The post İlham Aliyev Öldürülen Ermenistan Askerlerinin Miğferleriyle Militarizm Şovu Yaptı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Savaştan aylar sonra bile şov yapmaya doyamayan Aliyev’in hala askeri üniforma giymesi dikkat çekti.
Savaşta öldürülen askerlerin miğferlerinin sergilendiği alanda gülerek poz veren Aliyev, Ermenistan askerlerinin karikatürize bir şekilde “çaresiz” olarak modellendiği sergiyi de gezdi ve fotoğraflar yayınladı. Bahsi geçen sergide ölü ya da ölmek üzere olan Ermenistan askerlerinin figürleri de yer alıyor.
The post İlham Aliyev Öldürülen Ermenistan Askerlerinin Miğferleriyle Militarizm Şovu Yaptı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Azerbaycan ile Ermenistan Arasında Sağlanan Ateşkes Yürürlüğe Girdi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Dağlık Karabağ’da cenazelerin ve esirlerin değişimi için Azerbaycan ile Ermenistan arasında anlaşmaya varılan ateşkes başladı.
Rusya’nın ara buluculuğunda, iki ülke dışişleri bakanlarının katılımıyla dün gerçekleştirilen ve 10 saatten fazla süren toplantıda, üzerinde anlaşılan ateşkes bugün yerel saatle 12:00’da devreye girdi.
Uluslararası Kızılhaç Komitesin’in arabuluculuğu ve kriterleri doğrultusunda esirlerin ve cenazelerin değişimi için ilan edilen ateşkesin süresi konusunda şimdilik bilgi verilmedi. Taraflar, ateşkes rejiminin parametreleri üzerinde ayrıca çalışma gerçekleştiriyor.
The post Azerbaycan ile Ermenistan Arasında Sağlanan Ateşkes Yürürlüğe Girdi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Güney Kafkasya’da Savaş Sesleri: Düşmanlık Ekenler, Yangını Körükleyenler appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Güney Kafkasya’da Ermenistan ve Azerbaycan arasında geçtiğimiz Temmuz ayında tekrar başlayan, “birilerinin” kah tansiyonun artması nedeniyle ellerini ovuşturduğu, kah arkadan itekleyerek bizzat yükselttiği gerilim savaşın eşiğine gelmiş görünüyor. Dağlık Karabağ’da yaşanan çatışmalar sonrası iki taraf karşılıklı olarak “kısmi savaş hali ve seferberlik” ilan etti.
Dün sabahki çatışmaların adresi olan Dağlık Karabağ bölgesinde 30 yılı aşkın bir zamandır yaşanan ve halkları birbirine düşman eden sorun aslında SSCB dönemi bakiyesi. Nüfus anlamında Ermenilerin çoğunlukta olduğu Dağlık Karabağ ya da Ermenice adıyla Artsakh, SSCB döneminde Sovyet Azerbaycan’da özerk bir cumhuriyet olarak tanındı, ancak bölgedeki sorunlar Moskova’nın “demir yumruğu sayesinde” ancak halının altına süpürülebildi. Nitekim SSCB’nin yıkılma emareleri gösterdiği 1988’de Karabağ Ermenilerinin, Karabağ’ın Sovyet Azerbaycan’dan Sovyet Ermenistan’a devredilmesini talep etmesiyle gerilim tekrar su yüzüne çıktı.
Geçtiğimiz Temmuz ayında Ermenistan ve Azerbaycan arasında, tartışmalı bölgeler Nahçıvan ya da Dağlık Karabağ’da değil, Tovuz (Az.) /Tavuş (Erm.) bölgesinde iki devleti ayıran sınırlarda yaşanan çatışmalar, 2-6 Nisan 2016’daki “Dört Gün savaşı” sonrası ilk ciddi sıcak temastı. 12 Temmuz’da başlayan çatışmalarda her iki taraf birbirini ilk saldırıyı başlatmakla suçlarken, sıcak temasın 18 Temmuz’a dek yer yer sürdüğü bölgedeki gerilimin “sözde de olsa” düşmesi için Rusya, ABD, İran ve BM “itidal” çağrısı yaptı. Bir müstesna hariç!
Dış politikasını, şahsına münhasır bir fetihçi anlayışla militarize eden Ankara, derhal devreye girerek “iki devlet bir millet” mottosu eşliğinde kendisinden beklendiği üzere, itidal çağrısı yapmak yerine bizzat Savunma Bakanı Hulusi Akar aracılığıyla“Bu açtıkları kumpasın altında kalacak ve yaptıklarının hesabını ödeyecekler” tehditleri savurdu. Aynı günlerde Azerbaycan Savunma Bakan Yardımcısı ve Hava Kuvvetleri Komutanı Ankara’da ağırlandı. Bir süre sonra da iki devletin kara ve hava kuvvetlerinin, aralarında Nahçıvan’ın da olduğu 5 farklı bölgede 12 gün sürecek bir tatbikat yapacakları duyuruldu.
