The post “Terörist” Diyemezse “Kaza” Der – Şeyma Çopur appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Ömer Barış’ı geçtiğimiz hafta tanıdık. Polis tarafından ensesinden vurularak katledildiğinde… Haberlerde ve katil polisin yaptığı savunmada “kaza” olarak yer aldı ölümü. Polis havaya ateş etmiş, sonrasında, bir anda Ömer’in ensesine isabet eden mermi, kovandan çıkıvermişti. Tıpkı mendil satan Bülent Çalıkıran zabıtadan kaçarken, ona çarpıveren araba gibi. 4 yaşındaki göçmen Alan Kurdi’yi kıyıya taşıyan botun “kazayla” devrilerek Alan’ın bedeninin kıyıya vurması gibi. İnşaattan düşerek iş “kazasında” yaşamını yitiren 15 yaşındaki Ahmet gibi…
Devlet Katliamı Sever
Devlet katliamdan çekinmez, katletmeyi sever. Yüzyıllardır süregelmiş devletlerin her birinin tarihinde katliam geleneği vardır. Yapılan her katliam, devleti kanla beslemiş ve kendinden olmayanı yok etmeye yönelmiştir. Kürt diyerek, Ermeni diyerek, teferruattır diyerek… Ancak her katliamı yapan kılıfını hazırlar. Devlet de çoğu zaman “düşman” diyerek toplumun hassasiyetlerini kurcalar, savaşların ve katliamların hepsini meşrulaştırır.
Bir Kürt, devlet için düşmandır. Devlet Roboski’de yaptığı katliamı savunmaktan çekinmez. Bir aileyi, bir şehri, bir halkı katleder böylelikle.
Devrimciler devlet için düşmandır, işkencehanelerde, hapishanelerde, ölülerine bile yapılanları savunur devlet hiç tereddütsüz.
Ancak her zaman işler devletin planladığı gibi gitmez, Gezi İsyanı gibi katliamın meşruluğunun hiç kimse tarafından kabul edilmediği dönemlerde devletin tek çaresi, şiddeti herkese yönelterek herkesi korkutmaktır. “Tabi yapacaktık, iyi yaptık, size de yaparız” gibi kendinden emin konuşarak, herkesi susturmaya çalışır.
“Berkin ekmek almaya gitmiyordu, eyleme gidiyordu, ondan vurduk” diyerek kendi meşruluğunu, manipülasyonlarla, anlamsızlıklarla tekrar ve tekrar yaratmayı çabalar.
“Terörist” Diyemezse “Kaza” Der
Ne yapsa ne etse devlet bazı katliamları kılıfına uyduramaz. Çünkü toplumun hassasiyetlerine ulaşamadığı, vicdanına hitap edemediği, arasına sızamadığı bazı çatlaklar vardır. Bu tür durumlarda sığınabileceği en iyi bahanesi “kaza”dır. Devlet açıklayamadığı katliamları sevmez. Çünkü toplumun vicdanını uyandırmak tehlikelidir.
Devlet 16 yaşındaki Ömer’in katledilmesinin bir tarifini yapamaz. Çünkü toplumda yarattığı hassasiyetlerde bile Bülent’in hiçbir “suç”u yoktur. Ömer de Berkin gibi katliam kelimesinin karşılığı olmasına rağmen devlet ona “kaza” diyerek katliamın üstünü örterken Berkin’in katledilmesinin emrini kendisinin verdiğini açıkça belirtmişti.
Bir işçinin şantiyede düşerek yaşamını yitirmesinin, toplumda karşılığı vicdandır. Bu vicdanı susturmak için ona da “kaza” der devlet. Soma’da katledilen madencilere de… Hatta bazen “sorumluları” işten atar, açığa alır, savcılığa verir. Kendini tatmin etmek için değil, toplumun vicdanını tatmin etmek ister.
