The post Röportaj: Irkçılar Yıkılıyor, Özgürlük Yaratılıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Amerika’daki ırkçı grupların giderek artan saldırıları ve örgütlenme çalışmaları karşısında aktif mücadele yürüten Antifa grupları konusunda bilgi almak üzere, daha önce de gazetemizde yazılarını yayımladığımız Anarşist Black Rose Kolektifi üyesi, “Anarşiyi Tercüme Etmek: Occupy Wall Street’te Anarşizm” ve “Antifa: Anti-Faşist Elkitabı” kitaplarının ve halen yazımı sürmekte olan “Anarşist Öğrenme ve Modern Okul: Francisco Ferrer Okuması” kitabının iki yazarından biri olan Mark Bray ile bir röportaj gerçekleştirdik.
Evet. 60’lı ve 70li yıllarda toplumsal ve ırksal adalete yönelik önemli adımlar atılmış olsa da ABD hala kölelik tarihini ya da ırkçılığın sürdüğünü tam olarak kabullenmiyor. Bazı uzmanlar, siyahların bu yüzlerce yıllık kurumun ekonomik, siyasi ve kültürel artçı şoklarını yaşıyor olmalarından yola çıkarak bugün hala “köleliğin emeklilik döneminde” yaşadığımızı savunuyorlar. Kuşkusuz, Konfederasyon anıtlarını yıkma konusundaki çatışmalar bunu göstermektedir. Tabii ki, bu anıtların çoğunun aslında 1960’ların sivil haklar döneminde, Jim Crow’u desteklemek için inşa edildiğini anlamak gerekir.
Black Lives Matter (Siyah Yaşamlar Önemlidir), göçmen hakları hareketi ve yapısal ırkçılığa karşı çıkan diğer toplumsal hareketlerin büyüyor oluşu, toplumun çoğunun bu tarihi mirası reddettiğini gösteriyor.
Anarşizmin ya da anarşist örgütlenmenin bu değişiklikleri teşvik eden toplumsal hareketler üzerindeki etkisi nedir?
Anarşistler, Occupy Wall Street’ten Black Lives Matter’a, Dakota Boru Hattı’na karşı verilen mücadeleden son dönemde yükselen anti-faşizme, yakın tarihte Amerika’daki toplumsal hareketlerde önemli rol oynamışlardır. Belki daha da önemlisi, hiyerarşik olmayan yöntemleri ve doğrudan eylem stratejileri, solun geniş bir kesiminde yaygınlaşarak radikal politikanın buraya nüfuz etmesini sağladı. Bugün bunu, Trump’a ve “yeni-sağa” karşı direnen, ırkçılık karşıtı hareketin genelinde görebiliriz.
Amerika’daki Antifa’nın büyük çoğunluğunu anarşistler ya da benzer düşünen anti-otoriterler oluşturur. Bu, onlarca yıldır böyle. Anarşizm, 1990’larda da Anti-Irkçı Faaliyet’in (ARA) içindeki ana akımı oluşturuyordu.
Trump döneminde bu toplumsal hareketler üzerindeki baskı nasıl arttı?
Trump göreve başladığından beri, yerel yasama organları çok çeşitli anti-protesto yasaları çıkardılar. Bazıları, sürücülerin protestoculara arabalarıyla çarpmalarını bile yasal hale getirdi. Bunun yanı sıra, adalet bakanlığı esas olarak, beyaz üstünlüğünü savunan ve faşist grupları araştırmayı bıraktı ve anti-faşistleri “terörist” olarak sınıflandırmaya başladı. Trump’ın yemin gününde (20 Ocak) Washington’daki çatışmalı yürüyüşünün ardından 230 anti-faşist tutuklandı. Mala zarar verme suçlamalarının dışında, insanlar sadece yürüyüşe katıldığı için bile 75 yıla kadar hapis gibi gülünç suçlamalarla karşı karşıyalar. Aslında herhangi birinin gerçekten o cezayı alma ihtimali çok düşük ancak bunlar Trump yönetiminin gerginliği nasıl tırmandırdığını yansıtıyor.
Trump yönetimi ırkçılık ve faşizmin örgütlenmesini nasıl destekliyor?
Trump’ın seçim kampanyası ve ardından gelen zafer, kış uykusuna yatan aşırı sağı sokağa çıkmak konusunda cesaretlendirdi. Son yıllarda üretilen yeni sağ, klavyenin başından kalkıp, sokakta on yıllardır görmediğimiz bir varlığı oluşturmak için çalışmaya başladı. Trump sinsice, ama çok da belirsiz olmayan bir biçimde beyaz milliyetçi siyaseti yansıtıyordu. Geçmiş yıllarda aşırı sağın çoğunluğunda hükümet karşıtlığı hakimken, Trump ile birlikte, iktidarda, yıllardır dillendiremedikleri düşüncelerini şeyleri söyleyen ve yapan bir liderleri olduğu hissettiler.