Azerbaycan ve Ermenistan arasında dün sabah erken saatlerde Dağlık Karabağ’da başlayan çatışmalardan birkaç gün önce gündeme gelen ve Suriye’den Azerbaycan’a cihatçı çetelerin sevk edildiği iddialarını da Ankara’nın, Libya’dan aşina olduğumuz, cihatçı mobilizasyonundaki “mahareti” ve söz konusu gerilimi yükseltme konusundaki “motivasyonu” ile birlikte düşünmek gerek. Bu “motivasyonun” askeri ve mali ayağında da henüz 16 Temmuz’daki çatışmalar ortada yokken devlet güdümlü “medyada” Haziran ayında “Azerbaycan ordusu Türk silahlarıyla güçlenecek” başlıklı haberlerin ve 200 milyon liralık mali yardımın olduğunun altı çizilmeli.
Dağlık Karabağ’dan iki gündür gelen çatışma ve karşılıklı “seferberlik haberleri, TC’nin “her an şaha kalkmaya hazır” savaş çığırtkanlarını da tetikleyerek “Erivan’ın merkezine bomba düşmesi” temennileri ve Kafkas İslam Ordusu’nun kurulması “taleplerini” getirdi. Devletin en tepesindeki isim olan Cumhurbaşkanı Erdoğan ise, Ermenistan’ı bölgede barışın önündeki en büyük tehdit olarak nitelendiren bir açıklama yaptı.
Meis’ten tornistan yapan Oruç Reis, “vatan” denilip, müzakere masasına konulan Mavi Vatan, Libya ve Suriye’de girilen çıkmaz sokaklardan ve sessiz sedasız gündemin üst raflarından indirilen bu “fetih hayallerinden” sonra, Azerbaycan-Ermenistan gerilimi, -bu topraklardaki kadim Ermeni düşmanlığı da düşünüldüğünde- devlet iktidarı için iç politikada, kullanışlı bir “milli dava” ya da beka meselesi” argümanına dönüşebilir. Kaldı ki, son HDP operasyonu,Sakarya’daki ırkçı saldırı ve Van’da helikopterden atılan köylüler ve gittikçe artan ırkçı saldırılar iktidara şovenist politikalarını hayata geçirmede uygun bir zemin sunuyor. Bu ve benzeri “milli davalarda” ivedilikle iktidarın arkasında hizalanan “muhalefetin” geçmişteki benzer pratiklerini de düşündüğümüzde bu “zeminin” güçlenebileceği söylenebilir.
Ancak iktidar açısından mesele, Azerbaycan-Ermenistan geriliminden devşirilecek gündemin, kendisini dayatan ve bir hafta gibi bir süreye sığan, dövizdeki artışa bağlı yükselen ekonomik kriz, Korona Krizi nedeniyle iflas eden sağlık politikaları, sanalda çöken, ancak reelde çöktüğü çoktandır aşikar olan eğitim sistemi gibi diğer gündemler karşısında ne kadar dayanıklı olacağı ile ilgili.
Emrah Tekin
The post Güney Kafkasya’da Savaş Sesleri: Düşmanlık Ekenler, Yangını Körükleyenler appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Röportaj: Azerbaycan’da LGBTİQ Bireylere Devlet Baskısı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Azerbaycan’da Eylül ayından bu yana, yüzlerce LGBTİQ birey gözaltına alındı. Son iki ay içerisinde sadece polis operasyonlarıyla değil, medya kanalları ve sağlık bakanının açıklamalarıyla nefret politikası sürdürülüyor. Gazeteci Durna Safarova, yazdığı yazılar ve bu şiddet mağduru bireylerle yaptığı röportajlarla, devlet şiddetini tüm boyutlarıyla ele alarak, meselenin tüm dünyada gündem edilmesini sağladı. Bakü’de yaşananları, LGBTİQ bireylere yönelik bu devlet politikasını Durna Safarova’yla konuştuk.
Meydan Gazetesi: Azerbaycan’da Eylül ayından itibaren 100’e yakın LGBTİQ bireyin gözaltında tutulduğu süreç nasıl başladı?
Durna Safarova: Eylül ayının 15’inden 20’sine kadar yüzlerce kişi gözaltına alındı. Sokaklardan, evlerden, restoranda yemek yerken, kafede otururken, market çıkışında, işten eve giderken… Azerbaycan’da LGBTİQ bireylere yönelik ayrımcılık sistematik özelliğe sahip ve hayatımızın sıradan bir parçası. Heteronormatif toplumlarda LGBTİQ bireyler, günlük hayatta çeşitli ayrımcılıklara maruz kalmaktadır. Eylül ayında Azerbaycan’da polisin eşcinsel ve translara dönük operasyonları da onlara yönelik yapısal ayrımcılığın bir parçası. Ve bu tür operasyonlar periyodik olarak devam etmekte. Sadece bu sefer operasyonun çerçevesi daha büyük olduğu için ülke içinde ve dışında yankı buldu ve tepkiler geldi. Trans bireylerle röportajlarımda hiç şaşırmadıklarını belirttiler, hayatları zaten her gün polisle saklambaç oyunu oynar gibi geçiyor.