Ne Yapsalar Katliam Ne Söyleseler Yalan
Toplumsal hareketleri ve kendine karşı olan her şeyi yakıp yıkmaya çalışan devletin tek çıkar yolu daha çok baskı, daha çok yalan ve daha çok katliamdır. Yoluna taş koyanı da, yolundan etmek ister. Ancak kim olursak olalım, nerede yaşarsak yaşayalım bilmeliyiz ki; onların yaptıkları katliam, söyledikleri yalandır.
Şeyma Çopur
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 37. sayısında yayınlanmıştır.
The post “Terörist” Diyemezse “Kaza” Der – Şeyma Çopur appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Berkin Burada Biz Buradayız appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>2013’ün Haziran’ında, sokak ortasında vurulmuştu Berkin; bir polisin hedef gözeterek attığı gaz bombasıyla kafasından yaralanmış ve vurulduğu yerde düşüp kalmıştı. O gün derin bir uyku başlamıştı onun için; ailesi ve dostları onun uyanmasını beklerken, Berkin o derin uykuda günlerini devirdi, yeni yaşını uykudayken karşıladı. Hastane kapısında, sokaklarda, meydanlarda Berkin’in sesi soluğu olanlar haykırdı onun mücadelesini; o uyanacak ve özgürlük mücadelesine kaldığı yerden devam edecekti. Ekmek almak için çıktığı sokakta vurulmasının, derin uykulara hapsedilmesinin, haksızlıkların, adaletsizliklerin hesabını sormaya devam edecekti. Ama olmadı; Berkin’in yaşam için direnen yüreği, o derin uykunun 269. gününde sustu. O günden sonra, Berkin’in 15 yaşındayken 16 kiloya düşürülmüş bedeni, sayısız vicdanda ses buldu, “Berkin’in hesabını soracağız” çığlıkları sokakları doldurdu.
Berkin’in yaşamını yitirmesinin ardından, onun ölümünün hesabını sormak isteyenler elbet oldu. Devletin katilleri koruyacağı aşikar olsa da, yine de adalet beklendi duruşma salonlarından, mahkemelerden… Adnan Çimen, Abdullah Yıldırım, Seyfettin Alıcı ve Faruk Bildirici isimli savcıların elinden geçen soruşturma dosyası, son olarak savcı Mehmet Selim Kiraz’a teslim edildi. Adalet, Kiraz’ın vereceği karardan beklendi.
Avukatları, Berkin’in vurulduğu günün kamera kayıtlarını güç bela savcılığa iletti; görüntüler incelendi; Berkin’in vurulduğu 11 Mart günü gaz fişeği kullanan üç polis tespit edildi. Tespit edilen üç polisle birlikte görev yapan yirmi polisle ilgili emniyete yazı gönderildi, polislerin açık kimlik bilgileri ve adresleri istendi.
Ancak emniyet ne polislerin adreslerini ne de kimlik bilgilerini verdi; yapılan yazışma yaklaşık beş ay boyunca karşılıksız ve yanıtsız bırakıldı. Gelmeyen cevabın ardından savcılık bu kez de olay günü Okmeydanı’nda görev yapan yirmi polisin resmi kıyafetli fotoğraflarını istedi; ancak emniyet daha önce olduğu gibi yine cevap vermedi.
Berkin katledildi; onun için adalet arayanlar okulundan, işinden atıldı, haklarında sayısız soruşturma başlatıldı; onun hesabını soranlar gözaltına alındı, tutuklandı. Berkin’in yüreğinin susmasının üzerinden neredeyse bir buçuk yıl geçti; ancak aradan geçen bunca zamana rağmen ne emniyetten bir açıklama geldi ne de mahkeme salonlarından adalet.
Berkin İçin Boykota, Sokağa
Ama kimse yılmadı; soruşturmalardan, gözaltılardan, tutuklamalardan korkmadı. 15 yaşındaki bir yüreği susturunca, herkesin susacağının, susacağımızın yanılgısına kapılanlar, karşılarında milyonlarca Berkin buldu. “Berkin’in alamadığı ekmeyi size yedirmeyiz” diyen kardeşleri okullarda, sokaklarda, meydanlarda Berkin için, adalet için direndi. Berkin’in katledilmesinin 1. yılında, kardeşleri okula gitmedi, “Berkinler Sokağa, Okulları Boykota” diyerek sokaklara çıktı.
