The post “Karakutu Nedir?” – Korsan Hareketi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Birisine bir maske verin ve size doğruyu söylesin.
Oscar Wilde
Devletler, tarihin başından beri halklarından bir şeyleri gizlemişlerdir. Yasadışı dinlemeler, kayıt dışı gözaltılar, gözaltında kayıp edilen insanlar, savaş suçları, kara propaganda, iktidarı elinde bulunduran azınlığın lehine yapılan ayrıcalıklar… Bunlar, devletlerin her zaman yaptığı ve halktan gizledikleri temel şeylerdir. Devletin ve şirketlerin benzer uygulamalarına karşı bir kamuoyu oluşturabilmek için öncelikle bu uygulamaların gözler önüne serilmesi gerekir. Halk her zaman devletlerin ve şirketlerin gizli bir şeyler yaptığını bilir. Ancak ayakkabı kutuları, para eritme konuşmaları, gazetecilerin talimatlarla kovdurulması, rüşvet ilişkileri ve Reyhanlı saldırısına ilişkin gizli belgeleri insanların gözleri önüne serildiğinde bu gizliliğin aslında devletin gerçek yüzünü örtmek için kullanıldığı anlaşılır.
Cinayetleri, yolsuzlukları ve hukuksuzlukları ifşa etmeye odaklı toplum yararına gazetecilik, toplumun bilgiye erişimini olanaklı kılarak bir baskı oluşturmayı amaçlar. Kamu ile ilişki içerisindeki kurumları ve yönetimleri görünür kılabilmenin tek yolu, o kurumlarda çalışan insanların kurum içerisindeki gizlenen bilgileri gazeteciler aracılığı ile kamuoyuna iletmesidir. Ancak insanlar deşifre olmak, işini kaybetmek gibi korkularla ellerinde bulunan bilgileri kamuoyuna iletemeyebilir.
Bilgi akışını sağlayabilmek için gazetecilik tarihi boyunca var olan bilgi sızdırma teşebbüsleri ve halk için hareket eden ihbarcılar devreye girer. Günümüzün teknolojik şartları oluşana kadar gazetecilerin, basın özgürlüğünün baskı altında olduğu birçok ülkede gerçekleri yayınlayabilmesi çok zor ve tehlikeli olmuştur. Bilgi kaynağının gizli bir bilgiyi gazeteciye aktarması ise hem bilgi kaynağı açısından hem de gazeteci açısından daha da tehlikeli bir iştir.
Günümüzde gazeteci olmayan sıradan bir kişi bile bloglar ve sosyal medya gibi yerlerde yazılar yayınlayarak halka bir şeyler iletebiliyor. İnternet medyasının merkezsiz yapıda olmasının verdiği güç bu medyanın ana akım medya karşı özgürlükler açısından çok daha üstün olmasını sağlıyor. Ancak yine de çok gizli bir bilgiyi sıradan bir blog ya da sosyal medya sitesi üzerinden sızdırmak, bilgi kaynağı açısından hala çok tehlikelidir. Çünkü internet medyasında ve onun bir alt dalı olan sosyal medyada çoğunluğun kullandığı mecralar ne yazık ki ticari şirketlerin elinde ve devlet, yasaları ve anlaşmaları kullanarak bu mecralarda bir şeyler yazan insanların bilgilerine kolayca ulaşabiliyor. Buna karşın, Karakutu Projesi gibi projeler, internet medyasına bilgi sızdırmayı daha tehlikesiz hale getirmeyi amaçlıyor.
Karakutu Projesi Tor ağı üzerinde kurulacak olan bir bilgi sızdırma platformudur. İnternet medyasında normal bir web sitesine giren kişinin internet bağlantısının adresi (IP) site tarafından görülebilir ve yasalar gereği kaydedilir. Yayın yapan web sitesinin IP adresi ise normalde zaten açıktır. Tor ağı, yapısı gereği hem medyanın IP adresini gizler, hem de siteye giriş yapan kullanıcının IP adresini ve dolayısıyla kimliğini gizler. Tor ağındaki bir web sitesine giren kişinin IP adresi web site sahibi tarafından bile görüntülenemez, dolayısıyla kaydedilemez. Ancak tabi ki Tor ağındaki bir web sitesine girebilmek için Tor Browser Bundle isimli programı kurarak bunun içindeki internet tarayıcı üzerinden girmek gerekir. Tor ağı internet üzerinde oluşturulmuş şifreli bir sanal ağdır. Tor sitelerine birkaç adımda bağlanmak için gerekli rehberler internette bolca bulunmaktadır ve tabi ki Karakutu Projesinin yapımı tamamlandığında, projenin web sitesinde de bir rehber yayınlanacaktır.
