The post ABD’de Kilisede Silahlı Ayin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>ABD’de bireysel silahlanma, ülkenin iç gündeminde üst sıralardaki yerini korurken, çok tartışılacak bir gelişme yaşandı. Son olarak Florida’da 17 kişinin yaşamını yitirdiği okul saldırısı etkisinin sürdüğü sırada, Pensilvanya eyaletindeki bir kilisede düzenlenen evlilik yeminini tazeleme ayinine din görevlileri ve nikah tazeleyecek çiftler silahlarla katıldı.
Katılımcılar ayine, sözde “barışı simgeleyen” beyaz kıyafetler ve ABD’de düzenlenen silahlı saldırılarda sıkça kullanılan AR-15 tipi silahlarla katıldı. AR-15 tipi silahlar, Florida’daki son saldırıda da kullanılmıştı. 250 çiftin katıldığı ayinde konuşan kilisenin kurucusu Sun Myung Moon, ABD Başkanı Donald Trump’ın öğretmenleri silahlandırma önerisine desteğini dile getirdi. Moon ayinde silahlanmanın “Tanrı tarafından kendilerine verilmiş bir hak” olduğunu iddia etti.
Kilisedeki ayin sürerken, dışarıda ise eylem vardı. Silahlanma karşıtı bir grup eylemci, silahlarla düzenlenen ayini protesto etti. Eylemciler arasında yer alan Lisa Desiena, “Kendimi korumak için silahlara ihtiyacım yok. Silahlar sadece öldürmeye yarar. Nokta. Silahlar katliam içindir ve burada bunu kutsuyorlar” dedi.
Öte yandan ABD Başkanı Donald Trump, Cumhuriyetçi ve Demokrat senatör ve temsilciler meclisi üyeleri ile yaptığı toplantıda, siyasilere ülkenin en büyük silah lobisi olan Ulusal Silah Birliği’nden (NRA) “çekinmemelerini” söyledi. NRA, seçim kampanyası sırasında Trump’a desteğini açıklamış, Trump da kampanyası süresince bireysel silahlanma hakkını destekleyen bazı açıklamalar yapmıştı.
The post ABD’de Kilisede Silahlı Ayin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Çocuklar Öldürülmesin/Şeker de Yiyebilsinler – Gökhan Soysal appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Çünkü biz savaşın ne olduğunu bilmek için illa savaşı yaşamamak gerektiğini biliyoruz. Özellikle Ortadoğu’da yıllardan beri milyonlarca insan, birçok savaşta son nefesini verdi. Maalesef insanlar hala son nefeslerini vermeye devam ediyor. Ancak devletlerin savaş politikaları yüzünden verilen bu son nefesler hiç bitmiyor.
“Kapıları çalan benim
kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem
göze görünmez ölüler.
Hiroşima’da öleli
oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım,
büyümez ölü çocuklar.”
Bu satırları pek çoğumuz bilir. Nazım Hikmet’in “Kız Çocuğu” şiirinin girişi bu satırlar. Zekeriya Sertel, Nazım Hikmet’in özellikle sürgündeki hayatını konu alan “Nazım Hikmet’in Son Yılları” kitabında anlatır. O zamanlar çok ünlenen bir şarkıdan etkilenmiştir Nazım Hikmet. Şarkıyı da bilirsiniz. Awara filminde çok ünlenen şarkından bahsediyorum. Bu filmde çalan ve dünya üzerinde halkları birbirinden ayırmak için devlet adamlarınca konulmuş olan sınırlar nedir bilmeden tüm dünyaya yayılan bu şarkı, çok etkilemiştir Nazım Hikmet’i. Şarkı dilden dile dolaşır. Türkçeye de çevrilmiştir örneğin. Nazım Hikmet de milyonlarca insanı etkilemek için bir şarkının ne kadar güçlü olabileceğini görünce bestelenmek üzere 3 şiir yazar. Diğer şiirleri hatırlamıyorum maalesef ama bu şiirlerden biri de “Kız Çocuğu”dur. Şiirin bestelendikten sonra Nazım Hikmet’in hayalindeki gibi etki uyandırmadığını biliyoruz artık. Bu şiir -bildiğim kadarıyla- Zülfü Livaneli tarafından aynı isimle bestelendi. Nazım Oratoryosu’nda da Fazıl Say yer verdi bu şiire.
Bu şiir nereden geldi aklıma? Şuradan: Kahramanmaraş’ta konuşan AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan kendisini izleyenler arasında bulunan ve kamuflaj giydirilmiş olan küçük bir kız çocuğunu gördükten sonra kürsüye çıkarttı. Kız çocuğunun ağlaması üzerine “İşte bizim bordo berelilerimiz de var. Ama bordo bereliler ağlamaz” dedi. Sonrasında ise “Evet JÖH, yarbay, bordo bereli. Türk bayrağı da cebinde… Şehit olursa inşallah bayrağı da inşallah örtecekler. Her şeye hazır. Değil mi?” dedi. Kız çocuğu ise ‘Evet’ diyerek yanıt verdi. Bu sahneyi görünce aklıma direkt Nazım Hikmet’in bu şiiri geldi.
Aynı konuşmasında futbolcu Pascal Nouma için taraftarlarca atılan “Nouma bizi diskoya götür” sloganından esinlenen ve kalabalığa attırılan “Reis bizi Afrin’e götür” sloganından sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan, şu an için ihtiyaç olmadığını belirtmekle birlikte “Sefer görev emri olanlar hazır olsunlar” dedi. Kanunlara göre sefer görev emri, askerliğini yapmış dahi olsa 41 yaşına kadar herkesi bağladığı iddia edilen bir emir. Bizim vicdani retçiler olarak uymayacağımız bir emir. Çünkü biz savaşın ne olduğunu bilmek için illa savaşı yaşamamak gerektiğini biliyoruz. Binlerce yıldır yapılan savaşlardan bu sonucu çıkarmak da pek zor değil açıkçası. Özellikle Ortadoğu’da yıllardan beri milyonlarca insan, birçok savaşta son nefesini verdi. Maalesef insanlar hala son nefeslerini vermeye devam ediyor. Ancak devletlerin savaş politikaları yüzünden verilen bu son nefesler hiç bitmiyor.
