The post Yoksulluğa, Baskıya ve İmparatorluğa Karşı Japonya’da Anarşizm – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Anarşizmin ideolojik olarak ortaya çıkışı ve dünya çapında yayılışı şüphesiz ki kolonyal dönemde devletlerin farklı kıtalara, farklı coğrafyalara giderek yeni sömürgeler oluşturmasıyla ilintilidir. Anarşizmin ideolojik olarak biçimlenmesi “Batı”da gerçekleşse de anarşizm yayıldığı her coğrafyadaki yerel kültür ve toplum ilişkilerinde kendi yaşamsal karşılığını bulmuştur. Bu sebeple, “Batı” dışında örgütlenen ve gelenek haline gelen anarşist hareketleri incelememiz, bu ilişkiyi görmemiz açısından önemlidir.
Japonya’da anarşizm, 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında gelişmeye başlamıştı. Bu topraklarda anarşist fikirleri ilk kez yaygınlaştıranlardan biri, Shûsui Kôtoku olmuştu. Kôtoku, siyasi politik hayatının başlamasıyla beraber, toplum sorunlarını ele alan bir gazete kurdu. Heimin Shinbun (Sıradan İnsanlar Gazetesi) 1903 yılında yayın hayatına başladı, kısa sürede savaş karşıtlarının toplandığı bir zemin haline geldi. Gazetenin yaygınlaşmasıyla beraber İmparator Meiji durumdan rahatsız olmaya başladı ve imparatorluğun direktifleriyle gazetenin editörleri tutuklandı, büroları basıldı, dağıtımı engellenmeye çalışıldı. Gazete 18 Ocak 1905’te son sayısını çıkartarak yayın hayatına veda etti. Ama Heimin Shinbun’un bu sonu aslında birçok gelişimin de başlangıcı olacaktı. Shûsui Kôtoku, 5 ay boyunca kaldığı hapishaneden çıktığında anarşist fikirleri daha da olgunlaşmış olacaktı.
Shûsui Kôtoku Amerika’da
Hapishanede Kropotkin’in kitaplarını okuyan Kôtoku, Meiji hükümetinin baskılarından uzaklaşmak için Amerika’ya giderek, burada teorik olarak kendisini geliştirdi. Kropotkinle mektuplaşan Kôtoku, Kropotkin’in yazılarını ve kitaplarını Japoncaya çevirmeye başladı. IWW (Dünya Endüstri İşçileri)’nin mücadelesinden etkilendi. Japonya’dan göç etmiş ve Amerika’da yaşayan anarşistlerle beraber, Japonca Kakumei (Devrim) isimli bir dergi ve Ansatsushugi (Terörizm) isimli bir broşür çıkarmaya başladı.
1906 yılında Japonya’ya geri dönen Kôtoku, anarşizmi örgütlemek için burada ilk olarak bir miting düzenledi. 28 Haziran 1906’da düzenlediği mitingde, ABD’de etkilendiği işçi mücadelesinden ve Kropotkin’in komünal düşüncelerinden, Marksist parti anlayışının otoriter ve devletçi oluşundan, dünya devrim hareketi geleneğinden bahsetti.
Doğrudan Eylem Ayrışması
1907 yılında Heimin Shinbun Gazetesi tekrar basılmaya başlandı. Ancak kısa sürede gazete içerisindeki sosyal demokratların oy hakkını savunan düşünceleri üzerine bir tartışma süreci başladı ve bu tartışmalar gazetenin yayınının durmasına sebep oldu. Yaşanan tartışmalar sonrasında sosyal demokratlar Heimin Shinbun’dan ayrılırken; doğrudan eylemi savunan anarşistler Osaka Heimin Shinbun’u basmaya devam ettiler.
İmparatorluğun “Özgür Köy”lerden Korkusu
Japonya köylerinde özellikle pirinç üretiminde halk arasında zaten var olan dayanışma ilişkileri, köylerin anarşist komünlere dönüşmesi için zemin hazırlıyordu. Kôtoku, Akaba gibi anarşistler de Kropotkin’in düşüncelerini köylerdeki söz konusu durumla harmanlama niyetindeydiler.
1910 yılında Akaba Hajime, halkın daha önceden yaşadığı gibi köy toplumuna geri dönüş için çağrıda bulunduğu, anarşist-komünizm yoluyla anarşist bir cennet yaratmaktan söz ettiği Nômin no Fukuin (Çiftçinin Kutsal Kitabı) adlı bir broşür yayınladı. Ancak broşürde İmparator’u eleştirmesi ve karşılıklı yardımlaşma düşüncesinden bahsetmesi sebebiyle, İmparatorluk tarafından arananlar listesine eklendi. Belli bir süre gizlenen Akaba, daha sonra yakalandı ve tutuklandı. Akaba, 1 Mart 1912’de Chiba Cezaevi’nde yaşamını yitirdi.
Şirket Sömürüsüne Karşı Doğrudan Eylemle Direnen İşçiler
Meiji İmparatorluğu’nun güçlenme hırsı ve işgalci politikasıyla savaşlara girmesi, sanayi ihtiyacını doğurdu. Köy toplumu olan Japonya’da hızla bir sanayileşme süreci başladı. Bu durum, madenlerin ve fabrikaların artmasıyla, işçi sınıfı üzerinde sömürünün de artmasına neden oldu. Artan sömürüye karşı işçiler örgütlenerek, patronlara karşı doğrudan eylemler gerçekleştirmeye başladılar.
Şubat 1907’de Ashio bakır madeninde işçilerin greve gitmese de, şirket işçilerin taleplerini görmezden geldi. Şirket tarafından yok sayılan işçilerse “doğrudan eylem”e yönelerek, şirket patronunu küreklerle dövdü, madenin elektrik tesisatını çalışamaz hale getirdi ve şirket binasını ateşe verdi. İmparatorluk, işçilerin direnişini bastırabilmek için bölgeye askeri birlik gönderdi, ancak işçiler kolluk kuvvetleriyle silahlı çatışmaya girdi. Bu dönemle, farklı sektörlerde örgütlenen başkaca grevler de ateşli direnişlere dönüşmeye başladı.
Anarşistlere Yönelik Baskı Dönemi: Operasyon, Tutuklama ve İdam
1908 yılında, Shûsui Kôtoku’nun savunduğu gibi, ezilenler arasında doğrudan eylem anlayışı yayılmaya başladı ve işçi grevleri silahlı eylemlere dönüştü. 1910 yılında anarşistler, İmparatora yönelik bir eylem planlamaya başladı. 25 Mayıs 1910’da boş bir alanda yapılan bomba denemesi sonrasında dört anarşist tutuklandı. 1907 Ansatsushugi (Terörizm) broşüründeki yazıların eyleme geçtiğini düşünen polis, bir operasyon furyası başlattı. Yüzlerce kişi gözaltına alındı. 24 kişi İmparatora suikast hazırlamak suçuyla idama mahkûm edildi; bunlardan 12′sinin cezası ömür boyu hapse çevrildi, fakat Kôtoku ve on bir yoldaşı 24 Ocak 1911′de asılarak idam edildi.
İdamlarla da yetinmeyen Japonya İmparatorluğu, anarşistlere yönelik baskılarını ve yasaklamalarını sürdürdü. Anarşistlere yönelik bu saldırı dönemine “Kış Dönemi” adı verildi. Birçok anarşist tutuklandı; operasyonlardan kurtulabilen anarşistlerin bir kısmıysa dağlarda gizlendi. Birinci Dünya savaşı öncesinde güçlenen Japonya devleti İtilaf Devletleri safında savaşta yerini alacaktı. Japonya’da bir dönem kapanmıştı. Ama devletin tüm baskı politikalarına karşı anarşistler küllerinden doğarak yeniden bir sayfa açacaklardı.
Katledilen Anarşistlerin Ardından Mücadele Büyümeye Devam Etti
Kôtoku ve on bir arkadaşının idamı sırasında hapishanede olan Sakae Ōsugi, 1911 yılında hapishaneden çıktı. Eşi Noe Itō ile beraber Emma Goldman’dan ve Kropotkin’den çeviriler yaparak, Japonya anarşist külliyatına katkıda bulundu. Ōsugi, Kôtoku’nun anti militarist kampanya yürüttüğü sırada “Sıradan İnsanlar” gazetesine katılmıştı. Bu dönemde Ōsugi, askeri kökenli bir aileden geldiği için kendisine “katilin oğlu” diyordu. Ōsugi, anti militarist fikrinin yanı sıra, Fransa’daki CGT’yi örnek alarak anarko-sendikalist bir örgütlenme çalışmasının yararlı olacağını düşünüyordu. 1912 yılında teorik bir yayın olan Kindai Shiso (Çağdaş Düşünce) dergisini çıkartmaya ve anarko-sendikalizmi tartıştırmaya başladı. Ōsugi, derginin yanında yakın arkadaşı anarko-sendikalist Arahata Kanson ile beraber “Sendikalizmi Araştırma Grubu” oluşturdu. Bu grup, 1913-1916 yılları arasında anarko-sendikalist bir anlayışla işçi örgütlenmesi yürüttü.
1917’de Rus Devrimi gerçekleştiği sırada, Japonya’da endüstri hızlı gelişiyordu. İşçi sendikaları ve örgütleri yasal olarak illegal olsa da, gizli örgütlenmeler ile işçiler arasında giderek yayılmaya başlamıştı.
1918 Pirinç İsyanı
Halk, pirinç fiyatındaki yüksek artış nedeniyle köylerde ve şehirlerde en önemli besin maddesini bulamamaya başladı. Bunun en büyük nedeni, Birinci Dünya Savaşı’nda İtilaf Devletleri’ne dahil olan Japonya’nın deniz aşırı bölgelerdeki askerlerine ve müttefiklerine pirinç göndermesi oldu.
İlk tepki, 23 Temmuz 1918’de Toyama’nın Uozu şehrindeki küçük balıkçı kasabasında gerçekleşti. Köylülerin pirinç talepleri dikkate alınmayınca, isyan hareketi hızla yayılmaya başladı. Fabrikalarda grevler örgütleniyor; devletin isyan hareketini bastırmak için şiddete başvurmasıyla karakollar bombalanıyor; kolluk kuvvetleriyle silahlı çatışmalar yaşanıyordu. 1918 yılında 70.000’den fazla işçinin katıldığı 417 grev ve direniş örgütlendi. Japonya genelinde tüm fabrikalarda toplam bir buçuk milyon işçinin çalıştığı düşünüldüğünde, bu işçi hareketi kapitalist çarkın dengesini bozmaya yetmişti.
Pirinç isyanında yaklaşık 25.000 kişi gözaltına alındı, bunlardan 8200’ü tutuklandı. Birçok işçi ve köylü ölüm cezasına çarptırıldı. İmparatorluk isyanı bastırmak için çalışırken başbakan Terauchi ve kabinesi, 29 Eylül 1918’de istifa etmek zorunda kaldı.
Pirinç yokluğunda bir araya gelen işçiler, tüm sorunları için örgütlenmeye başlamıştı. 1912 yılında 15 üyeyle kurulan Yuaikai (Dayanışma Topluluğu), 1918’de üye sayısını 30.000’e çıkartmıştı. Örgütün ismi 1921′de Japon Emek Konfederasyonu olarak değiştirildi. Sendikanın yönetiminde reformist eğilimli sendikacılar bulunsa da sendikayı tabandan hareket ettiren, anarko-sendikalist işçilerdi. İşçiler arasında anarko-sendikalist düşünceler yayan Kindai Shiso (Çağdaş Düşünce) dergisinin teorik olarak savunduklarını pratiğe geçirmek için 1919 yılında Rodo Undo (Emek Hareketi) adlı anarşist bir işçi örgütü kuruldu. Örgüt, aynı adla bir de yayın çıkarıyordu.
