The post Korona Krizini Takip Eden Ekonomik Kriz Sonrası Lübnan’da Eylemler: Asker, Bir Eylemci Öldürdü appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Korona virüs krizinin de oldukça etkilediği ekonomik krizin sarstığı Lübnan’da bankalara karşı eylemler düzenliyor. Birçok şehirde eylem düzenlenirken banka genel merkezleri, şubeler ve ATM’ler hedef alındı.
Lübnan’ın birçok şehrinde salgına rağmen gösteriler yapıldı. Eylemlerde eylemciler yolları kapattı, askeri araçlara saldırdı, başkentte bazı bankalara bu sabaha karşı motolof kokteylleri atıldı.
Eylemleri bastırmaya çalışan askerler, Trablusşam kentindeki eylemlerde 26 yaşında bir eylemciyi öldürdü. Bir eylemcinin öldürülmesinden sonra eylemler şiddetini arttırırken kolluk kuvvetleri ve halk arasında yaşanan çatışmalarda ordu gerçek mermi kullandı. Halk kendisini gerçek mermi ve göz yaşartıcı gaza karşı taşlarla korumaya çalışıyor. Bu çatışmalarda 60 eylemci yaralandı.
Lübnan’da ekim ayından beri ülkenin dört bir yanında eylemler devam ederken korona krizi sürecinde durulmuştu. Enflasyondaki hızlı yükseliş ve para birimi Lübnan Lirası’nın (LBL) ABD doları karşısında ciddi bir şekilde düşmesi korona virüse rağmen eylemleri tekrar yükseltti.
The post Korona Krizini Takip Eden Ekonomik Kriz Sonrası Lübnan’da Eylemler: Asker, Bir Eylemci Öldürdü appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ABD, Iraklılara Rağmen Irak’tan Çekilmemekte Kararlı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Irak Hükümeti’nin ABD’li askerlerin ülkeden çekilme süreci için Bağdat’a heyet gönderilmesi yönündeki talebini reddetti.
ABD Genelkurmay Başkanı Orgeneral Mark Milley ve Savunma Bakanı Mark Esper ülkelerinin Irak’taki askerlerini çekmeyeceklerini açıkladı.
ABD, çekilmemelerine bahane olarak IŞİD’le mücadeleyi ve Iraklıları korumayı gerekçe gösteriyor.
Irak Başbakanı Adil Abdülmehdi, ülkesindeki ABD’li askerlerin çekilme sürecinde görevlendirilmek üzere Amerika’nın Irak’a bir heyet göndermesi çağrısında bulunmuştu. Irak meclisi de bu yönde karar almıştı.
Abdülmehdi, ABD askerlerinin Irak’a izinsiz girmesinin ve İHA’ların Irak hava sahalarında izinsiz bir şekilde uçuyor olmasının ikili anlaşmaları ihlal ettiğini belirtiyor.
The post ABD, Iraklılara Rağmen Irak’tan Çekilmemekte Kararlı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Yeni Askerlik Sistemi Açıklandı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Savunma Bakanı Hulusi Akar, Detaylarının Milli Savunma Bakanlığı internet sayfasında yer aldığını söylediği yeni zorunlu askerlik sistemine dair bilgiler verdi. Açıklamalarından kimi başlıklar şu şekilde:
“Hem erbaş ve erler hem bedelli olanlar bir ay temel eğitim yapacak. Bunun sonunda bedelliye ayrılanların askerlikle ilişkisi kesilecek.
Yeni askerlik sistemi dağılımı bedelli askerlik, yükümlü erbaş ve erler, yedek astsubaylık, yedek subaylık ve dövizli askerlik şeklinde olacak.
1 ay temel eğitime müteakip lise mezunu ve altı gençler 5 ay kıtada görev yapacak. Bunun sonunda erlere ‘kalmak ister misiniz’ diye soracağız.
Gençlerimize askerlik esnasında, askerlik sonrasında ve görevlerini yaparlarken çeşitli imkanlar, destekler de sağlanacak.”