Her savaş dönemimde olduğu gibi yükseltilen milliyetçi-militarist nidaların, yaşamımızın her alanını ölümle sarmaya çalıştığı bu dönemde savaşa karşı olanların sesi de kısılmaya çalışıldı haliyle. İşte en son örnek, kamuflaj giydirilmiş olmasına rağmen şeker yiyecek yaşta bir kız çocuğuna, devletin en yüksek kademesinin “şehitlik mertebesi”ni uygun görmesi oldu. Buna karşıysa güçlü bir şekilde çocukların savaş politikalarında ne işi var diyemedik. Çünkü bunu güçlü bir şekilde söyleyebilsek tutuklanacağımızı düşünüyoruz. Biz anti-militaristler, savaş karşıtları ve vicdani retçiler olarak güçlü bir şekilde bunu diyemediğimiz için çocuklar ölmeye, öldürülmeye devam ediyor. Afrin’de ölüyorlar, Doğu Guta’da ölüyorlar, Filistin’de ölüyorlar, Kürdistan’da ölüyorlar. Afganistan’da ölüyorlar. Verilecek örnekler hiç bitmiyor.
Küçücük çocukların bizden kendileri için istedikleri hiçbir şey yok. Ölen çocuklar büyümez ki… Kağıt gibi yanan çocuklar şeker bile yiyemezler ki!
1956’da Nazım Hikmet’in şiirini bitirdiği gibi bitireyim ben de yazıyı. Belki yazılmasının üzerinden onlarca yıl geçse de bu şiir de sınırlar tanımaz, halkları peşinden sürekler.
“Çalıyorum kapınızı,
teyze, amca, bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin
şeker de yiyebilsinler.”
The post Çocuklar Öldürülmesin/Şeker de Yiyebilsinler – Gökhan Soysal appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ABD’nin Yeni Çocuk Askerleri appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Özellikle 8 ve üstü yaş grubunu hedefleyen “Yeni Tarz” eğitim modelleri son dönemde ABD’de gittikçe yaygınlaşıyor.Bu yeni tarz eğitim ile beraber hedeflenen; daha dindar, daha milliyetçi yeni bir nesil yaratmak.
Fotoğrafçı Sarah Blesener geçtiğimiz yıl içerisinde bu eğitim kamplarından birinde çocukları fotoğrafladı. Utah’taki “Vatansever Kilise Kampı”da yetiştirilen çocukları fotoğraflayan Blesener, çocukların Teksas sınırındaki askerler gibi yetiştirilmelerinden dinsel ayinlere Amerikan militarizminin nasıl örgütlendiğini ayrıntılarıyla yansıtmaya çalıştı.
Fotoğrafçının Genç Denizciler grubundan çektiği fotoğraflar, Trump’ın “Amerikayı Yeniden Güçlü Yapacağız” politikasıyla oldukça uyumlu görünüyor.
Çocuklardan profesyonel katiller yaratma politikasını bugün sadece ABD değil, bütün devletler uyguluyor.
The post ABD’nin Yeni Çocuk Askerleri appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post İstanbul Eyüp’te “Askere Uğurlama” Terörü appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>“Askere uğurlama” adı altında yapılarak milliyetçi-militarist saldırganlık ve şiddet içeren gösterilerde daha önce yaşanan silahla yaralanma vakalarının bir benzeri İstanbul-Eyüp’te yaşandı. Eyüp Karadolap Mahallesi’ndeki asker uğurlamasında, pompalı tüfekle ateş açıldı. Bir çocuk parkının yanından geçildiği sırada açılan ateş sonucu 1’i çocuk 5 kişi yaralandı. Yaralılardan 10 yaşındaki Yıldızsu Unus’un sol gözünü kaybetme riskiyle karşı karşıya kaldığı öğrenildi.
The post İstanbul Eyüp’te “Askere Uğurlama” Terörü appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Vicdani Retçiler: “Savaş Ölüm Demektir; OHAL’de Reddediyoruz” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Vicdani Ret Derneği(VR DER) 15 Mayıs Vicdani Retçiler Günü dolayısıyla İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi’nde basın toplantısı gerçekleştirdi.
Basın açıklaması ve Vicdani Ret açıklamaları yayını için;
Basın toplantısından sonra Vicdani Ret açıklamaları yapıldı. Bu açıklamalardan Sibel Ünlü’nün Vicdani Ret metnini VR Der Eşbaşkanı Av. Gökhan Soysal okudu. Diğer vicdani retler ise Ahmet Bay ve Adem Zekioğlu tarafından açıklandı.
Açıklanan vidani retlerin tamamı ;
Sibel Ünlü :
İnsanlığın ortaya çıktığı ilk zamanlardan bugüne kadar değişmeyen bazı edimler vardır, örneğin savaşmak gibi. Sebebi her ne olursa olsun her savaş, beraberinde yıkım getirir. Savaş sadece cephede sürmez, cephe gerisinde savaşlarla birlikte pek çok sorun ortaya çıkar. Siviller bundan etkilenir, soykırım suçu işlenip insanlar mülteci konumuna düşer. Bunu örneğin 7. yılını dolduran Suriye savaşından bunu gözlemleyebiliriz. Bu bağlamda düşünüldüğünde vicdani reddini açıklamak gerekir. Bir başka yönden düşünüldüğünde vicdani ret, oyuncaklarımızdan giydiğimiz kıyafetlere kadar yaşam alanımızı işgal eden militarizme karşı çıkmaktır ve vicdani ret sadece erkekleri ilgilendirmez. Savaşa giden erkekleri yetiştiren kadınlardır. Kadının vicdani retçi olması bu yüzden çok önemlidir. Bir kadın olarak militarizmin yaşam alanımı işgal etmesine, savaşların yıkımına karşı ölümü değil yaşamı savunmak adına vicdani reddimi ilan ediyorum.
