The post Çözüm Süreci’nde Kurulan “Yaşayan Diller Enstitüsü” Kapatılıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Mardin Artuklu Üniveritesi’ne bağlı Yaşayan Diller Enstitüsü için üniversite senatosu kapatma kararı aldı. Karar onay için YÖK’e gönderildi
Mardin Artuklu Üniversitesi’nde çözüm süreci döneminde kurulan Yaşayan Diller Enstitüsü için üniversite senatosu kapatma kararı aldı. 2009 yılında eğitime başlayan enstitüde Kürt Dili ve Kültürü anabilim dalı kurulmuş, sonraki yıllarda Süryanice ve Arapça yüksek lisans dalları açıldı. Zaman içerisinde Kürtçe geri planda kalmış ve Arapça popüler hale gelmişti. Üniversite senatosu son toplantıda Enstitü’nün kapatılması kararı aldı ve karar onay için YÖK’e gönderildi.
2019-2020 yılı için öğrenci alma duyurusu yapılmıştı.
The post Çözüm Süreci’nde Kurulan “Yaşayan Diller Enstitüsü” Kapatılıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ” Afrika’nın İslamlaştırılması ” – Didem Deniz Erbak appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Müslümanlığın Afrika’da Yayılması
İslamiyet Afrika’ya ilk olarak, müslüman olduğu için Arap Yarımadası’nda ayrımcılığa uğrayan ve kaçmak zorunda kalan göçmenler tarafından taşınıyor. Ama İslam devletlerinin kıtaya girişi, 600’lü yılların ortalarına doğru gerçekleşiyor. İslam’ı yaymak için büyük bir ordu ile yola çıkan Arap General Amr ibn al-Asi, başta Mısır olmak üzere Bizans’ın kontrolünde olan birçok yeri işgal ederek hristiyanların bölge üzerindeki etkilerini kırıyor. Bu arada olan, bölgede yaşayan insanlara oluyor; hristiyan Bizans sömürgeciliğinden kurtulan halklar, bu sefer müslüman Arap istilaları ile karşı karşıya kalıyor. 8, 9 ve 10. yüzyıllarda ise Araplar, hakimiyetlerini Doğu Afrika’ya doğru genişletiyor; sömürgelerine Somali, Kenya ve Kızıldeniz kıyılarını katıyorlar. Daha sonraki süreçte kıta üzerindeki hakimiyeti zayıflayan Araplar, sahneyi dönemin etkili güçlerinden Osmanlı Devleti’ne bırakıyor.
Burada İslamiyet’in yayılması ile ilgili bir parantez açmak gerekiyor. Daha önceden söylediğimiz gibi, Müslüman Araplar, Hristiyan Avrupalılar gibi toplu katliamlara girişmeseler de; insanların dolaylı yollardan İslamiyet’e geçmeye zorlanması, coğrafyanın maddi kaynaklarının sömürülmesi ve yoğun bir “köle ticareti” trafiği oluşturulması gibi etkinliklerde bulunuyorlar. (Arapların 9. yy’dan 19. yy’a kadar köle ticaretinde hayli aktif olduğu görülüyor.) Bu dönemde önemli ticaret yolları üzerinden bir trafik işleten Araplar, bu yolla gittikleri bölgelerin ileri gelenleri, kabile şefleri ve zenginlerini müslümanlaştırarak yoksul tebaaların da müslümanlaşmasını sağlamışlardır. Dönemin kaynaklarına göre, sonraları Avrupalıların girişeceği modernleştirme adı altında kimliksizleştirme politikalarına burada da rastlanıyor. Kaldı ki, bugün kıtanın hem müslüman hem hristiyan bölgelerine baktığımızda, “modernleşmenin” ne kadar işe yaradığını; üretilmiş olan dini ve etnik savaşlarda görebiliyoruz.
Ve Osmanlı Sahneye Çıkıyor
Ortadoğu’daki Arap bölgelerinin Osmanlı’nın kontrolüne girmesinden sonra, Doğu Afrika’daki Arap kontrolü de zayıflamıştır. Osmanlılar 16. yüzyıl başlarında Afrika’nın kuzeyinden başlayarak Akdeniz’in güney sahilleri boyunca, Atlas Okyanusu kıyılarına kadar ilerlemişlerdir. Öte yandan, Kızıldeniz’in batı sahilleri boyunca ilerleyerek Hint okyanusu kıyılarına kadar ulaşmışlardır. Osmanlı’nın “köle ticareti” geleneğini devam ettirdiği görülürken, imparatorluğun girdiği her yerde uyguladığı ağır vergilendirme, asker talebi ve devşirme politikası, burada da devam etmiştir. Osmanlı’nın kıtaya girişiyle neredeyse aynı dönemde, Avrupalılar da yüzlerini buraya dönmüştür. 15. yy’da Hollandalılar Güney Afrika kıyılarını alırken, Portekizliler Angola ve Mozambik kıyılarını yerleştiler. İngilizler ise Gine Körfezi kıyılarına yerleştiler. Bu arada Fransızlar da, Afrika’ya 16. yy’da Senegal üzerinden, Batı Afrika kıyılarına girmeyi başardılar. Bundan sonraki süreçte, hakimiyet alanlarında giderek zayıflayan Osmanlı ile Avrupa arasındaki sömürge mücadelesi başlamış oldu. Bazı kaynaklar, bunun Osmanlı’nın Afrika’yı korumak için sömürgeci Avrupalılarla savaşı olduğunu söylese de, bu kelimenin tam anlamıyla iki dev arasında bir kapışmaydı ve her zaman olduğu gibi, filler tepişirken çimenler eziliyordu. Yoksul Afrikalıları, yeni ve uzun bir sömürge dönemi daha bekliyordu.
