The post Başdeliler – Gökhan Soysal appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>“Adamı Zorla Deli Ederler” isimli öyküsünde Aziz Nesin, şimdiki başkanlarından “deli olduğu için” memnun olmadığı anlaşılan bir grubun, yeni bir başkan seçmeye çalışmasını anlatmaktadır. Ama dikkatli olmak istemektedirler, çünkü işi aceleye getirip yeni bir deliyi daha başlarına getirmeye hiç niyetleri yoktur!
Ne yapsalar ne etseler deli olmayan birisini bulamamaktadırlar. Aslında buldukları insanlar gayet akıllıdır. Ancak kim makama gelse, daha doğrusu buradaki adamlar kimi makama getirse, o kişi delirmektedir. Makama getirecekleri adam hem deli olmayacaktır hem makama geldikten sonra da delirmeyecektir. Makamda mı sorun vardır yoksa? Hayır, onlara göre makama getirdikleri bütün insanlar delidir ama deliliklerini göstermeye fırsat bulamamıştır. Bu sorunu çözüverdikten sonra makama getirecekleri adamı da bulurlar: Rasim Bey. Rasim Bey deli olmasa da yine bir sorun vardır. Rasim Bey’in bu görevi kabul etmeyeceğini düşünmektedirler. Buna rağmen Rasim Bey’e gidip ikna etmeye karar verirler.
Rasim Bey başta tekliflerini kabul etmez. Ama ısrarlarına dayanamaz. Bir şartla tekliflerini kabul eder: Kimse ona dalkavukluk etmeyecektir. Rasim Bey, onu baştan çıkarmayacaklarına dair söz alınca makama geçmeye karar verir.
Başkan olmasının sabahında evine 50’den fazla tebrik telgrafı gelir. Bir tanesini okumaya çalışır ama saygı ifadelerine dayanamayıp bırakır, kalanları da okumaz. Kendisini başkanlığa iknaya gelen adamlar da dahil herkes, etrafında -deyim yerindeyse- kul köle olur. Yollarına halı sermelerden, onun için kurban kesmelerden, alkışlardan, karşılama törenlerinden işine başlayamaz. Ertesi gün yerel gazetelerde boy boy fotoğrafları ve Rasim Bey’in çalışkanlığını öven yazılar vardır.
Bir yıl geçmeden o da delirir. Yine aynı adamlar başlar toplantıya, başkanlarının deliliğinden şikayet etmektedirler. 30 yıldan beri tanıdıkları, zar zor makama gelmeye ikna ettikleri adam da delirmiştir. Sonunda bir deli raporu alıp tımarhaneye götürmeye ve hiç olmazsa bu sefer aklı başında birisini seçmeye karar verirler.
Anlaşılan makam yani iktidar büyülüdür. Bu makama kim gelse ya delidir ya da makama geldikten sonra delirecektir. Bu hikayedeki gibi iktidarın yanında getirdiği yozlaştırıcı etki, ne kadar çabalarsa çabalasın insanı delirtmektedir. Tarihi örneklere baktığımızda da durum böyledir. Biraz farkla tabi. Bu fark da iktidara gelen kişinin, iktidarı kaybetme korkusu sonucu delice işler yapmış olmasıdır.
Tüm dünyada Büyük Petro olarak bilinen zamanın Rus çarına bu topraklarda nedendir bilinmez Deli Petro denilmesi de (en akıllıca açıklama tahta geçmeden önce tahttaki abisinin kendisini öldürteceğinden korktuğu için sinirlerinin harap olması) tartışmayı ilginç ve girift yapan durumlardan biri.
Zaman içinde prens, hükümdar, kral, padişah vs. isimleri değişse de, değişmeyen temel şeylerden birisi “tahtı kaybetme korkusu”nun, “taht”ın onları delirttiğiydi.
