The post Devlet Çatırdıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>TC Devleti mahkemelerinin verdiği kararlara artık uyulmuyor. Üstelik bunu sadece idare yapmıyor, bizzat mahkemeler de yargı kararlarını tanımamaya başladı. Bu durum “Adalet yok!” türünden cümlelerle geçiştirilecek bir durum da değil. Verilen kararın adaletli olup olmaması tartışılmıyor. Hiçbir şekilde yorum bırakmayan bir mahkeme kararına rağmen karara uyulmamasından bahsediliyor. Evet, Enis Berberoğlu kararından bahsediyoruz.
Aslına bakılacak olursa TC Devleti yıllardan beri büyük bir hukuk krizinin ortasında. 15 Temmuz’da başlayan bir süreçten çok 15 Temmuz’la görünür hale gelen bir kriz söz konusu. Fethullah Gülen’in devlet kademelerinde, özellikle yargı mekanizmalarında örgütlenmesine göz yumulmuş ve AKP’nin kendi çıkarlarıyla paralel olan bu yargıyı ele geçirme sürecinde kazan-kazan politikası güdülmüştü. Bu birlikteliği bozansa 17-25 Aralık’ta Fethullah Gülen’e bağlı savcı ve hakimlere eşlik eden polislerin gerçekleştirdiği operasyonlar sonucunda birçok ses kaydı, para görüntüleri ve skandalın ortaya çıkması olmuştu. Kolluk kuvvetleriyle yargı arasında çıkan çatışma o dönem için ötelenmiş ancak 15 Temmuz’la birlikte yüzlerce hakimle savcının ihracıyla ve ardından gelen Olağanüstü Hal (OHAL) ilanıyla yargı krizi gittikçe derinleşmişti.
İktidar, politik olarak gücünün yetmediği noktada mahkemeleri -göstere göstere- devreye sokmaktan çekinmiyor. Öyle ki devletlerin iç politikalarına “istemeden de olsa” karışmamakta özenle davranan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bile Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala kararlarında daha önce hiç yapmadığı bir şekilde mahkeme kararlarının siyasi olduğuna karar verdi. İlk olarak Demirtaş kararında verilen ve Demirtaş’ın tutukluluğunun devam etmesinin siyasi bir karar olduğunu söyleyen AİHM kararı, sadece TC Devleti açısından da değil AİHM açısından da bu anlamda bir ilk anlamı taşıyordu.
AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bu kararla ilgili olarak “Bizi bağlamaz. Karşı hamlemizi yapar, işi bitiririz.” demiş, gerçekten de mahkemeler aracılığıyla karşı hamleyi yapmış ve işi bitirmişti. Son yıllarda siyasi alanda Erdoğan’a en büyük zorluğu çıkaran Demirtaş hala hapiste.
Buraya kadar sayılan uygulamalar, kararların adaletsiz olup olmamasını veya siyasi olup olmadığını ele alıyordu. Mahkemelerin zaten varlıkları itibariyle siyasi karar verdiğini göz önüne aldığımızda bunları anlamlandırmak zor olmuyordu. Ancak Anayasa Mahkemesi’nin son olarak verdiği Enis Berberoğlu kararı bu şekilde anlamlandırılabilecek bir karar değil. Artık mahkemelerin varlıkları hiçbir anlam ifade etmemeye başladı çünkü verdikleri ve beğenilmeyen kararlara uyulmuyor. Anayasa Mahkemesi’nin kararı, yerel mahkeme olan İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından açıkça reddedildi ve karara uyulmadı. Normal bir süreçte olması gereken, Hakimler Savcılar Kurulu’nun bu kararı veren hakimler hakkında inceleme başlatması. Ancak bu kararı veren mahkeme heyetinin başındaki hakim Akın Gürlek’in daha önce “ihtiyaç duyulduğunda” farklı mahkemelerde görev yaparak Selahattin Demirtaş, Canan Kaftancıoğlu, ÇHD’li avukatlar ve Sözcü Gazetesi yazarlarına ceza veren hakim olduğunu düşündüğümüzde böyle bir uygulamanın olmayacağı açık.