1917 Rus Devrimi tüm dünyada olduğu gibi Japonya’da da büyük bir heyecanla karşılandı. Ama Ōsugi, Bolşeviklerin iktidarı alarak Rus Devrimi’ni nasıl paramparça ettiğini çok geçmeden anladı. İlk önce Kronştad’ta Kızıl Ordu’nun anarşistleri katletmesini öğrenmiş; sonrasında Emma Goldman ve Alexender Berkman’ın Bolşevik Parti’yi eleştiren makalelerini çevirerek, Bolşeviklerin Rusya’da neler yaptığını Japonya işçi ve köylülerine aktarmıştı.
İşçi örgütlenmelerinin nasıl olacağı noktasında anarşistler, komünistler ve reformistler arasında ideolojik bir mücadele başladı. Komünistlerin Rusya’da yaptıkları üzerine otoriter örgütlenmeleri ve reformistlerin kapitalizmle uzlaşmacı politikaları, anarşistleri kendi ilkelerine dayalı bir işçi örgütü kurmaya itti. Anarşistler de “Özgürlükçü Sendikalar Federasyonu” (Zenkoku Rôdô Kumiai Jiyû Rengôkai)nu kurdular. Böylece 1925 yılından itibaren anarşistler, komünistler ve reformistler, kendi kurdukları sendikalarda konumlandılar.
1923 Eylül ayında, Japonya anarşist hareketine, Kôtoku’ların idamında olduğu gibi, şiddetli bir devlet saldırısı gerçekleşti. 1 Eylül 1923’te Doğu Japonya’da (Kantô bölgesi) büyük bir deprem meydana geldi. Deprem sonucu yaklaşık 90.000 kişi yaşamını yitirdi. Depremin ardından engellenemeyen birçok yangın, evlerin kül olmasına neden oluyordu. Devlet yangınların, devrimcilerin kundaklamaları sonucu çıktığı söylentisini yaydı. Söylenti çığ gibi büyüdü ve yüzlerce Koreli sokaklarda linç edildi. Kargaşa sırasında polis ekipleri Sakae Ōsugi ile eşi Noe Itō ve 6 yaşındaki yeğenini gözaltına aldı. İşkence yaparak vücutları kurşunlanan anarşistlerin ve 6 yaşındaki yeğenlerinin bedenleri, 4 gün sonra bir kuyuda bulundu. Anarşist bir ailenin katledilerek bedenlerinin kuyulara atılması, anarşist hareket içerisinde doğrudan eylem tarzını tekrar gündeme getirdi.
Ōsugi’nin katledilmesi sonrasında işçi sendikaları içerisinden “Giyotin Derneği” adlı gizli bir örgüt ortaya çıktı. Ōsugi’yu katleden General Fukuda’ya karşı silahlı eylem gerçekleştirildi; Fukuda vurulmasına rağmen ölmedi. Giyotin Derneği sonrasında General Fukuda’nın evini havaya uçurdu.
Ōsugi yaşamını yitirse de ardında büyük bir anarko-sendikalizm mirası bırakmıştı. Aynı dönemde parlementoyu savunan reformistlerle anarşistler arasında politik bir mücadelede sürüyordu. Japonya anarşist hareketi 1925’te genel oy yasası tartışmaları döneminde, işçilerin parlementer sisteme katılımına karşı çıkan Kara Gençlik Birliği(Kokuren)’ni kurdular.
1945 yılında, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, anarşist hareket eski örgütlülüğüne kavuşamadı. Japon devletinin Pearl Harbor’a saldırması sonrasında, ABD’nin Hiroşima ve Nagasaki kentlerine atom bombası atması sonucu devletlerarası olan bu savaşta asıl kaybedenin ezilen halklar olduğu bir kez daha açığa çıktı.
Tüm bu olanlara karşı anarşistler eskisi kadar olmasa da örgütlenmeye devam etti. Savaştan hemen sonra Mayıs 1946′da, 200’e yakın üyeyle “Nihon Anakisuto Renmei” adlı Japon Anarşist Federasyonu kuruldu. Federasyon içerisindeki “saf anarşizm”, anarko sendikalizm tartışmaları sonucu federasyon ikiye bölündü. Saf anarşizmi savunan grup Japonya Anarşist Kulübü’nü kurdu; anarko-sendikalist grup ise “Anarşist Federasyon”u. 1955’te Anarşist Federasyon ismini Japonya Anarşist Federasyonu olarak değiştirerek Kuro Hata (kara bayrak) adlı yayını çıkarmaya başladı. 1968’e kadar örgütlenmeye devam eden Federasyon, bu tarihten sonra dağıldı. Daha sonrasında federasyon içerisinden bir grup 1980′e kadar Museifushugi Undo (Anarşist Hareket) isimli bir yayın çıkardı. 1970’lerde Tokya’da başlayan sendikal hareketlilik 1983’te Rodosha Rentai Undo (İşçi Dayanışma Hareketi) olarak kurulan anarko-sendikalist bir örgütlenmeye dönüştü.
Japonya’da anarşist hareket, İmparatorluğun baskı ve katliamlarına, her iki dünya savaşına ve sürekli olan tehdide karşı, yıllar boyunca örgütlendi. Anarşistler, binlerce işçinin ve köylünün örgütlendiği sendikalar, birlikler, örgütler kurdular; sayısız yayın çıkardılar. İmparatorluk anarşistleri yok ettiğini zannetse de, Japonya’da bir gelenek yaratan anarşizm her defasında küllerinden yeniden doğdu. Öyle ki bu topraklarda örgütlenen mücadeleyle anarşizm kavgasına başlayanlar, sadece kendi topraklarında değil, 1936’da İberya Yarımadası’nda faşist Franco’ya karşı mücadeleye katıldılar, enternasyonal bir dayanışma örneği göstermişlerdir.
(Anarşist kadın hareketi içerisindeki önemli isimlerden olan, baskı ve zulme karşı İmparator Meiji’ye suikast planında yer alan, Japonya’da politik tutuklu statüsü ile idam edilen ilk kadın olan anarşist Kanno Sugako ve onun Japonya’daki anarşist mücadele tarihine etkisi hakkında bilgiye, gazetemizin 32. sayısında yayınlanan “Tarihteki Anarşist Kadınlar (2)” başlıklı yazıdan ulaşabilirsiniz.)
Meiji hükümeti döneminde Japonya 1894-1895 yıllarında Çin’i ve 1905 yılında Rusya’yı yenilgiye uğrattı. 1910 yılında Kore’yi işgal ederek kendi topraklarına kattı. Savaş alanındaki gücü nedeniyle 1. Dünya Savaşı’nda İtilaf Devletleri arasında savaşa katıldı.
The post Yoksulluğa, Baskıya ve İmparatorluğa Karşı Japonya’da Anarşizm – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Anarşist Teori ve Pratik Tartışmaları(2) : ” Devrimci Sendikalizm ve Anarşizm” – Errico Malatesta, Pierre Monatte appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Pierre Monatte: Devrimci Sendikalizm
Anarşizm ve sendikalizm arasındaki ortaklığı görmemek için kör olmak gerekir. Her ikisi de toplumsal devrim yoluyla kapitalizmin ve ücretli sistemin kökünü kazımayı istemektedir. Sendikalizm, işçi sınıfı hareketinin yeniden canlanışının bir kanıtı olarak var olmakta ve anarşizm de işçiler arasındaki kökenleri hakkında bir bilinci yeniden canlandırmaktadır. Diğer yandan, anarşistlerin işçi sınıfı hareketini devrimci yola taşımaya ve doğrudan eylem fikrini halka yaymaya olan katkıları hiç de az değildir. Sendikalizm ve anarşizm bu yollar üzerinden birbirinin karşılıklı yararına olacak şekilde bir diğerini etkilediler.
Devrimci sendikalizm fikri Fransa’da, Confédération Générale du Travail’ın(CGT) militanları arasında ortaya çıkıp gelişti. Konfederasyon’un uluslararası işçi sınıfı hareketinde bütünüyle benzersiz bir yeri var. Kendisinin tamamen devrimci olduğunu beyan eden ve hiçbir siyasi partiyle, en gelişmiş olanlarıyla bile, hiçbir bağlılığı olmayan tek örgütlenme odur. Fransa dışında başka birçok memlekette sosyal demokrasi başroldedir. Fransa’da CGT, hem sayısal güç hem de sahip olduğu etkiyle sosyal demokrasiyi, Sosyalist Parti’yi çok geride bırakmış durumdadır. Sadece işçi sınıfını temsil ettiğini ileri sürerek, geçen yıllar içinde kendisine verilen tüm ayrıcalıkları kesinlikle reddeti. Onun gücü otonomidir ve otonom kalmak istemektedir.
CGT’nin bu duruşu, siyasi partilerle temas etmeyi reddetmesi sabrı taşmış düşmanlarının dilinde ona “anarşist” ünvanını kazandırdı. Ancak hiçbir şey bundan daha yanlış olamazdı. Sendikalardan ve emekçi sendikalarından oluşan bütün bir grup olan CGT resmi bir doktrine sahip değildir. CGT’de tüm doktrinler temsil edilir ve bunlar eşit hoşgörüyle karşılanırlar. Bir grup anarşist konfederal komitede çalışır, bunlar burada sosyalistlerle bir araya gelir ve birlikte çalışırlar ki bu sosyalistlerin çoğu -geçerken kaydetmek gerekir ki- sendikalar ve Sosyalist Parti arasındaki bir ittifak fikrine anarşistlerden hiç de az düşman değillerdir.
… Eğer sendikalist uygulamalarımızda, görüşlere dayalı sendikaları kabul etmeyen, her meslek ve kasaba için sadece bir sendika olmasını gerektiren temel ilişkiye bağlı kalmamış olsaydık, ne işçi sınıfı birliğinin gerçekleştirilmesini, ne de devrimcilerin koalisyonu CGT’yi tek başına şu anki zenginlik ve itibar düzeyine taşıyabilirdik. Sendikanın politik tarafsızlığı bu ilkenin sonucudur. Sendika anarşist, ya da Guesdist¹ veya Allemanist ya da Blanquist² olamaz, olmamalıdır da. O sadece işçi sınıfı olmalıdır. Çoğunlukla çok ince ve yüzeysel olan fikir ayrılıkları sendikada ikinci sıradadır ve anlaşma bu şekilde sağlanır. Pratik hayatta çıkarlar fikirlerden önce gelir. Okullar ve hizipler arasındaki tüm çekişmelere rağmen, işçilerin çıkarları, hepsinin ücret yasasına tabi olması nedeniyle birbirinin benzeridir. Ve onlar arasında tesis edilmiş olan uyumun sırrı budur, sendikalizmin gücünü oluşturan ve onun geçen yıl, Amiens Kongresi’nde kendi kendine yeterli olduğunu gururla söylemesini sağlayan sır budur.
Bütün memleketlerdeki proleterlerin Fransız proletaryasının sendikalist deneyiminden yararlanması önemlidir. Ve bu deneyimde, kurtuluşu için mücadele eden bir işçi sınıfının olduğunun her yerde tekrarlanmasını garantilemek anarşistlerin görevidir. Anarşistler, örneğin Rusya’da anarşist sendikaları ve Belçika ve Almanya’da Hristiyan ve sosyal demokratik sendikaları üreten partizan sendikacılığa Fransız tarzı bir sendikalizmle, tarafsız, ya da daha doğrusu, bağımsız bir sendikalizmle karşı çıkmalıdırlar. Bir işçi sınıfının olduğu gibi, bununla aynı şekilde, her sanayide ve her kasabada bir işçi sınıfı örgütünden, bir tek sendikadan daha fazlası olmaması gerekir. Sınıf mücadelesi ancak bu koşulla her dakika rakip okulların ve hiziplerin hırgürüyle engellenmekten kurtulup olanca genişliğiyle gelişebilir ve maksimum sonucu gerçekleştirilebilir.