Devlet hangi bahanelerle LGBTİQ bireyleri gözaltına alıyor? Gözaltıları nasıl yasallaştırıyor? Yaşananlar karşısında mücadele veren örgütlenmelerin ve LGBTİQ ailelerin tutumları nasıl oldu?
Öncelikle şunu belirteyim ki, bu operasyonlar konusunda resmi makamlardan bilgi almak çok zor. Zaten Azerbaycan’da gazetecilerin bilgiye ulaşım hakları, her adımda ihlal edilmekte. Avukatlar ve gazeteciler, tutuklananların sayısını, nerede tutuklu kaldıklarına dair bilgileri şimdiye kadar netleştiremediler. Resmi rakam 83, ama bu gerçeği yansıtmıyor, tutsak bireylerin ifadeleriyle örtüşmeyen bir rakam bu.
Avukatların ulaştığı kişiler idari gözaltı ve idari cezalara maruz kalan kişiler. Bakü’nün dört bir yanından o gece tutuklanan LGBTİQ bireylerinin hepsine İdare Suçları Kanunu 535.1. maddesi uyarınca ceza verilmiş. Yani Bakü’de yüzlerce kişi aynı anda “Kamu düzeni ve kamu güvenliğini bozmuş, vazifesini yerine getirirken polisin meşru taleplerine itaat etmemiş ve polise direnmiştir” diyor mahkeme kararları. Bu mahkeme kararları alınırken, gözaltına alınan hiçbir bireyin avukatı yoktu.
Bu yüzden hukuksuzca davranmaktan hiç çekinilmemiş. Her duruşma bir dakikaya yakın sürmüş. Duruşmalarda itham tarafı da polis, tanıklar da polis. Tutuklananların neredeyse hepsi, gönüllü avukatlar aracılığıyla sonradan Temyiz Mahkemesine başvuruda bulundular, bu suçları kabul etmediklerini belirtip polisin yaptığı hak ihlallerinden dolayı şikayette bulundular.
LGBİTQ örgütlenmelere gelince, ülke içerisinde örgütlenme hemen hemen yok denilecek kadar az. LGBTİQ bireylerin, özellikle trans bireylerin örgütlenmiş bir mücadelesi yok. Ailelerin çoğu, beklenmedik olsa da, çocuklarının cinsel kimliklerinden dolayı baskıya maruz kalışına ciddi tepki verdiler. Özellikle röportaj yaptığım trans bireylerin anne-babalarından duyduğum şey “Çocuklarımızın yanındayız, hiçbir suçları yok, onlarla beraber bu baskılara karşı mücadele vereceğiz.” cümlesiydi. Tabi bunu herkes için söyleyemeyiz. Gaylerin bu açıdan durumu daha kötü. Çoğunun ailesi habersiz, aniden kaybolmuş çocuklarını arayan ailelere polis, “oğlunuz i.ne, haberiniz yok mu?” şeklinde aşağılayıcı sözler söylemiş.
Gözaltına alınan/tutuklananlara yönelik uygulamalar nedir?
Gözaltındayken de, cezaevinde de dayak, sözlü taciz, aşağılama ve hakaret. Dinlediğim hikayeler içler acısı. Polis gözaltına alınanları zorla tıbbi muayeneye götürmüş. Trans kadınların saçları sıfıra kazıtılmış. Karşı çıkanları o kadar dövmüşler ki, 20 günlük hapisten sonra vücutlarındaki izleri ben de gördüm.
Duruşma zamanı birçok aşağılayıcı ifadeye herkes şahit oldu. Mesela, duruşmaların birinde hakim şöyle soru sordu “Sen şimdi erkek misin, yoksa başka meyillerin var mı?”. Başka bir örnek, cezaevinde çayı plastik şişede veriyorlarmış. “Bizden tiksiniyorlardı, kullandıktan sonra atmak için plastik şişede veriyorlardı, zaten içemiyorduk, orada çay mı içilir?” diye söyledi bir trans kadın. Bir ifadede şunu gördük: Ameliyat geçirmiş ve artık tamamen kadın vücuduna sahip bir kişiye polisler birkaç kere şöyle demiş, “Hadi ya, nasıl kadın olmuş bu, çıkar pantolonunu bakalım.” O kadını birkaç kere soymuşlar. Daha birçok örnekle sürüyor şiddet, bitmiyor. Bununla ilgili uluslararası kuruluşlar kısa bir zamanda yayınlanması için detaylı raporlar hazırlamakta.
