The post ” Akdeniz Anarşist Toplantısı ve Ankara Değerlendirmesi” – Alp Temiz appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Şubat 2015’te başlayan (IFA) Uluslararası Anarşist Federasyonları tarafından da desteklenen uluslararası anarşist dayanışma kampanyası “3 Gefires” (3 Köprü) projesi, 9-18 Ekim arasında Yunanistan’ın farklı şehirlerinde düzenlenen bir dizi etkinlik ile sona erdi.
Yunanistan’ın çeşitli kentlerinde mücadele veren anarşist örgütlenmelerin birbirleriyle uyumlu; ortak ya da bağımsız olarak yürüttükleri eylemlikler şu üç başlık altında örgütleniyordu:
Güney Avrupa’da dayanışma köprüsü
Doğu Akdeniz yayında dayanışma köprüsü
Balkanlar’da dayanışma köprüsü
Bu köprüler aracılığıyla proje yürütücüsü örgütlenmeler proje başlangıcından itibaren dünyanın pek çok farklı bölgesindeki anarşist örgütlenme ve federasyonla iletişime geçmişlerdi.
Devrimci Anarşist Faaliyet’i temsilen katıldığımız CRIFA (Anarşist Federasyonlar Uluslararası İlişkiler Komisyonu) son toplantısına katılan “Liberter Komünistler Grubu” içinde bulundukları projeyi detaylarıyla açıklamış ve DAF’ın da dayanışma göstermesini istemişti.
Akdeniz Anarşist Toplantısı
Atina, Selanik, Patra, Larissa, Heraklio, Rethimno ve Hanya kentlerinde toplamda 10 gün süren eylemler, açık ve kapalı toplantılar, sunumlar, kitap fuarı, kolektif yemekler ve konserler gerçekleştirildi.
9 Ekim günü Atina Ekonomi Üniversitesi’nde gerçekleştirilen Balkan Yarımadası’nda Uluslararası Dayanışma başlıklı etkinlikte devletlerin milliyetçilik politikaları ve toplumsal yansımaları tartışıldı. Panel ve tartışmaların ardından 17 Kasım direnişinin mekanı olan Politeknik bahçesinde, anarşist tutsaklarla dayanışma konseri düzenlendi.
10 Ekim günü Atina Manastır Meydanı’nda savaşa, milliyetçiliğe ve faşizme karşı bildiri dağıtımı gerçekleşti. Bu esnada Ankara Katliamı’na ilişkin gelen haberler doğrultusunda Yunanistan Parlementosu önündeki Syntagma Meydanı’na eylem çağrısı yapıldı. Syntagma Meydanı’nda başlayan yürüyüş TC Büyükelçiliği önünde son buldu. Yürüyüşte Yunanca ve Türkçe “Unutulamaz Affedilemez” yazılı DAF imzalı pankart taşındı. Gerçekleştirilen protestoların ardından oldukça geç başlayan, “Günümüzde anarşist örgütlenmelerin yapıları ve faaliyet alanları” başlıklı panel gerçekleştirildi. Panelde DAF, CNT, Francophone Anarşist Federasyon, FAI İtalya ve 3 Gefires temsilcisi konuşmacılar kendi örgütlenmelerinin yapısını ve işleyişini anlatarak faaliyet alanlarına değindiler. Sunumların ardından karar alma süreçleri hakkında oldukça verimli tartışmalar gerçekleştirildi.
11 Ekim günü ise Atina’daki son etkinlik olan “Günümüz dünyasına anarşist bakış ve incelemeler” başlıklı panel ve tartışmalar gerçekleştirildi.
11-14 Ekim tarihleri arasında Selanik Aristoteles Üniversitesi fizik bölümünde ve anarşist sosyal merkez SABOT’ta “Balkan Anarşist Toplantısı” kapsamında çeşitli bölgelerden katılımcı grup, örgüt ve federasyonlar bir araya geldi. 12 Ekim günü, Ankara Katliamı’nı protesto etmek için Kamara Meydanından başlayan bir yürüyüş gerçekleştirildi. Yürüyüşte Türkçe ve Yunanca “Unutmak Yok Affetmek Yok” yazılı DAF imzalı pankart taşındı. Binlerce kişi Selanik’teki TC konsolosluğuna yöneldi. Burada polis otobüslerinin tampon tampona yapışarak büyükelçiliği koruma altına aldığı görüldü.
“Antimilitarizm, Antifaşizm, Antinasyonalizm” başlıklı panelde Ioannina’dan “Barefoot Battalion”, Selanik’ten “Ruthless Critique”, Bulgaristan’dan “Antifa Action”, Sırbistan’dan “Antifa Action Nis”, Makedonya’dan “Bitola” gruplarından katılımcılar sunumlar yaptı.
“Sermaye kendi çıkarları için göçmenleri yaratır ve onları kullanır. Balkanlarda dayanışmayı örgütleyelim!” başlıklı panelde ise “No Border Sırbistan”, “No Border Zagreb” ve “No Border Bulgaristan”, Kilkis’ten Otonom Mekan, Selanik’ten No Lager, Lesvos Adası’ndan ise Musaferat grupları konuştu.