Sendikalizm, Amiens Kongresi’nin 1906’da ilan ettiği gibi kendi kendine yeterlidir. Bu ifade biliyorum ki hiçbir zaman tamamen anlaşılmadı; anarşistlerce bile. Bununla işçi sınıfının, en sonunda çoğunluğu elde ederek, kendine yeterli olmaya ve kurtuluşu için başka hiç kimseye güvenmemeye niyet etmesi kastediliyor. Bu kadar incelikle ifade edilmiş bir eylem istediğinde, bir anarşist nasıl bir yanlışlık bulabilir?
Sendikalizm işçilere bir yeryüzü cenneti vaat etmekle zaman harcamaz. Onları bu cenneti fethetmeye çağırır, onları eylemlerinin asla tamamen boşuna olmadığına ikna eder. O bir istek, enerji ve verimli düşünme okuludur. Uzun zamandır kendi üzerine kapanmış olan anarşizme yeni perspektifler ve yeni umutlar kazandırır. O halde bırakın tüm anarşistler sendikalizme gelsin; çalışmaları onlar için çok verimli olacaktır ve sosyal rejime karşı darbeleri çok daha kesin sonuç verecektir.
Errico Malatesta: Sendika Bir Araçtır Anarşizm ise Amaç!
Monatte sendikalizmin toplumsal devrim için gerekli ve yeterli bir araç olduğu sonucuna ulaştı. Bir başka ifadeyle, Monatte sendikalizmin kendi başına yeterli olduğunu beyan etti. Ve bu, bana göre, kökten yanlış bir doktrindir.
Geçmişte olduğu gibi bugün de anarşistlerin işçi sınıfı hareketlerine girdiğini görmekten memnun olurum. Dün olduğu gibi bugün de, sendikaları destekleyen biri olduğum anlamında ben bir sendikalistim. Anarşist sendikalar istemiyorum, bu hemen sosyal demokratik, cumhuriyetçi, kraliyetçi ve başka türlerde sendikalara meşruluk kazandıracaktır ve işçi sınıfını kendi içinde her zamankinden daha fazla bölecektir. Hatta kızıl sendikalar görmek dahi istemiyorum, çünkü sarı sendikalar-patronların kontrolünde bulunan sendikalar- görmek istemiyorum. Görüşlerine bakmaksızın tüm işçilere açık sendikalar, tamamıyla tarafsız sendikalar görmeyi daha çok isterim.
Bu nedenle işçi sınıfı hareketine en aktif katılımdan yanayım. Ancak, böyle düşünmemin nedeni her şeyden önce, bu yolla alanı büyük ölçüde genişleyecek olan propagandamızın çıkarlarıdır. Ama bu katılımın, en derin düşüncelerimizden vazgeçmekle eş anlamlı olduğu hiçbir şekilde düşünülmemelidir. Sendikaların içinde anarşist olarak kalmalıyız; bu tanımın tüm gücü ve genişliğiyle! İşçi sınıfı hareketi, benim düşünceme göre bir araçtan daha öte değildir. Her ne kadar, şüphesiz elimizdeki araçların en iyisi olsa da. Ancak araçları amaç olarak benimsemeyi reddediyorum ve aynı şekilde, anarşist fikirlerin bütünlüğünün ya da daha basit ifade edecek olursak, diğer propaganda ve ajitasyon araçlarımızın gözden yitmesini istemem.
Sendikalistler, diğer yandan, araçları bir amaca dönüştürmeye, parçayı bir bütün olarak görmeye meyilliler…
Sendikalizm kendini devrimci sıfatıyla güçlendirse bile, çalışma koşullarının ıslahından başka bir erişilir amacı olmayan, kanuna dayanan ve hatta tutucu olan bir hareketten daha fazlası değildir ve asla olmayacaktır. Büyük Kuzey Amerika sendikalarının bize verdiği kanıtlar dışında başka kanıt aramaya gerek duymuyorum. Bu sendikalar, halen zayıf oldukları zamanlarda bile kendilerini en radikal devrimcilikle dolu olarak gösterip olabildiğince güç ve servet kazanarak tamamen tutucu örgütlenmeler haline geldiler. Tamamen üyelerini fabrikanın, atölyenin ya da madenin aristokratları yapmakla ilgilendiler. Örgütlü olmayan işçilere ve sosyal demokratlarca mahkum edilmiş beş parasız proletaryaya paternalistik3 kapitalizme olduklarından çok daha düşmanlar! Ama sendikalizmin hesaba katmadığı, ya da daha doğrusu sadece bir engel olarak gördüğü, gittikçe artan işsiz proletaryayı bizler, yani diğer anarşistler unutmayız ve onları savunmak bizim görevimizdir. Çünkü en çok acı çekenler onlardır.
İzninizle tekrar ediyorum: Anarşistler, işçi sınıfı sendikalarına girmelidir. Her şeyden önce burada anarşist propaganda yürütmek ve üretimin yönetimini eline geçirebilecek grupların -hepimizin ümit ettiği o günde- yanımızda olmasının tek yolu bu olduğundan. Son olarak da sendikaları özel çıkarlar dışında başka bir şeyi savunmaktan caydıran iğrenç kafa yapısına karşı canla başla savaşmak için sendikalara girmeliyiz.
Bana göre Monatte’in ve tüm devrimci sendikalistlerin temel hatası sınıf mücadelesini çok basite indirgeyen anlayışlarıdır. Bu anlayışa göre tüm işçilerin -tüm işçi sınıfının- ekonomik çıkarları benzerdir, bu anlayışa göre işçilerin kendi çıkarlarını savunmayı ele almaları yeterlidir ve bütün proletaryanın çıkarları aynı zamanda kapitalizme karşı savunulacaktır.
Gerçekliğin oldukça farklı olduğunu iddia ediyorum. Burjuvazi gibi, herkes gibi, işçiler de devletin varlığından ve özel mülkiyetten türeyen ve ancak onlar ortadan kaldırıldığında ortadan kalacak olan evrensel rekabet yasasına tabidir. Bu nedenle, kelimenin gerçek anlamıyla, ortada hiçbir sınıf çıkarı olmadığı için bir sınıf da yoktur. İşçi “sınıfının” ortasında da burjuvazinin ortasında olduğu gibi, rekabet ve savaş devam etmektedir. Bir kategoriye ait işçilerin ekonomik çıkarları, bir diğer kategoriden olanlara kesinlikle karşı olacaktır. Ve her yerde hem ekonomik hem ahlaki olarak burjuvaziye, proleteryaya olduğundan daha yakın işçiler görülmektedir. Size işçilerin grevlerde ne sıklıkla şiddet kullandığını hatırlatmama lüzum yok. Peki, bu şiddet polise ve yöneticilere karşı mı? Tabi ki de değil; yine kendileri gibi sömürülmüş ve hatta kendilerinden daha fazla aşağılanmış olan grev kırıcılara karşıdır. Hem de işçilerin gerçek düşmanları, sosyal eşitliğin gerçek engelleri halen polis ve işverenlerken.
Yine de ekonomik dayanışmanın yokluğunda bile işçiler arasındaki ahlaki dayanışma mümkündür. Anonim çıkarların savunusundan kendilerini ayırmış olan işçiler, onun farkında olmayabilirler. Ama toplumsal dönüşüme yönelik ortak bir iradenin onları yeni insanlara dönüştürdüğü gün bu ortaya çıkacaktır. Günümüz toplumunda, dayanışma sadece ortak bir idealin himayesi altında gelişen bir paylaşım sonucunda ortaya çıkabilir. Anarşistlerin rolü, sendikalarda bu ideali canlandırmaktır. Şu anda onlara pekala taraflı görünen şu “acil çıkarlara” zarar vermek pahasına da olsa, onları aşamalı olarak toplumsal devrime yöneltmektir.
Sendikalist eylemin bizi bir takım tehlikelere soktuğunu kimse ikna edemez. Bu tehlikelerin en büyüğü şüphesiz sendikalarda bulunan memuriyetlerdeki militanların, özellikle de bu maaşlı bir memuriyet olduğunda, (bu sistemi) onayında yatmaktadır. Gelin bunu genel bir kural olarak alalım: Bir sendikada kalıcı ve maaşlı bir memura dönüşen bir anarşist, propaganda açısından kaybedilmiştir, anarşizm açısından kaybedilmiştir! Bu noktadan sonra o, kendisine ödeme yapanların emri altındadır ve bu kişilerin hepsi anarşist olmadığı için, vicdanı ve çıkarları arasında sıkışan maaşlı bir memur, ya vicdanını dinlemek ve pozisyonunu kaybetmek, ya da çıkarlarının peşinden giderek anarşizme veda etmek zorundadır!
İşçi sınıfı hareketinde memurların varlığı, yalnızca parlamenter rejimdekiyle kıyaslanabilecek bir tehlikedir. Her ikisi de yozlaşmaya yol açar ve yozlaşma ile ölüm arasındaki mesafe çok da fazla değildir.
Ve şimdi gelin genel grevi düşünelim. Kişisel olarak bu ilkeyi kabul ediyorum. Yıllardan beri de tüm gücümle onun propagandasını yapmaktayım. Genel grev bana her zaman toplumsal devrimi başlatmak için mükemmel bir araç gibi görünmüştür. Ancak, genel grevin silahlı ayaklanmayı gereksiz kıldığı yönündeki feci yanılsamaya düşmemek için tetikte olmalıyız.
Bize üretimi aniden durdurmak yoluyla birkaç gün içinde açlıktan ölerek, teslim olmak zorunda kalacak olan burjuvaziyi yok etmekte işçilerin başarılı olacağı söyleniyor. Bundan daha görkemli bir saçmalık düşünemiyorum. Bir genel grev sırasında açlıktan ölecek ilk kişiler, tüm stoklarını tamamlayan burjuvalar değil, yaşamak için sadece emeğine sahip olan işçiler olacaktır.
Genel grev, bize önceden söylendiği haliyle salt bir ütopyadan ibarettir. Ya işçi, üç günlük grevin ardından açlıktan ölüp başını öne eğip atölyelere geri dönecek, biz de tahtaya yeni bir yenilgi daha yazmış olacağız ya da üretimi ana kuvvetle ele geçirmeye çalışacak. Onu durdurmak için kimin beklediğini görecek! Burjuvaların kendileri dışında askerler, polisler ve ardından meseleye kurşun ve bombalar karışmadan olmayacak. Ayaklanma olacak ve zafer en güçlü olanın olacak.
Bu nedenle genel greve her derde deva bir ilaç gibi bakmakla kendimizi sınırlandırmak yerine, gelin şu kaçınılmaz ayaklanma için hazırlanalım.
Ama onu gerçekçi terimlerle düşünsek bile, genel grev yine de büyük dikkatle kullanılması gereken iki uçlu bir bıçaktır. Geçim koşulu müddetsiz bir şekilde ertelenemez. Er ya da geç insanları besleyecek araçları ele geçirmek gerekecek ve bunun için, grev bir ayaklanmaya dönüşene dek bekleyemeyiz.
İşçilerden istememiz gereken, çalışmayı sonlandırmaları değil daha çok ona kendi yararlarına olacak şekilde devam etmeleridir. Bu olmaksızın genel grev, dükkanlarda birikmiş olan tüm ürünleri derhal ele geçirmeye yetecek kadar güçlü olsa bile çok geçmeden genel bir açlığa dönüşecektir. Genel grev fikri temelde hepten hatalı bir inançtan doğmaktadır; burjuvazi tarafından biriktirilen ürünleri ele geçirmekle insanlığın, üretmeksizin kim bilir kaç ay ve kaç yıl boyunca tüketime devam edebileceği inancından…
Geçmişte kendilerini işçi sınıfı hareketinden ayıran yoldaşlar için kederlendim. Bugün birçoğumuzun, ters uca düşüp aynı hareket içinde yutulmamıza izin vermiş olduğumuz için kederleniyorum. Bir kere daha söyleyecek olursam, işçi sınıfı örgütlenmesi, grev, genel grev, doğrudan eylem, boykot, sabotaj ve silahlı ayaklanmanın kendisi, bunlar sadece araçtır. Anarşizm ise amaçtır. Arzuladığımız anarşist devrim bir tek sınıfın çıkarlarının çok daha ötesindendir: O köleleştirilmiş insanlığın üç bakış açısından, ekonomik, siyasi ve ahlaki olarak tam özgürlüğünü planlar. Gelin bu nedenle tek yönlü basite indirgenmiş herhangi bir eylem planına karşı tetikte olalım. Sendikalizm, işçi sınıfının bizim kullanımımıza soktuğu güçler nedeniyle mükemmel bir eylem aracıdır, ancak bizim tek aracımız olamaz. Aksi halde, çabalarımıza değer olan bir amacı, Anarşizmi gözden yitirmek zorunda kalırız.
