The post Yaratık Şirket Monsanto Kanser Ettiği İçin 289 Milyon Dolar Cezaya Çarptırıldı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>46 yaşındaki Dewayne Johnson, bahçıvan olarak çalıştığı 2012 yılından beri, şu anda başka bir yaratık şirket olan Bayer’e ait olan, Monsanto’nun ürettiği “Round Up” ve “Ranger Pro” marka böcek ilaçlarına maruz kaldı.
Yıllarca bu ilaçlara maruz kalan Johnson, kansere yakalandı ve çok ciddi sağlık sorunlarıyla uğraşıyor. Dewayne Johnson ölmek üzere.
Kansere yakalanmasına, yaratık şirket Monsanto’nun sebep olduğunu bilen Johnson, hali hazırda 4 bin davası bulunan şirkete bir dava da kendi yaşamı için açtı ve davayı kazanan ilk kişi oldu. Jüri, Johnson ve ailesine Monsanto tarafından 289 milyon dolar ödenmesine karar verdi
8 hafta boyunca süren davada Johnson’ın avukatı, Monsanto’nun yıllar boyunca kimyasalın yarattığı etkilere dair yapılan çalışmaları engellemeye çalıştığını ve bağımsız araştırmacıların şirkete gönderdiği analizleri görmezden geldiğini kanıtladı. Şirket aynı zamanda Monsanto ürünlerinin zararları hakkında yazılan akademik çalışmaları ve onları yazan bilimcileri de hedef alıp, lobi çalışmalarıyla itibarsızlaştırıyordu.
Peki Johnson Neden Kanser Oldu?
Böcek ilaçlarının içinde bulunan glifosat maddesi, 2015 yılında Dünya Sağlık Örgütü tarafından kanserojen olma potansiyeli taşıdığı tasdiklenen bir kimyasal. 2015’den önce de çeşitli tartışmalara ve araştırmalara da konu olan glifosat, uzun zamandır Monsanto ile anılıyor.
Şirket olmasının bir getirisi olarak kendisinden bekleneni yapan Monsanto, hiç bir şey yapmadı ve kimyasalı kullanmaya devam etti. O kadar “hiç bir şey” yapmadı ki zehirlerinin üzerine bir kanser yapabilir etiketi dahi koymadı Çünkü kanser yapabilir yazmak, şirketin satışlarını olumsuz yönde etkileyebilirdi.
Kimyasalın kanser etme özelliğinden habersizce yıllar boyunca glifosat soluyan Johnson, en sonunda non-hodgkin lenfoma adı verilen bir kansere yakalandı.
Monsanto Patronu Johnson İçin Üzüntü Duyuyormuş
Monsanto Başkan Yardımcısı Scott Partridge ise ürünlerinin tamamen güvenli olduğunu, dava sonucunun ürünün 40 yıllık “güvenli” kullanımına gölge düşüremeyeceğini söyledi.
Johnson’ın -kendi şirketi yüzünden- içinde bulunduğu duruma üzüldüğünü(!), ancak şirket itibarlarını zedeleyen bu davayı temyiz edeceklerini açıkladı.
Monsanto’nun “icraatleri” bununla da sınırlı değil. Hali hazırda şirket için açılmış 4 bine yakın davanın yanı sıra, GDO’lu tohumlarıyla adeta tohum kartelliği yapan Monsanto hakkında Meydan Gazetesi’nin Aralık 2012’de basılan 6.Sayısında bir deşifre yazısı da yazılmıştı.
https://meydan1.org/gundem/2012/12/yaratik-sirket-monsanto/
The post Yaratık Şirket Monsanto Kanser Ettiği İçin 289 Milyon Dolar Cezaya Çarptırıldı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “DİKKAT! Tohum Şirketleri Çalışıyor” – Vahap Güler appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Dünya, Ortadoğu’daki savaşları, patlayan bombaları, “otoriter liderler”i, Davos Zirvesi’ni ve 4. Sanayi Dönemi’nin ilanını konuşurken; Dünya Bankası -belki beklenmedik bir şekilde değil ama- kaşla göz arasında “Tarım Sektörünün Etkinleştirilmesi” başlıklı bir rapor yayınladı. Rapor her ne kadar, “Tarım İçin İyi Uygulamalar” başlığında toplansa da, geçmiş deneyimlerimize dayanarak, Dünya Bankası’nın raporla birlikte dünyamız hakkında “pek de iyi” önerilerde bulunmadığını tahmin edebiliriz.