“Sosyal direniş ve öz örgütlenme” başlıklı panelde de Romanya’daki “Barınma Hakkı Cephesi” tahliyelere karşı mücadele hakkında deneyim aktardı. Ljubljana “A-infoshop”tan konuşmacılar Slovenya’daki 2013 ayaklanmasını anlattı. Belgrad’dan “Infoshop Furija”, “Koko Lepo” otonom kreş deneyiminden bahsetti. Selanik’teki öz yönetimli VIOME fabrikasından işçiler bilgilendirme yaptılar. Ve son olarak “3 köprü” ittifakından yoldaşlar 2008-2015 sürecindeki sosyal mücadeleleri, seçim kandırmacasını ve öz örgütlülüğü tartıştılar.
14 Ekim günü Heraklio kentinde Ekoloji gündemli bir panel gerçekleştirildi. Evagelismos işgal evi gönüllülerinden bir yoldaşımız petrol boru hatları ve Kıbrıs çevresi kıta sahanlığındaki petrol yataklarının hangi şirketlerce paylaşıldığı, deniz alanlarının nasıl ticarileştirildiği hakkında bir sunum yaptı. Biz de Patika Ekoloji Kolektifi olarak mücadele alanlarımızdan ve deneyimlerimizden bahsettik. Bölgede kurulu olan ve kurulması planlanan rüzgar tribünleri nedeniyle yoğun bir RES karşıtı mücadelelerini aktaran yoldaşlarımız en çok yerellerle kurulan iletişimin öneminden bahsettiler.
15 Ekim günü Rethymno kentinde gündüz saatlerinde Ankara Katliamı’nı protesto yürüyüşü gerçekleştirildi. Yürüyüşte Türkçe ve Yunanca “Unutmak Yok Affetmek Yok” yazılı DAF imzalı pankartın yanı sıra “3 Gefires” den yoldaşlarımız da Türkçe “Bütün Devletler Katildir” yazılı pankart taşıdı. Gerçekleşen eylemin ardından Üniversite Kültür Merkezi’nde “Hareket, örgütlenme ve direniş” başlıklı bir panel gerçekleştirildi. Etkinlikte Rethymno ve Kıbrıs’tan yoldaşlarımız mücadele deneyimlerini aktardılar. Biz de DAF olarak mücadele alanlarımız ve perspektifimiz hakkında kısa bir tanıtım yaptıktan sonra Pirsus ve Kobanê’deki dayanışmanın örgütlenişini konuştuk ve Rojava Devrim sürecini tartıştık.
16-18 Ekim günlerinde Hanya’da Akdeniz Anarşist Toplantısı ve yeni süreçlerin örgütlenmesi hakkında toplantılar gerçekleştirildi. 16 Ekim günü “Savaşa, sınırlara ve Ankara Katliamına Karşı” bir protesto yürüyüşü gerçekleşti.
17 Ekim günü “Kürt Coğrafyasında Demokratik Özerklik” başlıklı bir panel gerçekleştirildi. Demokratik özerklik üzerine çalışmaları bulunan Ercan Ayboğa, demokratik özerklik fikrinin altyapısı ve uygulama alanları hakkında bir konuşma gerçekleştirdi. Ardından DAF adına gerçekleştirdiğim, “Rojava Devrimi ve Kobane Direnişi” başlıklı sunumda; Osmanlı döneminden bugüne Pirsus ve Kobanê’nin ortak geçmişinden başlayarak devletlerin yapay sınırlarıyla parçaladığı bölgenin yapısından bahsettim. 2012 yılından itibaren Rojava Devriminde çeşitli alanlarda ve ölçeklerde gerçekleşen toplumsal dönüşümü özetledim. Kobane Direnişindeki TC ve IŞİD arasındaki organik bağın kanıtlarını ortaya koyarak bu bağın gerekçelerini analiz ettim. Bölgedeki yoğun devlet terörüne karşı yerel halkın özsavunma güçleri ile direnişini ve sınırın her iki tarafındaki dayanışma ilişkisini anlattım. TC, Esad, ÖSO, ABD, Koalisyon Güçleri, Rusya arasındaki anlaşmaları ve pazarlığı, tampon bölge senaryolarını, güncel değişimlerle aktarıp bu eksende bir tartışma zemini oluşturmaya çalıştım. Son olarak da Avukat Deniz Gedik, Nusaybin Ablukasını, son günlerdeki sokağa çıkma yasaklarını anlatarak bölgedeki deneyimlerinden bahsetti. Etkinlik çok sayıda soru ve uzun süreli tartışmalarla son buldu.
18 Ekim günü “Kırım’daki dayanışma ve uluslararası dayanışmanın önemi” başlıklı son panel gerçekleştirildi. Kırım bölgesinde etkinliği giderek artan Neonazilerin ve faşist toplulukların saldırıları ve toplumda yarattığı etkiler konuşuldu.
