The post Avrupa Konseyi’nden Türkiye’ye Denetim Kararı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi,bugün Türkiye için özel bir oturum gerçekleştirdi. AKPM’nin bugünkü oturumunda konu “Türkiye’de demokratik kurumların işleyişi” idi.Oturum sonunda Türkiye’nin 2004 yılında çıktığı “siyasi denetim” kararının tekrar yürürlüğe girmesi kararı alındı.Karar yapılan oyalamada 45’e karşı 113 oyla alındı.
Söz konusu oturumda bugün “Türkiye’de demokratik kurumların işleyişi” başlıklı bir rapor ve karar tasarısı oylandı.Raporda medya özgürlüğüne yönelik kısıtlamalar, yargının bağımsızlığı ve 15 Temmuz darbe girişimi sonrası OHAL kapsamında alınan tedbirlerin “orantısız” olduğu vurgulanıyordu.Türkiye AKPM’nin bu kararıyla denetimden çıkarılıp tekrar denetime alınan ilk devlet oldu.Ayrıca bu kararla Türkiye Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi bünyesinde Rusya, Ukrayna, Moldova, Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan gibi devletlerin bulunduğu seviyeye geriledi.
Türkiye siyasi denetimden çıkma sürecine 1996’da girmiş,bu süreci 2004’te sonlandırarak denetimden çıkmıştı.Bugün alınan kararın,AB ile Avrupa Konseyi arasındaki bu güçlü bağ nedeniyle Türkiye’nin AB sürecine de etkisi olması bekleniyor.
The post Avrupa Konseyi’nden Türkiye’ye Denetim Kararı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Keenlemyekün” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Demokrat olmamamızın sebeplerinden biri de, demokrasinin eninde sonunda savaşa ya da diktatörlüğe yol açmasıdır. Fakat diktatörlük destekçisi de değiliz; çünkü başka birçok sebebin yanı sıra, diktatörlük her zaman demokrasi isteğini uyandırır, demokrasiye geri dönüşü kışkırtır ve böylece halkların sahte özgürlükle açık ve vahşi tiranlığın arasında sürekli gidip geldiği kısır döngüyü sürdürür.
Errico Malatesta, 1924
Seçimler siyasal gündemimizden çıkalı bir hayli olmuş. Özlemişiz. Seçim tartışmaları, neyse ki bu sefer biraz erken başladı! 2015 Haziranı’nda yapılması planlanan seçimlerin, Nisan ya da Mayıs gibi yapılması konuşuluyor şimdilerde. Yani en azından hükümetin niyeti bu yönde. Hükümetin son süreçlerde niyetleri ve bu niyetlerini gerçekleştirmesi arasındaki ilişki incelendiğinde, ne kadar başarılı olduğu su götürmez! Erken seçim tartışmaları, özellikle çözüm süreci paralelinde yapıldı. Davutoğlu, çözüm sürecinin “inşallah” seçimlerden önce nihai noktaya getirileceğini vurguladı. Hükümetin çözüm süreci politikalarının olumlu ya da olumsuz sonuçlarının, seçim sonuçlarına etki edeceği bu kadar açıkken, tartışmaların zemini Haşim Kılıç’ın son açıklamalarıyla seyir değiştirdi.
Seçim Dönemlerinin Paket Tartışması: %10’luk Baraj
Aslında seçim barajı tartışmaları, her seçim döneminde tekrar ortaya çıkan “paket tartışmalar”dan biri.
1974’ten darbe dönemine kadarki süre içerisinde, her iki yılda (hatta bazen aynı yılda) bir değişen Bülent Ecevit/Süleyman Demirel hükümetlerinin yarattığı iddia edilen “siyasi istikrarsızlık” ortamının normal bir sonuçlarından biri darbeyse, diğeri seçim barajı.
1980 darbesinin alametifarikalarından biri olan %10’luk seçim barajı, her seçim döneminde bir yanda siyasi istikrar öte yanda demokratik rejim kutupları ekseninde tartışılıyor. Bizzat AKP’nin seçim dönemlerinde dillendirdiği “vesayetçi dönem”le ilişkilendirilen bu uygulamanın kaldırılmasında, iktidar partisinden muhalefet partisine herkes hem fikir! Öyleyse tartışılan ne?