Toplumdaki faşist örgütlenmeyle yaratılan ayrılık ne seviyede? Bu ayrılığın iç savaşa dönüşmesi ihtimali var mı?
Hayır, bunun iç savaşa dönüşme ihtimali olduğunu düşünmüyorum. Faşist ve ırkçı politikaların önemi kesinlikle arttı ve (özellikle göçmen, ırk politikaları vb.) mesajları daha geniş bir muhafazakar kesimin görüşlerini etkiliyor, ama hala küçük bir azınlıklar. Ayrıca Amerikalıların büyük çoğunluğu, siyasi değişim için tek meşru çıkış olarak sandığı görüyor.
Geçen haftalarda medyanın dikkati antifa konusuna çevrildi. Ana akım medyada Antifa nasıl yer aldı? Charlottesville’in bu süreçteki etkisi ne oldu?
Charlottesville’den önce medya zamanının çoğunu faşistlerden çok antifayı eleştirmeye ayırıyordu. Çatışmaya bakışları apolitikti, arkasındaki siyaseti ve değerleri analiz etmeden, “şiddete” odaklanıyordu. Beyaz güç mitingi, ırkçılık karşıtı eylemciler tarafından başarıyla engellendikten sonra bir faşistin, arabasıyla ırkçılık karşıtı eylemde yürüyen Heather Heyer’i katlettiği Charlottesville’in ardından Donald Trump, her “iki tarafın” da şiddet kullandığını ve her iki tarafta da “iyi insanlar” olduğunu savundu. Bu açıklamadan sonra kısa bir süre, belki bir hafta, medyanın bu tutumu değişti.
Bu süre içerisinde liberal medya, bir faşist cinayet işlediği halde iki tarafı bir tutması nedeniyle başkanı kıyasıya eleştirdi. Yine de, bu “sempatik” pencere çok hızlı bir şekilde kapandı ve medya yine eskisi gibi faşistlere kıyasla anti-faşistlere saldırmak için daha fazla zaman ayırıyor. Bu tip saldırılar neredeyse her zaman tarihi ya da politik bir anti-faşizm anlayışından yoksun oluyor.
Amerika’dan dayanışmayla!
The post Röportaj: Irkçılar Yıkılıyor, Özgürlük Yaratılıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Orta Amerika ve Karayipler Anarşist Federasyonu’nun Bildirisi: MADUROLAŞMA appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Meydan Gazetesi olarak, Orta Amerika ve Karayipler Anarşist Federasyonu’nun 13 Haziran tarihli değerlendirme metnini sizlerle paylaşıyoruz. Metin, Venezuela’da olanları farklı bir gözle değerlendirmek adına önem taşıyor.
Chavezizm’in Neoliberal ve Militarist “Madurolaşması”
Venezuela’da yaşananlar, komşu topraklarda yaşayan anarşistler olarak bize, uzak ya da ilgisiz görünmüyor. Bağımlı ekonomilerimiz, Venezuela ile yapılan PetroCaribe anlaşmaları sayesinde yirmi yıldır cömert sübvansiyonlar alıyor. Bu nedenle Karayipler bölgesinde neredeyse tüm devletler ve sivil toplum aktörleri, Nicolas Maduro hükümetinin neo-liberal, otoriter ve militarist baskısının zirveye ulaştığı şu anda sessizliğe gömülü.
Toplumlarımız için bu sözleşmelerin değerini inkar etmeyeceğiz, ancak bunların üzerine kurulu olduğu büyük çelişkilere gözümüzü kapayamayız. Bolivarcı devrimin uluslararası yansımalarını, ALBA-TCP gibi anlaşmalarla geliştirilen hizmetlerin faydalarını görmezden gelmiyoruz. Ama biz sadece bölgesel birliğin destekçileri ya da anti-emperyalistler değiliz; aynı zamanda anti-otoriter, anti-kapitalist, anarşist, proleterleriz ve halkın parçasıyız. Bu yüzden petrolle satın alınan sessizliğin suç ortağı olmayacağız.
“Elverişli nesnel koşullar” beklemeyen, “hikayenin sonu” laflarını ciddiye almayan ve 1989’da El Caracazo’yu, neoliberal politikalara karşı dünyadaki ilk büyük halk isyanını gerçekleştiren isimsiz Venezüella halkına benziyoruz ve onları anlıyoruz.
