi göremiyoruz.

Zimmerwald Konferansı hakkında konuştuk fakat bu konferansta eksik olan temel, Alman işçilerin tanıtımıydı. Yaşamın Almanya’da pahalı olmasından kaynaklı birçok ayaklanma olayları görmekteyiz. Ama bu ayaklanmaların büyük savaşlarla sürelerini etkilemeden paralellik gösterdiğini unutuyoruz.

Bu zamanlarda Alman hükümeti tarafından alınan hükümler, yeni saldırıların ilkbahar dönüşüne hazırlandığını kanıtlamaktadır. Ama nasıl ki müttefiklerin ilkbaharda yeni ordularla, yeni ekipmanlarla, öncelere göre daha güçlü toplarla karşı koyacağını bildiğinden, müttefik halkların arasında geçimsizlik ekmeye çalışmaktadır. Ve bu amaçla savaşın kendisi kadar eski bir araç kullanmakta, yalnızca orduların ve ordu sahiplerinin karşı koyabileceği gelecek barış söylentilerini yaymaktadır. Bülow ve sekreterleri İsviçre’de kaldıkları son günlerde, bu uygulamaya tabii tutulmuştur.

Ama hangi koşullar altında barışın bitirilmesini öneriyor?

Neue Zuercher Zeitung’a göre -ki buna resmi gazete olan Nord-deutsche Zeitung da karşı çıkmıyor- Belçika’nın büyük bir kısmı boşaltılacak, ama bir şartla: Ağustos 1914’te olduğu gibi Alman askerlerinin geçişinin engellenmeyeceğine dair sözler verilmesi gerekiyor. Peki, bu sözler ne olacak? Belçika’daki kömür madenleri? Kongo? Kimse söylemiyor. Ama yıllık büyük bir katkıda bulunulması, şimdiden arz ediliyor. Fransa’da fethedilen topraklar geri verilecek ki buna Lorraine’in Fransızca konuşulan kısmı da dâhil. Ama karşılığında, Fransa, 18 milyarlık Rus borçlarını Alman devletine aktaracak. Bu 18 milyarlık “katkı”yı Fransız tarım ve endüstri işçileri geri ödemek durumunda kalacak, çünkü sonuçta vergileri onlar ödüyor. Kendi emekleriyle oldukça zengin bir hale getirdikleri on bölüm için 18 milyar verilecek, ama bu bölümler kendilerine harap edilmiş bir şekilde geri verilecek.

Almanya’da barışın koşullarıyla ilgili ne düşünüldüğüne gelecek olursak, bir olgu kesin: Burjuva basını ülkeyi, Belçika ve Kuzey Fransa’nın bazı kesimlerinin topraklarına katılacağı fikrine hazırlıyor. Ve Almanya’da bu fikre karşı çıkma kapasitesine ait herhangi bir güç yok. Bu “fetih”e karşı ses çıkarması gereken işçiler bunu yapmıyor. Sendikalı işçiler kendilerinin emperyalist ateşi tarafından yönetilmesine izin verirken, hükümetin barışla ilgili kararları üstünde herhangi bir etkiye sahip olmak için fazla zayıf olan sosyal demokrat partisi -bütün bir kitleyi temsil etse dahi- kendisini bu konuda ikiye ayrılmış buluyor ve partinin çoğunluğu hükümeti destekliyor. Alman İmparatorluğu, 18 aydır ordularının Paris’ten 90 kilometre uzakta olduğunun bilinci ve yeni fetihler hayal eden Alman halkının desteğiyle birlikte neden çoktan yapılan fetihlerden bir çıkar elde edemeyeceğini göremiyor. Kendisini istediği zaman Fransa’ya saldırabilmesi, kolonilerini ve öbür bölgelerini alabilmesi ve direnişinden artık korkmamasını sağlayacak yeni silahları alabilmesi için yeni milyarlarını kullanabileceği barış koşullarını dikte edecek kudrette buluyor.

Şu noktada barıştan bahsetmek, tam anlamıyla Alman devletinin, Bülow’un ve ajanlarının oyununa alet olmak olur. Bize gelince, biz kesinlikle bazı yoldaşlarımızın Almanya’nın kaderini yönetenlerin barışçıl eğilimlerine dair sahip olduğu illüzyonları paylaşmayı reddediyoruz. Biz tehlikenin direk yüzüne bakmayı tercih ediyoruz ve bu tehlikeyi engellemek için ne yapabileceğimizi araştırıyoruz. Tehlikeyi görmezden gelmek, onu arttırmak demektir.

