The post “Başkanlık Fezlekeleri” – Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
90’larda o zamanki DEP’li vekillerin mecliste yaşadıklarını hatırlayalım. Leyla Zana’nın Kürtçe ettiği yemini ve sonrasında mecliste kopan kıyameti. Kürt vekillerinin yaka paça dışarı atılmalarının görüntüsü bugün hala hafızamızda.
O gün o vekillerin birer Kürt olarak meclisteki varlıkları, Türklük üzerine kurulan devlete dokunduğu için onları dokunulmazlıklarından etmiş, yıllarca hapishanede yatmalarına neden olmuştu.
İşte bugün de benzer olayları yaşamanın kıyısındayız. Kürt siyasi hareketinin parlamentodaki üyelerinin dokunulmazlıkları tekrar gündemde. Bunu gündeme getirense başkanlık hevesleriyle yanıp tutuşan Tayyip Erdoğan’dan başkası değil.
Tayyip Erdoğan bu dokunulmazlık meselesini öyle iyi kullanıyor ki, geçtiğimiz seçimlerde belli noktalarda birbirlerine yakınlaşan CHP ve HDP’nin şimdi birbirinin tam zıttı konuma düşmesini sağladı.
Başkanlık hayalinin gerçekleşmesi için kurduğu fezleke stratejisiyle Tayyip Erdoğan HDP’lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasını sağlayarak bu vekilleri yargılamayı ve bu şekilde onları meclis dışına itmeyi amaçlıyor.
Ama bunun için tek başına partisinin oyları yetmediğinden kendine destekçiler arayan AKP, istediğini Kılıçdaroğlu’nun “fezlekere evet diyeceğiz” açıklaması üzerine gerçekleştirme imkanı buluyor.
Bu noktada AKP ile aynı çizgiye gelinmesi CHP içinde de tartışmalara neden olmakta. Böylece AKP’nin fezleke hamlesinin CHP’yi de zora soktuğu aşikar.
Tüm bu karmaşıklığa rağmen AKP’nin fezlekeleri bir şekilde meclisten geçirereceğini, en nihayetinde HDP’li vekilleri meclis dışına atacağını söylemek çok da zor değil.
Çünkü, AKP; gücünü ve avantajını seçimlere hile katmaktan rüşvet ve yolsuzluklara, politik manevra yeteneğinden mağdur edebiyatına kadar pek çok yolla kuruyor. Üstelik elinde bulundurduğu yargıyı, medyayı, üniversiteleri ve STK’ları etkin bir şekilde kullanıyor. Bankaları ve şirketleri de kendi ekonomik sistemine angaje eden AKP, orduyu bile kendi özel güvenliği gibi kullanıyor. Kısacası iktidar, bu yönleriyle devletin kendisi olmuş durumda.
HDP ise kendisini yok etmeye çalışan devlete karşı mücadele yürüten Kürt halkının bir stratejisi. HDP’li vekillerin fezlekeler yoluyla meclisten atılmaları da Kürtler için yeni değil.
Öyleyse, HDP’nin meclisten çıkarılması, AKP için mutlak bir kazanım doğurmayacaktır. Fezlekelerin ardından dokunulmazlıkların kaldırılması, Erdoğan’ı başkanlık hayaline bir adım daha yaklaştırsa da, Kürt halkının özgürlük mücadelesi bu yolla sönümlenecek, yok olacak değildir.
The post “Başkanlık Fezlekeleri” – Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ” Eski Dosttan Düşman Olmaz ” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Seçim sonrası dönemde oyalama süreci savaş koalisyonu tarafından başarıyla kotarıldı. Erken seçimin ne için yapılacağı ise belirsiz. Savaş koalisyonunun önemli parçasını tutan, Tayyip Erdoğan’ın defakto uygulamaya geçirdiği ve bunu beyan etmekten rahatsız olmadığı “başkanlık sistemi”, seçim sonrasında oluşabilecek yeni tabloyu görmek açısından önemli bir yerde duruyor.