Proje en yakın zamanda kullanılır hale gelecektir. Projenin bu aşamadan sonra en büyük ihtiyacı; tıpkı ABD halkının savaşa karşı tepkisini arttırarak Vietnam Savaşı’nın bitişini hızlandıran ve Vietnam belgelerini sızdıran ABD ordu çalışanı Daniel Ellsberg gibi; Irak Savaşı’nda sivillerin bilinçli olarak öldürüldüğünü gözler önüne seren ordu çalışanı Bradley Manning gibi, ABD Ulusal Güvenlik Dairesi’nin (NSA) dünyayı 1984 distopyasına dönüştürdüğünün belgelerini sızdıran NSA çalışanı Edward Snowden gibi cesur insanlar olacaktır.
İnanıyoruz ki halka gerçekleri göstermeye gönüllü insanlar elbet çıkacaktır.
KaraKutu projesine www.karakutuprojesi.org adresinden ulaşabilirsiniz.
Korsan Hareketi
korsanparti.org
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında yayımlanmıştır.
The post “Karakutu Nedir?” – Korsan Hareketi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Kazanan Kim” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Bir şeyin ters gitme olasılığı varsa, ters gidecektir
1949’da ABD Hava Kuvvetleri’nde roketlerle ilgili bir deneyde, ivmelenmenin insan üzerindeki etkileri inceleniyordur. Deneyde insan tepkileri incelenip değerlendirilecektir. Sensörler insan vücuduna takılır. Bunun iki yöntemi vardır. Biri doğru, diğeri de yanlış takılış şeklidir. Görevlilerden biri 16 sensörün hepsini takar. Ancak görevli bu sensörlerin 16’sını da yanlış takmayı “becerebilmiştir”. Deneyi yapan mühendislerden biri olan Edward Murphy duruma çok sinirlenir. Ve bu durum, Murphy’i onunla özdeşleşmiş bir sözü söylemesine neden olur; Bir şeyin ters gitme olasılığı varsa, ters gidecektir.
Aynı mantık üzerinden sarf ettiği birçok olumsuz önerme, yaşanan olumsuz deney sonrası gerçekleştirilen basın toplantısında kullanılır. Murphy’nin bu olumsuz açıklamasıyla beraber, açıklamaya konu olan sözler, temelini matematiksel bir kuramdan alan bir kanun olarak anılmaya başlanır.
“Bir şeyin ters gitme olasılığı varsa, ters gidecektir. Bir şeyin birkaç şekilde ters gitme olasılığı varsa, hep en kötü sonuç doğuracak şekilde ters gidecektir. Bir şeyin ters gidebileceği olasılıkları engelleseniz bile, anında yeni bir olasılık ortaya çıkacaktır.”
Murphy Kanunları, 30 Mart Yerel Seçimleri’nde muhalefet için işledi. Seçimlerden galibiyet beklemeyen ama hakkındaki iddiaları çürütmeye bile gerek duymadan siyasal ahlaksızlık ve otokratlıkla iktidarı elinde tutmaya çalışan hükümetin oylarının azalacağı görüşü muhalefette baskındı. Aslında muhalefet iddiasını buraya koymuştu. AKP için güvenoyu yoklaması niteliğinde geçen seçimlerden, Tayyip
Erdoğan istediğini aldı. Belki istediğinden fazlasını… Çankaya senaryoları, bir süredir dondurulan başkanlık sistemi söylemleri etrafında tekrar dillenir oldu.
Hükümet kendisini aklamakla kalmadı, yakın gelecek hesaplarını, seçimle pekişmiş güç üzerinden yapmaya başladı.
Peki, bizim için seçim sonucuyla değil, seçimle beraber değişen neydi?
Mesela rüşvet alınmamış, yolsuzluk yapılmamış oldu. Yandaş patronlara “havuz” oluşturulmamış oldu. Bakan çocukları, banka müdürleri, para simsarları çalmadıklarını “ayakkabı kutularına” doldurmamış oldular. Aynı şahıslar cezaevinden, babalarının “paşa gönül yasalarınca” çıkarılmamış oldular. Dolayısıyla, yasalar hükümetin gücünü pekiştirecek şekilde değiştirilmemiş oldu. Yargı doğrudan hükümetin emrine verilmemiş oldu. Siyasal baskı ve tehdit yapılmamış oldu.