Ankara Katliamı’nın Dünya Gündemine Etkisi
Atina’ya vardığım ilk gün olan cuma günü akşamında yediğimiz yemekte İtalya Anarşist Federasyonu’ndan Bolonya’lı bir yoldaşımın “Türkiye’deki durum şu anda nasıl?” sorusuna verdiğim, vermek zorunda kaldığım cevap ertesi günkü felaketin kehaneti gibiydi: “Seçim dönemi Türkiye’de sadece sandıktan ve oylardan ibaret değil, geçtiğimiz seçimde Amed’de bir katliam yaşandı, yine sonrasında Suruç katliamı gerçekleşti. Rusya’nın füzeleri Esad’ı güçlendiriyor. Şu an çok gergin bir ortam var her an bir yerlerde bir bomba patlayabilir…”
10 Ekim öğle saatlerinde bildiri dağıtırken Liberter Komünistler Grubu’ndan bir yoldaşın yüzünde endişeyle yaklaşıp “Ankara’da ne olmuş?” sorusuna “Ne zaman ne olmuş?” diye cevap verdim şaşkınlıkla. Yoldaşın yüz ifadesinin ürkütücülüğüyle bildiri dağıttığımız meydanın köşesindeki kahve dükkanına girdim internet şifresi alabilmek için. Anarşi Haber’de gördüğüm ilk haber “Bu meydan kanlı meydan videosu” idi.
İçinde bulunduğumuz koşulların aktif savaştan başka bir şey olmadığını bir kez daha hissettim. Ama belki de hissettiğim en çirkin duygu da bu durumun olağanlaşmasıydı. Üzüntüm, öfkem, çaresizliğim ile uzakta ve yapayalnızdım. Yalnızlığım uzun sürmedi. Sağolsun yoldaşlar hemen yanıma geldiler, biraz sonra eyleme son verdiler ve Excarhia mahallesine döndük. Hemen akşamına Syntagma’da bir protestoya hazırlandık.
Sonraki günlerde gittiğim Selanik’te, Rethymno’da, Hanya’da tıpkı Atina’daki gibi Yunanistan sokaklarında “Katil Devlet Hesap Verecek”, “Faşizme Karşı Omuz Omuza”, “Bütün Devletler Katildir” sloganları yankılandı. Sadece Türkler ve Kürtler değil Yunanlılar, İtalyanlar, Slovenyalılar, herkes çat pat söyleyebildiği kadar…
Gün geçtikçe daha fazla maruz kaldığımız devlet terörünün dünyanın başka bölgelerindeki yoldaşlarımızca nasıl tepki bulduğunu gördüm. Yoldaşlarımız sadece pankartlarında değil gözlerinde, yüreklerinde de gösteriyorlardı:
DAYANIŞMA SİLAHIMIZDIR!
The post ” Akdeniz Anarşist Toplantısı ve Ankara Değerlendirmesi” – Alp Temiz appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Anarşist Teori ve Pratik Tartışmaları(2) : ” Devrimci Sendikalizm ve Anarşizm” – Errico Malatesta, Pierre Monatte appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Pierre Monatte: Devrimci Sendikalizm
Anarşizm ve sendikalizm arasındaki ortaklığı görmemek için kör olmak gerekir. Her ikisi de toplumsal devrim yoluyla kapitalizmin ve ücretli sistemin kökünü kazımayı istemektedir. Sendikalizm, işçi sınıfı hareketinin yeniden canlanışının bir kanıtı olarak var olmakta ve anarşizm de işçiler arasındaki kökenleri hakkında bir bilinci yeniden canlandırmaktadır. Diğer yandan, anarşistlerin işçi sınıfı hareketini devrimci yola taşımaya ve doğrudan eylem fikrini halka yaymaya olan katkıları hiç de az değildir. Sendikalizm ve anarşizm bu yollar üzerinden birbirinin karşılıklı yararına olacak şekilde bir diğerini etkilediler.
Devrimci sendikalizm fikri Fransa’da, Confédération Générale du Travail’ın(CGT) militanları arasında ortaya çıkıp gelişti. Konfederasyon’un uluslararası işçi sınıfı hareketinde bütünüyle benzersiz bir yeri var. Kendisinin tamamen devrimci olduğunu beyan eden ve hiçbir siyasi partiyle, en gelişmiş olanlarıyla bile, hiçbir bağlılığı olmayan tek örgütlenme odur. Fransa dışında başka birçok memlekette sosyal demokrasi başroldedir. Fransa’da CGT, hem sayısal güç hem de sahip olduğu etkiyle sosyal demokrasiyi, Sosyalist Parti’yi çok geride bırakmış durumdadır. Sadece işçi sınıfını temsil ettiğini ileri sürerek, geçen yıllar içinde kendisine verilen tüm ayrıcalıkları kesinlikle reddeti. Onun gücü otonomidir ve otonom kalmak istemektedir.
CGT’nin bu duruşu, siyasi partilerle temas etmeyi reddetmesi sabrı taşmış düşmanlarının dilinde ona “anarşist” ünvanını kazandırdı. Ancak hiçbir şey bundan daha yanlış olamazdı. Sendikalardan ve emekçi sendikalarından oluşan bütün bir grup olan CGT resmi bir doktrine sahip değildir. CGT’de tüm doktrinler temsil edilir ve bunlar eşit hoşgörüyle karşılanırlar. Bir grup anarşist konfederal komitede çalışır, bunlar burada sosyalistlerle bir araya gelir ve birlikte çalışırlar ki bu sosyalistlerin çoğu -geçerken kaydetmek gerekir ki- sendikalar ve Sosyalist Parti arasındaki bir ittifak fikrine anarşistlerden hiç de az düşman değillerdir.