Koalisyon hükümeti kuruldu-kurulacak kandırmacasının yani “hükümetsizlik” sürecinin, sadece devletin büyük mülki amiri konumundaki Tayyip Erdoğan’ın “başkanım da başkanım” politikasını kolaylaştırdığı açık. Tabi ki bu dönemde yaşanan gelişmeler sadece iç politikayla ilgili değil. Ya da artık iç politika-dış politika ayrımı arasındaki belirsizlik ortadan kalkıyor demek daha doğru. Unutmayalım, Suriye’deki süreç de önce “iç savaş” olarak başlamıştı.
IŞİD’e Karşı Savaş mı?
Suriye’ye ilişkin uzun süren politik sessizliğini bozan ABD, Mayıs ayında düzenlenen operasyon* dışındaki büyük hamlesini TC sınırları içerisindeki üslerinin açılmasını sağlayan anlaşmayla gerçekleştirdi. Aslında, üslerin açılmasına ilişkin ABD ısrarı çok da yeni değildi. Tayyip Erdoğan’ın karadan müdahaleye ilişkin ısrarı, üslerin açılmasını bir süreliğine de olsa ertelemişti. TC biraz zorunda kaldığı bir seçim yapmış anlaşılan. Tabi Kuzey Irak ve Rojava’ya yönelik hava saldırısı için aldığı izin ve NATO desteği karşılığında. Zaten Wall Street Journal gibi gazeteler, durumu “Türkiye sonunda IŞİD’e karşı savaşa katıldı.” başlığıyla verdiler, yani IŞİD’e karşı mücadelede uzun süredir ayak direten bir TC mevcut gibi.
TC, bu katılımıyla neyi hedeflediğini açıkladı: 100 km’lik bir güvenlik alanı. Ki bu alana 2 milyon Suriyeli’nin yerleştirileceği açıklandı. Ancak geri dönecekler arasında sadece mültecilerin olmayacağını tahmin etmek zor değil.
Suriye’deki savaşın başından bu yana IŞİD’e karşı savaştan sürekli kaçan TC, gerçekten, IŞİD’e karşı bir savaşta samimi olabilir mi?
IŞİD’in Ekonomisi…
Mayıs ayında, ABD özel kuvvetlerinin Suriye’nin doğusunda gerçekleştirdiği operasyonun detayları operasyonun hemen sonrasında medyaya çok yansıtılmadı. Geçtiğimiz ay The Guardian, Martin Chulov’un “Suriye’nin Izdırabı Tüm Sınırlardan Yayılırken” başlıklı yazısıyla operasyonun detaylarına ilişkin önemli bilgiler edinmemizi sağladı. Operasyonun detayları IŞİD’in ekonomisinin işleyişini anlamak açısından önem teşkil ediyor. IŞİD’in en önemli gelir kaynaklarından biri olan petrol ticaretine ilişkin önemli belgeler ve ilişkileri ortaya koyan yazı, IŞİD’in petrol ve gaz rezervlerinin nasıl işletileceği, satılacağı noktasındaki karar merci Ebu Sayyaf üzerine kurulu.
IŞİD’in ekonomisini ve bölgede eriştiği konumu anlamak için IŞİD’in petrolle ilişkisine bakmak gerekir. IŞİD 2013’ün ortalarından itibaren özellikle Tunuslu askerleri aracılığıyla Suriye’nin doğu bölgelerinde petrol satışına başladı. IŞİD’in petrol ticaretinden elde ettiği günlük gelirin 1-4 milyon dolar arası olduğu farklı mecralarda yazıldı, çizildi. 2014 Haziran’ında IŞİD bölgedeki en önemli petrol sahalarından birini, yani Musul’u ele geçirdi. Aslında bu durum, IŞİD’in yayılma hareketlerinde bir strateji izlediğinin göstergesi. IŞİD, önemli rezervleri kontrol ediyor. Bu strateji doğrultusunda hedef alınan sadece petrol ve doğalgaz rezervleri değil, tarım alanları, merkez bankası ve büyük banka şubeleriydi de.