Öncelikle raporun piyangodan çıkmadığını, G8 Zirvesi’nde ele alınan “Yeni Gıda Güvenliği ve Beslenme İttifakı” başlığı doğrultusunda hazırlandığını belirtmek gerekiyor. Özetlemek gerekirse rapor tohum yönetiminin neredeyse tamamını çiftçilerden alıp, zaten bu alanda tekel olan altı tohum firmasına devredilmesini öneriyor; hatta önermekle kalmıyor tüm çiftçilere bunu dayatıyor.
Literatürde, “Büyük Altılı” olarak geçen şirketler hayli tanıdık. BASF, Bayer, Dupont, Dow Chemical, Monsanto ve Syngenta’nın oluşturduğu bu kartel, 2013 verilerine göre, dünyada tarım kimyasallarının %75’ine, tohum piyasasının %63’üne, tohum ve pestisit konusunda özel sektörde yapılan araştırmaların %75’ine sahip. Şirketler ayrıca tohum ve biyo-teknolojiden toplamda 65 milyar Dolar gelir ediyorlar.
Söz konusu şirketlerin kendi aralarındaki pazar payları şöyle: Tohum piyasasının, %29’u Monsanto/Bayer’e aitken; ChemChina/Syngenta %9, DowDuPont Agri %21, endüstrinin geri kalanı %41 ile bu piyasayı paylaşıyorlar. Tarım ilaçlarındaysa pazarın paylaşımı şöyle: ChemChina/Syngenta %23, Bayer/Monsanto, %24, DowDuPont Agri %16, diğerleri %11,37.
Bu projeye kaynak ayıran ve sponsor olan beş adet vakıf ve kurum bulunuyor. Bu sponsorların arasında elbette “bu işte kesin bir bit yeniği” var dedirtecek bir isim de var: Bill Gates ve ona bağlı Bill Melinda Gates Vakfı. (21. yy’da Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri : KAPİTALİSTLERİN HAYIRSEVERLİK KUMPASI – Meydan Gazetesi, Sayı: 4)
Durum böyleyken, Dünya Bankası ne demeye böyle bir rapor yayınlıyor demeyin. Çünkü, “gelişmekte olan ülkelerdeki” tohum tedarikinin yüzde 80 ila 90’ı hala çiftçiler arası tohum alışverişi yoluyla sağlanıyor. İşte bu rapor da, özellikle bu bölgelerdeki çiftçilerin üzerinde baskı kurmak ve onların tohum üzerindeki söz hakkının büyük altılıya devredilmesini sağlamak için çalışıyor. Çünkü bu şirketler için daha fazla pazar genişlemesi, çiftçi tarafından yönetilen tohum sistemlerinin küçülmesine bağlı.
Dünya Bankası’nın 2016 EBA raporunun hemen ardından bir araya gelen 157 kurum “Dünya Bankası Ortaklıkların Tohumu Ele Geçirmesine İzin Veriyor” başlıklı bir karşı rapor yayınlayarak EBA’nın içeriğine dair endişelerini dile getirdiler. Karşı raporda şunlara dikkat çekiliyor:
“… Söz konusu raporda, büyük altılıyı “düzenleyici yüklerin” engellediğini belirlemek için dünyanın en büyük zirai ilaç şirketlerinin (Bayer, Monsanto, Syngenta, Pioneer, Yara başta olmak üzere küresel şirketlerin) uzmanlığına başvurmuştur…”
“… En iyi puanı, özel şirketlerin -ancak çiftçilerin değil- kamusal gen bankalarına erişimi kolaylaştıran ülkeler için veriyor.”
