The post Avrupa’da Korona Krizi: Rusya’da Vaka Sayısı, Almanya ve Fransa’yı Geçti appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Rusya’daki vaka sayısı, salgının zirve noktasını geride bıraktığı belirtilen ve ülkede tedbirleri gevşetmeye başlayan Fransa ve Almanya’yı geçti. Rusya, 11 bin 231 yeni vakayla, dünyada en çok vakaya sahip beşinci ülke oldu.
Vaka sayısında Rusya’nın önünde ABD, İspanya, İtalya ve İngiltere yer alıyor.Son verilerle, Rusya’daki korona virüsü vakaların sayısı 177 bin 160’a yükseldi. Ülkedeki toplam ölü sayısının ise 1625’e çıktığı açıklandı.
Ülkede en çok vakanın görüldüğü yer ise başkent Moskova. Kentte son bir günde 6 bin 703 vaka tespit edildi. Toplam sayı ise 92 bin 676 olarak verildi.
The post Avrupa’da Korona Krizi: Rusya’da Vaka Sayısı, Almanya ve Fransa’yı Geçti appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Avrupa’da Korona Krizi: İngiltere’de Hayatını Kaybedenlerin Sayısı İtalya’yı Geçti appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Birleşik Krallık’ta, tanılanmış adı Covid-19 olan yeni tip korona virüs nedeniyle hayatını kaybedenlerin resmi sayısının 32 bin 313’e yükselmesiyle Avrupa’da en fazla ölümün gerçekleştiği ülke oldu.
Britanya İstatistik Ofisi’nin açıkladığı yeni verilere göre İngiltere ve Galler’de salgın nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı 32 bin 313 ile Avrupa’nın en yüksek rakamına ulaştı.
İtalya’da yeni tip korona virüs nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı 30 bini henüz geçmediği belirtiliyor.
The post Avrupa’da Korona Krizi: İngiltere’de Hayatını Kaybedenlerin Sayısı İtalya’yı Geçti appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Avrupa, Alınan Korona Virüs Tedbirlerini Azaltıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Deutsche Welle Türkçe’nin haberine göre Avrupa devletleri, Covid-19 salgını kapsamında alınan tedbirleri gevşetmeye başladı.
İsviçre’de pazartesi gününden itibaren yapı ve bahçe marketler, kuaförler, veteriner ve diş hekimi muayenehaneleri, güzellik salonları ve dövme stüdyoları yeniden açılacak. Hırvatistan’da birçok işyeri, kütüphaneler ve müzeler hafta başında açılırken toplu taşıma da yeniden hizmete girecek. Çekya’da ise pazartesiden itibaren Avrupa Birliği genelinde iş için ülkeye seyahatlere yeniden izin veriliyor. Ayrıca ülkedeki kütüphaneler ve hayvanat bahçeleri de yeniden açılıyor. Restoran ve kafeler ise 11 Mayıs’tan itibaren kademeli olarak açılacak. Norveç’te ise geçen hafta açılan kreşlerin ardından ilkokullar da hafta başında yeniden açılıyor. Belçika’da bir hafta sonra belli sınıfların açılmasıyla okullar kısmi olarak yeniden başlayacak. Fransa’da ise önümüzdeki salı hükümetin alınan tedbirlerin nasıl gevşetileceği ile ilgili planını açıklaması bekleniyor.
Alınan tedbirlerin gevşetildiği çoğu ülkede maske kullanımını arttırmak gibi gündelik hayatın işleyişine daha fazla kontrol getiriliyor.
The post Avrupa, Alınan Korona Virüs Tedbirlerini Azaltıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Avrupa’da Koronavirüs Kaynaklı İlk Ölüm appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Fransa Sağlık Bakanı, yaşlı bir Çinli turistin Koronavirüs sebebiyle yaşamını kaybettiğini açıkladı. Bu ölüm, Avrupa’da Koronavirüs kaynaklı ilk ölüm anlamına geliyor.
Fransa’ya 16 Ocak tarihinde Hubey bölgesinden giden 80 yaşındaki Çinli turist tedavi edildiği Paris’te bulunan Bichat Hastanesi’nde yaşamını yitirdi. Fransa’da şu ana kadar 11 koronavirüs vakası tespit edilmişti.
Çin ve Fransa dışında Filipinler, Hong Kong ve Japonya’da da korona virüs kaynaklı ölümler gerçekleşmişti.