Ahmet Bay :
Adım Ahmet Bay. Ben bir anarşist olarak militarizmin çocukluğumuzdan beri öğretildiği bu topraklarda dökülen kanlara ve savaşa karşı, zorunlu askerliğe karşı askere gitmiyorum. Sermayedarlar uğruna yapılan savaşlarda, ezilen halkların evlatlarının yeri yok. Savaşlar, devletlerin ve patronların çıkarları için yapılır. Bu savaşta bizim hiçbir yerimiz yok. Askere gidince nasıl katil olunur, bize onu öğretecekler. Ben katil olmayacağım. Vicdani reddimi açıklıyorum.
Adem Zekioğlu :
Ben agnostik, anti-milliyetçi , sınırsız, sınıfsız bir dünyaya inanan bir insan olarak Türk-İslamcı TSK gibi bir orduda askerlik yapmayı reddediyorum. 2011’den beri Suriye’de devam eden bu kirli savaşta cihatçı çetelerle hareket eden TSK’ya mensup olup askerlik yapmayı reddediyorum.
Toplantıda ayrıca Vicdani Ret Derneği tarafından hazırlanan bir basın metni okundu. VR Der Eşbaşkanı Av. Gökhan Soysal tarafından okunan metnin tamamı;
Basına ve kamuoyuna;
Bugün 15 Mayıs Dünya Vicdani Retçiler Günü, derneğimizin kuruluşununsa 4. yıldönümü. Bugün, Dünya Vicdani Retçiler Günü’nü, OHAL koşullarında yaşıyoruz. Savaşın, yıkımın, sınırsız hak ihlalinin devlet eliyle meşrulaştırıldığı bu koşullar altında da, ölmeyi, öldürmeyi ve savaşı reddediyoruz.
Derneğimizin kuruluşundan bugüne geçen süreyi değerlendirdiğimizde, bugün, olağanüstü koşulların olağanlaştırıldığını, bizlere dayatılan OHAL ilanlarıyla bu koşulların süreklileştirilmek istendiğini biliyoruz.
9 ayı geçen OHAL uygulmasının bugünkü bilançosu 71 bin gözaltı, 41 bin tutuklama, 99 bin ihraç, 160’a yakın medya kuruluşunun KHK ile kapatılması, KHK’larla kapatılan sayısız dernek ve vakıf, ifade ve örgütlenme özgürlüğünün devlet eliyle engellenmesi… 15 Temmuz’un ardından devletin giriştiği “darbecilerle mücadele”nin, bugün toplumun farklı kesimlerinden yükselen seslere, ifade özgürlüğüne ve örgütlenme hakkına yönelik bir fişleme ve yok etme politikasına dönüştüğü ortadadır. Sivil toplumu tehdit olarak gören bu militarist anlayışın, bizleri “içeride ve dışarıda” tam bir savaş halinde, tamamen otoriter bir tarzda yönetmek istediği açıktır.
Bahsettiğimiz OHAL koşullarının ve devletin gittikçe şiddetlendirdiği bu baskı sürecinin, barış mücadelesine yönelik etkileri de ortadadır. Geçtiğimiz 24 Nisan’da katledilişinin 6. yılında Sevag Şahin Balıkçı davasında mahkeme, Balıkçı ailesine 40 bin lira tazminat ödemeye karar verdi. Zorunlu askerlik angaryası sırasında katledilen Sevag’ın yaşamına 40 bin lira bedel biçti! Yine aynı şekilde 2014 yılında Okmeydanı Cemevi bahçesinde bir polisin sıktığı kurşunla katledilen Uğur Kurt’un katili de OHAL koşulları altında sözde cezalandırıldı; Kurt’un yaşamının bedeli OHAL mahkemelerince 12 bin lira olarak belirlendi.
14 Nisan akşamı Gazi Mahallesi’nde polisin açtığı ateşle yaşamını yitiren Barış Kerem ve Oğuzhan Erkul’un ölümünün ardından başlatılan soruşturmaya ‘kısıtlılık’ getirilmesinin ardından, şüpheli polislerin tutuklanması talebi de OHAL gerekçesiyle reddedildi. Savcılık, katil polislerin tutuklanması talebini 2935 Sayılı OHAL Kanunu’nun silah kullanma yetkisini düzenleyen 23. Maddesi’ni gerekçe göstererek reddetti.
4 Mayıs günü Silopi’de zırhlı polis panzeri Mesut Yıldırım’ın evine çarparak içeri girdi. Girdiği odanın karşı tarafına kadar giden polis panzeri, duvar ve kolonları yıkarken, içerde uyuyan 7 yaşındaki Muhammet ve 6 yaşındaki Furkan kardeşlerin ölümlerine neden oldu. Kürt illerinde 21 aydır süren “fiili OHAL” sürecinde yaşanan bu katliama vali “kader” dedi; Muhammet ve Furkan’ın katledilişi OHAL koşullarının da etkisiyle ört bas edilmek istendi.
Bugün Türkiye’de her 4 kişiden 1’i ateşli silah sahibi olur bireysel silahlanma giderek artarken; bu durum OHAL koşulları altında devlet eliyle daha da artırılmak istenmektedir. Günde 18 kişi ateşli silahla saldırıya uğrar; Adli Tıp Kurumu kayıtlarına göre Türkiye’de son 10 yılda ateşli silah nedeniyle 15 bin 625 kişi hayatını kaybederken devlet OHAL koşullarıyla birlikte “Darbelere karşı ruhsatlı silah alınmasının önü açılacak” açıklamaları yapmaktadır.
Bugün, yaşadığımız coğrafyada savaş dilinden uzaklaşmak bir yana, içine süreklenmiş olduğumuz savaş devlet eliyle giderek tırmandırılmaktadır. Özellikle Kürt coğrafyasında 15 Temmuz’dan önce başlayan “fiili OHAL” ugulamaları, bugün bitmeyen OHAL ve sokağa çıkma yasağı ilanlarıyla süreklileştirilmekte, bölge halkı savaşın ve ölümün gölgesinde bir yaşama mahkum edilmektedir. Kürt milletvekilleri tutuklanmakta, vekilliklerinin düşürülmesiyle birlikte teslim alınmak istenmektedir.
