The post Kerem’e Atfedilen Anarşist/Queer/Vegan Günü Kadıköy’de Mehmet Ayvalıtaş’ta Yapıldı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Anarşist grupların, kolektiflerin ve bireylerin biraraya geldiği “Anarşist/queer/vegan günü” etkinliği Kadıköy Mehmet Ayvalıtaş Parkı’ında gerçekleşti.
3 Nisan günü yaşamını yitiren Kerem Kamil Koç’a atfedilen etkinlikte, öğlen saatlerinden itibaren Mehmet Ayvalıtaş Parkı’nın çevresine anarşist grupların pankartları asıldı. 8 saat boyunca çok sayıda atölyenin gerçekleştiği etkinlikte çeşitli fanzin, dergi, gazete gibi anarşist yayınlar dağıtıldı ve takas pazarı açıldı. Patika Ekoloji Kolektifi, Yeryüzüne Özgürlük Derneği, Bombalara Karşı Sofralar ve İzmir’den Anarşist Komünist İnisiyatif’in de katıldığı etkinlikte birçok atölye çalışması gerçekleştirildi.
Bu haber Meydan Gazetesi’nin 26. sayısında yayımlanmıştır.
The post Kerem’e Atfedilen Anarşist/Queer/Vegan Günü Kadıköy’de Mehmet Ayvalıtaş’ta Yapıldı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Ferguson’da Her Yerde Bütün Polisler Katildir appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>9 Ağustos günü ABD’nin Ferguson şehrinde, siyahi bir genç, silahsız olduğu halde ve insanların gözü önünde polis kurşunuyla katledildi. Ferguson’da başlayan protestolar on gün süren bir isyana dönüştü ve ABD’nin bir çok yerine yayıldı. Bölgede isyana katılan anarşist örgütten Scott ile yaptığımız röportajı yayınlıyoruz. Bölgedeki yoldaşların diğer yazıları için http://antistatestl.noblogs.org/ ‘a bakabilirsiniz.
Meydan: St. Louis ve Ferguson’da polis şiddeti genel olarak hangi düzeyde? Son zamanlarda bir artış oldu mu?
Scott: Polis şiddeti burada ABD’deki birçok yerden daha fazla, ama herhangi bir orta-batı şehrinde durum farklı değil. Hayır, arttığını düşünmüyorum. Bence buna karşı tahammülsüzlük arttı. ABD’deki birçok yerde olduğu gibi, siyahileri taciz ederek, suçlu duruma düşürerek, katlederek, cezaevlerine hapsederek ya da belli mahallelerden sürekli uzak tutarak “hadlerini” bildirmek için ciddi bir çaba var.
Polis her yerde bir işgalci güç olarak var ve St. Louis’in siyahi gettolarında durum farklı değil. Polis orada sınıflı topluma karşı yaratılacak herhangi bir hareketi bastırmak için duruyor ve bunun bir parçası olarak ırklar arasındaki yapay ayrımları dayatıyor. Beyazların bölgesinde bir siyah olmak şüphelidir ve sizi durdurup sizinle bayağı uğraşırlar. Siyahların mahallesinde beyazsanız sizi durdururlar ve tehlikeli mahallede olduğunuz için azarlanırsınız. O mahallede yaşadığınızı söylediğinizde polis çoğu zaman “buralar beyazlar için tehlikeli” derler. Ne zaman siyahi biri bu uyarılara karşı gelse bir sürü polis bölgeye gönderilir.
Obama yönetimi iktidara geldikten sonra devlet politikasında bir değişim oldu mu? Başkanın rengi, Mike Brown’un katledilmesi karşısındaki davranışları etkiledi mi?
Tabii ki: Obama’nın seçilmesi birçok insan için tarihi bir andı, ama sadece renk-körlüğü ve demokrasi yalanını güçlendirmeye yaradı.
Bazı insanlarda seslerinin gittikçe daha çok duyulacağı ve politik sistem dahilinde çalışmanın daha mümkün olduğu algısı var. İsyanlar ve yağmalar sırasında bu tip insanlar sükunet çağrısı yapıyor ve sistemden umudu kesmememizi söylüyorlar, işyeri yağmalarını istemiyorlar. Ortalığı karıştıranların kökünü kazımak için polisle işbirliği yapıyorlardı. İsyanın bitmesini istiyorlardı çünkü normal, saygın, politik anlayışa sığmıyordu. Adalet sisteminin her ırktan insana hizmet edeceğine gerçekten inanıyorlar ve bu bence kısmen Obama yüzünden böyle.