Hulusi Akar, bedelli askerlik yapacak olanların ödeyeceği ücretin hesaplanmasını da hazırlanan şema üzerinden gösterdi. Şemaya göre, 40.000 gösterge X memur maaş kat sayısı x 6 işleminden çıkan sonuca göre bedelli askerlik ücreti belirlenecek. Buna göre, bugün itibariyle bedelli askerliğin ücreti 31 bin 343 lira ve her 6 ayda bir bu ücret artacak. (40.000 X 0,130597 X 6 = 31.343,28 lira) Memur maaşlarının değişmesinden dolayı 6 ayda bir bedelli askerlik ücreti güncellenecek.
Türkiye’de cumhuriyet tarihinde ilk olarak 1987 yılında Turgut Özal yönetimi tarafından uygulanan bedelli askerlik, daha sonra 1992, 1999, 2011 ve 2014 ve 2018’de hayata geçirildi.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, 2018’de hayata geçirilen son bedelli askerlik uygulamasının ardından askerlik sisteminin değiştirileceğini ve bedelli askerliğin kalıcı hale getirileceğini açıklamıştı.
The post Yeni Askerlik Sistemi Açıklandı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Belfast Katliamcıları İçin Muafiyet Önerisi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>İngiltere Muhafazakar Parti Milletvekili ve eskiden bölgede teğmen olarak katliamlara katılan Richard Benyon, 1 Kasım’da parlamentoya bölgede ”görev” yapmış olan askerlerin işlediği suçlardan yargılanmadan muaf tutulmaları ile ilgili bir yasa sunma hazırlığında. Bu yasa askerlere açılan kamu davalarını da kapsıyor.
2010 yılında Kanlı Pazar araştırmaları ve davaları ”ulusal güvenliğe” tehdit oluşturabileceği gerekçesiyle durdurulmuştu. Ancak İngiliz askerlerinin sivil ölümlerine yol açtığı büyük ölçüde kanıtlanmıştı.
The post Belfast Katliamcıları İçin Muafiyet Önerisi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Devlet Var Oldukça Güvende Değiliz – Gürşat Özdamar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Ne zaman ki, Gülen Cemaati ile uzunca bir süre “bu yollarda beraber yürüyen” AKP’nin araları bozuldu ve Erdoğan iktidarını güvende hissetmemeye başladı, 15 Temmuz patlak verdi. En tepede beliren bu güvensizlik hali “kandırıldık” söylemleriyle OHAL’e gerekçe yapıldı, ardı ardına çıkarılan KHK’larla bir cadı avı başlatıldı. Artık herkes birbirinden kuşkulanır; hatta herkes kendi banka hesabı ya da cep telefonundaki uygulamalar yüzünden kendisinden de kuşkulanır oldu.
Bu güvensizlik hali geçen yıldan bu yana azalmak yerine daha da kuvvetlendi. Devlet, benzer durumlardaki refleksini yineleyip “güvenlik”e kilitlendi. Bunun yeni bir örneği olarak, yıllar önce uygulanan ama sonradan vazgeçilen bekçilik sistemini devreye sokmaya karar verdi. Tam 7000 bekçi kadrosu açıldı devletin bu güvenlik kaygısıyla.
“Gece Kartalları” olarak makyajlanan bu teşkilattan “mezun olan” bekçilerin bir kısmı pilot il olarak seçilen İstanbul’da görev yapmaya ve hatta şimdiden “üst araması” ya da “GBT yapma” bahanesiyle sokaklarda terör estirmeye başladı bile.
İstanbul Valisi Vasip Şahin, amaçlarını, bekçilerin mahalleliye yakın bir konumda olmaları üzerinden o mahallede edinecekleri bilgiyi amirlerine ileterek bir tür fişleme de yapmaları olarak özetliyor.
Bu durum ister istemez, akla, hemen her meydana, her sokağa dikilen gözetleme kameralarını getiriyor. Onlar da ilk duyurulduklarında yine güvenlik ihtiyacı dillendirilmiş, artık sokaklarımız daha güvenli olacak denmişti. Bu kameraların kurulma evresinde bir kaç kapkaççı yakalanışı ana haberlerde ballandırıla ballandırıla anlatılmış, bu şekilde bu kameraların ne de gerekli olduğu algısı yaratılmaya çalışılmıştı. Geçen yıllar içinde kamera sayıları arttı ama iddia edildiği gibi kapkaç olayları ya da benzer “suç”lar azalmış değil.