Örneğin XVI. yüzyılda İsveç Kralı olan XIV. Eric’te tahta geçmesiyle birlikte “zihinsel bozukluklar” gözlenmeye başlandı. Sürekli olarak tahttan indirileceği korkusu yaşayan XIV. Eric, tarihe “Sture Cinayetleri” olarak geçen cinayetler sonucu tahtta hak iddia eden birkaç kişiyi idam ettirdi. Üstelik birisini kendi elleriyle bıçakladı. İddialara göre, XIV. Eric’in deliliği öyle bir raddeye varmıştı ki kendisine bakarak fısıldaşıp güldüğünü düşündüğü saray çalışanlarını dahi öldürtmüştü.
Dönemin siyasi iktidarının ideolojisine göre dahi olarak sıfatlandırılsa da II. Abdülhamit’in özellikle sansür ve yasaklar konusunda koyduğu kurallar kimilerince “delice” olarak değerlendirilmektedir. Oturduğu sarayın kastedilmesini engellemek için “yıldız” ve kendisinin burnu kastedileceğini düşündüğü için “burun” kelimesini dahi sansürletmeye/yasaklatmaya kalkan II. Abdülhamit’in yasaklattığı diğer bazı kelimeler şu şekildeydi: “Suikast, dinamit, Kanun-u Esasi, istibdat, hürriyet, beynelmilel, veliaht…”
Geçmişten son örneği bu topraklardan vererek bitirelim: “Deli İbrahim”. Büyük Petro gibi o da hükümdar olan abisinin kendisi için yollayacağı cellatları beklemekten olsa gerek onun da sinirleri bir hayli harap olmuştu. Ancak İbrahim, -3 kardeşini öldürten- abisi 4. Murat’ın ölümü üzerine “zorla” tahta geçti. Zorla tahta geçti çünkü abisinin öldüğüne inanmadığından öldürülmek için kendisine oyun kurulduğunu düşünmüştü. Abisinin cansız bedenini görünce ancak ikna olabildi. Ancak o da tahtı kaybetmekle kafayı bozmuştu. Bu korkusu yüzünden vezirini öldürttü. Askeri alanda nam salmaya başlayan paşasını da rakip hiziplerin kışkırtması sonucu öldürtmesi, kendisine deli denmesine neden oldu.
Yönetimindeki deliliklerin ve devletin iyiden iyiye yoksullaşması sonucu devlet erkanının da çıkarları tehlikeye girince bir müftü fetvası aracılığıyla tahttan indirildi. Bir odaya kapatıldı. Başka taht kavgalarına yol açılmasına neden olmasının engellenmesi için de öldürüldü.
İktidarın getirmiş olduğu yozlaşma olsun başkanlığın elinden olma korkusu olsun bir örnek de şu an karşımızda: ABD Başkanı Donald Trump. “İlk denememde ABD Başkanı oldum. Sanırım bu akıllı değil dahi sınıfına girer.” Bu sözler Trump’a ait. Geçtiğimiz ay çıkan bir haberde Trump’ın bir gününün nasıl geçtiği anlatılıp sabah saatlerinde 3 saat boyunca televizyon izleyip Twitter’da “takıldığından” bahsediliyordu.
Trump’ın attığı tweetlerin, aldığı bazı politik kararların ve toplum içindeki davranışlarının tuhaf olduğu dile getirildi ve sıklıkla Trump’ın akıl sağlığının yerinde olmadığına, “deliliğine” vurgu yapıldı. Öyle ki kendi Dışişleri Bakanı Tillerson dahi kendini “Trump’ın akıl sağlığı yerinde” diyerek açıklama yapmak zorunda hissetti. Aynı bakanla aylar önce Trump bir tartışmada karşı karşıya gelmiş, Dışişleri Bakanı Tillerson’ın kendisi için “moron” dediği şeklindeki iddiaları yanıtlayan Donald Trump, “Bunun yalan haber olduğunu düşünüyorum. Ancak eğer dediyse bir IQ testi yapmamız gerekecek. O zaman kimin kazanacağını görürsünüz.” ifadelerini kullanmıştı.