Elbette gerçek şu ki, hala güce sahip olanlar ve olmayanlar var—ve gücü yeni elde edenler ümitsizce durumu değiştirmeye çalışıyor, ya da delicesine görmezden geliyor ve bilerek bu gerçeği gizliyor. Obama’yı iyiye doğru bir adım olarak görenler var, ama bizim gibi, ırkı ne olursa olsun, hayatları değişmediği için politik sisteme baştan beri inanmayan birçok insan var.
İsyanla birlikte toplumsal algıda değişimler oldu mu? İsyandan sonra (özellikle anti-kapitalist ve devlet karşıtı) toplumsal hareketler arttı mı?
Açıkça anti-kapitalist ya da devlet karşıtı hareketler olmadı. İsyanın içindeki birçok kişi eylemleri ve sözleriyle, çoğu zaman doğası gereği bu tavrı gösterdi. Polisle yüzleşmek, bulvarı dönüştürerek özgürleştirilmiş bir bölge yaratmak gibi.
Özel mülkiyete ya da polise saygı duyulmayacağını ve birlikte yaptıklarında bundan zarar görmeyeceklerini öğrenen birçok insan olduğunu düşünüyorum, ya da umuyorum. Umarım isyan, insanlara daha çok işgal, polisle ve onun tarafındakilerle daha çok kavga ile onları ezen düzeni yıkma cesaretini verir.
İsyana sürükleyen öfkeyi, ekonomik ve sınıf çelişkilerine bağlayabilir miyiz?
İdari para cezaları ve fiziksel cezalar (yenilenmemiş trafik sigortası, aşırı hız, bozuk sinyal lambası, vs.), stratejik ve ırkçı biçimde kullanılıyor ve bence bunun öfkeye katkısı büyük. Irkçı polislerin bireysel olarak siyahileri trafikte durdurması yüksek bir olasılıktır. Çoğu insan cezaları ödemekte zorlanıyor ve arama emri çıkartılıyor. St. Louis içinde 80 tane kasaba var ve çoğunun kendi polis gücü var. Dolayısıyla bir kişinin bölgede birbirinden bağımsız birçok tutuklama emri olabilir. Birisi yakalandığında, bir cezaevinde yatar, diğer transfer edilir, sonra bir başkasına ve böyle sürüp gider. İnsanların hayatları paramparça oluyor: İçeride kaldıkça iş bulamıyor, kirayı ya da temel ihtiyaçlarını karşılayamıyor, çocuklarına bakamıyor, vb. Böylece bir yandan güçsüzlük algısı, diğer yandan öfke birikiyor. Tüm bunlar, polis cinayeti, cevap olarak isyana dönüşen protestolar, hepsi anlaşılabiliyor. Hayret verici olan tek şey, bunun neden daha sık olmadığı.
Anladığımız kadarıyla bu tip polis cinayetleri ABD’de neredeyse olağan. Bu durumda Mike Brown’un öldürülmesi neden isyana sürükledi?
Söylemesi zor. İsyanın basit bir formülü yok. İsyanı ateşleyen şey Ferguson polisinin cinayeti ele alış biçimi olabilir. Belki de halkın Brown’u hevesli bir genç—üniversiteye gidip büyük işler yapacak biri— olarak görmesi, polisi kışkırtıp layığını bulan bir suçlu olarak görmemesi yüzündendir. Brown’un katledildiği mahallenin birbirine sıkı bağlı olması, birçok insanın birbirini tanıması ve bu yüzden öfkeyi beraber hissedebilmesi yüzünden de olmuş olabilir. Bir sürü insan vurulduğunu bizzat gördü. Cansız bedeni dört saat boyunca sokakta bırakıldığı için etrafında büyük bir kalabalık toplandı.
Anarşistler isyana hangi seviyede katıldı? İsyanın karakterini nasıl etkilediniz?