Daha önceki dönemde Anayasa Mahkemesi ve yerel mahkemeler karşı karşıya gelmişti. Yerel mahkemeler, Anayasa Mahkemesi kararını uygulamamakta direndi ama eninde sonunda Anayasa Mahkemesi’nin ihlal kararı bir şekilde karşılık buldu. Enis Berberoğlu örneğinde Anayasa Mahkemesi -yerel mahkemeye hiçbir seçenek bırakmadan- yerel mahkemenin ne yapması gerektiğini oldukça açık bir şekilde ifade etti. Ancak yerel mahkeme, Anayasa Mahkemesi’nin varlığının bir anlam ifade etmediği anlamına gelen bir karar vererek bu karara direndi.
Bu karardan sonra olanlar ise devletin çatırdadığının sesinden sonra fotoğrafını verdi. Anayasa Mahkemesi üyesi hakim Engin Yıldırım, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımla İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Enis Berberoğlu hakkında verilen “yeniden yargılama’” kararını tanımamasına karşılık olarak Anayasa Mahkemesi’nin fotoğrafını “Işıklar yanıyor.” notuyla paylaştı. Anayasa Mahkemesi üyesine yanıtsa muhatabından, İçişleri Bakanlığı’ndan, bir paylaşımla geldi. İçişleri Bakanlığı’nın resmi sosyal medya hesabından yapılan paylaşımda bu sefer bakanlığın fotoğrafı paylaşılarak “Işıklarımız hiç sönmüyor.” notu düşüldü. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararının arkasındaki güç bu anda kendini gösterdi. Devletin çatırdadığı fotoğraflar ışıklar içinde geldi.
Bu karardan sonra yine mahkeme kararlarının tanınmadığına yönelik bir örnek, bu sefer İzmir’den geldi. İzmir Barosu kanunlarda yazılı takvimine uygun olarak genel kurul yapılacağını ilan etmişti. Ancak ilçe seçim kurulu, İçişleri Bakanlığının baroların ve meslek kuruluşlarının yapacağı etkinlikleri Covid-19 tedbiri bahanesiyle 1 Aralık’a kadar erteleme kararına atıfta bulunarak genel kurulun yapılamayacağı yönünde karar verdi. Bu kararın yürütme durdurulması istemiyle açılan davada İzmir 1. İdare Mahkemesi, ilçe seçim kurulunun kararının yürütmesini durdurdu. Yani mahkemenin verdiği bu kararla İzmir Barosu genel kurulunu yapabilecekti.
Ancak İzmir Konak 1. İlçe Seçim Kurulu, İzmir 1. İdare Mahkemesi’nin İzmir Barosu’nun genel kurulunun ertelenmesine ilişkin yürütmenin durdurulması kararını tanımadı. Ve genel kurulun yapılamayacağına karar verdi. İzmir Barosu üyeleri genel kurulu gerçekleştirmek için gittiklerinde toplantının yapılacağı salonun polis tarafından sarıldığını ve barikatlar kurulduğunu gördü. Bu uygulamanın baroların bölünmesine ilişkin kanun değişikliğinden sonra yapıldığı düşünüldüğünde iktidarın amacı açık bir şekilde ortaya çıkıyor.
İçişleri Bakanlığı, Anayasa Mahkemesi’nden sonra bu sefer İzmir 1. İdare Mahkemesi’yle karşı karşıya. İçişleri Bakanlığı’nın ışıkları yanmaya, devlet çatırdamaya devam ediyor. Işıklar içinde.
Gökhan Soysal
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 54. sayısında yayınlanmıştır.
The post Devlet Çatırdıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Anayasa Mahkemesi’nden Üç İptal appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Anayasa Mahkemesi,polise, sosyal medya üzerinden internet abonelerinin kimlik bilgilerine ulaşma yetkisi veren yasa maddesini iptal ederek bu yetkiye sadece yargının sahip olabileceğini belirtti.
Bununla beraber, kamuda sözleşmeli personel olarak göreve başlayacak olanlara güvenlik soruşturması hükmünü de “Sınırlarının belirsiz olduğu ve keyfiliğe neden olabileceği” gerekçesiyle iptal etti.
Son olarak; MİT ya da Emniyet’in “terör bağlantılı” yaftalaması atarak susturmaya çalıştığı devrimci ve muhalif medya organlarının TV lisans başvurularının reddedilmesini düzenleyen yasa maddesi de AYM’nin aldığı son kararla iptal etti.
