The post Atina’da Anarşistler “Bilgi Sistemleri Genel Sekreterliği”ne Eylem Düzenledi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Atina’daki anarşistler, telekonferans hizmetleri adı altında hizmet veren WebEX platformunun yaklaşık 2 milyon kullanıcının verilerini devletin güvenlik firması ile paylaşması üzerine, Bilgi Sistemleri Genel Sekreterliği’ne molotof kokteylli eylem düzenledi.
The post Atina’da Anarşistler “Bilgi Sistemleri Genel Sekreterliği”ne Eylem Düzenledi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Hollanda’da Anarşist Örgüt Polis İstasyonuna Bombalı Eylem Gerçekleştirdi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>2 Haziran günü “Devrimci Direniş” isimli anarşist örgüt Hollanda’nın Amsterdam kentinde yabancı-göçmen polislerinin park alanında küçük çaplı bir bomba patlattı. Park alanı aynı zamanda çevik kuvvet polisleri tarafından da kullanılıyordu.
Örgütün eylemle ilgili yayınladığı bildiride: “Devrimci Direniş örgütü olarak 3’üncü eylemimizi polis karakolunun park alanında gerçekleştirdik. Bu karakol, devletin göçmenlere baskı uygulamak ve onları sınır dışı etmek için kullandığı bir yerdir. Devletin şiddetine karşılık vermek için dayanışma çağrısında bulunuyoruz. Bu eylemi, devletin Covid-19 sürecinde işçilere uyguladığı polis şiddetine karşı gerçekleştirdik. Bunu geçen yıl polis tarafından katledilen Sammy Bakers için yaptık. Geçtiğimiz hafta neredeyse her hafta silahsız insanlar vuruluyordu. Bu yanlarına kalmamalı. Bu bizim öz savunmamızın bir parçasıdır. Politik duruşumuzu eylemlerimizle göstereceğiz.” ifadeleri geçti.
The post Hollanda’da Anarşist Örgüt Polis İstasyonuna Bombalı Eylem Gerçekleştirdi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Yunanistan: Polisi Üniversiteye Sokacak Olan Yeni Eğitim Yasası Taslağına Karşı Eylemler Gerçekleşiyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Yunanistan’ın pek çok şehrinde aralarında Anarşist Politik Örgütlenme’den (A.P.O) anarşistlerin bulunduğu çok sayıda kişi, yeni yasa taslağına karşı eylemde.
Polis Selanik’teki eylem alanının etrafını kapatarak insanların eyleme katılmasını engellemeye çalışıyor. Patras şehrinde gerçekleşen eylemlerde ise polis biber gazı ve plastik mermilerle halka saldırdı. Öğrencilerin Atina’daki eylemi ise polis tarafından engellenmekte. Polisin biber gazı kullandığı öğrenildi.
Yeni yasa tasarısı, üniversite eğitimini sınırlandırarak 4 yıllık eğitim programlarında olanların en fazla 2 yıl daha, 4 yıldan daha fazla eğitim programlarında olanların ise en fazla 3 yıl daha eğitime devam edebilmesini öngörüyor.
Bununla birlikte, “kampüs güvenliği” adı altında doğrudan polise bağlı 1000 üniformalı ve sivil muhafızın Yunanistan’daki üniversitelere atanması ve polisin sahip olduğu bütün yetkilere sahip olması öngörülüyor.
The post Yunanistan: Polisi Üniversiteye Sokacak Olan Yeni Eğitim Yasası Taslağına Karşı Eylemler Gerçekleşiyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Anarşistler Girit’teki Almanya Konsolosluğunu İşgal Etti appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Eylemde konsolosluk binası üzerindeki Alman bayrağı indirildi. Balkondan asılan pankartta, Efrin’e destek sözleri yer aldı.
Yunanistan medyası anarşistlerin, konsolosluğun e-postasından yararlanarak TC’nin Atina ve Berlin büyükelçilikleri ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a mail yolladığını aktardı.
The post Anarşistler Girit’teki Almanya Konsolosluğunu İşgal Etti appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Brezilya’da Anarşist Mekanlara Polis Saldırısı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>25 Ekim sabahı sivil polisler Rio Grande do Sul eyaletinin, Porto Alegre şehrinde, anarşistlerin de içinde yaşadığı kolektif mekanlar ve yaşam alanlarına saldırı ve baskın gerçekleştirdi. Baskının nedeni olarak; araçları imha eden ve politik parti merkezlerine, polis merkezlerine, banka ve araba galerilerine saldıran bir grup bahane edildi.
Polis saldırısı çok sertti ve işkence sahneleriyle doluydu ardından mekanlarda yaşayanların bir kısmı polis merkezlerine götürüldü. Toplamda 10 adet anarşist materyal(kitap, poster, bildir i, vb) bulunduğunu söyleyen polis, geri dönüşüm tuğlalarında kullanılan, plastik şişe ve materyalleri, molotof kokteyli yapımıyla ilişkilendirerek ne kadar aptalca bir operasyon yaptığını kanıtladı.
Polis, cinayet ve organize suç çetesiyle ilişkilendirmeye çalışsa da, elinde hiçbir kanıt olmadan bunu yapamayacağını biliyor. Bu yüzden, komünlerin içerisine sahte deliller koymaya çalışıyor ve bununla, konuyu toplumun gözünde çarpıtarak, toplumsal alanda anarşistlere bakış açısını kötülemek istiyor. Polisin elinde bulunan kanıtlar ise kitaptan ve bildiriden öteye gidemiyor.
Saldırı 8. Anarşist Kitap Fuarından 2 gün önce gerçekleşti.
Bu bilgilendirmeyi dün işkenceyle gözaltına alınanlarla dayanışmak için yapıyoruz. Baskının özel bir yeri veya sınırları yok, Avrupa G20 gösterilerinde yapılan tutuklamalar yada Arjamtin’de yoldaş Santiago Maldonado’nun katledilişi gibi. Devletin bütün saldırılarına ve baskılarına beraberce göğüs gereceğiz. Kavgamız zayıflatılamayacak, ehlileştirilemeyecek ve kontrol altına alınamayacak.
Bizler Heryerdeyiz!
ANA(Anarchist News Agency-Anarşist Haber Ajansı)
Agência de Notícias Anarquistas-ANA
The post Brezilya’da Anarşist Mekanlara Polis Saldırısı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Anarşistler TC’nin Zürih Başkonsolosluğu’na Yönelik Eylem Gerçekleştirdi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>İsviçre’de TC devletinin Zürih Başkonsolosluğu’nun önüne gelen anarşistler, konsolosluğun cam ve duvarlarına boyalar atarak eylem gerçekleştirdi.
Yapılan eylemde, bina çevresinde Erdoğan’a ölüm (Kill Erdogan) yazılarının yazıldığı görüldü.
The post Anarşistler TC’nin Zürih Başkonsolosluğu’na Yönelik Eylem Gerçekleştirdi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Devrimci Anarşist Faaliyet’in Referandum Üzerine Birinci Bildirisi: “REFERANDUMA DAİR” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Anarşistler ilkesel olarak oy kullanmaz ve seçimlere katılmazlar
Bir oy ile politikleşmek; parti ya da başkan seçimlerinde bir oyluk kampanyaların parçası olarak politikleşmek. Türkiye’de yapılan son seçimlerde seçmenin %87’si seçimlere katılmıştır. Seçimlere katılanların sayısı 49 milyon, katılmayanların sayısı ise yaklaşık 9 milyondur. Sistem değişikliği için önümüzde yapılacak olan referanduma katılım da benzer sayılarda olacaktır.
Seçmen için seçimlere katılmak ne demektir?