Dip Notlar :
1 – Lules Basile Guesde: Fransız sosyalist bir gazeteci ve politikacı
2 – Louis Auguste Blanqui’ye atfedilen bir devrim anlayışı
3 –Paternalizm: Latince pater(peder, baba) kelimesinden türeyen kavram, halkın bir türlü büyüyemeyen bir çocuk olduğunu ve toplumsal yaşamın karmaşıklığını çözümleyebilecek yetisi olmadığını öne sürer. Halkın bu yüzden bir siyasi iktidara (devlete) zorunlu olarak bağlı olacağını savunur.
Halil Çelik
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.
The post Anarşist Teori ve Pratik Tartışmaları(2) : ” Devrimci Sendikalizm ve Anarşizm” – Errico Malatesta, Pierre Monatte appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post İberya’dan Rojava’ya Anarşist Dayanışma appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Anarşizm tarihte hep özgürlük mücadelesi oldu. Devrim yıllarından önce bile bu durum böyleydi. Bunu tekrar yaşatmalıyız. Şimdi ideolojimizi pratiğe geçirme zamanı.
Rojava Devrimi, sınırları aşan bir devrim olduğunu sadece farklı coğrafyalarda yarattığı etkiyle değil, uluslararası dayanışmanın somutlaştığı yer olarak sürecin başından bu yana gösterdi. F.D. bu dayanışmanın bir parçası olmak için İberya’nın farklı yerlerinden gelen anarşist yoldaşlardan sadece birisi. Madrid’den Rojava’ya sürdürdüğü mücadelesi, anarşist hareket ve Rojava Devrimi üzerine F.D.’yle yaptığımız röportajı sizlerle paylaşıyoruz.
Rojava Devrimi’nden nasıl haberdar oldunuz?
Kürdistan’daki mücadeleden zaten daha önce haberimiz vardı. Kürt Hareketi, otonom yapılanma, kantonlar ve hareketin ideolojisine ilişkin okuma çalışmalarımız olmuştu. Bölgedeki devletlerin Kürdistan coğrafyasındaki mücadeleyi baskıya uğratmaya yönelik politikalarına ilişkin bilgimiz olsa da çok derinlikli değildi. Yakın zamanda Suriye genelinde yaşananları da takip etme fırsatımız oldu. Ana akım medyada Suriye’de yaşananlar, yanlı da olsa televizyonlarda ve gazetelerde genişçe yer buldu.
Peki, Rojava Devrimi’nin sizin için önemi nedir? Neden bu mücadelenin bir parçası olmak istediniz?
Rojava Devrimi, Suriye’de yaşananları düşündüğümüzde çok daha önemli bir noktada duruyor. Devrim bölgedeki devletlere verilmiş en güzel cevap. Son süreçte yaşananlar, yaşadığım coğrafyada biz anarşistlerin ilgisini çok çekti. Her şeyden önce devletsizliğe yapılan vurgu, halkın öz-örgütlülükle yeni bir yaşamı örüyor olması beni buraya getiren nedenler arasında. Özellikle Kobanê Direnişi, tarihi bir direnişti. 1936’daki Anarşist Devrim sürecinde gerçekleşen, Madrid direnişiyle benzerlikler taşıyordu. Daha önce süreci gözlemlemek için burada bulunmuştum. İkinci geldiğimde mücadelenin bir parçası olmak istedim. Buradaki deneyim benim açımdan birçok açıdan önem teşkil ediyor.
Bulunduğunuz süre içerisinde devrimi doğrudan gözlemleme fırsatınız oldu. Anarşist bir perspektiften bakacak olursanız, bu süreci nasıl değerlendirirsiniz?
Yaşadığımız coğrafyada bu tarz bir deneyimi en son Anarşist Devrim sürecinde yaşadık. Böylesi bir deneyimi toplumsal devrim olarak ele almak önemli. Yaşanacakları önceden kestirebilmek, hele böylesi bir ortamda, oldukça zor. Beklentileri, bütün bunları göz önünde tutup gözden geçirmek gerek.
Oradaki insanların bu süreçteki heyecanını gördüm ve hissettim. Rojava’daki herkes bu toplumsal devrime inanıyor. Bu nokta önemli, çünkü Batı’da ana akım medya tarafından, bu sürecin sonunda liberal demokratik bir yapının olacağının propagandası yapılıyor. Rojava’daki herkes Batı’dakine benzer liberal demokratik bir yapı ya da batılı kapitalizmi değil, farklı bir şey gerçekleştirdiklerini biliyor.
Zaman zaman ulusal karakter ve merkeziyet meselesine ilişkin devrime yönelik eleştiriler oluyor. Ancak Rojava’daki herkesin öncelik verdiği şey daha önceki devrim deneyimlerini akılda tutmak. Eski devrimlerin iyi yanları dışında hatalarını görerek, aynı hatalara düşmeden yeni bir deneyime hazırlanılıyor.
Özyönetimin iyi işlemesi için önemli bir çaba var. Halk olmadan, halkın karar alma süreçlerine katılmadan bir devrim gerçekleşmeyeceği biliniyor. Bu gerçek, özellikle toplumsallaştırılmaya çalışılıyor.
Gündelik yaşam, bu gerçekle ve kolektif bir dayanışma aracılığıyla örgütleniyor. Herkes, tek bir vücut gibi hareket ediyor. Özellikle savaşın yoğun olduğu bölgelerde bu durum daha belirgin. Günlük yaşam kantondan kantona farklılık gösteriyor. Ben daha fazla Kobane’deydim. Kobane neredeyse tamamen yok edildiğinden, gündelik yaşam insanlar için daha zor. İhtiyaçların kolektif karşılanması burada da diğer kantonlarda olduğu gibi işliyor. Yiyecek ve giyecek ihtiyaçları, herkesin ücretsiz alabileceği kolektiflerden temin edilebiliyor. Herkes ihtiyacı kadarını almaya özen gösteriyor. Su ihtiyacı büyük tankerler aracılığıyla gün içerisinde şehir dolaşılıp evlerin depoları doldurularak gerçekleştiriliyor.
Bütün bu koşullarda, bir yandan savaş devam ederken devrimi yaratmaya yönelik çabanın güçlendiğini görmek çok önemli.
İspanya’da halk son 5 yıldır ekonomik krizle uğraşıyor. Bunun toplumsal yansımasını görüyor musunuz?
Aslında hem evet, hem hayır. Kriz, insanların sisteme biraz daha eleştirel bakmasına neden oluyor. 11M Hareketi gibi örnekler bu açıdan umut verici. Ama diğer kesim için durum biraz daha farklı. Krizden önce İspanya’nın içinde bulunduğu refaha özlem duyanlar da var sokağa çıkanlar arasında. Kapitalizm, kriz ve devlet arasındaki ilişkiyi göremiyorlar. Tabi bunun üzerine devletin son 5 yıldır uyguladığı baskıcı politikalar eklemlendiğinde korku unsuru daha ön plana çıkıyor. İnsanlar bir yandan da içinde bulundukları durumdan çıkmak için bir şeyler yapmaktan korkuyorlar.
Dolayısıyla, İspanya genelinde durumlarını muhafaza etmeye çalışan bir toplumdan bahsedebiliriz. Devlet bu korkuyu biliyor. Ve buna göre taksit-taksit politikasını uyguluyor. Ekonomik ya da sosyal açıdan halka kabul ettirmeye çalıştığı bir uygulamayı azar azar yapmaya başlıyor. Bu bazen bir vergi oluyor, bazen ezilenlerin lehine olan bir haktan mahrum etme oluyor.
İspanya’da şu an ki durum, zengin daha zengin; fakir daha fakir. Ekonomik kriz kapitalizmin sadece bir unsuru. Avrupa’daki daha genel sıkıntıysa, insanların kapitalist yaşam biçimine ses çıkarmaması. Çalışma hayatı özellikle Avrupa’daki ezilen kesimler için büyük bir sorun. Kapitalizmin yarattığı bu monotonluk hali, insanları düşünmekten ve refleks göstermekten alıkoyuyor. İnsanlar, kapitalist sistem, devlet ve kriz arasında ilişki kuramıyor.
Peki, bu koşullarda anarşist hareket ne yapıyor?
Krizle ilgili eylemler başlamadan önce yoğunluklu olarak anti-faşist mücadeleye yoğunlaşıyorduk. Mücadele süresinde bir yoldaşımız katledildi. İspanya’nın farklı yerlerinde özellikle göçmenlere yönelik faşist baskılar var. Anti-faşist mücadele bu açıdan da önem taşıyor.
Kriz sonrası sokak hareketleriyle beraber, anarşist hareket de bir değişim geçirdi. Birbirinden farklı anarşist perspektiflere sahip yoldaşlarla gündemimize bu toplumsal hareketlenmeyi aldık. Toplumda anarşizmin propagandasını yapmaya daha fazla ihtiyaç olduğunu hissettik ve çalışmalarımızı bu doğrultuda yeniden şekillendirdik.
Anarşist hareketin biraz ivme kazanmaya başladığı bir dönemde, devlet baskısını arttırdı. 11M gibi bir süreç bizim için bir olanaktı ancak şunu kabullenmek gerekir ki, bu olanaktan yararlanmaya kimse hazır değildi. Şimdi yenisi için hazırlanmak gerekiyor.
Devlet baskısının arttığından bahsettin. Yakın süreçte özellikle anarşistlere yönelik bir dizi operasyon gerçekleşti. Bu operasyonlarla devlet aslında neyi hedefledi?
Çok basit; devlet insanları korkutmayı hedefledi. Toplumsal hareketlenmelerin yoğunlaştığı dönemlerde, anarşist harekete yönelik bir ilgi oluştu. Bunu kırabilmek için, anarşizmi kriminalize etmeye çalıştılar. Anarşistlere yönelik operasyonlarda insanları tutuklayarak toplumda korku salmaya çalıştılar.
Bu operasyonların toplumsal muhalefet içerisinde yer alan kurum ve örgütlerin de pozisyonunu değiştirdi. Bir kısmı bizimle dayanışma noktasında devlet baskısından çekinmedi, diğer kısmı reformist bir çizgiye kaydırdı.
Aslında, devlet korktu. Yakın süreçte İberya’da anarşizm giderek örgütlendi. Devletin planlamadığı bu gidişat devleti bir refleks göstermeye itti.
Farklı coğrafyalarda toplumsal, ekonomik ve politik baskılara rağmen son yedi sene içerisinde anarşist hareketin gittikçe daha güçlü bir pozisyon elde ettiğinden bahsedebiliriz. Ezilenlerin verdikleri farklı mücadelelerde kara bayrak yükselmekte. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz ve nereye evrileceğini düşünüyorsunuz?
Anarşizm, tarihte hep özgürlük mücadelesi oldu. İnsanların özgürlük için verdikleri mücadelelerde anarşizmi anlaması önemli. İnsanlar, devletin yok edici doğasını her geçen gün daha fazla anlıyor. 21. yüzyılda, artık, klasik toplumsal modellerin, sıkıntıları aşmada yetersiz kaldığı anlaşılıyor. Geçmiş mücadelelerin ve deneyimlerin yeni bir perspektiften değerlendirilmesi gerekti. Anarşizmle beraber, sisteme karşı bir pratik geliştirilebileceği anlaşıldı.
Örneğin Rojava Devrimi bu yüzden önemli. Daha fazla pratiğe ihtiyacımız var. Bu deneyimler başka deneyimlere yol açacak. Tabi ki başka bağlamlarda ve kendi özgün pratikleriyle.