The post Avrupa’da Koronavirüs Kaynaklı İlk Ölüm appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post İran, Yıllar Sonra Avrupa’ya Gözdağı Verdi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Nükleer anlaşmaya uymadığı gerekçesiyle İran’a resmi suçlama yönelten Almanya, İngiltere ve Fransa’ya İran Cumhurbaşkanı Ruhani gözdağı verdi.
İran Cumhurbaşkanı Ruhani, televizyon kanallarında canlı yayınlanan kabine toplantısında yaptığı açıklamasında, “Bugün Amerikan askerleri güvende değil. Yarın Avrupa askerleri de güvende olmayabilir. Gelin, nükleer anlaşmaya geri dönelim.” dedi.
Ruhani’nin açıklamaları İngiltere, Fransa ve Almanya’nın, İran’ın nükleer anlaşmadan kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmediği gerekçesiyle, 2015 tarihli nükleer anlaşmanın maddeleri yer arasında alan İhtilaf Çözüm Mekanizması‘nı işletme kararı almasının ardından geldi. Sorun bu mekanizmada çözülemezse, sonraki aşamalarda konunun Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’ne taşınması ve İran’a yönelik yaptırım kararlarının alınma ihtimali doğabilir.
The post İran, Yıllar Sonra Avrupa’ya Gözdağı Verdi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Avrupa’da “Sibirya Soğukları”: 48 Kişi Yaşamını Yitirdi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Avrupa genelinde etkili olan ve “Sibirya Soğuğu” olarak adlandırılan soğuk hava dalgası nedeniyle son altı gün içerisinde yaşamını yitirenlerin sayısı 48 olarak açıklandı. Çarşamba gecesi sıcaklığın yer yer -20 dereceye kadar düştüğü Avrupa’da, Belçika ve İsviçre’de yılın en soğuk gecesi yaşandı.
Polonya’da 18 kişi, Çekya’da altı kişi, Litvanya’da beş kişi, Fransa ve Slovakya’da dörder kişi, İtalya, Sırbistan, Romanya ve Slovenya’da ikişer kişi, İtalya’da ise bir kişi dondurucu soğuk nedeniyle yaşamını yitirdi. Yaşamını yitirenler arasında evsizlerin de yer aldığı belirtiliyor. Bu nedenle Almanya’da sığınma evlerine kapılarını 24 saat açık tutma çağrısı yapıldı.
The post Avrupa’da “Sibirya Soğukları”: 48 Kişi Yaşamını Yitirdi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Garo Paylan: “Avrupa’daki Alevilere, Ermenilere, gazetecilere suikast yapılacak” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Saldırıları Planlayan Yapı Türkiye’den
İleri Haber’den Tuğba Özer’ın haberine göre; “Geçtiğimiz hafta sonu çeşitli kaynaklardan doğrulanan bir istihbarat aldım” diyen Paylan “Başta Almanya olmak üzere Avrupa’da yaşayan Türkiyeli Alevi ve Ermeni toplumları temsilcileri ve devlet baskısından gitmek zorunda kalan gazeteciler, yazarlar, akademisyenlere yönelik eylem hazırlığı içinde olan grupların, ses getirecek bir eylem için harekete geçtiği bilgisi tarafıma ulaştı” dedi.
Paylan istihbaratın vahim tarafının saldırıları planlayan yapının Türkiye kaynaklı olduğu yönündeki bilgi olduğunu da sözlerine ekledi.
Suikastler Yapacak Cinayet Birimlerinden Bahsediyoruz
“Türkiye’den karanlık ellerin organize ettiği silahlı suikastler yapacak cinayet birimlerinden bahsediyoruz” diyen Paylan şunları söyledi:
“Özellikle sansasyon yaratacak isimlere yönelmiş açık bir tehdit ile karşı karşıya olduğumuzu gösteren duyumlar aldım. Avrupa’daki emniyet birimleri, bu istihbari bilgiler sonucunda ciddi tedbirleri devreye soktular. Bu ciddi tehlike ile ilgili olarak, Avrupa’daki vatandaşlarımızın güvenliğinin sağlanması için hükümeti ve ilgili kurumları, gerekli tedbirleri almaları ve Avrupalı mevkidaşlarıyla ilişkiye geçmeleri konusunda uyardım.
Türkiye’den karanlık ellerin organize ettiği silahlı suikastler yapacak cinayet birimlerinden bahsediyoruz. Geçmişte yaşanan bu tür cinayetlere bir yenisini daha eklememek, kalabalık bir cenazeyi daha bu ülkenin sırtına yüklememek için hükümet üzerine düşeni yapmalıdır.