The post Anayasa Mahkemesi’nden Üç İptal appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Enis Berberoğlu’nun AYM’ye Yaptığı Başvuru Reddedildi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>MİT tırlarına ilişkin belgeleri sızdırdığı iddiası ile hapis cezasına çarptırılan CHP İstanbul milletvekili Enis Berberoğlu, Anayasa Mahkemesi’ne, milletvekilliği görevini yerine getiremediği ve bunun seçilme hakkının ihlali olduğu yönünde başvuruda bulunmuştu. Bu başvuru Anayasa Mahkemesi tarafından reddedildi.
The post Enis Berberoğlu’nun AYM’ye Yaptığı Başvuru Reddedildi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Devletin Her Hali Şiddettir – Davut Erkan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>“Olağanüstü hal” hukuk literatüründe, bir devletin karşılaştığı bir kriz durumunu aşmak için, olağan yönetim usulünün ötesinde yani olağanüstü yönetim usullerine başvurduğu döneme verilen addır.
Modern devletler, meşruiyetinin kaynağı olarak toplum sözleşmesi fikrine, teknik anlamda ise devletlerin sınırlarını belirleyen uluslararası sözleşmeleri ve devletin temel ilkelerini ve örgütlenme biçimini düzenleyen anayasaları işaret eder. Bu kapsamda devlet, vatandaşlarının güvenliğini, hak ve özgürlüklerini koruma işlevini yerine getirdiğini iddia eder. Olağanüstü dönemlerde ise, devletin bu işlevini uzun vadede devam ettirebilmesi için geçici olarak vatandaşlara tanınan hakların az ya da çok kısıtlandığı ya da bazı hakların tamamen ortadan kaldırıldığı kabul edilir.
Olağanüstü hal, hem şekli anlamda hem de içerik anlamında devletten devlete farklılık gösterir. Bu yazının konusunu ise, 20 Temmuz 2016 tarihinden itibaren içerisinde yaşadığımız OHAL düzeni oluşturacak.
YENİ “TÜRK TİPİ” OHAL
Türkiye hukukunda OHAL düzeninin en belirgin özelliği, kanuni düzenleme yapma yetkisinin tek başına hükümetin elinde olmasıdır. Olağan dönemde yasalar, meclis içerisinde belirli aşamalar takip edilerek, mecliste bulunan partiler ve milletvekillerince bir tartışma sürecinden geçerek ve sonunda da belli bir çoğunluk oyun sağlanmasıyla çıkarılır. Ancak OHAL döneminde, meclisin bu işlevi ortadan kalkar ve hükümet KHK (Kanun Hükmünde Kararname) yayınlama yoluyla bütün toplumu bağlayıcı düzenlemeler yapar. Bu yetkinin kapsamı teorik olarak OHAL ilan edilmesine neden olan husus ile sınırlı olsa da, pratikte araçlara kış lastiği zorunluluğu dahi KHK ile düzenlenebilmektedir.
OHAL’i olağan dönemlerden ayıran bir başka özellik ise, KHK’lara karşı Anayasal denetimin olmamasıdır. Herhangi bir yasanın kısmen ya da tamamen Anayasa’ya aykırı olduğu iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) başvurma ve iptalini sağlamak mümkün iken, OHAL KHK’lerine karşı anayasaya aykırılık iddiasında bulunulamıyor.
Bunun da ötesinde, KHK düzenlemelerinden etkilenen kişiler, bireysel olarak da haklarının ihlal edildiğini, mağdur edildiklerini iddia edememektedir. Yani KHK’lara karşı her türlü hukuk yolu kapalıdır. OHAL sürecinde İdare Mahkemeleri, Danıştay, Anayasa Mahkemesi ve hatta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bile, kendilerine başvuran kişilerin başvurularını reddetti. Önceki OHAL dönemlerinde AYM, KHK’ları en azından şekli anlamda ya da düzenlemenin konusu ve kapsamı itibariyle denetim yaparken, yeni Türkiye AYM’si kayıtsız ve şartsız olarak Olağanüstü Hal’de yayınlanan KHK’lara karşı yargı yolunu tamamen kapatmış durumda.
