The post Belçika Anvers Limanı’nda Yangın appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>İtfaiyelerin yangına müdahalesi sürüyor.
The post Belçika Anvers Limanı’nda Yangın appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Kölelik Karşıtı Eylemler Belçika’da da Sürüyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Cumartesi günü, kölelik karşıtları ve Afrikalı göçmenler Belçika’nın başkenti Brüksel’de de bir eylem gerçekleştirdi. Polis, Fransa’da olduğu gibi burada da eylemcilere saldırdı.
Polis saldırısı sonucunda yaklaşık 70 kişinin gözaltına alındığı söyleniyor.
The post Kölelik Karşıtı Eylemler Belçika’da da Sürüyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Katalan Bakanların Duruşma Tarihi Belli Oldu appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Federal Savcılık ofisinin açıklamasına göre bakanlar şartlı tahliye ile salındılar. Şartlı tahliye koşullarının yurt dışına çıkış yasağı ve sabit adreste ikamet etme zorunluluğu olduğu belirtildi
Bakanların duruşma tarihi 17 Kasım 14.00 olarak açıklandı.
The post Katalan Bakanların Duruşma Tarihi Belli Oldu appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Katalonya: Bağımsızlık Yanlıları Sokağa Çıktı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Katalan Meclisi, 1 Ekim’de gerçekleştirilen referandumu gerekçe göstererek 27 Ekimde bağımsızlık ilan etmişti. Ancak İspanya Devleti, bunun üzerine meclisi feshetmiş ve Katalonya’da erken seçime gidileceğini açıklamıştı.
Erken seçimin 21 Aralık günü gerçekleştirileceği açıklandı. Bunun üzerine Belçika’da yerel bir televizyon kanalına konuşan Puigdemont seçimlere katılacağını ve kampanyasını Belçika’da yürüteceğini açıkladı.
Puigdemont’un bu açıklamasından sonra bağımsızlık destekçileri Barselona Belediye Meclisi önünde toplanmaya başladı. Toplanma sokaklarda da devam ediyor.
The post Katalonya: Bağımsızlık Yanlıları Sokağa Çıktı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Puigdemont Geri Dönmeyeceğini Açıkladı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Suçlamalar yapılmadan önce haftasonu diğer parti üyeleriyle Belçika’ya giden Puigdemont’un sorgulama için İspanya’ya geri dönüp dönmeyeceği merak konusuydu.
Avukat Paul Bekaert, Puigdemont’un ve diğer üyelerin ülkeye ayak bastığında gözaltına alınmayacağının garantisi olmadığı için geri dönmeyeceklerini açıkladı. Ancak, bir sorgulama yapılacaksa Belçika’da gerçekleştirilebileceğini ve tarihte buna dair örneklerin olduğunu da ekledi
The post Puigdemont Geri Dönmeyeceğini Açıkladı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Batının İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar “Pegida” – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Avrupa’da yükselen sağ denildiğinde ilk akla gelen siyasi yapılardan birisi Yunanistan’daki Altın Şafak Partisi. Nikolaos Michaloliakos’un liderliğindeki parti, sıklıkla ırkçılık ve neo-nazilikle suçlanıyor. Partiyse aşırı sağcı olduğunu kabul ederek, eski diktatör Ioannis Metaxas’ın politikalarını savunduğunu kabul etti. 2012’de aldığı oylarla büyük bir yükselişe geçen parti, son iki seçimdeyse %6’nın üzerindeki oy oranını korumayı başardı. 2013’te Pavlos Fyssas’ın katledilmesinden dolayı doğrudan suçlu bulunan parti üyeleri dışında Michaloliakos da tutuklanmıştı. Altın Şafak, Avrupa’daki sağ partiler ve faşist hareket arasındaki ilişkinin ne olduğunu, ne olabileceğini göstermesi açısından önemli bir örnek.
Ekim ayından bu yana, her hafta gerçekleştirdikleri İslam karşıtı gösterilere 350 kişi olarak başlayan PEGIDA (Batının İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar), 25 Ocak’ta düzenlediği gösteride 17 bin kişilik kitleye ulaştı. Bunda özellikle 7 Ocak’ta gerçekleşen Charlie Hebdo saldırıları sonrasında Avrupa’da yükselen sağ-kanat hareketlenmenin etkisi büyük.