IŞİD’in diğer gelir kaynakları arasında, gasp, tarım arazileri ve ticari işletmelerden alınan haraçlar, ulaşım hatlarındaki vergiler, müslüman olmayanlardan alınan himaye bedelleri yer alıyor.
Ve tabi özel finansör bağışları yer alıyor…
Chulov yazısında Observer’a konuşan batılı bir istihbarat yetkilisinin açıklamasına da yer vermiş; “Türkiyeli yetkililer ve IŞİD arasında bir ilişki olduğuna ilişkin yüzlerce belge var.” Mayıs ayındaki operasyonun detayları arasında tam da bu var. Devlet yetkilileri ile Ebu Sayyaf arasındaki petrol alım-satımına ilişkin birçok belge… IŞİD’in kontrol ettiği bölgelerde kendine yeter bir ekonomi oluşturamayacağı açık. İşte TC tam da bu noktada devreye giriyor. IŞİD’in Tunuslu satıcılarının da, Ebu Sayyaf’ın da en büyük müşterisi TC.
Kontrolsüz Para Geçişi
15 Nisan’da yapılan genelge değişikliğiyle TC, gümrük giriş noktalarından hiçbir beyanda bulunmadan nakit para sokulmasını kabul etti. Seçimlerden hemen sonra, haziran ayında yapılan değişiklikle, Nisan ayındaki düzenleme biraz daha genişletildi ve yolcuların yanlarında 25 Bin TL ya da 10 Bin Avro nakit olarak çıkarması serbest hale getirildi.
Hemen ardından IŞİD ve ÖSO’nun TL’ye geçmesi, gümrükteki para geçişinin daha büyük bir politikanın parçası olduğunu gösteriyor. Bakanlık, mevcut genelgelerin sadece girişi serbest olan paraları ilgilendirdiğini söylese de, düzenlemeler, kaynağı ile ilgili herhangi bir kısıt olmadığı için IŞİD’in para hareketliliğinde bulunmasına olanak tanıdı.
Savaş başladığından bu yana, Suriye’deki bankacılık sistemi çöktüğü için nakit para önemli. Yakın zamana kadar dolarla satılan petrol artık TL ile satılmaya başlandı. Bu TL’nin önemini arttıran etmenlerin başında geliyor.
Öte yandan IŞİD’in TL’ye geçmesi, özellikle TC’deki IŞİD finansörlerinin bu genelgeden faydalanarak IŞİD’ı daha rahat desteklemesinin önünü açıyor. Yani yukarıda IŞİD’in en önemli gelir kaynaklarından biri olarak değerlendirdiğimiz özel finansör bağışları…
Para hareketliliğinin boyutunu anlamak için Suriye’ye yakın şehirlerin emisyon hareketlerine bakmak yeterli. Bu bölgelerde özellikle Temmuz ayında ciddi bir yükseliş gözlemleniyor.
Bölgedeki İş Ortakları
TC, IŞİD’e karşı bir savaşta tabi ki samimi olamaz. Çünkü TC ve IŞİD, bölgedeki iş ortakları. İş ortağının ekonomisini daha “sürdürülebilir” hale getirmek için TC, IŞİD ve benzer grupların parasal hareketlerini kontrol dışına çıkartıyor, onlara daha rahat hareket etme imkanı yaratıyor.
Tabi ki bu pazarlığın bir parçası olarak TL’ye geçen IŞİD de, TC’nin savaş ekonomisini rahatlatıyor. TC ekonomisinin krize karşı “sağlam” durmasının nedenini merak edenler, TC ekonomisini ayakta tutan temel faktöre, yani kayıt dışı ekonomi verilerine bakabilirler: Ödeme Dengesi Verilerine göre, TC’de 8.9 milyar dolarlık kaynağı belirsiz para var.