Berkin’i unutturmamak, katillerinden hesap sormak isteyen kardeşleri, Berkin’in vurulduğu gün haykırdı yeniden: “Unutmayacağız, Affetmeyeceğiz” diye. Lise Anarşist Faaliyet, Berkin için, İstanbul’un farklı yerlerindeki 12 okula sabotaj eylemleri düzenledi; “Berkin Burada, Biz Buradayız”, ”Berkin için Boykottayız” yazılamalarıyla sokakları donattı. 12 farklı okulun tabelaları, kapıları, duvarları kırmızıya boyandı; Berkin’in hesabını soranlara tahammül edemeyenlerse çareyi birçok yerde tabelaları sökmekte, dersleri geç başlatmakta, Berkin’i ve onun için hesap soranları görünmez kılmaya çalışmakta aradı.
Ama olmadı.
Berkinler Gezi Parkındaydı
Gece sabotaj, gündüz boykot yapan liseliler, aynı gün isyanlarını sokaklara taşıdı. Lise Anarşist Faaliyet, Taksim Gezi Parkı’nın merdivenlerinde Berkin’in sesi, yüreği oldu. Parkın merdivenlerinde, “Berkin Burada” yazılı pankartı açan sekiz liseli haykırdı; “Berkin’i katleden polisler görsün, Berkin burada, biz buradayız” diye. Berkin’i katleden polisler liselilere saldırmaya kalkışınca, liseliler “Katiller! kan istiyorsanız, alın size kan” diyerek Gezi Parkı’nın merdivenlerini kırmızıya boyadı. 60 polis, Berkin’in hesabını soran sekiz liseliye saldırırken liseliler susmadı; “Yılmayacağız, korkmayacağız” diye bağırdı katillerin suratlarına.
Çağlayan Adliyesi’nde Berkin Soruşturması
Bugünlerin ardından, katilleri saklayan, cinayeti aklayan adliye sarayları, Berkin için yürütülen farklı bir soruşturmaya şahit oldu bu kez. DHKC’li Şafak Yayla ve Bahtiyar Doğruyol, Berkin’in soruşturmasını yürüten savcı Mehmet Selim Kiraz’ın Çağlayan Adliyesi’ndeki odasına girerek, savcıyı rehin aldı. Bu andan itibaren yaşananlarsa, Berkin için “gelmeyen adalet”i anımsattı naklen yayın yapan televizyonlarda, sosyal medya kanallarında.
Başta Berkin’in katillerinin kamuoyuna açıklanması olmak üzere toplam dört talep sıralayan eylemciler, bu taleplerin karşılanması durumunda eylemlerini sonlandıracaklarını, aksi takdirde ise savcı Mehmet Selim Kiraz’ı cezalandıracaklarını belirttiler. Taleplerin karşılanması için verilen üç saatlik süre, eylemcilerin kurulan bir heyetle yaptığı görüşmelerle, müzakere aşamalarıyla uzatıldı.
Tüm bu süre içerisinde ise soruşturma dosyasındaki belgeleri inceleyen Yayla ve Doğruyol, dosyadaki şüpheli polislerin kimlik bilgilerinin bulunduğu sayfaları sosyal medyadan paylaştılar. Devletse, asıl talep olan katillerin kimliklerini açıklamak yerine savcının odasına özel harekat timleriyle operasyon hazırlığındaydı.
Zaman ilerliyor ancak söylenen hiçbir talep, devlet yetkilileri tarafından karşılık bulmuyordu. Artık ilerlemeyen görüşmelerin ardından polisin savcının odasına düzenlediği operasyon seslerine Yayla ve Doğruyol’un marşları, sloganları karıştı; eylemciler yaşanan çatışmada polis tarafından katledildi.