Tillerson’ın istifa edeceği söylentileri dolaşadursun, şimdiye kadar Trump’a yakın -ulusal güvenlik danışmanı dahil- birçok isim bir şekilde görevden alındı veya istifa etti. Rusya konusu bağlamında vatan hainliği olsun, Kuzey Kore tartışmalarında attığı “delice” tweetler olsun, 4 yılını dahi tamamlamadan Trump’ın başkanlıktan indirilip indirilmeyeceği sorusu cevabını bulabilecek mi bilmiyoruz. Ancak cevabını, Trump’ın deli olmasının ilanıyla bulması, işten bile değil.
Gökhan Soysal
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 43. sayısında yayınlanmıştır.
The post Başdeliler – Gökhan Soysal appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ” Devletin Katliam Alevilerin İSYAN Geleneği VAR “- Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Güvenlik Birimlerinin “Gezi Analizi”, Fişlemenin Kanıtı
“Gezi Analizi” raporunda, 28 Mayıs’ta başlayıp Eylül’ün ilk haftasına kadar süren bu sürede gerçekleştirilen Gezi Parkı eylemlerin değerlendirmesinin ortaya konulduğu belirtildi. Raporun diliyle “Gezi Parkı olayları çerçevesinde”, 80 kentte (Bayburt hariç) 5 bin 532 eylem ya da etkinlik gerçekleştirildi. Eylemlere yaklaşık 3 milyon 600 bin kişi katıldı. 5 bin 513 kişi gözaltına alınarak soruşturma kapsamına alındı. Soruşturmalarda 189 kişi tutuklandı. 1 polis öldü, 697 polis yaralandı. 4 bin 329 direnişçi yaralandı, 5 direnişçi katledildi. Analizde tabi ki, Lice’de kalekol yapımına direnirken askerlerin açtığı ateş sonucu katledilen Medeni Yıldırım yok. Gözaltına alınanlar üzerinden hazırlanan raporda; kadın-erkek yüzdeleri, eğitim düzeyleri, ekonomik göstergeleriyle ilgili veriler de mevcut.
Analizin en dikkat çekici bölümü ise şöyle:
“Yine şüphelilerin yüzde 78’si Alevi kökenli olup bazı sendikalar/sivil toplum örgütleri, taraftar grupları içinde yer alanlar, ulusalcı, laik kesimler. Yüzde 12’si siyasi partilerle ilişkili, yüzde 6’sı marjinal sol oluşumlar içinde, yüzde 4’ü ise terör örgütleri ve yasal uzantıları içinde yer alıyor.”
Emniyet Genel Müdürlüğü’nün yapmış olduğu bu analiz, yıllardır “asılsız iddia” olduğunu ileri sürdüğü fişleme uygulamasına aleni kanıt niteliğinde. Alevileri görmezden gelen, hiçbir alanda tanımayan, fırsat buldukça da katleden devletin polisi, kimlerin Alevi olduğunun bilgisine sahip olduğunu ağzından kaçırarak açık verdi bir nevi.
Taksim Direnişi; Öfkenin, Sabrı Aşıp Sokaklara Taşması
Aslında evet, “Gezi protestoları, bir Alevi ayaklanmasıdır.” Taksim Direnişi, birbirinden farklı sınıfsal, etnik, inanç grupları ve toplumun çeşitli ezilen katmanlarını eylemde bir araya getirdi. Temmuz 2013 tarihli Meydan Gazetesi’nde Emrah Tekin’in “Gezi Parkı Direnişi, Sadece Gezi Parkı Direnişi Değildir!” başlıklı yazıda yazdığı gibi; Sünni-İslam merkezli yaklaşıma, kadın bedenine ve yaşamına müdahaleye, sınavlarla yaratılan rekabete ve adaletsizliğe, taşeronlaşmaya ve kapitalist sömürüye, kentsel dönüşüm bahanesiyle soylulaştırmaya ve yıkımlara, LGBTİ bireylere yönelik polis şiddetine ve linç girişimlerine, daha birçok baskı ve yasaklamaya karşı duyulan öfkenin, sabrı aşıp sokaklara taşmasıdır Taksim Direnişi. Dolayısıyla; evet, Gezi protestoları, bir Alevi isyanıdır. Aynı zamanda; bir kadın, bir trans, bir işçi, bir öğrenci, bir yaşam savunucusu, bir devrimci isyanıdır…
Alevilerin İsyan, Devletin Katliam Geleneği
Sünni-İslam algısındaki devletler, tarih boyunca Alevileri dışladı. Yok sayma, baskı, ötekileştirme, inkar, hatta imha politikaları dur durak bilmedi. Ne Alevilerin devlete isyanları bitti, ne de devletin Alevi katliamları.