Alman saldırısının yalnızca kurtuluşa dair ümitlerimize karşı bir tehdit olmakla kalmayıp, bütün insan evrimine karşı da bir tehdit olduğunun fazlasıyla farkındayız. Bundan ötürüdür ki bizler, anarşistler, anti-militaristler, savaş düşmanları, barışın ve kardeşliğin tutkulu savunucuları olarak direnişten yanayız ve bu yüzdendir ki kendimizi, kendi kaderimizi, halkın geri kalanından ayırmak zorunda hissetmedik. Bu halkın müdafaasını kendi ellerine alıp ilgilenmesini görmeyi tercih ettiğimiz gerçeği üstünde durmanın, gerekli olmadığı kanısındayız. Bunun imkânsız olmasıyla beraber, değiştirilemeyecek olanın acısını çekmek dışında yapılabilecek bir şey yoktu. Ve savaşanlarla birlikte iddia ediyoruz ki, Alman halkı en mantıklı kavramlar olan hak ve adalete geri dönerek Pangermanist politik hâkimiyetin projelerinin enstrümanı olmayı reddetmediği sürece, barış söz konusu bile olamaz. Şüphesiz, savaşa, cinayetlere rağmen, bizler enternasyonalist olduğumuzu ve halkların birleşimi ile sınırların yok olmasını istediğimizi unutmuyoruz. Ama biz halkların (Alman halkı dâhil) uzlaşmasını istediğimizden ötürüdür ki, özgürlüğe dair tüm ümitlerimizin mahvoluşunu temsil edecek bir saldırgana karşı direnmeleri gerektiğini düşünüyoruz.

45 yıl boyunca Avrupa’yı uçsuz bucaksız ve sağlamlaştırılmış bir kamp haline getiren bir parti kendi koşullarını dikte edebiliyorken, barıştan bahsetmek bizlerin yapabileceği en büyük hata olur. Direnmek ve onun planlarını alaşağı etmek, aklı yerinde olan Alman halkına yolu açmak ve bu partiden kurtulmasını sağlamak için gerekli olanları tedarik etmektir. Alman yoldaşlarımız bilsinler ki, bu iki taraf için de avantajlı olan tek sonuçtur ve bizler kendileriyle işbirliği yapmak için hazırız.

28 Şubat 1916

Olaylardan sonra yayımlanan bu bildiri, Fransa ve yabancı basında yayınlanacağından dolayı ancak on beş yoldaşımız bu bildiriyi onaylamıştır: Christian Cornelissen, Henri Fuss, Jean Grave, Jacques Guérin, Pierre Kropotkine, A. Laisant. F. Le Lève (Lorient), Charles Malato, Jules Moineau (Liège), A. Orfila, Hussein Dey (Cezayir), M. Pierrot, Paul Reclus, Richard (Cezayir), Tchikawa (Japonya), W. Tcherkesoff.

 

Çeviri: Furkan Çelik & İrem Taştan

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 20. sayısında yayımlanmıştır.

The post Anarşist Teori ve Pratik Tartışmaları(1) : “Onaltılar Manifestosu” – Pyotr Alekseyevich Kropotkin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/07/26/anarsist-teori-ve-pratik-tartismalari1-onaltilar-manifestosu-pyotr-alekseyevich-kropotkin/feed/ 0
Anarşistlerin Seçim Tartışmaları(1) https://meydan1.org/2014/03/06/anarsistlerin-secim-tartismalari1-2/ https://meydan1.org/2014/03/06/anarsistlerin-secim-tartismalari1-2/#respond Thu, 06 Mar 2014 14:27:35 +0000 https://test.meydan.org/2014/03/06/anarsistlerin-secim-tartismalari1-2/ Meydan: Öncelikle ülkenizdeki güncel politik durumdan bahseder misiniz; kaç parti var ve halk üzerindeki etkileri nedir? Bu partiler gerçekten iddia ettikleri gibi toplumun içindeki kesimleri temsil ediyorlar mı? Ve eskileriyle yenilerini karşılaştırırsak, siyasi partilerde büyük değişiklikler var mı? Zlatko-FAB: Belki 5-6 farklı parti var – yöneten sınıfın yaklaşan seçimde ihtiyacı olan çember sayısı kadar (eski Komünist […]

The post Anarşistlerin Seçim Tartışmaları(1) appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi’nin daha önceki sayılarında yer verdiğimiz Anarşist Ekonomi Tartışmaları’na iki aylık bir ara verdik. Bu iki aylık süreç içerisinde ilgili bölümü, farklı coğrafyalardan anarşist birey, grup ve örgütlerle “seçimler” başlığıyla gerçekleştirdiğimiz röportajlara ayırdık. Bu röportajları yaparken ilgili birey, grup ve örgütlerden, bağımsız bir durum ya da süreç olarak seçimleri ele almaları yerine, o coğrafyanın siyasi-ekonomik gerçekleri düzleminde bir seçim değerlendirmesi yapmalarını talep ettik. Yaşadığımız coğrafyadaki yaklaşan yerel seçimleri değerlendirirken, daha sağlıklı yorum yapabilme imkanı verecek olan bu deneyim paylaşımlarını, bu yazı dizisinde yayınlıyoruz.