Ensemizde bir gözetleme kamerası, mahallelerde volta atan bekçiler, yol kenarlarındaki polis noktaları, şehrin üstünde dolanan helikopterler, toplum destekli polisler, muhbirler… Başımızın üstünde durmadan büyüyen bir göz… Hepsi bizim güvenliğimiz için! Peki o zaman neden kendimizi güvende hissetmiyoruz?
Neden Güvende Hissetmiyoruz?
Aslında doğadaki tüm canlı varlıklar, içerisinde bulundukları koşulların kendi isteklerinin dışında herhangi bir değişiklik göstermesinden dolayı kaygılanırlar, buna karşı bir tepki ve önceki durumu korumak için savunma mekanizmaları üretirler. Bir duygulanım olarak da kendilerini güvende hissetmezler diyebiliriz. Benzer biçimde, günümüzün kapitalist ilişkiler dünyasında belli bir toplumsal statüdeki birey de, bu ilişkiler içerisinde kimliğini de belirleyen konumunu paylaşmak istemediği gibi yitirmek de istemez ve kaygılanır. Sahip olduklarını, mülkiyetlerinde olanları ellerinden kaybetmek istemezler. Bunun için bireyler de kapılar, kilitler, kasalara gereksinim duyarlar. İşte devlet polisiyle, bekçisiyle, kamerası, karakollarıyla bize bu güvenlik sağlayacağını iddia eder. Kendi varlığını, bizlerin güvenliği üzerinden inşa ettiğini söyler. Bunun için hemen her imkanı kullanarak büyük bir güvenlik algısı oluşturur. Böylece birey, devletin kendisini düşündüğünü, kendi güvenliği için çalıştığını düşünür. Böylece çok sıkça olduğu gibi, hayatı izinsiz olarak kaydeden kameraların gerekli olduğunu düşünür, adım başı oluşturulan polis noktalarını kanıksar, art arda GBT taraması yapılmasının iyi olduğunu düşünür ve toplamda bütçenin önemli bir kısmının güvenliğe ayrılmış olmasından rahatsızlık duymaz.
İnsan haklarıyla çeliştiği, özgürlükleri tehdit ettiği için sıkça tartışmalara yol açan bu güvenlik uygulamaları; bireyde, haklar ve özgürlükler yerine güvenliği “tercih” etmesi ile sonuçlanır. Çeşitli manipülasyonlarla bireydeki güvensiz olma durumu pekiştirilince, bir süre sonra “daha az hak daha çok güvenlik” talebi devletten önce bireyden gelmeye başlar.
Sonuçta, kendini güvende hissetmeyen bireyler, devletin güvenlik “çözüm”üne koşulsuz itaat ederler. Böylece devlet, kurduğu iktidar alanının tartışılmamasını, sorgulanmamasını sağlamış olur.
