The post Metro İnşaatı İşçilerinin Grev Kararı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>İstanbul’da yapımı devam eden Kirazlı-Bakırköy metro hattının Bakırköy Meydanı durağında Bayburt İnşaat’a bağlı Cenda taşeron firmasına çalışan yaklaşık 40 işçi, 3 aylık maaşları ödenmeden işten çıkarıldı. Taşeron şirketin “zarar ettiği” gerekçesiyle işten çekilmesi sonrası, istifa etmişler gibi gösterilen işçiler 17 Ocak’ta bir hafta önce sigortalarının sonlandırıldığını öğrendi. Duruma tepki gösteren işçiler ödenmeyen ücretleri ve gasp edilen hakları için greve başladı.
Bayburt İnşaat’ın taşeron firma aracılığıyla çalıştırdığı işçiler, resmi olarak işten çıkarılmış olmalarına rağmen bir hafta boyunca çalışmaya devam etti. İşlerine son verildiğini öğrenen işçiler de çalışmalara son vererek, şantiyede greve başladı.
Taşeron firma, aynı zamanda 6 aydır kendilerine yemek sağlayan yemek şirketinin de parasını ödemedi. Şantiyede kötü şartlar altında çalıştırıldığını ifade eden işçiler, 10 gün önce sularının kesilmesiyle daha da zorlu koşullarda yaşamaya başladı.
The post Metro İnşaatı İşçilerinin Grev Kararı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Binler Bakırköy Pazar Alanında Krize Karşı Miting’teydi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>İstanbul Emek, Barış ve Demokrasi Güçleri’nin ekonomik krize karşı düzenlediği miting bugün Bakırköy Pazar alanında yapıldı.Devrimci sendikaların ve örgütlerin örgütlediği mitingte yeni vergilere, zamlara, İşsizlik Fonu’nun yağmalanmasına, OHAL uygulamalarına karşı mücadelenin sürdürüleceği vurgulandı.
Genç İşçi Derneği ise “Bizler çocuğuna pantolon alamayanlarız. Bizler doğalgaz faturasını ödemeyemediği için bebeği hasta olanlarız. Bizler asgari ücretle günde 14 saat çalışanlarız. Bizler maaşını 4 aydır alamayanlarız. Bizler kirasını ödeyemeyenleriz. Bizler yaşamları çalınanlarız. Ezilenleriz. Onlar ezenler. Onlar hakkımızı vermeyecekler. Alacağız. Onlar ekmeğimizi vermeyecekler. Alacağız. Onlar adaleti vermeyecekler. Alacağız. Onlar özgürlüğü vermeyecekler. Alacağız. Hak verilmez alınır; zafer sokakta kazanılır!” diyerek mitingteki yerini aldı.
The post Binler Bakırköy Pazar Alanında Krize Karşı Miting’teydi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Anarşist Kadınlar’dan Bakırköy Kapalı Kadın Hapishanesi Önünde Eylem appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>“Erkekliği Koruyan Tüm Kurumlar Kapatılsın” şiarıyla kadınları tutsak eden kurumların önünde eylemler gerçekleştiren Anarşist Kadınlar, bugün de “Kadınlar Değil Hapishaneler Kapatılsın” diyerek Bakırköy Kapalı Kadın Hapishanesi önünde eylemdeydi.
Hapishanenin önüne sloganlar atıp yürüyerek gelen anarşist kadınlar duvarın diğer tarafında bulunan, erkek devlet tarafından tutsak edilmiş kadınlara kendilerini duyurabilmek ve onlara destek olmak için kara mor balonları gökyüzüne bıraktı.
Anarşist Kadınlar erkek egemen sistemin kadınları kapattığı mekanlardan en somut olanı hapishanelerde de kadınların sesinin kesilemeyeceğini dile getirdi. Eylem basın açıklamasının okunmasının ardından sona erdi.
Okunan basın açıklaması:
“Hapishane Nedir?
Yaşamımız boyunca bizden beklenen kalıplara uygun davranmamızı garanti altına almak için kapatıldığımız mekanlardan en somut olanıdır belki de.
Beton duvarlar, demir parmaklık, üstü karalanan, teslim edilmeyen mektuplar, görüş günleri, gardiyanlar, yasaklar…Her biri hayatlarımızı yalnızlaştırmak, bizi yapmak istediklerimizden alıkoymak için, bizleri içeriye, bizleri kendimize kapatmak için!
Hapishane, düşüncelerimizi söylemekten korkmadığımız için, eyleme geçtiğimiz için, kendimizi korumaya çalıştığımız için, yaşamlarımızı savunduğumuz için, toplum için tehlikeli olduğumuzu düşündükleri için, o saatte dışarıda olduğumuz için, öyle giyindiğimiz için, boşanmak istediğimiz için, cinsel yönelimimiz farklı olduğu için, “hakettiğimiz”i düşündükleri için bizi kapattıkları yerdir.