Bir şey daha ekleyeyim işkencelerle ilgili. Bu söylediklerimin dışında, bir de Organize Suçlarla Mücadele Birimi’nin tutukladığı kişiler var. Onlara tutuklu da diyemiyoruz, açıkça insan hırsızlığı yapıldı. Onların tutuklanması herhangi bir resmi makamda kayıtlı da değil. Bu kurumun kaçırdığı kişilerden kimseden haber alamadık, ebeveynler çok perişandı. Orada tutulup bazı şartlarla serbest bırakılanlar anlattı, orada insanlara elektrikle işkence yapılmış.
Bu konuda yapılan açıklamaların, haberlerin devlet üzerinde nasıl bir etkisi oldu?
Bu kadar tepki beklemiyorlardı herhalde. 2 Ekim’de aniden İçişleri Bakanlığı’ndan açıklama yayınlandı ve tutukluların serbest bırakıldığı söylendi. Devlet kendi mahkemesinin kararına bile önem vermiyor Azerbaycan’da. Her şey tamamen birilerinin insiyatifine bağlı. Emir gelmiş, bırakın demişler, tutuklular da bırakılmış.
Yaşananlar devlet tarafından medya kanallarıyla topluma nasıl yansıtıldı?
Korkunç bir dille. Devletin resmi açıklamaları dahil, hükümet yanlısı, devletin propaganda aracı işlevi yerine getiren medya kuruluşları nefret söylemi kullandılar, aşağılayıcı ifadeler, hakaretler yazdılar. Zaten Azerbaycan’da özgür basın neredeyse kalmadı. Son 3 yıldır özgür basın can çekişiyor, gazeteciler baskı altında, faaliyetleri yasaklanmış durumda, gizli-saklı gazetecilik yapanların sayesinde bu haberleri alabiliyoruz. Ama ana akım medyanın her şeyde olduğu gibi LGBTİQ meselesinde de kışkırtıcı, cinsiyetçi, faşizan dili sürüyor. Onları hastalık kaynağı, AIDS’li, HIV’li olarak sundular, yasadışı fuhuş yaptıklarını vurguladılar, uyuşturucudan dolayı polisin bu operasyonları yaptıklarını yayınladılar. Kısacası, LGBTİQ bireylerinin topluma zararlı ve izole edilmeleri gerektiği fikrini iletmeye çalıştılar.
Şu an gözaltında tutulanlarla iletişim nasıl sağlanıyor? Hukuki süreç nasıl işliyor?
Şu an avukatlar herkesle bireysel görüşme yapıyor. Biraz zor süreç. Ciddi travma yaşamışlar tutukluyken ve yakın çevre dışında kimseyle konuşmak istemeyen, gözaltı sürecini hiç hatırlamak istemeyenler var. Onlarla çalışma, iletişim biraz zor geçiyor. Ama bazıları ilk günden itibaren avukatlarla anlaşma yapmış ve işi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne kadar götürmek niyetinde olduklarını belirtmişler. Ama hala tutuklanmış kişilerden bir çoğuna ulaşılmıyor, haber alamıyoruz.
Bakü dışında herhangi bir yerde bu tip saldırılar yaşanıyor mu?
Başka illerden, şehirlerden o gün bir haber almadık. Hatta Bakü dışına çıkıyorlardı tutuklanma gecesi, belli ki diğer şehirlerdeki polislere böyle bir emir gelmemiş. Ama birkaç gün önce Gence şehrinde 3 kişinin gözaltına alındığı haberi geldi. Maalesef iletişim ve koordinasyon problemlerinden dolayı bu tür haberler takip edilemiyor.
Birçok kişinin fişlenmek ve gözaltına alınmak gibi kaygılarla Azerbaycan dışına çıktığı söyleniyor. Türkiye’ye gelenler burada karşılarında ne buldular? Onlar için şiddet burada da sürüyor mu?
Evet, birçok kişi bu tutuklamalar sonucunda Azerbaycan’dan çıktı. Ama çoğunluk hiçbir yere gitmek istemiyor. Sohbet ettiğim birçok kişi “Neden gideyim, burası benim de ülkem, çekip gitmekle neyi halledeceğiz?” diyor. Türkiye’ye gelenler var, birkaç ay kalıp geri dönecekler muhtemelen, temelli Azerbaycan’ı terk etmek istemiyorlar. Türkiye de LGBTİQ bireyleri için zor bir yer. Öldürülüyorlar, dövülüyorlar, her türlü aşağılanmalara maruz kalıyorlar. O yüzden trans bireyler, Türkiye’de de pek güvende hissetmiyorlar. Mesela, görüştüğüm trans kadınlardan biri Eylül ayında bir saldırıya maruz kalmış, bütün vücudu bıçakla kesilmiş, arkadaşları onu kanlar içinde hastanelere götürmüşler, saatlerce hiçbir hastane kabul etmemiş, en son devlet hastanelerinden birine yatırmışlar, fakat oraya da polis baskın yapmış ve onu bekleyen onlarca trans arkadaşını coplamış. Olayların video görüntüsünü izledim, dehşet verici. Ama buna rağmen Türkiye’ye geçici olarak sığınmalarının tek nedeni, evlerine polis girmiyor, devamlı polisten kaçma, saklanma gibi bir dertleri yok. Tabi böyle geçici çözümlerle nereye kadar devam edebilirler, belli değil.