Yine de TC’nin IŞİD sevdası vazgeçilmez değil tabi. Ne de olsa serbest piyasa kapitalizmi!
The post ” Eski Dosttan Düşman Olmaz ” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Seçim, Savaş, Koalisyon Oyalamasyon” – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>7 Haziran genel seçimlerinin, sonucunda hiçbir partinin tek başına hükümet kuramaması, gündemi koalisyon görüşmelerine ve politikacıların çıkar manevralarına kilitledi. 12 yıldır iktidarını sürdüren AKP’nin bu seçimlerde tek başına hükümet kuramayacak oluşu, muhalefet partilerini harekete geçirdi. Hızla, olası koalisyon senaryoları tartışılmaya başlandı, hesaplar yapıldı, ihtimaller konuşuldu. Seçim sonuçlarını yorumlayan parti genel başkanlarının hepsi -ağız birliği edercesine- devleti hükümetsiz bırakmayacaklarını açıklarken, Cumhurbaşkanı Erdoğan, hükümet kurma görevini seçimlerden birinci parti çıkan AKP’nin genel başkanı Ahmet Davutoğlu’na ancak 32 gün sonra verdi.
AKP’nin Koalisyon Oyalamaları
Hükümet kurma görevinin verilmesi işinin olabildiğince ağırdan alınması -dillendirilmese de- partilerin tavırlarını görmeden hareket etmek istemeyen AKP’nin bir taktiğiydi. Şüphesiz bu durumun da başlıca sebepleri olarak Tayyip Erdoğan’ın iktidarını paylaşmaktan korkmasını ve AKP’siz kurulacak bir koalisyonla birlikte 17-25 Aralık yolsuzluk dosyaları başta olmak üzere birçok dosyanın açılma ihtimallerini sayabiliriz.
Seçim sonrası oluştuğu iddia edilen “AKP’ye karşı %60’lık blok”un, meclis başkanlığı seçimlerinde MHP’nin HDP destekli CHP adayı Deniz Baykal’ı desteklememesi ve AKP adayı İsmet Yılmaz’ın seçilmesiyle, illüzyondan ibaret olduğu açığa çıktı. AKP’siz bir koalisyon ihtimalinin düşüklüğünü de gözler önüne seren meclis başkanlığı seçiminin ardından, Davutoğlu parti liderlerini ziyaret ederek görüşmelere başladı. Yoğunluklu olarak CHP’yle süren bu görüşmelerden sonuç çıkmadı; Davutoğlu görevi almasından 35 gün sonra koalisyonun kurulmayacağını açıkladı. Böylece TÜSİAD, MÜSİAD gibi sermaye grupları başta olmak üzere kapitalistlerin, Taksim Gezi İsyanı ve 17-25 Aralık yolsuzluk olayları ile kutuplaşan siyasi anlayışların uzlaşmasıyla sağlanacağı düşünülen ekonomik istikrar için istediği AKP-CHP “Büyük Koalisyon”u kurulamadı.
Tayyip Erdoğan: “Koalisyon Değil Başkanlık”
7 Haziran seçimlerinden sonra oluşan tabloyla tek başına iktidar olamayan AKP ve Tayyip Erdoğan, yeniden tek başına iktidar olabilmek için pek çok siyasi hamle ve manevra gerçekleştirdi. Bunlardan ilki koalisyonun kurulamaması sonucunda, 1 Kasım’da yeniden bir seçim gerçekleştirmek ve seçime kadarki süreçte devleti yönetecek seçim hükümetini kendi tasarrufunda oluşturmaktı. Bu yüzden de kurulması düşünülen seçim hükümetine MHP’den Tuğrul Türkeş’e ve HDP’den Levent Tüzel’e bakanlık teklifi götürerek partilerde çatlak yaratıp bu partilerden en az birini baraj altında bırakma amacıyla kimi siyasi hamleler gerçekleştirildi.