Tüm bunlar karşısında, içinde bulunduğumuz OHAL döneminin, bir hukuk düzeni olduğunu iddia etmek mümkün değildir. Hukukun tamamen ortadan kaldırıldığı, hükümetin istediği konuda istediği düzenlemeyi yapabildiği, hukuksal olarak hiçbir hak arama yolunun olmadığı ve ne zaman biteceğinin de hükümetin keyfine kaldığı bir dönemden bahsediyoruz. Sürekli hükümet diyoruz ama artık yasallaşan partili cumhurbaşkanlığı sisteminde hükümet derken aslında sadece cumhurbaşkanından bahsettiğimiz de herkesin malumu bir husus.
KHK’larla kapatılan yüzlerce dernekten biri olan ÇHD’nin düzenlediği sempozyumda, OHAL dönemi için “Ay’ın karanlık yüzü” benzetmesi yapılmıştı. Bana öyle geliyor ki, bu düzen için lamba metaforu daha uygun düşmektedir. İktidar, gece karanlığında bütün ışıkları söndürerek elindeki sopayla kendinden olmayan herkesi pata küte dövmektedir.
Yanlış anlaşılmasın, olağan dönemde hukukun, hakların, demokrasinin vs. olduğu ya da varsa dahi matah şeyler oldukları iddiasında değilim. Mücadele etme yolunu seçen ezilenler için olağan dönem de olağanüstü dönemdir. Yok sayılan, kentleri bombalanan ve katledilen halklar, sömürülen ve iş cinayetleriyle katledilen işçiler, erkek egemen dünyanın ezdiği ve katlettiği kadınlar, LGBTİ’ler, yok edilen yaşam alanları vs… Devletin olağan hali budur.
OLAĞANÜSTÜ OHAL’DEN OLAĞAN OHAL’E
İçinden geçmekte olduğumuz OHAL düzeni, hak ihlallerini ve baskıyı yaygınlaştırmakta ve arttırmakta, ama daha da önemlisi bunu sürekli hale getirmektedir. Er ya da geç OHAL kalksa dahi, yaratılan bu olağanüstü hal, çok uzun bir süre daha devam edecek. Bu sürecin temeli ise esasen 15 Temmuz’a değil, 7 Haziran seçimlerine dayanmaktadır. Hatırlayalım, AKP tek başına iktidar imkânını yitirdikten sonra Kürt kentlerine yönelik saldırılara ve katliamlara başladı. Körüklenen milliyetçi ruhla oylarını öyle ya da böyle arttıran AKP, 1 Kasım seçimlerinden sonra tek başına iktidar oldu.
Ancak bu arada, Erdoğan’ın deyimiyle partide “metal yorgunluğu” vardı ve diğer yandan iktidarın en önemli ortağı olan cemaatle ilişkileri de bozulmuştu. İktidarın iki unsurundan biri zayıflamışken diğer unsur da destek olmak yerine köstek oluyordu. Bina yıkılmaya yüz tutmuştu, AKP 2002’den beri elinde tuttuğu iktidarı yavaş yavaş kaybediyordu. AKP’nin devletten cemaati temizlemek için attığı her adım, cemaatin hala elinde tuttuğu başka bir mekanizmayla boşa çıkarılıyordu, kapıdan kovulan bacadan giriyordu. İşte bu ahval ve şerait altında, başarısız bir darbe girişimi ve sonrasında ilan edilecek bir OHAL hükümet için olsa olsa “Allah’ın bir lütfu” olabilirdi.
OHAL’in sağladığı imkânlardan faydalanılarak yapılan düzenlemeler, bir bütün olarak değerlendirildiğinde, “devletin AKP’leştirilmesi” anlamına geliyor. Bürokrasinin en üstünden en altında kadar, AKP’li olamayan ya da ona biat etmeyen herkesin ihracı geri dönüşü olmayan bir kadrolaşma yarattı. İhraçlar, tutuklamalar ve yer değiştirmelerle, sadece cemaatçi hakimler savcılar değil, hükümetin hoşuna gitmeyen tüm yargı mensupları saf dışı bırakıldı. Çok yeni bir KHK ile Yargıçlar Sendikası üyesi hakimlerin çoğu sürgün edildi. Yargıtay’dan Danıştay’a, Anayasa Mahkemesinden YSK’sına kadar yüksek yargı makamları hizaya çekildi. Şu anda işler olmasa da, MHP ile yapılan ittifakla birlikte mecliste milliyetçi-muhafazakar cephe oluşturuldu.