Bu çerçevede, doğrudan demokrasi-seçimler; öz-yönetim-temsiliyet karşıtlıklarını düşünme fırsatı bulurken, anarşizmin seçimlere ilişkin sözünün altı boş bir “oy vermeme” kampanyası olmadığını, farklı bir siyasal gerçeklik arayışı ve uygulanışı olduğunu gözler önüne sermeye çalıştık. Yer verdiğimiz farklı yorum ve değerlendirmelerin, Anarşist Ekonomi Tartışmaları bölümünde uyguladığımız hemen sonuca varmayan, irdeleyen, anlamaya çalışan yöntem biçimiyle benzerlik taşıdığını düşünüyoruz.

İlk yazımızda, Avustralya’dan Melbourne Anarşist Komünist Grubu’ndan David; Bulgaristan Anarşist Federasyonu’ndan Zlatko; Anarşist Federasyon (Fransa)’dan Fred ve anarkismo.net’in editörlerinden Şilili José Antonio Gutiérrez D. ile yaptığımız röportajlara yer verdik.

Bu tarz bir sürecin sonunda ortaya çıkacak siyasi tahayyülün Chiapasları, Rojavaları, Taksim-Gezi İsyanlarını anlamada bir bakış açısı sağlamaya katkıda bulunacağını umarak, Anarşistlerin Seçim Tartışmaları’nın ilk bölümünü sizlerle paylaşıyoruz.

 

Meydan: Öncelikle ülkenizdeki güncel politik durumdan bahseder misiniz; kaç parti var ve halk üzerindeki etkileri nedir? Bu partiler gerçekten iddia ettikleri gibi toplumun içindeki kesimleri temsil ediyorlar mı? Ve eskileriyle yenilerini karşılaştırırsak, siyasi partilerde büyük değişiklikler var mı?

Zlatko-FAB: Belki 5-6 farklı parti var – yöneten sınıfın yaklaşan seçimde ihtiyacı olan çember sayısı kadar (eski Komünist partinin “Doktrin” ve “Devlet güvenliği”, bugünün “İşadamları”, “Oligarkları” ve “Mafyası”). Yöneten sınıfın dışında bir grup insanı temsil edebilen hiçbir parti yok. Bütün bu partiler bir şekilde yöneten sınıf tarafından yaratılıyor ya da destekleniyorlar. Siyasi partilerin izledikleri yol ve programlarında ufak değişiklikler var.

Bunun sebepleri, gücün yöneten sınıflar arasında yeniden paylaşımı ve “sıradan seçmenin” politik farkındalığının gerilemesi. Yöneten sınıfın içindeki bölünmeler, bu partilerin siyasetini de etkiliyor ve her geçen sene daha zayıf ve dağınık hale geliyor. Yani eğer bir hareket varsa da yanlış yönde gidiyor (eğer seçimlerin “halkı iktidara” getireceğini düşünüyorsanız).

Güncel duruma gelince – hükümet berbat (şimdiye kadar gelen tüm hükümetler gibi temelde yöneten sınıfı gözetiyor); halk, partilerin kendisini hiçbir şekilde temsil ettiğine inanmıyor; parti üyeleri kendi çıkarları için orada kalıyorlar. “Sınıflar”, “temsil edilen gruplar” ve benzeri herhangi bir siyasi gündem yok.

Bu yüzden halk siyasi partilerde herhangi bir umut görmüyor ama bu ülkede başka şekilde yaşayabileceklerine inanmıyorlar. “Batıda”, gerçekten işleyen, “normal devletler” olduğuna inanıyorlar. Çünkü “bizim” devletimizde yöneten sınıf, insanları “bir şeylerin değiştiğine” inandırmak için “yeni” politikacılarla “yeni” partiler ve hareketler yaratıp duruyor.