Seçimli sistemlerin tümünde, çoğunluk olan iktidar olur. Demokraside, çoğunluğun iktidarı demokratiktir. Çoğunluk olan iktidardır, azınlık olan ise iktidar olamamıştır. Çoğunluğun ve azınlığın ilişkisi, seçimler sürecince iki ayrı yöntemin tartışması şeklinde sürmüştür. Tartışmadıkları tek şey ise seçimlerdir. Seçimler bir grubun toplumu “ben-biz yönetmek istiyoruz” sözüyle başlayan, diğer grubun ise “hayır ben-biz yönetmek istiyoruz” sözüyle karşılık bulduğu bir iddiadır. Seçimler, iddianın taraflarının anlaşarak başlattığı seçmen sayma sürecidir ve seçmenler olmadan gerçekleşemez. Hangi tarafın seçmeni diğerinden çoksa, toplumun yönetimi de o tarafta olacaktır. Seçmen, bu iddialaşmada sadece sayısal bir değerdir. Bu sayısal değer gündelik yaşamında birçok sorunu çözmeye çalışarak yaşayan vatandaş için önemsenecek bir değer değildir. İddialaşmanın tarafları seçimlerdeki katılımı arttırmak için, vatandaşı, sayılan seçmen sıfatından çıkarıp iddianın içine sokmak isterler. Böylece iddiaya katılım artacaktır. Katılımın artması, bir sayı olan seçmenin, öncelikle iddiayı ve sonrasında ise seçimleri ve daha da sonrasında seçimlerin sonucunda oluşacak iktidarı içselleştirmesini sağlayacaktır. Seçmen kazansa da kaybetse de seçimin sonucunu ve seçilmiş tarafın iktidarını kabullenecektir. Vatandaşın bu kabullenmesi, seçimlerde iddialaşan her grubun kazanımıdır. Seçimi kazanan hükümetini sürdürdükçe, kaybeden de muhalefetini sürdürecek ve her iki taraf da bir dahaki seçimleri bekleyeceklerdir.
Seçmen sorumluluğu ne demektir?
Vatandaşın toplumun yönetimine katılması demektir. Atacağı bir oyla toplumun sosyal, ekonomik ve siyasal yönetimine katıldığını sanan seçmen, sorumluluk safsatasıyla yaratılan bu sistemle anlaşacaktır. Anlaşma basittir; kullandığın oy kazansın ya da kaybetsin sen kazanana, yani haklı iktidara, yönetilme hakkını sunmalısın. Bu, kullanacağın bir oyla onaylayacağın anlaşmanın sorumluluğudur.
Seçmenlerin bir oy ile eşitlenmesi ne demektir?
Seçimler sınıflar arası çatışmada bir yanılgı yaratır. Seçimler 1400 lira maaş verilen bir işçiyle 14.000 lira maaş verilen bir mühendisi ve hatta bu işçi ve mühendisin “bir” üretiminden 140.000 lira kazanan patronu bir oy ile eşitleme yanılgısını yaratmaktadır. Aylarca süren ve bir günde biten bu yanılgının ardından toplumsal yönetimde hiçleşen ezilenler, seçilmiş tüm yönetimlerin sömürüsünü yaşarlar.
AKP’nin senelerdir süren genel yönetimi süresince de yeni yasalarla işletilen taşeronluk sisteminin, CHP yerel yönetimlerinde de işlediği aşikardır. Yaklaşık 20 senedir yapılan tüm seçimlerde en yüksek oyu alan bu iki partinin sınıfsal çelişkideki pozisyonları benzerdir. Aralarından birinin hükümet ve diğerinin muhalefet olması, sınıfsal çatışmayı olumlu ya da olumsuz etkilemeyecektir. 140.000 lira kazanan patronun toplumsal yönetime etkisi her daim daha fazla olacak, kapital sahibi olarak yönetime sahip olanlarla sürekli ilişkileri sürecektir. Emeğine 1400 lira verilen işçinin ise yönetime etkisi olmayacaktır. Bir oy ile başlayan ve biten yanılgının bir anlık “bu toplumda ben de varım” mutluluğu ise gündelik yaşamın sosyal ve ekonomik gerçekliğiyle sonlanacaktır.
Kalifiye seçmen olmak ne demektir?
Toplumda çoğunluk kesime ait olmak demektir. Seçimlere giren her grup için toplumun çoğunluğunu oluşturan kesim, seçimin sonucunu belirleyecek olan kitledir. Kitlenin özellikleri, seçim propagandalarının eksenini de belirler. AKP de CHP de, toplumda çoğunluğu oluşturan Türk, Sünni, milliyetçi-ulusalcı gibi toplumda genel geçer değeri olan kesimleri kazanmayı amaçlar. Kalifiye seçmenin dışında kalan seçmen ise, kitle sayısına oranla daha az oy demektir. Bu, kalifiye olmayan seçmenin, seçim propagandalarında ikincil önemde kalması anlamındadır. Böylece vatandaşın sosyal ve ekonomik kimliği, onun seçmenlik derecesini belirlemiş olur.
Seçimlerde iktidara muhalefet olmak ne demektir?
Seçimlerde iktidara muhalefet olmak, geçmiş seçimlerde seçilmemişsin ve gelecek seçimler için umutlusun demektir.
Seçimli sistemlerin tümünde seçime en az iki grubun katılımı gereklidir. Kazanan ve kaybedenin belli olacağı seçim gününe kadar iki grup birbirlerine muhaliflerdir. Kazananın iktidar olması paralelinde kaybeden ise muhalefet olacaktır.
Parlamenter sistemde parlamento içerisinde AKP’nin tüm kararlarına karşı koyan CHP, AKP’nin yaptığı yönetim uygulamalarını, devletin işleyişine ve toplumun yaşamına olumsuz olan etkilerini gündeme getirir. Muhalefetin parlamento içindeki bu misyonu iktidara zıt bir propaganda yapmasını da sağlar. Muhalefetin seçmenle kurduğu salt ilişki artık budur; çünkü seçmenle bir oy için başlattığı anlaşma, seçimleri kaybetmesiyle sonlanmıştır.
Parlamento dışındaki muhalefet ise, muhalefetinin varoluşunu seçimleri kazanan iktidara karşı koymaya dayandırmaz; parlamento dışı muhalefetin dayanağı emperyalizm-kapitalizm karşıtlığıdır. Söz konusu muhalefet, Marksist Leninist sınıf çerçevesinde sınıfsal çatışmanın tarafıdır. Sınıfsal çatışmanın burjuvazi karşısında işçi sınıfının iktidarıyla sonlanacağı devrim için mücadele ederler. Mücadele stratejileri içinde seçimlerde parlamenter muhalefetle pratik bir taraflaşmadan yanadırlar. Bir strateji olarak seçimi savunan devrimci muhalefet, seçim süresince toplumu örgütleme olanağını vurgular. Vatandaşın seçim süreçlerinde bir oy ile yaşayacağı politikleşmeden faydalanabileceğini savunur. Marksist Leninist toplamında bilimsel sosyalist örgütlenmeler, yorum farkları dışında, stratejik olarak seçimlerin kullanılmasını savunur.
HDP Kürt halkının parlamentodaki temsiliyetinin ötesinde devrimci muhalefetin de toparlandığı bir kuruma dönüşmüştür. HDP 1 Kasım genel seçimlerine kadar katıldığı seçimlerde seçmen sayısını sürekli olarak arttırmıştır. Artık parlamentoya bir parti olarak katılma şartı olan %10 seçmen sayısına ulaşabilmekte ve parlamentoda bir parti olarak bulunabilmektedir. Kendi birincil seçmeni olan bölge halkından aldığı oy sabitleşmiştir. Metropollerden alacağı oylarla %10-11 arası iniş çıkışlar yaşamaktadır. Yalnız 1 Kasım ile beraber başlayan TC’nin Kürt Hareketi ile iç ve dış politikalarında karşı karşıya kalması süreci, seçilerek parlamentoya giren HDP’nin yasal-yasa dışı yöntemlerle parlamentodan çıkarılmasıyla sonuçlanmıştır. Seçilmişlerin dokunulmazlıklarına rağmen birer birer yargılanıyor ve tutuklanıyor olması, kural koyucunun yani devletin kendi kurallarını değiştirebilme serbestliğinin göstergesidir. Bir başka gösterge ise genel seçimlerin yanı sıra yerel seçimlerde seçilerek belediye başkanlığını kazanan HDP’li belediyelere kayyum atanmasıdır. Devlet iç ve dış stratejileri paralelinde seçimleri ve seçilmişleri hiçleştirerek, temsili demokrasilerin bir yönetilme yanılgısı olduğunu ispatlamaktadır.