1990’lı yılların başında, (Hugo Chavez’i 1998’de başkanlığa taşıyan parti olan) Beşinci Cumhuriyet Hareketi politik temsil piyasasına girdi ve özörgütlü kitlelere övgüler dizdiler. Ancak bugün aynı kitleler, Chavezizmin ideal olgunluğuna ulaştığı neo-liberal, militarist ve baskıcı sistem tarafından “terörist”, “suçlu” ve “aşırı sağcılar” gibi ifadelerle itibarsızlaştırılıyor — iktidara gelen bütün profesyonel devrimci siyasetçiler tarafından kullanılan ve geçirdikleri korkunç mutasyonu gizlemeye çalışan suçlamalar.
23 Ocak’ta El Valle, Coche, 5 Temuz Caracas, Petare protestolarını örgütleyenlerleyiz; Valencia’nın güney bölgesindeki işçi mahallelerindeki genel isyanın yanındayız. Kalplerimiz, işgallerde ve süpermarketlerin çaldıklarının geri alınmasında, Venezuella’da bizimle aynı mücadele perspektifinde olan yoldaşlarımızın tanıklık ettiği, La Isabelica, San Blas, Los Cedros, los Guayos, Tocuyito, Estado Carabobo’da polisle girilen şiddetli çatışmalarda ve Tacira, Mérida, Maracaibo eyaletlerindeki tekrarlarında.
Otoriter ve katil devletin en önemli destekçisi Bolivarcı Ulusal Polisin, Bolivarcı Ulusal Muhafızların ve Bolivarcı İstihbarat Servisi’nin karşısındayız. 90’lı yılların sahici toplumsal hareketlerinin, Chavezci militarizm ve bürokrasi eliyle bozularak, Zamora Planı ile yaratılan paramiliter “kolektiflerin” karşısındayız. Krizden çıkış adı altında, ezenlerin yerine yenilerini zorla getirmek amacıyla politik makineler arasındaki kutuplaşmayı körükleyen, muhalefet politikacılarına ait medya şiddetinin karşısındayız.
Terörist denilerek, avukatsız askeri mahkemelere ve kalabalık hapishanelere gönderilen binlerce tutsağın yanındayız. Bolivarcı 1999 Anayasasına göre, askeri yargı askeri nitelikteki suçlarla sınırlı, ama bunlar sadece kağıt üzerinde kaldı.
Çoğu genç, yiten onlarca insanın ailelerinin ve binlerce yaralının yanındayız. Farklı barrioların caddeleri ve sokaklarında öz-savunma gruplarını örgütleyen öğrenci gençlerin ve bölge halklarının yanındayız. Maracay’da, “Durum ne de olsa bir hükümet değişikliği ile çözülemez” çünkü, “Ne MUD ne PSUV – Alttakileriz, yukarıdakiler için geliyoruz” pankartı açan gençlerin yanındayız.
Chavezizm’in Anti-Emperyalist İncir Yaprağı
Chavezci medyanın anti-emperyalizmi, garabet bir incir yaprağı gibi şu somut gerçekleri örtmeye çalışıyor: Enerji ve mega madencilik sektörlerinin büyük akbabaları (Chevron, Schlumberger, Halliburton ve Barrick Gold), Venezuela’da 40 yıllık yağlı ihaleleri zaten aldılar ve bu sayede yeni Anayasanın tasarımında söz sahibi olacaklar. Başkan Nicolas Maduro, “arkadaş” ve “yoldaş” dediği Trump’ın eleştirilmesini engellemek için kitlesel medyasına talimat verdi. Maduro, yeni Yanki yönetimiyle diyalog köprüsü kurmak için, devlet şirketi olan Citgo aracılığıyla yarım milyon dolar hibe etti. … “Suudi Venezuela” krizi, bu sefer Bolivarcı yüzüyle geliyor ve peşinden sürükledikleri açlık, toplumsal parçalanma, özerk geçim sağlamanın imkânsızlığı, milyonlarca insan için varoluşsal kaos ve ezilenlerin arasında şiddet. Ve tüm bunlara neden olan, milliyetçi petrol takıntısı (“bir güç olarak Venezuela”), politik kayırmacılık, kurtarıcı komutan/önder sevicilik ve güç piramidin tepesinden büyü yapabilen beyazlardan oluşan şoven bir kültün bileşimi. Bu kült her zaman, ezilenler arasında toplumsal dayanışmanın, bir arada kardeşçe yaşamanın ve şenliğin önünde bir engel olmuştur.
