Ne zaman ki, Gülen Cemaati ile uzunca bir süre “bu yollarda beraber yürüyen” AKP’nin araları bozuldu ve Erdoğan iktidarını güvende hissetmemeye başladı, 15 Temmuz patlak verdi. En tepede beliren bu güvensizlik hali “kandırıldık” söylemleriyle OHAL’e gerekçe yapıldı, ardı ardına çıkarılan KHK’larla bir cadı avı başlatıldı. Artık herkes birbirinden kuşkulanır; hatta herkes kendi banka hesabı ya da cep telefonundaki uygulamalar yüzünden kendisinden de kuşkulanır oldu.
Bu güvensizlik hali geçen yıldan bu yana azalmak yerine daha da kuvvetlendi. Devlet, benzer durumlardaki refleksini yineleyip “güvenlik”e kilitlendi. Bunun yeni bir örneği olarak, yıllar önce uygulanan ama sonradan vazgeçilen bekçilik sistemini devreye sokmaya karar verdi. Tam 7000 bekçi kadrosu açıldı devletin bu güvenlik kaygısıyla.
“Gece Kartalları” olarak makyajlanan bu teşkilattan “mezun olan” bekçilerin bir kısmı pilot il olarak seçilen İstanbul’da görev yapmaya ve hatta şimdiden “üst araması” ya da “GBT yapma” bahanesiyle sokaklarda terör estirmeye başladı bile.
İstanbul Valisi Vasip Şahin, amaçlarını, bekçilerin mahalleliye yakın bir konumda olmaları üzerinden o mahallede edinecekleri bilgiyi amirlerine ileterek bir tür fişleme de yapmaları olarak özetliyor.
Bu durum ister istemez, akla, hemen her meydana, her sokağa dikilen gözetleme kameralarını getiriyor. Onlar da ilk duyurulduklarında yine güvenlik ihtiyacı dillendirilmiş, artık sokaklarımız daha güvenli olacak denmişti. Bu kameraların kurulma evresinde bir kaç kapkaççı yakalanışı ana haberlerde ballandırıla ballandırıla anlatılmış, bu şekilde bu kameraların ne de gerekli olduğu algısı yaratılmaya çalışılmıştı. Geçen yıllar içinde kamera sayıları arttı ama iddia edildiği gibi kapkaç olayları ya da benzer “suç”lar azalmış değil.
Ensemizde bir gözetleme kamerası, mahallelerde volta atan bekçiler, yol kenarlarındaki polis noktaları, şehrin üstünde dolanan helikopterler, toplum destekli polisler, muhbirler… Başımızın üstünde durmadan büyüyen bir göz… Hepsi bizim güvenliğimiz için! Peki o zaman neden kendimizi güvende hissetmiyoruz?
Neden Güvende Hissetmiyoruz?
Aslında doğadaki tüm canlı varlıklar, içerisinde bulundukları koşulların kendi isteklerinin dışında herhangi bir değişiklik göstermesinden dolayı kaygılanırlar, buna karşı bir tepki ve önceki durumu korumak için savunma mekanizmaları üretirler. Bir duygulanım olarak da kendilerini güvende hissetmezler diyebiliriz. Benzer biçimde, günümüzün kapitalist ilişkiler dünyasında belli bir toplumsal statüdeki birey de, bu ilişkiler içerisinde kimliğini de belirleyen konumunu paylaşmak istemediği gibi yitirmek de istemez ve kaygılanır. Sahip olduklarını, mülkiyetlerinde olanları ellerinden kaybetmek istemezler. Bunun için bireyler de kapılar, kilitler, kasalara gereksinim duyarlar. İşte devlet polisiyle, bekçisiyle, kamerası, karakollarıyla bize bu güvenlik sağlayacağını iddia eder. Kendi varlığını, bizlerin güvenliği üzerinden inşa ettiğini söyler. Bunun için hemen her imkanı kullanarak büyük bir güvenlik algısı oluşturur. Böylece birey, devletin kendisini düşündüğünü, kendi güvenliği için çalıştığını düşünür. Böylece çok sıkça olduğu gibi, hayatı izinsiz olarak kaydeden kameraların gerekli olduğunu düşünür, adım başı oluşturulan polis noktalarını kanıksar, art arda GBT taraması yapılmasının iyi olduğunu düşünür ve toplamda bütçenin önemli bir kısmının güvenliğe ayrılmış olmasından rahatsızlık duymaz.
İnsan haklarıyla çeliştiği, özgürlükleri tehdit ettiği için sıkça tartışmalara yol açan bu güvenlik uygulamaları; bireyde, haklar ve özgürlükler yerine güvenliği “tercih” etmesi ile sonuçlanır. Çeşitli manipülasyonlarla bireydeki güvensiz olma durumu pekiştirilince, bir süre sonra “daha az hak daha çok güvenlik” talebi devletten önce bireyden gelmeye başlar.
Sonuçta, kendini güvende hissetmeyen bireyler, devletin güvenlik “çözüm”üne koşulsuz itaat ederler. Böylece devlet, kurduğu iktidar alanının tartışılmamasını, sorgulanmamasını sağlamış olur.
BEKÇİLİĞİN TARİHİ:
Osmanlı dönemindeki adı “pazvant” olan gece bekçiliği cumhuriyetin ilk yıllarından beri özellikle mahallelerde ve kasabalarda devletin önemli güvenlik güçlerinden birisi olarak sayılmıştır. Fakat dönemin ihtiyaçları doğrultusunda git gide önemleri azalmıştır. Bugüne kadar son bekçi alımı 1974’de yapılmıştır. Geçmişte 772 Sayılı Çarşı ve Mahalle Bekçileri Kanunu’na göre hareket eden bekçiler, 90’lı yılların başında yavaş yavaş mahallelerden alınıp emniyet içinde yan görevlere atanmışlardır. 2007 yılına gelindiğinde ise yan görevlerde ama hala bekçi statüsünde çalışan 8.152 bekçi polis olarak atanmıştır.