LGBTİQ hareketi Azerbaycan’da nasıl zorluklar yaşıyor? Yaşadığı zorluklar karşısında izlenen mücadele hattı nedir?
LGBTİQ bireylerinin ciddi örgütlü mücadelesinden bahsedemeyiz. Her şey bireysel seviyede oluyor. Zaten olan bitenlerin çoğundan habersiz kalıyoruz, çünkü ülke içinde koordinasyon yok, örgüt yok, LGBTİQ bireylerinin her gün yüzleştikleri problemleri belgeleyen, kanıtları toplayan bir yapı yok. Azerbaycanda LGBTİQ sorunlarını ele alan bir kaç STK var, ancak yurtdışında faaliyet göstermekteler. Ama ülke içerisinde, günlük hayatta, LGBTİQ bireylerinin, seks işçilerinin başına gelenleri takip etmek ve ona karşı mücadele vermek için şu an herhangi bir yapı yok.
Azerbaycan’da LGBTİQ bireyler politize olmamış, bir hareket olarak var olamamış zaten. LGBTİQ bireyleri sivil toplum aktivistlerinden, muhaliflerden, sanatçılardan da destek görmüyor. Toplumda bu konuda tartışmalar, müzakereler yok, olanlar da çok dar bir mecrada, tartışma mevzusu da “onlar da insan, yaşamak onların da hakkı” seviyesinde. Toplumsal cinsiyet çalışmaları, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği, LGBT hareketi ve onun tarihsel temelleri, queer teorileri, seksizm ve heteroseksizm eleştirileri gibi önemli konuların tartışıldığı yok. Birkaç STK’nın Avrupa fonlarıyla beraber Azerbaycan’daki çalışmaları nelerden ibaret, biliyor musunuz? Seks işçilerinin ücretsiz muayenesinin sağlanması, onlara ara sıra prezervatif dağıtılması. LGBTİQ kavramını STK’lar da sadece seks işçiliği ile eşleştiriyorlarsa, LGBTİQ bireylerini kavramsal olarak seks endüstrisinden ibaret görüyorlarsa, hangi mücadeleden bahsetmek mümkün? Demokrasi ve özgürlükler mücadelesi veren kesimin üzerinde ciddi sorumluluk var bu açıdan. LGBTİQ bireyleri, rutin olarak kendilerini hedef alan polisle başbaşa kalmış durumda, ülkede LGBTİQ problemlerine başka bir gezegenin problemleriymiş gibi yaklaşıldığı görülüyor.
Bu röportaj Meydan Gazetesi’nin 41. Sayısında yayınlanmıştır.
The post Röportaj: Azerbaycan’da LGBTİQ Bireylere Devlet Baskısı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Azerbaycan’daki Anarşist Tutsaklarla Dayanışma Çağrısı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Anarşist yoldaşlar; Bayram Mammadov ve Qiyas İbrahimov, Azerbaycan devletinin sürdürdüğü adaletsizliklere karşı, eski devlet başkanı Haydar Aliyev’in Bakü’de bulunan heykeline yaptıkları yazılamalardan dolayı, 10 Mayıs 2016 tarihinde gözaltına alındılar. Qiyas İbrahimov 10 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Bayram ve Qiyas’ın yaptıkları eylem her ne kadar başka coğrafyalarda basit bir eylem gibi görünse de, heykelin üst düzey güvenlik önlemleriyle korunması nedeniyle Azerbaycan’da oldukça ses getirdi.
Azerbeycan devletinin kurucusu, 1969’dan ölümüne dek Sovyetler Birliği’nin Azerbeycan temsilcisi olan ve 2003’te de iktidarı oğlu İlham Aliyev’e devreden eski devlet başkanının heykeline bu tarz bir eylem yapabilmek oldukça önemlidir.
Heykele tapanların arasında yaşıyorsanız ona itaat etmemek cesaret gerektirir. Bayram ve Qiyas da devletle özdeşleşmiş bu iktidar sembolünün kutsallık tabusunu yıtılar. Bu yüzden olacak ki, Bayram ve Qiyas’ı gözaltına alan devlet, onların daha fazla ceza almaları için üzerlerine uyuşturucu yerleştirdi.
“Yasa dışı eroin bulundurma suçlaması”nın on iki yıla kadar hapisle cezalandırılabildiği Azerbeycan’da, Bakü’deki Ağır Ceza Mahkemesi, 25 Ekim’de Qiyas Ibrahimov’u 10 yıl hapse mahkum etti. Aynı suçlamayla yargılanan Bayram Mammadov’un davası ise sürüyor.