Osmanlı dönemindeki adı “pazvant” olan gece bekçiliği cumhuriyetin ilk yıllarından beri özellikle mahallelerde ve kasabalarda devletin önemli güvenlik güçlerinden birisi olarak sayılmıştır. Fakat dönemin ihtiyaçları doğrultusunda git gide önemleri azalmıştır. Bugüne kadar son bekçi alımı 1974’de yapılmıştır. Geçmişte 772 Sayılı Çarşı ve Mahalle Bekçileri Kanunu’na göre hareket eden bekçiler, 90’lı yılların başında yavaş yavaş mahallelerden alınıp emniyet içinde yan görevlere atanmışlardır. 2007 yılına gelindiğinde ise yan görevlerde ama hala bekçi statüsünde çalışan 8.152 bekçi polis olarak atanmıştır. Son olarak Mayıs ayında yayınlanan 689 ve 690 sayılı KHK’larla, 7.000 gece bekçisinin işe alınacağı duyurusu yapılmıştır. Geçtiğimiz günlerde de pilot bölge olarak seçilen İstanbul’da 386 gece bekçisi göreve başlamıştır, halen 700 bekçi teorik ve pratik dersler almaktadır. Devletin amacı toplamda 7.000 gece bekçisi alarak, her mahalleye en az iki bekçi yerleştirmektir. Yeni dönem gece bekçileri, eski kahverengi üniformalarını giymeyecekler fakat artık gece bekçisi deği, “gece kartalları” olarak anılacaklar. Gece 22:00 ile sabah 06:00 arasında çalışacak olan “Gece Kartalları” polisle aynı yetkiyi paylaşmakla beraber, ayda 3.500 tl maaş alacakları söyleniyor. /box]
Her Şey Devletin Güvenliği İçin! Bu koşulsuz itaat, devletin kendi güvenliği için yapacaklarını da “meşru” kılmasını sağlar. Gözaltılar, operasyonlar, İHA’lar, SİHA’lar. Bunlar da devletin “güvenliği” içindir! Tıpkı 1984 romanında bahsedildiği gibi, her yeri gözlerle doldurmak ister devlet. Hatta gözlerle dolduramadığın yerlerde de izleniyormuş, devamlı takip ediliyormuş hissiyatı yaratmak. Panoptikon’da olduğu gibi bir gözle değil, bir gözün seni izliyor olması korkusuyla itaat üretmek. Kendini adaletsizlikler üzerinden var eden devletin, şimdi de bekçilik sistemiyle topluma yeni bir çeki düzen vermek istediği çok açıktır. Aslına bakılırsa bekçilik uygulaması, devletin tam bir denetim toplumu yaratma planında geçmiş yıllarda ortaya konulan “toplum destekli polis” gibi muhbirlik uygulamaları, ve özel güvenlik kurumlarının yetkisinin arttırılması ve çapının genişletilmesi gibi paramiliter uygulamaların tamamlayıcı bir öğesi olarak düşünmek daha yerinde olur. Ne kahverengi elbiseleriyle mahallerimizde volta atan bekçiler, ne de tepemizdeki kameralar nefes aldıracak bizlere. Yazının başından beri söylediğimiz gibi bizlere güvenli bir yaşamı sağlayacak olan şey “güvenlik güçleri” ya da araçları değil; o güçlerin yenildiği, araçların parçalandığı zaman ortaya çıkacak olanın ta kendisidir! Kelime anlamı – Pan (bütün), opticon (gözlemek) – bütünü gözlemek olup, Jeremy Bentham tarafından ortaya atılmış bir hapishane mimarisine verilen addır. Bu hapishane iç içe geçmiş halkalardan oluşmuştur. Hücreler bu halkalara yan yana dizilmişlerdir. Ortada bir gözetleme kulesi bulunmakta ve hücredeki tüm detaylar bu gözetleme kulesinde görülmektedir. Fakat, denetleme kulesinde kimin olduğu ya da birinin olup olmadığı tutsak tarafından bilinemez. Yani artık mesele, o kulede birinin olup olmaması değil, tutsağın devamlı izleniyormuşçasına hareket etmesidir. Bu fikrin kendisi çok tutmuş, benzer yöntemler artık sadece tutsakların değil, tüm toplumların üzerinde uygulanır hale gelmiştir.
BEKÇİLİĞİN TARİHİ:
[box border="full"] Panoptikon:
“ …Yönetilmek, ne bunu yapacak hakka, ne bilgeliğe, ne de erdeme sahip yaratıklar tarafından gözaltında tutulmak, casus gibi izlenmek, idare edilmek, yasalara bağımlı kılınmak, sayılmak, kaydedilmek, fikir aşılanmak, vaaz verilmek, denetlenmek, hesaplanmak, değer biçilmek, sansür edilmek ve emredilmektir. Yönetilmek her türlü işlemle, her türlü hareketle not edilmek, kayda geçirilmek, sıraya alınmak, değeri belirlenmek, lisans verilmek, yetki verilmek, nasihat edilmek, yasak koyulmak, reformdan geçirilmek, düzeltilmek ve cezalandırılmaktır. Yönetilmek kamu yararı gerekçesiyle ve genel çıkarlar adına yükümlülüğe bağlanmak, yetiştirilmek, soyulmak, sömürülmek, tekellere bağımlı kalmak, zorbalığa maruz kalmak, köşeye sıkıştırılmak, gizemlerle büyülenmek ve yağmalanmaktır; en ufak bir direniş ya da yakınma sözcüğü karşısında baskıya uğramak, ceza görmek, aşağılanmak, taciz edilmek, takip edilmek, istismara uğramak, sopayla dövülmek, silahsız bırakılmak, hapse atılmak, yargılanmak, mahkum edilmek, kurşuna dizilmek, sürgüne gönderilmek, feda edilmek, satılmak, ihanete uğramaktır; alay edilmek, gülünç duruma düşürülmek , öfkelendirilmek, onursuz bırakılmaktır. Devlet budur, onun adaleti budur, onun ahlakı budur.” P.J. Proudhon
Gürşat Özdamar
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 40. sayısında yayınlanmıştır.