TC Devleti bir yandan coğrafya içerisindeki toplumsal kutuplaşmayı besler ve savaşı tırmandırırken; diğer taraftan da artık tartışılmayan bir gerçek olan Suriye Savaşı’nda bir “özne” olmak kaygısıyla yeni yıkımların ve katliamların kapısını aralamaktadır. Savaş sebebiyle topraklarından edilen sayısız göçmeni ve savaş mağdurunu bir “politika malzemesi” olarak kullanırken; savaş sebebiyle yeni göçlerin yaşanmasında doğrudan bir payda olmaktadır.
Kendinden olmayanı anlamanın yolunun, kendinden olmayana yapılanların sana da yapılmasını değil dayanışma olduğunu savunan Vicdani Ret Derneği olarak, işte bu OHAL koşulları altında da ne olursa olsun zorunlu askerliğe, savaşa, militarizme karşı mücadele etmeye devam ediyoruz. Devlet tarafından üzerimize atılmak istenen ölü toprağı karşısında çaresiz olmadığımızı, çarenin de ancak bizim kadar özgür ve barış içinde olanninsanlarla örgütlenmek olduğunu savunuyoruz.
Şırnak’ın Uludere ilçesinde hakkında yakalama kararı olduğu gerekçesiyle gözaltına alınan dernek üyemiz vicdani retçi Yannis Vasilis Yaylalı’nın tutuklanmasının da bahsettiğimiz OHAL koşullarının bir yansıması olduğunu biliyoruz. Savaş karşıtı mücadelede yoldaşımız ve derneğimiz üyesi olan Yaylalı’nın, “Cumhurbaşkanı’na hakaret”, “Halkı kanunlara uymamaya teşvik etmek” ve “Örgüt propagandası” yaptığı gerekçesiyle tutuklanarak hapsedilmesinin, OHAL koşulları altında barış mücadelesi yürütenlere yönelik bir tehdit olduğunun farkındayız. Ancak bizleri gözaltına alsalar da, tutuklasalar da, savaşa karşı barışı; ölüme karşı yaşamı savunmaktan vazgeçmeyeceğiz.
OHAL koşulları altında toplumun farklı birçok kesimine yönelik olduğu gibi vicdani retçilere yönelik baskının da arttığını görmekte ve buna karşı mücadele etmekteyiz. Bu süreçte sistematik olarak askere almaya yönelik baskılar sürerken; bu baskılara rağmen askere gitmemiş olan kimselerin çalıştığı işyerine Milli Savunma Bakanlığı tarafından yazı gönderilmekte. Bakanlığın gönderdiği tebligatlarla askerliğini yapmamış kişiler “askerlik işlemlerini yapmaya çağırılmakta” aksi halde işten atılmakla tehdit edilmekte ve kimi zaman da bu sebeple işsiz bırakılmaktadır. Bakanlığın bu uygulamasıyla birlikte savaşmayı ve eline silah almayı reddeden hemen herkes ya sigortasız çalışmaya ya da sivil ölüme mahkum edilmektedir.
OHAL koşulları altında maruz bırakıldığımız bu baskıya, tehdide ve sayısız hak ihlaline rağmen örgütlenmekten vazgeçmeyeceğimizi buradan bir kez daha duyuruyoruz. Devletin OHAL’ine ve her haline karşı hak mücadelesi veren ve yaşamı savunan herkesi toplumsal tüm alanlarda dayanışma ilişkilerini büyütmeye çağırıyoruz.
Savaşın diline kapılmadan, kimsenin kimseyi düşmanlaştırmadığı, savaşa karşı barışın hakim olduğu bir dünyayı ellerimizle yaratmak mümkün. Bunun için, bu 15 Mayıs vesilesiyle de bir kez daha, herkesi ellerine zorla dayatılan silahları bırakmaya, ölümü değil yaşamı savunmaya ve vicdani retlerini ilân etmeye çağırıyoruz.
Vicdani Ret Derneği
15 Mayıs 2017
The post Vicdani Retçiler: “Savaş Ölüm Demektir; OHAL’de Reddediyoruz” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Lefkoşa’da, Anti-Militarist Barış Harekâtı Gerçekleşti appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Kıbrıs’ta 2010 yılından beri her sene gerçekleştirilen Anti-Militarist Barış Harekâtı bu sene 14 Ağustos günü Selimiye Meydanı’nda gerçekleştirildi. Etkinlik kapsamında Lokmacı yakınından başlayan bir yürüyüş gerçekleştirildi. Çeşitli müzik gruplarının performansları ile sahne aldığı gecede ise Türkçe, Rumca ve İspanyalco şiirler okundu. İnternetten canlı olarak yayınlanan eylemi yüzlerce kişi izledi. Etkinlikte “Ayşe tatil bitti, evine dön”, “Evine dön Ayşe”, “işgallere son”, gibi sloganlar atıldı. Burada Davita Günboy da vicdani reddini açıkladı. Günboy açıklamasında “Savaş, silah, öldürmek için eğitim, varlığı bizden uzak olsun, yok olsun, ordular, silahlar, tanklar, bombalar tarih olsun. Ben bir vicdani retçiyim” dedi.
Bu haber Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.
The post Lefkoşa’da, Anti-Militarist Barış Harekâtı Gerçekleşti appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ” Savunma Değil Katliam Fuarı ” – Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Balistik füze sistemleri, topçu roketleri, insansız hava araçları, karakol ve çıkartma gemileri, zırhlı muharebe araçları, mayına dayanıklı araçlar, uçaksavar topları…
Siz hiç bir hücum botunu ya da lazer güdümlü bomba sistemlerini yakından görmüş müydünüz? Peki ya saniyede binlerce mermiyi kilometrelerce uzağa ateşleyebilen silahları ya da havada hedefine doğru yönünü değiştirebilme özelliği olan mermileri?
Erdoğan’ın açılışını “tüm insanlığa hayırlı olsun” sözleriyle yaptığı IDEF 2015 fuarından, açmak gerekirse International Defence Industry Fair yani Uluslararası Savunma Sanayi Fuarı’ndan söz edeceğim şimdi. Kimilerini yukarıda yazdığım nice askeri araçların/silahların tanıtımının yapıldığı, Mayıs ayının başında, TÜYAP Fuar Alanı’nda gerçekleştirilen fuardan.