Ezilenler Arasında Barış, Ezenlere Karşı Toplumsal Mücadele
Kurucu Meclis, halklarımızı etkileyen ciddi, derin sosyal, kültürel ve psikolojik sorunlara çözüm olmayacaktır. … Şiddet karşıtı ideologların ve pasifizme tapanların görmek istemediği şeyler: Ezilenlerin arasında barışı sağlayan, ezenler ve suç ortaklarına karşı sürekli toplumsal mücadeleyi mümkün kılan; özgür bir yaşam için verdiğimiz mücadelede kimin düşman, kimin dost olduğunu anlayacağımız, deneyime dayalı, entelektüel bir kavrayışın pratik imkanı.
Yakın gelecekte Venezuela’da iktidara gelecek olanların, Chavezci ya da Anti-Chavezci, 1989’da IMF talimatıyla Carlos Andrés Pérez hükümetinin “ekonomik paket” reformunu yapmaktan başka seçeneği olmayacak. Bu seçenek, tahakkümün maliyetini azaltarak devleti ayakta tutmanın kanıtlanmış formülüdür: Yolsuzluk piramidi, otoriterlik, militarizm ve ezilenlere baskıdan oluşan, devletin tanıdık yüzü. Venezuela’nın ardından, bölgelerimizdeki hükümetler de, farklı ritim ve dinamiklerle de olsa aynı yolu izleyecekler. Venezüella’da hangi hükümet görev alırsa alsın, ona destek vermek, yoldaşlarımıza ve kendimize ihanet olurdu.
Ne PSUV ne MUD: Mahalli, emekçi ve toplumsal örgütlenme!
Mücadele devam ediyor!
Çeviri: Özgür Oktay
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 39. sayısında yayınlanmıştır.
The post Orta Amerika ve Karayipler Anarşist Federasyonu’nun Bildirisi: MADUROLAŞMA appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ”Kazananı da Kaybedeni de Olmayan Bir Turnuva Anti-Faşist Dövüş Turnuvası”– Röportaj: Zeynep Coşkunkan – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Yunanistan’daki Anti-Faşist Dövüş Turnuvası, 17-18-19 Haziran tarihlerinde, Selanik’te bulunan Katsaneio Salonu’nda düzenlendi. Bu yıl üçüncüsü düzenlenen turnuva hakkında, Anti-Faşist Dövüş Turnuvası organizasyonunda yer alan Malamas Sotiriou ve Anna Kavoura’ya gerçekleştirmiş olduğumuz röportajı siz okuyucularımızla paylaşıyoruz.
Meydan Gazetesi: Anti-Faşist Dövüş Turnuvası ne zamandan bu yana gerçekleştiriliyor? Böylesi bir organizasyon fikri nasıl ortaya çıktı?
Malamas: Bu yıl Anti-Faşist Dövüş Turnuvası’nın üçüncüsünü düzenliyoruz. Daha önceden de düzenlenen turnuvaların deneyimiyle, bizler de, anti-otoriterler ve anarşistler olarak böyle bir turnuva düzenleyebileceğimizi düşündük. Böylece oturup tartışmaya, toplantılar almaya başladık. Toplantıların ardından Anti-Faşist Dövüş Turnuvası’nı düzenleme kararı aldık.
Maçlar hangi dövüş sanatlarıyla yapılıyor?
Malamas: Turnuva dahilindeki maçlar; boks, kick boks, jiu jitsu, muay thai, MMA (Karma Dövüş Sanatı) ve güreş alanlarında yapılıyor.
Turnuvaya bireysel olarak katılabilmek mümkün mü? Katılan kolektifler, işgal evleri, takımlar var mı ve varsa kimler?
Malamas: Evet, turnuvaya bireysel olarak katılmak da mümkün; genelde katılımcıların birçoğu da bireysel katılım gösteriyor. Bunun dışında, turnuvaya katılan birçok sosyal merkez ve işgal evi de var; bu katılımcılar, aynı zamanda turnuvanın organizasyonunda da bizimle dayanışma gösteriyor. Bunlardan bazıları; Selanik’te bulunan Micropolis ve Sholeio sosyal merkezleri, yine Selanik’te bulunan işgal evi Terra Incognita, Kavala’dan başkaca işgal evleri…
Turnuvaya kadınlar katılıyor mu?