“… Projenin belirtilen hedefi politika yapıcıları ‘akıllı ve dengeli politikalar’ uygulamaya yönlendirmek olsa da EBA, gelişmekte olan ülkelerde çiftçilerin tohum tedarikinin %80 ila %90’ını sağlayan ve tarımsal biyolojik çeşitliliğin korunması için anahtar olan çiftçi tarafından yönetilen tohum sistemlerini yok sayıyor …”
Aslında, bütün bu yorumların ve tespitlerin sonu aynı yere çıkıyor; büyük altılı kurduğu kartelle arkasına hatırı sayılır devletleri, vakıfları şirketleri de alarak dünyadaki açlık sorununu çözüyor; “tarımı daha verimli hale getiriyoruz” sloganlarıyla, doğada “canlılık” ile ilgili ne varsa onu patentleyip, mülküne geçirmeye çalışıyor.
Bildiğimiz gibi, yaşadığımız topraklarda da söz konusu uygulamalar özellikle 12 Eylül ve sonrasında hayata geçirilmeye çalışılmış ve son yıllarda harfiyen uygulanmaya başlamıştı. Bugün coğrafyamızda köylü “ticari” amaçlarla kendi tohumunu kullanamazken, katır tohum dediğimiz patentli tohum kullanmak zorunda kalıyor. Patentli tohumlar ise, yalnızca bir sene kullanılabiliyor. Bu yüzden çiftçi her sene adını andığımız şirketlerden birinin kapısını çalmak zorunda kalıyor. Sonuç olarak, köylüler köylerini ve topraklarını terk etmek zorunda kalırken; onların boşalttığı alanlarda endüstriyel tarımcılar yer alıyor.
Halihazırda durum böyleyken, kapitalistler şimdi “son darbeyi” vurmaya hazırlanıyor. Bu son darbeyi karşılamak da başta biz yaşam savunucularına ve çiftçilere düşerken; aslında bütün bir yaşam için tüm insanlığa düşüyor.
The post “DİKKAT! Tohum Şirketleri Çalışıyor” – Vahap Güler appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Kapitalizmin Kendisidir Skandal – Özlem Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]> Waterbury Saat Fabrikası: Mae Kaene, 1924 yılının yazında 18 yaşında pek çok yaşıtı arkadaşının çalıştığı Waterbury Saat Fabrikası’nda işe girmişti. 40 saatlik çalışma karşılığında 18 dolar alarak kol saatlerinin kadranlarını parlak bir boya ile boyamaya başladı. Bu boya, saatin karanlıkta da görülmesini sağlayacak şekilde yeşil yeşil parlamasını sağlıyordu. Fakat boya fırçalarını iş arkadaşları gibi dudaklarında ıslatarak, kadranları hızlı ve muntazam bir şekilde boyayamadığı için çok geçmeden işten ayrılmak zorunda kaldı. Ne var ki işten ayrılmasının üzerinden çok geçmeden iş arkadaşları esrarengiz hastalıklara yakalanmaya başladılar. Ağızlarında kapanmayan yaralar açılıyor, çene kemikleri eriyor, tedaviye cevap vermeyen bir kansızlık çekiyor ve çok geçmeden ölüyorlardı. 1925 yılına gelmeden hastalık, bu fabrikada çalışan bir çok kadında aynı zamanlarda görülmeye başlamış olmasına, yedi işçinin ölmesine rağmen; kimse hastalığın bu mucizevi ve parlak boyadan kaynaklandığını düşünmüyordu. Etrafına yeşil ve büyüleyici bir ışık saçan bu boya Radyum’du. 1925 yılı geldiğinde bu hastalık ve ölümlerin radyumdan kaynaklandığı su götürmeyecek şekilde kanıtlanmış olmasına rağmen, bu boya 1960 yılına kadar saatlerde kullanılmaya devam etti.
Primark: El yapımı olan “kaliteli” ürünleri 4 pound’dan daha ucuza satan tekstil devi Primark’ın bu fiyat politikası, 2008’de ortaya çıkartılan çocuk emeği sömürüsü ile gözler önüne serilmişti. 24 Nisan 2013’te Bangladeş’in başkenti Dakka’da Benetton, Primark, Mango, Zara, C&A’in de aralarında bulunduğu markaların üretim tesisi olan 8 katlı Rana Plaza çöktü. Çökme sonucunda aylık ortalama 35 ile 65 dolara çalışan 1134 işçi öldü. 2500 işçi enkaz altından sağ olarak çıkarıldı. Sağ kurtulanların 80’i kol veya bacaklarını kaybetti. Eylül 2013’te Birleşmiş Milletler’in de öncülüğü ile ailelere tazminat ödenmesi için bir komite kuruldu. Hedeflenen 40 milyon doların ancak 17 milyon doları toplanabildi ve sorumlu olan markaların bir kısmı açıkta kalan o miktarı kapatmaya yanaşmadılar bile. Bunların arasında Primak da vardı.