Gazi ve Ümraniye 1 Mayıs Mahallesi Katliamları
12 Mart 1995 tarihinde, Gazi Mahallesi’nde 4 kahvehane tarandı. 67 yaşındaki Alevi dedesi Halil Kaya yaşamını yitirdi. Olayın duyulması üzerine; Alevilerin çoğunlukta olduğu binlerce kişi, meselenin var olan bir Sünni- Alevi çatışmasından ziyade devlet provokasyonu olduğunun farkındalığıyla ve “Düşman camide değil, karakolda.” şiarıyla, Gazi Polis Karakolu’na doğru yürüyüşe geçti. Karakolda bulunan polisler tarafından, kalabalığın üzerine ateş açıldı ve bir kişi daha hayatını kaybetti. Ertesi gün, İstanbul’un çeşitli semtlerinden Aleviler ve devrimciler Gazi Mahallesi’ne doğru yürüyüşe geçti. Kolluk kuvvetleri doğrudan hedef gözeterek kalabalıkların üzerine ateş açtı. İlerleyen günlerde, devlet; mahallede sokağa çıkma yasağı ilan etti. Fakat bu, gösterilen direniş sayesinde fiilen hayata geçirilemedi. 15 Mart günü direniş ve beraberinde devlet şiddeti, Ümraniye 1 Mayıs Mahallesi’ne sıçradı. Burada da kolluk kuvvetlerinin insanların üzerine ateş açması sonucu, 5 kişi yaşamını yitirdi. Gazi Mahallesi’ndeki olayların yatıştığı 16 Mart günü, 17 kişinin hayatını kaybettiği öğrenildi. Daha önce OHAL valiliği de yapan Hayri Kozakçıoğlu, katliam sırasında İstanbul valisi idi.
2 Temmuz 1993 Sivas Katliamı
2 Temmuz günü, Pir Sultan Abdal’ı anma etkinlikleri çerçevesinde kente birçok yerden insanlar gelmişti. Sivas’a gelenler arasında Aziz Nesin de bulunuyordu. Hintli yazar Salman Rüşdi’nin “Şeytan Ayetleri” adlı kitabını, gazetesinde yazı dizisi olarak basan Aziz Nesin, bir süredir radikal İslamcı kesimden tehditler alıyordu. Kitap tüm dünyadaki Müslüman camia tarafından yasaklanmış, yazarı hakkında ise ölüm fetvası çıkarılmıştı. 2 Temmuz günü Madımak Oteli önünde toplananlar, oteli ateşe verdiler ve burada 37 kişiyi yakarak öldürdüler. Dönemin başbakanı Tansu Çiller, “Otel çevresinde toplanan vatandaşlarımıza herhangi bir şey olmamıştır.” dedi. Olayların failleri olarak, daha sonra göstermelik olarak yargılanan sanık avukatlarından 8’i daha sonra AKP’den milletvekili oldu. Refah-Yol hükümetinin Adalet Bakanı Şevket Kazan, sanıkları cezaevinde ziyaret etti. Sivas davası, 13 Mart 2012 tarihinde zaman aşımından düştü. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, davanın düşmesiyle ilgili olarak; sanıkların “mağduriyetine” dikkat çekerken, “Bu karar milletimize hayırlı olsun.” dedi.