Bu sistem oluşturulurken Kenan Evren ve arkadaşlarının mantığı, ordunun ideolojisiyle zıt düşmeyen (belki askeri kökenli) siyasetçinin kuracağı istikrarlı bir tek parti çoğunluğu, parlamentoda bu hükümetin konumunu sarsamayacak sayıda parti olması ve Kürt halkının parlamentoya parti gönderme ihtimalinin engellenmesi üzerine yoğunlaşmıştı.
Mevcut hükümetin, askeri vesayetle hesaplaştığını iddia ederken eleştirdiği seçim barajını, kendi siyasal iktidarını arttırma ve pekiştirme adına kullanmaktan çekinmediğini/ çekinmeyeceğini baraj tartışmaları üzerinden görmekteyiz. Parlamentoda suni bir çoğunluk, kullanabildikleri ölçüde tüm siyasi partilerin kullanmak isteyeceği bir durumdur. Bu siyasal iktidar, meşruiyetini, üzerine kurduğunu iddia ettiği “millet iradesi”ne dayandıramaz. AKP’nin paket tartışmadaki konumu, açık bir şekilde “İstikrar sürsün, Türkiye büyüsün!” saçmalığından ibarettir.
Demokratik Rejim Cephesi ve Haşim Kılıç
Avrupa Konseyi tarafından organize edilen bir konferansta Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, %10’luk seçim barajına ilişkin kanun hükmünün değişmesi için yapılan başvuruları değerlendirdikleri açıklamasında bulundu.
BBP ve SP’nin, meselenin gündem olmasından önceki başvurularına, gündemde payına düşeni alma hesapları yapan ana muhalefet, CHP İstanbul milletvekili Umut Oran’ın bireysel başvurusuyla hamle yaptı. Kılıçdaroğlu, söylemlerinin merkezini giderek bu meseleye çekerken, demokratik bir rejimin olmazsa olmazı olarak yeni akıllara gelen mesele, “paket tartışmalar”a uygun bir ortamda ilerletiliyor. Hatta TÜSİAD Başkanı Haluk Dinçer bile, barajın düşürülmesinden yana olduğunu açıklayan bir açıklama yaptı. “Demokratik rejim” yanlısı STK’ların açıklamaları, yine de hükümeti rahatsız edecek bir tonda değildi, ya da artık buna özen gösteriliyor.
Haşim Kılıç’ın, barajın düşürülmesi yönündeki ısrarı, AKP’nin totaliter hamlelerine karşı demokrasi savunuculuğu yapanlar için, bu seçimlerde tutunulacak tek dal konumunda.
Seçim gündeminin bu “usül” sorunu etrafında tartışılmaya başlanması, çok geçmeden AKP kanadından karşılandı. Karşılığın bu kadar sert olması, hükümetin, yapılması tartışılan “usül değişiklikleri”ne çok sıcak bakmadığının en açık ifadesi. Keza, TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı AKP’li Burhan Kuzu, seçim barajına ilişkin yaptığı açıklamayla, AKP’nin asıl tavrının ne olacağını belirtti. Bu tavır, sadece mevzubahis meselenin gündemleşmesiyle oluşan bir tavır değil. Bu, iktidarını giderek arttıran bir partinin, ideolojisinin ne olduğunun açıklamasıydı.
Keenlemyekün
Keenlemyekün, hukukta bir deyimdir. “Baştan itibaren anlam ifade etmez” gibi türkçeleştirilebilir. Yani “yok hükmünde” anlamına gelir. Bir olayın meydana gelmediğini varsayar. Burhan Kuzu’nun %10’luk baraj kaldırılırsa, kararın keenlemyekün olacağını ve uygulamayacaklarını söylemesi; kuvvetler ayrılığı ya da birliği ilkesinin, bir parti için ne kadar kullanışlı olabileceğinin en iyi göstergesi. Tabi manevra yapmayı bilene! Kuzu, partisinin ahkam kesme politikasını devam ettirerek, seçim barajının indirilmesi durumunda Anayasa Mahkemesi’ni ‘kalsın mı, gitsin mi?’ noktasına getireceğini belirtmekten de geri durmuyor.