Malamas: Kadın dövüşçülerin turnuvaya katılmasına tabi ki mümkün. Geçen senelerde de kadınlarla erkeklerin dövüştüğü oldu. Böyle bir kısıtlama yok; ancak bazen bir kadın dövüşçüyle bir erkek dövüşçünün hem uğraştıkları spor dalı açısından hem de ağırlıkları itibariyle eşleştirilmeleri zor olabiliyor. Her iki taraf da kendisine yapılan eşleşmeyi uygun bulduğu ve kadın-erkek dövüşünü talep ettiği sürece, turnuva dahilinde bir kadın ve bir erkek de dövüşebiliyor.
Turnuva dahilinde çekilen bazı fotoğraflarda, dövüşen iki kişinin elinin de, sanki her ikisi de maçı kazananmış gibi, hakem tarafından havaya kaldırıldığını görüyoruz.
Malamas: Anti-Faşist Dövüş Turnuvası’nın kazananı ya da kaybedeni söz konusu değil. Bu yüzden gördüğünüz o fotoğraflarda, her iki dövüşçünün de eli havaya kaldırılıyor.
Daha önce, turnuva dahilindeki maçlarda dövüşçüleri kazanan ya da kaybeden olarak belirlemenin iyi mi yoksa kötü mü olacağını aramızda tartıştık. Ancak biz, bildiğimiz diğer turnuvalarda da gördüğümüz rekabet duygusuna ya da karşı sporcuyu alt etme çabasına, döverek alaşağı etmeye karşıyız. Rekabet duygusunun turnuvada yer almasını ve bunun örgütlemek istediğimiz dayanışmayı engellemesini istemiyoruz. Bu turnuvayı dayanışma amaçlı, faşizme karşı bir arada olmak için düzenliyoruz. Yukarıda bahsettiğim gibi durumların yaşanmaması için, eşleştirmeleri yaparken dövüşçülerin bireysel özelliklerini ve yeteneklerini de göz önünde bulunduruyoruz. Böylece yapılan müsabakalarda, her iki tarafın da yaptıkları spordan keyif almasını, karşısındaki dövüşçüyü yenmek yerine onunla eğlenerek bedensel bir aktivite içine girmesini sağlamış oluyoruz.
Madem öyle, düzenlediğiniz bu etkinliğin ismi niye turnuva olarak geçiyor?
Malamas: Bir turnuvanın amacının, kazanan ya da kaybeden belirlemek olduğuna inanmıyoruz. Bizim için turnuva, beraberce yapılan bir şeyin parçası olmak.
Örneğin hırs ya da cinsiyetçi küfür gibi, turnuvanın ilkelerine aykırı durumlar söz konusu olduğunda ne yapıyorsunuz?
Malamas: Şu ana kadar, turnuvada cinsiyetçi küfürlerle hiç karşılaşmadık.
Anna: Ben bu turnuvaya 2 yıldır katılıyorum ve ilk katılmaya başladığımda, ben de durumu biraz garipsemiştim. Kazanan ya da kaybeden yoktu ve bu yüzden bu turnuvanın ne kadar başarılı olacağına dair bazı önyargılarım vardı. Ancak bu süre içinde fark ettiğim şu oldu; burada gerçekten çok güzel bir atmosfer var. Turnuva dahilinde oldukça iyi müsabakalar olduğunu gördüm; kendisini iyi yetiştirmiş sporcuların dahil olduğunu gördüm. Ve tabi ki bu sporcuların iyi dövüşmek, iyi bir müsabaka ortaya çıkarmak için bir çabaları oluyor.
Bir keresinde çok yetenekli bir kadın sporcuyla bir erkek sporcunun birbirleriyle dövüştüğünü gördüm; erkek olan dövüşçünün karşısındaki kadına hırsla ve alt etme dürtüsüyle saldırdığını, seyircilerinse bu duruma çok büyük tepki gösterdiğini gördüm. Seyirciler bağırarak ve olumsuz tezahürat yaparak gördükleri şeyi, erkek sporcunun yaptığını, onaylamadıklarını gösterdiler.
Burada seyirciler, rekabetsiz bir şekilde çıkarılan iyi dövüşleri alkışlıyorlar; çabanın ve çalışmanın getirdiği iktidarsız bedensel yeteneği destekliyorlar. Turnuvada insanların görmek istedikleri şey, birilerinin alt edilmesi değil; dövüş sanatlarıyla uğraşan insanların dayanışmayla beraber bir şeyler ortaya koyması, birbirlerine saygı göstermesi ve iyi vakit geçirebilmeleri.
Turnuva boyunca maçlar dışında etkinlikler yapılıyor mu, yapılıyorsa neler?