Derin Güçler mi Harekete Geçti?
Kendi ülkesinde özgürce yazamayan, konuşamayan aydınlarımıza, gazetecilerimize ‘Siz nerede olursanız olun, size susturmayı biliriz’ mi denmek isteniyor? Yoksa yine bu iklimden faydalanmak isteyen derin güçler mi harekete geçti?
Bütün bu gelişmeler sonrası Avrupa’da yaşayan Türkiyelileri hassas ve dikkatli olmaya, hükümeti ve ilgili kurumları sorumluluk almaya davet ediyorum.”
The post Garo Paylan: “Avrupa’daki Alevilere, Ermenilere, gazetecilere suikast yapılacak” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Piyasanın Kanunu İşe Gitmek, Mecburen – Gürşat Özdamar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Hatırlarsanız, daha önceki aylarda “Zerre” isimli filmle ilgili yazdığımız yazıda “kapitalizmde zerre kadar değerimiz yok” ibaresini kullanmıştık. Elbette bu durum yalnızca bize özgü değil, dünyanın hemen her yerinde “piyasanın kanunu” bu. İşte, her ne kadar Türkçe’ye “İnsanın Değeri” olarak çevrilmiş olsa da 2015 yapımı “La loi du marché” (Piyasanın Kanunu) filmi, Avrupa’nın göbeğinde, Fransa’daki çalışma yaşamı üzerinden kurduğu öyküsüyle kapitalizmin hallerini yalın bir şekilde izleyiciye aktarıyor.
Film, çalıştığı fabrikanın “küçülüyoruz” şeklindeki açıklamasının ardından atılarak işsiz kalan Thierry’nin iş arama serüveni üzerinden ilerliyor. Thierry neredeyse emeklilik yaşına gelmiştir ama engelli oğlu ve eşine bakabilmek için çalışmak zorundadır. Ayrıca mortgage sistemiyle aldıkları evin daha beş yıl sürecek ödemeleri vardır. Ödemezlerse evleri de ellerinden alınacaktır. Ancak işsiz kalmasının üzerinden 15 ay geçmesine rağmen bir iş bulamamıştır.
Thierry başvurduğu iş-işçi bulma şirketlerinin birinin yönlendirmesiyle gittiği ücretli vinç operatörlüğü kursunu başarıyla tamamlamasına rağmen çeşitli bahanelerle hala bir işe kabul edilmemiştir. Üstelik başvurduğu yerlerde eski konumundan daha düşük konumda olmayı ve dolayısıyla daha az maaş almayı kabul etmek zorunda kalmasına rağmen, yazdığı CV’nin yetersiz olması gerekçesiyle ciddiye bile alınmaz.
Gittiği bankadan bir bankacı, ay sonunu başka türlü getiremeyeceğini söyleyerek evini satışa çıkarmasını önerir. Bankacının söylediğine göre evi satarsa daha düşük kiralı bir eve geçmeleri mümkün olabilecek, ileride yine ev alma imkanları olabilecektir. Thierry çaresizdir, bankacıya evi satmayı düşünmediğini söylese de bir sonraki sahnede evi almaya talip olan bir çifte evi gezdirirken, fiyat üzerinden pazarlık yaparken görürüz.
Filmin senaryo yazarı ve yönetmeni Stéphane Brizé, tüm bu olayların yalnızca Thierry’nin başına gelmediğini, kapitalizmde sıradan olduğunu göstermek istercesine filmi durgun bir biçimde ilerletmeyi seçmiş. Ayrıca, iş-işçi bulma şirketinde de, bankada da, gittiği iş görüşmesinde de Thierry’ye aşağılayıcı biçimde davranıldığını, ona hiç “değer” verilmediğini görüyoruz.
Bu anlatımın izleyiciye geçmesinde kuşkusuz Thierry karakterini oynayan Vincent Lindon’un başarılı performansının payı büyük. Nitekim Lindon bu oyunculuğuyla Cannes Film Festivali’nde en iyi erkek oyuncu dalında Altın Palmiye ödülü kazandı. Filmin sadeliğini ve dolayısıyla vuruculuğunu sağlayan bir diğer etmen ise, diğer rollerde amatör oyuncuların görev alması sayılabilir.