Anarşistler oradaydı, ama çoğumuz anarşist kimliğimizle orada değildik. Bayraklarımız yoktu. Bildiri dağıtmadık. Bazılarımız olaylar çerçevesinde sokaklarda grafiti yaptı. Bazılarımızın çatışma deneyimi daha fazlaydı ve bu becerilerimizin, biber gazına ve plastik mermilere karşı koyarken diğerlerine de faydalı olabileceğini düşündük. İlk başlarda çeşitli nedenlerle bu yaklaşıma karar verildi.
Oradaki birçok insanın polise olan öfkesi ve kini bizimki ile örtüşüyordu, hatta çoğu kez bizi aşıyordu. Anarşistler, liderlik derdindeki diğer bazı devrimci grupların aksine etkin bir şekilde polisle çatıştı, yağmaya, vb. yasadışı eylemlere katıldılar. Anarşistler ön saflarda etkin olan insanlarla buluşup onların yanında kavgaya girdiler ve onları sadece piyon olarak görmediler. Bu işe yaradı çünkü ırksal farklılıklar biraz olsun kalktı ve birçok insan için polis (beyaz ya da siyah) ortak düşman haline geldi.
Anarşistler insanların etkin bir şekilde yüzlerini polis ve medyanın dikizleyen gözlerinden saklamalarını sağladı ve bence böyle bir etkimiz olmuş olabilir çünkü bazı geceler bir çok insanın yüzü maskeliydi. Anarşistler ayrıca, önlem olarak (polisin tüm kayıtlarını izlediği) medyanın yasadışı faaliyetleri kaydetmesini engelledi. Medya çoğu zaman kulak asmadığı için daha ciddi önlemler alındı. Anlatılanlara göre anarşist olmayan bir yağmacı, bir yoldaşın yardımına koşup, çekimi durdurmayan kameramana bıçak çekmiş.
Kalabalığı kendi tarafına çekmeye çalışan bir avuç politik grup vardı ve çok ayrıcalıklı ve yabancılaşmış bir haldeydiler. Kalabalığın büyük kısmı, liderlik talep edenleri dinlemek istemiyordu. Yeni Kara Panter Partisi, Siyahi Mücadele Örgütü, Örgütlü Reform ve Güçlendirme için Missouri’liler, İslam Milleti, Scientology Kilisesi, Devrimci Komünist Parti, seçilmiş idareciler, vb., hepsi kitleleri yönlendirmek istiyordu: bazıları açıkça, bazıları daha gizliden. Karşıt gruplar, kalabalık onlarla ilgilenmezken kendi aralarında megafonlarıyla tartışmaya girerek birçok kez komik ve gereksiz görüntüler oluşturdular. Bu maskaraya anarşistler olarak dahil olmamız için hiçbir neden yoktu. Bu isyana aktif katılımcılar olarak girmek, insanlarla tanışmak ve beraber direnmeyi öğrenmek daha iyiydi.
İftira söz konusu olunca en çok anarşistler hedef olurlar. İktidarı istemediğimiz ve direnişlere liderlik etmek istemediğimiz için, iktidar isteyenler, başaramadıklarında bizi suçlarlar. İsyan sırasında diğer politik gruplar genelde bize iftira attılar çünkü kendi programları kitleler tarafından duyulmuyordu. Bazıları şüpheli anarşistlerin fotoğraflarını internette yayınlayacak kadar ileri gittiler. İsyan ve kontrol edilemeyen kalabalıklar için bizi suçladılar, sanki politik olmayan siyahi insanlar anarşistler olmadan kendilerini koruyamazmış ya da onları çevreleyen sistemi deviremezlermiş gibi. İşin garibi fotoğraflardaki şüphelilerin çoğu anarşist değil, RCP’li komünistlerdi.
Sizce isyan sırasında kalıcı ilişkiler kuruldu mu?
Daha çok yapmadığım için üzüldüğüm tek şey bu: yeni ilişkiler kurmak, ama belki de tamamen bizim hatamız değildir. İnsanlarla beraber militanca çatışmak garip bir şey ve bir kaç gün sonra bu isyan durumu ortadan kalkıyor. Bütün bu güzel, isyankar insanlar nereye gitti diye merakla bakınıyorsunuz. Olayın sıcaklığı içinde sokaklardakilerle anında arkadaş olduk. Mucizevi biçimde birbirimizin arkasını kolladık. Karşı koyarken günlük hayattan bahsettik, birbirimizi korumak için yollar düşündük. O kadar çok şey, o kadar coşku ve şimdi bir sessizlik var.