1993 yılından bu yana Türkiye’de düzenlenen IDEF, “dünyanın en büyük dört savunma fuarından biri” olarak biliniyor. Bu sebeple de silah şirketlerinin ve üreticilerinin, devletlerin, daha fazla insanın hayatını almak için “savunma” adı altında ölüm teknolojileri geliştirenlerin buluşma noktası. Bu yıl da, üç gün süren fuarda, 53 farklı ülkeden, “savunma” sanayinde adı bilinen 781 şirket ürünlerini sergiledi; alıcı olarak, gelen onlarca genelkurmay başkanı, savunma bakanları, ordu ve donanma komutanları, fuar boyunca sayısız satış ya da sipariş anlaşması imzaladı. Ölüm teknolojilerinin bu denli aleni pazara çıkarıldığı bu fuarın, tüm insanlığa, hayırdan öte, aslında ölüm ve katliam getireceği kaçınılmaz bir gerçek.
İlk modern ordunun oluşturulmaya başladığı 19. yüzyıldan bu yana, en son savaş teknolojilerinin sergilendiği ve alıcısının beklendiği bu tarz fuarlar, isminde vurgulanan “savunma”nın aksine bir “saldırı fuarı”. Gerçekten de, bu yılki fuarda tanıtımları yapılan, ASELSAN’ın geliştirdiği yeni nesil tanksavar füze sistemleri, hedefini kilometrelerce öteden saptayan ve gönderdiği enerji ile hedefini katleden yine ASELSAN bandrollü “milli lazer silahı”, TSK’nın envanterlerinden olan ATAK helikopterleri, üretici şirket müdürünün de tanımıyla “tam bir taarruz aracı” gibi ürünlerin, savunma amacından çok saldırı niteliği taşıyor olması da bu tespiti doğrular nitelikte.
Londra’da düzenlenen ve dünyanın en büyük savunma sanayi fuarı olan, Uluslararası Savunma ve Güvenlik Ekipmanları Fuarı’nda bundan birkaç yıl önce tanıtılan ürünler de, savunma adı verilen fuarların gerçek yüzünü göstermesi açısından önemli. Çünkü, Birleşmiş Milletler’in, beş yıl önce hazırladığı konvansiyon ile yasakladığı “misket bombaları”, yine BM üyesi devletlerin de katılımcısı olduğu bu fuarda açılan stantlarda tanıtılmıştı. Özellikle Filistin topraklarında yoğun olarak kullanılan misket bombaları, dağıldığı bölgede uzun süre kalması ve tıpkı mayınlar gibi yoğunluklu olarak çocukların katledilmesiyle biliniyordu. Aynı fuarda tanıtılan tek saldırı aracı misket mayınları değildi elbet. Fuarda tanıtılan ve tanıtım broşürleri dağıtılan işkence aletleri de, basında çokça ses getirmişti. Silah üreticisi şirketlerle savaş politikaları üreten devletleri bir araya getiren fuarın yöneticileri ise “durumdan habersiz olduklarını” söyleyerek soruşturma başlatılacağını söylemişti.
Dünya çapında birçok farklı yerde düzenlenen savunma fuarlarının Türkiye ayağı olan IDEF, katılıma açık olduğu süre boyunca, birçok silah üreticisi şirkete ev sahipliği yaptı; sayısız askeri anlaşmaya zemin sağladı. 2014 yılında, dünya çapında yapılan ve toplamı 5 trilyona yaklaşan askeri harcamalar giderek artmaktayken, IDEF de bu harcamaların toplamını arttıracak nice “ileri savunma teknolojilerinin” tanıtıldığı ve sınır ötelerine yayıldığı bir merkez oldu.
Savaş karşıtları, dünyanın dört bir yanında düzenlenen savunma fuarlarına yönelik anti militarist eylemler gerçekleştirmekteyken; İstanbul’daki savaş karşıtları da TÜYAP’ta düzenlenen katliam fuarına karşı bir eylem gerçekleştirmek istediler. Ancak silah tüccarları ve devletler, yollarına konulacak taşlardan öylesine korkuyorlardı ki; İstanbul’da düzenlenen fuara karşı eylem yapmak isteyen savaş karşıtlarının ve vicdani retçilerin yolları, fuar içerisinde katliam makinalarını tanıtan devletlerin polisleri, gözaltı araçları, TOMA’larıyla kesildi. Eylemi engellemek istemelerinin gerekçesi ise “can güvenliğiniz riske girebilir”di.
Milyonlarca insanın yaşamını katleden; halkların yaşam alanları gasp eden; devletler ve silah üreticileridir. Köylerin boşaltılmasının, sayısız insanın göçe zorlanmasının ve “can güvenliklerinin riske edilmesinin” sebebi de… IDEF ve benzeri fuarlarla yapılmak istenen şey, bunun yalnızca somutlaşmasını sağlamak değil; aynı zaman da meşrulaşmasına da zemin sağlar. Savunma ardına gizlenen “saldırı” çıkar ve anlaşmaları sayısız katliamın belki de ilk aşaması olmaktadır.
Militarizm daha güçlü silahlara, daha güçlü silahları üreten şirketler de militarizme muhtaç. Bu döngüden ve katliamların mimarı bu ilişki biçiminden kurtulabilmenin tek yoluysa, silah üreticisi şirketlere ve savaş politikası üreten devletlere karşı mücadele etmektir. İnsansız hava araçları için hedeflerini otomatik olarak seçip ateş eden yapay zeka sistemleri, saniyede binlerce mermiyi kilometrelerce uzağa ateşleyebilen silahlar ve havada hedefine doğru yönünü değiştirebilen mermiler geliştirilip, yeni katliamların planları katliam fuarlarında normalleştirilirken; savaş karşıtları ve anti militaristler, tüm bunlara karşı, ne pahasına olursa olsun mücadele etmeye devam edecektir.