Malamas: Turnuva üç gün sürüyor. İlk gün tartışmalar, paneller, forumlar oluyor. Son iki gün ise dövüşler yapılıyor. Mesela geçen sene turnuvanın ilk gününde yapılan konuşmaların konusu, büyük şehirlerde yürütülen anti-faşist mücadeleydi. İtalya’dan, İsveç’ten, Atina’dan ve pek çok farklı yerden katılan insanlar oldu. Örneğin bir konuşmacı, futbol endüstrisinde yer bulan faşizmden, holiganların ne kadar faşist olabileceğinden ve bunun nedenlerinden bahseden bir konuşma yaptı. Başka bir konuşmacı, Almanya’daki faşizm üzerine konuştu. İtalya’dan gelen ve aynı zamanda İtalya boks şampiyonu olan bir konuşmacı ise İtalya’da bulunan, özörgütlülük ilkesiyle işletilen bir spor salonundan ve bu şekilde işletilen spor salonlarının dayanışma ağından bahsetti. Bu ve bunun benzeri, turnuvanın ilk gününde üzerinde durduğumuz, bilgi paylaşımı yaptığımız alanlar oluyor.
Dövüş sanatları öğrenmenin, sokakta bir faydasını görüyor musunuz?
Malamas: (Gülüyor) Evet, muhtemelen. Yani evet, avantajını görüyoruz, kesinlikle.
Bugüne dek turnuva dahilinde polis baskısı ya da faşist saldırı gibi olumsuz durumlarla karşı karşıya kaldığınız oldu mu?
Malamas: Hayır. Olumsuz bir tepkiyle karşılaşmadık, yani en azından bir saldırıyla karşılaşmadık. Ancak bir keresinde neo-nazi partisinin dağıttığı bir bildiri ile karşılaşmıştık. Bildiride, böyle bir turnuvanın düzenleniyor olmasından ne kadar rahatsız olduklarına dair bir şeyler yazıyordu. Elbette ki Anti-Faşist Dövüş Turnuvası’ndan rahatsız olacaklardı; çünkü faşistler, dövüş sanatları alanında kendilerine “asker” (kendi aralarına katılacak insanlar, bildiğimiz anlamda asker değil) bulabiliyorlar ve böylesi bir turnuva onların çalışmaları için de bir “tehdit”.
Röportaj için teşekkür ederiz. Dayanışmayla…
Röportaj: Zeynep Coşkunkan – Furkan Çelik
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 34. sayısında yayınlanmıştır.
The post ”Kazananı da Kaybedeni de Olmayan Bir Turnuva Anti-Faşist Dövüş Turnuvası”– Röportaj: Zeynep Coşkunkan – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Doğrudan Demokrasi Festivali appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Yunanistan’da anarşist ve anti otoriter örgütlenmelerin, özyönetimle işleyen üretim alanlarının, kooperatiflerin deneyimlerini paylaşmak üzere bir araya geldikleri Doğrudan Demokrasi festivali 4-5-6 Eylül tarihlerinde gerçekleştirildi. Konuşmaların, forumların, atölye çalışmalarının konserlerin oluşturduğu festival, Selanik kentinde yapıldı.
Festivalin ilk günü olan 4 Eylül’de “Ortak Kullanım Mücadelelerinin Birleşmesinin Gerekliliği” başlığıyla gerçekleştirilen forumda, halkın ortak ihtiyaçları doğrultusunda öz örgütlenmeyle gerçekleştirilecek üretimlerin karşılıklı dayanışma ve işbirliği ağlarıyla birbirini desteklemesi üzerine fikirler paylaşıldı. Selanik’te suyun ticarileştirilmesine karşı mücadele veren “136 Hareketi”, üreticiden tüketiciye aracısız ürün sağlama amacıyla bir araya gelen 16 kolektifin ortaklaştığı “Aracısız Ürün Satış Ağı”, doğrudan demokratik karar alma süreciyle sekiz aydır patronsuz üretimlerini sürdüren VIO.ME. işçileri, hükümetin kapatma kararından sonra işgal edilerek özyönetimle çalışmasını sürdüren Yunanistan Devlet Televizyonu ERT işçileri yaptıkları konuşmalarda kendi deneyimlerini aktardı.
5 Eylül günü, festivalin ikinci günü, konuşmaların ana başlığı ise “Mücadeleye Devam”dı. Konuşmacılar, mücadele deneyimlerini aktarırlarken, mücadelelerin dayanışma ilişkisi ile ortaklaştırılarak büyütülmesinin yolları üzerine önerilerini sundular. Türkiye’de mücadele yürüten Devrimci Anarşist Faaliyet adına Alp Temiz, Bulgaristan’daki Adelante Sosyal Merkezi’nden Yavor Kiselintsef, anti militarist Ilham Nisvan ve akademisyen Kostas Lampos konuşma yaptı.