7 Haziran seçimlerinde hepimizin bir parçası olduğu bütünlüklü bir isyan sürecinin, sokak eylemlerinin, yavaş yavaş sandığa sıkıştırıldığını gördük. CHP’den Vatan Partisi’ne varoluşsal olarak olağan karşılayacağımız bu sıkışmanın anlaşılmaz ve karmaşık tarafı, HDP’nin topluma yaptığı sokak değil sandık telkiniydi. Sokak eylemlilikleri toplumsal bir şekilde sürerken seçim kampanyaları içinde erimekte, Kobanê’nin kurtuluşu bile kampanyaya sıkışmaktaydı. Her gün sokağa bir kampanyanın parçası olarak değil kendini gerçekleştirmek için çıkanlar, sokaktan önce sandığın binalarına sonra evlerinin bulunduğu apartmanlara girdiler. HDP, bir oyla bir gün değil, bir direnişle her gün politikleşenlerden “Haydi AKP diktatörlüğüne son” diyerek oy kullanmasını istedi. Seçim kampanyaları, kullanılan oylar ve değişmeyen sistem, değişmeyen devlet diktatörlüğünde birer birer umutsuzluğa dönüştü. “Bu düzen böyle gelmiş böyle gider” söylevi dillerden dillere yayılır olmadı mı? Umudu sokaktan sandığa sıkıştırılanlar ve umudu oy kullanmak sananlar, şimdi, bu yanılgıyı bir başka seçimle tekrarlamak istiyorlar. Oy, umut değil seçmenin politikleşme yanılgısı; seçimler ise adalet ve özgürlük için umut değil, toplumun yönetilme yanılgısıdır.
Seçimler iktidarın ya sürmesi ya sonlanması demektir. Her iktidar toplumun tümünün onayını almak ister, bu onay seçimlere katılarak verilir.
Art arda seçimleri kazanan AKP’nin sürekli çatırdama senaryolarıyla geçirdiği bir iktidar döneminde, zamansız bir referandum seçim sürecindeyiz. Bu zamansız seçimler yani standart periyotta olmayan seçimler, AKP’nin sevdiği seçimlerdir. İktidar olmanın çoğunluk olmanın serbestliğiyle kurgulandığı; iktidarın kurallarını kendinin koyduğu ve beğenmediği kuralı kaldırdığı bir seçim sürecinin daha içindeyiz. Bu referandum, AKP’nin üçüncü referandumu ve AKP bunu da kazanırsa, toplumun şekillendirmesinde önemli bir pozisyonda kazanmış olacaktır. AKP’nin seçim stratejilerinde en önemli ayrıntı kendi seçmen sayısını artırmasını istemesinin yanı sıra seçime katılan seçmen sayısına da artırmak istemesidir. İktidar kendisine muhalif olanların duygu ve düşüncelerini önemsemiyormuş gibi davransa da gerçekte önemser; çünkü iktidarın en çekindiği şeylerden birisi toplumsal onayı alamamaktır. İktidar zaten kendisi için oy kullanan seçmenin onayını almıştır. Muhalif olan seçmenin onayını alması için muhalif seçmenin seçime katılması yeterlidir. Muhalif seçmenin seçime katılmış ve kaybetmiş olması, seçim sonuçlarının meşruluğunu sağlayacaktır. Çünkü meşru olmayan bir iktidar, iktidar olamaz. Kendi iktidarı için en çekineceği şey seçimlere katılımın düşük olması demektir. Direk ya da dolaylı boykot AKP’nin gerçek korkusudur. Bunun için AKP katılımı artırmayı genel gerilimi artırmaya endekslemiştir. Kendi propagandasını yaparken provakatif söz ve eylemlerle muhalefeti gererek, seçmenler arası cepheleşmeyi artırır. Cepheleşme artıkça seçime katılım da artacaktır.
Seçimlere katılmamak tarafsızlık mı demektir?
Yönetme ve yönetilme ilişkisini reddeden anarşistlerin, toplumun yönetimi için yapılan seçimleri de reddetmesi gerekmektir. Bu bir tarafsızlık değil, yöneten ve yönetilenin olmadığı bir dünya için mücadeleye taraflaşmak demektir. Seçimin özgür irade yanılgısı yarattığı aşikardır. Özgür iradesiyle toplumsal yönetime yakınlaştığını ve etki ettiğini düşünen birey, bu yanılgı ile gündelik gerçeklerden uzaklaşacaktır. Bireyin yaşadığı adaletsizliklere, tutsaklıklara, yoksulluğa ve yoksunluklara uzaklaşarak daha itaatkarlaşması kaçınılmazdır. Bireyin yadsındığı toplum anlayışının yarattığı adil ve özgür olmayan bu dünya düzeninde, toplumun yönetiminin seçimle belirlenmediği toplum yoktur. Seçmene sunulan seçenekler bellidir ve seçmenin seçimi ne olursa olsun değişmeyen belli başlı gerçekler vardır:
1) Emeğini ve zamanını satarak yaşamak zorunda olanların, yani ezilenlerin, yönetime etkisi yoktur.
2) Ezilenler için seçim sonrası yönetimlerin uygulamalarında fark yoktur.
3) Kapital sahiplerinin yönetim sahipleriyle çıkar birlikleri vardır.
4) Her toplumda kronikleşmiş iktidar ve muhalefet potansiyeli olan aileler, aşiretler, ideolojik partiler, mezhepler ve etnisiteler vardır. TC’de bu Türk Kürt, Sünni, Alevi, laik, muhafazakar gibi şekillenmiştir.
5) İktidar, devlet-şirket ilişkisinin düzenlenmesinden sorumludur. Bu sorumluluğunu yürütme, yargı ve kolluk kuvvetleri gibi organlarını kullanarak yapar. Bu, ezen ezilen ilişkisinin istenilen sabit şeklinin sürekli savunulması sorumluluğudur. TC’de ve diğer dünya devletlerinin hangisinde seçimleri kazanan iktidarın ezilen sınıfı ezen sınıftan kolladığı deneyimlenmiştir? Seçilmiş muhafazakar, liberal ve hatta sosyalist hiçbir iktidar, ezilenler sınıfının çıkarlarını gözetmemiştir.
Anarşistler seçimlerde oy kullanarak -kullandıkları oy kazansa da kaybetse de- seçimi kazananın iktidarını onaylamayı savunamazlar. Anarşistler, Marksist Leninist bilimsel sosyalistler gibi seçimler süresince seçim kampanyalarına katılarak toplumun örgütlenmesini bir stratejiye dönüştürmezler. Seçimlere katılan taraflar, halkın adalet ve özgürlük taleplerinin tümünün seçim söylevlerinde kapsandığı ve seçimi kazanmaları sonrasında bunun karşılanacağı yanılgısını yaratırlar. Bir yanıyla kapsamlı talep anlamı taşıyan seçim kampanyasının bireysel ya da örgütsel destekçisi-dayanışmacısı olmak, bu yanılgının yayılması sağlamaktır. Seçim sürecini faydalanacak bir fırsata çevirmeyi istemek seçim sisteminin yani bu yanılgının propagandasını yapmak istemektir. Anarşistler, toplumu oluşturan bireyleri oy kullanmama sorumluluğuna çağırmalıdırlar. Bu çağrı, bireyin kendi iradesini, ayrıca adil ve özgür bir dünya isteğini bir partinin ya da başkanın iradesine bırakmama sorumluğudur. Böylesi bir sorumluluk bir güne değil her güne yayılacak bir politikleşmenin başlangıcıdır.
Devrimci Anarşist Faaliyet’in Referanduma Dair Yayınlanan Birinci Bildirisi
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 36. sayısında yayınlanmıştır.