Seçim barajı üzerinden konuşulmaya başlanan seçim gündemi, altı ay öncesinden halihazırda önümüzde duruyor. Seçim barajının yüzde kaç olacağı ve seçimleri hangi partinin kazanacağı tartışmalarının gölgesinde kalan siyasal gerçeklik, bu gölgeden çıkartılmalı.
Siyasi, ekonomik ve sosyal baskılara maruz bırakılan kesimler, siyasal ifade bulma noktasında keenlemyekün ilan ediliyorken; baraj tartışmaları da, seçim tartışmaları da, ezilen kesimler için anlamsızdır. Bu siyasal iktidardan nemalanacaklar, ana muhalefetiyle iktidarıyla seçim gündemini tüm siyasal gerçekliklerin önüne taşımayı, tüm siyasi-ekonomik-sosyal sorunlara çözüm olarak seçimleri göstermeyi amaçlamaktadır.
Farklı iktidar odaklarının konumlarını korumaları için illa meşruiyet aramadıklarının deneyimlendiği zamanlardayız. İşçi cinayetlerinin geçici ve alışılan gündemler sayıldığı, kadın katliamının her geçen gün büyüdüğü, ekonomik sömürünün ve yolsuzluğun, ekolojik talanın pekiştiği bir zamanda; tüm sorunlara parlamentoda çözüm arayacaklara, hatırlatılması gereken koca bir toplumsal devrimler tarihi var.
Siyasi istikrardan meşruiyetini alan totaliter rejim ve demokratik rejim arasındaki ilişki, birbirinin zıttı olmaktan çok, destekleyicisi konumundadır. Bu, yoldaş Malatesta’nın da vurguladığı gibi, kısır bir döngüdür. Bu kısır döngüyü yıkacak, keenlemyekün ilan edilen ezilenlerin yaşamlarının gerçekliğini var edecek bir öz-örgütlülüğe ihtiyaç vardır. Devrimci ve anarşist bir hareket, toplumsal devrimler tarihinde her zaman bunun adı olmuştur.
Hüseyin Civan
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında yayımlanmıştır.
The post “Keenlemyekün” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ” TSK’daki Askerin İki Katı “Kaçak” Var! ” – Oğuz Sönmez appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Milli Savunma Bakanlığı (MSB)’nın 3 Aralık tarihli açıklamasında, TSK mevcudunun 647.939 kişiden 708.054 kişiye çıktığı haberi veriliyor. Bunun yaklaşık 400 bini er ve erbaşlardan yani “zorunlu” askerlerden oluşuyor. Yine Bakanlığın 23 Ekim tarihli açıklamasında, 750 bin yoklama kaçağı ve bakayanın bilgilerinin GBT(Genel Bilgi Toplama) sistemine yüklenmesi için Emniyete gönderildiği bildirilmekte. Ancak bu sayı ne kadar doğru? Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, 2008 yılında DTP Diyarbakır milletvekili Akın Birdal’ın sorusuna verdiği cevapta, 1 milyon kişinin tecilli, yoklama kaçağı ve bakaya olduğunu açıklamıştı. O yıldan bu yana bu rakamı azaltabilecek tek faktör yaklaşık 70 bin kişinin bedelli askerlikten yararlandırılması olmuştur. Geçen 5 yıllık sürede nüfusun artışını göz önüne alırsak, 1 milyon sayısının eksilmesi değil, aksine arttığı söylenebilir. Yani bugün için 1 milyon civarında “asker kaçağı” olduğu söylenebilir. Bu sayı mevcut er ve erbaşların (zorunlu askerlerin) 2 katını da aşar.
Anayasal açıdan “vatandaşlık” kriterinin asli unsuru, sosyal hayatta ise gençlerin, kınalar yakılarak, törenler düzenlenerek yolcu edildiği, bir “kutsal” bir “tabu” haline getirilmiş “askerlik”in, polisçe takip edilen ve adeta kriminalleştirilen bir duruma gelmiş olması sistemin iflasının ortaya serilmesinden başka bir şey değildir. Aslında 1 milyon insanın askere alınmak istenmesi söz konusu bile değildir. Alsanız ne yapacaksınız? Yoksa düşünülen, 2 bin liradan 50 bin liralara kadar uzanan para cezalarını bir kaynak olarak değerlendirmek mi? Sanmam. Askerliğin 3 ay kısaltılmasıyla 70-80 bin askerin terhis edileceği, oluşan eksikliğin de “yakalama”, “para cezası” vb. tehditlerle, asker kaçaklarının bir kısmının korkutulmasıyla giderileceği düşünülmüş anlaşılan. Elbette bu hesap tutar. Ancak sorunun köklü çözümüne yönelik adım atmadan böylesi geçici tedbirlere başvurmak yarayı kaşımaktan ve kanatmaktan başka bir şey değildir.