Toplumun tabanındaki örgütlenmeler de nasibini aldı elbette bu dalgadan. KHK’lar eliyle muhalif dernekler, vakıflar, basın-yayın organları kapatılıp, malvarlıklarına el konulan muhalefetin tüm yasal örgütlenme alanları yok edildi. Son dönemde ise insan hakları alanında çalışmalar yürüten kurumlar açıktan ve hatta yargı makamları eliyle “ajanlık” suçlamalarıyla karşı karşıya kalıyor ve kriminalleştirilmeye çalışılıyor.
Bunun karşısına konulan şey ise, 15 Temmuz gecesi yaratılan “militan partili vatandaş” modeli. Darbe gecesi dağıtılan MP-5’lerle donatılmış militanlardan oluşan bir partizan ordusu da var. Darbeye karşı “tankları durdurarak hukuk düzenini koruyan” vatandaş, artık hukukun da önemli bir öznesi haline geldi. Sokakta eylem yapanları, satırla sopayla saldırarak cezalandırabilir; kıyafetini beğenmediği kadını tekme tokat dövebilir ya da “vatan haini” olduğunu düşündüğü herkese karşı re’sen harekete geçebilir. SADAT gibi artık ayyuka çıkmış paramiliter yapılanmadan söz etmiyorum bile.
İşte tüm bunlar, OHAL’in sonlandırılmasına karar verildiğinde dahi sona ermeyecek olanlardır. Yani OHAL sadece hukuksal bir mesele olmanın ötesinde, yeni ve sürekli bir hukuksuzluk düzeninin yaratıldığı bir süreçtir. Temizlik ve yeniden yapılanma tamamlandığında OHAL şeklen kaldırılacaktır. İşte o zaman, OHAL’in artık olağan hal olduğu gerçeğiyle yüz yüze kalacağız.
Davut Erkan
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 39. sayısında yayınlanmıştır.
The post Devletin Her Hali Şiddettir – Davut Erkan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ”Vicdani Ret Hakkı İçin Anayasa Mahkemesi’ne Bir Başvuru Daha” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Anayasa Mahkemesi önünde, vicdani ret hakkının kullanılabilir olması için yapılan başvuruların sayısı gün be gün artıyor. Daha önce vicdani retçi Osman Murat Ülke, Vedat Zencir, Vicdani Ret Derneği avukatı Davut Erkan ve Yehova Şahidi bir vicdani retçinin yapmış olduğu başvuruları ardından, bir başvuru da Müslüman vicdani retçi Muhammed Cihat Ebrari tarafından yapıldı.
Vicdani Ret Derneği’nin hukuki danışmanlığında yapılan başvuruyla birlikte, vicdani ret hakkının tanınması için Anayasa Mahkemesi’ne yapılan başvuruların sayısı 5’e ulaştı.
Bu haber Meydan Gazetesi’nin 34. sayısında yayımlanmıştır.
The post ”Vicdani Ret Hakkı İçin Anayasa Mahkemesi’ne Bir Başvuru Daha” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Keenlemyekün” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Demokrat olmamamızın sebeplerinden biri de, demokrasinin eninde sonunda savaşa ya da diktatörlüğe yol açmasıdır. Fakat diktatörlük destekçisi de değiliz; çünkü başka birçok sebebin yanı sıra, diktatörlük her zaman demokrasi isteğini uyandırır, demokrasiye geri dönüşü kışkırtır ve böylece halkların sahte özgürlükle açık ve vahşi tiranlığın arasında sürekli gidip geldiği kısır döngüyü sürdürür.
Errico Malatesta, 1924
Seçimler siyasal gündemimizden çıkalı bir hayli olmuş. Özlemişiz. Seçim tartışmaları, neyse ki bu sefer biraz erken başladı! 2015 Haziranı’nda yapılması planlanan seçimlerin, Nisan ya da Mayıs gibi yapılması konuşuluyor şimdilerde. Yani en azından hükümetin niyeti bu yönde. Hükümetin son süreçlerde niyetleri ve bu niyetlerini gerçekleştirmesi arasındaki ilişki incelendiğinde, ne kadar başarılı olduğu su götürmez! Erken seçim tartışmaları, özellikle çözüm süreci paralelinde yapıldı. Davutoğlu, çözüm sürecinin “inşallah” seçimlerden önce nihai noktaya getirileceğini vurguladı. Hükümetin çözüm süreci politikalarının olumlu ya da olumsuz sonuçlarının, seçim sonuçlarına etki edeceği bu kadar açıkken, tartışmaların zemini Haşim Kılıç’ın son açıklamalarıyla seyir değiştirdi.