… Eğer sendikalist uygulamalarımızda, görüşlere dayalı sendikaları kabul etmeyen, her meslek ve kasaba için sadece bir sendika olmasını gerektiren temel ilişkiye bağlı kalmamış olsaydık, ne işçi sınıfı birliğinin gerçekleştirilmesini, ne de devrimcilerin koalisyonu CGT’yi tek başına şu anki zenginlik ve itibar düzeyine taşıyabilirdik. Sendikanın politik tarafsızlığı bu ilkenin sonucudur. Sendika anarşist, ya da Guesdist¹ veya Allemanist ya da Blanquist² olamaz, olmamalıdır da. O sadece işçi sınıfı olmalıdır. Çoğunlukla çok ince ve yüzeysel olan fikir ayrılıkları sendikada ikinci sıradadır ve anlaşma bu şekilde sağlanır. Pratik hayatta çıkarlar fikirlerden önce gelir. Okullar ve hizipler arasındaki tüm çekişmelere rağmen, işçilerin çıkarları, hepsinin ücret yasasına tabi olması nedeniyle birbirinin benzeridir. Ve onlar arasında tesis edilmiş olan uyumun sırrı budur, sendikalizmin gücünü oluşturan ve onun geçen yıl, Amiens Kongresi’nde kendi kendine yeterli olduğunu gururla söylemesini sağlayan sır budur.
Bütün memleketlerdeki proleterlerin Fransız proletaryasının sendikalist deneyiminden yararlanması önemlidir. Ve bu deneyimde, kurtuluşu için mücadele eden bir işçi sınıfının olduğunun her yerde tekrarlanmasını garantilemek anarşistlerin görevidir. Anarşistler, örneğin Rusya’da anarşist sendikaları ve Belçika ve Almanya’da Hristiyan ve sosyal demokratik sendikaları üreten partizan sendikacılığa Fransız tarzı bir sendikalizmle, tarafsız, ya da daha doğrusu, bağımsız bir sendikalizmle karşı çıkmalıdırlar. Bir işçi sınıfının olduğu gibi, bununla aynı şekilde, her sanayide ve her kasabada bir işçi sınıfı örgütünden, bir tek sendikadan daha fazlası olmaması gerekir. Sınıf mücadelesi ancak bu koşulla her dakika rakip okulların ve hiziplerin hırgürüyle engellenmekten kurtulup olanca genişliğiyle gelişebilir ve maksimum sonucu gerçekleştirilebilir.
Sendikalizm, Amiens Kongresi’nin 1906’da ilan ettiği gibi kendi kendine yeterlidir. Bu ifade biliyorum ki hiçbir zaman tamamen anlaşılmadı; anarşistlerce bile. Bununla işçi sınıfının, en sonunda çoğunluğu elde ederek, kendine yeterli olmaya ve kurtuluşu için başka hiç kimseye güvenmemeye niyet etmesi kastediliyor. Bu kadar incelikle ifade edilmiş bir eylem istediğinde, bir anarşist nasıl bir yanlışlık bulabilir?
Sendikalizm işçilere bir yeryüzü cenneti vaat etmekle zaman harcamaz. Onları bu cenneti fethetmeye çağırır, onları eylemlerinin asla tamamen boşuna olmadığına ikna eder. O bir istek, enerji ve verimli düşünme okuludur. Uzun zamandır kendi üzerine kapanmış olan anarşizme yeni perspektifler ve yeni umutlar kazandırır. O halde bırakın tüm anarşistler sendikalizme gelsin; çalışmaları onlar için çok verimli olacaktır ve sosyal rejime karşı darbeleri çok daha kesin sonuç verecektir.
Errico Malatesta: Sendika Bir Araçtır Anarşizm ise Amaç!
Monatte sendikalizmin toplumsal devrim için gerekli ve yeterli bir araç olduğu sonucuna ulaştı. Bir başka ifadeyle, Monatte sendikalizmin kendi başına yeterli olduğunu beyan etti. Ve bu, bana göre, kökten yanlış bir doktrindir.
Geçmişte olduğu gibi bugün de anarşistlerin işçi sınıfı hareketlerine girdiğini görmekten memnun olurum. Dün olduğu gibi bugün de, sendikaları destekleyen biri olduğum anlamında ben bir sendikalistim. Anarşist sendikalar istemiyorum, bu hemen sosyal demokratik, cumhuriyetçi, kraliyetçi ve başka türlerde sendikalara meşruluk kazandıracaktır ve işçi sınıfını kendi içinde her zamankinden daha fazla bölecektir. Hatta kızıl sendikalar görmek dahi istemiyorum, çünkü sarı sendikalar-patronların kontrolünde bulunan sendikalar- görmek istemiyorum. Görüşlerine bakmaksızın tüm işçilere açık sendikalar, tamamıyla tarafsız sendikalar görmeyi daha çok isterim.
Bu nedenle işçi sınıfı hareketine en aktif katılımdan yanayım. Ancak, böyle düşünmemin nedeni her şeyden önce, bu yolla alanı büyük ölçüde genişleyecek olan propagandamızın çıkarlarıdır. Ama bu katılımın, en derin düşüncelerimizden vazgeçmekle eş anlamlı olduğu hiçbir şekilde düşünülmemelidir. Sendikaların içinde anarşist olarak kalmalıyız; bu tanımın tüm gücü ve genişliğiyle! İşçi sınıfı hareketi, benim düşünceme göre bir araçtan daha öte değildir. Her ne kadar, şüphesiz elimizdeki araçların en iyisi olsa da. Ancak araçları amaç olarak benimsemeyi reddediyorum ve aynı şekilde, anarşist fikirlerin bütünlüğünün ya da daha basit ifade edecek olursak, diğer propaganda ve ajitasyon araçlarımızın gözden yitmesini istemem.