The post Devlet Var Oldukça Güvende Değiliz – Gürşat Özdamar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Kötü Kötüdür – Ece Uzun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Düşünce dünyasında, tarihin belki de en eski sorunlarından birini, kötülük üzerine yürütülen ve halihazırda yürütülmekte olan tartışmalar oluşturuyor. Bir kötünün ya da kötülüğün varlığından bahsedebilir miyiz, bahsedebilirsek bu kötü nedir, kötünün ve kötülüğün kaynağı nerededir gibi felsefi sorulara ilişkin; siyaset, sosyoloji, psikoloji ve hatta biyoloji gibi alanlarda tartışmaların yapıldığını görüyor; farklı ideolojileri, eğilimleri benimsemiş insanlar tarafından bu meseleye dair yapılan yorumları bir süredir okuyor, tartışıyoruz.
Etrafımızı sarıp sarmalayan, günden güne etkisini daha da artıran bu “kötülük” sarmalından çıkmanın yöntemini bulmak, bu tartışmaya başlarken temel amaçlarımızdan biriydi. Bunun yanında, kötünün ve kötülüğün adını koyabilmek, tarifini yapabilmek, karşısında mücadele ettiğimiz bu olguyu anlama ve yorumlama sürecinin de önemli bir parçasını oluşturuyor. Metinler, özgürlük, adalet, etik, erdem gibi kötülük konusuyla dolaylı bir etkileşim içerisine girebilecek, yine farklı alanlarda tartışılan kavramlara dair de yorumlarda bulunabileceğimiz bir zemin yaratıyor.
Bu sayıda başlattığımız “Kötülük Tartışmaları”nın ilk bölümünde felsefi, sosyolojik, psikolojik ve biyolojik bakış açılarıyla ele aldığımız, kötülük sorununa anarşist bir yorum geliştirmeye çalıştığımız metinleri
okuyabileceksiniz.
Platon’un Euthyphron diyaloğunda “Tanrıların olmadığı yerde bile birini öldürmüyorsam, bunun nedeni nedir?” diye sorar Sokrates. Sorunun cevabını diyaloğun devamında verir: “Eve gittiğimde bir katille beraber yaşamak istemem.” Bu cevap, bireysel bir vicdanın veya iradenin göstergesi olarak yorumlanır. Diyalog, kötülüğün tercih edilebilir bir şey olup olmadığına dair ilk arayışlardan biridir.
Platon’un bu sorusundan yüzyıllar sonra kötülüğün kaynağına dair bu tartışma psikolojinin de konusu olmuştur. Tartışmanın bir tarafı bireye diğeri topluma dairdir. İlkinde dış faktörler, kültür, eğitim, gelenek vb. sosyal durumlar bireyi şekillendirir. Diğerinde bastırılmış duyguların bilinçaltına yerleşmesiyle bireyin tercihleri sorgulanır.
Başta verilen örneklerden yola çıkacak olursak, toplumda “kötü” olarak tanımlanan düşünceler ve eylemler, toplumdaki bireylerde olduğundan çok iktidarın kurumsallaştığı alanlarda daha belirgin olarak karşımıza çıkmaktadır.