Bu “gerekçelerin”, bu bahanelerin belirleyicisi erkek egemen sistem olduğu için söz konusu kadınsa eğer, bahanelerin de tutsaklığın da sonu yoktur. Anneysek çocuğumuz da tutsaktır artık, oyuncak yasaktır, çocuğumuz hastaneye götürülürken yanında olmamız en iyi ihtimalle izne tabidir… Trans bir kadınsak eğer, erkek hapishanesine kapatılırız, türlü tacize, hakarete aşağılamaya maruz kalırız. Her daim şikayetlerimiz görmezden gelinir, dilekçelerimiz işleme konmaz, sevk raporları ya hiç verilmez ya da geciktikçe geciktirilir. Zaten ikinci sınıf görülen kadınlar tutsak alındığında hepten yok sayılır.
Siz, özgürlüğümüzü, dört duvarın arasına koyarak alamazsınız, içimizden söküp atamazsınız. Bizleri türlü bahanelerle, türlü biçimlerle kapatmaya çalışsanız da, biz her daim betonun çatlaklarında yeniden ve yeniden yeşermeyi hayat bulmayı biliriz. Kadınlar değil hapishaneleriniz kapanacak!”
Kaynak: Anarşist Kadınlar
The post Anarşist Kadınlar’dan Bakırköy Kapalı Kadın Hapishanesi Önünde Eylem appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post AVM’ler Yükseliyor Semtler Dönüşüyor – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Asıl olarak devletin iç/dış politikalarının konuşulduğu genel seçimlerin aksine yerel seçimlerde -her ne kadar şimdilerde devletin bir “beka sorunu” olduğu gündem edilmiş olsa da- adaylar yerel, “mahalli” konular üzerinden yarışmaktadır. Bundan dolayı da geçtiğimiz seçim sürecinde “Beyoğlu’nda zaman geçiren/yaşayan profil değişti, Kadıköy doldu taştı, Bakırköy ve Kartal boşaldı” şeklindeki sorunlar, adaylara duyurulması için daha çok gündem edilmiştir. Kısacası İstanbul’un bu ilçelerinin “o eski halinden eser yok şimdi”. Bunların yanı sıra gerek tüketime ve inşaata odaklı neoliberal ekonomik politikaların gerekse muhafazakar milliyetçi politikaların ilçelere ve İstanbul’un tamamına yönelik büyük etkilerini yaşıyoruz. Kentsel dönüşümlerle değişen yaşamlar, inşaatı tamamlanmamış binalar ve yıkılmayı bekleyen yıkık dökük yapılarla hayalet mahallelere dönüşen mekanlar ve diğer pek çok kentsel sorun… Seçim döneminde adayların vaatleri de ilçelerin yaşadığı sorunlara konu olmuştu. Örneğin CHP’nin Kadıköy adayı Şerdil Dara Odabaşı’nın, Beyoğlu adayı Alper Taş’a “Beyoğlu’nda seçimi kazan da Kadıköy’ü kurtar. AKP belediyesi İstanbul’un vitrini Beyoğlu’nda eğlence, kültür, sanat hayatını bitirdiği için herkes Kadıköy’e geliyor, seçmenler aşırı yoğunluktan şikayetçi” söylemleri de bu yönde bir açıklamadır.
Peki gerçekten ilçelerde yaşanan bu değişikliklerin nedenleri nelerdir? Beşiktaş’ın/Kadıköy’ün dolup taşmasının, belirli ilçelerin boşalmasının ve nitelik değiştirmesinin nedenleri nedir?
Kadıköy/Beşiktaş Doldu Taştı!
Beşiktaş’ın ve Kadıköy’ün ziyaretçilerle dolup taşmasıyla ilişkili olarak insanların, ekonomik ve daha çok siyasi baskılar sonucunda büyük bir dönüşüm geçiren Beyoğlu’ndan veya “çevre” diye nitelendirilecek mahalle ve ilçelerden vakit geçirmek, eğlenmek, alışveriş yapmak amaçlı buralara gelmelerine odaklanmak eksiklik olacaktır.
Evet, Kadıköy’ün “Kadıköylülük” kimliği üzerinden belirli bir nüfus grubunun ekonomik, sosyal, politik ve/veya kültürel gelişimlerini korumak ve sürdürmek için mekânsal olarak kümelendiği yerlere yönelik tanımlanan bir tür “enklav” (enclave) gibi lanse edilmeye/düşünülmeye başlandığı ve bu haliyle -Louis Wirth’in tanımıyla- bir tür “gönüllü getto” havasına bürünmeye başladığını söyleyebiliriz. İşte bu algıyla ilişkili olarak gelişimin neden ve nasıl olduğuna da bakmak gerekmektedir. Bu gelişimin temelinde Kadıköy’e metrosundan metrobüsüne, treninden vapuruna pek çok farklı yolla ulaşımın kolaylaşmasının etkisi olduğu gibi Kadıköy’ün çizdiği “muhalif ve özgür bir ortam” betimlemesinin de etkisi bulunmaktadır. Ama bunlar resmin tamamı değil; işin tuzu biberi, cilasıdır.