Sendikalistler, diğer yandan, araçları bir amaca dönüştürmeye, parçayı bir bütün olarak görmeye meyilliler…
Sendikalizm kendini devrimci sıfatıyla güçlendirse bile, çalışma koşullarının ıslahından başka bir erişilir amacı olmayan, kanuna dayanan ve hatta tutucu olan bir hareketten daha fazlası değildir ve asla olmayacaktır. Büyük Kuzey Amerika sendikalarının bize verdiği kanıtlar dışında başka kanıt aramaya gerek duymuyorum. Bu sendikalar, halen zayıf oldukları zamanlarda bile kendilerini en radikal devrimcilikle dolu olarak gösterip olabildiğince güç ve servet kazanarak tamamen tutucu örgütlenmeler haline geldiler. Tamamen üyelerini fabrikanın, atölyenin ya da madenin aristokratları yapmakla ilgilendiler. Örgütlü olmayan işçilere ve sosyal demokratlarca mahkum edilmiş beş parasız proletaryaya paternalistik3 kapitalizme olduklarından çok daha düşmanlar! Ama sendikalizmin hesaba katmadığı, ya da daha doğrusu sadece bir engel olarak gördüğü, gittikçe artan işsiz proletaryayı bizler, yani diğer anarşistler unutmayız ve onları savunmak bizim görevimizdir. Çünkü en çok acı çekenler onlardır.
İzninizle tekrar ediyorum: Anarşistler, işçi sınıfı sendikalarına girmelidir. Her şeyden önce burada anarşist propaganda yürütmek ve üretimin yönetimini eline geçirebilecek grupların -hepimizin ümit ettiği o günde- yanımızda olmasının tek yolu bu olduğundan. Son olarak da sendikaları özel çıkarlar dışında başka bir şeyi savunmaktan caydıran iğrenç kafa yapısına karşı canla başla savaşmak için sendikalara girmeliyiz.
Bana göre Monatte’in ve tüm devrimci sendikalistlerin temel hatası sınıf mücadelesini çok basite indirgeyen anlayışlarıdır. Bu anlayışa göre tüm işçilerin -tüm işçi sınıfının- ekonomik çıkarları benzerdir, bu anlayışa göre işçilerin kendi çıkarlarını savunmayı ele almaları yeterlidir ve bütün proletaryanın çıkarları aynı zamanda kapitalizme karşı savunulacaktır.
Gerçekliğin oldukça farklı olduğunu iddia ediyorum. Burjuvazi gibi, herkes gibi, işçiler de devletin varlığından ve özel mülkiyetten türeyen ve ancak onlar ortadan kaldırıldığında ortadan kalacak olan evrensel rekabet yasasına tabidir. Bu nedenle, kelimenin gerçek anlamıyla, ortada hiçbir sınıf çıkarı olmadığı için bir sınıf da yoktur. İşçi “sınıfının” ortasında da burjuvazinin ortasında olduğu gibi, rekabet ve savaş devam etmektedir. Bir kategoriye ait işçilerin ekonomik çıkarları, bir diğer kategoriden olanlara kesinlikle karşı olacaktır. Ve her yerde hem ekonomik hem ahlaki olarak burjuvaziye, proleteryaya olduğundan daha yakın işçiler görülmektedir. Size işçilerin grevlerde ne sıklıkla şiddet kullandığını hatırlatmama lüzum yok. Peki, bu şiddet polise ve yöneticilere karşı mı? Tabi ki de değil; yine kendileri gibi sömürülmüş ve hatta kendilerinden daha fazla aşağılanmış olan grev kırıcılara karşıdır. Hem de işçilerin gerçek düşmanları, sosyal eşitliğin gerçek engelleri halen polis ve işverenlerken.
Yine de ekonomik dayanışmanın yokluğunda bile işçiler arasındaki ahlaki dayanışma mümkündür. Anonim çıkarların savunusundan kendilerini ayırmış olan işçiler, onun farkında olmayabilirler. Ama toplumsal dönüşüme yönelik ortak bir iradenin onları yeni insanlara dönüştürdüğü gün bu ortaya çıkacaktır. Günümüz toplumunda, dayanışma sadece ortak bir idealin himayesi altında gelişen bir paylaşım sonucunda ortaya çıkabilir. Anarşistlerin rolü, sendikalarda bu ideali canlandırmaktır. Şu anda onlara pekala taraflı görünen şu “acil çıkarlara” zarar vermek pahasına da olsa, onları aşamalı olarak toplumsal devrime yöneltmektir.