Film, farklı işlere başvuran, mülakatlara giren Thierry’nin bir süpermarkette güvenlik görevlisi olarak işe alınmasıyla yeni bir evreye girer. Thierry düzenli maaşa kavuştuğu için bankadan kredi çekebilir duruma da gelir. Ama kapitalizmde huzur beklemek nafiledir. Süpermarkette işe başladığı gün emekli olan bir çalışan için yapılan bir törende patron tarafından yapılan “her şeyden önce işini düşünen, tatillerde bile işinin başında olan” şeklindeki konuşma aslında ayrılandan çok diğer çalışanlara yapılmış gibidir. İş yerinin kriterleri bellidir, önce iş! Bu piyasanın da kanunu değil midir zaten!
Artık mağazanın güvenliğinden sorumlu olan Thierry gün boyunca kameralardan müşterileri takip etmekte, “şüpheli” davrananları marketin bodrumunda bir odaya götürerek “işlem” yapmaktadır. Örneğin, bir şarj cihazının parasını ödemeden marketten çıkmaya çalışan bir genç sorgulanır burada. Emektar bir kasiyerin müşteriler için hazırlanan indirim kuponlarını kullandığının ortaya çıkması üzerine sorgulanması, o kasiyerin işinden olmasıyla sonuçlanır. Ama bunu gurur meselesi yapan kasiyer, ertesi gün işe gelip kendi masasında intihar eder. Patron çalışanları toplayıp intiharın iş yeriyle ilgili olmadığını, onun iş dışında da bir yaşamı olduğunu, özel hayatındaki sorunlardan dolayı intihar etmiş olduğunu söyleyerek kendini ve şirketini aklar. İnsanlar geçici, iş daimidir ne de olsa!
Thierry bu intihardan oldukça etkilenir, ama onun için asıl kırılma başka bir olayda gelir. Bu kez siyah bir çalışan, bir müşteri için kendi indirim kartını kullandığı için “sorgulanır”. Kadının “Bunun için işten atılacak değilim herhalde” sorusuna Thierry “Bilmiyorum” diye yanıtlar: “Bilmiyorum”! Oysa bu yanıt kendine verilen yetkiyi kullanmak istememekle ilgili verilen net bir yanıttır. Bir itaatsizliktir, işsiz kaldığında neyle karşılaşacağını bile bile sistemin kendisinden bekleneni yapmaması üzerine bir isyandır.
Biliyoruz ki, kapitalizm nüfuz ettiği her yerde insanları çaresizleştiriyor, onları sorgulamayan, her şeyi kabullenen robotlar haline getirmek için örüyor. Ama bu sistem ne kadar güçlü olduğunu düşünse de Thierry gibileri çıkıp bu işleyişe dahil olmamayı seçebiliyor. Her gün farklı farklı Thierry‘ler sistemin baskısını daha da fark eder, daha da sorgular hale geliyor. Sorguladıkça da yükselme ve başarı üzerine kurulu bu sistemin dişlilerinden sıyrılmayı daha çok başarıyor. İşte ancak o zaman yaşamın gerçek değerinin farkına varılabiliyor.
The post Piyasanın Kanunu İşe Gitmek, Mecburen – Gürşat Özdamar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Avrupa’da Radyoaktif İzotop Tespit Edildi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>3 Ekim günü Avusturya Çevre Bakanlığı’nın yaptığı bir açıklamaya göre havada ”küçük” miktarda ruthenium-106 izotopu keşfedildi.
Ruthenium elementi ilk olarak 1844 yılında Rus kimyager Karlovich Klaus tarafından ST. Petersburg’da bir platin rafinerisinde keşfedildi. Ruthenium güneş panelleri için asetik asit ve amonyak üretmek için ve göz kanserinin tedavisi için kullanılıyor.
Kaynak: Sputnik INT
The post Avrupa’da Radyoaktif İzotop Tespit Edildi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Anti-Anti-Demokratik – Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Bugün Avrupa diye kullandığımız sözcük, her ne kadar yoğunluklu olarak coğrafik bir alanı karşılayacak gibi kullanılsa da, aslında kavramın içeriği bundan ötesidir. Kıta olarak tanımlanan coğrafyaların özellikleri göz önünde bulundurulduğunda, Avrupa’nın coğrafik olarak nerede başlayıp nerede bittiğini tanımlamak çok mümkün değildir.