İspanya’da anarşizm bir kültürdü. Devrim yıllarından önce bile bu durum böyleydi. Bunu tekrar yaşatmalıyız. Şimdi ideolojimizi pratiğe geçirme zamanı.
Bu söyleşi Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.
The post İberya’dan Rojava’ya Anarşist Dayanışma appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Korku Egemenliği Terör Devleti” – Merve Demir appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Devletin varlığını sürdürmesi için, toplumun geniş kesimlerinde itaati zorlaması ya da bunu yapabileceğine inandırması gerekir. Ancak özgürlük için direnenler ve mücadele edenler, devletin bu çabasını boşa çıkarırlar. Direniş ve özgürlük insanların aklına bir kere düşmeyegörsün; devletin bu direnişi gösterenleri katletmesi bunu unutturmaz. Bir kere toplumsal meşruluğunu yitiren devlet, varlığını sürdürebilmek için çok daha büyük bir korku yaratmaya çalışır. Böyle dönemlerde, kendi hukukunu dahi yok sayıp “olağanüstü hal”lerle gündelik yaşamı terörize etmesi, devletin ana politikası olur. Dolayısıyla terörün ne, teröristin kim olduğunu biraz daha ayrıntılı irdelemek gerekiyor.
Devletin Terörist Dedikleri
1793’te yani Fransız Devrimi’nin hemen sonrasında ilan edilen Convention adlı bildiri ile terör kelimesi ilk siyasal anlamına kavuşur: “Komplo kuran tüm kişileri dehşete düşürmenin zamanı geldi. Kanun adamları, terörü başlatın.” Aslında bu ilk kullanım, devlet ve terör arasındaki doğrudan ilişkiyi anlamak açısından önemli.
Devletin “terör” iddiasıyla toplumu baskı altına alıp sindirmek istemesinin, kendisine karşı mücadele edenleri terörist ilan edip katletmesinin çokça örneği var.
Sene 1886… 8 saatlik iş günü için, ABD’deki işçiler, greve giderler. Günlerden 1 Mayıstır. Ayın dördünde devletin ve şirketlerin greve giden işçilere yönelik uyguladığı baskıyı ve şiddeti protesto etmek isteyen işçiler bu kez Haymarket Meydanı’na giderler. Günlerden katliamdır. Çünkü Meydanda düzenlenen mitinge polis saldırır, çok sayıda işçi yaşamını yitirir. Olaydan sonra “terörist” yaftalamasıyla birçok işçi tutuklanır ve idam edilir. Devlet aslında emeği için mücadele eden, hizaya sokamadığı işçileri katlederek en çok da ayakta kalanları ve mücadeleye tutunanları korkutarak yıldırmaya çalışmak istemiştir. Ancak yılgınlık değil, direniş örgütlenir. Böylece 1 Mayıs’lar devlet terörüne karşı her yerde direniş olmuştur.
İki İtalyan işçi olan Sacco ve Vanzetti, örgütlü mücadele eden anarşistlerdi. Haymarket işçilerinin yaşadıklarına benzer şekilde, devlet, bu iki işçiyi de, “haklı bir gerekçe sunarak” terörist ilan etti ve ardından katletti.
Devletin bu sıfatı en çok yakıştırdıklarından biri, anarşizmin en ateşli savunucularından, tüm yaşamını devlete karşı mücadeleye adamış Emma Goldman’dı. Sadece Goldman değil Errico Malatesta, Mihail Bakunin ve daha birçok anarşist devlet tarafından terörist olarak yaftalanmış, dört duvar arasına kapatılarak mücadeleden yalıtılmaya çalışılmıştı.
Anarşist hareketin tarihinde terörist diye yaftalananlar sadece bireyler değildi. İşçi örgütlenmelerinden sendikalara, kooperatiflerden federasyonlara kadar farklı birçok anarşist yapı da bu yaftalamadan kurtulamamıştır. Faşist Franco döneminde CNT’den Arjantin’deki anarşist sendika FORA’ya, 19. Yüzyılda ABD’de IWW’den Bakunin’in örgütlediği İşçi Kardeşliklerine kadar öz-örgütlenmelerin büyük çoğunluğu devlet ve kapitalizmin işlerliğinin dışında bir toplumsal işleyişe giriştiklerinden dolayı terörist oldukları iddiasıyla baskılara maruz kalmışlardır.
Devletlerin terör yaftalamalarına maruz kalanlar, muhakkak ki sadece anarşistler olmamıştır. İberya’da Bask halkının özgürlük mücadelesini veren ETA’dan, Kuzey İrlanda halkının özgürlük mücadelesini veren IRA’ya, 1960’larda kadın mücadelesini veren örgütlerden siyahların mücadelesini veren örgütlenmelere kadar, mücadele eden tüm kesimler, devlet tarafından tehdit olarak görülmeye başladığı an terörist diye yaftalamış, sürgün edilmiş, hapsedilmiş ve katledilmiştir.
Birkaç ay öncesinde İspanya‘da anarşistlere yönelik girişilmiş Pandora ve Pinata operasyonlarıyla da aynı senaryo oynanmaya çalışılmıştır. Devlet “terör operasyonları” aracılığıyla sadece anarşistleri tutuklamamıştır. Aynı zamanda mücadele eden insanları kriminalize etmek ve toplumda bir korku havası estirmek istemiştir.
Terör Operasyonları
Özellikle toplumsal mücadelenin yükselişe geçtiği, devlet iktidarının kendini yalnızca şiddet kullanarak yeniden üretebildiği bir atmosferde, devletlerin en çok başvurduğu strateji, terör operasyonlarıdır. Yukarıda da belirtildiği gibi operasyonların hedefi toplumda bir korku durumu yaratarak, bireyleri devletin belirlediği ve sınırlarını çizdiği siyasal alanın içinde kalmalarını sağlamaktır. Yani basitçe, devlet vatandaşlarından kendisine biat etmesini beklerken, belirlediği alanın dışına çıkanları “ibretlik olsun” diye cezalandırır.
Operasyon süreçlerinde, kolluk güçleriyle diyalog halinde çalışan medyanın da desteğiyle, operasyon gerçekleştirilen organizasyon ve bireyler hedef alınır. Operasyonlarla terör diye yaftalanan, iktidar sahiplerinin çıkarına olmayan eylemlerdir. Terörist dedikleri, aynı iktidar sahiplerinin tahakkümüne karşı direnen ve bu tahakkümü ortadan kaldırmak için mücadele edenlerdir.
Bir yandan Kürt siyasetine yönelik terör operasyonları cadı avı niteliğinde sürerken, diğer yandan Kürdistan’da askeri operasyonlar ve sokağa çıkma yasakları, 90’ları aratmadı. Sabaha karşı yapılan ev baskınlarının ve gözaltıların, devrimcileri ve halkı yıldırmaya yönelik hamleler olduğu aşikardı. Bu koşullarda sokaklar daha kızgınlaştı ve çatışmalar arttı. Bu eksende devletin koyduğu yasaklara bir de kent giriş-çıkışların kapatılması ve basının çatışma bölgelerine girişlerinin engellenmesi eklendi. 144 toplantı ve gösteriye asker-polis saldırısı yaşandı. Son 40 günde 2 bin 544 kişi gözaltına alınırken, 338 kişi tutuklandı. Yapılan çatışmalarda 24 kişi yaralandı. 7 gün içinde 45 kişi yaşamını yitirdi. Yapılan operasyonlar sonucunda devlet Bağcılar’da Günay Özarslan adında bir devrimciyi infaz etti. Şırnak’ta 7 yaşında Baran Çağlı, Diyarbakır’da 11 yaşındaki Beytullah Aydın, Ağrı Diyadin’de 15 yaşındaki Orhan Aslan, 16 yaşındaki Emrah Aydemir, Mardin’ de 16 yaşındaki Mazlum Turan devlet tarafından katledildi. Asker Silopi’de evleri basıp 3 genci yataklarında infaz etti.
Gözaltına alınanlar, kaybedilenler, işkenceye uğrayanlar, sabaha karşı yapılan ev baskınları, gösteri ve toplantılara saldırı, sokağa çıkma yasağı, kent giriş çıkış yasakları, köy boşaltmalar, kasten başlatılan orman yangınları, askeri operasyonlar, saldırılarda, operasyonlarda yaralananlar, katledilenler, infaz edilenler, infaz edilenlerin cansız bedenlerine yönelik şiddet ve bu şiddetin teşhiri…
Bütün bunlardan sonra tekrar düşünelim terör kelimesinin anlamını. Ve teröristin kim olduğunu…
Merve Demir
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.
The post “Korku Egemenliği Terör Devleti” – Merve Demir appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Errico Malatesta’nın Gazetesi: Umanita Nova appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Umanita Nova’nın 1920’den bu yana ezilen halkların sesi olmaya devam ettiğini biliyoruz. Bize Umanita Nova’nın nasıl kurulduğundan bahseder misiniz?
Anarşist hareket içerisinde günlük bir anarşist gazete fikri 1908-1909 yıllarında ortaya çıkmıştır. Milano’da yayımlanan anarşist “La Protesta Umana” (Protestocu İnsan) dergisinin redaktörleri Ettore Molinari ve Nella Giacomelli dergilerini günlük bir gazeteye dönüştürmeyi önermeleri ile Hareket bu fikri gerçekleştirmeye iyice yaklaşmıştır.
UCAI (İtalyan Komünist-Anarşist Sendikası) Nisan 1919’da Firenze Kongresinde kurulmuştu. Bu Kongrede oluşan yeni örgütte 94 yerel grup ve federasyonun temsilcilerinin yanı sıra, üye olmadan işbirliği yapmak isteyen farklı akımlardan pek çok anarşist yer alıyordu. Ettore Molinari ve Nella Giacomelli kongrede ulusal düzeyde yayımlanacak günlük bir anarşist gazete çıkarmayı önerdiler. Kongre Molinari, Giacomelli ve Spinaci’ye projenin gerçekleştirilebilirliği üzerine çalışma ve finansmanı için abonelikleri başlatma görevini verdi. Projenin gerçekleştirilebilirliği hakkında şüpheler ve günlük bir anarşist gazetenin anarşist dergilerin çeşitliliğine zarar verebileceğine ilişkin endişeler vardı. Nihayet Ekim 1919’da editör komitesinin yayımladığı bir bildiri ile çalışmalar başladı ve büyük başarı ile sonuçlanan finansman çalışmalarına başlandı.
Gazetenin adı “Umanità Nova” (Yeni İnsanlık)’ın Nella Giacomelli tarafından önerildiği düşünülmektedir. Nella, toplumsal devrimlerin artık bir düş olmadığı ve liberteryan komünizmin erişilebilir bir hedef olduğu bir dönemde bu ismin “en yüksek emellerimizi ve herhangi bir sapma olmaksızın bunlara nasıl ulaşacağımızı” temsil etmesi gerektiğini ifade etmiştir.
Errico Malatesta Temmuz 1919’dan bu yana günlük bir anarşist gazete fikrini desteklemekteydi. Firenze Kongresi sırasında Londra’da sürgündeydi, Ekim 1919’da İtalya’ya döndü ve bu yeni anarşist günlük gazetenin baş editörlüğüne getirildi.
26 Şubat 1920 tarihinde “Umanità Nova”’nın 1. sayısı yayımlandı, bu sayı Sosyalist Parti’nin yayını olan “Avanti” tarafından selamlanmıştır. Gazete bir ay sonra günlük 60.000 tiraja ulaşmıştır.
Umanita Nova’ya yazan, Malatesta gibi anarşist mücadeleyle sembolleşmiş diğer yoldaşlar kimlerdi?
Umanità Nova’nın sayfalarından İtalyan ve Avrupa anarşizminin tarihi de geçmiştir. Editör komitesinde Malatesta ile birlikte Ettore Molinari, Giovanni Forbicini, Carlo Molaschi, Pasquale Binazzi, Luigi Damiani, Luigi Fabbri ve diğerleri yer almışlardır.