Bayer: Söz konusu Alman ilaç şirketi Bayer olunca, onun marifetleri için sayfalarca yazı yazmak gerekir. Fakat biz burada daha kısa geçeceğiz. Öncelikle Bayer’in dünyayı eroinle tanıştıran şirket olduğundan başlayabiliriz. Bayer’in kimyagerlerinden Felix Hoffman’ın 21 Ağustos 1897 günü ağrıları kesen bir ilaç üretmek için bir karışım geliştirmesi ile eroin bulunmuş oldu!Bayer’in dünyanın dört bir yanında ilaçlarını denemek için insanları kobay olarak kulllandığı gerçeği de bu marifetlerin en bilinenlerindendi. İki Almanya’nın birleşmesinden önce Doğu Almanya’da 50 bin hastanın, ilaç şirketleri tarafından kobay olarak kullanıldığı ve Bayer’in -geçmişteki adıyla West-Berliner Schering- bu skandalın baş aktörlerinden biri olduğunu da belirtmek gerekir.Biraz daha güncel bir örnekten devam edecek olursak, o da Bayer Ceo’su Marijn Dekker’in 67000 dolarlık bir kanser ilacı için “Biz bu ilacı fakirler için değil, zenginler için yaptık.” demesi olmuştur.
United Fruit – Chiqiuta Muz (Doyle Food) :
Hükümet yetkililerine rüşvet vermek, işçilerini sömürmek, faaliyet gösterdiği bölgelerde bölge halkının geçim kaynaklarını elinden almak gibi birçok konuda sicili hayli kabarık olan bu şirketin en büyük saldırılarından biri ise 1928 yılında gerçekleşmiştir.
12 Kasım 1928 tarihinde Latin Amerika bölgesinde şirketin on binlerce işçisi iş bırakmıştı. 6 Aralık günü, General Cortes Vargas komutasındaki ordu, işçilere ateş açarak yüzlercesinin ölmesine sebep oldu. Yaşanan katliamın ardından Kolombiyalı milletvekili Jorge Eliecer Gaitan, askerlerin United Fruit şirketinin talimatıyla ateş açtıklarını itiraf etmişti. Devlet ve şirket iş birliğiyle gerçekleşen bu katliamın ardından hükümet de payını almış ve 44 yıllık Muhafazakar Parti iktidarı sona ermişti. Olaydan sonra ABD Bogota Elçiliği’nden, ABD Dışişleri Bakanlığı’na çekilen 29 Aralık 1928 tarihli telgrafta ise katliamdan şöyle bahsedilmektedir: “Gururla belirtirim ki United Fruit şirketinin yetkilisinden aldığım bilgiye göre son olaylarda Kolombiya ordusunca öldürülen grevci işçilerin sayısı beş ila altı yüz civarındayken, sadece bir asker hayatını kaybetmiştir.” Bu şirket Latin Amerika’nın muhalif yazarları tarafından da birçok kez konu edilmiş ve eleştirilmişti. (Bkz. Carlos Luis Fallas, Ramon Amaya Amador, Miguel Angel Asturias , Eduardo Galeano, Gabriel Garcia Marquez, Pablo Neruda) Bu şirket daha sonra 1984 yılında Chiquita adını almış, şimdi ise Doyle Food olarak sömürmeye devam ediyor.