Seçim Dönemlerinin Paket Tartışması: %10’luk Baraj
Aslında seçim barajı tartışmaları, her seçim döneminde tekrar ortaya çıkan “paket tartışmalar”dan biri.
1974’ten darbe dönemine kadarki süre içerisinde, her iki yılda (hatta bazen aynı yılda) bir değişen Bülent Ecevit/Süleyman Demirel hükümetlerinin yarattığı iddia edilen “siyasi istikrarsızlık” ortamının normal bir sonuçlarından biri darbeyse, diğeri seçim barajı.
1980 darbesinin alametifarikalarından biri olan %10’luk seçim barajı, her seçim döneminde bir yanda siyasi istikrar öte yanda demokratik rejim kutupları ekseninde tartışılıyor. Bizzat AKP’nin seçim dönemlerinde dillendirdiği “vesayetçi dönem”le ilişkilendirilen bu uygulamanın kaldırılmasında, iktidar partisinden muhalefet partisine herkes hem fikir! Öyleyse tartışılan ne?
Bu sistem oluşturulurken Kenan Evren ve arkadaşlarının mantığı, ordunun ideolojisiyle zıt düşmeyen (belki askeri kökenli) siyasetçinin kuracağı istikrarlı bir tek parti çoğunluğu, parlamentoda bu hükümetin konumunu sarsamayacak sayıda parti olması ve Kürt halkının parlamentoya parti gönderme ihtimalinin engellenmesi üzerine yoğunlaşmıştı.
Mevcut hükümetin, askeri vesayetle hesaplaştığını iddia ederken eleştirdiği seçim barajını, kendi siyasal iktidarını arttırma ve pekiştirme adına kullanmaktan çekinmediğini/ çekinmeyeceğini baraj tartışmaları üzerinden görmekteyiz. Parlamentoda suni bir çoğunluk, kullanabildikleri ölçüde tüm siyasi partilerin kullanmak isteyeceği bir durumdur. Bu siyasal iktidar, meşruiyetini, üzerine kurduğunu iddia ettiği “millet iradesi”ne dayandıramaz. AKP’nin paket tartışmadaki konumu, açık bir şekilde “İstikrar sürsün, Türkiye büyüsün!” saçmalığından ibarettir.
Demokratik Rejim Cephesi ve Haşim Kılıç
Avrupa Konseyi tarafından organize edilen bir konferansta Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, %10’luk seçim barajına ilişkin kanun hükmünün değişmesi için yapılan başvuruları değerlendirdikleri açıklamasında bulundu.
BBP ve SP’nin, meselenin gündem olmasından önceki başvurularına, gündemde payına düşeni alma hesapları yapan ana muhalefet, CHP İstanbul milletvekili Umut Oran’ın bireysel başvurusuyla hamle yaptı. Kılıçdaroğlu, söylemlerinin merkezini giderek bu meseleye çekerken, demokratik bir rejimin olmazsa olmazı olarak yeni akıllara gelen mesele, “paket tartışmalar”a uygun bir ortamda ilerletiliyor. Hatta TÜSİAD Başkanı Haluk Dinçer bile, barajın düşürülmesinden yana olduğunu açıklayan bir açıklama yaptı. “Demokratik rejim” yanlısı STK’ların açıklamaları, yine de hükümeti rahatsız edecek bir tonda değildi, ya da artık buna özen gösteriliyor.
Haşim Kılıç’ın, barajın düşürülmesi yönündeki ısrarı, AKP’nin totaliter hamlelerine karşı demokrasi savunuculuğu yapanlar için, bu seçimlerde tutunulacak tek dal konumunda.