The post Devrimci Anarşist Faaliyet’in Referandum Üzerine Birinci Bildirisi: “REFERANDUMA DAİR” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ”İrlanda’da Faşist Saldırıya Karşı Göçmen Dayanışması” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Dublin’in Nutgove isimli banliyösünde yaşayan Afgan bir göçmen aile faşistler tarafından saldırıya uğramıştı. Bu olay üzerine WSM’li anarşistlerin de içinde bulunduğu bir çok kurum tarafından düzenlenen basın açıklamasında, saldırıya uğrayan aile bireyleri söz aldı. Eylem dayanışma mesajlarıyla sona erdi.
Bu haber Meydan Gazetesi’nin 34. sayısında yayımlanmıştır.
The post ”İrlanda’da Faşist Saldırıya Karşı Göçmen Dayanışması” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ”Dayanışma Eylemi RJG’den Fransa Halkıyla” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>İsviçre’nin Bern şehrinde RJG’den anarşistler, Fransa halkıyla dayanışma eylemi gerçekleştirdi. Fransız Büyükelçiliği önünden başlayan yürüyüşte; dayanışma kampanyasının 6 hafta boyunca süreceği, kampanyanın Tour de France’in yapılacağı gün sona ereceği bildirildi.
Bu haber Meydan Gazetesi’nin 34. sayısında yayımlanmıştır.
The post ”Dayanışma Eylemi RJG’den Fransa Halkıyla” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ”CNT-Bask, İşçilerin Onur Yürüyüşü İçin Sokaklardaydı” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Bask bölgesinde çalışmalarını yürüten anarşist sendika CNT üyesi anarşistler, kapitalizme ve neoliberalizme karşı “İşçilerin Onur Yürüyüşü” söylemiyle yapılan eyleme katıldı.
Bu haber Meydan Gazetesi’nin 34. sayısında yayımlanmıştır.
The post ”CNT-Bask, İşçilerin Onur Yürüyüşü İçin Sokaklardaydı” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Anarşist Teori ve Pratik Tartışmaları(2) : ” Devrimci Sendikalizm ve Anarşizm” – Errico Malatesta, Pierre Monatte appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Pierre Monatte: Devrimci Sendikalizm
Anarşizm ve sendikalizm arasındaki ortaklığı görmemek için kör olmak gerekir. Her ikisi de toplumsal devrim yoluyla kapitalizmin ve ücretli sistemin kökünü kazımayı istemektedir. Sendikalizm, işçi sınıfı hareketinin yeniden canlanışının bir kanıtı olarak var olmakta ve anarşizm de işçiler arasındaki kökenleri hakkında bir bilinci yeniden canlandırmaktadır. Diğer yandan, anarşistlerin işçi sınıfı hareketini devrimci yola taşımaya ve doğrudan eylem fikrini halka yaymaya olan katkıları hiç de az değildir. Sendikalizm ve anarşizm bu yollar üzerinden birbirinin karşılıklı yararına olacak şekilde bir diğerini etkilediler.
Devrimci sendikalizm fikri Fransa’da, Confédération Générale du Travail’ın(CGT) militanları arasında ortaya çıkıp gelişti. Konfederasyon’un uluslararası işçi sınıfı hareketinde bütünüyle benzersiz bir yeri var. Kendisinin tamamen devrimci olduğunu beyan eden ve hiçbir siyasi partiyle, en gelişmiş olanlarıyla bile, hiçbir bağlılığı olmayan tek örgütlenme odur. Fransa dışında başka birçok memlekette sosyal demokrasi başroldedir. Fransa’da CGT, hem sayısal güç hem de sahip olduğu etkiyle sosyal demokrasiyi, Sosyalist Parti’yi çok geride bırakmış durumdadır. Sadece işçi sınıfını temsil ettiğini ileri sürerek, geçen yıllar içinde kendisine verilen tüm ayrıcalıkları kesinlikle reddeti. Onun gücü otonomidir ve otonom kalmak istemektedir.
CGT’nin bu duruşu, siyasi partilerle temas etmeyi reddetmesi sabrı taşmış düşmanlarının dilinde ona “anarşist” ünvanını kazandırdı. Ancak hiçbir şey bundan daha yanlış olamazdı. Sendikalardan ve emekçi sendikalarından oluşan bütün bir grup olan CGT resmi bir doktrine sahip değildir. CGT’de tüm doktrinler temsil edilir ve bunlar eşit hoşgörüyle karşılanırlar. Bir grup anarşist konfederal komitede çalışır, bunlar burada sosyalistlerle bir araya gelir ve birlikte çalışırlar ki bu sosyalistlerin çoğu -geçerken kaydetmek gerekir ki- sendikalar ve Sosyalist Parti arasındaki bir ittifak fikrine anarşistlerden hiç de az düşman değillerdir.
… Eğer sendikalist uygulamalarımızda, görüşlere dayalı sendikaları kabul etmeyen, her meslek ve kasaba için sadece bir sendika olmasını gerektiren temel ilişkiye bağlı kalmamış olsaydık, ne işçi sınıfı birliğinin gerçekleştirilmesini, ne de devrimcilerin koalisyonu CGT’yi tek başına şu anki zenginlik ve itibar düzeyine taşıyabilirdik. Sendikanın politik tarafsızlığı bu ilkenin sonucudur. Sendika anarşist, ya da Guesdist¹ veya Allemanist ya da Blanquist² olamaz, olmamalıdır da. O sadece işçi sınıfı olmalıdır. Çoğunlukla çok ince ve yüzeysel olan fikir ayrılıkları sendikada ikinci sıradadır ve anlaşma bu şekilde sağlanır. Pratik hayatta çıkarlar fikirlerden önce gelir. Okullar ve hizipler arasındaki tüm çekişmelere rağmen, işçilerin çıkarları, hepsinin ücret yasasına tabi olması nedeniyle birbirinin benzeridir. Ve onlar arasında tesis edilmiş olan uyumun sırrı budur, sendikalizmin gücünü oluşturan ve onun geçen yıl, Amiens Kongresi’nde kendi kendine yeterli olduğunu gururla söylemesini sağlayan sır budur.
Bütün memleketlerdeki proleterlerin Fransız proletaryasının sendikalist deneyiminden yararlanması önemlidir. Ve bu deneyimde, kurtuluşu için mücadele eden bir işçi sınıfının olduğunun her yerde tekrarlanmasını garantilemek anarşistlerin görevidir. Anarşistler, örneğin Rusya’da anarşist sendikaları ve Belçika ve Almanya’da Hristiyan ve sosyal demokratik sendikaları üreten partizan sendikacılığa Fransız tarzı bir sendikalizmle, tarafsız, ya da daha doğrusu, bağımsız bir sendikalizmle karşı çıkmalıdırlar. Bir işçi sınıfının olduğu gibi, bununla aynı şekilde, her sanayide ve her kasabada bir işçi sınıfı örgütünden, bir tek sendikadan daha fazlası olmaması gerekir. Sınıf mücadelesi ancak bu koşulla her dakika rakip okulların ve hiziplerin hırgürüyle engellenmekten kurtulup olanca genişliğiyle gelişebilir ve maksimum sonucu gerçekleştirilebilir.
Sendikalizm, Amiens Kongresi’nin 1906’da ilan ettiği gibi kendi kendine yeterlidir. Bu ifade biliyorum ki hiçbir zaman tamamen anlaşılmadı; anarşistlerce bile. Bununla işçi sınıfının, en sonunda çoğunluğu elde ederek, kendine yeterli olmaya ve kurtuluşu için başka hiç kimseye güvenmemeye niyet etmesi kastediliyor. Bu kadar incelikle ifade edilmiş bir eylem istediğinde, bir anarşist nasıl bir yanlışlık bulabilir?