Yerel seçimlere kadarki süre içinde hükümet, meşruiyetini sorgulatan ithamları çürütmek bir kenara, suçsuzluğu ispatlamaya çalışmak için çabaya gerek duymadı. Başbakan, partisi ve medya üçlüsü tüm bu olan biteni, darbe girişimi olarak niteledi ve herkesi buna inandırmaya çalıştı. Seçimle beraber, “darbe girişimi” belki belli bir süre savuşturulmuş oldu. Muhalefet partilerinin iddialarının aksine, hükümet kendisini “akladı”. Aklamakla kalmadı, yakın gelecek hesaplarını, seçimle pekişmiş güç üzerinden yapmaya başladı.
Burada aklamakla kastedilen, tabi ki mevzu bahis durumların hakikatte öyle olmadığı değildir. Ancak seçim dönemiyle beraber, ortaya çıkan politik çürümüşlüğün sadece seçim siyasetine harcanmış olduğudur. Seçimlerden medet umanlar, AKP’yi seçimlerle meşrulaştırmışlar; ortadaki tüm yolsuzluklar kabul edenleretmeyenler demokrasisine indirgenmiştir. AKP’yi seçimlerde kendine muhatap olarak görmek, seçimlere bunun bilinciyle girmek her şeyi demokrasi sosuyla meşrulaştırmaktır.
Muhalefet edememe
Aslında işin nasıl evrileceğini görmek için siyasi partilerin Taksim Gezi İsyanı’ndan bu yana söylemlerini takip etmek yeterli. Oluşan toplumsal muhalefetten sandık hesapları yapanların niyetlerini, Haziran ayından bu yana görmemek mümkün değil. Temsiliyet kaygısı gütmeyen doğrudan eylemin anlamını bir türlü çözemeyenler, siyasal süreçleri karşılama noktasında da güdük kalmışlardır. Oysa her siyasi çürümüşlük, her yolsuzluk büyük bir eylem dalgasıyla kendini göstermiştir.
Bakan çocuklarının, banka müdürlerinin yolsuzluklarının açığa çıktığı ilk günden bu yana yoğunlaşan sokak eylemleri sadece artan bir seyirde devam etmemiş, aynı zamanda farklı yerelliklerde kendini belirginleştirmiştir. Ortaya çıkan toplumsal rahatsızlık kendini doğrudan sokakta ortaya koyabildiğinden daha da toplumsallaşabilmiş, medyanın illüzyonunun karşısında kendi gerçekliğini doğrudan dayatabilmiştir.
Kendi gerçekliğini bu şekilde yaratabilen bir muhalefet sadece, ezilen kesimlere ulaşabilir.
Yerel seçimlerin yaklaşmasını fırsat bilen ve Taksim-Gezi İsyanı sonrasında bile eski siyasal bağnazlıklarını halka dayatan siyasal yapılar, seçim gündemiyle doğrudan eylemi bilinçli bir şekilde sonlandırmayı hedeflemişlerdir.
Taksim-Gezi İsyanı’ndan istediği geri dönüşü alamayan bu temsiliyet bağımlılarının, halkın siyasal iradesini, siyasi kaygılarını doğrudan eyleme geçirmesine anlam verememesi, siyasal temsiliyetle kurulan bağ üzerindendir. Yerel iktidarların, koltukları tutmanın hesaplarını yapanlar; yolsuzluklara karşı başlatılan her eylemin temsili bir karşılığını aramışlardır.
Siyasal gerçekliğini, halkın siyasal özneler olarak doğrudan kendini gerçekleştirdiği eylem alanlarından uzak tutanların, tek teselli olarak “oy arttırma” durumlarını belirtmeleri boşuna değildir. Oy arttırdıklarından, belediye meclislerine girdiklerinden mesut görünenlerin, seçim öncesi yolsuzluk vakalarının, siyasal baskı ve şiddetin hakkından nasıl gelineceğine ilişkin normal olarak bir yolu, yöntemi bulunmamaktadır. Giriştikleri muhalefet, halkın siyasi, ekonomik ve sosyal rahatsızlıklarını kendilerine seçim mezesi yapmaktan öteye gidememiştir.
