The post Kitap: “Karanlık Vardiya” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Köyler boşaltılıyor, elleri arkadan kelepçeli insanlar yüzükoyun yerlerde yatırılıyor, askeri araçların içerisinden çocukların üzerine kurşunlar yağdırılıyor, uçaklar köyleri bombalıyor, evler basılıyor, yargısız infazlar yapılıyor, ormanlar yakılıyor…
Televizyonda “Bizimkiler” dizisi yok, tetris oyununun modası çoktan geçti, o yılların fenomen yarışması “Hugo’nun yerinde yeller esiyor, Eurovision şarkı yarışmaları artık eskisi kadar popüler değil, çünkü 90’lardan bahsetmiyoruz. 2015’teyiz.
Ali Yılmaz, hazırladığı “Karanlık Vardiya” kitabında, sanki 90’ları değil de günümüzü anlatıyor. Kitap temel olarak, Antonio Gramsci’nin devletin zora başvurmadan ‘nasıl yönetebildiğini’ açıklamak için kullandığı “hegemonya” kavramını ele alıyor. Devletin, baskı aracılığıyla politik iktidar egemenliğini sağlamasının yanı sıra, kültürel iktidarı aracılığıyla da ideolojik bir hegemonya kurduğundan söz ederken; insanların kendini ve çevresini yanılsama içinde algılamasını sağlayan bu gücü sorguluyor.
Kitapta hegemonya, rızanın örgütlendiği yani şiddet ya da zora başvurmadan inşa edilen süreçler olarak tanımlanıyor. Devletin kendi varoluşunu sürekli ve vazgeçilmez kılabilmek için, bazen baskıya bazen de rıza üretmeye başvurmasının örnekleri sıralanıyor bir bir. Toplumun genelinin nasıl olup da kendilerine doğrudan hiç de faydası olmayan, hatta zarar veren ekonomik, politik, sosyal ve kültürel söylemleri -kimi zaman toplumsal huzur adına, kimi zaman eskiye dönme korkusuyla, kimi zaman da din ya da laiklik elden gidiyor paranoyasıyla- can-ı gönülden destekleyebildiklerini açıklamaya yarıyor.
Karanlık Vardiya, Brezilya’da 1964 seçiminden sonra yapılan darbenin ardından “ölüm filoları”nın binlerce kişiyi öldürmesinden, Vietnam’da tarım arazileri ve ormanların kimyasal silahlarla bombalanmasına kadar birçok rıza üretme örneğinden söz ediyor. 1980 darbesinin de rıza üretme amacıyla yapıldığına değinirken, o yıllar boyunca, spor salonlarının, depolar ve kışlaların, nasıl sorgu ve işkence merkezlerine çevrildiğini anlatıyor.
Devletin tüm bu zorbalık ve dayatmalarına karşı, 90’lı yıllarda cezaevlerinden başlayarak, üniversitelerde, fabrikalarda ve özellikle Kürt coğrafyasında karşı koyuşlar ve direnişler engellenemedi ve etkisi günümüze kadar devam eden isyanlara dönüştü. Tüm yasaklamalara karşın 1 Mayıs’ta sokağa çıkılmaktan vazgeçilmedi. Grev yasağına rağmen 1986’da Netaş’ta iş bırakan işçiler bu süreç boyunca hem patrona hem de devlete meydan okudu. Sonraki yıllarda “işçi baharı” olarak ivme kazanan işçi eylemleri 1990’lı yılların özelikle ilk yarısında kamu işçilerinin de katılımıyla büyümeye başladı. Cezaevlerindeki tek tip kıyafet dayatması ise, açlık grevleri ve ölüm oruçları ile yanıt buldu ve devlete geri adım attırdı. Üniversitelerde de örgütlenmeyi engellemek için dayatılmak istenen, üniversite yönetimlerinin kontrolündeki “tek tip” öğrenci dernekleri sistemine karşı direnişe geçilerek işgaller gerçekleştirildi.