Merve Arkun
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 27. sayısında yayımlanmıştır.
The post ” Savunma Değil Katliam Fuarı ” – Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post İsrail Filistin Sınırında Anarşistler Duvara Karşı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]> Dikenli teller, derin çukurlar, gözetleme kuleleri, elektronik alarmlar ve yüzlerce kilometre boyunca uzanan bir duvar… 2003 yılında “Filistin-İsrail arasında güvenlik sağlama” yalanıyla Filistin topraklarına inşa edilen duvara karşı, yıllardır örgütlenen büyük bir direniş var. Beit Ummar’dan Bil’in’e, Ni’ilin’den Batı Şeria’ya kadar uzanan duvara karşı örgütlenen İsrailli anarşistlerse, yaşam alanları işgal edilen ve İsrail devleti tarafından sürekli olarak tehdit edilen Filistinlilerle dayanışmak için duvara karşı örgütleniyorlar. TC devleti son zamanlarda, Suriye sınırına bir duvar örme ve bu topraklarda yaşamakta olan Kürtleri özgür bir yaşamın yeniden inşa edildiği Rojava Devrimi’nden ayırma telaşındayken Ortadoğu’nun göbeğinde bir halk, inşa edilen bir duvarı tecride karşı yıkmak için direnmekte. İsrail Devleti’nin gaz bombalarıyla, plastik mermilerle, gerçek kurşunlarla saldırarak sindirmeye çalıştığı Duvara Karşı Anarşistler (Anarchist Against the Wall) ile İsrail’in işgal politikalarını, Filistin halkının mücadelesini ve duvara karşı direnişi konuştuk.
İsrail devletinin “güvenlik” adı altında özellikle Filistinlilerin yaşadıkları bölgelerin çevresini yüksek beton duvarlarla, dikenli tellerle çevrelemesine ve bu bölgelere giriş çıkışın İsrail askerlerince keyfi olarak engellenmesi oldukça tepki çekti. Tüm dünya kamuoyunun İsrail yanlıları ve Filistin yanlıları gibi bir bölünmeye gittiği bir anda İsrailliler olarak sizin, Filistinlilerin yaşadığı bu haksızlığa karşı çıkmanız üzerinden ilk aldığınız tepkiler nasıldı? Filistinliler ne yapmak istediğinizi tam olarak anlayabilmiş miydi?
İlan Shalif: Tecrit genelde tellerden oluşuyor. Kilit noktalarda ve kentsel alanlarda beton duvarlar var, giriş ve çıkışlarda İsrail askerleri rastgele durduruyor. Beton duvarlar ve teller Filistin hareketinin sınırlandırılması için kullanılıyor. İsrail, küresel kapitalizm ve ABD’nin çıkarlarına hizmet ettiği için protestolar yerel ve uluslararası basında öne çıkmıyor. Beyazlar mücadeleye katılınca, medya daha çok dikkat gösteriyor. İsrail devleti ve destekçileri, Siyonist kolonici yerleşimci projenin herhangi bir eleştirisini ve eleştirenleri antisemitik diye karalıyor. İsrail’deki ve dünyadaki Yahudiler eleştiriye katıldığında ise antisemitik iddiası çürüyor. İsrail kamuoyu bölünmüş durumda. Neredeyse yarısı, 1967 işgalinin sona ermesi gerektiğini anlıyor, çoğu tecrit duvarına karşı çıkmıştı. Kamuoyu baskısı nedeniyle, bir AAtW (Anarchists Against the Wall) aktivisti diğerleriyle birlikte tecrit duvarının tellerini sallarken devlet güçleri tarafından gerçek mermiyle ayağından yaralandığında, ordu komutanı onu hastanede ziyaret edip özür dilemek zorunda kalmıştı. Siyonist soldan insanlar bile bizi destekliyor ve birkaçı bize katılıyor. İsrail sağı bizden nefret ediyor ve vatan haini olarak görüyor. Merkez bizim verdiğimiz hasarın farkında. Bazı Filistinliler bizim katılımımızın çeşitli yararlarını anlıyorlar, ancak aşırı gelenekçiler buna karşı. Filistin taban aktivistleri bizim ne düşündüğümüzü ve karşılığında ne aldığımızı biliyor. Bu, ortaklığı ve kişisel arkadaşlığı engellemiyor.
Duvar birçok yerleşim yerini birbirinden ayırdığı için işine ya da okuluna gidenler her gün bu duvarların aralarındaki kontrol noktalarını aşmak zorunda. Burada da İsrailli askerlerin tacizlerine maruz kalıyorlar. Bu uygulama ne zamandır devam ediyor?
Yıllar önce Filistin hareketinden daha fazla rahatsızlık vardı. Tecrit duvarı bunu değiştirdi ama daha kararlı bir politika var. Tacizler, Filistinlilere göç etmeleri için baskı kuran İsrail sisteminin ana parçası. İçeriğindeki değişimler ise sadece birer taktik. İsrail askerlerinin tacizleri en yoğun olarak yasal ve yasadışı işçiler tarafından, İsrail yolunda yaşanıyor. Batı Şeria içinde de bazı kontrol noktaları var ama son zamanlarda küresel baskı nedeniyle bu tip tacizler azaldı. Yollardan kaldırılan bütün engeller ya da tecrit tellerinde açılan delikler birkaç gün içinde geri konuluyordu.
Doğrudan eylem olarak adlandırdığınız bu eylemlerde şiddet kullanmıyorsunuz ama İsrail askerlerinin üzerinize açtığı ateşten dolayı yaralanan ve hatta yaşamını yitiren arkadaşlarınız olduğunu biliyoruz. Bu durum insanların katılımını olumlu ya da olumsuz yönde nasıl etkiliyor?
Hem İsrail içinde, hem Filistinlilerle ortak mücadelede, şiddetsizlik stratejisi uyguluyoruz; pasifizm nedeniyle değil, strateji nedeniyle. Taş atan Şabablar ile birlikteyken taş atılmasına katılmıyoruz ama onları eleştirmiyoruz da. Çoğu insan korkudan eylemlere gelmeye çekiniyor. Bazıları daha çatışmalı konumları tercih ediyor.