Bu muğlaklığın sebebi, Avrupa sözcüğünün anlamının coğrafya disiplini içerisinde bulunmamasıyla doğrudan ilgilidir. Avrupa fikri, coğrafyadan çok kültürden doğmuştur. M.Ö. 7. yüzyılda, Yunanlı yazarlar tarafından, Akdeniz’in kendi taraflarında kalan kısmını Asya’dan ayırmak için kullanılmıştır. Avrupa (Europa) ile ilgili mitolojik söylenceler bile bu “ayrışma” üzerine kurulmuştur. Zeus’un ya da Girit krallarının kaçırdığı Fenike kralının kızı Europa, “ait olduğu topraklardan” Girit’e götürülmüştür.
Avrupa fikrinin temelinde, bu ayrışma süreci önemli bir rol oynar. Kelimenin ilk olarak Yunanlılar tarafından, kendilerinin Akdeniz’in veya Ege Denizi’nin öbür tarafında yaşayan insanlardan daha farklı olduklarını göstermek amacıyla kullandığı söylenir. Avrupa, “biz” ve “onlar” arasına bir sınır çekmek için bilinçli olarak kullanılan bir kavramdır.
Oryantalizm Tartışması
Avrupa’nın “biz” ve “onlar” arasındaki ayrımını bu denli anlayabilmemize olanak veren en verimli tartışmalardan birisi kuşkusuz oryantalizm tartışmasıdır. Edward Said’in 1978 yılında yazdığı Oryantalizm kitabı, dünya üzerindeki uygarlıkların, Batı-Doğu gibi ayrımların ortaya çıkma nedenlerini anlama çabasıydı. Said’in iddiası, Avrupa’nın kendisinin dünyanın merkezi olduğu inanışıyla ilişkiliydi. Said’e göre “Batı”, bilgi-iktidar ilişkisinden hareketle, kendini tanımlamak, sömürgeci niyetlerini haklı göstermek ve bu amacını gerçekleştirmek adına hayali bir doğu üretmişti.
Yani Avrupa, kendini Avrupalı olmayan üzerinden tanımlamış ve ondan farklılaştırmış; aklı ve rasyonel düşünme yeteneği sayesinde, insanlığın en ileri aşamasını temsil ettiğini savunmuştur. Buna karşı, Avrupalı olmayansa bu aşamanın dışında tutulmuştur. Avrupalı’nın tanımlandığı “Avrupalı olmayanı öteki olarak görme” aşaması; “ötekini hegemonya altına alma” aşamasına evrilmiştir.
Oryantalizm tartışmalarında Avrupa’ya ilişkin olanı daha iyi anlamamıza olanak veren en kullanışlı kavramlardan birisi; Doğu’nun, Batı’nın kimliğinin kurucu-ötekisi olmasıdır. Yani Avrupa, Avrupalı olmayana ontolojik olarak bağlıdır.
Oksidentalizm
Ian Buruma ve AvishaiMargalit, 2004 yılında Oksidentalizm: Düşmanlarının Gözünden Batı isimli kitaplarını yayınladıklarında, oryantalizm tartışmalarına yeni bir boyut getirdi. Oksidentalizm, oryantalizmin tersine çevrilmiş halidir. Kavram, Doğu’nun Batı ile ilişkili klişe görüşlerini ifade ederken; Avrupalı olmayanların “Avrupa’ya ilişkin olanı” tanımlamasında kullanılır.
Bunun açığa çıkmasında, özellikle 18. ve 19. yüzyıllardaki kolonyalist hareketler etkili olmuştur. Doğu’da yaratılan olumsuz Avrupa imajında, sömürgeleştirilen coğrafyaların ekonomik, toplumsal ve siyasi zararları etkilidir. Bu deneyimler, Avrupa’yla ilgili olanın kötüye kodlanmasına; Avrupa’nın sadece olumsuzla ilintilenmesine yol açmaktadır.
Oryantalizm de oksidentalizm de dünyayı algılama, anlama, açıklama ve tanımlamada iki farklı bakış açısıdır. Avrupa’nın Avrupa olmayan algısı da Avrupa olmayanın Avrupa algısı da sadece birer düşünceden ibaret değildir. Aynı zamanda eylemdir. Her iki tarafta da var olan, diğerini ötekileştirme olgusu ve ötekileştirme sürecinde ortaya çıkan biri gerçek biri kurgu iki farklı Avrupa ve Avrupa olmayanın ortaya çıkmasıdır.
Türkiye-Hollanda ve Almanya Gerilimini Anlamak
Mart ayı içerisinde, Tayyip Erdoğan ve AKP’li bakanların, referandum süreciyle ilgili miting yapmak için Hollanda’ya ve Almanya’ya gitmek istemesi ve iki devletin hükümetinin de talebe olumsuz geri dönüşü üzerine başlayarak devletler arası siyasi gerilime dönen süreci, yukarıda bahsettiğimiz arka plan üzerinden anlamaya çalışmak önemli.