Genetiği Değiştirilmiş Beyoğlu
Her ne kadar bugün, siyasi iktidarın karşısında bir mücadele alanı olarak kullanılan ve toplumsal muhalefet için değerli olan pek çok siyasi değeri yitirmeye başlasa da Beyoğlu, özellikle Gezi Parkı Direnişi ile önemli bir simgesel mekandı. Direnişin sonucunda Topçu Kışlası yapılamamış olsa da AKM’nin yıkılması, Taksim Meydan Camii ve Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi mekanın fizikselliğinde, hafızasında ve kültürel kodlarında önemli değişiklikler meydana getirdi, getirmeye devam ediyor. Tarlabaşı gibi mahallelerde devam etmekte olan soylulaştırma ve yerinden etme uygulamaları, İstiklal Caddesi üzerindeki restorasyon çalışmaları ve kültür sanat merkezlerine yönelik politikalar da dönüşümün sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik ayaklarından birkaçıydı. Ayrıca Arap nüfus ağırlıklı turistlere göre ekonomisinin yeniden düzenlenmesinin önünün açılması yoluyla da Beyoğlu’nun hızla cazibe merkezi olmaktan çıkarılmaya çalışıldığını; başta üniversiteliler olmak üzere kentli orta sınıfın mekânla arasına mesafe koymasına yönelik hamleler yapıldığını görmek gerekmektedir.
Bakırköy ve Kartal’da Yaşanan Dönüşüm
Neoliberal ekonomi politikalarının getirdiği rant gelirinin değişimi, ulaşım yatırımları, ekonomik ve siyasi etkenler nedeniyle bazı alanların yükselişe geçip belirli mahalle ve semtlerin eski değerini yitirmesi neticesinde geniş boyutlarda dönüşümler yaşanmaktadır. Tüketim odaklı ekonomi ve rant gelirinin önemli bir kaynak olarak görüldüğü ekonomik yaklaşımın bazı ilçelerde kentsel dönüşümü ve yerinden edilmeyi etkilediği gibi zaman geçirmek, eğlenmek veya alışveriş yapmak için orada yaşayanları da başka merkezlere yönelttiğini de görmek gerekmektedir. Bakırköy ve Kartal’da yaşanacak geniş çaplı bir dönüşüm öncesinde “kuzuların sessizliği” boyutunda artan boş, kiralık/satılık daire ve işyerleri de bu durumu kanıtlamaktadır.
AVM’ler Yükseliyor Semtler Düşüyor
1988 yılında Bakırköy’de, Türkiye’nin ilk AVM’si (Galleria) açılmıştı. O günden bugüne artan AVM’ler modern ve farklı ihtiyaçların giderilmesini sağlamalarının yanı sıra alışverişin ötesinde bir olgu haline gelmiştir. Teknolojinin internet üzerinden alışverişe birçok olanak sağlaması, insanların telefonları ile alışveriş yapabilme durumu, AVM’lerin giderek daha çok sosyal ve eğlence amaçlı vakit geçirebileceği rekreasyonel açık ve kapalı mekânlar haline dönüşmesinde bir etken olmuştur. Ayrıca son 20 yıl içinde kapalı, kontrollü ve içe dönük bir tipoloji de sunan alışveriş merkezleri, 1993’ten sonra karma kullanımlı ofis, konut vb. işlevleri de barındırmıştır. Alışveriş mekanı kentten kopuk fakat kendi içinde kent parçalarını barındıran yapılara dönüşmüştür. Bu değişim ile birlikte büyük alışveriş merkezlerinde alışveriş, tüketici için kolay, rahat, çeşitli, zevkli ve daha ekonomik hale gelmiştir. Bu AVM’ler, en yüksek gelir seviyesinden en düşük gelir seviyesine kadar toplumun her kesimine hitap ettiği için geniş bir kesimin ilgisini çekmektedir.
Bu durumda hem alışveriş hem rekreasyon alanı olarak AVM’ler, küçük/çevre semtler üzerinde ciddi sosyo-kültürel, sosyo-ekonomik ve yerleşimsel etkilere sahiptir. Bu etkilerin en başında insanların bulunduğu ve bulunmak istediği mekanları değiştirmek istemesi ve eğlence, giyim ve yemek alışkanlıklarındaki değişim gelmektedir. Kent mekanı, alışveriş merkezi içinde yeniden yapılanmakta ve AVM’ler de kent merkezine alternatif oluşturmaktadırlar. Kısacası yaşam alanı ve toplumsal mekan olmaları nedeniyle AVM’ler çekici özelliğe sahiptir. AVM’lerin sayısında artış yaşandığı gibi AVM’lerde zaman geçiren insanların sayısında da artış söz konusudur. 2019’un ilk aylarında açıklanan sayısal verilere bakarsak da İstanbul’da toplam 123 aktif, 15 inşaat halinde olmak üzere toplam 138 AVM bulunmaktadır.
AVM’ler halihazırda düşüşte olan semtlerdeki/ilçelerdeki insanları çekse de doğal yeşil alanlara, sahillere sahip olmamaları ve genellikle alkol kullanımına uygun olmamaları nedeniyle belirli bir kesimin de alternatif merkezlere doğru gitmesinin önüne geçememiştir. İşte tam da bu noktada, gittikçe artan tüketim mekanları ve muhalif havası nedeniyle Beşiktaş ve özellikle Kadıköy bu alternatifi oluşturmaktadır.