Sendikalist eylemin bizi bir takım tehlikelere soktuğunu kimse ikna edemez. Bu tehlikelerin en büyüğü şüphesiz sendikalarda bulunan memuriyetlerdeki militanların, özellikle de bu maaşlı bir memuriyet olduğunda, (bu sistemi) onayında yatmaktadır. Gelin bunu genel bir kural olarak alalım: Bir sendikada kalıcı ve maaşlı bir memura dönüşen bir anarşist, propaganda açısından kaybedilmiştir, anarşizm açısından kaybedilmiştir! Bu noktadan sonra o, kendisine ödeme yapanların emri altındadır ve bu kişilerin hepsi anarşist olmadığı için, vicdanı ve çıkarları arasında sıkışan maaşlı bir memur, ya vicdanını dinlemek ve pozisyonunu kaybetmek, ya da çıkarlarının peşinden giderek anarşizme veda etmek zorundadır!
İşçi sınıfı hareketinde memurların varlığı, yalnızca parlamenter rejimdekiyle kıyaslanabilecek bir tehlikedir. Her ikisi de yozlaşmaya yol açar ve yozlaşma ile ölüm arasındaki mesafe çok da fazla değildir.
Ve şimdi gelin genel grevi düşünelim. Kişisel olarak bu ilkeyi kabul ediyorum. Yıllardan beri de tüm gücümle onun propagandasını yapmaktayım. Genel grev bana her zaman toplumsal devrimi başlatmak için mükemmel bir araç gibi görünmüştür. Ancak, genel grevin silahlı ayaklanmayı gereksiz kıldığı yönündeki feci yanılsamaya düşmemek için tetikte olmalıyız.
Bize üretimi aniden durdurmak yoluyla birkaç gün içinde açlıktan ölerek, teslim olmak zorunda kalacak olan burjuvaziyi yok etmekte işçilerin başarılı olacağı söyleniyor. Bundan daha görkemli bir saçmalık düşünemiyorum. Bir genel grev sırasında açlıktan ölecek ilk kişiler, tüm stoklarını tamamlayan burjuvalar değil, yaşamak için sadece emeğine sahip olan işçiler olacaktır.
Genel grev, bize önceden söylendiği haliyle salt bir ütopyadan ibarettir. Ya işçi, üç günlük grevin ardından açlıktan ölüp başını öne eğip atölyelere geri dönecek, biz de tahtaya yeni bir yenilgi daha yazmış olacağız ya da üretimi ana kuvvetle ele geçirmeye çalışacak. Onu durdurmak için kimin beklediğini görecek! Burjuvaların kendileri dışında askerler, polisler ve ardından meseleye kurşun ve bombalar karışmadan olmayacak. Ayaklanma olacak ve zafer en güçlü olanın olacak.
Bu nedenle genel greve her derde deva bir ilaç gibi bakmakla kendimizi sınırlandırmak yerine, gelin şu kaçınılmaz ayaklanma için hazırlanalım.
Ama onu gerçekçi terimlerle düşünsek bile, genel grev yine de büyük dikkatle kullanılması gereken iki uçlu bir bıçaktır. Geçim koşulu müddetsiz bir şekilde ertelenemez. Er ya da geç insanları besleyecek araçları ele geçirmek gerekecek ve bunun için, grev bir ayaklanmaya dönüşene dek bekleyemeyiz.
İşçilerden istememiz gereken, çalışmayı sonlandırmaları değil daha çok ona kendi yararlarına olacak şekilde devam etmeleridir. Bu olmaksızın genel grev, dükkanlarda birikmiş olan tüm ürünleri derhal ele geçirmeye yetecek kadar güçlü olsa bile çok geçmeden genel bir açlığa dönüşecektir. Genel grev fikri temelde hepten hatalı bir inançtan doğmaktadır; burjuvazi tarafından biriktirilen ürünleri ele geçirmekle insanlığın, üretmeksizin kim bilir kaç ay ve kaç yıl boyunca tüketime devam edebileceği inancından…
Geçmişte kendilerini işçi sınıfı hareketinden ayıran yoldaşlar için kederlendim. Bugün birçoğumuzun, ters uca düşüp aynı hareket içinde yutulmamıza izin vermiş olduğumuz için kederleniyorum. Bir kere daha söyleyecek olursam, işçi sınıfı örgütlenmesi, grev, genel grev, doğrudan eylem, boykot, sabotaj ve silahlı ayaklanmanın kendisi, bunlar sadece araçtır. Anarşizm ise amaçtır. Arzuladığımız anarşist devrim bir tek sınıfın çıkarlarının çok daha ötesindendir: O köleleştirilmiş insanlığın üç bakış açısından, ekonomik, siyasi ve ahlaki olarak tam özgürlüğünü planlar. Gelin bu nedenle tek yönlü basite indirgenmiş herhangi bir eylem planına karşı tetikte olalım. Sendikalizm, işçi sınıfının bizim kullanımımıza soktuğu güçler nedeniyle mükemmel bir eylem aracıdır, ancak bizim tek aracımız olamaz. Aksi halde, çabalarımıza değer olan bir amacı, Anarşizmi gözden yitirmek zorunda kalırız.
Dip Notlar :
1 – Lules Basile Guesde: Fransız sosyalist bir gazeteci ve politikacı
2 – Louis Auguste Blanqui’ye atfedilen bir devrim anlayışı
3 –Paternalizm: Latince pater(peder, baba) kelimesinden türeyen kavram, halkın bir türlü büyüyemeyen bir çocuk olduğunu ve toplumsal yaşamın karmaşıklığını çözümleyebilecek yetisi olmadığını öne sürer. Halkın bu yüzden bir siyasi iktidara (devlete) zorunlu olarak bağlı olacağını savunur.