Fred-IFA: Siyasi partiler gerçekte değişmezler. Yenileri oluşturulabilir – ya da isim değiştirebilirler – ama hep aynı politikacıdır. Yeni partilerin ortaya çıkması, sadece o kişilere bir iş bulmak içindir. Aslında 6-7 ana parti var. Diğerleri bu gruplara katılabilir ya da yereldir. Bunların yarısı sol-kanattır ama ana sorun toplumun sağ yanıdır ve tabii iki ana partinin. Eşcinsellere ve Romanlara karşı yabancı düşmanlığı ve ayrımcılık artıyor. Daha önce eşcinsel evliliğine karşı gösteri yapan aşırı sağcı gruplar, farklı başlıklarda örgütlenmeye devam ediyor: Eşitlik karşıtlığı, kadın hakları karşıtlığı vb. En büyük değişim, toplumda büyük takipçisi olan aşırı muhafazakar grupların saldırılarında, hatta bazıları çok şiddetli.

Diğer yandan siyasi partilerin genelde o kadar fazla etkisi yok. Birçok insan oy vermiyor ve politikacılara güvenmiyor. Fakat diğer kolektif yapının daha fazla etkisi yok. Örneğin sendikalar etkilerini kaybediyor, çünkü bir mücadele olduğunda gidebilecekleri kadar ileri gitmiyorlar. Grevi durdurup politik açıklama talep ediyorlar… Ama politikacılar işçilerin haklarını yok ederken patronlar için iyi çalışıyorlar.

Değişmesi gereken şey, insanların bireyci düşünce yapısı çünkü kolektif olarak kazanmanın yolunu bulamıyorlar.

David-MelbACG: Avusturalya’da ulusal seçimler Eylül’de yapıldı ve bir hükümet değişikliğiyle sonuçlandı. Liberal Ulusal Parti (LNP, merkez sağ) %10’un üzerinde bir farkla kazandı. İki ana parti, LNP ve Emek (merkez sol) insan hakları ve ekonomi üzerine benzer politikalar ile yürüdüler. İki parti de eşcinsel evliliği desteklemiyor (Avustralya’nın çoğunluğu desteklediği halde), ikisi de mülteci göçünü azaltmak için sığınmacıların hapse atılmasını onaylıyor. Liberal partinin resmi görüşü iklim değişikliğine inanmıyor (çoğu Avustralyalı inanıyor). Emek partisi inanıyor ama çözüme yönelik etkili değişiklikler yapmıyor. Üçüncü bir parti var, oyların %9’unu alan, sosyal demokrat (ılımlı sol), çevreci ve sosyalist odağı ama aslında sosyal kapitalistler olan Yeşiller.

Anarşistler bu siyasi yapıyı nasıl etkiliyorlar? Siyasi arenadaki sözü nedir?

Jose A.: Bu soruda, anarşistlerin toplumsal mücadele içindeki rolünü anlamak çok önemlidir. Solda seçimlere katılan müttefiklerimiz olabilir ve onlara sempati duyabiliriz ama bizim rolümüz her durumda iki tarafı keskin kılıç olan seçim alanında değildir. Seçimler belirli bazı meseleleri ileri taşımak için yararlıdır ama burjuva kurumlarının meşruiyetini pekiştirirler ve gerçek mücadelenin nerede olduğu konusunda kafa karışıklığı yaratırlar: Sınıf mücadelesinde ve mevcut düzene karşı halk hareketinde. Solun bir kısmının bu taktiği kullanmak istemesini anlasak da, bizim rolümüz sokaklardadır, doğrudan demokrasiyi, halkın gerçek gücünü, tabandan yukarı toplumsal örgütlenmeleri yaratmak, gücü yöneten sınıftan, kapitalistlerden alıp işçilere, sıradan insanlara vermektir.

Zlatko-FAB: Bulgaristan genelinde anarşist hareket içindeki bireylerin hepsi aynı değil. Bazıları, bazen, birbirlerini eleştirmekle ya da medyanın vurguladığı ama kitleler için önemli olmayan sorunlar üstüne çalışmakla çok fazla meşgul oluyorlar. Medyanın tamamen yok sayması ve yöneten sınıfın diğer ezme biçimlerinden ayrı olarak, bu da siyasi durumda eksik olan anarşist etkinin nedenlerinden biri. Sadece halkın değil, çoğu “aktivist’in” de modern toplumsal ezme biçimlerinin üzerine kurulduğu toplumsal ilişkiler ve sınıfsal yapı konusundaki anlayışı eksik. Bu yüzden, “anarşistler” insanlarla konuştuklarında ana akımın söylediğinden farklı bir şey söylemeleri gerekmiyor ve söyleseler bile kimse anlamıyor. Ben ikinci problemin çok önemli olduğuna inanıyorum ama bu röportajın konusu dışında.