Tüm bu hamleler 1 Kasım sonrası oluşacak siyasi tabloda başkanlık sistemine geçiş için yeterli koltuk sayısına yönelikti. Kaldı ki Tayyip Erdoğan 7 Haziran seçimleri öncesi yaptığı konuşmalarda da başkanlık sistemine “huzur içinde geçiş” için 400 milletvekilinin verilmesi gerektiğini söylemişti. Erdoğan’ın başkanlık sistemine geçişte bahsettiği “huzur”un ne anlama geldiği, devletin 20 Temmuz’daki Suruç Katliamı sonrası geçtiği savaş durumuyla anlaşıldı.
Hükümet Koalisyonundan Savaş Koalisyonuna
400 milletvekili alamayınca “huzursuzlaşan” Erdoğan, devletin yıllardır uyguladığı Kürt halkını asimile, Kürt siyasetini ise yok etme politikasını aleni bir şekilde sürdürdü. Çözüm süreci olarak adlandırılan, çatışmasızlık ve tek taraflı ateşkes sürecinde sürdürülen, sözde de olsa barış politikası terk edilerek Kürdistan’da bir savaş başlatıldı. 20 Temmuz’dan itibaren başlatılan bu savaş çerçevesinde pek çok yerleşim alanında 90’lı yıllardaki OHAL uygulamalarını çağrıştıran geçici güvenlik bölgeleri oluşturuldu, ormanlar yakıldı, sokağa çıkma yasakları ilan edildi, askeri ve siyasi operasyonlarla 1000’in üzerinde insan gözaltına alındı ve aralarında çocukların da bulunduğu 70’in üzerinde insan katledildi.
AKP, başlattığı bu savaşın “kendince” meşruiyetini kazanmaya çalışırken bir takım ittifaklar ve koalisyon arayışları içine girdi. Başkanlık sistemi noktasında kendisine bir getirisi olmadığı için kurmadığı hükümet koalisyonu yerine “savaş koalisyonu” yolunu seçti. Oluşturulmak istenen bu koalisyon 7 Haziran sonrası birden bire ortaya çıkmadı.
Seçim Vaadi Bu Kez Barış Değil Savaş!
AKP 17-25 Aralık operasyonlarının, “dış güçlerin” kendisine yönelik bir darbe girişimi olduğunu varsayarak yeni bir süreç ilan etmişti. “Yeniden milli mücadele” olarak adlandırılan bu sürecin ilk mitingini ise, o dönem başbakan olan Tayyip Erdoğan, “Samsun’a çıkarak” gerçekleştirmişti.
Şimdilerde ise AKP, milliyetçi söylemine devam ederek, var olan savaşın nedenini HDP’ye verilen oylar olarak açıklıyor. Kürdistan coğrafyasını, ormanlarından kentlerine dek yangın yerine çevirmeyi amaçlayan bu devlet iktidarı, kendi sermaye gruplarının yanı sıra, kendisine “muhalif” görünen bazı medya gruplarını da fiilen söz konusu savaş koalisyonuna katmış görünüyor. 7 Haziran seçimleri öncesi HDP’ye açık destek veren bu çevreler, önceki dönemlerden aşina olunan ”6 aylık hamile eş”, ”3 aylık yeni evli asker” söylemli polis-asker cenazesi “haberleriyle” savaş çığırtkanlığı yaparak misyonlarını sürdürüyorlar. Toplumun “milliyetçi hassasiyetlerinin” yanı sıra “dini hassasiyetlerini” de kullanan devlet iktidarı, yürüttüğü bu savaşı “hak ile batılın” savaşı olarak lanse ediyor.
1 Kasım seçimleri öncesi devlet iktidarı, bu savaş koalisyonu ile topluma bir savaş vaat ediyor. “Son gerilla ortadan kaldırılıncaya dek”, “Evlatlarını da kendilerini de feda etmeye hazır”, “Amacı Allah nasip ederse şehit olmak” olan devlet iktidarının bu vaadi toplumda nasıl bir karşılık bulacak, önümüzdeki süreçte göreceğiz. Ancak 90’lı yıllardaki asker-polis cenazelerinden farklı olarak bu defa cenazelerde gözlemlenen, ”Onlar saraylarda oturup, zırhlı araçlarda gezerken, çocukları bedelli askerlik yapıyor; olan yoksulların çocuklarına oluyor. Böyle vatan sağolmasın.” içerikli, devlete ve onun savaşına yönelik tepkiler, bu savaş vaadinin toplumda bulacağı karşılığa dair büyük bir soru işareti oluşturuyor.