Bayram ve Qiyas duruşmadan önce ve sonra ağır işkenceler gördüler. Avukatları Elçin Sagidov, Bayram’ın polis merkezinde gördüğü sürekli işkence üzerine bilgiler paylaştı. Bayram’ın mektubundan bazı alıntılar şöyle:
“… sonra beni bir general’in ofisine getirdiler ve “heykelin önüne çiçek koyup AzTV’ye (devletin resmi televizyonu) konuşarak heykelden özür dilersen serbest bırakılacaksın” dediler. Bunu reddettim, beni yine dövdüler.”
“… 12 Mayıs’taki duruşmadan sonra beni TDC amirinin ofisine götürdüler.” Sivil giyimli 2 kişi, bazı isimler vermemi ve onları benle birlikte çalışmakla suçlamamı söylediler. Çok geç olmadan heykelin önüne çiçek koymamı ve AzTV’ye konuşmamı ve böyle yaparsam beni bırakacaklarını söylediler. Bunu reddettim ve birini aradılar ve “onunla bir süre ilgilen”mesini söylediler. Beni bodrum katlara indirdiler. Kelepçeli olduğum halde beni yumruk, tekme ve copla dövüyorlardı. Üstelik ayaklarımı zincirlediler ve döverken kimse beni duymasın diye ağzımı bantladılar.”
“Beni yere yatırdılar, biri ayağımı tutarken diğeri falaka yapıyordu. Sonra birkaç kez beni havaya kaldırıp aniden bırakarak yere düşürdüler. 4 ya da 5 defadan sonra bantlar yırtıldı ve bu sefer ayaklarıyla ellerimi ezdiler.”
İşkenceye uğrayan ve tutsak edilen Bayram ve Qiyas yoldaşlarımız adına, biz Azerbaycan’daki anarşistler, dünyanın her yerinden yoldaşlarımızı dayanışmaya çağırıyoruz. Dayanışma eylemleri yapmanızı, Bayram ve Giyas’ın hemen özgür bırakılmaları için Azerbaycan yetkililerini zorlamanızı istiyoruz.
Bayram ve Qiyas için E-posta veya tweet atarak dayanışma gösterebilir, devlete karşı baskı yapıp Bayram ve Qiyas’ın sesi olabilirsiniz.
Bulunduğunuz devletin Azerbaycan elçilikleri ya da konsoloslukları önünde eylemler yapın.
Eylemleriniz hakkında bizi bilgilendirin.
#FreeBayram #FreeGiyas
Anarşist tutsak Bayram Mammadov ve Qiyas İbrahimov ile Dayanışma İnisiyatifi
The post Azerbaycan’daki Anarşist Tutsaklarla Dayanışma Çağrısı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “ENERJEOPOLİTİK” – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Jeopolitiğin kurucusu Friedrich Ratzel , “Bu küçük gezegende, sadece bir büyük devlet için gerekli yer mevcuttur” sözüyle, devletin doğasındaki yayılmacılık arzusunu açıkça ortaya koymuştu. Ratzel her ne kadar bu sözü olumsuz bir yerden kurmuyorsa da, devletin varlığını sürdürebilmesini genişlemekle sağlayabileceği tespitini iyi yapıyor. Nasyonal-sosyalist düşünceye armağanı olan Lebensraum- yaşama alanı kavramını da bu düşünceyle şekillendiriyor.
Jeopolitik, özellikle uluslararası siyaset analiz edilirken en çok başvurulan yaklaşımlardan biri. Fukuyama’nın Tarihin Sonu tezinden Huntington’ın Medeniyetler Çatışması’na; Büyük Ortadoğu Projesi’nden Brezezinski’nin Büyük Satranç Tahtası’na, jeopolitik yaklaşım güncel uluslararası siyasetin nabzını tutmaktadır. Bu bakış açısından yapılacak bir devletler tarihi okumasında, 19. yüzyılda Almanya’nın, 20. yüzyılda ABD’nin uluslararası siyasetteki yükselişlerinin, öncekinin kömürü, sonrakinin petrolü kontrolü ile ilgili olduğu iddia edilebilir.
Ancak 20. yüzyılda, uluslararası siyasete yeni bir paradigma damga vurdu: Yenilenebilir enerji fikri… Devletlerin dış politikalarını belirlemesinde, hatta devlet dışı ekonomik ve siyasi aktörlerin bu politikaları etkilemesinde en büyük olgu, yenilenebilir enerjiydi.
Bu fikirle birlikte sadece dış politikalar değil, yeni kapitalizm tanımları, küresel şirketlerin dünya siyasetine etkileri konuşulur oldu. Jeopolitikçi yaklaşımların büyük bir çoğunluğu, bu süreç sonunda komplo teorileriyle ilişkilendirildi.
Siyaset biliminde, jeopolitikçi yaklaşımların nesnelliği tartışmalıdır. Örneğin Brezezinski, ABD Başkanı Carter’ın danışmanıdır. Dolayısıyla, uluslararası siyaseti okumasının tarafsız olması beklenemez.