Sendikalizm işçilere bir yeryüzü cenneti vaat etmekle zaman harcamaz. Onları bu cenneti fethetmeye çağırır, onları eylemlerinin asla tamamen boşuna olmadığına ikna eder. O bir istek, enerji ve verimli düşünme okuludur. Uzun zamandır kendi üzerine kapanmış olan anarşizme yeni perspektifler ve yeni umutlar kazandırır. O halde bırakın tüm anarşistler sendikalizme gelsin; çalışmaları onlar için çok verimli olacaktır ve sosyal rejime karşı darbeleri çok daha kesin sonuç verecektir.
Errico Malatesta: Sendika Bir Araçtır Anarşizm ise Amaç!
Monatte sendikalizmin toplumsal devrim için gerekli ve yeterli bir araç olduğu sonucuna ulaştı. Bir başka ifadeyle, Monatte sendikalizmin kendi başına yeterli olduğunu beyan etti. Ve bu, bana göre, kökten yanlış bir doktrindir.
Geçmişte olduğu gibi bugün de anarşistlerin işçi sınıfı hareketlerine girdiğini görmekten memnun olurum. Dün olduğu gibi bugün de, sendikaları destekleyen biri olduğum anlamında ben bir sendikalistim. Anarşist sendikalar istemiyorum, bu hemen sosyal demokratik, cumhuriyetçi, kraliyetçi ve başka türlerde sendikalara meşruluk kazandıracaktır ve işçi sınıfını kendi içinde her zamankinden daha fazla bölecektir. Hatta kızıl sendikalar görmek dahi istemiyorum, çünkü sarı sendikalar-patronların kontrolünde bulunan sendikalar- görmek istemiyorum. Görüşlerine bakmaksızın tüm işçilere açık sendikalar, tamamıyla tarafsız sendikalar görmeyi daha çok isterim.
Bu nedenle işçi sınıfı hareketine en aktif katılımdan yanayım. Ancak, böyle düşünmemin nedeni her şeyden önce, bu yolla alanı büyük ölçüde genişleyecek olan propagandamızın çıkarlarıdır. Ama bu katılımın, en derin düşüncelerimizden vazgeçmekle eş anlamlı olduğu hiçbir şekilde düşünülmemelidir. Sendikaların içinde anarşist olarak kalmalıyız; bu tanımın tüm gücü ve genişliğiyle! İşçi sınıfı hareketi, benim düşünceme göre bir araçtan daha öte değildir. Her ne kadar, şüphesiz elimizdeki araçların en iyisi olsa da. Ancak araçları amaç olarak benimsemeyi reddediyorum ve aynı şekilde, anarşist fikirlerin bütünlüğünün ya da daha basit ifade edecek olursak, diğer propaganda ve ajitasyon araçlarımızın gözden yitmesini istemem.
Sendikalistler, diğer yandan, araçları bir amaca dönüştürmeye, parçayı bir bütün olarak görmeye meyilliler…
Sendikalizm kendini devrimci sıfatıyla güçlendirse bile, çalışma koşullarının ıslahından başka bir erişilir amacı olmayan, kanuna dayanan ve hatta tutucu olan bir hareketten daha fazlası değildir ve asla olmayacaktır. Büyük Kuzey Amerika sendikalarının bize verdiği kanıtlar dışında başka kanıt aramaya gerek duymuyorum. Bu sendikalar, halen zayıf oldukları zamanlarda bile kendilerini en radikal devrimcilikle dolu olarak gösterip olabildiğince güç ve servet kazanarak tamamen tutucu örgütlenmeler haline geldiler. Tamamen üyelerini fabrikanın, atölyenin ya da madenin aristokratları yapmakla ilgilendiler. Örgütlü olmayan işçilere ve sosyal demokratlarca mahkum edilmiş beş parasız proletaryaya paternalistik3 kapitalizme olduklarından çok daha düşmanlar! Ama sendikalizmin hesaba katmadığı, ya da daha doğrusu sadece bir engel olarak gördüğü, gittikçe artan işsiz proletaryayı bizler, yani diğer anarşistler unutmayız ve onları savunmak bizim görevimizdir. Çünkü en çok acı çekenler onlardır.
İzninizle tekrar ediyorum: Anarşistler, işçi sınıfı sendikalarına girmelidir. Her şeyden önce burada anarşist propaganda yürütmek ve üretimin yönetimini eline geçirebilecek grupların -hepimizin ümit ettiği o günde- yanımızda olmasının tek yolu bu olduğundan. Son olarak da sendikaları özel çıkarlar dışında başka bir şeyi savunmaktan caydıran iğrenç kafa yapısına karşı canla başla savaşmak için sendikalara girmeliyiz.
Bana göre Monatte’in ve tüm devrimci sendikalistlerin temel hatası sınıf mücadelesini çok basite indirgeyen anlayışlarıdır. Bu anlayışa göre tüm işçilerin -tüm işçi sınıfının- ekonomik çıkarları benzerdir, bu anlayışa göre işçilerin kendi çıkarlarını savunmayı ele almaları yeterlidir ve bütün proletaryanın çıkarları aynı zamanda kapitalizme karşı savunulacaktır.
Gerçekliğin oldukça farklı olduğunu iddia ediyorum. Burjuvazi gibi, herkes gibi, işçiler de devletin varlığından ve özel mülkiyetten türeyen ve ancak onlar ortadan kaldırıldığında ortadan kalacak olan evrensel rekabet yasasına tabidir. Bu nedenle, kelimenin gerçek anlamıyla, ortada hiçbir sınıf çıkarı olmadığı için bir sınıf da yoktur. İşçi “sınıfının” ortasında da burjuvazinin ortasında olduğu gibi, rekabet ve savaş devam etmektedir. Bir kategoriye ait işçilerin ekonomik çıkarları, bir diğer kategoriden olanlara kesinlikle karşı olacaktır. Ve her yerde hem ekonomik hem ahlaki olarak burjuvaziye, proleteryaya olduğundan daha yakın işçiler görülmektedir. Size işçilerin grevlerde ne sıklıkla şiddet kullandığını hatırlatmama lüzum yok. Peki, bu şiddet polise ve yöneticilere karşı mı? Tabi ki de değil; yine kendileri gibi sömürülmüş ve hatta kendilerinden daha fazla aşağılanmış olan grev kırıcılara karşıdır. Hem de işçilerin gerçek düşmanları, sosyal eşitliğin gerçek engelleri halen polis ve işverenlerken.
Yine de ekonomik dayanışmanın yokluğunda bile işçiler arasındaki ahlaki dayanışma mümkündür. Anonim çıkarların savunusundan kendilerini ayırmış olan işçiler, onun farkında olmayabilirler. Ama toplumsal dönüşüme yönelik ortak bir iradenin onları yeni insanlara dönüştürdüğü gün bu ortaya çıkacaktır. Günümüz toplumunda, dayanışma sadece ortak bir idealin himayesi altında gelişen bir paylaşım sonucunda ortaya çıkabilir. Anarşistlerin rolü, sendikalarda bu ideali canlandırmaktır. Şu anda onlara pekala taraflı görünen şu “acil çıkarlara” zarar vermek pahasına da olsa, onları aşamalı olarak toplumsal devrime yöneltmektir.
Sendikalist eylemin bizi bir takım tehlikelere soktuğunu kimse ikna edemez. Bu tehlikelerin en büyüğü şüphesiz sendikalarda bulunan memuriyetlerdeki militanların, özellikle de bu maaşlı bir memuriyet olduğunda, (bu sistemi) onayında yatmaktadır. Gelin bunu genel bir kural olarak alalım: Bir sendikada kalıcı ve maaşlı bir memura dönüşen bir anarşist, propaganda açısından kaybedilmiştir, anarşizm açısından kaybedilmiştir! Bu noktadan sonra o, kendisine ödeme yapanların emri altındadır ve bu kişilerin hepsi anarşist olmadığı için, vicdanı ve çıkarları arasında sıkışan maaşlı bir memur, ya vicdanını dinlemek ve pozisyonunu kaybetmek, ya da çıkarlarının peşinden giderek anarşizme veda etmek zorundadır!