Emrah Tekin
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.
The post “Seçim, Savaş, Koalisyon Oyalamasyon” – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Koltuk Sizin, Özgürlük Bizim appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Muhtarlıktan Belediye Başkanlığı KOLTUĞUNA
Milletvekilliğinden Bakanlık KOLTUĞUNA
Başbakanlıktan Cumhurbaşkanlığı KOLTUĞUNA
Koltuk Sizin Özgürlük Bizim
Kamuoyu, AKP’nin cumhurbaşkanı adayını zaten tahmin edebiliyordu. Tayyip Erdoğan’ın benzeri yöndeki açıklamalarından Çankaya hazırlıkları hâlihazırda konuşuluyordu. Derken CHP ve MHP ortak aday Ekmeleddin İhsanoğlu’nu açıkladı. Bu manevra AKP’ye yönelik miydi bilinmez; ancak parti içinden ve tabanından ters köşe durumunda kalanların rahatsızlığı, ilk birkaç günde kendini gösterdi. Selahattin Demirtaş beklenilmeyecek kadar iddialı bir şekilde Çankaya yarışına aday olduğunu açıkladı. AKP, Erdoğan’ın adaylığını, Temmuz başında yapılan büyük bir törenle duyurdu. Törende Tayyip Erdoğan’ın adaydan çok cumhurbaşkanıymışçasına sunulması, sonraki günler farklı gazetelerdeki ilgili bölümlerde yerini buldu.
Aslında bu üç farklı aday, cumhurbaşkanının ne kadar “bağımsız” olabileceğinin en büyük göstergesiydi. Tayyip Erdoğan’ın, cumhurbaşkanının hiçbir zaman bağımsız olmadığı açıklamasına yönelik diğer adaylardan gelen tepkiler olsa da, yakında eski cumhurbaşkanı olacak Abdullah Gül’ün, kendisinin AKP’nin kuruluşundaki isimlerden biri olduğunu hatırlatarak verdiği destek, AKP’nin cumhurbaşkanlığı sürecine nasıl hazırlanıyor olduğunun açıkça gösteriyordu.
AKP’nin bu siyasal uyumunun tam tersini, ana muhalefet partisi, kendi adayını açıkladığında gösterdi. İslam Konferansı Örgütü Genel Sekreteri olan İhsanoğlu’nun adaylığına, “çatı”nın bir yarısı olan MHP’den olumsuz ses çıkmadı. Ancak, CHP “çatı aday”ını yeteri kadar içselleştirememiş olacak ki, parti içindeki “rahatsız vekiller” Emine Ülker Tarhan’ın adını zikreder oldu. Siyasal stratejisini anti-Erdoğan üzerinden kuran bir partinin, bu sıkıntılı süreci aşması çok uzun sürmedi. İhsanoğlu’nun adaylığının ne kadar da “akıllıca” bir strateji olduğu yazılmaya-konuşulmaya başladı. CHP stratejistleri oylarını arttırmak için, AKP’nin tabanına oynanması gerektiğini planlıyordu. Ana muhalefet partisi, AKP’nin arka bahçesine yönelik olarak kurguladığı bu hamleyi aslında CHP’nin radikal laiklik savunuculuğunu da sorgulatacak bir yere koyuyordu. MHP ile ortaklaşmak için asgari müştereklerde buluşabilirliğin adayı olan İhsanoğlu’nun, CHP’nin hesaplarını karşılayan bir aday olup olmayacağını şimdiden kestirmek zor olsa da; İhsanoğlu’nun adaylığı, CHP tabanındaki siyasal değişimin bir göstergesi olarak okunabilir mi?