Çare ?
Kentsel problemler temel olarak mekansal problemlerdir. En başta belirtmek gerekir ki mekan sadece bir konum belirtmemektedir. Toplumsal ilişkilerin gerçekleştiği alan olması nedeniyle toplumsal dönüşüme de zemin hazırlamaktadır ve mekana en ufak müdahale büyük toplumsal sonuçları beraberinde getirmektedir. Bu ilişkisellik hali geniş pek çok yapı ile iç içe geçmiş olduğu için de bu tür kentsel sorunların birden çok “çare”si bulunmaktadır. Bu sorunların merkezi yerleşim anlayışıyla/yöntemiyle ilişkisi olduğu gibi rant ve tüketime dayalı ekonomi anlayışıyla da ilişkisi bulunmaktadır. Bu sorunlardan kurtulmanın çaresi de burada yatmaktadır!
İlyas Seyrek
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 49. sayısında yayınlanmıştır.
The post AVM’ler Yükseliyor Semtler Dönüşüyor – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Direniş 61. Haftasında: Ayşe Öğretmen Serbest Bırakılsın appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>KHK ile ihraç edilen KESK üyelerinin Kadıköy ve Bakırköy’deki direnişleri 61. haftayı geride bıraktı. İşlerine geri dönebilmek için Kadıköy ve Bakırköy’de eylemlerine bugün de devam eden emekçiler, “Çocuklar öldürülmesin” dediği için bebeğiyle birlikte hapse atılan öğretmen Ayşe Çelik ile birlikte tutuklu olan KESK’lilere özgürlük istedi.
Kadıköy Altıyol’da bir araya gelen KESK üyeleri “KESK’li tutsaklar derhal serbest bırakılsın”, “KHK’lar gidecek biz kalacağız” pankartlarını açtı, “İşimizi geri alacağız”, “Zafer direnen emekçinin olacak”, “KESK’li tutsaklar onurumuzdur” sloganlarını haykırdı.
The post Direniş 61. Haftasında: Ayşe Öğretmen Serbest Bırakılsın appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Röportaj: “KESK’li Kadınların Direnişi Sürüyor” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>KHK’larla ihraç edildikleri 2017’nin Ocak ayından beri Pazartesi, Çarşamba ve Cuma günleri Kadıköy ve Bakırköy’de direnişi sürdüren KESK’li kadınları direniş alanında ziyaret ettik. İhraç edilen kadınlardan Sema Uçar, Fatoş Çekmen ve Naciye Ertaş ile yaşadıklarını konuştuk.
OHAL ile artan baskıyı kadın kimliğimizle daha fazla hissediyoruz. Sizler de bu süreçte kadın olduğunuz için daha fazla baskıya maruz kaldınız mı?
Fatoş: İhraç edildikten 3 hafta sonra, telefonuma bilmediğim bir numaradan mesajlar gelmeye başladı. Tacizcinin çalıştığım sağlık merkezinin bir üst kurumu olan Halk Sağlığı Müdürlüğü’nde çalışan bir memur olduğunu öğrendik. Hiç yüzünü görmediğim biriydi. Bunu kadın olduğum için yaşadım. Hiçbir erkek ihraç edildikten 3 hafta sonra cinsel içerikli mesajlar almamıştır. Çok öfkeliydim, zaten yazdığım dilekçede “İhraç olan kadınların telefonları kurum içinde dağıtılıyor mu? Ne amaçla dağıtılıyor?” sorusunu sordum. Bu direk kadın kimliğine olan bir saldırıdır. Ataerkil sistemin saldırılarından sadece biriydi bu örnek.
İşlerinizden atıldınız ve burada direniştesiniz. Aileniz, varsa çocuklarınız nasıl etkilendi? Siz geçiminizi nasıl sağlıyorsunuz?
Naciye: Eşim dışında ailem bana çok destek oldu. Kesinlikle direnişlere gitmem gerektiğini, oradan ayrılmamam gerektiğini söylediler. Elimden geldiği kadarıyla direniş alanlarından ayrılmıyorum. Yaşadığım en büyük sorun, eşimin bana “Artık otur evde çocuğuna bak” demesiydi. Evde oturmadım, çocuğuma da bakmıyorum. Bir bakıcı var, onun ücretini ödüyor; ödemek zorunda. Ben her cumartesi, diğer günler de fırsat buldukça direnişlere katılıyorum.
2 kızım var, onlar çok etkilendi bundan. Büyük travma yaşadılar. Belli başlı ihtiyaçlarını karşılayamıyoruz. Küçük kızım 4,5 yaşında, ihraç edildiğimde oyuncağıyla şöyle bir konuşma yapıyordu: “Anne kuşlar ve baba kuşlar işten atılmamalı, bazı kötü kuşlar işten atabilirler, o yüzden yavru kuşlara çikolata getiremezler.” Bu beni çok sarstı. Anlatırken bile kötü oluyorum. Ama atlattık, 3 kız birlikte atlattık, iki kızım ve ben birbirimizi iyileştirdik. Eşimi de göndereceğiz, daha iyi olacak her şey.