İşçi sınıfı hareketinde memurların varlığı, yalnızca parlamenter rejimdekiyle kıyaslanabilecek bir tehlikedir. Her ikisi de yozlaşmaya yol açar ve yozlaşma ile ölüm arasındaki mesafe çok da fazla değildir.
Ve şimdi gelin genel grevi düşünelim. Kişisel olarak bu ilkeyi kabul ediyorum. Yıllardan beri de tüm gücümle onun propagandasını yapmaktayım. Genel grev bana her zaman toplumsal devrimi başlatmak için mükemmel bir araç gibi görünmüştür. Ancak, genel grevin silahlı ayaklanmayı gereksiz kıldığı yönündeki feci yanılsamaya düşmemek için tetikte olmalıyız.
Bize üretimi aniden durdurmak yoluyla birkaç gün içinde açlıktan ölerek, teslim olmak zorunda kalacak olan burjuvaziyi yok etmekte işçilerin başarılı olacağı söyleniyor. Bundan daha görkemli bir saçmalık düşünemiyorum. Bir genel grev sırasında açlıktan ölecek ilk kişiler, tüm stoklarını tamamlayan burjuvalar değil, yaşamak için sadece emeğine sahip olan işçiler olacaktır.
Genel grev, bize önceden söylendiği haliyle salt bir ütopyadan ibarettir. Ya işçi, üç günlük grevin ardından açlıktan ölüp başını öne eğip atölyelere geri dönecek, biz de tahtaya yeni bir yenilgi daha yazmış olacağız ya da üretimi ana kuvvetle ele geçirmeye çalışacak. Onu durdurmak için kimin beklediğini görecek! Burjuvaların kendileri dışında askerler, polisler ve ardından meseleye kurşun ve bombalar karışmadan olmayacak. Ayaklanma olacak ve zafer en güçlü olanın olacak.
Bu nedenle genel greve her derde deva bir ilaç gibi bakmakla kendimizi sınırlandırmak yerine, gelin şu kaçınılmaz ayaklanma için hazırlanalım.
Ama onu gerçekçi terimlerle düşünsek bile, genel grev yine de büyük dikkatle kullanılması gereken iki uçlu bir bıçaktır. Geçim koşulu müddetsiz bir şekilde ertelenemez. Er ya da geç insanları besleyecek araçları ele geçirmek gerekecek ve bunun için, grev bir ayaklanmaya dönüşene dek bekleyemeyiz.
İşçilerden istememiz gereken, çalışmayı sonlandırmaları değil daha çok ona kendi yararlarına olacak şekilde devam etmeleridir. Bu olmaksızın genel grev, dükkanlarda birikmiş olan tüm ürünleri derhal ele geçirmeye yetecek kadar güçlü olsa bile çok geçmeden genel bir açlığa dönüşecektir. Genel grev fikri temelde hepten hatalı bir inançtan doğmaktadır; burjuvazi tarafından biriktirilen ürünleri ele geçirmekle insanlığın, üretmeksizin kim bilir kaç ay ve kaç yıl boyunca tüketime devam edebileceği inancından…
Geçmişte kendilerini işçi sınıfı hareketinden ayıran yoldaşlar için kederlendim. Bugün birçoğumuzun, ters uca düşüp aynı hareket içinde yutulmamıza izin vermiş olduğumuz için kederleniyorum. Bir kere daha söyleyecek olursam, işçi sınıfı örgütlenmesi, grev, genel grev, doğrudan eylem, boykot, sabotaj ve silahlı ayaklanmanın kendisi, bunlar sadece araçtır. Anarşizm ise amaçtır. Arzuladığımız anarşist devrim bir tek sınıfın çıkarlarının çok daha ötesindendir: O köleleştirilmiş insanlığın üç bakış açısından, ekonomik, siyasi ve ahlaki olarak tam özgürlüğünü planlar. Gelin bu nedenle tek yönlü basite indirgenmiş herhangi bir eylem planına karşı tetikte olalım. Sendikalizm, işçi sınıfının bizim kullanımımıza soktuğu güçler nedeniyle mükemmel bir eylem aracıdır, ancak bizim tek aracımız olamaz. Aksi halde, çabalarımıza değer olan bir amacı, Anarşizmi gözden yitirmek zorunda kalırız.
Dip Notlar :
1 – Lules Basile Guesde: Fransız sosyalist bir gazeteci ve politikacı
2 – Louis Auguste Blanqui’ye atfedilen bir devrim anlayışı
3 –Paternalizm: Latince pater(peder, baba) kelimesinden türeyen kavram, halkın bir türlü büyüyemeyen bir çocuk olduğunu ve toplumsal yaşamın karmaşıklığını çözümleyebilecek yetisi olmadığını öne sürer. Halkın bu yüzden bir siyasi iktidara (devlete) zorunlu olarak bağlı olacağını savunur.
Halil Çelik
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.
The post Anarşist Teori ve Pratik Tartışmaları(2) : ” Devrimci Sendikalizm ve Anarşizm” – Errico Malatesta, Pierre Monatte appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post 30 Mart Seçimleri Üzerine Anarşist Bir Değerlendirme (H. Civan) appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Seçim ismi verilen siyasal sürecin, toplumun siyasi, sosyal ve ekonomik ihtiyaçları için organize edildiği iddiasının gerçek olup olmadığının anlaşılmasında, bu gerçekliğin içindeki siyasal öznelerin kim ya da kimler oldukları ve bu siyasal öznelerin faaliyetlerinde neyi nasıl yaptıkları da bir o kadar önemlidir.
Seçim süreçlerinin aktif özneleri olan partilerin iddiası, bir önceki seçim döneminden şimdiki seçim sürecine kadar oluşan toplumsal adaletsizliklerin giderilmesidir. Bu yüzden, siyasal özneler yani partiler, bu sorunları çözmek için(!) siyasal iktidara yani hükümete talip olurlar. Hükümet olup olamamaları, oy alıp alamayacakları seçmen sayısıyla orantılıdır.
Seçmenin oy verip-vermemesi, bu partilerin sunduklarının, seçmenin ihtiyaçlarını karşılayıp karşılayamamasıyla ilintilidir. Tabi ki seçmen, partilerin sundukları arasında ihtiyaçlarını karşılayabileceğini düşündüğü partiyi seçmek zorundadır. Siyasal sistem, kendini seçmene göre ayarlayamaz. Çünkü siyasal sistem paralelinde kapitalist sistem de, ihtiyaçların azaldığı bir seyirde değil, tam tersine ihtiyaçların çoğaldığı bir seyirde meşrulaşır.
Batılı demokrasilerde seçim süreçleri, bu seçen-seçilen pragmatizmine dayalıdır. Seçmenler yani vatandaşlar için işin “yarar” kısmı tartışmalıdır biraz. Özgürlük, eşitlik, adalet gibi önemli kavramları kullanarak propaganda yapan partiler, vatandaş için kapitalizmin kuraklığında özgürlük serabıdır aslında.
Seçim dönemlerinde tüm partilerin istisnasız sahiplendiği demokrasi, tüm olumlu anlamlandırma çabalarına rağmen bu kadar net bir kavram ya da model değildir. İşin muğlaklaştığı yer kavramın içeriğinin nasıl doldurulduğudur; bahsedilen demokrasinin otoriteryen mi, liberal mi, temsili mi, katılımcı mı olduğu çok tartışılmadan bir sahiplenmedir.
Mevcut devletler sisteminde, batılı devletlerin işlettiği demokrasi, çoğulcu diye nitelendirilen bir demokrasi şeklidir. Dünyanın geri kalanı da ya bu sisteme uymak için dolaylı ya da dolaysız zorlanır (savaşlar, darbeler, siyasi ve ekonomik yaptırımlar…) ya da yalnız bırakılır.
Seçen-seçilen pragmatizmine en uyumlu demokrasi biçimi olarak çoğulcu demokrasi, “iktidardan payımıza ne düşerse” diyen tüm çıkar gruplarına açıktır. Öyle ki batılı devletlerdeki toplumsal muhalefeti temsil ettiği söylenen kesimlerin bile nihai amacı, ortadaki siyasal, ekonomik ya da sosyal iktidardan biraz da olsa nemalanabilmektir. Böylelikle, mevcut kapitalist sistemde kendi varlığını sürdürebilmektetir.