Orada birlikte çatıştığımız çoğu insan kolayca ulaşılabilir değiller. Ya çalışıyorlar, ya da yaşamak için suç işliyorlar, aile geçindiriyorlar.
Eklemek istediğiniz ya da Meydan okurlarıyla paylaşmak istediğiniz başka bir şey var mı?
Bu röportaj çoğunlukla tek kişinin cevaplarıyla oluştu. Bu yüzden Ferguson’daki olaylarla ilgili kapsamlı bir perspektif veremez. Ferguson’da hiçbir zaman duyulmayacak bir sürü deneyim ve perspektif oluştu. Lütfen bunu dikkate alın çünkü bu deneyim hala sindiriliyor ve işleniyor. Ve bitmedi. Eğer mahkeme katilleri suçlu bulmazsa tekrar başlayabilir, hatta bu sefer daha yoğun bir şekilde.
Bu söyleşi Meydan Gazetesi’nin 21. sayısında yayımlanmıştır.
The post Ferguson’da Her Yerde Bütün Polisler Katildir appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Benlerden Biz Olmak” – Didem Erbak appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Anarşistler her koşulda her zaman örgütlü olmuşlardır
“Ben”i önemseyerek “biz” olma çabasındaki anarşizmin örgüt ve örgütlülük gibi kavramlarla olan ilişkisini anlamak için, yaklaşık iki yüz yıllık anarşizm tarihini incelemeliyiz. Bu incelemede göreceğiz ki anarşistler her koşulda örgütlü olmuşlardır. Anarşizm ezen ezilen çelişkisinde diğer -izm’ler ile en belirgin farklılığını, iktidar kavramına yaklaşımında belirginleştirmiştir.
İktidarsız ilişkiler özgürlüğün garantisidir
Anarşistler “iktidarı” yıkılması gereken bir kavram olarak tanımlarken, yaratılacak iktidarsız ilişkilerin özgürlüğün garantisi olduğunu savunurlar. Sosyalistlerse toplumu dönüştürebilmek için “iktidarı” kazanılması gereken bir araç olarak tanımlar ve iktidarı kazanmayı savunurlar. -Belirtmeliyim ki araç, her denemede amaca dönüşmüştür- Anarşistlerin iktidara yaklaşımı şu düşünsel farklılığı netleştirmiştir: Sosyalistler, “Devrim yapmak istiyorsan toplumsal iktidarı kazanır ve toplum içi ilişkilerini belirlersin” anlayışındayken; anarşistler, “Devrim yapmak istiyorsan şimdi, şu anda, toplumsal ilişkilerini dönüştürmeye başlarsın, iktidarı kazanmakla uğraşmaktansa yaşamın yeniden yapılandırılması için uğraşırsın. Böylece parça parça dönüştürdüğün yaşamların etkisiyle bütünü dönüştürürsün” anlayışındadırlar.
Anarşistler için bireyler arası “şimdi” başlayan iktidarsız ilişkilerde, bireyin dönüşümü ve toplumun dönüşümü iç içedir. Fabrikada patronun altında ezilen bir işçinin evinde bir eş, baba ya da anne olarak ezene dönüşmesi toplumsal bir sorunsal olduğu kadar, bireyin dönüşümüyle alakalı bireysel bir sorunsaldır. Bir ezilenin toplumsal ilişkiler içerisinde zaman zaman ezen olabileceğini, ezen ezilen çelişkisinin sadece ekonomik bir çözümlemeyle anlaşılamayacağı açıktır.
İktidarlı toplumlardaki toplum ilişkilerinde bir işçinin, erkek kadın ilişkisi içerisinde bir “erkek” olarak ezenleşmesi, edinilmiş bir gündelik davranış eylemidir. İşçinin bu iktidarlı davranışlarından sıyrılması, bu iktidarlı davranışlarının farkındalığıyla mümkündür. Böylesi bir farkındalık yaşamış olan birey, kendisi gibi farkındalıkları olan diğer bireylerle bu iktidarlı davranışlarını yok ederek, iktidarsız davranışların var edilmesini sağlayabilecektir.