T.C.’nin Afrika Çıkarması
T.C Devleti’nin son dönemlerde Afrika’ya düzenlediği ziyaretler, cemaatle yapılan Afrika’daki okullar kavgası, geçmişte buraya yapılan akınları anımsatıyor. Özellikle müslümanlığın yaygın olduğu bölgelere bu referansla girmeye çalışan T.C, “Avrupa, Afrika’nın sadece madenlerini görüyor; biz ise burayı kalp gözüyle görüyoruz.” diyor. Fakat T.C’nin Afrika’ya yaptığı her ziyaret sırasında, yanında müteahhitleri, iş adamlarını ve fabrikatörleri götürmesi; bunların kalp gözlerinin de sadece gücü ve parayı gördüğünü gösteriyor. Her fırsatta “Osmanlı’nın Afrika’da izlediği hoşgörü politikasına” gönderme yapan Erdoğan, oraya kurmak istedikleri iplik fabrikaları, madenler, baraj inşaatları ile sömürgeci Osmanlı’nın izini takip ettiklerini açıkça beyan ediyor. Aslında yeni T.C devleti, yeni sömürücü yöntemlerle, eski atalarının izinden gidiyor!
Yüzyıllardan beri farklı hakim güçlerin talan ettiği Afrika coğrafyası, kimi zaman Hristiyanlık, kimi zamanda Müslümanlık referans alınarak kimliksizleştirilmeye; Afrika halkları yaşam biçimlerinden, inanışlarından ve kültüründen koparılarak “modernleştirilmeye” çalışılıyor! Yani kapitalizmin köle ve “ham madde” deposuna dönüştürülmeye devam ediyor. Çoğu zaman halkların büyük dirençleriyle karşılaşan bu saldırılar, bugün de hem klasik yöntemlerle hem de yeni yöntemlerle sürdürülüyor. Bugün Afrika’da yaşanan etnik ve dini çatışmalar, Boko Haram’ın ve benzeri örgütlerin giriştiği toplu katliamların müslümanlara ya da hristyanlara mal edilmeye çalışılması da bu yeni taktiklerden biri olarak karşımıza çıkıyor. Fakat bizler biliyoruz ki, bu coğrafyada “üretilen şiddetin” babası ezilmişlik boyutunda aynı kaderi paylaşan Müslüman ya da Hristiyanlar değil, tıpkı geçmişteki gibi Müslümanlığı ve Hristiyanlığı referans göstererek saldıran efendilerdir!
Didem Deniz Erbak
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 24. sayısında yayımlanmıştır.
The post ” Afrika’nın İslamlaştırılması ” – Didem Deniz Erbak appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Rojava Devrimi’ne Duvar Tecridi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Rojava Devrimi, 19 Temmuz 2012’den bu yana, tam 16 aydır devam ediyor. Tam 16 aydır süren yaşamın yeniden inşası, özyönetim temelinde gerçekleşiyor. Rojava Halk Meclisleri’yle; Kürt, Arap, Ermeni, Asuri, Ezidi, Keldani halklarının özgürlük mücadelesiyle, yaşam devletsiz alanlarda yaratılıyor. Hem de bütün bunlar, devletlerin savaş alanına dönüşmüş, şirketlerin rekabetinin acımzsızlaştığı bir coğrafyda Ortadoğu’da gerçekleşiyor. Rojava halkı neyle mücadele ediyor? Sedece yaşamın yeniden yapılandırılmasıyla değil, halkları savaşın eşiğine getiren devletlerle, El-Kaide ile bağlantılı çetelerle ve şimdi de,kapitalizmle ve bölgedeki devletlerle ilişki halinde bulunan bölgesel yönetimlerle…
Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’nin Rojava’ya yönelik tutarsız, hatta kimi zaman düşmanca politikaları, gün geçtikçe daha da belirginleşiyor. Aylarca devrimi ve devrime yönelik saldırıları, cihatçı çetelerin halka yönelik imha girişimlerini görmezden gelen Barzani’nin KDP’si; geçtiğimiz günlerde PYD Eşbaşkanı Salih Müslim’in Güney Kürdistan’a geçişini engelledi. Müslim, Güney’de Hewler’den, YPG ile çeteler arasındaki çatışmada kaybettiği oğlu Şervan’ın taziyelerini kabul etmek için Rojava’ya gitmişti. Dönüşte engellenerek birkaç gün sınırda bekletildi. Bunun yanı sıra; Güney Kürdistan Asayiş Birimleri, aileleriyle birlikte iş bulmak ve yaşamak için Güney Kürdistan’a göç eden gençleri, mülteci kamplarına ya da Rojava’ya geri dönmeye zorluyor. İşverenleri de bu gençlere iş vermemeye zorlayan birimler, kamplardan çıkmaya izin vermemeleri konusunda KDP’nin sıkı tembihlerini yerine getiriyor.