HDP’nin adayı Demirtaş, nasıl bir Türkiye – nasıl bir cumhurbaşkanı sorularına cevaben yaptığı akıllıca konuşmalarla, muhalif çevrelerin gönlünü çelmeyi başarmış görünüyor. Özellikle “Çankaya’ya halk çıkacak” şiarıyla, CHP’nin içindeki sol kesimlere de oynadığı açık. Demirtaş, yaratılmaya çalışılan Erdoğan ve anti-Erdoğan ortamında HDP’nin “iddialı” adayı. Durum bu olsa da, aslında herkes ikinci turdaki HDP hamlesini hesaplıyor. HDP ikinci tura kalmazsa, “barış süreci”nde HDP’lilerin kime oy vereceği merak konusu.
“Muhalif çevreler” böyle bir durumda, Erdoğan’ı durdurmak için yapılması gerekeni “çatı aday”ın desteklenmesine kuruyor. Hâlbuki “çatı aday”ın desteklenmesi, sadece “AKP olmasın da, ne olursa olsun” planına dayanıyor. Yukarıda belirttiğimiz gibi, stratejilerini anti-Erdoğan’a kuran bir muhalefetin, siyasal bir geri dönüş alamayacağı aşikârdır. Ancak tartışılması gereken konu, böyle bir beklentinin olup olmadığıdır. CHP-MHP’nin yerel seçimlerde Ankara’da yaptığı seçim ortaklığı, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bir kez daha kendini göstermiş vaziyette.
Böyle bir konjonktürde HDP’nin Demirtaş ısrarı, sadece bu anti-Erdoğan politikasının verimsizliğine dayanmıyor. HDP belki de çok iddialı olmadığı cumhurbaşkanlığı seçimlerinde izlediği siyasetle, kendi tabanını kaybetmek istemiyor. Yoksa “Çankaya’ya halk olarak aday” olunamayacağını, Selahattin Demirtaş da biliyor. Ancak, Tayyip Erdoğan karşıtı bir siyasette MHP’yle yan yana gelmekten çekinmeyen bir CHP’nin yanına düşmek, HDP açısından, özellikle “TC’nin Kürt politikası noktasında” milliyetçiliğinden zeval vermeyen tutumları bu kadar belirginken, imkânsız görünüyor.
Oy Savaşları
Üç adayın temsilcisi olduğu siyasetler bakımından, seçim sürecine ilişkin geliştirdiği tavırlar, önceki seçimlerde aldıkları oylarla doğru orantılı.
2007 genel seçimlerinde oyların %46’sını alan ve 2011’de bu oranı %49’a çıkaran AKP’nin ilk turda galibiyet senaryoları, 2014 yerel seçim sonuçlarıyla beraber değerlendirildiğinde, gerçekten çok da uzak görünmüyor. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde izlenen politikada “tek adam”ın iyice belirginleştiği düşünülürse, AKP 1 Temmuz’da ilan ettiği cumhurbaşkanını teyit etmiş olacak.
Oy oranlarındaki hareketlilik düşünüldüğünde, hemen hemen aynı tabana oynayan ve artık neredeyse tek parti gibi hareket eden MHP ve CHP, potansiyellerini aşıp her şeye rağmen muhafazakâr tabana ulaşmak için, 2011 genel seçimlerinde beraber aldıkları oy oranını, %38’i aşmak istiyor.
Son genel seçimlerde %6’lık oy oranıyla HDP’nin, neden böyle bir siyaset izlediğinden yukarıda bahsetmiştik.
Yeni Türkiye Vizyonu: Yarıbaşkanlık Sistemi
Aslında ortada olan durum, bir seçim süreci değil. Herkes az çok cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sonuçlarını kestirebiliyor. Birinci ya da ikinci tur, ortaya çıkacak durumun kimin lehine olacağı, aslında bu süreci başka bir siyasal denklemin parçası olarak geliştiren siyasal güç için açık.