Bireyin ve toplumun dönüşümü
Farkındalıklarımız ve kendimiz gibi olan diğer bireylerle kuracağımız bu “devrimci etkileşim” içerisinde, güçlenecek bir toplumsal ilişki biçimini yaratabiliriz. Bu dönüşüm, hem işçinin bireysel dönüşümü hem de içinde bulunduğu toplumsal ilişkilerin dönüşümü olacaktır. Ekonomik açıdan her daim ezilen olan bir bireyle her daim bir ezen olacak bireyi eşitleyemeyiz. Bu eşitsizlikte, bazı ender deneyimlerde patronun da çeşitli farkındalıklar yaşayarak dönüştüğü deneyimlenmiş olsa da bunun genelleşebileceğine inanamayız. İktidarın baskısıyla dönüşmek zorunda kalan bireydense, farkındalıklar ve etkileşimler sonrasında kendi iradesiyle dönüşen bireyin toplumu dönüştürmesini savunmuştur hep anarşistler. Bu, toplumsal bir devrimin olmazsa olmazıdır. Yani anarşizm bireyin kendinde başlarken, toplumsal ilişkilerinde sürer ve hiç bitmez.
Farkındalıkların ve etkileşimin, bireyin ve toplumun dönüşümdeki pozisyonunu anlamalıyız. Toplumsal ilişki, bireyin diğer bireylerle kurduğu ilişki anlamında olsa da her daim bireyin iradesi dahilinde değildir. İktidarlı ilişkilerle bezenmiş toplumlarda birey, içinde kaldığı bu iktidarlı ilişki biçimine uyum sağlamak zorundadır. Toplum içi yaşanan adaletsizliklerin bireyde yaratacağı farkındalıklar ve çevresiyle kuracağı etkileşimler, böylesi bir sistemin yıkılabilmesi için yeterli değildir. Hem bireyin kendisinin dönüşümünde hem de diğer bireyleri dönüştürme çabası içerisinde örgütlenmesi kaçınılmazdır.
İnsan ancak kendi kadar özgür insanların arasında özgürdür
İktidarsızlığımız –anarşistliğimiz- üzerimizdeki iktidarın baskısına karşı koymakla başlamaz. Bir başkası üzerinde baskı kurmamamızla başlar. Bireysel dönüşümümüzün sağlamasını, ancak ve ancak bir başkasıyla kurduğumuz ilişkide yapabiliriz. -Burada bir “başka”nın kapsamını açmalıyım, birey toplum ilişkisini parça ve parça, parça ve bütün ilişkisi çapında tartışırsak insanın diğer canlılar ve varlıklarla kurduğu ilişkide de bu şablonu bulabiliriz. Bu açının paralelinde, tüm canlı ve varlıkların da birer “başka” olduğunu düşünebiliriz.- Yani birey, yapısı gereği diğer bireylerle ilişki kurar ve bu ilişki, biz anarşistlerin çözümlemesi gereken şeydir. Ve anarşizm de bu ilişkinin kendisiyle uğraşır. Birbirimizi dönüştürebileceğimiz kaçınılmaz fırsat, kendimiz gibi olanlarla kurduğumuz ilişkilerdir. -İnsan ancak kendi kadar özgür insanların arasında özgürdür- Kendimiz gibi olanlarla kuracağımız ilişkinin kaçınılmaz fırsatından faydalanmalıyız.
Günümüzdeki bir anarşist anlayış olan “örgüt, örgütlenme eleştirisi ve örgütsüzlük savunusu”, olumsuz örgütlenme deneyimlerinin neden olduğu bir sonuçtur. Bu olumsuz deneyimlerin, iktidar kavramıyla ve iktidar davranışlarıyla bir sıkıntısı olmayan sosyalist deneyimler olması da dikkat çekicidir. Bu olumsuz örgütlenme deneyimlerinin olumsuzluk kaynağını, daha ayrıntılı incelemeliyiz. Başlangıçta bu olumsuzlukların sadece sosyalist örgütlerde yaşanıyor gibi tanımlanıyor olmasının da yanlış olduğunu söylemeliyim. Doğrusu, iktidarın kendisi ve iktidarlı davranışlarla sıkıntısı olmayan tüm örgütlenmeler için bu olumsuzluklar kaçınılmazdır. İktidarı olağan kabullenmek, özünde sorunlu bir anlayıştır. Bu anlayış ilk insandan bu yana, insanın insanla, diğer tüm canlı ve varlıklarla kurduğu ilişkilerin iktidarlı olduğu savını savunur. Yaşamın uyumunu görmezden gelirken, yaşamın içinde rekabet ve bencilliği bulmaya çabalar. Bu çaba, iktidarın davranışlarını normalleştirme çabasıdır. İktidar davranışı ise merkezi, otoriter, statülü ve hiyerarşik olmak zorundadır. Merkezi bir örgütlenmede, merkez konumundaki üst statülü bireylerin aldığı kararın tartışmasız bir şekilde hiyerarşik olarak daha alt statüdeki ve hatta statüsüz bireylerce uygulanıyor olması saçmalığının anormalliğidir.