Mesleki Deformasyon
İktidarın kurumsallaştığı alanlara dair, yazının başlangıcında verilen örneklerdeki mesleklerin hepsi kötüdür. Polis olmanın getirisi, pratik uygulamaları ve ideolojisi ele alındığında, bu mesleği yapan kişinin psikolojisinde büyük tahribata neden olur. Yani, kötü olan bir mesleğe sahip olanın kötü olması kaçınılmazdır. Bu kötülüğün bireyin karakterinde yarattığı deformasyon görmezden gelinemez. Ancak bu örneklerde kötülüğün bireyin karakterinde yarattığı deformasyonun ötesinde, bireyin kötülüğü içselleştirmesi ve ortaya çıkan “kötülüğün” sürdürücüsü olması söz konusudur.
Örneklerden yalnız birini ele alacak olursak; gardiyanlık kötüdür. Mesleğin getirisiyle yasal olarak veya olmayarak “mahkumlara kötü davranmak” gardiyanlığın belirlenen kuralı olabilir. Ancak bir gardiyanın, ona yüklenen kötülük tanımının üzerine çıkarak açlık eyleminin 150. gününde olan iki tutsağa “öldünüz mü lan demesi”, bu kötülüğün içselleştirilmesi, mesleğin yarattığı kötülüğün ötesinde bireyin karakterinde bir kötülüğün var olduğu anlamına gelir.
Toplumun yönlendirmeleri ve dayatmaları bireysel sorumluluk duygusunun ortadan kalktığı anlamına gelmez.
Bireyin tercihlerinde, tercihler doğrultusunda şekillendirdiği eylemlerinde şüphesiz ki toplumun payı büyüktür. Toplumun değer yargıları, iyi-kötü, doğru-yanlış anlayışı bireyin düşüncelerine ve eylemlerine etki etmekte ve bireyi toplumsal olarak etkilemektedir. Ancak bireyin tüm eylemleri yalnız toplumsal etki olarak değerlendirilemeyeceği gibi, yalnız iradi olarak da değerlendirilemez. Bireyin tüm davranışlarında, toplumsal olanın etkisinin ve bireyin iradesine bağlı olanın etkisinin bir oranı vardır.
Kötülüğü öğreten ve örgütleyeni toplumsallık olarak ele aldığımızda, burada devreye giren, bireyin kötülük karşısında gösterdiği dirençtir. “Kötülüğü tercih etmeme” işte bu direncin eylemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Eğer, bireyin eylem ve davranışlarının belirleyicisi yalnızca toplum olsaydı, “kötülüğü tercih etmeyen”den söz etmemiz mümkün olamazdı.
Faşist bir toplumda doğmuş/yetişmiş bir bireyin, faşizmin ne olduğunun farkına varması ve bu farkındalıkla “kötü”den yana olmaması, ait olduğu değer ve kültür yargılarının karşısında durması; bu toplumsal kötünün haricinde bireyin tercihlerinin olduğunun büyük bir göstergesidir.
Şayet polis, ona tanımlanan kötülüğün dışında, direnenleri öldüresiye dövüyorsa, karakolda işkence ediyorsa, onlarla dayanışmak için eylem yapanlara hayati zararlarına rağmen yakın mesafeden, üstelik gülerek biber gazı sıkıyorsa ve tüm bunları keyif alarak yapıyorsa bu durum için söylenecek tek şey var:
Kötü, kötüdür!
The post Kötü Kötüdür – Ece Uzun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Rant Şirkete, Zehir Askere – Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>TC devletinin 600.000’e varan asker sayısıyla en kalabalık yapılanması olan ordu, her üç ayda bir, “vatanı koruma” diyerek evlerinden kopardığı ve “zorunlu askerlik hizmeti” diye askere çağırdığı yeni yeni gençleri bünyesine katıyor. Her üç ayda bir, kendisi nöbet tutarsa ailesinin evlerinde rahat uyuyacağı iknasıyla ellerine silah tutuşturduğu gençleri 15 aylığına kışlalara doluşturuyor.
Ama daha kışladan adım atar atmaz kendilerini bekleyen militarizm kendisini en şiddetli biçimiyle gösteriyor. En ufak bir farklılığa tahammülü olmayan ordu, gençleri zorla tektipleştirmeye, birer kurşun asker haline getirmeye çalışıyor. Uymayanları döverek, disko denen işkence odalarına atarak dönüştürmeye çalışıyor. Karşı çıkanları ise eğitim zayiatı adı altında ya da intihar etti bahanesiyle katlediyor.