Uluslararası dayanışma gösteren birçok kurum Filistinlilere ne yapması gerektiğini söylerken, sizlerin Filistinlilere yönelik böyle bir yaklaşımınız var mı? Bu eylemlikleri nereye kadar sürdürmeyi planlıyorsunuz?
Ortak eylemlere sadece beraber çalışmak için çağırıldığımızda gidiyoruz. Kendimizi her zaman küçük ortak olarak görüyoruz. Ben kişisel olarak, davet edildiğim sürece ortak silahsız eylemlere katılmayı düşünüyorum.
Bizim yaşadığımız topraklara da bir duvar inşaatına başlandı. Kendi devrimini gerçekleştirerek yaşamlarına dair kararlarını kendileri veren Rojava’daki Kürtler ile T.C devleti sınırları içinde kalan halkları birbirinden ayırmayı amaçlayan bir duvar. TC kendi sınırları içinde yaşayan Kürtlere karşı yıllardır arasında görünmez bir duvar örmüş, Kürt halkının dilini ve kültürünü yok saymıştı. Fiziki olsun olmasın, bu duvarları asıl inşa eden şey milliyetçiliktir diyebilir miyiz?
Duvarlar ve tecrit telleri, sadece yöneten kapitalist elitin cephaneliğindeki araçlar. Egemen ulusal cemaatten farklı olanların bastırılması, bu elitin yönetiminin parçası. Bu durumun iyi anlaşılması gerekiyor. Bu durumun farkına varanların her koşulda, her zorlukta bunları anlatması gerekiyor. Milliyetçiliğin, sınırların ve duvarların ne amaçla oluşturulduğunu bilmemiz gerek.
Devletler için yaptıkları saldırıları hukuk kılıfına sokmak çok kolay. Sıklıkla İsrail ordusuyla karşı karşıya kalıyorsunuz. Sizce İsrail devletinin asıl politikası yeterince tartışılabiliyor mu?
“Bugünlerde ne duyacağız?” diye soranlara söylediğim gibi: “Kulağını nereye verdiğine bağlı.” İsrail’in batı yakasındaki Filistinlileri kontrol etmek, baskılamak ve sömürmek için kullandığı araçların çoğu ile ilgileniyoruz ve bunlar dünya medyasında bulunabilir. Ancak İsrail, amaçlarını göstermemek için dinsel söylemleri kullanarak durumu anlaşılmaz kılıyor.
Mücadelenizi yürütürken neye öncelik veriyorsunuz? Eylemleri finanse etmek için nasıl bir yol izliyorsunuz?
Son birkaç yılda – inisiyatif olarak, sadece bizi davet eden Filistinlilere katılıyoruz. Medya çoğu zaman bize yer veriyor, çünkü bu halkın ilgilendiği haberler arasında. Finansmanla ilgili olarak, ulaşım giderlerini katılımcılar karşılıyor. Hukuki giderlerse tüm dünyadan gelen dayanışmalarla karşılanıyor.
Yaşadığımız topraklarda birçok kişi, TC ordusunda askerlik yaparak kardeşine kurşun sıkmayı reddederek vicdani reddini açıklıyor. Bunların önemli bir oranını antimilitaristler ve anarşistler oluşturuyor. Sizin vicdani ret ve vicdani retçilerle ilişkileriniz nasıl?
Radikal Siyonist Fraksiyonu da içeren yelpaze içinden destekleyen inisiyatifler bile var. Vicdani ret, özellikle Filistinlilere karşı yürütülen haksız politikaları protesto etmek için yaygınlaşan bir eylem. Bazen diğerlerinden daha radikal kalan total retçiler de bize katılıyorlar. Vicdani reddin duvara karşı mücadelede de önem taşıdığını düşünüyoruz.
Neticede, anarşistler olarak İsrail devletinin politika ve uygulamalarından biri olan duvara karşı çıkarak Filistinlilerle daha farklı bir iletişim kurma şansınız da oluyor. Anarşizmin Filistinlilerle kurulan ilişkideki etkisi nedir?
Filistinlilerle dayanışırken, tabii ki siyasi kimliğimizin ne olduğu biliniyor. Bu dayanışmamızın yönteminin anlaşılması adına önem taşıyor. Filistinlilerin, halk mücadelesini kendi inisiyatifleri ile başlatmış olmaları gerçeği bize yeterince bilgi veriyor. Bunun üzerinden anarşizmle ilgili sıkça sohbet etme fırsatı buluyoruz.
Bu söyleşi Meydan Gazetesi’nin 14. sayısında yayımlanmıştır.
The post İsrail Filistin Sınırında Anarşistler Duvara Karşı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Bu Hikayenin Sonunda UMUT VAR!”- Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Büyüyünce anlayacakmış Ayşe o andın aslında ne demek olduğunu.Okuldaki nizami sıraları, üniformaları, rahatları, hazır ol’ları, bazen öğretmeninden yediği dayakları da.
Bir şey fark etmiş sonra, okulu da aslında evi gibiymiş. Babasının karşısında hazır ola geçişler, bazen dayak. Abisi hep rahattaymış ama. Annesi dayak yermiş,susarmış, ne diyeyim, ne yaparım beni kapının önüne koyarsa diye avunurmuş. Ayşe de annesini dinleye dinleye terbiye edermiş kendisini; ee o da genç bir kızmış neticede, elalem hakkında laf çıkarırsa nasıl bakarmış insanların yüzüne, hele ki babasının yüzüne? O yüzden hep edepli bir kız olmuş, annesini üzmeyen, babasını utandırmayan.
Ayşe liseye geçmiş. Değişen şeyler olmuş tabi ama genel olarak aynıymış yani. Yine üniforma, yine sıra, yine her Pazartesi ve Cuma bayrak töreni, yine rahat, yine hazır ol… Lisede bir ders varmış ki, öbürlerine hiç benzemiyormuş. Hocası da askermiş, bu sefer hazır ol’lar gerçekmiş, rahatlarsa hiç yokmuş. Albay Kenan Hoca gelince sınıf kışla, Ayşe asker olurmuş. Hadi o kızmış da daha rahatmış, ya erkekler ne yapsınmış. Kenan Hoca bir gün kışlaya götürmüş sınıfı. Ayşe o gün ilk defa bir silahı o kadar yakından görmüş, ilk defa bir mermiye dokunmuş. “Askerliğin kutsallığını anlayabilmek için G3 görmek, postal giymek şart”mış, Kenan Albay öyle dermiş.