Fred-IFA: Biz, anarşistler olarak sendikalarla, kolektif yapılarla (kütüphaneler, kooperatif, vb.) ve belirli anarşist gruplarla ilişkiliyiz. Uygulamada anarşist alternatifler diye tanımladığımız şeyi geliştirmeye çalışıyoruz. Öz-yönetimli yapıyı ya da alternatifi oluşturmak istiyoruz. Gruplarımızda, kütüphanelerde, gazetede, radyo programında vb. anarşist düşünceleri ve pratikleri yaymaya devam ediyoruz.

Siyasi partileri umursamıyoruz ve kolektif projelerde bile bu partilerle çalışmak istemiyoruz. Örneğin sol-kanat partileri Paris’te düzenlenen öz-yönetim fuarına katılmaya çalıştılar ama biz onları hala reddediyoruz. Toplumsal hareket istediği gücü ve perspektifleri kendi başına bulmalıdır, bu işi sözde uzmanlara bırakmamalıdır.

Bizim savunduklarımız öz-yönetim ve otonomidir.

David-MelbACG: Bazıları en sosyalist seçenek olarak Yeşiller’e oy veriyor ve bazı anarşistler Daniel Cohn-Bendit önderliğinde, siyasi değişimi bu yolla etkilemek için Yeşiller’e katıldılar ama pek başarılı olamadılar. Diğerleri tam anlamıyla anarşist bir platformda, seçimlere doğrudan karşı çıkıyor, genelde anti-kapitalist ekonomi, karşılıklı yardımlaşma farkındalığını yükseltiyor ya da bazen basit parodi ya da hiciv yapıyorlar. Avustralyalıların büyük çoğunluğu da seçimleri “eğer oy vermek herhangi bir şey değiştirseydi yasak olurdu” sözüyle eleştiriyorlar. Anarşist doğrudan eylem, politika değişimi ya da seçim sonuçları üzerinde çok etkili olmasa da, mülteci gözaltı merkezlerinin kapatılması gibi belirli durumlarda değişimi zorlayan etkili bir araç olduğu geçmişte kanıtlanmıştır.

Anarşistlerin özellikle seçim zamanlarındaki yaklaşımı nedir? Ve bu yaklaşımın kamuoyunda nasıl bir yeri var?

Jose A.: Bazı insanlar dar bir politika anlayışına sahipler ve sadece ancak seçimlere katıldığınız zaman politik olduğunuzu düşünüyorlar. İnsanlara farklı bir yaklaşımla şunu anlatmak gerekiyor: Her gün, düşüncemizi her açıkladığımızda, sesimizi her yükselttiğimizde, komşularımızla, sınıf arkadaşlarımızla, iş arkadaşlarımızla bir araya gelip her karar aldığımızda politika yapıyoruz. Patronların, yöneten sınıfın en çok korktuğu politika budur: Çünkü bu politikanın sadece oyuncuları değil, oyunun kurallarını da değiştirme potansiyeli vardır. İnsanlar doğrudan demokrasiyi keşfedip kendi meselelerine gerçekten katılmayı ve gerçek gücü istediklerinde, devrimcilerin esas görevi bir alternatif göstermektir, insanların mücadele ederek zaten geliştirdikleri deneyimi daha da genişletmeleri için araçlar vermektir. Bugün ihtiyacımız olan, tabandan yukarı daha çok örgütlenme ve yaşamak istediğimiz tipte bir toplumu halk hareketiyle uygulamaya koymaktır. Yöneticiler bizi aksine, değişikliğin tepeden geldiğine ikna etmek isteseler de, birçok değişiklik bu yolla, doğrudan mücadeleyle, isimsiz kitlelerin politikaya akın etmesi yoluyla meydana geliyor.

Zlatko-FAB: Tabii ki boykotu yayıyoruz. Ve her sene seçimleri biz kazanıyoruz – halkın %50’si hiç oy kullanmıyor. Tabi ki bu kadar çok etki yarattığımızı iddia etmiyoruz. Bir alternatif olarak doğrudan demokrasi hakkında konuşuyoruz ve son yıllarda bu iyi karşılanıyor ama bunun nedeni maalesef bu terimin daha popülerleşmesi. İnsanların bunu nasıl algıladığı net değil – son zamanlarda birçok politikacı “öz-yönetim” ve “doğrudan demokrasi” kelimelerini kullanmayı seviyor, hatta bazen “ulusallaşma”, “güçlü-el” ve “vatan hainleri mahkemesi” ile birlikte. Halka açıklanacak çok şey var ama yandaş medyanın sesini aşmakta zorlanıyoruz.