Gazetenin çalışanları arasında genç Camillo Berneri; o yıllarda devrimci mücadele ile Bolşevik baskı arasında ve halen Rusya’da yaşamakta olan Rus anarşist Volin; 1920’de 300 000 üyesi olan anarko sendikalist USI (İtalyan Sendikalist Birliği)’den Armando Borghi vardı.
Gazetenin anarşist hareket üzerindeki tarihi ve güncel etkilerinden bahsedebilir misiniz?
Umanità Nova , devam etmekte olan devrim sürecinde zafere ulaşmayı sağlayacak bir araç olarak ortaya çıkmıştır. Devrimci güçler ve anarşist hareketin sendikalaşma ihtiyacı arasındaki ortak cepheyi oluşturmuş ve bireyselci ve örgütlenme karşıtı dahil, tüm eğilimlere platform sağlayacak ortak bir propaganda aracı yaratma girişiminden doğmuştur. UAI (İtalya Anarşist Sendikası), bir yıl önce kurulan UCAI’nin yerine geçecek bir yapı olarak Temmuz 1920’de Bologna Kongresi’nde kurulmuştur . Kongre’de 700 yerel grup ve federasyon temsil edilmiştir. UAI’nin yapısı UCAI’ye nispeten daha esnekti ancak, teorik prensiplerden ve stratejilerden oluşan “Programma” aynı idi. UAI yine de hemen hemen tüm eğilimleri bir araya toplamıştır. Bu süreçte Umanita Nova çok önemli bir rol oynamıştır. Kuruluşundan bu yana gazete anarşist hareketin başvuru noktası ve İtalya’da anarşist basının ana sesi olmuştur. Bugün Umanita Nova FAI’nin (İtalya Anarşist Federasyonu) eylemlerinde merkezi bir rol oynamaktadır. FAI Umanita Nova’nın yayımlanmasını, dağıtımını ve idaresini üstlenmiştir. Bunların yanı sıra gazetenin editörlerini ve baş editörünü de UAI atar (baş editörlük basın özgürlüğü yasaları nedeni ile zorunludur). Bugün Umanita Nova yalnızca FAI’yi değil genel anlamda sosyal anarşizmi de temsil etmektedir,
Çıktığından bu yana Umanita Nova ne tür zorluklarla karşılaştı? (Operasyonlar, saldırılar, polis baskısı vb.)
Devlet Umanita Nova’nın başlangıcından bu yana yayımlanmasını engellemeye çalışmıştır. Bunu, parası önceden ödenmiş olmasına rağmen devlet işletmeleri olan kağıt fabrikalarından teslimatı geciktirerek yapmıştır. Bunun üzerine kağıt fabrikalarına enerji sağlayan Valdarno linyit madencileri toplu grev tehdidinde bulunarak gazeteye kağıt teslimini kısa sürede sağlamışlardır.
Mart 1921’de faşist bir ekip Umanita Nova’nın Milano ofisini ateşe vermiş, bunun üzerine gazete Roma’dan yayınına yeniden devam etmiştir.
1922’de Mussolini’nin iktidara gelmesi ile gazete faşist rejim tarafından zorla kapatılmıştır. Bu kapatma hakaret suçlamaları ve ihbarları; idari konularda düzensizlik iddiaları ile yüksek para cezaları; basım araçlarının faşistler tarafından sabote edilmesi; daha önceki editörlere, idari görevdeki konsey üyelerine karşı fikir suçlarına ilişkin ihbar ve suçlamalar; Umanita Nova’nın belge ve mali kaynaklarına el koyulması gibi pek çok baskıcı adımdan sonra gelmiştir.
Faşist dönem sırasında gazete İtalyan anarşistlerin sürgünde olduğu ülkelerde tek sayı halinde ara sıra çıkmaya devam etmiş, 1943 ve 1945 yılları arasında Firenze, Cenova ve Roma’da basılan binlerce kopya ile yayınına yasa dışı olarak devam etmiştir. Umanita Nova silahlı antifaşist ve Birleşik Krallık, ABD, Fransa gibi ülkelerden oluşan Müttefik Ülkelerin askeri diktatörlüğüne karşı gelişen başkaldırının bayrağı ve sesi olmuştur. Gazete Mayıs 1945’e kadar Frenze’de 14 sayı basılmış ve 8000 tiraja ulaşmıştır. Bu baskı için Müttefik Mahkemeleri dizgici Lato Latini’yi hapis cezasına çarptırmıştır.
İzleyen dönemlerde editör komitesi üyelerine karşı fikir suçlarına yönelik suçlamalar ve ihbarlar olmuştur; son yıllarda sadece faşistlerden ve polisten karalamaya yönelik bir kaç suçlama ile karşılaştık.
Gazeteyi hangi sıklıkla yayınlıyorsunuz? Gazetenin hedef kitlesini kimler oluşturuyor?
Her hafta yeni bir sayı çıkarıyoruz. Hem baskı hem de İnternet yayınımıza binlerce abonemiz var. FAI grupları ve bireyler her hafta kendi çevrelerinde ve bölgelerinde, yürüyüşlerde ve sokaklarda dağıtım yapıyorlar. Ayrıca FAI üyesi olmayan pek çok anarşist grup ve birey de Umanito Nova’yı dağıtmaktadırlar. Bunların yanı sıra çok sayıda sosyal merkez, kitapçı, büfe ve kütüphane de Umanito Nova’yı bulundurmaktadır.
Gazete sadece anarşist okurlara yönelik bir yayın değildir; tam tersine hedef kitlesi çalışanlar, sömürülen ve ezilen gruplar ve var olma mücadelesi verenlerdir. Aslında Umanita Nova sayfalarında teorik tartışmalara yer versek de, temel olarak bir propaganda ve alternatif bilgi aracıdır. Bu nedenle anarşistlerin bulunduğu ve ezilen halkla birlikte mücadele ettiği her yerde bulunabilir.
Kobane Direnişi ve Rojava Devrimi hakkındaki makaleleriniz burada oldukça etki yarattı. Ummanita Nova’da farklı coğrafyalardaki mücadelelere de yer veriyorsunuz. Bunu yapmaktaki amacınız nedir?
Tüm sömürülen ve ezilen halkların mücadelesi ile uluslararası dayanışmayı, farkındalık yaratmak ve bu mücadeleleri destekleyerek yoldaşlarımızı teşvik etmek açısından önemli buluyoruz.
Bu bilgilendirme eylemi FAI’nin IFA ile ilişkileri sayesinde gerçekleşmiştir. Size Kobane Direnişi ve Rojava Devrimi hakkında bolca konuşma imkanı sağladığınız için teşekkür ederiz. Bunu iyi yapabildiysek sizin yazdıklarınız ve FAI olarak da sizlerle kurduğu aramızdaki ilişki sayesinde de olabilmiştir.
Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Evet, Umanita Nova’yı farklı kılan öz yönetim karakterini vurgulamak istiyoruz. Haftalık gazetemizin editörlüğü ve idaresi dışında, hali hazırda belirttiğimiz üzere, FAI yoldaşları olarak siyasi rollerimiz de öz yönetimle yürütülmektedir. Gazetenin baskı ve dizgisi de anarşist yoldaşlarımız tarafından işbirliği ile yapılmaktadır.
1974 yılına kadar Umanità Nova Roma’da eski İtalyan Komünist Parti’nin günlük gazetesi “L’Unità” ile aynı basımevinde basılıyordu. 1974’te anarşist hareket kendi basımevini kurmaya ve tam bir otonomiye sahip olmaya karar verdi. Böylece Carrara’da basıma yönelik bir kooperatif kuruldu. Bu kooperatif halen her hafta Carrera’da Umanita Nova’yı basmaktadır.
Gazetenizde deneyimize yer vermek istediğiniz için size teşekkür ederiz.
Katkılarınız sayesinde Rojava Devrimi hakkında konuşmaya devam etmeyi umuyoruz.
Anadolu ve Mezopotamya’da toplumsal mücadelenizin başarısının devamlı olmasını dileriz.
Çeviri: Sevinç Karaca
Bu söyleşi Meydan Gazetesi’nin 27. sayısında yayımlanmıştır.
The post Errico Malatesta’nın Gazetesi: Umanita Nova appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post IWW’nin Sesi: Endüstri İşçisi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>ABD’deki anarşist hareketin tarihiyle özdeşleşmiş IWW’nin ( Industrial Workers of the World) yayın organı olan Industrial Worker gazetesi editörlerinden Diane Krauthamer’le yaptığımız röportajı sizlerle paylaşıyoruz.
Meydan: Ezilenlerin özgürlük mücadelesinde IWW’nin, siyahların ve LGBTİ bireylerin ilk örgütlendiği sendika olmak gibi önemli tarihsel özellikleri var. IWW’nin sesi olan Endüstri İşçisi (Industrial Worker) yayın hayatına ne zaman başladı?
IWW: IWW’nin sayısız yayını vardı, ancak IWW’nin resmi yayın organı olan Endüstri İşçisi; ilk olarak 1909’da Spokane, Washington’da yayımlandı ve bugüne kadar gelişerek devam etti. İlk yıllarında haftalık yayımlanan gazete, şimdi yılda 10 sayı yayımlanıyor.
IWW’nin Kuzey Amerika’daki işçi mücadelesini etkilediği bilinen bir gerçek. Mücadelenin geliştirilmesinde Endüstri İşçisi gazetesinin rolü nedir?
Gazetenin hem potansiyel Wobbly*’ler için bir örgütlenme aracı, hem de çalışma yürüttüğümüz çeşitli endüstriler arasında ilk elden bilgi paylaşımını sağlayan bir kaynak olarak kullanıldığını söyleyebilirim. Editörlük yaptığım altı buçuk yılda, birçok Wobbly’den duyduğum şey, bir büfede ya da bir kitapçıda buldukları gazetemizi okuduktan sonra IWW’ye katıldıklarıdır. Çok sık duyduğum bir diğer şey de, işçi arkadaşların bir çoğunun, bir üyemiz ona gazeteyi verdikten sonra sendikaya üye olduğudur. Daha yeni, Boston’daki bir IWW üyesi, Harvard Üniversitesi’nde üç güvenlik görevlisine gazete verdiğini, sonra bu üç kişinin sendikaya üye olduklarını söyledi. Yani gazetenin, daha önce böyle işçi mücadeleleriyle ilgilenmemiş ya da haberi olmayanları, doğrudan ilişkilendirdiğini ve haberdar ettiğini görebiliyoruz.
Endüstri İşçisi aynı zamanda anarşist bir yayın. Endüstri İşçisi’nin diğer anarşist yayınlar arasındaki yeri nedir? Gazetenin en çok insana ulaştığı yıllar ne zamanlardı?
Endüstri İşçisi temelde, anarşizm dahil herhangi bir ideolojiyi desteklemez. Gazeteyi çoğunlukla bütün sendikanın organı olarak, görüşlerimizi savunmak için kullanıyoruz. Maalesef okuyucu sayısını belirleyebileceğimiz kayıtlarımız yok. Ama en çok okuyucunun olduğu zamanlar, tahminen IWW’nin en parlak dönemi olan 1910’larda, sendikanın binlerce ve binlerce üyesi olduğu zamanlardır.
Yazılardan basıma, Endüstri İşçisi’nin her bir sayısını kimler hazırlıyor? İşçi mücadelesinden başka rolleri var mı? Süreç nasıl işliyor?