Ekim 2014’te Almanya’da faşist hareketin ve sağ hareketlerin başşehri olarak anılan Dresden’de, Lutz Bachman’ın öncülüğünde kurulan PEGIDA, Avrupa’daki diğer faşist parti ve hareketler gibi ekonomik kriz ve ardından gelen kemer sıkma politikalarının nedeni olarak göçmenleri görmekte. Avrupa’daki göçmenlere karşı bir dizi önlem alınmasını savunan hareket, aynı Avusturya’daki göçmen politikaları gibi sıkı göçmen karşıtı politikaları savunuyor.
Charlie Hebdo saldırısı sonrasında, İslam ve göçmen karşıtlığı üzerinden taraftar kitlesini arttıran PEGIDA hareketi söylemleri nedeniyle Almanya ve Avrupa genelinde sıkı bir şekilde takip ediliyor. Geçen haftalarda PEGIDA lideri Lutz Bachman, Hitler bıyığı ile çektiği fotoğrafını ‘’O tekrar burada’’ şeklinde bir yazı ile internette paylaşmıştı. Dresden’de, 15 Ocak’ta Eritreli bir göçmenin evinde bıçaklanmış bir şekilde bulunması üzerine PEGİDA taraftarlarının durumu onaylayan yorumlarıyla beraber düşünüldüğünde, bu hareketin her geçen gün radikalleşen tavrı fark edilebilir. PEGIDA özellikle Liepzig, Südthüringen, Kassel, Würzburg, Bonn, Düsseldorf ve Frankfurt’ta yerel çalışmalarını oluşturmuş durumda ve özellikle son haftalarda politik tartışmalara neden oluyor. Almanya İçişleri Bakanı Thomas Maiziere eylemlere katılanları toplumsal kaygılarını dile getirenler olarak dillendirirken; başbakan Angela Merkel, düşüncelerin ifade edilmesi noktasında Almanya’da herkesin özgür olduğunu ancak Almanya’da kimsenin göçmen karşıtı ajitasyon yapamayacağını, yapanların da Almanya’da yerinin olmadığını vurgulayan açıklaması aslında bu politik tartışmanın ulaştığı boyutları gözler önüne seriyor.
Tüm bu tartışmalar Almanya’da devam ederken açık olan şey, PEGIDA’nın hareketlendirdiği kitlenin yabancı düşmanlığı üzerinden bir araya gelen bir kesim olduğu gerçeği. Avrupa’da özellikle son dönem yükselen sağ-kanat hareketlerle beraber yapılmayacak bir değerlendirme, PEGIDA’nın nasıl bir siyasal sürecin sonucunda oluştuğunu görmemizi engelleyecektir. Tabi bir de Ukrayna’dan İtalya’ya Avrupa’da yükselen faşist mobilizasyonu…
2009 yılında gerçekleşen bir kongreyle, içinde Macaristan’dan Jobbik, Fransa’dan Ulusal Cephe, İtalya’dan Tricolour Flame, İsveç’ten Ulusal Demokratlar ve Belçika’dan Ulusal Cephe’nin de olduğu bir birlik kuruldu. Litvanya’dan Belçika’ya Avrupa’nın farklı bölgelerinden aşırı sağ partilerin oluşturduğu birliğe en son Ukrayna’dan Svoboda gözlemci olarak dahil oldu. Svoboda, Ukrayna’da Rusya ile devam etmekte olan gerilimin yaşandığı zamanlarda adından aşırı Ukrayna milliyetçisi söylemleri ve Rus karşıtlığı ile söz ettirmişti.
İlyas Seyrek
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 24. sayısında yayımlanmıştır.
The post Batının İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar “Pegida” – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Anarşist Teori ve Pratik Tartışmaları(1) : “Onaltılar Manifestosu” – Pyotr Alekseyevich Kropotkin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Anarşist yoldaşlardan Pyotr Kropotkin’in de imzacıları arasında olan ve 1916 yılında yayımlanan Onaltılar Manifestosu, işte tam da böyle bir aşamayı yaratmıştır. 1. Dünya Savaşı’na karşı kaleme alınan bu manifesto, yanlış yorumlanmasıyla, anarşist düşünürler arasında bir tartışma yaratmıştır. 1. Dünya Savaşı’nın başlamasından tam iki yıl sonra kaleme alınan bu manifesto, başta Kropotkin olmak üzere, 15 anarşist yoldaşın imzasıyla yayılanmış ve geniş çevrelerde yankı bulmuştur.