Demokrasi ve faşizm üzerinden karşılıklı ithamlara (hatta tehditlere) ve protesto gösterilerine neden olan gerilim süreci, evet/hayır referandum günlerinde yaşanmakta olduğu gibi, birbirinden beslenen bir zıtlığın içerisine sıkıştırıldı. TC, maruz kaldığı uygulamaların “anti-demokratik”liğini anlatmaya; Hollanda ve Almanya, rahatsız oldukları “anti-demokratik” OHAL sürecinin Erdoğan ve hükümete verdiği “sınırsız olanaklar”ın yalnızca TC ile sınırlı olduğunu göstermeye çalıştı. Erdoğan ve hükümet karşıtı Merkel ve Rutte (ve Avrupa’daki sağ popülist partilerin neredeyse hepsi) de Avrupalı olmayanlara yönelik söylemlerini yükselteceği yeni zeminler bulmuş oldu.
Peki, bu “anti-demokratik” başlıklı gerilimden kim kazançlı çıktı dersiniz? Erdoğan ve hükümet iç-dış siyasetin gündemini değiştirebildi, referandum çalışmasını da bu gündem üzerinden gerçekleştirdi. Rutte, her ne kadar “popülist dalganın sonu” diye seçim zaferini ilan etse de, onun seçim galibiyetinin ardında yatan temel mesele de bu gerilimdi. Almanya, özellikle Türkiye’den göç etmiş vatandaşlarına yönelik (çifte vatandaşlıkların kaldırılması da dahil olmak üzere) bir dizi yeni uygulamayı gündemine aldı, bu değişikliği meşrulaştıracak zemini buldu.
Bizlerse, bu gerilim sürecinde, oryantalizm/oksidentalizm tartışmalarında değindiğimiz iki farklı ötekileştirme biçimiyle karşı karşıya kaldık. Tıpkı başka meselelerde de olduğu gibi…
İki seçeneğin de yanlış olduğunu bildiğiniz bir durumda, daha az yanlış olanı desteklememiz gerekmez. Devletli siyasetin bireyi zorunda bıraktığı şey tam da budur. Avrupa da Erdoğan ve hükümet de içinde bulunduğumuz yeni siyasal konjonktürde kendi “biz”lerini yapılandırıyorlar. Ama emin olun, o “biz”in içinde “biz ötekilerden” kimse yok!
The post Anti-Anti-Demokratik – Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Bir Kent Nasıl Yıkılır, Bir Devlet Nasıl Kurulur” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Tabi ki bu değişim, önceden kurgulanmış bir senaryonun sonucu değildir. Hatta belki hesaplanamayan ayrıntılarla, eski ve yeni arasındaki ayrım oluşmuştur. Bu ayrımı daha çok belirginleştirense, savaşlar ya da ekonomik krizler gibi, beklenebilir/öngörülebilir süreçlerin beklenemez/öngörülemez sonuçları doğurmasıdır.
Küresel ölçekte içerisinde bulunulan süreç henüz isimlendirilmedi. Ancak son beş yıldan bu yana siyasi, ekonomik ve toplumsal ölçekte yaşananlar düşünüldüğünde; içerisinde bulunduğumuz sürecin yeniden isimlendirilmeye ihtiyacının olduğu açıkça görülmektedir. Eski ve yeni arasındaki bu ayrımı daha belirgin kılmak, içerisinde bulunduğumuz toplumsal sorunları doğru anlamak ve bu sorunlara yönelik doğru bir çözüm geliştirebilmek adına önemli bir yerde duruyor.
Suriye’de devam etmekte olan savaş da bu yeni süreçten üzerine düşeni almakta, siyasi ve askeri tüm geçmiş kalıpları zorlamaktadır. Aralık ayı başında, IŞİD’in Palmira’yı yeniden ele geçirmesinden sonra yaşananlara bu niyetle bir göz atarsak…
Düşmanı Düşmana Vurdurmak
IŞİD, ilk kez 2015 Mayıs’ında ele geçirdiği Palmira’yı, çok da uzak olmayan bir zamanda Rusya destekli rejim güçlerine bırakmıştı. Geçtiğimiz yazın başında Palmira’nın geri alınışı tüm dünyaya verilen canlı yayında büyük bir konserle kutlanmış, Rusya’nın devlet büyükleri tarafından “insanlığın ya da Batı’nın mirasının koruyucusu biziz” mesajı gerekli çevrelere gönderilmişti.