Fred-IFA: Gerçek şu ki insanlar artık oy vermiyor. Bizim yapmamız gereken, onları oy vermemeye ikna etmek değil, direnmek için kolektif yapıyı oluşturmak ve somut dayanışmanın yeni biçimlerini yükseltmektir. Birçok ufak kolektif deneyim var ama büyük etkileri yok, çünkü çok yerel çalışıyorlar. İşlerimizden biri de bu deneyimleri daha büyük bir hareket oluşturmak için federe etmektir.

Şu anda çok fazla mücadele yokken, örgütlerimizi yeni insanları katmak konusunda güçlendirmeliyiz, büyük etkinlikler (kitap fuarı, uluslararası toplaşma) ya da şenlikler düzenlemeliyiz. Bazıları başarılı olabilir ama anarşist gruplar hala zayıf. Etkimiz, militan sayımızdan çok daha önemli ama onu da sayısal olarak ifade etmek zor.

David-MelbACG: Avusturalya medyası iki ana partiye ya da sağ kanat Hristiyan partilerin yarattığı sansasyonel manşetlere sıkıca odaklanmış durumda. Anarşistlerin çoğu seçimlere doğrudan tepki vermiyor. Bazı anarşistler, bloglar ya da bildiriler ve posterler yoluyla seçimler hakkında yorum yapıyorlar. Avustralya’da oy vermek zorunlu olduğu için birçok anarşist oy vermeyerek ceza riski alıyor ya da “oy verme” kartları ve broşürleri dağıtarak hapis riski alıyor. Bu taktiklerin başarısı çok az ve pek ilgi çekmiyor.

Anarşistlerin seçim zamanı düzenledikleri eylemler ya da kampanyalar nelerdir? Anarşistler tarafından harekete geçirilen bu kampanyalar ya da eylemler amaçlarına ulaştı mı?

Jose A.: Türkiye’deki durumu bilmiyorum ama başlatılan hareket ne olursa olsun genel duruma bağlıdır. Anarşistler çoğu zaman çekimser oy ajitasyonu yaparlar ki bence bu esas meseleyi kaçırmaktır. Esas mesele seçim yanlısı ya da seçim karşıtı olmak değil, kendimizi neden seçim kampanyasıyla sınırlıyoruz? Bizim çoğu zaman negatif değil, pozitif bir formül ajite etmemiz gerekiyor: Bizim alternatifimiz seçim günü değildir, bizim alternatifimiz insanların mücadele ve örgütlenme kapasitesini artırmaktır, sadece mücadele yoluyla anlamlı değişimin meydana geleceğini göstermektir, iktidarda kim olursa olsun. Ben kişisel olarak bunun en iyi alternatif olduğunu düşünüyorum ama bu, bir çekimserlik kampanyası ya da bir seçim boykotu çağrısının yapılması gereken zamanlar yoktur anlamına gelmiyor, özellikle de mücadelenin yükseldiği ve insanların yönetici bloka karşı itaatsizliğin sesini güçlü çıkarabileceği zamanlarda. Bunlar hep genel duruma bağlı. Yine genel duruma bağlı olarak, istisnai zamanlarda, örneğin bir azınlık ya da ezilen grup için ya da yoğun tepki dönemlerinde ya da bir askeri cunta durumunda, bir sol kanat alternatifini desteklemek önemli bile olabilir. Fakat bunlar örgütlenme ve harekete geçme kapasitesinin ciddi şekilde sınırlandığı istisnai durumlardır. Anlaşılması gereken en önemli şey, bizim anarşistler olarak görevimizin başka yerde olduğudur, yeni bir dünya yaratmak için gerekli yetenekleri inşa etmemiz ve insanların kendi yeteneklerine güvenmelerini sağlamamız gerekiyor. Tam da bu nedenle anarşizmin amacı ve aracı arasında, taktiği ve stratejisi arasında çelişki yoktur. Biz ezilenler olarak doğrudan eylemi sadece mücadele mekanizması olarak değil, aynı zamanda tabandan yukarı yeni bir dünya yaratmak için öneriyoruz.

Kendimize sormamız gereken en önemli soru, halkın mücadelesi için eylemlerimizin etkisi ne olur, öz-yönetim kapasitesi için, nasıl ezildiğini ve nasıl sömürüldüğünü anlamak için?