Onaltılar Manifestosu açık ve net bir şekilde devletlerarası başlatılan ve halkların katliamıyla sonuçlanacak 1. Dünya Savaşı’na karşı olunduğu ve bu savaşın ancak devletlerin terörüne karşı direnerek sonlandırılabileceğini belirtilse de, dönemin kimi anarşist düşünürleri tarafından farklı yorumlanmıştır.
Manifestoya karşı “Cenevre Anarşist-Komünistler Grubu” adıyla, imzacıları arasında Alexander Berkman, Emma Goldman, Errico Malatesta gibi anarşist yoldaşların da bulunduğu bir eleştiri yayımlanmış ve Onaltılar Manifestosu’na ağır eleştiriler getirilmiştir. Kropotkin’in militarist, savaş yanlısı gibi ithamlarla eleştirildiği bu metin, anarşist düşünürler arasında da tartışma konusu olmuştur.
Kropotkin, Onaltılar Manifestosu’nda Alman işgalci kuvvetlerin saldırılarının, yaratılmak istenen devletsiz, sınırsız ve özgür dünya önündeki en büyük tehdit olduğunu ve bu tehdide karşı direniş göstermenin önemini vurgularken aynı zamanda Alman devletine karşı savaşın, tüm devletlere karşı verilen bir savaş olduğunu söylemiş, anarşistlerin var olan bu savaşa karşı direniş göstermesinin, bütünlüklü olarak devlet terörüne karşı bir direniş olduğunu açıklamıştır.
Tıpkı Bakunin’in yaptığı gibi, Kropotkin’in de Alman devletinin ve Alman faşizmin geçmişte olduğu gibi tekrar durdurulması gerektiğini bu yüzden anarşistlerin de savaşa girmelerini, bunun kaçınılmaz bir gerçek olduğunu söylediği Onaltılar Manifestosu, işte tam da bu noktada “Kropotkin’in savaş çağırıcılığı” iddiasıyla, birçok anarşistin hedefinde olmuştur.
Günümüzde ekonomik ve siyasi çıkarlara bağlı olarak savaş dengelerinin değiştiğini göz önünde bulundurursak, Alman devletinin de 1. Dünya Savaşı planıyla aynı kaygıyı güderek birçok coğrafyayı işgal edeceğini ve halkları katledeceğini görmek çok da zor değil.
Onaltılar Manifestosu’nun üzerine ilerletilen tartışmaların, içinde bulunduğumuz coğrafyanın anarşist mücadelesine de katkıda bulunacağını düşünerek, ilk kez Türkçe’ye çeviriyoruz. Anarşizm tarihi içerisinde bir tartışma konusu olan bu manifestonun, 1. Dünya Savaşı’na karşı geliştirilen anarşist perspektifi ve yazıldığı dönemde yarattığı etkiyi dikkate alarak yayımladığımız bu çeviriyle birlikte, “Anarşizmin Teori ve Pratik Tartışmaları” yazı dizimizi de başlatmış oluyoruz.
ONALTILAR MANİFESTOSU – Pyotr Alexeyevich Kropotkin Her yerden sesler, bir an önce barışın sağlanabilmesi için yükseliyor. Yeterince kan döküldüğünü, yeterince yıkım olduğunu ve her koşulda bunun bitmesi gerektiği söyleniliyor. Bizler herkesten çok ve uzun süredir, gazetelerimizde, halkların aralarındaki savaşa ve imparatorluğun ya da cumhuriyetçiliğin maskesi altında gülünç duruma düşen militarizme karşıyız. Ayrıca tartışılan barış esasları, Avrupalı işçiler tarafından evrensel bir kongre sonrası belirlenseydi memnun olurduk. Üstelik Alman halkı Ağustos 1914’te topraklarını korumak için hareket edildiğine inanmış olsa bile, bu halkın aslında fetih savaşları için aldatılmış olduklarını fark etmeleri için zamanları vardı. Aslında Alman işçilerin gruplarında en az çalışan Almanlar, çok veya az ilerlemiş olanlar, şimdi anlamak zorundalardır ki Fransa’nın, Belçika’nın ve Rusya’nın bu istila planları çok önceden hazırlanmıştır ve eğer savaş 1875, 1886, 1911 ya da 1913’te patlak vermediyse bunun nedeni uluslararası ilişkilerin daha elverişli olmaması ve de askeri güçlerin Almanya’ya yeterince zafer vaat edememesidir ( tamamlanacak olan stratejik hatlar, Kiel Kanalı’nın