Yazının başında belirttiğimiz gibi hangi siyasal öznenin faaliyetlerini hangi siyasal gerçeklik içinde gerçekleştiriyor olduğunu belirginleştirmek önemlidir. Bu belirginleşme için dünyada yaşanan birçok farklı deneyimi araştırabiliriz. Fakat çok da uzağa gitmeden yakınımızda gerçekleşen Taksim Gezi İsyanı’nı hatırlamamız da yeterli olacaktır. Taksim Gezi İsyanı’nı yaratan süreç, isyanın içinde yer alan bireylerin, polis şiddetine, hükümetin yasaklarına karşı siyasal tavırlarını toplumsallaştırmasıyla oluşmuştur. Bu toplumsallaşma, sadece İstanbul’la da sınırlı kalmamış, şehirden şehire sıçrayarak coğrafyanın farklı yerlerine yayılmıştı. Taksim Gezi İsyanı’ndaki politikleşme, dışsal bir etkenle değil, bireylerin doğrudan içsel siyasi tavırlarıyla gerçekleşmiş, seçimlerin yarattığı yapay bir politikleşmeden uzak, kendilindenliğe yakın bir politikleşmeyle bezenmişti.
Bireyin belirginleştiği isyan sürecinin etkilerini sürdürdüğü forumlarla beraber, siyasal karar mekanizmaları doğrudan demokrasiyle gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Bu gerçeklikte doğrudan demokrasi kavramı gündeme gelmiş ve devlet dışı siyaset toplumda meşruluk kazanmıştır. İsyan sürecinde katledilen kardeşlerimiz için devam etmekte olan her eylemlik süreci, toplumun siyasal gerçekliğinin parçasıdır. Devletin katliamlarına karşı girişilmiş bu çabalar, falanca partinin adalet konusunda yapacağı yeni düzenlemelere bırakılmadan doğrudan adaleti amaçlar. Bu siyasal gerçekliğin öznesi, siyasal partiler değil, doğrudan devletin ve kapitalizmin mağduru kesimlerdir.
Bu yeni siyaset biçimi toplum tarafından kabullenilirken, eski siyaset biçimi yani toplumu seçimle politikleştiren partilerin, süreci kendine yontma çabası aşikardır. İsyanın başından bu yana, isyana katılan her bireyi bir oy olarak gören bu anlayış, isyanın tüm değerlerini seçimlere indirgeyerek değersizleştirmektedir.
Kaldı ki, doğrudan demokrasiyi bu kadar yoğunluklu olarak konuştuğumuz tek siyasal gerçeklik Taksim Gezi İsyanı değildir.
İçinde bulunduğumuz süreçte ekonomik sömürüye maruz bırakılan işçilerin işyerlerinde giriştikleri grev ve işgallerde öz-yönetim girişimleri, bu doğrudan demokrasi çabalarının toplumda uygulanan bir model olduğunun göstergesidir. Öyle ki işçiler zaman zaman, onları temsil iddiasında bulunan bürokratik sendikalara bile karşı mücadelelere girişmiş, kendi kararlarını doğrudan demokrasiyle her işçinin sonsuz söz hakkının bulunduğu öz yönetim modellerini uygulamaya başlamışlardır. İşçiler işyerlerinde karşılaştıkları adaletsizliklere karşı mücadelelerini kendi kararlarıyla, herhangi bir partinin ekonomik modelini beklemeden gerçekleştirmişlerdir.
Doğrudan demokrasi ve öz yönetim modeli olarak yine uzaklarda olmayan, çok yakınımızdaki Rojava görülmelidir. Devletlerin, şirketlerin önemli bir rant bölgesi ilan ettikleri Rojava’nın da içinde bulunduğu bölgede büyük bir savaş yaşanmaktadır. Rojava halkı bir yandan kendi özgürlüğünün savaşını verirken bir yandan da bu rant savaşına maruz kalmakta, ancak devrimi oluşturacak değerleri yine de yitirmemektedir. Devrimin değerleri, halkın kendi iradesinde aldığı kararlarla siyasal gerçekliğe müdahalesiyle artmıştır. Rojava halkı, devrimi seçim sandıklarından değil, doğrudan demokrasinin işlediği öz-yönetimle ve öz-savunmayla gerçekleştirmiştir. Bizlerin yüzümüzü döneceği demokrasi örneği, doğrudan demokrasinin savaş koşullarında bile kendini belirginleştirdiği Rojava Devrimi olmalıdır. Rojava’da olan, devrimin siyasal gerçekliğidir.
Çoğulcu demokraside seçimlerin ezenlerin dünyasında yalnızca bir serap olduğu açıkça ortadadır. Bu serabın kapitalizme tutsak ezilenler içinse bir özgürlük serabı olduğu kesindir. Ezilenlerin kapitalizmin kuraklığına tutsak olduğunu söylemek, biz anarşistlerin anlaşılmasında bazen sıkıntılar oluşturabilir.
Çoğulcu demokrasinin bireyi önemsizleştirdiğini ve edilgenleştirdiğini söyleyerek, oy kullanmadığımızda ve “oy kullanmayın” dediğimizde, bizi siyasal etkisizlikle eleştirebilirler. Daha da ötesinde seçim sürecinin başından itibaren başlayan, anket ve medya çalışmalarıyla sürdürülen kandırmaca kampanyalarını, klonlanan seçmenlerden zombi seçmenlere, çalınan-yakılan oyları, tüm entrikaları anlattığımızda bizi siyasetsizliğin aşırı şüpheciliğiyle suçlarlar. Biz ise herkes tarafından bilinen ama her seçim dönemi bilinmiyormuş gibi davranılan bu gerçekleri söylemeyi sürdürürüz.
Söyleriz çünkü devrimci anarşistlerin yaratmaya çalıştığı siyasal gerçeklikle, devletin ve kapitalizmin siyasal gerçekliği zıttır. Dolayısıyla, devrimci anarşistlerin seçimlere katılmaması siyasetsizlik değil, siyasi bir tavırdır. Oy verip/vermemeyi siyaset karşıtlığına indirgemek ise devletin kendi adaletsizliklerini saklamak için yarattığı seçimler serabını sürdürme çabasıdır.
Devrimci anarşistler, ezilenleri olduğu konumda tutmayı amaçlayan devletin ve kapitalizmin geçici politik süreçleri olan seçimlerle ezilenleri, ezenlerle eşitleyen bir yanılgının karşısındadır. Patronuyla kendisini vereceği bir oy ile eşitleyen işçinin bu geçici politikleşmede kendi geleceğine dair iradi bir eylem içinde olduğunu zannetmesi, kapitalizmin adaletsizliklerini olağan algılamasıyla sonuçlanabilir. Ve her beş yılda bir yapılan seçimlerle yine yeniden yaşayacağı bu adaletsizlikleri değil, yalnızca kendi seçtiklerini değiştirebilir. Bu algısal sarmal böyle gelip böyle geçecektir.
Siyasal olanla yaşamsal olanın ayrıştırılması, devletin ve kapitalizmin istediği bir ayrıştırmadır. Siyasal ve yaşamsal olarak yapılan bu ayrışma sayesinde gündelik yaşamın içerisinde karşı karşıya kalınan adaletsizliklerin siyasal bir tavırla karşılanmasından yoksundur. Çünkü siyasal olan, çoğulcu demokrasi içerisindeki seçim süreçlerinde bir partiye oy atmak ya da bir başka partiye atmaktır. Ya da oy atmamaktır. Kaldı ki yaşamsal olan siyasal, siyasal olan yaşamsaldır. Birey, içerisinde bulunduğu topluluğun kendisidir. Alınacak kararlarda, uygulanacak kararlarda edilgen değil doğrudan etken olmalıdır. Pasif siyasal bir özne değil, aktif siyasal bir özne olmalıdır. Çoğulcu demokrasi içerisinde çoğunlukta eriyen bir azınlık, hatta tek bir birey olmamalı, doğrudan demokraside alınacak ve uygulanılacak kararların hepsinde söz sahibi olabilmelidir.