Son olarak Mayıs ayında yayınlanan 689 ve 690 sayılı KHK’larla, 7.000 gece bekçisinin işe alınacağı duyurusu yapılmıştır. Geçtiğimiz günlerde de pilot bölge olarak seçilen İstanbul’da 386 gece bekçisi göreve başlamıştır, halen 700 bekçi teorik ve pratik dersler almaktadır. Devletin amacı toplamda 7.000 gece bekçisi alarak, her mahalleye en az iki bekçi yerleştirmektir.
Yeni dönem gece bekçileri, eski kahverengi üniformalarını giymeyecekler fakat artık gece bekçisi deği, “gece kartalları” olarak anılacaklar. Gece 22:00 ile sabah 06:00 arasında çalışacak olan “Gece Kartalları” polisle aynı yetkiyi paylaşmakla beraber, ayda 3.500 tl maaş alacakları söyleniyor. /box]
Her Şey Devletin Güvenliği İçin!
Bu koşulsuz itaat, devletin kendi güvenliği için yapacaklarını da “meşru” kılmasını sağlar. Gözaltılar, operasyonlar, İHA’lar, SİHA’lar. Bunlar da devletin “güvenliği” içindir!
Tıpkı 1984 romanında bahsedildiği gibi, her yeri gözlerle doldurmak ister devlet. Hatta gözlerle dolduramadığın yerlerde de izleniyormuş, devamlı takip ediliyormuş hissiyatı yaratmak. Panoptikon’da olduğu gibi bir gözle değil, bir gözün seni izliyor olması korkusuyla itaat üretmek.
Kendini adaletsizlikler üzerinden var eden devletin, şimdi de bekçilik sistemiyle topluma yeni bir çeki düzen vermek istediği çok açıktır. Aslına bakılırsa bekçilik uygulaması, devletin tam bir denetim toplumu yaratma planında geçmiş yıllarda ortaya konulan “toplum destekli polis” gibi muhbirlik uygulamaları, ve özel güvenlik kurumlarının yetkisinin arttırılması ve çapının genişletilmesi gibi paramiliter uygulamaların tamamlayıcı bir öğesi olarak düşünmek daha yerinde olur. Ne kahverengi elbiseleriyle mahallerimizde volta atan bekçiler, ne de tepemizdeki kameralar nefes aldıracak bizlere. Yazının başından beri söylediğimiz gibi bizlere güvenli bir yaşamı sağlayacak olan şey “güvenlik güçleri” ya da araçları değil; o güçlerin yenildiği, araçların parçalandığı zaman ortaya çıkacak olanın ta kendisidir!
[box border="full"] Panoptikon:
Kelime anlamı – Pan (bütün), opticon (gözlemek) – bütünü gözlemek olup, Jeremy Bentham tarafından ortaya atılmış bir hapishane mimarisine verilen addır. Bu hapishane iç içe geçmiş halkalardan oluşmuştur. Hücreler bu halkalara yan yana dizilmişlerdir. Ortada bir gözetleme kulesi bulunmakta ve hücredeki tüm detaylar bu gözetleme kulesinde görülmektedir. Fakat, denetleme kulesinde kimin olduğu ya da birinin olup olmadığı tutsak tarafından bilinemez. Yani artık mesele, o kulede birinin olup olmaması değil, tutsağın devamlı izleniyormuşçasına hareket etmesidir. Bu fikrin kendisi çok tutmuş, benzer yöntemler artık sadece tutsakların değil, tüm toplumların üzerinde uygulanır hale gelmiştir.
Devlet İzleyendir, Denetleyendir:
“ …Yönetilmek, ne bunu yapacak hakka, ne bilgeliğe, ne de erdeme sahip yaratıklar tarafından gözaltında tutulmak, casus gibi izlenmek, idare edilmek, yasalara bağımlı kılınmak, sayılmak, kaydedilmek, fikir aşılanmak, vaaz verilmek, denetlenmek, hesaplanmak, değer biçilmek, sansür edilmek ve emredilmektir. Yönetilmek her türlü işlemle, her türlü hareketle not edilmek, kayda geçirilmek, sıraya alınmak, değeri belirlenmek, lisans verilmek, yetki verilmek, nasihat edilmek, yasak koyulmak, reformdan geçirilmek, düzeltilmek ve cezalandırılmaktır. Yönetilmek kamu yararı gerekçesiyle ve genel çıkarlar adına yükümlülüğe bağlanmak, yetiştirilmek, soyulmak, sömürülmek, tekellere bağımlı kalmak, zorbalığa maruz kalmak, köşeye sıkıştırılmak, gizemlerle büyülenmek ve yağmalanmaktır; en ufak bir direniş ya da yakınma sözcüğü karşısında baskıya uğramak, ceza görmek, aşağılanmak, taciz edilmek, takip edilmek, istismara uğramak, sopayla dövülmek, silahsız bırakılmak, hapse atılmak, yargılanmak, mahkum edilmek, kurşuna dizilmek, sürgüne gönderilmek, feda edilmek, satılmak, ihanete uğramaktır; alay edilmek, gülünç duruma düşürülmek , öfkelendirilmek, onursuz bırakılmaktır. Devlet budur, onun adaleti budur, onun ahlakı budur.”
P.J. Proudhon