Ancak işler hiç de Rusya’nın vaat ettiği gibi gerçekleşmedi; IŞİD Palmira’yı yeniden ele geçirdi. Her ne kadar IŞİD’e karşı ortak cephe içerisinde bulunuyor olsalar da, Rusya ve ABD arasındaki, Palmira sonrası yapılan açıklamaların niteliği ise Suriye’de devam etmekte olan savaşın yeni bir yönünü gösteriyor.
IŞİD’in Palmira’yı yeniden ele geçirmesinden sonraki ilk açıklamalar Rusya’dan geldi. Savunma Bakanlığı, Palmira’nın kontrolünün yeniden IŞİD’e geçmesinin ardından “IŞİD, ABD destekli koalisyonu yararak ve Rusya’nın yerleşim bölgelerine hava saldırısı yapmayacağını bilerek, yerleşim bölgelerinden ilerleyerek Palmira’yı aldı. Bu şunu gösteriyor, teröristlerin bir araya gelme şansları yok edilmelidir” açıklaması yaptı.
ABD’ye yönelik bu dolaylı suçlama, General Igor Konashenkov’un “ABD ve uluslararası koalisyonun Rakka yakınlarındaki aktif hareketliliğini durdurması, IŞİD’in Palmira’ya güçlü saldırılar gerçekleştirmesine yol açtı” açıklamasıyla daha dolaysız bir hale dönüştü. Daha sert bir biçimini Dışişleri Bakanı Lavrov ve İngiltere’nin eski Suriye Büyükelçisi Peter Ford’un açıklamalarında aldı: “IŞİD, Palmira’ya gelirken, ABD öncülüğündeki koalisyon güçlerinin kontrol ettiği alanlardan gelmiş. Sanki her şey planlanmış gibi”, “ Asıl ilginç olan ABD öncülüğündeki koalisyon güçleri, 4000 IŞİD’liyi, beraberindeki ekipmanları ve araçları Palmira’ya kadar fark edememiş!”
ABD dışişleri ve ordusundaki yetkili kademeler her ne kadar, “Rusya destekli rejim güçleri, kendi kontrollerindeki alanları koruyamıyor” şeklindeki benzeri açıklamalarla suçlamaları karşılamaya çalışmış olsalar da, var olan durum Suriye’deki savaş devam ediyorken, ilginç bir soruya olanak veriyor; küresel güçler IŞİD aracılığıyla birbirlerini mi vuruyor? Daha önce, “vekaleten savaş”, “asimetrik savaş” gibi terimlerin ilk kez kullanılmadığı Ortadoğu coğrafyası için bu tarz yeni bir savaş stratejisi mi söz konusu? Ezeli düşmanı, yeni düşmanla vurmak…
Palmira’nın IŞİD tarafından ikinci kez ele geçirilmesinin -siyasi, askeri ve ekonomik önemiyle beraber- IŞİD karşıtı cephenin iç çekişmeleri dışında başka şeyler de ifade ettiği mutlak. Rusya destekli Suriye ordusu yoğunluğunu Halep’e vermişken başka bölgeleri koruma kapasitesinin sanılandan çok daha az olduğu, IŞİD’in buna benzer manevralarla birçok cephede hala savaşacak düzeyde olduğu bunlardan yalnızca birkaçı.
Sansasyon Silahı ve Korku Bombası
Afganistan’da Bamyan Vadisi, Kabil’in kuzeybatısında bulunur. Bamyan’ı bilinir kılansa, vadideki dağa oyularak altıncı yüzyılda yapılmış iki adet devasa Buda heykelidir. 2001 yılının Mart ayında, Taliban rejimi heykelleri havaya uçurana kadar…
Şimdi Afganistan’daki Buda heykelleri denildiğinde, hepimizin aklına o canlı yayında dinamitle patlatılan heykel görüntüleri geliyor.
Benzer görüntüler, 2001’deki örnekten daha hızlı ve yaygın bir şekilde, 2014’ten bu yana IŞİD’in kontrol ettiği bölgelerden gelmeye devam ediyor; Dur Sharrukin, Ninova, Nimrud, Hatra, Dura Europos, Mari ve son olarak yine Palmira.
UNESCO, IŞİD’in tarihi alanların imhasına yönelik saldırılarını, etnik temizliğe referans vererek, “kültürel temizlik” olarak adlandırıyor. Suriye’nin ve Roma İmparatorluğu’nun tarihinin “barbarca yıkıldığını” her yıkım sonrasında tekrarlıyor.