Erkeksiz bir dünya diliyorum. Kastettiğim, erkek yoldaşlarımızı öteleme, yok sayma falan değil. Bahsettiğim erkeklik başka bir şey. Üzerimizde güç kullanarak baskı oluşturmaya çalışan bir erkekten bahsediyorum. Buna boyun eğmedim, eğmeyeceğim. Evimde de oturmuyorum. Sürekli de dışarıdayım. Bir dershaneye gidiyorum aynı zamanda, Hukuk Fakültesi’ne hazırlanıyorum, kazanacağım. Girer girmez ilk işim de boşanmak olacak, bu kadar net.
OHAL’in ilan edilmesinin ardından 8 Mart’ı 2. kez daha da artan bir baskıyla karşılıyoruz. Bu baskı ve yasak günlerinde direnen kadınlar olarak kadınlara bir mesajınız var mı?
Fatoş: “Geceleri de, sokakları da, meydanları da terk etmiyoruz”. 7-8 yıl önce bir arkadaşımın evine gitmiştim. Gece saat 1 falandı, arkadaşım demişti ki: “Kadıköy sokaklarında çıkıp dolaşalım, eğer sokakta yalnız yürüyen bir kadın varsa bizi gördüğünde iyi gelecektir. Evine daha güvenle gidecektir.” Sadece bunun için bile sokakta olmanın anlamlı olduğunu düşünüyorum.
Bu sistemde evlenmemiş olmayı çok önemsiyorum. Böyle bir sistemde evlilik ilişkisine girmemiş olmak, çocuk yapmamış olmak kadınlar için gerçekten çok kıymetli. Evlilik ehlileştirilmenin de bir yolu. Mümkünse bekâr kalalım ve bu ataerkil sisteme hizmet etmeyelim.
Sema: Biz kadınlar işte, evde, okulda, sokakta, direniş alanlarında, mücadelede vardık, varız ve var olmayı sürdüreceğiz. “Yaşasın kadın dayanışması!” diyorum. Ezen ve ezilen çelişkisinin olduğu her yerde kadın mücadelesinin de vücut bulacağına ve büyüyerek süreceğine inanıyorum.
Bu röportaj Meydan Gazetesi’nin 44. sayısında yayınlanmıştır.
The post Röportaj: “KESK’li Kadınların Direnişi Sürüyor” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Kadınlar 4 Mart’ta Bakırköy’deki Mitinge Çağırıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>8 Mart Kadın Platformu 4 Mart’da Bakırköy’deki Dünya Kadınlar Günü Mitingi’ne yönelik çağrıda bulunmak için İstanbul İHD Şubesi’nde basın toplantısı gerçekleştirdi. Kadın örgütleri tüm kadınları “emeğimiz, kimliğimiz, özgürlüğümüz için direniyoruz” şiarıyla mitinge ve mücadeleye çağırdı.
The post Kadınlar 4 Mart’ta Bakırköy’deki Mitinge Çağırıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Bakırköy Mitingi’nde HDP Kortejine Polis Saldırısı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Bakırköy’de düzenlen 1 Mayıs Mitingi sırasında alana giren HDP kortejine yönelik polis saldırısı gerçekleşti.
İncirli Caddesi girişinde polis ekipleri 1 kişiyi gözaltına alırken; çevredekilerin tepki göstermesi üzerine polis ekipleri havaya 3 el ateş açtı.
The post Bakırköy Mitingi’nde HDP Kortejine Polis Saldırısı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Bakırköy Mitingi Öncesi Pankart ve Dövizler Fotoğraflanıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>1 Mayıs’ta Bakırköy’e yapılan çağrıyla düzenlenecek olan miting öncesi, alana sokulmak istenen tüm pankartlar ve dövizler polis tarafından fotoğraflanıyor.
Alana sokulmak istenen materyaller polis tarafından kaydedilirken, Bakırköy’deki bu görüntüler, geçtiğimiz yıl yine Bakırköy Meydanı’nda düzenlenen miting öncesi yaşananları hatırlatıyor.