Seçim gündeminin bu “usül” sorunu etrafında tartışılmaya başlanması, çok geçmeden AKP kanadından karşılandı. Karşılığın bu kadar sert olması, hükümetin, yapılması tartışılan “usül değişiklikleri”ne çok sıcak bakmadığının en açık ifadesi. Keza, TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı AKP’li Burhan Kuzu, seçim barajına ilişkin yaptığı açıklamayla, AKP’nin asıl tavrının ne olacağını belirtti. Bu tavır, sadece mevzubahis meselenin gündemleşmesiyle oluşan bir tavır değil. Bu, iktidarını giderek arttıran bir partinin, ideolojisinin ne olduğunun açıklamasıydı.
Keenlemyekün
Keenlemyekün, hukukta bir deyimdir. “Baştan itibaren anlam ifade etmez” gibi türkçeleştirilebilir. Yani “yok hükmünde” anlamına gelir. Bir olayın meydana gelmediğini varsayar. Burhan Kuzu’nun %10’luk baraj kaldırılırsa, kararın keenlemyekün olacağını ve uygulamayacaklarını söylemesi; kuvvetler ayrılığı ya da birliği ilkesinin, bir parti için ne kadar kullanışlı olabileceğinin en iyi göstergesi. Tabi manevra yapmayı bilene! Kuzu, partisinin ahkam kesme politikasını devam ettirerek, seçim barajının indirilmesi durumunda Anayasa Mahkemesi’ni ‘kalsın mı, gitsin mi?’ noktasına getireceğini belirtmekten de geri durmuyor.
Seçim barajı üzerinden konuşulmaya başlanan seçim gündemi, altı ay öncesinden halihazırda önümüzde duruyor. Seçim barajının yüzde kaç olacağı ve seçimleri hangi partinin kazanacağı tartışmalarının gölgesinde kalan siyasal gerçeklik, bu gölgeden çıkartılmalı.
Siyasi, ekonomik ve sosyal baskılara maruz bırakılan kesimler, siyasal ifade bulma noktasında keenlemyekün ilan ediliyorken; baraj tartışmaları da, seçim tartışmaları da, ezilen kesimler için anlamsızdır. Bu siyasal iktidardan nemalanacaklar, ana muhalefetiyle iktidarıyla seçim gündemini tüm siyasal gerçekliklerin önüne taşımayı, tüm siyasi-ekonomik-sosyal sorunlara çözüm olarak seçimleri göstermeyi amaçlamaktadır.
Farklı iktidar odaklarının konumlarını korumaları için illa meşruiyet aramadıklarının deneyimlendiği zamanlardayız. İşçi cinayetlerinin geçici ve alışılan gündemler sayıldığı, kadın katliamının her geçen gün büyüdüğü, ekonomik sömürünün ve yolsuzluğun, ekolojik talanın pekiştiği bir zamanda; tüm sorunlara parlamentoda çözüm arayacaklara, hatırlatılması gereken koca bir toplumsal devrimler tarihi var.
Siyasi istikrardan meşruiyetini alan totaliter rejim ve demokratik rejim arasındaki ilişki, birbirinin zıttı olmaktan çok, destekleyicisi konumundadır. Bu, yoldaş Malatesta’nın da vurguladığı gibi, kısır bir döngüdür. Bu kısır döngüyü yıkacak, keenlemyekün ilan edilen ezilenlerin yaşamlarının gerçekliğini var edecek bir öz-örgütlülüğe ihtiyaç vardır. Devrimci ve anarşist bir hareket, toplumsal devrimler tarihinde her zaman bunun adı olmuştur.
Hüseyin Civan
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında yayımlanmıştır.
The post “Keenlemyekün” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Kullan-at Kılavuz : “Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Hakkı” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Hakkı :
2010 yılında yapılan referandumundan sonra Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) bireysel başvuru hakkı tanınmış oldu. Ancak bu hukuki yol, son aylardaki uzun tutukluluk meselesine dair mahkemenin vermiş olduğu kararlarla tekrar gündeme girdi. Peki, bize karşı açılmış veya bizim açmış olduğumuz davalarda konuyu nasıl bir hukuki yol izleyerek Anayasa Mahkemesi’ne götüreceğiz? Bu kullan-at yazı da, bunu incelemeye çalışacağız.
Anayasanın 148/3 fıkrasına göre: “Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
Bu madde çerçevesinde, AYM’ye “herkes” başvurabilir. Bu, yabancı uyruklu kişilerin de başvuru yapabileceği anlamına gelir. Ancak yabancılar T.C vatandaşlığı ile bağlantılı olan (mesela seçme seçilme konusu gibi) konularda başvuru yapamaz.