2009’dan 2014’e kadar tek editör bendim. Şimdi Nicki ile beraber ikimiz, dünyanın birçok yerindeki yoldaşlar ve işçi arkadaşlardan, haber, fotoğraf, değerlendirme, fikir yazıları ve diğer gönderileri teklif edip topluyoruz. Daha sonra yazıları, stil ve imla açısından düzenleyen gönüllü redaksiyon ekibine gönderiyoruz ve bütün bölümlerini dolduracak şekilde bir “bütçe” (ya da taslak sayfa düzeni) oluşturuyoruz. “Uluslararası Haberler”, “Köşe yazıları”, “Eleştiriler”, “Makaleler”, “IWW Haberleri”, vb. bölümler var. Yazılar tamamlanıp düzeltildikten sonra, gazeteyi Indesign kullanarak hazırlıyorum. Gerektikçe Nicki ve redaksiyoncularla çalışarak son düzeltmeleri yapıyorum. Üretim sürecinin tamamı genellikle 2-3 hafta alıyor. Yazarlarımız ve gönüllülerimiz ücret almıyor. Nicki ve ben, yaptığımız iş için sembolik bir ücret alıyoruz. Ve evet, gazeteyle meşgul olan herkes çoğu zaman kendi iş yerlerindeki mücadelelerde, kendi IWW dalları ya da gruplarında faaliyet gösteriyor. Bu faaliyetlerimizin gazetedeki çalışmalarımızı da beslediğini düşünüyorum. Mücadeleye katılmadan mücadele hakkında yazamayız!
Gazete nasıl dağıtılıyor? Okuyucular kimler?
Okuyucuların çoğu IWW üyeleri, ama gazeteyi birçok kitapçıya, akademik kurumlara, kütüphanelere ve örgütlere dağıtıyoruz. Toplumun birçok kesiminden okuyucumuz var ve teknik olarak, gazete aboneliği IWW üyeliği ile beraber geliyor. Bu da demek oluyor ki; Staughton Lynd, Tom Morello and hatta Noam Chomsky gibi bazı ünlü *Wobbly’ler de okuyucularımız arasında! Herkes abone olabilir. Türkiye ve Kürdistan’daki yoldaşlarımızı da abone olmaya davet ediyorum.
Devletlerin, tarih boyunca anarşistlerin seslerini bastırmaya çalıştığı bilinen bir gerçek. Endüstri İşçisi yayıncılık tarihinde ne gibi zorluklarla karşılaştı?
21 Ağustos 1913 ve 1 Nisan 1916 arasında Endüstri İşçisi’nin yayımlandığına dair hiçbir kayıt yok. Washington Üniversitesi’ndeki Emek Yayınları Projesi’nin internet sitesine göre, gazete yayımının neredeyse üç yıl kesilmesinin nedeni; bu dönemde Wobbly’lere uygulanan işkenceler olabilir. Fakat kesin bir bilgi yok. Bu sitede ayrıca, gazetenin yayımlandığı ilk yıllarda editörlerin “tutuklanma ve gazete işlerini yapama” nedenleriyle sık sık değiştiğinden bahsediliyor. Yine kesin olmamakla beraber, 20. yüzyılın başlarında Endüstri İşçisi’nin hükümet baskısından bu şekilde etkilenmiş olması muhtemeldir.
Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Hareketimizin en güçlü silahlarından biri, uluslararası dayanışmadır. Bilgi, kaynak, araçların paylaşımı ve birbirimizden sürekli haberdar olmanın mücadelelerimize faydalı olacağını düşünüyorum. Bu yüzden Türkiye’de, Kürdistan’da ya da başka yerde bunu okuyan yoldaşları bize birer satır yazmaya, yazı fikirleri ve fotoğraf göndermeye ve iletişimde kalmaya çağırıyorum ki kapitalizme karşı verdiğimiz kavgada beraber çalışmaya devam edelim. Bize [email protected] adresinden yazabilirsiniz. Ve bu röportaja katılma olanağını verdiğiniz için teşekkür ederim!
Wobbly: halk arasında IWW üyeleri için kullanılan isimdir.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 26. sayısında yayımlanmıştır.
The post IWW’nin Sesi: Endüstri İşçisi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Anarşist Yayınlar Dizisi (1): Kuzey Amerika’da Anarşist Yayınlar – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Toplumsal bir hareket olarak anarşizm, ortaya çıktığı ilk günden bu yana meydana çıkardığı yazınsal çabayla da toplumsallaşmaya çalışmış ve bu vesileyle farklı yazınsal deneyimlere girişmiştir. Anarşist hareketin etkili olduğu farklı coğrafyalarda yayınlanan gazeteler ve dergiler aracılığıyla düşünce kendini geliştirmiş, farklı yorumlara kavuşmuştur. Meydan Gazetesi’nin bu sayısıyla beraber giriş yaptığımız anarşizmin yayıncılık tarihini, bölge bölge, yayın yayın inceleyecek, anarşist yayıncılık geleneğini inatla yaşatan yoldaşlarla yaptığımız röportajlara yer vereceğiz.
İlk bölümde, 1 Mayıs’ta Haymarket’te devletin katlettiği yoldaşlarımızın mücadelesinden süzülen metinleri inceleyebilmek adına, bu ay Kuzey Amerika’da çıkan yayınlara öncelik verdik. İlk bölümde Mother Earth’ten The Blast’a, ABD tarihinde ön plana çıkmış süreli yayınlara yer verirken, bir sonraki bölümde yine ABD’deki anarşist hareketin tarihiyle özdeşleşmiş IWW’nin (International Workers of the World) yayın organı olan International Worker gazetesi editörlerinden Diane Krauthamer’le yaptığımız röportajı sizlerle paylaştık.
The Alarm
Haymarket’te devlet tarafından katledilene kadar, editörlüğünü Albert Parsons’un yaptığı gazetenin ilk sayısı, 1884’ün Ekim ayında, Amerika’nın Chicago kentinde yayınlandı. Gazete “Kara Enternasyonal” olarak bilinen, Haymarket’te katledilen yoldaşların da bir parçası olduğu The International Working People’s Association (IWPA) isimli örgütlenmenin sözcülüğünü yapıyordu. Dört sayfa yayınlanan ve sürekli devlet baskısıyla mücadele eden gazete, 15.000 tiraja kadar ulaştı. The Alarm, yayında kaldığı süre boyunca kendini zor finanse ediyordu. Albert Parsons ve üç yoldaşı idam edildikten bir sene sonra, gazetenin yazarlarından Dyer D. Lum, Nisan 1888’e kadar ara vermeden gazeteyi yayınlamaya devam etti.
Amerika’nın emekçileri!
Ekmek için mücadele, yaşam için mücadele etmektir. Erkekleri, kadınları ve bin bir zahmetle büyütülen çocukları köleleştiren, onları ezen sisteme ve yardakçılarına ölüm!
The Alarm’dan
Freiheit İngiltere’de sürgündeyken anarşist olan Johann Most ve yoldaşı Wilhelm Hasselmann tarafından yayınlanan Freiheit (Özgürlük), 1879 yılında yayın hayatına başladı. The Alarm gibi Freiheit’da da eylemle propagandanın koyu savunuculuğunu yapıyordu. Gazete ajitatif diliyle, yayınlandığı her yerde, işçileri en çok etkileyen yayınların başında yer aldı. Özgürlük şiarını yükselten her yayında olduğu gibi, Freiheit’ın da sesi sürekli kısılmaya çalışılıyordu. Büroları basılıyor, gazete sürekli kapatılıyordu. Çar II. Alexander’a karşı gerçekleştirilen suikastı öven başyazı nedeniyle, Johann Most on altı ay hapis cezasına çarptırıldı. Most, Amerika’ya sürgün edildiğinde de Freiheit’ı çıkarmaktan vazgeçmedi. 1882 yılından itibaren New York’ta yayınlanmaya başlanan gazete, daha çok Almanya ve Avusturya’dan göç eden işçiler üzerinde etkili oldu. Freiheit, Emma Goldman’ın anarşist olmasında oynadığı rol ile de ABD’deki önemli anarşist yayınlardan biridir. Goldman’ın yoldaşı ve hayat arkadaşı Alexander Berkman’ın işadamı Henry Clay Frick’e düzenlediği suikast girişiminin ardından, Most ve Goldman fikir ayrılığına düşene dek Freiheit gazetesinin yayınlanması için en çok çaba sarf eden isimlerden olmuşlardır. Adeta kendisiyle özdeşleşen gazetenin en büyük emektarı Johann Most öldükten sonra Freiheit’ın da enerjisi tükenmiş, Most’un ölümünden 4 sene sonra, yani 1910 yılında son sayısını yayınlamıştır.
Liberty
Josiah Warren ve Pierre Joseph Proudhon’un fikirlerinden etkilenip kendi anarşizm düşüncesini oluşturan Benjamin Tucker’ın, Ağustos 1881’de yayınlamaya başladığı Liberty, o yıllarda bireyci anarşizmin temel yayın organıydı. Proudhon’un “Özgürlük düzenin anası değil, kızıdır” sözünü logosunun altında barındırmış, kadın özgürlük mücadelesinin önemli isimlerinden Voltairine de Cleyre’i derinden etkileyerek, onun anarşist olmasını sağlamıştır. Liberty gazetesinin eylemle propagandayı eleştiren yönü, onu The Alarm ve Freiheit’dan ayırıyordu. 1907’de Tucker’ın matbaası yanana kadar yayında kalan Liberty, Laurence Labadie’nin 1974’te diriltme çabasıyla “The Revival of Liberty” ismiyle devam ettirilmeye çalışılsa da başarılı olamadı.
Free Society
Henry Addis ve Isaak ailesi tarafından çıkarılan gazete, 1895-97 yılları arasında Free Society, 1897-1904 yılları arasında ise The Firebrand ismiyle yayınlandı. Yoğunluklu olarak anarşist-komünist bir çizgide duran gazetede kadın hakları, özgür aşk gibi meselelerin üzerinde durulan yazılar da yayınlandı. Amerikalı şair Walt Whitman’ın “A Woman Waits For Me” (Bir Kadın Bekliyor Beni) isimli şiirinin gazetede yayınlanması sonucunda Firebrand yasaklandı. Gazetenin emekçilerinden A.J. Pope, Abe Isaak ve Henry Addis tutuklandı. Gazetenin destekçileri arasında Emma Goldman, Voltairine de Cleyre gibi isimler de yer almaktaydı.
Mother Earth
İlk sayısı 1906’nın Mart ayında yayınlanan Mother Earth dergisi, ABD’nin en ünlü anarşist yayınlarından birisiydi. Sıklıkla cinsiyet özgürlüğü, doğum kontrolü konuları üzerine propagandanın yürütüldüğü dergide, anarşist fikirler ve tartışmaların yanı sıra Ibsen, Strinberg, Hauptmann, Thoreau, Nietszche ve Oscar Wilde gibi yazarların tanıtıldığı yazılar da bulunuyordu. Editörlüğünü Alexander Berkman’ın yaptığı Mother Earth; Emma Goldman ve yoldaşları için sadece bir dergiden ibaret değildi. 9 Mayıs 1916’da askere gitmeyi vicdanen reddedenleri bir araya getirmeyi amaçlayan “Zorunlu Askerliğe Karşı Birlik”in temelleri, Mother Earth dergisinin bürosunda atılmıştı. Mother Earth, doyurucu içeriğiyle geniş bir okuyucu kitlesine ulaşmıştı. Bunun sebebi Gorki, Tolstoy gibi edebiyatçıların eserlerinin yanında Magon kardeşlerden Malatesta’ya, Elisée Reclus’tan Rudolf Rocker’a kadar anarşist devrim mücadelesine katkıda bulunmuş birçok yoldaşın dergiye katkıda bulunması olmuştu belki de.
Mother Earth, dergiye emek veren herkes için büyük anlamlar ifade ediyordu kuşkusuz ama Emma Goldman’ın fırtınalı yaşamında yelken oluşuyla, kalbinde ayrı bir yer edinmişti. Ondan “hiçbir anne çocuğunu benim onu emzirdiğim gibi emzirmemiştir” diye bahsediyordu. Mother Earth projesi, Alexander Berkman ve Emma Goldman sınır dışı edilene dek sürdü.