The post Bakırköy Mitingi Öncesi Pankart ve Dövizler Fotoğraflanıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ”1 Mayıs” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Coğrafyamızda son süreçte yaşanan siyasi sıkışmışlık, savrulmalara dönüşmeye başladı. Geçtiğimiz 1 Mayıs, bu siyasi savrulmanın somutlaştığı bir örnek oldu. Her yıl devletin tüm yasaklarına, baskılarına karşı Taksim ısrarını sürdürenler, bu yıl farklı bir tartışma başlattı. 1 Mayıs alanı olan Taksim’e çıkmak veya “daha kitlesel” olabilmek adına Bakırköy’de miting yapmak… Siyasi savrulmanın gelişi, bu tartışmanın sığlığından kendini gösteriyordu. Hatta bu tartışmanın kendisi de siyasi savrulmanın önemli bir göstergesiydi. Tartışmaların bütünü, kitleselleşmek ve alan fetişizmi üzerinden gerçekleşti. Yıllardır, “Taksim 1 Mayıs alanıdır, Taksim’den vazgeçmeyeceğiz” diyenler, bu yıl “1 Mayıs’ta Taksim” demenin “gereksiz bir ısrar” olduğunu söyledi. Bu düşünsel farklılaşma gibi görünen savrulma; onları, devletin belirlediği alanda 1 Mayıs’ı “kutlamaya” itti. Ve beklenilen “kitleselleşme” de gerçekleşmedi. Ya da Bakırköy’deki “kitlesellik” iddia edildiği gibi ezilenlere bir moral ya da bir güç kaynağı olmadı
Ezilenler için tek moral kaynağı “kitleselleşmek” veya “kitlesel” bir görüntü olmamıştır. Bir alanın mücadelesini vermek veya tüm baskılara-yasaklara karşı alanın mücadelesinde ısrarcı olmak da çoğu zaman bir moral kaynağı olmuştur. Coğrafyamızdaki 1 Mayısların, özellikle de İstanbul 1 Mayısı’nın böylesi bir anlamı vardır. Taksim’de 1 Mayıs mitinglerinin yapılmasını sağlayan, yıllar boyu her 1 Mayıs’ta Taksim’de ısrarcı olmak, bunun mücadelesini yükseltmek değil midir? İşte tam da bu yüzden 1 Mayıs’ta Bakırköy’e gitmek, Taksim 1 Mayısı’nın toplumdaki meşruluğunu yok etmek isteyen devlete yaramıştır.
Bütün bu savrulmalara rağmen geride bıraktığımız 1 Mayıs’ta Taksim’de ısrar edenler, bu politikaları bozdu. 1 Mayıs sabahı daha ilk saatlerde İnşaat-İş Sendikası temsilcileri, Taksim Meydanı’nda bulunan bir şantiyeden çıkarak Taksim’e girdi. Devrimci Anarşist Faaliyet’in de aralarında bulunduğu sendikalar ve devrimci kurumlar, Zincirlikuyu’dan Taksim’e doğru kortejler oluşturarak, bir yürüyüş gerçekleştirdi. Ayrıca birçok kurum, gün boyu Taksim Meydanı çevresinde farklı eylemler yaptılar. Taksim’e yönelen tüm eylemlere polis saldırdı. Eylemlere yönelik yaşanan polis saldırılarında, yüzlerce insan gözaltına alındı, TOMA’nın ezdiği bir kişi yaşamını yitirdi.
1 Mayıs 2016, İstanbul/Taksim Yürüyüşü
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 34. sayısında yayımlanmıştır.
The post ”1 Mayıs” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Yalınayak : ” ‘Kadın Başına’ Devlete Başkaldıranlar ” – Seza Mis Horuz appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Gazetemizin bu sayısının Yalınayak köşesinde, onlarca yılını tutsaklıkla geçirmiş, şimdi de görüşçü olarak hapishanelere gitmeyi sürdüren eski bir kadın tutsağın mektubuna yer verdik. Seza Mis Horuz gazetemize yazdığı mektubunda tutsaklık dönemini, devletin kadın tutsaklara yönelik sistematik saldırılarını ve kadınların tüm bunlara rağmen büyüttükleri direnişlerini yazdı. Horuz’un gazetemize gönderdiği mektubu, siz okuyucularımızla paylaşıyoruz.
Ben ilk olarak 12 eylül askeri faşist darbenin hemen sonrasında, 30 Ekim 1980’de Elazığ’da gözaltına alındım ve tutuklandım. 1,5 yıl Mamak ve Erzincan Askeri Cezaevi’nde yattıktan sonra, çıktım. Daha sonra 1984 Mart’ında İstanbul’da gözaltına alındım ve 7 yıl Metris, Çanakkale ve Bartın’da mahpus yattım. 1998’de yeniden tutuklandım; 6 ay Bakırköy ve Kütahya Kadın Cezaevi’nde kaldım.
Askeri cunta rejiminin ilk yıllarından 85’li yıllara kadar, oldukça kötü koşullarda yaşadık. Gözaltı süreçlerinin 90 gün olduğu, en ağır işkencelerin hem gözaltındayken hem de cezaevindeyken yaşandığı dönemlerdi. İlk tutuklandığımda Elazığ 1800 Evler’de, Ankara DAL’da ve İstanbul Gayrettepe’de toplam 105 gün işkencede gözaltında kaldım. 84’deki tutuklanmamda da 1,5 ay gözaltında kaldım.
Mamak ve Metris cezaevlerinde geçen yıllarım, işkencenin en yoğun olduğu yıllardı.