Yaz sürecinde Samelka Sınır Kapısı’nı Rojava’nın yüzüne kapatan Barzani’nin KDP’si, Rojava halklarının PYD’siyle arasındaki mesafeyi açmaya devam ederken, İran istihbarat şefi Kasım Süleymani “Suriye’deki özerk yönetimi” tanıyacakları mesajını gönderiyor. İran, Rojava’ya da diplomatik temsilcilik açacaklarını iletiyor; Şam’dan gelecek izinlerden sonra 2014’ün ilk yarısında temsilcilik açılacağı mesajını veriyor. Beşar Esad, PYD’ye “Biz dostuz!” mesajı göndererek ittifak teklif ediyor. PYD Eşbaşkanı Salih Müslim, Esad’sız çözümün ancak iki yıl önce mümkün olduğunu; Alevilerin Esad’ın yanında olduğunu, onsuz çözümün 2 milyon Alevinin katli anlamına geleceğinden ötürü mümkün olmadığını söylüyor. İşbirliği yapacaklarını iddia edenlerin ise, 2004 Serhildanı’ndan bu yana rejimle çatıştıklarını görmezden gelerek, bu mücadelede kaybettikleri kardeşlerine saygısızlık yaptığını vurguluyor; yani denize düşseler de yılana sarılmayacaklarını…
Düşülen deniz, TC başta olmak üzere devletler tarafından beslenen El Nusra ve Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) çetelerinin ablukası oluyor. Suriye Devrimci ve Muhalif Güçler Koalisyonu’nun dağılmasının ardından koalisyondaki 70 grubun da eklemlenmesiyle semiren IŞİD, El Nusra çetelerinin gerisinde kalmayarak saldırılarını sürdürüyor. Böyle bir anda, YPG’ye dönüyor yüzlerimiz; aylardır dört değil sekiz yandan saldırı altında olan Rojava’ya bir kapı açılıyor. YPG 27 Ekim’de Irak sınırındaki Til Koçer kapısını kazanıyor. IŞİD’in lojistik kaynağı olan bu kapının kazanılmasıyla, havanın Rojava’dan yana dönmekte olduğuna inancımız yükseliyor.
Mevsimlerden kış, Rojava’yla yüreklerimize bahar gelirken; TC çeteleri sözde kınamak özde beslemek dışında ne mi yapıyor? Bölgeye yönelik saldırgan politikalarını ABD paralelinde rölantiye alıyor. Ancak demokratikleşme paketi adı altında, süreci de rölantiye alıyor; zaman kazanmaya çalışıyor. Ve beklendiği üzere başımıza yeni bir çorap; “güvenlik gerekçesiyle” bir duvar örmeye kalkıyor. Beyinlere nakşedilen hayali sınırlar, dikenli teller, mayınlar, silahlar “özgürlük korkusu”nu bastıramadığı için; Nusaybin-Qamişlo arasına yoğun güvenlik önlemleri eşliğinde bir “utanç duvarı” örüyor. Devrimin yaşandığı topraklarla halklar arasına perde çekme amacı güdüyor.
Bütün bunlara rağmen; Rojava Devrimi, 19 Temmuz 2012’den bu yana, bu topraklardaki halkların mayası olan isyanla, tam 16 aydır devam ediyor. Esad’a, çetelere, Barzani’ye, TC’ye, ABD’ye, Azadi’ye, El Parti’ye; devletlerin ve kapitalizmin bütün saldırılarına karşı devam ediyor. Duvara karşı devam ediyor. Özgürlük için, yaşam için devam ediyor. Devrimle aramıza Çin Seddi örmeye de kalksa “özgürlük tutkumuz”u bastıramayacağını idrak edemeyen devlet, aslında ne örüyorsa kendi başına örüyor. Çünkü devrimler duvarlarla çevrilemez.
The post Rojava Devrimi’ne Duvar Tecridi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>