Maraş Katliamı 1978
19 Aralık akşamı, ülkücü tandanslı, “Güneş Ne Zaman Doğacak” adlı filmin gösterildiği sinemaya patlayıcı madde atılması üzerine, kentte bulunan faşistler çeşitli sendikalara ve bazı sol parti binalarına saldırdılar. Ertesi gün ise, Alevilerin yoğun yaşadığı Yörükselim Mahallesi’ne saldırarak Alevi dedelerinden Gıjgın Dede’yi öldürdüler. 26 Aralık tarihine dek süren saldırılarda, çoğunluğu Alevi 105 kişi yaşamını yitirdi. Sinemaya bomba atılmasından birkaç gün önce Alevilerin evleri işaretlendi ve bazı cami hutbelerinde bir Alevi öldürenin cennete gideceği söylendi. Bu söylenti kentte fısıltı gazetesi yoluyla yayıldı. Katliamın bir ve iki numaralı sanıkları olarak yargılanan iki yezid; Ökkeş Kenger ve Muhsin Yazıcıoğlu, daha sonra milletvekili seçilerek TC parlamentosuna girdi.
Çorum Katliamı
1980 yılının Mayıs ve Temmuz aylarında, kentte Alevilerin yaşadığı Milönü Mahallesi’ne yapılan faşist saldırılar sonucu 57 Alevi öldürüldü. Katliam, devletin televizyonu TRT’den, Alaaddin Camii’ne bomba atıldığı şeklinde yayımlanan yalan haber sonucu başladı ve kentte bulunan devlet destekli faşist gruplar infiale geçirildi. Yaşanan saldırılardan dolayı mahallelerinin girişine barikat kuran Aleviler ve devrimciler, daha sonra 12 Eylül darbesini yapan generallerden biri olan Jandarma Genel Komutanı Sedat Celasun tarafından tanklarla taranmakla tehdit edildi. Katliam sonrasında açıklama yapan dönemin içişleri bakanı Mustafa Gürcügil, “Çorum olayları solun bir tertibidir ve devleti yıkma eylemlerinden biridir. Devlete destek düşüncesiyle hareket eden sağ bir grup, bunların karşısına çıkmıştır.” şeklinde konuştu.
Malatya Katliamı
18 Nisan 1978’de, dönemin Adalet Partisi’nden belediye başkanı Hamit Fendoğlu’nun bombalı paketle öldürülmesi sonucu, kentte bulunan Alevilere yönelik saldırılarda 3 liseli Alevi genci katledildi.
Dersim Katliamı
Dersim, Osmanlı döneminden beri merkezi otoriteden bağımsız yaşıyordu. 25 Aralık 1935 tarihinde çıkarılan “Tunceli Kanunu” ile Dersim bölgesine “özel bir statü” getirildi. Buna göre bölgenin adı, iki yıl sonra TC devleti tarafından başlatılacak “Devletin Tunç Eli” operasyonuna ithafen, Tunceli olarak değiştirildi ve Dersim “yasak bölge” ilan edildi. 6 Ocak 1936’da ise, şimdiki Elazığ, Erzincan, Dersim ve Bingöl illerini kapsayan bölgede, “Genel Valilik” statüsü uygulamaya geçirilerek askeri vali sıfatıyla Abdullah Alpdoğan, Ankara yönetimince buraya atandı. Devlet bölgeye askeri yığınak yapması ve ablukaya alması karşısında direnişe geçen Dersim’liler 20-21 Mart 1937’de Pah köprüsünü yaktılar. 1938’de devletin ikinci kez askeri gücünü kullanarak, karadan ve havadan bomba yağdırması sonucu on binlerce insan yaşamını yitirdi. Daha sonra, 1936 yılında çıkarılmış olan ve kısaca, devlete Türk olmayanları başka yerlere sürme yetkisi veren “Zorunlu İskan Kanunu” uyarınca, on binlerce insan da topraklarından sürüldü.