Devrimci Anarşist Faaliyet’in İngilizce yaptığı konuşma aynı zamanda Yunancaya tercüme edildi. Önceki ay Meydan Gazetesi’nde yer alan “Barikatların Ardındaki Direniş Alanından, Mahallelerdeki Forumlara: Doğrudan Demokrasi” başlıklı yazının İngilizce çevirisi, festival boyunca açık kalan DAF standında yoğun ilgi gördü.
DAF’ın İngilizce yaptığı konuşmanın Türkçe çevirisi ise şöyleydi:
Tüm İstanbul’da ve Anadolu’nun pek çok yerinde kentsel dönüşüm projeleri; gecekondu yıkımlarıyla, AVM ve rezidans inşaatlarıyla, soylulaştırmaya çalıştığı meydanlarda basın açıklamalarını dahi yasaklamasıyla hız kazanmıştı. Dönüşüm yalnızca kentlerde değildi. Kırsal dönüşüm de son yıllarda başta Hidroelektrik, Termik ve Nükleer Santral projeleriyle, madenlerle, kaya gazı aramalarıyla, kapitalist tarım politikalarıyla vadilerde, köylerde yaşamı yok etmeye başlamıştı bile. Kırdan kente taşınan yalnızca göçe zorlanan insanlar olmadı, aynı zamanda kırsal dönüşüme karşı başlayan isyanlar kentteki mücadelelere de ruhunu aktardı.
Taksim Gezi isyanında ne bir kahraman vardı ne de bir halk önderi. Kırsallardaki pek çok mücadelede olduğu gibi iktidarsız alanlarda özdenetimleriyle, öz disiplinleriyle ve gönüllülükleriyle bir araya gelen bireyler devlete ve kapitalizme karşı verdikleri mücadelede otoriteden rekabetten ve bencillikten uzak, bir ilişki biçimi deneyimlediler. Yine kırsallardaki pek çok mücadelede olduğu gibi Gezi Parkı’nda da deneyimlenen paylaşma ve dayanışma ilişkileri; siyasi duyarlılığı olmayan pek çok bireyi etkilemeye, dönüştürmeye yetti.
Gezi Parkı’ndaki direnişin 2013 yılındaki toplumsal mücadelelerindeki başlıca tetikleyicilerinden biri bu yılki Hrant Dink anması oldu. Hrant Dink; 19 Ocak 2007’de Taksim yakınlarında çalıştığı Agos Gazetesi binası önünde Faşistler tarafından katledilen Ermeni gazeteci. Katledildiğinden bu yana her yıl 19 Ocak günü Taksim Meydanı’ndan Agos Gazetesi önüne yürüyüş düzenleniyordu. Bu yıl, Taksim Meydanı’nda başlatılan kentsel dönüşüm projelerini gerekçe göstererek bu yürüyüşe katılan bizim dışımızdaki hemen hemen tüm muhalif gruplar yürüyüşün başlangıç noktasını Taksim Meydanı dışında başka bir noktaya taşıdılar. Ama biz 6 yıl önce Hrant’ı teferruat olarak gören anlayışın bugün yaşam alanlarımızı soylulaştırdığını biliyorduk ve buna rağmen ısrarla Taksim Meydanı’nı kullanmaya devam etmeliydik. Bu anmada Taksim’den vazgeçersek yıllardır mücadele ettiğimiz, 1886’da Haymarket’te katledilen yoldaşlarımızı andığımız Taksim 1 Mayıs’ından da vazgeçmemiz beklenecekti.
Nitekim 1 Mayıs sabahı Taksim Meydanı’na çıkan yollar polis tarafından kuşatıldı. Devrimcilerin Taksim Meydanına girmesi yasaklandı. Devlet 1 Mayıs için başka meydanları önerdi. Başbakan Erdoğan’ın özel teşekkürlerini kazanan bir partinin yaptığı 1 Mayıs “kutlaması” haricinde Anarşistler, Kürtler ve Devrimci Sosyalistler, kentsel dönüşüm bahanelerine karşın Taksim ısrarını sürdürdüler. 1 Mayıs günü gerçekleşen polis saldırılarında çok sayıda eylemci polis tarafından yaralandı.
Polis saldırıları ve devlet terörü yalnızca büyük yürüyüşleriyle sınırlı kalmadı. Basın açıklaması yapmak için toplanan 10 kişilik gruplara bile TOMA’larla ve gaz bombalarıyla saldırdılar. Taksim’de ve İstiklal Caddesi’nde polis şiddeti bir rutin haline gelmişti.