Halil Çelik
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.
The post Anarşist Teori ve Pratik Tartışmaları(2) : ” Devrimci Sendikalizm ve Anarşizm” – Errico Malatesta, Pierre Monatte appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Anarşist Halk Birliği Dünya Kupası’nı Anlatıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Meydan: Son durum hakkında ne söyleyebilirsiniz?
UNIPA: 2013’ten beridir Brezilya, burjuva hegemonyasının sosyo-ekonomik ve politik koşullarına karşı bir kriz yaşamaktadır. Krizi yaratan üç önemli faktör söz konusudur:
2. Yeni sınıfsal fraksiyonların oluşmasıyla birlikte, sömürü düzenin yükselmesi ve neo-liberal reformların ortaya çıkması.
Bu sebeple; grevler, kuvvetli ayaklanmalar ve sokak çatışmaları gibi farklı karakterlerdeki spesifik durumlar sayesinde, sınıf mücadelesinde yeni döngülerin başladığından bahsedebiliriz. 2013 Haziranında, Brezilya tarihinin en büyük halk ayaklanmalarından sonra; kamu hizmetlerinde (Rio de Janeiro’daki halk okullarında), toplu ulaşımda (Başta Rio Grande do Sul, Rio de Janeiro ve diğer kentlerdeki otobüs şoförleri), bankaların güvenlik sistemlerinde (yabancı/mülteci işçiler) ve şehir temizlik servislerinde (Rio de Janeiro’da) birçok önemli grevin ortaya çıkışına şahitlik ettik. Bu son ayaklanmalar Brezilya işçi örgütlenmeleri için hem devletin baskılarına direnebilmek hem de sendikalist bürokrasiye karşı durmak açısından çok önemlidir. Temizlik işçilerinin “Karnaval” sırasındaki eylemleri şehirde ciddi bir kirliliğin oluşmasına sebep oldu, böylece hükümet işçilerin haklarına daha fazla dikkatini verdi.
Kentsel dönüşümün Dünya Kupası öncesi durumu nasıldı? Hükümetin protestolara karşı uyguladığı baskının düzeyi neydi?
Brezilya’da birçok farklı sosyal çatışmaların yaşandığını gördük. Özellikle büyük şehirlerdeki (Rio de Janeiro, São Paulo, Fortaleza, Porto Alegre) “favela” (gecekondu) sakinleri, hükümetin zorbalıklarına ve kentsel dönüşüme maruz kaldı. Binlerce insan yerlerinden oldu ve evleri yıkıldı. Ayrıca birçok insan, imha siyaseti yüzünden polis tarafından öldürüldü (Şimdi de bölgeyi “polis kontrol birimleri” ele geçirmiş durumda). Böylece kentsel dönüşüm, şehir projelerini kendi ekonomik çıkarlarına (FIFA’nın ve uluslararası turizm gibi) tabi olunması amacıyla uygulandı. Yine de, Brezilya halkı bu süreçlerden bir menfaat istemeyecek.
Şimdiye kadar bu çatışmalar hükümetçe iki yönlü idare edildi: Siyasal zulüm ve paramiliter cinayetler olarak. Bundan ötürü, milyonlarca insan protestolar sırasında tutuklandı ve polis şiddetine maruz kaldı. Geçen yıl onlarca eylemcinin esrarengiz bir şekilde öldürüldüğünü duyduk ve paramiliter güçler kaçırma, gasp etme ve tecavüz etmek gibi tehditlerle insanları korkutuyor. Eylemcilerin çektikleri sıkıntılar, işten çıkarılma veya dava edilme tehditleriyle iş yerlerinde, okullarında ve üniversitelerinde de devam ediyor. Söyleyebiliriz ki, Brezilya’da şu an polis hükümetinde yaşıyoruz.
Kim bu insanlar, kimler katılıyor bu eylemlere? Ana akım medyanın verdiği bilgilere göre, sokaklardakilerin öğrenci olduğu söyleniyor. Fakat hepimiz biliyoruz ki, oradaki insanlar, kentsel dönüşüm bölgelerinde polisin ve kapitalizmin şeri altında yaşayan sakinler, değil mi? Açıkçası kentsel dönüşüm projelerinin, kupa organizasyonundan sonra da devam edeceği ortada. Yine de protestolardan beklentileriniz nelerdir, sosyal muhalefetin sokaktaki gücünü koruyabileceğini düşünüyor musun?
Bu nokta çok önemli. Gerçeği söylemek gerekirse, 2013 ve 2014’de yeni bir işçi sınıfı profili, sokak eylemlerinin ana dinamosu oldu. Bahsettiğimiz bu kişiler; yabancı/mülteci işçiler, işsizler ve yoksul insanlar, sömürülenler, gayri resmi işçiler ve öğrenciler gibi kesimlerden oluşuyordu. Örneğin Rio de Janeiro’daki en büyük kitlesel sokak eylemleri 20 Haziran’da gerçekleşti ve 2 milyon insan bir araya geldi. Bundan ötürü burjuva kesimi ve hükümet, toplumu ikna edebilmek adına eylemcilerin “işçi” olmadığını, çünkü sokaktakilerin; “endüstriyel işçi”lerin sosyal-demokrat modeline uymadığını iddia ettiler. Bundan anlıyoruz ki bu iddialar, İşçi Partisi’nin ve sendikal bürokrasinin elindeki tekeli meşrulaştırmak için ortaya atılmış tutarsız stratejilerdir. Bu işçiler son yıllarda birbirinden farklı sömürülerle yüz yüze geldi ve kentsel dönüşüm artık son damla olmuştu.