Koçgiri Katliamı
1921 yılında, Sivas bölgesini de içine alan bölgede, yüzlerce Alevi-Kürdün yaşamını yitirdiği katliamdı. Katliamı gerçekleştiren devlet güçleri arasında, “Sakallı Nurettin” lakaplı Nurettin Paşa’nın komutasındaki Merkez Ordusu’nun emri altında, daha önce Pontus-Rum katliamlarını da yapan, o dönemin devlet tetikçisi denebilecek olan Topal Osman’ın Giresun Alayları da bulunuyordu.
TC Öncesi İsyan ve Katliamlar
1826 yılında Sultan 2. Mahmud’un gerçekleştirdiği Alevi katliamının yanı sıra, 1606-1611 arasında Kuyucu Murat Paşa katliamı, 1533-1534 arası Kanuni dönemi, 1514’te kan dökmeyeceğini söyleyip 40 binden fazla Alevi’yi diri gömerek idam ettiren, kafalarını kesip kuyulara attıran Yavuz Sultan Selim’in katliamları vardır. Ayrıca 1526 Baba Zünnun, 1527-1528 Şah Kalender Çelebi ve 1518 Bozoklu Şeyh Celal(Celali) isyanları-katliamları sayılabilir. Ayrıca Selçuklu Devleti döneminde 1236-1243 yılları arasında Baba İshak(Babailer) isyanları vardır.
Gelelim Günümüze
Devlet’in katliam geleneğini sürdüren AKP hükümeti döneminde, Alevilere yönelik birçok yeni politika geliştirildi elbette. Ve devletin Alevilerini yaratma çalışmaları yapıldı. Zorunlu din derslerinin kaldırılması, kimliklere Alevi yazılması, cemevlerinin ibadethane olduğunun kabul edilmesi gibi talepler görmezden gelindi misal. Devletin Dersim’le yüzleşmesi adı altında Dersim Katliamı meşrulaştırıldı. Sivas’ı yakanlar yargılanıyor denildi, dava zamanaşımına uğratıldı. 29 Mayıs 2013 tarihinde temeli atılan 3. Boğaz Köprüsü’ne, hükümdarlığı döneminde gerçekleştirdiği Alevi katliamlarıyla bilinen, Yavuz Sultan Selim’in isminin verileceği açıklandı. Bu açıklama, Alevilerde bir öfke patlamasına neden oldu. Devletin, Alevilere yönelik geleneksel Sünni İslam merkezli yaklaşımı, bu öfkenin asıl kırılma noktasını oluşturuyordu.
Taksim Direnişi, tam da bu süreçte gerçekleşti. Sonrasında, “o paket!” açıklandı. Demokrasi Paketi’nde bahsi geçen Hacı Bektaş-ı Veli Üniversitesi, Alevilere ağır bir hakaretti. Bir üniversite kurulacak, o üniversitenin bir İlahiyat Fakültesi olacak ve bu fakültede Sünni İslam okutulacak. Alevilere hediye paketinde sunuldu bu haber, alenen hakaretti. Bunlar dışında Cami-Cemevi projesi, İzzettin Doğan& Fethullah Gülen ilişkisi, Alevilerin yoğun yaşadığı bölgelerdeki rantsal dönüşüm projeleri, Maraş’ı anımsatacak bir şekilde Alevilerin dönem dönem kapılarının işaretlenmesi ve saymakla bitmeyecek uygulamalarla AKP hükümeti taşeronluğunda sürüyor devletin katliam geleneği, ta Yavuz’dan, hatta Muaviye’den beri. Ancak unutulmamalıdır ki, Alevilerin isyan geleneği de sürüyor, Hızır Paşa’ların inadına.
Mercan Doğan
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 15. sayısında yayımlanmıştır.
The post ” Devletin Katliam Alevilerin İSYAN Geleneği VAR “- Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>