The Blast
Köklerini Mother Earth’ten alan The Blast’ın ilk sayısı, 1916’nın Ocak ayında yayınlandı. Önceden Berkman tarafından “devrimci işçi gazetesi” olarak tasarlanan The Blast, sonradan tamamen anarşist bir karaktere büründü. Haftalık olarak çıkan dergi, belirli bir süre sonra aynı düzenlilikte çıkamadı. Bunda The Blast’ın (her anarşist yayında olduğu gibi) büro baskınlarıyla, yasaklamalarla, yazarlarının tutuklanmasıyla geçen bir serüveni olmasının payı olduğu aşikar. The Blast’ın anarşist teorisinin yanında güncel politikanın önemli konularına dair bilgilendirici içeriği de epey güçlüydü. Derginin kapak çizimlerini çoğunlukla Goldman ve Berkman’ın arkadaşı, karikatürist Robert Minor üstlendi. Alexander Berkman mücadeleci ruhunu ve yetenekli kalemini özellikle doğrudan eylem çağrısı yaptığı metinlerde hissettiriyordu. Bir senede 29 sayı çıkan The Blast, az zamanda çok yol kat etti. Dergi, Haziran 1917’de yayınlanan son sayısıyla okurlarına veda etti.
Harekete geçmenin zamanı geldi. Şimdi bu zaman. Memnuniyetsizliğin soluğu bu geniş ülkenin üzerine ağır ağır çökmüştür. İmalathane ile madene, tarla ile fabrikaya sinmiş bu soluk. Kör bir başkaldırı cadde ve sokaklarda sezdirmeden ilerliyor. Onu umudun kıvılcımı ile ateşlemek, görüşün ışığında tutuşturmak ve soluk bir memnuniyetsizliği bilinçli bir toplumsal eyleme dönüştürmek; işte günümüzün haykıran sorunu budur. Tamamlanması için çağıran yüce görev budur. Çalışalım o zaman; yeniden doğmanın önündeki bütün engeller infilak etsin!
The Blast‘tan
Cronaca Sovversiva
Luigi Galleani’nin Haziran 1903’te ilk sayısını çıkardığı Cronaca Sovversiva, sekiz sayfadan az olmasına rağmen, militan üslubuyla 5000 aboneye kadar ulaşmıştı. Genellikle göçmen İtalyan işçileri arasında etkili olan Cronaca Sovversiva’da, halkın düşmanları olarak nitelendirilen patronlar, grev kırıcılar gibi kişilerin ayrıntılı adresleri yayınlanıyordu.
Cronaca Sovversiva, Galleani ve diğer editör yoldaşlarının tutuklanması sonucunda, Temmuz 1918’de yayın hayatını noktaladı.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 26. sayısında yayımlanmıştır.
The post Anarşist Yayınlar Dizisi (1): Kuzey Amerika’da Anarşist Yayınlar – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Kadınlar Mücadeleye Çağırıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Dünyanın bir ucundan bir ucuna ezilen kadın, dünyanın bir ucundan bir ucuna direnen kadın, dünyanın bir ucundan bir ucuna dayanışmayı yükseltecek olan kadın. Meydan Gazetesi olarak, dünyadaki ve coğrafyamızdaki anarşist örgütlerden kadınların, kadın mücadelesi ve 8 Mart Dünya Kadınlar Günü üzerine yazdıkları ve bizlerle paylaştıkları dayanışma mesajlarını, biz de sizlerle paylaşıyoruz.
Kadın Mücadelesine Her Zamankinden Fazla İhtiyacımız Var – Black Rose Anarşist Federasyon – ABD
Ataerki kadınları (ve erkekleri) yiyen bir canavardır. Ataerkinin çirkin yüzü, Özgecan Aslan’ın vahşice katledilmesiyle ortaya çıktı. Canavarın yüzüne attığı çizikler, ona karşı savaşının vasiyetiydi. Bu canavarı başka yerlerde de bulabiliriz: “Çok şişman” olduğu söylenerek aşağılanan genç kızın yüzünde ya da işinden eve dönüş yolunda bir trans kız kardeşe çalınan ıslıklar. Bugün kadınların mücadelesine her zamankinden fazla ihtiyacımız var çünkü hayatta kalmak için tek seçeneğimiz bu. New York Black Rose’da, toplumumuzda ve günlük hayatımızda ataerkiyi yok etmeye odaklanan, MUJERES adıyla bir anarşist kadınlar kolektifi örgütlüyoruz. Yakında bedenlerimizi ve sokaklardaki güvenliğimizi güçlendirecek birçok kampanya başlatacağız. İstanbul’daki “Anarşist Kadınlar” bize derinden ilham verdi.
New York, ABD’den dayanışmayla….
Özgecan Aslan, Yaşıyor!
Bizleri tahakkümü altına alarak yok etmek isteyen iktidarın tüm biçimlerini reddediyoruz – MAKİ’li Kadınlar – Antalya
Sadece kadın olarak doğduğumuz için çalınıyor yaşamlarımız.
Evde baba, abi baskısı; okulda taciz kaygısı; sokakta tecavüz ve katledilme korkusuyla gasp edilmek isteniyor bedenimiz, kimliğimiz. Yalnız başına otobüse bindiği için katledilen Özgecan; sevgilisinin arabasına binmeyi reddettiği için saçlarından sürüklenen ve katledilen Hüsne; kocası tarafından doğranıp çöp kutusuna atılan Kübra; sevgilisinin evine gittiği için “ölmeyi hak ettiği” iddia edilen Münevver ve katledilen nice kadın isyanımızdır.
Bizler, MAKİ’li Kadınlar olarak, kadını bir meta haline getirerek tüketen kapitalizmi; kadını katleden erkeği koruyan, kadın katliamını aklayan devleti; yaşamın her alanında bizleri tahakkümü altına alarak yok etmek isteyen iktidarın tüm biçimlerini reddediyoruz.
Zapatistaların özgür komünlerinden, Brezilya’nın topraksız kadınlarından, Kobane’nin itaatsiz kadınlarından ve direnen nice kadından alıyoruz yeni bir yaşama olan inancımızı. Bizleri görünmez kılarak toplumsal yaşamdan silmek isteyen, katlederek yok etmek isteyen tüm iktidarlara karşı kolektif paylaşımlarımızı büyütüyor ve inancımızı örüyoruz.
Hayatlarımız çalınmadan hayallerimizi buluşturuyor, dayanışmayla isyanımızı büyütüyor ve özgürleşiyoruz.
Kadınların Mücadelesi, Devleti Son Zerresine Kadar Yok Etmektir – İşçi Dayanışma Hareketi’nden (WSM) Kadınlar – İrlanda
Anarşist hareket, iktidarın yıkılması ve herkesin tamamen özgürleşmesi için çabalar; bu da ancak kadınların mücadelesiyle gerçekleşebilir.
Toplumdaki tüm kadınlar bir grup muktedirin bir başkasıyla değişmesini istemeyecek kadar uzun süredir baskı altındadırlar. Erkek egemen sistem, erkeklerin kadınlar üstünde biyolojik üstünlüğünü iddia ederek ve bu iddia aracılığıyla toplumdaki elit kesimin diğerleri üzerindeki üstünlüğünü haklı göstererek toplumdaki hiyerarşiyi desteklemektedir.
Kadınların mücadelesi sistemden tamamen silkelenip kurtulmak, erkek egemenliğini, iktidarı ve böylece devletin kendisini son zerresine kadar yok etmektir. Toplumda bütünsel ve radikal bir değişime ihtiyacımız var; bu sadece kesişen pratiklerle olabilir, bu pratiklerin örgütlenme ve direniş biçimleri hepimizin sömürü ve baskıya farklı şekillerde maruz kaldığımızı ancak hepimizin ortak amacının eşit bir toplum yaratmak olduğunu gösterecektir.
Tüm İktidarları, Baskı Unsurlarını Ezip Geçene Kadar Birinin Mücadelesi Hepimizin Mücadelesidir – FAQ Kolektifi – Kıbrıs
Kıbrıs’taki FAQ Kolektifi (feminist, anarşist, kuir) olarak farklı etnik kökenden, milletlerden, renklerden, sınıflardan, cinsel eğilimlerden ve farklı kültürel arka planlardan gelen kadınların; birçok farklı şekilde tahakküm altına alındığını biliyoruz. Bu bakış açısıyla biz pek çok gerçekliğin, ezilme katmanlarının ve içinde yaşadığımız ataerkil toplum içinde verilen kadın mücadelesinin içine derinlemesine girebiliyoruz.
Biz, cinsiyetçiliğe dayalı şiddete bağlı olan cinsel kimliklerin yükselişine cevap vermek adına, kadın mücadelesinin gerekli olduğunu düşünüyoruz.
Ataerki, kapitalizm ve devlet gibi sosyal, ekonomik ve politik kurumların insanları nasıl ezdiğini; ırkçılığı, sınıfçılığı, cinsiyetçiliği ve kadın düşmanlığını tekrar ürettiğini biliyoruz. Buna karşı, kolektif yaşam, öz yönetim ve dayanışma gibi ilkelerle, anarşist ilişki biçimlerini bugünden deneyimliyoruz.
Bizler, farklı coğrafyalarda, farklı biçimlerde yaşanan baskının, şiddetin ve kadın cinayetlerinin, aynı toplumsal cinsiyet rollerinden kaynaklandığının farkındayız. Bu yüzden de tüm iktidarları baskı unsurlarını ezip geçene kadar, her bir mücadeleyi kendi mücadelemiz biliyoruz.
Özgürlük, Kadının Özgürleşmesinden Bağımsız Gerçekleşemez – TAÇANKA’lı Kadınlar – Ankara
Kadın mücadelesine ihtiyacımız var çünkü;
– Bizler, ezilenlerle mücadele diye haykırırken biliyoruz ki ezilenin ezileni olan KADIN. Mesela patronun altında ezilen işçi, işçinin altında ezilen KADIN.
– Devrimci mücadelede yıllarca arka plana itilen KADIN.
– Ev içi emeği göz ardı edilen KADIN.
– Tek görevi “karılık” yapmak, ev temizlemek, çocuk bakmak olarak görülen yine KADIN.
– Üstüne başına, hareketlerine, bakışına dikkat etmesi gerektiği düşünülen KADIN.
– Dikkat etmediğinde tacizi, tecavüzü hak ettiği iddia edilen KADIN.
– Erkek devletin, patriyarkal kapitalizmin, dinin tahakkümüne, baskısına, otoritesine en çok maruz kalan KADIN.
KADIN! KADIN! KADIN! KADIN!
Bu yüzden özgürlük, kadının özgürleşmesinden bağımsız gerçekleşemez.
Kadın mücadelesinin asıl öznesi olarak biz kadınlar iddia ediyoruz ki,
“ÖZGÜRLÜK SAVAŞAN KADINLARLA GELECEK!”
Kadın hareketi yeniden güçleniyor – La Alzada – Şili
Kadınların ataerkiye karşı mücadelesi, sadece başımıza bela olan ahlaki muhafazakarlıkla yüzleşmek için değil; iktidar ilişkilerini ve iktidar sistemlerini anlayıp aşmak açısından da yaşamsaldır. Kadın hareketi yeniden güçleniyor, diktatörler ve neoliberal hükümetlerin dayattığı korku ve ataleti atarak sokaklara çıkmaya başlıyor. Bu yüzden, özgürlükçü bir örgüt olarak La Alzada, sendikal mücadele ve gençlik mücadelesinde, kadın mücadelesinin ve kadın örgütlerinin güçlenmesi için, öncelikle kadınların ayaklanmasının gerektiğini savunuyoruz.
*Gazetemizin 22. sayısında “Dünya Anarşistlerinden Kobanê Dayanışması” başlıklı yazıya bir illüstrasyon çizen Molly Crabapple, bu sayımızda da “Katledilen Kadınlar İsyanımızdır” başlıklı bir illüstrasyon çizerek gazetemizle dayanışma gösterdi. Crabapple’ın çizdiği illüstrasyonu farklı anarşist kadın örgütlenmelerinin dayanışma mesajını yayınladığımız bu yazıda paylaşıyoruz.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 25. sayısında yayımlanmıştır.
The post Kadınlar Mücadeleye Çağırıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>