Devletin ve kapitalizmin kuraklığındaki bu serapta çoğunluğun yada azanlığın içinde eriyen birey bu seraba yanılmadan, aktif siyasal özneye dönüşmeyi istemelidir. Ancak böylece algısal anlamda farkındalıkların artması sağlanabilir. Bu, anarşizmin tarihi içerisindeki birbirinden değerli bir çok deneyimde de böyle olmuştur. Anarşistler, doğrudan demokrasinin işletildiği karar süreçlerini, kimi zaman mahalle ya da halk meclisleri, kimi zaman da kooperatifler ve sendikalar içinde deneyimlemiştir. Anarşistler toplumsal ihtiyaçlar ile alakalı öz-örgütlülüğe dayalı bir şekilde oluşmuş sosyal, ekonomik ve siyasal birliktelikleri savunulmuşlardır.
Dün anarşizmin tarihinde yaşanmış bu deneyimlerin, en belirgin etkisini bugün Güney Amerika halklarında görmekteyiz. Bugün Chiapas ve çevresinde kurulmuş komünlerin öz-yönetimle örgütleniyor ve doğrudan demokrasiyle işletiliyor olmaları, biz ezilenlerin seçimler ve çoğulcu demokrasi dışında bir başka siyasal gerçekliğin olabileceğini anlamamızı sağlayacaktır. Anlamımız gereken bir başka gerçeklik ise biz ezilenlerin kurtuluşunun öz yönetime dayalı bir siyasal bir gerçeklik yaratmamız olduğudur.
Şimdi önümüzdeki seçimlerde yaratılmak istenilen siyasal gerçekliği ve bizim kendi siyasal gerçekliğimizi karşılaştırarak ayrımımızı netleştirmeliyiz. Öncelikle bu seçimlerde diğer seçimlere göre daha şanslı olduğumuzu belirtmeliyiz.
Hükümeti oluşturan AKP ve Cemaatin yakın süreçte kendi arasında yaşadığı çatışma sayesinde, devletin organları arasındaki ayrışma böylece ayyuka çıkmış oldu. Birbirini soruşturan savcılarla, birbirini tutuklayan polislerle dolu bir hükümet döneminde yaşamayalı çok olmuştu. Kutularca paranın rüşvet verilmesi de cabası. Ayrıca dört bakanın bir anda al aşağı oluşu adeta bir şov seyrindeydi. Arkasının yarın olduğu yani süreceği de kesin. Hükümet böyleyken bile, muhalefet partileri için değişen pek bir şey olmadı. Mecliste yine enteresan açıklamayı BDP milletvekili Sırrı Sakık yaptı: “Bizim için değişen bir şey yok çalmasaydılar para hazineye girip Roboski ’ye bomba olurdu” . Evet, belki toplumun birçoğu için de “değişen bir şey” yok, “bunlar da çalacak bunlardan sonrakiler de” diyenlerin sayısı hiç de az değil. Çünkü herkes şunu çok iyi biliyor: Hükümetsen çalarsın. Bir başka eski BDP’li yeni HDP’li Sırrı Süreyya Önder ise önceleri “Biz belediye başkanı olamasak bile belediye meclisine girer orayı karıştırırız, kentsel dönüşümü veto etmeye çabalarız” demişti. Sonraları başkanlığı kazanma iddiasını edindi. DEP’den bu yana Kürt Özgürlük hareketi bir araç olarak TC’de parti kuruyor ve seçimlere katılıyor. Bu seçimlerde de kendi deyimleriyle batı için ayrı bir strateji planlayarak batıdaki özgürlükçü kesimlerle birleşen bir parti kurdular.
Peki, TC’nin doğu illerinde BDP, batı illerinde HDP ile farklı bir strateji planlayan siyasal özne kim?
Yaklaşık otuz senedir süren Kürt halkının özgürlük mücadelesinin en belirgin sloganı bize bu sorunun cevabını veriyor: “PKK halktır halk burada”. Bu siyasal özne, halkın haklı mücadelesi olmuştur. Kürt halkı özgürlüğü için verdiği mücadelede birçok kayıplar vermiş olsa bile, otuz senelik savaş süreciyle istediği kazanımları birer birer almıştır. Siyasal özne Kürt halkının içerisinde her bireyde belirginleşirken toplumsallaşmıştır. Senelerce süren öz yönetim çabaları bölge bölge kurulmuş yaşamlarda kendisini belirginleştirmiştir. Anarşizmin halkların özgürlük mücadelesindeki önemi, halkların öz yönetimiyle oluşturduğu öz örgütlülüklerle kurduğu dayanışma ilişkisi olmuştur. Senelerce sokakta yan yana olduğumuz bu siyasal özneyle, bireyinden toplumuna yani özgürlük mücadelesindeki Kürt halkıyla kurduğumuz dayanışma ilişkisinin oy vermek ya da oy vermemek ikilemine indirgenmemesi gerekmektedir. Siyasal özne olan PKK’nin kendi mücadelesi içerisindeki herhangi bir stratejisi, biz anarşistlerin tartışmalarında değerlendiriliyorsa, bu seçim stratejisi de tartışılarak değerlendirilmelidir. Bu değerlendirme yapılırken yazının başında bahsettiğimiz başlıklar önemlidir. Ama daha da önemlisi İberya yarımadasındaki halkların özgürlük mücadelesindeki anarşist örgütlenmelerin deneyimleridir. İberya yarımadasında (Portekiz ve İspanya’nın tamamı, Fransa’nın bir kısmı) halkların siyasal öznesine dönüşmüş anarşist örgütlerden İberya Anarşist Federasyonu(FAI)’nun ve Ulusal Emek Konfederasyonu’nun (CNT) faşizme karşı koymak için birleşik cepheyle seçimleri desteklemesi hem bölge dışı hem de bölgede beraber mücadele ettikleri FIJL tarafından eleştirilmiştir. Ayrıca Amerika’daki ve Avrupa’daki etkili anarşistlerinden Emma Goldman da FAI ve CNT’yi desteklese dahi, FIJL gibi seçimler konusunda eleştirmiştir.
Bu deneyimde faşizme karşı verilen mücadelenin zorluğu ne olursa olsun, İberya’daki yoldaşlarımız seçimlerle alakalı eleştirilmişlerdir. Biz devrimci anarşistler, bu deneyimin dönemsel etkilerini ve günümüz dönemsel etkilerini göz önünde tutarak karşılaştırmalıyız. Ayrıca FAI’nın ve CNT’nin PKK ile tam olarak örtüşmediğini de belirtmeliyiz. Uzaklardan yakına, Chiapas’tan Rojava’ya görüyoruz ki özgür yaşamın yeniden yaratılması için, bireyden topluma siyasal öznenin herkes için gerçekleşmesi gerekmektedir. Günümüzdeki bu iki bölgede de seçimler gündem olmamaktadır. Sistemin seçimler serabı ancak ve ancak kendi kuraklığında aldatıcıdır.
Seçim günü oy atarak yalanlarla kendimizi kandıramayacak kadar gerçekle yaşıyoruz. Sabah erken kalkıp gece geç yatıyor ve tüm gün çalışıyoruz. Biz ezilenleriz; şimdi yaşamlarımızda her birimiz kendimiz için ve hepimiz için irademizi bir başkasına teslim etmeden kendi kararlarımızı kendimizin alacağı öz örgütlülükler kurmalıyız, örgütlenmeliyiz. Kurtuluşumuz yaşamlarımızın doğrudan siyasal öznesi olmak ve böylece yaşamın siyasal gerçekliğini yaratmaktır.
Bu, devrimin gerçekliğidir.
Hüseyin Civan
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 16.sayısında yayınlanmıştır.
The post 30 Mart Seçimleri Üzerine Anarşist Bir Değerlendirme (H. Civan) appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>