HSBC : (Hong Kong Shangai Bank Corporation) sahibi Rothschild Ailesi, Waterloo savaşında Napolyon’u desteklemekten 2. Dünya Savaşı’nda Hitleri paraya boğmaya kadar, son yüzyıldaki neredeyse bütün yıkım ve savaşlardan nemalanmış; hatta kimilerini de finanse ederek servetine servet katmıştır. Hong Kong’un İngilizlerin eline geçmesiyle burada etkinleşen aile başta burada, sonra tüm dünyada afyon ticaretini eline aldı. Afrika’da sahibi olduğu De Beers şirketiyle elmaslar için iç savaşı desteklediği bilinir. İngiliz Merkez Bankası’nı yaklaşık 80 yıl boyunca yönetmişlerdir. HSBC Bank, Royal Bank of Scotland, Banco Santander, J.P.Morgan-Chase, De Beers, Rio Tinto, Ing Group ve Aviva en çok tanınan ve bilinen şirketleridir. Dünya elmas ticaretinin %90’ı, altın ticaretinin % 40’ı, kömür-bakır-uranyum-aluminyum ticaretinin de % 15’i bu aile tarafından yapılmaktadır
Sandoz: 15 Ağustos 1951 tarihinde, Fransa’nın güneyindeki Pont Saint Esprit köyünün sıradan insanları sıradışı bir güne uyandılar. Köyün sakinleri hep birlikte ejderhalar, yılanlar ve ateş toplarıyla çevrili fantastik bir köye uyandılar. Fakat bunun nedeni köyü basan masal yaratıkları değil, -sonradan yapılan araştırmalara göre- ekmek hamuruna karışan ergot mantarıydı. Köyden 50 kişi akıl hastanesine yatırıldı, 7 kişi hayatını kaybetti. Bu mantarın o köyün tüm ekmeklerine nasıl bulaştığı ise hikayeyi daha da karmaşıklaştırıyor.300 kişilik bu köy toplu bir şekilde halüsinasyonlar görüp kendilerine ve birbirlerine zarar vermeye başlayınca, yetkililer bu durumu araştırmaya başladılar. Ekmeğe bulaştığı öne sürülen ergot mantarının böyle toplu bir vakaya neden olabilecek miktarlarda karışması çok mümkün görünmüyordu. Diğer taraftan Pont Saint Esprit’e çok yakınlarda üretim yapan İsviçre’nin hemen güneyindeki Basel kasabasında yer alan Sandoz ilaç firması aynı dönemlerde ergot mantarı üzerinde çalışıyordu.Kimilerine göre bu olayın arkasında CIA vardı. Sandoz şirketi ve CIA soğuk savaş sürecinde hezeyan yaratıcı bir uyuşturucu madde bulmaya çalışırken, kasaba halkını kasıtlı olarak zehirlemişlerdi. 1951 Fransası’nda Sandoz Kimyasal’da çalışan bir kaç seçilmiş memurun dışında kimse şirketin CIA ile çalıştığını bilmiyordu.” *Sandoz: Novartis şirketinin önceki adı.
Philip Morris: Tarihinde skandal niteliğinde birçok işe imza atmış olsa da, şirketin kuruluşundan bu yana faydalandığı çocuk işçiler hakkında foyası yaklaşık 5 sene önce ortaya çıktı. Bu meseleyi katmerleyen şey ise, tütün işinde çalışan çocukların yeşil tütün isimli ölümcül bir hastalığa yakalanıyor oluşuydu.Dünyanın birkaç tütün tekelinden biri olan Philip Morris ile beraber diğer şirketler, özellikle Hindistan, Bangladeş ve Brezilya’da binlerce çocuğu tütün üretiminde yok pahasına, yaşamlarını tehdit ederek çalıştırmışlardır. Bu sayı sadece Malawi’de 78000’dir!2010 yılında, insan hakları izleme örgütleri Philip Morris’e tütün satan Kazakistan’daki yerel bir şirketin, 72 tane çocuk işçiyi zorla çalıştırdığını tespit etmiştir. Bu ve bunun gibi vakalar, yukarıda adını andığımız birçok ülkede, dahası bu şirketlere tütün sağlayan tüm ülkelerde yaşanmaktadır.
Mitsubishi: Şirket, 1943-1945 yılları arasında kendi istekleri dışında Japonya’ya getirilen 39.000 Çinli işçiyi, maden ve inşaat gibi sektörlerde zorla çalıştırmıştı. Mitsubishi Materials’ın öncülü olan Mitsubishi Madencilik ve onun taşeronları aracılığıyla Japonya’ya getirilen 3.765 kişi başına yaklaşık 16 bin dolar tazminat ödeyeceğini açıkladı. Bu işçilerin -kayıtlara göre- 722’si hayatını kaybetmişti.