Jeopolotikçi yaklaşım bu haklı ya da haksız itibarsızlaştırmaya karşı yeni bir argüman üretmiş durumda. TC devletinin son aylardaki uluslararası siyasette üzerinde yoğunlaştığı meselenin ne olduğu düşünüldüğünde bu durum daha kolay anlaşılacaktır. Devletlerin enerji politikaları dengeleri, her geçen gün değişmektedir. Bu dengeler güncel siyaseti etkileyebilmekte, devletlerin uluslararası siyasetteki konumunu belirleyebilmektedir.
Bu durum jeopolitikçileri, uluslararası sistemdeki aktörlerin yeni enerji düzeninde rol almalarına ve dış politikalarını buna göre belirlemeleriyle yeni bir kavram ortaya atmaya itmiştir: Enerjeopolitik.
Bu yaklaşıma göre yenilenebilir enerjiye geçiş bir süreçtir ve bu süreçte petrol ve doğalgaz önemini koruyacaktır. Hatta bu süreçte, daha önce petrol ve doğalgaz konusunda tekel durumunda olanların (ABD ve AB gibi) karşısına yeni aktörler (Brezilya, Rusya, Çin, Hindistan gibi) çıkacaktır. Küresel siyaset yapılandırılırken petrol hala öncelikli bir role sahiptir ve doğalgaz kullanımı hızla artmaktadır. Hal böyle olunca Ortadoğu, Kuzey Afrika, Kafkaslar, Hazar Havzası ve Orta Asya coğrafyalarındaki küresel siyasi ve ekonomik çekişmelerin asıl dayanağı enerji olarak ortada durmaktadır.
Erdoğan’ın Enerjeopolitik Arka Planı
Barış Süreci ile ilgili gelişmelerin hızlandığı bir dönemden geçerken, Tayyip Erdoğan, 17 Mart günü, TANAP’ın yani Trans-Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı’nın, Kars ayağının açılışında yaptığı bir konuşmada, “Kürt sorunu diye bir şey yoktur” dedi. Ancak buna benzer her konuşmada olduğu gibi yine, devlet erkanının konuşmalarını gerçekleştirdiği “arka planlar” üzerinde çok durulmadı. Fakat Erdoğan’ın Türkiye’nin enerji ve ulaşım koridoru olmasını vurguladığı bu konuşma esnasında kurduğu cümlelerin, hangi ruh haliyle kurgulandığını anlamak ve bunun, konuşmanın “arka planı” ile olan ilgisini düşünmekte fayda olabilir.
Enerji Bakanı Taner Yıldız ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, son süreçte, Romanya’dan Azerbaycan’a, Rusya’dan İran’a dek, hummalı bir çalışma içerisinde. Bu çalışmaların sürdüğü her bir yeni yer ise, siyasi konjonktüre ilişkin soruların cevaplandığı, devlet meselelerine ilişkin konuşmaların yapıldığı yerler olma niteliğinde. Gidilen her bir mekanın, devletlilerin demeç verdiği mekanlara dönüşmesi durumu söz konusuyken, bunun nedenini tartışmak, mekanlar üzerinde şekillenen politikaları anlamak açısından da önem taşıyor.
TANAP nedir?
Taner Yıldız Kandil’de petrol aramaya niyetlenmiş; Tayyip Erdoğan’la birlikte Türkiye’ye biçtikleri geleceğin, büyük bir enerji dağıtım şirketi olduğunun sinyallerini verir ve bunu da yaptığı her açıklamaya, her çalışmaya yansıtırken son zamanlarda kulağımıza çokça çalınan bir proje var. ABD’nin dolara müdahalesi iddialarının karşısında, 10 milyar dolarlık bir anlaşma olma niteliği taşıyan; bu yönüyle de II. Dünya Savaşı sonrası oluşan ve AB’nin kökeni sayılan “Kömür-Çelik Topluluğu”na benzetilen TANAP’a dair ilk anlaşma, 2012 yılında imzalandı.
1850 km uzunluğunda, Kars’tan Çanakkale’ye toplamda yirmi ilden geçecek olan Trans-Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı, BOTAŞ ve Azerbaycan Devlet Petrol Şirketi SOCAR arasındaki anlaşmayla oluşturuldu. Projeyle hedeflenen Hazar Denizi’ndeki Şahdeniz 2 Gaz Sahası’ndan çıkacak gazı Avrupa’yla buluşturmak. %30’luk hissesiyle BOTAŞ, %58’lik hissesiyle SOCAR’ın çok da konuşulmayan bir ortakları daha var, projedeki %12’lik hissesiyle, kendi krizini şimdi de Avrasya’da yürüteceği politikalarla aşmaya çalışan BP.