Birçok kişinin sorumluluğunu kendi iradesinde bulunduran üst statülü bireyin bireyliğinden ve alınan kararı tartışmasız uygulayan alt statülü ve statüsüz bireylerin bireyliğinden aynı şekilde bahsedebilir miyiz? Bu ve benzeri ve daha farklı birçok uygulamayla bireyin yadsındığı aşikârdır. Ancak burada anlaşılmaz olan, iktidarsız ilişkileri savunan anarşistlerin örgütlenmenin karşısına koydukları olumsuz savların, iktidarlı örgütlerin deneyimlerinden üretilmesi talihsizliğidir. Bu talihsizliğin bir yanılgı olduğu da oldukça açıktır.
Anarşistlerin iki yüz yıllık tarihi boyunca sayısız örgütlenme yaratmış olduğu bilindiğinde ve yarattığı bazı örgütlenmelerin yüz yıla yakındır sürdürülüp örgütlü bir şekilde toplumsallaştığı düşünüldüğünde, günümüz yeni anlayışının büyük bir tarihsel bilgisizlikten oluştuğu söylenebilir. İki yüz yıllık tarih çok fazla kitap sayfası demekse ve okunmuyorsa, “günümüzdeki anarşist örgütlenmeler” başlığında çok da detaya inmeden genel bir araştırma yapılarak yüzlerce anarşist örgüte ulaşılabileceği de söylenebilir.
Anarşistler, bireyin yadsınmadığı ilişkilerle dolu yüzlerce örgütlenme kurmuş ve kurmaktadırlar. Çeşitli birçok yöntem deneyen anarşist örgütler, iktidarlı örgütlerin merkezi, otoriter, statülü, hiyerarşik modeline karşın; merkezsiz, bütünün parçaları yönettiği değil her parçanın kendini yönettiği ama parçaların oluşturduğu bir bütünün gücüyle, anti-otoriter, herhangi bir statü oluşturmaksızın gönüllü-geçici inisiyatiflerin üst-alt hiyerarşisi olmaksızın ve bireyin sonsuz söz söyleyebileceği forumlarla kurulu örgütler kurmuşlardır.
Çünkü ezen ezilen ilişkisinde bir ezilen olarak yalnızca bu ezilmişlikten ve sadece kendisini kurtarmak istemeyen bireylerdir anarşistler. Şunu bilirler; bu kurtuluş, toplumsal bir kurtuluş olmalıdır. Bu sebeple, her yerde, her zaman iktidarın adaletsizliklerine karşı koymuş ve tüm karşı koyanlarla birlikte örgütlenmişlerdir. Ve örgütlü mücadelelerinden asla vazgeçmemişlerdir.
Örgütsel ilişkiler, biz anarşistlerin kendimizi gerçekleştirebileceği tek olanaktır. İktidarların ezilenleri, kolay yönetilecek ve bireyliğini bulamamış birer “egoya” dönüştürmek istemesi ne kadar olağansa, biz anarşistlerin de hiçbir iktidar tarafından yönetilmeyecek örgütlü bireylere dönüşmek istememiz bir o kadar olağandır. Ve anarşist bir birey olmak istiyorsak bunu kapitalizmin keşmekeş yalnızlığında aramamalıyız. Çünkü bireyliğimizi, benlerden biz olan anarşizmin kalabalığında bulacağız.
Didem Erbak
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 13. sayısında yayımlanmıştır.
The post “Benlerden Biz Olmak” – Didem Erbak appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>