Bristol Myers: Gwen Olsen, 15 yıl boyunca birçok laboratuvar ve ilaç şirketi için ilaç satıcısı olarak çalışmış, ilaçların olumlu etkilerini abartıp yan etkilerini küçülterek şirket karlarını arttırmış; bu paydan kendi payına düşeni almıştı. Fakat 15 yılın sonunda, yaşadığı deneyimlerden dolayı istifa etmişti. Bunca zamandır çalışmış olduğu bu şirketlerin tek kaygısının kar etmek olduğu gerçeğini ortaya çıkarmak için bu şirketleri tek tek deşifre etmeye başlamıştı. Bu şirketlerden biri de ilaç sektörünün en büyüklerinden biri olan Bristol Myers Squibb. Bu şirketin en çok satan ürünlerinden biri ise majör depresyon, şizofreni, bipolar mani “tedavisi” için geliştirilmiş olan Abilify. Öyle ki bu ürün 2014 yılındaki istatistiklere bakıldığında en çok kazandıran ilaçlar listesinde 7.8 milyar dolarla ikinci sırada. 2007 yılında Bristol Myer Squibb, Abilify’ın pazarlanmasındaki usülsüzlük ve amaç dışı (özellikle belirtilen yaşın altında/çocuklarda) kullanımı nedeniyle dava edilmiş; 515 milyon dolarlık bir ceza ödemek zorunda kalmıştır. Fakat 2009 yılının ilk altı ayında şirket, 1.9 milyar dolarlık satış yaparak zararını fazlasıyla karşılamış; kesilen cezalar, kazanılan paralar yanında devede kulak kalmıştır.
Gwen Olsen itiraflarında bu tür antipiskotik ilaçların intihara meyillilik, şiddet eğilimi, kalp rahatsızlıkları gibi yan etkilerinden bahsediyor ve tüm bu yan etkilere rağmen şirketlerin özellikle psikiyatrik ilaçlardan elde ettiği yüksek kar marjlarına dikkat çekiyor ve şöyle diyor: “Çocuklar, uyumlu hastalar olarak bilindiklerinden pazar için çok çekici oluyorlar. Çocuklar doktorlar, ebeveynler ve okul personeli tarafından ilaç kullanmaya zorlanıyorlar, böylece en ideal hasta tipine dönüşüyor; çünkü yeniden yeniden yazılan, sürdürülebilir reçeteleri temsil ediyorlar. Başka bir deyişle ömür boyu hasta, ilaç sektörü için de sürekli müşteri haline geliyorlar.”
Coca Cola: Dünyanın en prestijli çok uluslu şirketlerinden biri olan Coca-Cola’nın yaptığı sömürü ve katliamlar saymakla bitmiyor. Coca-Cola, 1880 sonlarında kuvvetli bir kokain ve kafein karışımı içeren tıbbi bir içecek olarak Amerika’da ortaya çıktı ve Georgia Atlanta’da üretime başladı. Bu eyaletin seçilmesi tesadüf değildi, çünkü çocuk işçilerle ilgili kısıtlamalar en son bu eyalette gerçekleşti. Şirketin ilk patronu Asa Chandler, çocukların fabrikalarda köle gibi çalıştırılmasını savunmuştu.Şirket, Nazi Almanyası’nda Hitler’i selamlamış, Apartheid döneminde siyah işçileri günlüğü 25 sente çalıştırmış, Japon ve Alman savaş esirlerini fabrikalarda çalıştırmış, 1954’te Guetemala’da askeri darbeyi desteklemiştir.Diğer taraftan özellikle Hindistan ve Meksika’da su varlıklarını tehlikeli seviyelere düşürecek kadar tüketerek, bölge topraklarında ciddi kirliliğe neden olan şişeleme fabrikalarıyla gündeme gelmiştir. Kolombiya ve Guetemala’da ise 5 Aralık 1996 tarihinde şirket, doğrudan sendika üyesi işçileri hedef alarak katletmişti.
Özlem Arkun
[email protected]
Bu Yazı Meydan Gazetesi’nin 30. sayısında yayımlanmıştır.
The post Kapitalizmin Kendisidir Skandal – Özlem Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>