Zaten savaşta ilk kurban edilecek olanlar olarak görülen bu gençleri diğer zamanlarda da düşünen yok. Hatta günde üç öğün verdikleri yemekler kötü ve besin değerleri düşük. Bu nedenle kışlalardan çok sık zehirlenme haberleri geliyor.
İşte daha geçtiğimiz günlerde Manisa’daki 1. Piyade Er Eğitim Tugay Komutanlığı’nda tutulan 500’den fazla asker, kışlada yedikleri yemekten zehirlenerek hastaneye kaldırıldılar. Hastaneye kaldırıldılar, ama hala asker sayıldıkları için rahat konuşamıyorlar. Bir asker “Zehirli yemeği önümüze koyuyorlar. Memleketimizi bırakıp geliyoruz biz. Analarımız ağlıyor orada.” diyebiliyor sadece. İşin daha da çarpıcı kısmı “Konuşursak döndüğümüzde bizi döverler” diyor olmaları. Nasıl bir dayakmış ki, zehirlenip ölmekten değil rütbelilerden dayak yemekten korkuyor bu insanlar!
Ama gazetelere baksan, televizyonlara baksan kimse bu zehirlenme olayının aslı astarı ile ilgilenmiyor. Hayatları emanet edilen bu gençlerin sağlıklarını zerre düşünmeden yemek işini ihaleyle yandaş şirketlere veren ordu komutanları ya da daha çok kar uğruna sağlıksız, bayat ve bozuk yiyecekleri yemek diye veren yemek şirketinin patronları, bu haberlerde nedense hiç görünmüyor.
Bu zehirli yemek olayının sorumlusu şirketin hastanelerin yemek ihalelerini de aldığı ortaya çıktı. Başka bir kışlada ya da bir hastanede her an yeni bir zehirlenme yaşanabilir. Geçmişte kışlalarda yaşanan kimi ölüm olaylarının bu tarz bir zehirlenme ile ilgili olup olmadığı hala bilinmiyor.
Yandaş medya ise, bu yalan ve taraflı haberleriyle gerçeği çok iyi gizlemesini biliyor. Dahası operasyonlar, görselleriyle süslediği “kahraman mehmetçik” edebiyatıyla okuyucusunu ya da izleyicisini bir anlamda zehirliyor. Bu, yemeklerin askerleri zehirlemesinden daha tehlikeli!
Bu gençlerin sağlıklarını zerre düşünmeden yemek işini ihaleyle yandaş şirketlere veren ordu komutanları ya da daha çok kar uğruna sağlıksız, bayat ve bozuk yiyecekleri yemek diye veren yemek şirketinin patronları, bu haberlerde nedense hiç görünmüyor.
Merve Arkun
The post Rant Şirkete, Zehir Askere – Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Antep’te Şüpheli Asker Ölümü appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Antep E Tipi Kapalı Hapishanesi’nde iddiaya göre, zorunlu askerlik yapan er Uygun, gece nöbet tuttuğu kulübede tüfeğiyle başına ateş ettiği iddia edildi.
Silah sesini duyanların kanlar içerisinde bulduğu asker, ambulansla Şehitkamil Devlet Hastanesi’ne götürüldü. Doktorların bütün müdahalelerine rağmen Uygun, kurtarılamayarak yaşamını yitirdi.
Uygun’un cenazesi otopsi için Adli Tıp Kurumu morguna götürüldü.
The post Antep’te Şüpheli Asker Ölümü appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Manisa Askeri Kışlada 350 Asker Zehirlendi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Vali Mustafa Hakan Güvençer, 54 askerin tedavisinin sürdüğünü, saat 01.00’de fenalaşan Er Hüsnü Özel’in ise öldüğünü belirtti. Güvençer, askerin ölüm nedeninin gıda zehirlenmesi kaynaklı olmadığının düşünüldüğünü söyledi.
Askerlerden birinin de yoğun bakımda olduğu belirtiliyor.