genişletilmesi, mükemmelleştirilmesi gereken büyük kuşatma topları). Ve şimdi, yirmi aylık savaş sürecinin ve korkunç kayıpların ardından, Alman ordularının istilalarının savunulacak olmadığı görülmelidir. Daha bile önemli olarak farkında olunmalıdır ki, fethedilen yerlere katılıp katılmamayı dile getirmek, her bölgenin halkına düşmektedir (Fransa, Avusturya-Macaristan yenilgisi sonrasında, 1859’da farkına varmıştır). Eğer Alman işçiler durumu bizim anladığımız ve zaten zayıf bir azınlık olan sosyal demokratların anladığı gibi anlamaya başlasalardı, barışla ilgili tartışmaların başlayabilmesi adına ortak bir zemin bulunabilirdi. Fakat ilhak etmeyi kesinlikle reddettiklerini bildirmeleri ya da onayladıklarını bildirmeleri; böylece istilacı ülkeler üzerinde vergi alma hakkından vazgeçmeleri, istilacıların komşu ülkelere verdiği maddi zararı Alman devletinin ödeme zorunluluğunun farkına varmaları ve ticaret anlaşması adı altında ekonomik bağımlılığı zorla kabul ettirmek istememelilerdir. Ne yazık ki günümüze kadar Alman halkında bir uyanış belirtisi göremiyoruz. Zimmerwald Konferansı hakkında konuştuk fakat bu konferansta eksik olan temel, Alman işçilerin tanıtımıydı. Yaşamın Almanya’da pahalı olmasından kaynaklı birçok ayaklanma olayları görmekteyiz. Ama bu ayaklanmaların büyük savaşlarla sürelerini etkilemeden paralellik gösterdiğini unutuyoruz. Bu zamanlarda Alman hükümeti tarafından alınan hükümler, yeni saldırıların ilkbahar dönüşüne hazırlandığını kanıtlamaktadır. Ama nasıl ki müttefiklerin ilkbaharda yeni ordularla, yeni ekipmanlarla, öncelere göre daha güçlü toplarla karşı koyacağını bildiğinden, müttefik halkların arasında geçimsizlik ekmeye çalışmaktadır. Ve bu amaçla savaşın kendisi kadar eski bir araç kullanmakta, yalnızca orduların ve ordu sahiplerinin karşı koyabileceği gelecek barış söylentilerini yaymaktadır. Bülow ve sekreterleri İsviçre’de kaldıkları son günlerde, bu uygulamaya tabii tutulmuştur. Ama hangi koşullar altında barışın bitirilmesini öneriyor? Neue Zuercher Zeitung’a göre -ki buna resmi gazete olan Nord-deutsche Zeitung da karşı çıkmıyor- Belçika’nın büyük bir kısmı boşaltılacak, ama bir şartla: Ağustos 1914’te olduğu gibi Alman askerlerinin geçişinin engellenmeyeceğine dair sözler verilmesi gerekiyor. Peki, bu sözler ne olacak? Belçika’daki kömür madenleri? Kongo? Kimse söylemiyor. Ama yıllık büyük bir katkıda bulunulması, şimdiden arz ediliyor. Fransa’da fethedilen topraklar geri verilecek ki buna Lorraine’in Fransızca konuşulan kısmı da dâhil. Ama karşılığında, Fransa, 18 milyarlık Rus borçlarını Alman devletine aktaracak. Bu 18 milyarlık “katkı”yı Fransız tarım ve endüstri işçileri geri ödemek durumunda kalacak, çünkü sonuçta vergileri onlar ödüyor. Kendi emekleriyle oldukça zengin bir hale getirdikleri on bölüm için 18 milyar verilecek, ama bu bölümler kendilerine harap edilmiş bir şekilde geri verilecek. Almanya’da barışın koşullarıyla ilgili ne düşünüldüğüne gelecek olursak, bir olgu kesin: Burjuva basını ülkeyi, Belçika ve Kuzey Fransa’nın bazı kesimlerinin topraklarına katılacağı fikrine hazırlıyor. Ve Almanya’da bu fikre karşı çıkma kapasitesine ait herhangi bir güç yok. Bu “fetih”e karşı ses çıkarması gereken işçiler bunu yapmıyor. Sendikalı işçiler kendilerinin emperyalist ateşi tarafından yönetilmesine izin verirken, hükümetin barışla ilgili kararları üstünde herhangi bir etkiye sahip olmak için fazla zayıf olan sosyal demokrat partisi -bütün bir kitleyi temsil