Tüm bu ve benzeri direniş ve karşı koyuşlar, devletin 80 darbesiyle birlikte sarsılmaz gibi gösterdiği hegemonyasını kırmaya başlayınca; devlet, bu kez de resmi kolluk ve istihbarat güçlerinin yanı sıra koruculuk sistemi gibi para-militer güçlerle ve JİTEM gibi, varlığını hep inkar ettiği kontrgerilla örgütlenmeleriyle tüm toplum kesimleri üzerindeki baskısını daha da arttırmaya koyuldu. Bir yandan da faşist baskı uygulamalarının gün yüzüne çıkmasını engellemek amacıyla diyaneti, hukuk ve eğitim sistemlerini seferber etti; özellikle medyayı bu psikolojik savaşın özel bir silahı olarak kullanmayı ihmal etmedi.
Polisin sokak eylemlerine yaptığı saldırılarda katlettiği insanlar, infazlar, ev baskınları, soruşturmalar, polis sayısının artırılması, gözaltında tecavüz ve ölüm, okullara çevik kuvvetin girişi, basına uygulanan sansür, gazetelerin kapatılması, birçok gazetecinin silahlı ya da bombalı saldırıda ya da işkencede öldürülmesi, JİTEM tarafından öldürülenlerin cesetlerinin ayaklarından iple tanka bağlanarak sürüklenmesi ve çırılçıplak teşhir edilmeleri, köy baskınları, köylülere dışkı yedirme, korucuların tehditleri, ceset kuyuları, Kürt siyasetçilerin öldürülmesi, partilerin kapatılması, yeni hapishanelerin inşaası, yeni karakolların yapımı, arazilerin mayınlanması, yaylaların yasaklanması, olağanüstü hal, köy boşaltmalar, ilçelere giriş çıkışın yasaklanması yalnızca Karanlık Vardiya kitabında sıralanan olaylar ya da 90´lardaki bir televizyon kanalındaki haberlerden aklımızda kalanlar değil, günümüzde de aktörleri değişmiş olsa da, benzer biçimde sürdürülen, devletin hegemonya politikası.
Mine Yılmazoğlu
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.
The post Kitap: “Karanlık Vardiya” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ” Cuntaya Karşı Direniş Politeknik İşgali ” – Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Tam 41 yıl önce, 17 Kasım 1973 günü, Yunanistan’da cunta yönetimine bağlı askerler, 14 Kasım gününden beri işgal altındaki Politeknik Üniversitesi’ne kanlı bir baskın yapmış, 34 devrimci öğrenciyi katletmişti. Askeri cunta yönetiminin bu katliamını hazırlayan süreç, aslında 1967 yılının Nisan ayında gerçekleştirilen ve “Albaylar Cuntası” olarak bilinen darbe dönemine dayandırılabilir.
1973 yılında, CIA’in “Prometheus Planı” adı vererek açıkça planladığı ve desteklediği cunta ile iki albay ve bir generalden oluşan askeri konsey, Yunanistan’da yönetimi ele geçirdi. Darbe sonrası askeri yönetimin atadığı yeni hükümet, Kral Konstantinos’un önünde yemin ederken, ”her şeyden önce” anti-komünist ve partiler üstü olacağını belirtirken; yeni hükümet göreve başlar başlamaz komünistler başta olmak üzere muhalif kesime yönelik geniş çaplı tutuklamalar yapıldı, aynı şekilde muhalif basına yönelik ağır bir sansür uygulamaya kondu. Tutuklanmayan muhalifler ise, sürgüne gönderildi. Darbeci albaylardan Yorgo Papadopulos, 1 Haziran 1973’te monarşiye son verip, cumhuriyet ilan ettikten sonra, kendisini de cumhurbaşkanı olarak ”atadı”. Aslında cuntacı albayı böylesi bir “açılıma” zorlayan aynı yılın başlarında ortaya çıkan sokak muhalefeti ve direnişlerdi. Şubat 1973 yılında gerçekleşen Atina Üniversitesi Hukuk Fakültesi işgali, aynı yılın Kasım ayında gerçekleşecek Politeknik Direnişi’nin habercisi ve cuntaya karşı yükseltilen direniş barikatının bir göstergesiydi.