Evet, bu sistem iflas etmiştir: 1789 Fransız Devrimi’yle tarih sahnesine çıkan “vatandaş orduları” (bugünkü adıyla zorunlu askerlik sistemi) artık süresini doldurdu. Ordular, kullandıkları silahların teknolojik gelişkinliğinden dolayı daha az sayıda ve uzman askerlere ihtiyaç duyuyorlar. Bu pahalı da olsa “mantıklı” bir çözüm. 28 NATO ülkesinden Türkiye dahil yalnızca 6 ülkede zorunlu askerlik sistemi var ve bu sayı hızla düşüyor. TSK’nın da yönelimi bu şekilde. Kürdistan’da yaşanan savaş, bu gerçeği daha bir açıklıkla ortaya çıkardı. Dağlara savaşmaya yollanıp, her gün cenazeleri gelen gençlerin tecrübesizliği ve yoksulluğu toplumu isyan ettirdi. Hemen harekete geçilerek öncelikle savaşan unsurların (komandolar birlikleri) profesyonelleşmesi sağlandı. Ardından, ABD’deki sisteme benzeyen “sözleşmeli askerlik” sistemine geçildi (Bu sistemde henüz başarı yakalanamadı. Açılan 40 bin kadroya karşılık ve sürekli artan vaatlere rağmen alınan asker sayısı henüz 2 bin bile değil). Jandarmanın tamamen profesyonel hale getirilip, İçişleri Bakanlığı’na bağlanması, bir kısmının da yine profesyonel “sınır birlikleri”ne kaydırılması gündemde. Elbette tüm bunlarla birlikte silahların modernizasyonu da son hızla sürdürülmekte. Özellikle son on yılda yerli silah üretiminde büyük bir gelişme kaydedilmiş, TSK’nın silah ihtiyacının yarısı yurt içinden karşılanır duruma gelinmiştir. Amaç “bölgesel bir güç” ve giderek de “küresel bir aktör” olmaktır.
Adalet Bakanı’nın da dediği gibi profesyonelleşmede sağlanacak başarı ile vicdani ret hakkının tanınması da sağlanacaktır. Olabilir mi? Olur. Gerek yukarıda anlatmaya çalıştığım sıkıntılar, gerekse de Avrupa Konseyi ülkeleri içinde vicdani ret hakkını tanımayan tek ülke konumunda olmak da aşılması gereken ayrı bir sıkıntı.
Ancak tüm bunlara rağmen olası bu sürecin önemli bir kırılganlık noktası da var. Çok önemli bir adım ve adeta geri dönülmesi imkansız gibi görünen “çözüm süreci”ne rağmen Kürdistan’da barış sağlanmış değil. Yeniden savaşın başlaması söz konusu olabilir. Ayrıca, bölgede sürekli bir savaş hali var ve her an içine çekilebiliriz. Tüm bunlar sistemin devamını hatta daha kötü senaryoları da gündeme sokabilir. İşte o zaman “Asker milletiz”, “Her Türk asker doğar”, “Asker ocağı, peygamber ocağıdır”, “Vatan parayla kurtarılmaz, uğrunda şehit olunur” gibi propagandalar çok çabuk devreye sokulur ve yine bir kez daha başa dönülebilir.
Bizim tercihimiz “kötünün iyisi”. Eskilerin tabiriyle “ehven-i şer”. Zaten demokratik mücadelenin kendisi de böyle bir şey değil mi? Savaşa değil, barışa odaklanalım.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 15. sayısında yayımlanmıştır.
The post ” TSK’daki Askerin İki Katı “Kaçak” Var! ” – Oğuz Sönmez appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>