Devletin devrimci, siyasi, muhaliflere tahammülü yoktur; kadın devrimci siyasi muhaliflere ise hiç yoktur. Gözaltında ve cezaevlerindeki tüm uygulamalarda bunu derinden yaşadık. “Kadın başına devlete baş mı kaldırıyorsun?” diye başlayan işkence ve aşağılanmalar hep devam etti. Saldırılar hem siyasal kimliğimize, hem de kadın kimliğimize yönelikti. Yıllarca, mahkemelere her gidişimizde, giysilerimizi tümden soyarak çıplak arama dayattılar. Direnince de kadın gardiyanlar grup olarak saldırılarına ve işkencelerine devam ettiler. Bazen zorla çıkardıkları sutyenlerimizi, ellerimizi kelepçeledikten sonra başımıza bağlayarak askerlerin arasında yürüttüler. Bırakalım hapishane dışına çıkarken yapılan işkenceli aramaları, bir dönem koğuştan havalandırmaya çıkarken de dayattılar. “Arama bahane, amaç işkence” diyerek aylarca soyunmayı kabul etmediğimiz için havalandırmaya çıkamadık. Havasız, kalabalık, nem kokan koğuşlarda ikişer-üçer kişi aynı ranzada yatmak zorunda bırakıldık. Bir maşrapa suyla, banyo yapmaya zorlandık. Regl dönemlerinde pamuk alamadığımız dönemler oldu.
Koğuş aramaları diyerek, yaşadığımız mekanı alt üst ediyorlardı. Giysileri, yiyecekleri birbirine karıştırıyor; üzerine de sıvı yağı döküyorlardı. Kimi aramalarda bizi havalandırmaya çıkarıyorlar, arama süresince de elimizi ve ağzımızı (slogan atmayalım diye) bantla bağlayıp soğukta bekletiyorlardı.
Gazetelerden kesip duvara yapıştırdığımız çocuk ve doğa resimlerini her gün askerler yırtardı; biz de yeniden diş macunu ile yapıştırırdık.
Gözaltında ve cezaevlerinde cinsel küfür ve tacize uğramayan tek bir kadının olduğunu düşünmüyorum. Tecavüze uğrayanlarımızın bazıları da yıllar sonra ancak dillendirebildi. Uzun ve işkenceli sorgular sonunda, yarı ölü bir şekilde, sürüklenerek hücreme götürülürken orta yaşlı, uzatmalı bir asker elle taciz yapıyor, memelerimi sıkmaya çalışıyordu. Ölü seviciydiler. İğrençtiler… Fiziksel gücümün sıfırlandığı bu durum
Kusma ihtiyacı ve öfkemin harmanlandığı anlardı.
Ankara DAL’dayken yaşlı bir anne getirdiler. Zengin bir eve temizliğe gidiyormuş. Evin kadını “altın küpemi çaldı” diye polise teslim etmiş. Onlarda kadına kabul ettirmek için vajinasından elektrik vermişlerdi. Kadın günlerce travmasını yaşadı. “Oğlum yaşındaydılar, ya yakınlarım duyarsa ne yaparım, ben çalmadım” deyip durdu.
İstanbul Gayrettepe’deyken hamile siyasi bir kadın vardı hücremizde. “Bize istediğimiz sayıda isim vermezsen seni bırakmayız. Bebeğin zarar görür” diye işkenceci polisler tehdit etmişti. Kadın bebeğimi düşüreceğim ya da bu koşullarda sakat doğar diye çok büyük korkuya kapıldı. Önceleri isimleri vermek istemedi. Sonra verdi ama buna rağmen gözaltında tuttular. Vicdan azabı ve bebeğini kaybetme korkusuyla sürekli başını duvarlara vurmaya çalışıyor ve çığlık çığlığa bağırıyordu. Kendine zarar vermemesi için sürekli tetikte duruyorduk. Bunlar yaşadığımız binlerce dehşetten sadece ikisi.
İki kişilik hücrede, 10 kadındık. Biraz daha iyi nefes alabilmek için sırayla küçücük mazgalın önüne geliyorduk. Uzanabilecek tek bir sedir vardı. Hijyen koşullarının sıfırlandığı ortamda bitler, vücudumuzda sürüler halinde gezinti yapıyorlardı.
Uzun soluklu direnişler sonucu, 85’lerden sonra koşullar biraz daha düzeldi. Ziyaret koşulları, iletişim hakkı, koğuşlar arası görüşme, vb. haklar daha iyi kullanıldı. Eğitime, üretime, spora daha çok zaman ayırabildik…
Ama 19 Aralık 2000 katliamıyla makara tekrar geri sarıldı. F Tipi (hücre) cezaevleriyle birlikte tecrit, izolasyon ve hak gaspları tavan yaptı. Fiziksel ve psikolojik yıpratmanın bin bir türlüsü dayatıldı; dayatılmaya da devam ediliyor. Görüş saatleri haftada bir saatle sınırlandırıldı, her itiraz, her talep disiplin suçuna sokulup çeşitli yaptırımlar getiriliyordu. Görüş yasağı, iletişim yasağı, ortak alan kullanma yasağı, infaz yakmalar sıradan vakalar oldu. En büyük ve en yaygın sorun da, yaşanan ciddi sağlık sorunlarıdır… 600’ün üzerinde hasta mahpus var, 250’ye yakını ölümün sınırında. Kadın tutsaklar asker yanında muayene olmak istemedikleri için tedavi olamıyorlar.