The post Manisa Askeri Kışlada 350 Asker Zehirlendi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ”5 Saatlik Darbe” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>1980 darbesinden bu yana, bu topraklardaki devlet varlığının kaçınılmaz bir siyasi gerçeği olan darbe, 36 yıl sonra 15 Temmuz’unu 16’sına bağlayan gece vuku buldu. İstanbul ve Ankara merkezli gerçekleşen askeri hareketlilikte pek çok devlet binası bir süreliğine bloke edildi. Ankara’da savaş uçaklarının havalanması ve İstanbul’da köprülerin askerler tarafından trafiğe kapatılmasıyla başlayan darbe, Genelkurmay başkanının rehin alınması, sokaklarda tank ve silah seslerinin yükselmesiyle devam etti. MİT Müsteşarlığı binasından TBMM’ye birçok devlet binası F16’lar ve helikopterlerle vuruldu; pek çok yerde asker ve polis arasında silahlı çatışmalar yaşandı. Bu gelişmeleri izleyen süreçte devlet televizyonunun yayını kesilerek canlı yayında “Yurtta Sulh Konseyi” imzası taşıyan darbe bildirisi okundu. “5 saatlik darbe” sona erdiğinde yüz üzerinde asker, 80 üzerinde polis ve 80 üzerinde darbe karşıtı protestocu öldü. Aralarında çok sayıda yüksek rütbeli komutanın bulunduğu 2839 asker gözaltına alındı.
15 Temmuz akşamı TSK, İstanbul ve Ankara’daki bazı devlet binalarının bloke ederek ve stratejik olarak önemli olan Boğaziçi Köprüsü, Atatürk Havaalanı gibi bazı noktaları ve polis merkezlerini kontrol altına alarak darbe yaptı. Bu Darbeye karşı ise iktidar yanlısı gruplar Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın çağrısı üzerine gece boyu nöbetler tutarak, askerlerle karşı karşıya geldi. Tarihte yaşanmış “darbeler” günler sürerken, insanların başını bile evden sokağa çıkartamıyorken, 2016 15 Temmuz’unda gerçekleşen darbe sadece 1 gece sürmüş, 161 kişi hayatını kaybetmiş, binlerce insan yaralanmış, binlerce asker tutuklanmıştı. İşte o gece yaşananlar:
The post ”5 Saatlik Darbe” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Kardeş Kanı Dökmeyeceğiz appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Şırnak’ın Beytüşşebap ilçesinin Çeman (Başaran) köyünde askeri yetkililerin operasyona çıkma baskısını kabul etmeyen 71 köy korucusu, hazırladıkları istifa dilekçelerini Beytüşşebap Kaymakamlığı’na teslim etti.
Yapılacak askeri operasyonlara katılmayacaklarını, çatışmalara girmeyeceklerini, nöbet tutmayacaklarını ifade eden korucular, askerlerin yıllardır kendilerini kullandığını belirtti. Bir korucu yaptığı açıklamada “Biz artık kardeşlerimizi öldürmek istemiyoruz. Çözüm süreci ile birlikte yasal bazı haklara kavuşacağımızı, artık kardeş kanı dökmeyeceğimizi düşünüyorduk, ancak tekrar başlatılan savaşta bu sefer malzeme olmayacağız” dedi.
Bu haber Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.
The post Kardeş Kanı Dökmeyeceğiz appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Mardin’de Şüpheli Asker Ölümü appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Derik Merkez Jandarma Komutanlığı’nda askerlik görevini yapan 21 yaşındaki Eray Akgöz, arkadaşları tarafından saat 01.30 sıralarında yemekhane kapısı önünde baygın halde bulundu. Sağlık ekipleri tarafından hastaneye kaldırılan Akgöz, buradaki doktorların tüm müdahalesine rağmen kurtarılamadı. Savcılık tarafından yapılan ön otopside ’Kardiyak Arrest’ ön ölüm raporu verilen Akgöz’ün cenazesi, kesin ölüm sebebinin belirlenmesi için Diyarbakır Adli Tıp Kurumu’na sevk edildi. Ölümü ile ilgili başlatılan askeri soruşturma devam ediyor.
Bu haber Meydan Gazetesi’nin 25. sayısında yayımlanmıştır.
The post Mardin’de Şüpheli Asker Ölümü appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>