Mayıs ayı sonlarında Gezi Parkı içindeki ağaçların, proje kapsamında kesilmeye başlanması bardağı taşıran son damla oldu. Gezi Parkındaki cılız direnişin tüm Anadolu’da yankı bulması uzun sürmedi. Çatışmalar her şehirde meydanlarda, parklarda ve varoşlarda hızla yükseldi. Haziran boyunca 5 kişi devlet terörü ile katledildi.
Pek çoğunuzun burada öğrenmek istediği, Gezi Parkı’nda ve mahalle forumlarında karar alma sürecinin nasıl işlediği. Taksim Meydanı ve Gezi Parkında kaldığımız süre boyunca gerçekleşen ilişki biçimi 15 Haziran’daki büyük polis saldırısı sonrasında mahallelerde güçlenen forumlarda doğrudan demokrasi tartışmalarını belirginleştirdi. “Barikatların Ardındaki Direniş Alanından, Mahallelerdeki Forumlara: Doğrudan Demokrasi” başlığıyla Meydan Gazetesi’nde yer alan değerlendirme gerçekleşen deneyim hakkında yerinde tespitlerde bulunuyor. Bu metnin İngilizce çevirisinin dökümünü hazırladık, bu konuyla ilgili tartışmaları konuşmalar sonrasında sürdürebiliriz.
Mevcut deneyimlerle birlikte antikapitalist, anti otoriter ve anti hiyerarşik yaşam tahayyüllerini yaşamlarımıza indirgeyebilmenin pek çok yolunu bulduk. Bugün bu yolları ve yöntemleri tartışmak adına buradayız.
Yaşamın yeniden yapılandırılması, ilk kez bizim ortaya çıkardığımız bir kavram değil. 1917’de Ukrayna’da, 1936’da İspanya’da deneyimlenen, bugünse halen Güney Amerika’da, Chiapas’ta gerçekleşen bir durum. Bu kavram bizim için de yeni değil. TC devleti ile Kürt halkı arasında gerçekleşen savaşın sıcak zamanlarında, Kürdistan’ın büyük kentlerinden Amed’de, Mezopotamya Sosyal Forumu’nda da biz Yaşamın Yeniden Yapılandırılması’ndan söz etmiştik. Weranşar’da, Gever’de pek çok değerli deneyim gerçekleşti. Bugün Rojava’da da bu deneyimlere benzer deneyimler kısmen de olsa yaşanıyor.”
Festivalin son günü 6 Eylül’deki konuşmaların ana teması ise “Olağanüstü Hal’den Mücadele Meclislerine” idi. Konuşmalara hızlı tren projesine karşı mücadele eden örgütlenmeler; NO TAV İtalya ve NO TAV Fransa, Halkidiki’deki maden projesine karşı mücadele veren S.O.S. Xalkidiki, anti otoriter ve antikapitalist yayın kolektifi BABYLONIA dergisi katıldı.
Aynı gün farklı bölgelerde mücadele veren örgütlenmeler arasında ortak çalışma ve hareket ağı toplantısı da yapıldı. Bu toplantıya Devrimci Anarşist Faaliyet ve Yunanistan’dan Anti otoriter Hareket’in yanı sıra Bulgaristan, Almanya, İtalya, İngiltere’den örgütlenmeler de katılım sağladı. Anti otoriter, anti hiyerarşik ve antikapitalist; doğrudan demokratik karar alma süreçleriyle işleyen örgütlenmelerle oluşturulacak yaşamın yeniden yapılandırılması, tartışmaların asıl odağını oluşturdu.
3 gün süren festival boyunca örgütlenmelerin, kolektiflerin, kooperatiflerin kurdukları stantlarında bilgi paylaşımları devam etti. Atölye çalışmalarında yer alan katılımcılar arasında, sistemin her türlü eğitiminden uzak bir şekilde, yaşamın bilgisi paylaşıldı. Festival günleri boyunca her akşam anti otoriter, devrimci ve muhalif müzik gruplarının konserleri yapıldı.
Festivalin katılımcıları 7 Ağustos günü düzenlenen mitingde bir araya gelerek, başbakanın Yunanistan’ın büyük patronlarıyla yapacağı toplantıyı protesto etmek için toplantı alanına doğru yürüyüşe geçti. Polisin yapılan yürüyüşe saldırması sonucunda, otuz kişi gözaltına alındı.
Bu haber Meydan Gazetesi’nin 13. sayısında yayımlanmıştır.
The post Doğrudan Demokrasi Festivali appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>