Ayşe liseye devam ederken, abisi askere gitmiş. Annesi geceleri gizli gizli ağlarmış hep özlemden, ama avuturmuş kendini vatani görev diye diye… Abisi bir ara izne geldiğinde eskisi gibi değilmiş, suskunmuş, öncesi gibi değil. Bir akşam abisini ve babasını konuşurken görmüş, ağlıyormuş abisi, “Her hafta dayak yiyorum baba. Ne yapsam beğenmiyorlar, bir türlü yaranamıyorum.” Babası önce susmuş biraz içlemiş, sonra aynı annesi gibi konuşmuş “Vatan hizmetidir oğlum. Git alnının akıyla yap görevini. Yoksa ne iş bulursun, ne kız.”
Geri dönememiş ama Ayşe’nin abisi. Bir gün telefonla evi aramış askerler, oğlunuz intihar etti, kurtaramadık, başınız sağ olsun demişler. Ateş düştüğü yeri yakmış ama, “vatan sağ olsun” tabi. Ama abisinin cenazesi gelince öğrenmiş Ayşe olanları, komşular konuşurken duymuş. “İntihar etmemiş abisi, intihar eden biri iki kez vurabilir mi hiç kendini?” Önce çenesinden, sonra alnından. Bir türlü anlayamamış, yakıştırmamış belki ölümü abisine. Abisinin bayrağa sarılmış tabutu gelince inanmış Ayşe olanlara. Tabutla birlikte bir sürü de asker gelmiş eve. Kadın subaylardan biri annesinin koluna girmiş biri Ayşe’nin, başka iki subay da babasının. Ağlamalar, bağırmalar… Sonra başka bir asker daha gelmiş, omzunda bir sürü yıldız, babasını çağırmış, “oğlunuz, bu ülkeyi korurken şehit oldu. Başınız sağ olsun, vatan sağolsun” demiş. “vatan sağ olsun”…
Bu hikâye çoğunuza tanıdık gelmiştir. Belki sonunu olmasa da, hikâyenin başını hepimiz yaşamışızdır. Yukarıda anlatılan hikâyenin sayısız tanığı ve sayısız yaşayanı var. Bir de bu hikâyeyi değiştirmek isteyenler, başından sonuna kadar yeni bir hikâye yazmak isteyenler. Onlar vicdani retçi kadınlar, anlatılan hikâyeleri, hikâyelerdeki rolleri, rollerin dayattığı yaşamları reddediyorlar.
“Zorunlu askerliği reddetmek” olarak tanımlanan vicdani ret, kadınların da sahiplendiği bir mücadele olarak sıkça gündemimize girmeye devam ederken, bu topraklarda askere gitme yükümlülükleri olmayan kadınlar neden vicdani retlerini açıklıyor diye merak eder çoğumuz, özellikle de erkekler.
Vicdani retçi kadınlar askerliği, bütününde bir şiddet kültürü olan militarizmin bir parçası olarak değerlendiriyorlar ve aslında vicdani retleriyle militarist kültürün bütününü reddediyorlar. Ailede, okulda, yaşamın her alanında toplumsal cinsiyet rolleri sebebiyle baskılanan kadınlar, militarizmin yaşamlarını gaspına karşı direniyorlar.
Kadınlar ordunun içinde değil evet, ama militerleşmiş bir toplumun içerisinde. Anne, kız kardeş, sevgili olmak zorunda bırakılan kadınların yaşamları, her daim toplumsal normlarla baskılanıyor. Anne olduğunda kocasına sadakat gösteren kadın, kız kardeş ya da sevgili olduğunda itaatkâr ve namuslu olmak zorunda bırakılan kadınların yaşamları, “erk”ek algılarla, “erk”ekler için biçimlendirilmek isteniyor.
Kadınlar ailede, okulda, evde, sokakta, hayatın her alanında erkek egemen sistem ve onu var eden yasalar tarafından yok sayılıyor, tacize-tecavüze maruz kalıyor, iktidarlar tarafından hapsediliyor. Cinsiyetçi politikalardan, militarist söylemlerden beslenen bu toplumsal ahlakın varlığını iliklerine kadar hissediyor ve bu yüzden reddediyor.
Savaş zamanlarında kadını korunması gereken pasif özneler haline getirerek kişiliksizleştiren, kadına savaşa gidecek ve ölecek oğulların ardından “vatan sağ olsun” demeyi kanıksatan, onu “kutsal vatanın kutsal anası” ilan eden militarizm, kendini kadın üzerinden de var etmeye çalışıyor. Ve kadınların vicdani ret açıklamaları işte tam bu noktada, anti militarist bir kültür yaratmak, bunu yaşamak ve özgürleşmek noktasında önem taşıyor.
Kışlalardan her gün yeni ölüm haberleri gelirken, her gün insanların üstüne bombalar yağarken, kardeş kanı dökülmeye devam ederken, militarizm kadına tek kimlik olarak ölümü dayatırken kadınlar, vicdani retlerini açıklayarak özgürleşiyorlar. Militarizm kadınların bedenlerini, yaşamlarını hatta var oluşlarını kendi varlığına armağan etmek isterken, kadınlar yaşam için reddediyorlar.
Vicdani retçi kadınlar onlara yazgı diyerek yazılan hikâyeyi reddediyorlar ve yeni bir yaşama örgütleniyorlar. Yazılmış hikâyeyi bozarak özgürleşmek de, bu çıkmazda yok sayılmak da hikâyeyi yeniden yazmak da bizim elimizde.
Benim adım Ayşe. Vicdani reddimi açıklıyorum.
Merve Arkun
[email protected]
The post “Bu Hikayenin Sonunda UMUT VAR!”- Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>