Zlatko-FAB: Seçimleri, özel eylemler örgütleyecek kadar önemli görmüyoruz. Çoğu zaman kendi gazetemizde yazmaktan daha fazlasını yapmıyoruz ve belki sokaklarda duvarlara bazı sloganlar… İlk (ve “demokrasi” geldikten sonraki son) referandumda, farklı önerileri ve sahte oyları topladığımız bir kampanya başlattık ve bunları web sitemizde yayınladık. Toplumun farklı örgütlenmesi için bir alternatif önerecek kadar güçlü değiliz, sadece bunun hakkında konuşabiliyoruz ve yapabildiğimiz kadarıyla uyguluyoruz. Seçimler sadece bu konuda konuşmak için bir fırsat. Genelde insanlar onaylıyorlar, ama… Hepsi bu – yine gidiyorlar ve ‘”aha az kötü olanı seçiyorlar”.

Fred-IFA: Oy vermeme kampanyası duyurmamıza gerek olmasa da, olumlu perspektifi yükseltmek için “ideolojik” kampanya yapmak zorundayız: Öz-yönetim, bedava ulaşım, toplu satın-alma, vb. Yapması uzun süren bir iş. Biz seçimlerden sadece büyük bir kampanya yapmak için faydalanıyoruz. Kendi gündemimizi oluşturmak istiyoruz.

David-MelbACG: Herhalde en bilineni, sürekli Melbourne’de seçimlere katılan Joe Toscano’nun kampanyası. Bir sandalye kazanmak için en az %40 gerekirken genelde %1’den az oy alıyor. Medyanın merkez-dışı siyasete ilgisizliği nedeniyle anarşist farkındalığı ya da geniş toplumsal ya da ekonomik sorunları yükseltmek üzere ana akım dışında tasarlanmış kampanyalar büyük ölçüde yok sayılıyor.

Dünya çapında, birbirinden etkilendiği söylenen hareketler olduğunu biliyoruz. Bunlardan bazıları doğrudan demokrasiye ilişkin büyük deneyimler yarattılar. Ve bazıları da hükümet iktidarını amaçlayan partilerin seçim kampanyalarına evrildi. Tüm dünyada meydana gelen bu yeni toplumsal hareketler sonrasında seçimlerin yeni anlamını yorumlar mısınız?

Jose A.: ABD’den Mısır’a, dünya çapındaki hareketler bize demokrasinin radikal bir sorgulamasının olduğunu gösteriyor. İnsanlar dünyayı yöneten ufak elitin bütün bu oyunlarından bıktı, usandı. Ne yaparlarsa yapsınlar, ne derlerse desinler, sonunda hep altlarındakileri aldatıp soyuyorlar. On yıllardır ilk defa, anarşistlerin bakış açısı milyonlara ulaşma potansiyeli taşıyan, eylemlilik için kullanışlı bir rehber haline geldi. İnsanların görüşleri genelde anarşizme yakınlaşıyor çünkü anarşist düşünce, ayaklanan işçi sınıfının pratiğinden türemiştir. Bu fırsatı kullanmamız ve programımızla kitlelere ilham vermemiz gerekiyor ama iki aşırı uçtan kaçınmalıyız: Faydacılık ve aşırı-ideolojileştirme. Reformlar için mücadele ve toplumsal dönüşüm arasındaki dengeyi korumamız gerekiyor. “Tek yol devrim” gibi geniş sloganlardan kaçınmamız ama devrimci amaçlarımızı kitlelerden gizleyip sisteme dokunmayan bir reformlar listesinin de ötesine geçmemiz gerekiyor. Net konuşmalıyız, uzun vadede toplumun radikal dönüşümünü amaçlayan en acil talepleri vurgulamalıyız. Bu kolay bir iş değil ama bir yerden başlamamız gerekiyor.

Zlatko-FAB: Eğer “doğrudan demokrasiye ilişkin deneyimler ve hareketler” sonunda “hükümet gücünü elde etmeyi” amaçlıyorsa, bizim kesinlikle “yeni toplumsal hareketlere” ve “seçimlerin yeni anlamına” karşı çıkmamız gerekir. Bu “yeni hareketin” önerdiği her şey, ezilen sınıfların gözlerini boyamanın yeni bir yolundan başka bir şey olamaz. Bulgaristan’da 100 yıldır her türden sosyalist hareket’le berbat deneyimler yaşadık ve bugün bile bazılarımız (FAB örgütü dâhil) eski komünist partinin ideolojik takipçileri tarafından aldatılıyor. Çalışmalarımız bazen bizi farklı gruplarla yan yana getirdi – ulusalcılardan komünistlere kadar, bir şekilde ihanete uğramadığımız bir seçim hatırlamıyorum. Anarşizmin bütün tarihi, ideolojik ödünün sadece zarar getireceğidir. Bunun hakkında yeterince bilgimiz var. Fakat iyi niyetli olduğumuz için, genelde diğer örgütlerle işbirliği aramamız anlaşılabilir bir durumdur. Ve çoğu zaman hata yaparız – insanları kabul etmemiz gerekir, ama ideolojileri değil.