Başvuru konusu Anayasada belirtilen temel hak ve özgürlükler ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki haklara ilişkin olabilir. Örneğin yaşama hakkı, işkence ve eziyet yasağı, zorla çalıştırma yasağı, kişi hürriyeti ve güvenliği, hak arama hürriyeti, suç ve cezaların kanuniliği, özel hayata, aile hayatına, konut ve haberleşmeye saygı, düşünce, din ve vicdan hürriyeti, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti, toplantı ve örgütlenme hürriyeti, serbest seçim hakkı, temel hak ve hürriyetlerin korunması, eğitim ve öğretim hakkı ve ödevi, eşitlik ve etkili başvuru hakkı bu kapsamda sayılabilecek haklardandır. Başka bir konuda başvuru yapılırsa mahkeme konu bakımından yetkisiz olduğu için başvuruyu reddedecektir. Yukarda belirtilen haklara ilişkin ihlalin ise 148/3’e göre “Kamu Gücünden” kaynaklanması gerektiği belirtilmiştir. Bu çerçevede Gezi sürecinde yaşam hakkımıza, eziyet ve işkence yasağına, hak arama hürriyetine açıkça kasteden devlete karşı açılan davalar (bir sürpriz olmazsa) reddedileceğinden, konuyu hiç üşenmeden binlerce ayrı dosya olarak AYM’ye taşımak gerekiyor. Bırakalım onlar zor durumda kalsın.
AYM inceleme alanı dışında olduğundan, mahkemenin verdiği kararın adil olup olmadığını, davadaki maddi ya da hukuki hataları, hukuk kurallarının doğru uygulanıp uygulanmadığını inceleyemez. Öbür taraftan bu hususlar temel hak ve özgürlüklerin ihlali ile doğrudan bağlantılı ise ve açıkça keyfilik varsa inceleme konusu yapılabilir.
Başvuru süresi ise 30 gündür. Normal hukuki prosedürde Yüksek Mahkemelerin (Yargıtay, Danıştay ile Askeri Yargıtay ile Danıştay) vermiş olduğu nihai kararlarla kanun yolları sona erer. Bu nihai karar sürenin başlangıcıdır. Bu noktada hatırlatmak gerekir ki, tüketilmesi gereken kanun yolları etkin değilse veya makul sürede yargılama yapılmıyorsa (uzun tutukluluk) kanun yolları tükenmeden de AYM’ye başvurabilirsiniz.
Başvurunun AYM’nin internet sitesinde yer alan formun doldurularak yapılması gerekiyor. Tüm delillerde bu formun eki olarak dosyaya konulmalı. Ayrıca şu anda 200 tl civarı bir harç da ödenmek zorunda. Başvuruyu direk AYM’ye yapabileceğiniz gibi bulunduğunuz yerdeki mahkemelere giderek de yapabilirsiniz. Oradaki görevliler teslim ettiğiniz dosyayı AYM’ye gönderecektir.
Bireysel başvuru hakkının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AIHM) başvuru yolunu kapatıp kapatmadığı konusuna gelince; AIHM’e başvuru hakkı Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerle teminat altına alınmıştır. Devlet AIHM’e başvuruyu engelleyemez. Ancak bu noktada AYM’ye başvuru hakkının tanınmış olması devletin bir kurnazlığı olarak duruyor. Çünkü iç hukuk yolları tamamen tüketilmeden aihm’e gitmek mümkün değil. AYM’ye başvuru hakkı da artık bir iç hukuk yolu haline geldiğinden bu süreç tamamlanmadan AIHM’e gitmek artık olası değil. Türkiye ödemek zorunda kaldığı yüksek tazminatlar sebebiyle icat ettiği bu ara formülü de geçen iki yıllık “performansına” baktığımızda boşa düşürecek gibi duruyor.
Devletin kendi koyduğu kuralları insanlara öldüresiye dayatıp kendisinin hiçbir şekilde tanımaması şaşırtıcı değil. Mücadelemizin bir yönü de bu ikiyüzlülüğün açıkça teşhir edilmesidir.
Ali Rıza Ercan
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 16. sayısında yayımlanmıştır.
The post Kullan-at Kılavuz : “Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Hakkı” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>