etse dahi- kendisini bu konuda ikiye ayrılmış buluyor ve partinin çoğunluğu hükümeti destekliyor. Alman İmparatorluğu, 18 aydır ordularının Paris’ten 90 kilometre uzakta olduğunun bilinci ve yeni fetihler hayal eden Alman halkının desteğiyle birlikte neden çoktan yapılan fetihlerden bir çıkar elde edemeyeceğini göremiyor. Kendisini istediği zaman Fransa’ya saldırabilmesi, kolonilerini ve öbür bölgelerini alabilmesi ve direnişinden artık korkmamasını sağlayacak yeni silahları alabilmesi için yeni milyarlarını kullanabileceği barış koşullarını dikte edecek kudrette buluyor. Şu noktada barıştan bahsetmek, tam anlamıyla Alman devletinin, Bülow’un ve ajanlarının oyununa alet olmak olur. Bize gelince, biz kesinlikle bazı yoldaşlarımızın Almanya’nın kaderini yönetenlerin barışçıl eğilimlerine dair sahip olduğu illüzyonları paylaşmayı reddediyoruz. Biz tehlikenin direk yüzüne bakmayı tercih ediyoruz ve bu tehlikeyi engellemek için ne yapabileceğimizi araştırıyoruz. Tehlikeyi görmezden gelmek, onu arttırmak demektir. Alman saldırısının yalnızca kurtuluşa dair ümitlerimize karşı bir tehdit olmakla kalmayıp, bütün insan evrimine karşı da bir tehdit olduğunun fazlasıyla farkındayız. Bundan ötürüdür ki bizler, anarşistler, anti-militaristler, savaş düşmanları, barışın ve kardeşliğin tutkulu savunucuları olarak direnişten yanayız ve bu yüzdendir ki kendimizi, kendi kaderimizi, halkın geri kalanından ayırmak zorunda hissetmedik. Bu halkın müdafaasını kendi ellerine alıp ilgilenmesini görmeyi tercih ettiğimiz gerçeği üstünde durmanın, gerekli olmadığı kanısındayız. Bunun imkânsız olmasıyla beraber, değiştirilemeyecek olanın acısını çekmek dışında yapılabilecek bir şey yoktu. Ve savaşanlarla birlikte iddia ediyoruz ki, Alman halkı en mantıklı kavramlar olan hak ve adalete geri dönerek Pangermanist politik hâkimiyetin projelerinin enstrümanı olmayı reddetmediği sürece, barış söz konusu bile olamaz. Şüphesiz, savaşa, cinayetlere rağmen, bizler enternasyonalist olduğumuzu ve halkların birleşimi ile sınırların yok olmasını istediğimizi unutmuyoruz. Ama biz halkların (Alman halkı dâhil) uzlaşmasını istediğimizden ötürüdür ki, özgürlüğe dair tüm ümitlerimizin mahvoluşunu temsil edecek bir saldırgana karşı direnmeleri gerektiğini düşünüyoruz. 45 yıl boyunca Avrupa’yı uçsuz bucaksız ve sağlamlaştırılmış bir kamp haline getiren bir parti kendi koşullarını dikte edebiliyorken, barıştan bahsetmek bizlerin yapabileceği en büyük hata olur. Direnmek ve onun planlarını alaşağı etmek, aklı yerinde olan Alman halkına yolu açmak ve bu partiden kurtulmasını sağlamak için gerekli olanları tedarik etmektir. Alman yoldaşlarımız bilsinler ki, bu iki taraf için de avantajlı olan tek sonuçtur ve bizler kendileriyle işbirliği yapmak için hazırız. 28 Şubat 1916 Olaylardan sonra yayımlanan bu bildiri, Fransa ve yabancı basında yayınlanacağından dolayı ancak on beş yoldaşımız bu bildiriyi onaylamıştır: Christian Cornelissen, Henri Fuss, Jean Grave, Jacques Guérin, Pierre Kropotkine, A. Laisant. F. Le Lève (Lorient), Charles Malato, Jules Moineau (Liège), A. Orfila, Hussein Dey (Cezayir), M. Pierrot, Paul Reclus, Richard (Cezayir), Tchikawa (Japonya), W. Tcherkesoff.
Çeviri: Furkan Çelik & İrem Taştan
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 20. sayısında yayımlanmıştır.
The post Anarşist Teori ve Pratik Tartışmaları(1) : “Onaltılar Manifestosu” – Pyotr Alekseyevich Kropotkin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>