Aslında IŞİD’in bu yıkım işleri için ayırdığı özel bir birimi mevcut. Kata’ib Taswiyya (Tasviye Kıta’sı) isimli birim, yıkılacak yerleri seçiyor ve yıkım işlemlerini gerçekleştiriyor. Yapılanlar, Selefiliğin tevhid inancıyla özdeşleştiriyor ve şirk olanın yok edildiği söyleniyor. Yani, her ne kadar yapılanlar vandalizmle özdeşleştirilse de, yıkımların ideolojik bir altyapısı var. IŞİD, Palmira gibi antik kentlerde yaptığı yıkımların, İslami geleneğe uygun olduğunu söylüyor.
Öte yandan imha görüntülerine rağmen, IŞİD söz konusu tarihi mekânlarda bulunan eserlerin satılmasından önemli bir finansal gelir elde ediyor. Tarihi eserlerin ticaret ağının son duraklarıysa, Kuzey Amerika ve Avrupa oluyor! Yani IŞİD’in “sanat ve tarih düşkünü” Avrupalı ve Amerikalı finansörleri, “barbarca talan edilen sanat eserlerinden” nemalanmanın peşine düşüyor.
Bu yıkımların ideolojik ve ekonomik motivasyonlarının dışındaki nedenler, uluslararası siyasette yeni bir yöntemin anlaşılması açısından, derinlemesine irdelenmeyi hak ediyor. Bu tarz tarihi yerleşim alanları imha edilerek, küresel kamuoyunun ilgisi hızlı ve kolay bir şekilde yakalanılabiliyor. IŞİD bu tarz eylemlerle, savaşta kaybettiği izlenimini kolaylıkla silebiliyor; her yıkım gösterisi, güçlü bir başlangıç oluyor. Daha önce belirtilen, 2001 Mart’ında Afganistan’da gerçekleşen sansasyonel imhanın altı ay sonrasında yaşananlar, bu yeni yöntemin tarihsel arka planını anlamak açısından önem taşıyor.
İslam Devleti
Bir süredir uluslararası literatürde IŞİD, artık bu isimle değil “İslam Devleti” olarak adlandırılıyor. Bu, basit bir isim tercihi değil. Belki söylemsel olarak değil ama algısal olarak bir tanınmanın göstergesi. Kendinden önceki tüm kültür ve uygarlıkların izlerini silerek, kendi kimliğini inşa edebileceği iyi bir zemin hazırlıyor IŞİD. Bu şekilde tarihe kendinden bir işaret bırakıyor. Ve aslında IŞİD, Sırbistan devletinin 1991’de Hirvatistan’da yıktığı Dubrovnik gibi Palmira’yı, I. Dünya Savaşı’nda Almanya’nın Belçika’da imha ettiği Ortaçağ’dan kalan kütüphane gibi antik kütüphaneleri yakıp yıkıyor. Yani, bir devlet refleksi gösteriyor.
Kendi dışındakini düşman gör ve onun varlığına ait olan her şeyi yok et. İslam Devleti, “devletler nasıl kurulur”un en açık göstergesidir. İşte bu yüzden IŞİD’in yıkımları ve saldırıları da salt “barbarlıktan” değil, devlet olma çabasından kaynaklanmaktadır.
Çünkü devletler aynen bu şekilde kurulur; katliamla, yıkımla ve savaşla. Siz tarih boyunca böyle kurulmamış bir devlet biliyor musunuz?
The post “Bir Kent Nasıl Yıkılır, Bir Devlet Nasıl Kurulur” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Göçmen Kampında Açlık Grevi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Yunanistan üzerinden Avrupa’ya geçerken yakalanan ve Yunan adalarındaki kamplarda bekletilen göçmenler, kamplardaki kötü koşulları protesto etmek ve geri gönderilmelerini engellemek için açlık grevine başladılar.
“Sınır dışı edilip Türkiye’ye geri gönderilmektense ölümü tercih ederiz” diyen göçmenler; kampta yaşam şartlarının çok kötü olduğunu, içme suyunun bile olmadığını belirtiyor. Göçmenler tek istediklerinin iltica etmek olduğunu tekrarlarken, AB – TC anlaşmasının kendileri için katliam demek olduğunu vurguluyor.
Bu haber Meydan Gazetesi’nin 33. sayısında yayımlanmıştır.
The post Göçmen Kampında Açlık Grevi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>