Kasım ayının 14’üne gelindiğinde, “illegal” faaliyet göstermekte olan Yunanistan Üniversiteli Öğrenciler Birliği(EEFE) çağrısıyla binlerce üniversite öğrencisi Atina Politeknik Üniversitesi’ni işgal etti ve Yunanistan çapında, darbe yönetimine karşı topyekun direniş çağrısı yapıldı. Direnişçiler, 24 saat boyunca, ele geçirdikleri üniversite radyosu aracılığıyla ve “Özgür Savaşçı” adıyla, cuntanın zulmünü teşhir eden yayınlar yaptı. Politeknik direnişçilerinin bu çağrısına halktan yanıt gecikmedi. 15 Kasım günü on binlerce kişi alanlara çıktı. 16 Kasım’da ise askeri yönetimin kalbi olan Genelkurmay binasına yürüyen 50 bini aşkın insana asker tarafından ateş açıldı ve insanların üzerine tanklar yürütüldü, 4 saat kadar süren sokak çatışmaları sonrası 23 kişi direniş barikatlarında katledildi. Fakat bu katliam Politeknik’te başlayan direnişi sönümlendirmek bir tarafa, yükseltti. Kasım’ın 16’sını 17’sine bağlayan gece yarısına gelindiğinde barikatların başında ve alanlarda 100 binden fazla kişi vardı. Tankların da içinde bulunduğu askeri birlikler ise Politeknik Üniversitesi’ne yönelerek, üniversite bahçesindeki ilk barikatın başında bulunan 16 direnişçiyi katletti. Tanklarla üniversite duvarlarının yıkılması sonucu binaların içinde bulunan 20 kişi daha Politeknik’te üçüncü gününe giren direnişin diğer barikatlarında yaşamını yitirdi. Tüm bu katliamlar yaşanırken ise, direnişçilerin ele geçirdiği radyoda, “Özgür Savaşçı”nın cunta karşıtı mücadele çağrısı yapan yayını, direnişin sonuna dek kesilmedi. Politeknik’te cuntaya karşı direnirken yaşamını yitiren “Özgür Savaşçı”lardan biri askerlerce vurulurken, mikrofonu bir diğeri aldı. Üç gün süren Politeknik Direnişi sonucu toplam 75 kişi Yunan devletinin cunta yönetimince katledildi. Cunta yönetimi ise bu büyük direniş sonucu gitgide zayıfladı ve 23 Temmuz 1973’te, yönetimi sivillerden oluşan geçici hükümete bıraktı.
Politeknik Direnişi ile albaylar cuntasının iktidardan düşmesi, Avrupa’da hayatta kalabilen son askeri diktatörlüklerinin de çözülüşü sürecini tetikleyerek bir anlamda domino etkisi yarattı. 1974’te Portekiz’de Salazar ve 1975’te İspanya’da Franco diktatörlükleri tarihe gömüldü.
1973 Kasım ayında yaşanan Politeknik Direnişi, Yunanistan’daki sokak muhalefetinin de ileriki yıllarda, mücadelesinde esin kaynağı oldu. Direnişten 35 yıl sonra 2008 Aralık ayında anarşist genç Alexis’in polis tarafından katledilmesi sonucu devlet terörüne karşı direnmek için alanlara çıkanlar Politeknik Üniversitesi’ni “Vitrinlere Değil, Gökyüzüne Bak” sloganıyla bir kez daha işgal ettiler ve yaklaşık bir ay sürecek isyan hareketini buradan başlattılar.
Mercan Doğan
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında yayımlanmıştır.
The post ” Cuntaya Karşı Direniş Politeknik İşgali ” – Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>