“Yeni toplumsal hareket” eğer dünya için gerçek bir alternatif haline gelecekse hem kapitalizmi, hem de devleti reforme etme niyetinden vazgeçmelidir. Buharlı trene jet motoru takarak uzay gemisi yapamazsınız (tabii bir Cem Yılmaz filminde değilseniz).

Fred-IFA: Bize göre, seçimler kuralları değiştirmek için iyi bir yol değil. Biz hükümet gücünü elde etmek istemiyoruz, onu yok etmek istiyoruz. Toplumu örgütlemenin yolu kolektif mücadele biçimleridir. İspanya’da olanlar, örneğin, önemlidir. “Los Indignados”dan sonra İspanya halkı zorunlu göçlere ve büyük projelere karşı yeni örgütler oluşturdular. Bu hareket Arap ülkelerinde, Yunanistan’da devrimlere ilham verdi. Faşist ve aşırı muhafazakar grupların geri gelmesine dikkat etmemiz gerekiyor. Dinin iktidarına karşı da savaşmak gerekiyor. Birçok ülkede anarşizm kendi yolunu ararken yeniden doğuyor ya da yeni başlıyor. Birçok toplumsal hareket kendilerine anarşist demiyor ama bizim için onlar anarşist. Önemli olan kolektif olarak neyi inşa ettiğimizdir.

Taksim Direnişini coşkuyla izledik, haberleri ve bildirileri yayınladık. Şüphesiz, insanlar değişim için harekete geçmenin yeni yollarını buldular. Bazı Kürt coğrafyalarındaki doğrudan demokrasi ve otonomi de ilginç olabilir.

Biz, Fransızca-konuşan anarşist federasyon (FA) olarak bilgi, destek ve tartışmaları paylaştığımız Uluslararası Anarşist Federasyonlar (IAF-IFA)’la ilişkiliyiz. Açık fikirli bir örgütlenme biçimini yükseltiyoruz, ezilmeye ve köleleştirmeye karşı mücadele etmek için yeni ilişkiler kuruyoruz ama bunu anarşistler olarak yapmak istiyoruz.

Şili’de bazı anarşistler, toplumsal mücadele daha fazlasını kazanamaz diyerek siyasi partilere katıldılar. Bize göre bu bir hatadır ve bu strateji anarşist hareketi zayıflatıp bölmüştür.

Mücadele için kullandığımız şeyler: Otonomi, federalizm, doğrudan demokrasi çok önemli. Seçimlere katılmadan da hükümeti (yok edecek kadar güçlenmeden önce) istediğimiz gibi davranmaya zorlayabiliriz. Bu mücadelelerde sadece anarşistler değil halk da gücünü ve isteklerini artırır. Şüphesiz, bu daha zor ve daha çok zaman alıyor ama yükseltmek istediğimiz şey budur. Diktatörlüğün hiçbir türünü istemiyoruz.

David-MelbACG: Halkın çoğunun temelsiz bir demokrasi inancı var. Arap Baharı, Occupy, Diren Gezi, vb. nihayetinde sadece bozuk bir siyaseti getiriyor ya da devam ettiriyor, yani demokratik hükümeti. Occupy sonrasında Obama tekrar seçildi. Gezi sonrasında eğer Erdoğan kazanmazsa muhtemelen Kılıçdaroğlu kazanacak ve neo-liberalizm, ulusalcılık ve anti-Kürt politikalar devam edecek. Bu toplumsal hareketlerin bir sonraki seviyesi, işçilerin özyönetimi, evlerin ve mahallenin komünal yönetimi, kadın ve etnik azınlıkların bağımsızlığı, vb. doğrudan katılım sistemleri başlatmak olmalıdır, hükümetten bu idealleri onaylamasını beklemek değil. Seçimlerin yeni anlamı demokratik değişim talebi değil halkların bağımsızlığının ve gücünün arttırılması olmalıdır. Demokrasi sadece kültürel, politik ve finansal çoğunluğa hizmet eder çünkü çoğunluğun iktidarına odaklanan bir sitemdir.

Çeviri : Özgür Oktay

[email protected]

 

Bu söyleşi Meydan Gazetesi’nin 16. sayısında yayımlanmıştır.

The post Anarşistlerin Seçim Tartışmaları(1) appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/03/06/anarsistlerin-secim-tartismalari1-2/feed/ 0