Brezilya’daki karmaşık konjonktürler bize öngörüde bulunmak için izin vermiyor. Lakin bizim, protestoların gelecek yıllarda alacağı şekle dair bazı hipotezlerimiz var. Tahminimizce, Brezilya’da yeni bir işçi sınıfı kesimine dâhil olduk ve burjuvazi ile reformcu hegemonya çöküyor. Bu durum gerek yeni bir halk hareketinin veya devrimci örgütlenmenin hemen başa geçeceği; gerekse emperyalizmin veya kapitalizmin gücünün hemen sona ereceği anlamına gelmiyor. Öte yandan şöyle söylenebilir ki; bize, bürokratik olmayan yeni bir yetenekli işçi sınıfı, nesnel ve öznel koşulları verildi ve muhtemelen gelecek yıllardaki eylemler bu sınıfın kalitatif(niteleyici) ve kantitatif(niceleyici) karakterlerini daha da geliştirecektir.
Anarşistlerin bu eylemlerdeki rolü nedir? Sizin (UNIPA/Anarşist Birliğin) bu durumu anlamlandırmaya dair bakış açısınız ve düşünceniz nedir? Takdir edersiniz ki uluslararası dayanışma böylesi günlerde daha da önemlidir, dünya genelinde yeterli dayanışma gösterildi mi?
Anarşizmin bahsedebileceğimiz iki tür rolü vardı: 1- Yaygın olarak “bireysel” olan anarşistler ve 2- Anarşist örgütlenmeler. Gerçi halk ayaklanmaları sırasında birçok sokak eylemcisi kendisini anarşist olarak tanımlıyordu. Fakat bu özdeşleştirmenin anarşist devrimci ideolojiyi anlamaya yönelik pozitif etkisinden ziyade salt politik partilere ve sendikal bürokrasiye karşı hislerini ifade etmekte kalarak negatif bir etkisi oldu. Bilinmesi gereken mühim bir nokta, protestolarda Kara Blok taktiklerinin ve tahripkâr eylemlerin (bankalara, karakollara saldırmak gibi) kullanıldığıdır. Eylemlerin ehemmiyetine karşın tüm bunlar devrimi gerçekleştirmek için yeterli değildir. Örgütlenmelerin farklı devrimci biçimlerini birbirinden ayırt etmek mecburidir. Özellikle gecekondu sakinlerinin çabalarını ve sömürüye karşı verilen halk ayaklanmalarını.
Anarşist örgütlenmelerle ilgili söyleyebileceklerimiz, birçoğu bahsi geçen eylemlerde marjinal olarak hareket etti. Ayrıca bilerek veya bilmeyerek reformcu bürokrasi ile iş birliğine gidenler oldu. Diğer taraftan, devrimci anarşist örgütlenmeler, Brezilya’daki sokak gösterilerinde ve çatışmalarda çok önemli rolleri yerine getirdiler; devlet şiddetine karşı resmi veya gayri resmi örgütlenmeler oluşturdular, çatışma komiteleri tertiplediler, çatışmalar örgütlediler. Anlayacağınız, anarşizmin rolü pek homojen değildi fakat en büyük katkısı; anarşizmin eksiklerini anlayarak Brezilya’daki gelişimini sağlamak oldu. Bundan dolayı, son dönemde yaşanan tüm bu eylemler devrimci anarşizmin güçlenmesini sağlamış oldu.
UNIPA, eylemlerine devam edecek ve ezilen işçilerin polis devletine karşı haklarını korumaya yönelik örgütlenmelerini desteklemeye devam edecektir. Bizim için sendikalist devrimci halk örgütlenmesinin bir parçası olarak savunma örgütleri kurmak zorunludur. Sendikal ve reformist bürokrasiye karşı taban örgütlenmesi oluşturmak elzemdir. Ekonomik ve politik zorbalıklara karşı mücadelenin rolü kadar devrimci anarşizmi örgütlemenin de önemli olduğuna inanıyoruz. Aksi takdirde, yeni yeni oluşmakta olan bu sınıf mücadelesinin, yeni bir anarşist alternatif inşa etmesi mümkün olmayacaktır. Bundan dolayı dünya genelindeki devrimci anarşizm, uluslararası gelişimi ilerletmek zorundadır. Hatta uluslararası dayanışmayla birlikte mücadeleyi organize edebilecek, özellikle UİB (Uluslararası İşçi Birliği) gibi bir örgütlenmeyi oluşturmalıyız ki emperyalizm, nasyonalizm, sosyal demokrasi ile savaşabilelim. UNIPA böyle bir organizasyonun kurulması için dünya geneline yayılmış bir devrimci anarşizmi arzulamaktadır.
Bu söyleşi Meydan Gazetesi’nin 20. sayısında yayımlanmaktadır.
The post Anarşist Halk Birliği Dünya Kupası’nı Anlatıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>