BP Azerbaycan, Gürcistan, Türkiye Bölge Başkanı Gordon Birell, projede Türkiye ile birlikte yer almanın öneminden “Türkiye son 5-10 yılda önemli bir enerji merkezi oldu. TANAP’ta partner olmamız bizim için önemli bir adım. TANAP, Türkiye’nin enerji güvenliği için önemli bir fırsat” diyerek planlanan projeyi övgüler dizmeye şimdiden başlamışken; projenin asıl büyük ayağı ise dikkat çekiyor.
Projenin bütününde planlanan şey, esas olarak şu: Güney Kafkasya Boru Hattı (SCP) ile Azerbaycan’ın Hazar Denizi’ndeki Şahdeniz 2 Gaz Sahası’nda ve diğer sahalarda üretilen doğalgaz öncelikle Türkiye’ye, yani TANAP’a, ardından Trans Adriyatik Boru Hattı (TAP) ile Yunanistan, Arnavutluk ve İtalya üzerinden Avrupa’ya ulaştırılacak. Taner Yıldız’ın “siyasi engeller çıkarılmaya çalışıldı ama bu projenin önünde siyasi bir engel olmayacaktır” açıklamaları da, TANAP’ın daha şimdiden nasıl bir “namus meselesi”ne dönüştüğünü anlatır nitelikte.
Yeni Enerji Düzeni
Jeopolitiğin önemi noktasında ısrarlı duranların altını çizdiği duruma göz atmak gerekirse; Rusya, Ukrayna’daki gelişmelerden kaynaklı olarak iptal ettiği Güney Akım Projesi’ni, Türkiye-Yunanistan’dan geçecek yeni bir doğalgaz projesiyle ikame edecek. Putin’in yakın bir zamanda gerçekleştirdiği Erdoğan görüşmesi ve Çipras’ın Rusya ziyaretini buradan okumak doğru olacaktır.
Peki, İran’ın ABD ile nükleer müzakereleri sonrasında, İran tarafından yapılan eleştirilere rağmen Erdoğan’ın İran’a gidiyor oluşunu nasıl anlamak gerekecek? Yeni jeopolitikçilerin cevabı, Yeni İpek Yolu projesi. Çin’in ticari kaygılarla hazırladığı bu projenin yolları, karadan ve denizden Türkiye ile kesişiyor. Ancak yolların bir tanesinin üzerinde Yemen bulunuyor. Dolayısıyla Yemen’deki hareketliliği bir de buradan okumak gerekiyor! Öte yandan çok gündemde olmasa da, İpek Yolu’nun bir ayağının geçtiği Kenya’da ise 150 kişi radikal İslamcı Eş-Şebab tarafından katledildi.
Bu tarz bir okumayla, Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın, petrolü Kandil’de aramasını da anlamlandırabiliriz.
Enerji, Rant ve Savaş Üçgeni
Doğalgaz projeleri, yeni ticaret anlaşmaları.. Küresel ekonomik ve siyasi gelişmelerin hız kazandığı ortamda, bu hızdan kimlerin kar edeceğini görebilmek için strateji uzmanı olmaya gerek yok. Petrol ve doğalgaz gibi enerjilerin siyasette ve ekonomide hala daha ne kadar önemli olabildiğini anlamak için de… ABD ordusunun bir günlük ihtiyacının, Yunanistan Devleti’nin günlük ihtiyacından daha fazla olduğunun bilinmesi bile bunu anlamak için yeterli bir örnek.
Ancak bu, bizim küresel şirketlerin dünya siyasetindeki ve ekonomik sistemindeki rolünü önemsizleştirmemize yol açmıyor. 20. yüzyılın yarısında, Dünya Savaşı sonrası küresel şirketlerin, ABD güdümlü bir ekonomik ve siyasi hegemonyanın bir parçası olarak görüldüğü dönemde değiliz. Bugün bu küresel şirketlerin ekonomik amaçları ile devletlerin güvenlik politikaları uyuşmayabilir. Dünya üzerinde nükleer, doğalgaz ya da petrol enerjileri ile ilgili hatırı sayılır miktarda küresel organizasyon var ve bunlar dünya siyasetinde söz sahibi.
Biz ezilenlerin, meseleyi değerlendirmedeki ölçütünü nereye koyacağı önemli. TANAP projesi ve benzeri projeleri değerlendirmemizdeki kriter ne bu projelerin zenginliklerine zenginlik katacağı kapitalistler, ne de küresel siyasette gücünü arttıran mevcut sınırlara hükmeden devletlerdir. Zaten ortadaki enerji ihtiyacı da ne halkındır, ne de kazanılacağı iddia edilen milyonlar halka dağıtılacaktır.
Küresel siyasetin ve kapitalist ekonominin böyle hız kazandığı dönemlerde ortaya çıkan tek tablo savaştır. Masa başlarında imzalanan kağıtlar bazen bir bomba olarak bazen de kriz olarak karşımıza çıkacaktır.
The post “ENERJEOPOLİTİK” – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>