Seçim sürecine böyle girilirken, seçim sonrası muhalefete soyunan bazı kesimlerse “AKP türü toplumsallık” gibi kavramlaştırmalarla, AKP’ye oy veren tüm kesimlere düşman kesilmiş, açık bir şekilde kentli, seküler ve modern kesimler dışındaki tüm kesimleri kendine düşman edinmiştir. Bu noktada, bu tarz bir toplumsallığa soyunanların aslında toplumsal kaygılarının olmadığını söylemek çok da yanlış olmayacaktır. Elitizm eleştirilerine kulak tıkayanların bu yaptığının aslında tam da söyledikleri şey olduğunu hatırlatmak gerekir. Bu aslında bir tür toplumsallaşamama öz eleştirisidir.
AKP’nin şimdiki konumu
Tayyip Erdoğan’ın, ailesi ve kurmaylarını yanına alarak yaptığı Balkon Konuşması, seçimler sonrası bir milat gibi görüldü kimilerince
Rabia işaretiyle sadece etrafındakileri selamlamayan, aynı zamanda küresel iktidarlara da mesaj yollayan Erdoğan’ın seçim galibiyetine ilişkin en ilginç başlığı, The Economist attı; “Merhamet, Yüce Sultan!”
Tayyip Erdoğan’ın son süreçte özellikle yolsuzlukların ortaya çıkmasıyla belirginleşen otoriter karakteri, The Economist de dahil tüm uluslararası basının bir süredir gündemindeydi. Özellikle sosyal medya yasakları ve hukuki değişimler aynı medyada geniş yer ederken, tüm süreçte eleştirel bir ton hakimdi uluslararası gündemde.
Uluslararası güçlere gönderdiği mesajlarla, tüm bu gizli tehditleri karşısına alan Tayyip Erdoğan, seçim sonrasında, sivrileşen eleştirilerin önünü biraz almışa benziyor. Suriye savaşı, bir satranç hamlesi olarak hükümetin elinde olağanca sıcaklığıyla duruyorken (hem de bu meseleye ilişkin tapeler ayan beyan ortadayken), Seymour Hersh’in sarin gazı meselesini gündem etmesi uluslararası iktidarların AKP’nin yükselişi karşısındaki tavırlarının ne olacağının sinyalini veriyor. El-Nusra ve AKP arasındaki doğrudan ilişkiyi sorgulayan Hersh aslında seçim öncesi birçok kimsenin cesaret edemediği bir soruyu da soruyor; bu tapeleri hakikaten kim ortaya çıkardı?
Siyaseten Milat Koymak
Siyasal süreçlerde milat koymak, belirtilen zamandan sonra siyasi, ekonomik ve sosyal değişimleri görmek açısından önem taşır. Yaşanan gelişmenin köklü etkilerinin ne olduğunu açığa koyar.
Seçimlere milat koyan temsili muhalefetin de, balkon konuşmasıyla hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını öngören hükümet yanlılarının da yanıldığı bir yer var. Son iki aylık süre içinde bizi oyalayan seçim gündemini de, sonrasında açığa çıkan durumu da Taksim-Gezi sonrası dönemden bağımsız göremeyiz.
Biz, ezilenlerin kendimize milat olarak alması gereken nokta Taksim-Gezi İsyanı’dır. Muhalefeti toplumsallaştıracak aynı ruhla sokaklarda, yerellerde olmak; siyasal muhalefeti temsilcilere bırakmadan, siyasi irademizi doğrudan kullanmak; ekonomik siyasi bir gerçekliği yaratacak özörgütlülükler geliştirebilmektir. Bunu yaparken, elitist bir tavırdan ziyade ezilen sınıf gerçekliğimizle hareket etmektir. Devrimci anarşist bir tutum ancak böyle ortaya konabilir.
Keza toplumsal değişimler, devrimler kanunlara, bilimsel önermelere sığmaz. Murphy Kanunları kapitalist sistem içindeki siyasal anlamada işe yarar olsa da. Toplumsal hareketler ve etkisinin ne olacağı deneylerle tespit edilemez. Taksim-Gezi İsyanı’ndan bu yana sandıklara bırakmadığımız, bu tespiti zor gerçekliktir.
Hüseyin Civan
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 17. sayısında yayımlanmıştır.
The post “Kazanan Kim” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>