Gün geçtikçe kutuplaştırıcı siyasetini belirginleştiren AKP’nin, Kasım 2012 tarihinde TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na sunduğu 22 maddelik taslak metin, tüm bu sürecin başlangıcını oluşturuyor. Bu tarihten itibaren ara ara gündeme gelen “başkanlık sistemi” de aslında, ilk kez bu seçimlerle beraber hayat bulacak.
Aslında cumhurbaşkanlığı seçimleri adı altında gerçekleşecek olan tüm bu şaşaalı illüzyon, fiili anlamda, biçimsel bir değişikliğe denk düşüyor. Bilinçli olarak görmezden gelinen bu durum, ilgili çevrelerce tam da geçilecek yeni sisteme tarihsellik atfedercesine “Selçuklulardan bu yana tarihinde ilk defa Türklerin liderini seçecek olması”yla olumlanıyor.
Bu aşamada, cumhur “reis”i, 7 yılda bir meclis tarafından seçilen, çok da işlevi olmayan bir makamı ifade etmenin ötesine geçiyor.
Bu sistem değişikliği, fiili olarak “yarı başkanlık sistemi” anlamına geliyor. Bu sistemin bir özelliği olan halk tarafından seçimi takip edecek bir düzenleme, seçim sonrası gündeme gelecek cumhurbaşkanlığının yetkileriyle ilgili olacak. Aslında beklentiler, bir sonraki seçimden sonra anayasada da yapılacak değişikliklerle, mevcut sistemi başkanlık sistemine göre düzenlemek.
Bu yönüyle düşünüldüğünde, mevcut durumun basit bir seçim aldatmacası olmadığı açıktır. Meclisi dağıtabilme, referandum isteyebilme, anayasa konseyi üyelerini atayabilme, olağanüstü durumlarda yasama, yürütme hatta yargı gücünü elinde toplayabilme gücüne sahip olacak cumhurbaşkanlığının, Erdoğan’ın tam da istediği şey olduğu açıktır.
Liberal demokrasilerin alametifarikası, bu demokratiklik aldatmacasıdır. Mevcut siyasal krizlerin; yapılan yolsuzlukların; meşruluk kaygısı gütmeden iktidarına biat etmeyenleri, Ali İsmailleri, Ethemleri, Berkinleri öldürmeye varan politikaların; Roboski gibi faili, Soma gibi nedeni olduğu katliamların; ekonomik sömürünün ve yasaklanan grevlerin görünmez kılıfı, demokratik seçimlerdir. Anarşistlerin seçim karşıtı tutumlarının altında, bu suni siyasal gerçekliğe karşı duruş vardır.
Bu seçim süreci, bu suni siyasal gündem yaratma çabasının dışında, altında önemli başka bir zorlamayı barındırmaktadır. Daha önce belirtildiği gibi, ortada seçim süreci yoktur. Var olan devletin biçimiyle ilgili yapılacak değişiklikle ilgili bir durumdur. Bu yetkilerle donatılacak “cumhur”un “reis”i, diktatörlüğe atılan adımdır.
Bu durum tartışılmadan, yaşadığımız coğrafyadaki halklar bir zorlamaya tabi tutulmakta; bir “oldu bitti”ye getirilmektedir. Bu demokratik seçim illüzyonuna, muhalif çevreler de dâhil olmaktadır. Alınacak kararların, kararların uygulanmasına kararı verecek tüm yetkinin, bunun denetlenmesinin gerçekleştirileceği tek adresin Çankaya’da olduğu bir durumda, demokrasi aldatmacasından bile bahsedilemez.
Bu koşullarda, Çankaya’ya halkın aday olması değil; Çankaya’yı halkın yıkması beklenir.
Bu yazı MEYDAN GAZETESİ’nin 20. sayısında yayımlanmıştır.
The post Koltuk Sizin, Özgürlük Bizim appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>