Koğuş sistemindeyken dışarıdan her türlü yiyecek alınabiliyordu. Giysi çeşitliliği, çarşaf nevresim ya da el işi yapabileceğimiz malzemeler alınabiliyordu. Daha çok insan bir aradaydık. Sevinçlerimizi acılarımızı paylaşabiliyorduk; birbirimizi daha fazla koruyup gözetebiliyorduk; ziyaretlerde diğer arkadaşlarımızın ailelerini görebiliyorduk. Kendimizi, kendi dışımızdaki insanlarla yeniden üretebiliyorduk.
F tipine geçeli beri, koğuş sisteminde yaşadıklarımızın çoğu mümkün değil. Şimdi yalnızlaştırmanın yanı sıra, her şeyi çok fahiş fiyatlarla kantinden alınmaya zorlanıyor tutsaklar. Büyük çoğunluk yetersiz beslenmeden, tecrit koşullarında yaşamalarından dolayı bir dizi sağlık sorunu yaşayabiliyor.
Devlet aklı, taciz, tecavüz ve kadın cinayetleri işleyenleri hasta, psikopat, tahrik olmuş (!!) vb. diyerek salıveriyor. Siyasi tutsaklara da “Hastalar rehabilite edilmeleri gerekir” diyerek, her türlü fiziksel ve psikolojik zorbalığı dayatabiliyor.
Son 12 yıldır bu ülke torba yasalarla yönetiliyor. 12 Eylül askeri faşist cunta döneminde insanlar kedilerle aynı çuvala konulup ağzı bağlanır ve çuvala sopalarla vurulurdu. Her sopada, kedi can havliyle çuvaldaki insani tırmalardı. İşte torba yasalar da içerdeki ve dışarıdaki hayatımızı böyle etkiliyor. Bir tane görece iyi yasa konulsa dahi onlarcasının yaşamı yaşam olmaktan çıkarıyor. Torba yasalar, yaşamı iktidarın çıkarına uygun dizayn etmeye yarıyor. En son örneği de İç Güvenlik Yasa Tasarıları… Onlar her güvenlik dediklerinde biliyoruz ki biz ezilenlerin, biz muhaliflerin güvenliği risk altındadır.
Şu anda cezaevleri ağırlaştırılmış müebbet, müebbet ve uzun yılları bulan cezaları olan kadın tutsaklarla doludur. Ve tecrit insan soyuna dayatılan en büyük zorbalıktır.
Tüm bu zorbalığa rağmen, bu halkın onurlu oğulları ve kızları direniyor. Bu zorbalık koşullarında bile, yaşama gülümseyerek bakmaya çalışıyorlar. Ve yürekleri hep dışarıyla birlikte çarpıyor. Bu çarpıntıya omuz vermek, onların dışarıdaki eli, kulağı, gözü, sesi olabilmek biz dışarıdakilerin görevidir. Onlar için ne yapılabilir diye sorulacak olunursa, çok şeyler yapılabilir diyebilirim. Ağırlaştırılmış müebbet alanların dışındakilere arkadaş görüşçüsü olunabilir; zira her tutsağın aile dışında üç kişilik arkadaş görüş hakkı vardır. Sıklıkla mektup ve kitap yollanabilir, sağlık ve hukuki ihtiyaçları takip edilebilir. Aileleri ziyaret edilebilir. Hapishanelerde yaşananları deşifre etmek ve koşulların düzeltilmesini sağlamak için yapılan demokratik eylemlere omuz verilebilir vb. Yeter ki tüm bunların gerekliliğini yüreğimizde hissedelim.
Geçmişte mahpusta yatarken çoğu zaman dilimize dolanan bir söz vardı; “Çıkacağız, şapkaları yana yıkacağız” diye ya da “Gün Olur Alır Başımı Giderim” melodisini mırıldanırdık. Umut etmek ama aynı zamanda koşullara direnmek; o zaman da bu zaman da mahpusluğun yoldaşıdır. Gün gelir ülkemizin hapishanelerini dolaşma yerine, güzelliklerini dolaşırız neden olmasın?
Madem ki Meydan Gazetesi hapishaneleri dolaşıyor, o zaman ta Metris Cezaevi’nden beri kadim dostum olan, 26 yıldır mahpus yatan ziyaretçisi olduğum Güneş Arduç Eliuygun’a ve ziyaretçisi olduğum ölüm orucu direnişçisi, 15 yıldır mahpus yatan müebbetlik Taylan’ıma sevgi ve selamlarımı yolluyorum. Ayrıca mektuplaştığım ve mektuplaşamadığım tüm kadın ve erkek arkadaşlarıma umut, sevgi ve direnç yüklü hasret ve özlemimi yolluyorum. Tüm hasretliklerin son bulması dileğimle…
Seza Mis Horuz
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 25. sayısında yayımlanmıştır.
The post Yalınayak : ” ‘Kadın Başına’ Devlete Başkaldıranlar ” – Seza Mis Horuz appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>