Çağlayan Eylemi, Devlet Terörünün Bahanesi Oldu
Çağlayan Adliyesi’nde yaşanan ve coğrafyanın neredeyse tek gündemi haline gelen eylemin ardından devletse, baskısını ve terörünü daha da arttırmaktan geri durmadı. Şafak Yayla ve Bahtiyar Doğruyol’un adliyeye sahte avukat kimliği ile girdiği bahanesine sığınan devlet, bu terörünü doğrudan avukatlara ve adliye çalışanlarına da yönlendirdi. Yasal prosedürlere göre “ağır cezalık bir suçüstü hali olmadıkça üst aramasına tabi tutulamayan” avukatların üstü ve çantaları adliye girişlerinde aranmak istendi; bu “adaletsizliğe” direnen avukatlar da, Berkin’in hesabını soran niceleri gibi darp edildi, gözaltına alındı, işkenceye maruz kaldı.
Berkin katledileli, tam bir buçuk yıl oldu. Onun sesi, yüreği, adalet arayan inancı olanlar, bugün hala sokaklarda; hem Berkin hem de devletin adaletsizliğinde yitip giden nicesi için. Adaletsizliğin temeli olan devlet şimdi, adaletsizliğinin mabedi olan adliye saraylarında gerçeği karartmaya, katilleri aklamaya, adalet isteyenleri cezalandırmaya devam ediyor. Adliyelerde, okullarda, sokaklarda, meydanlarda ise Berkin için adalet isteyenlerin mücadelesi sürüyor. Çünkü Berkin hala direniyor; “Berkin Burada, Biz Buradayız!”
The post Berkin Burada Biz Buradayız appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Rojava’dan Lice’ye D(evletin) Planı Katliam” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Yine aynı yerde; Lice’de, 2009 yılında havan topuyla katledilen Ceylanların öfkesiyle kalekolların karşısına dikilmişti Ramazan Baran ve Baki Akdemir. 15 gün boyunca kalekollara karşı direnen Lice halkı, devletin sadece askeri stratejileriyle değil, psikolojik savaşına karşı da koydu.
Devlet, Ramazan ve Baki’yi de Lice’de katlettikleri gibi katletti.
Lice
Sadece Ceylanların, Medenilerin, Ramazanların, Bakilerin katledildiği yer değildi Lice. TC devletinin kuruluşundan bu yana, devletin savaş politikalarına karşı Kürt halkının direnişinin yeriydi.
1927’de, TSK Lice’ye bağlı 280 köyü yerle bir eder; binlerce insanı katleder. Şeyh Said İsyanı’nın bedelidir bu. Lice, bu tarihten sonra devletin sürekli kontrol altında tutmaya çalışacağı bir yer olacaktır. Ve tabi devlet hegemonyasına karşı örgütlü direnişin doğacağı yer de…
1950’li yıllarla beraber, Kürt siyasal hareketinin örgütlendiği bir yer haline gelmiştir. Büyük mitinglerin yapılmaya başlandığı Lice, devletin siyasal iktidarını dayatamadığı bir coğrafya haline gelmiştir.
1980’lerde Fis’le beraber anlamı büyür Lice’nin. Kürt Özgürlük Hareketi’nin temelleri burada atılır. 1990’larda devletin korucu yapma politikasına Lice halkı karşı çıkar. Yine köy boşaltmalar, zorunlu göçler. 2000’e kadarki süre içerisinde JİTEM’in insan kaybetme politikasının en yoğun işlediği yer haline gelir.
Lice’nin direnen tarihi, aslında TC’nin kuruluşundan bu yana, bölge üzerindeki planlarının yoğunlaştığı ama başarıya ulaşamamasının tarihidir. Sözde barış süreciyle Kürdistan coğrafyası, kalekollarla teslim alınmaya çalışılırken Lice halkının direnişi, bu coğrafyanın devletin gerçek yüzünü bilmesinden dolayıdır.
Barış Sürecinin Planları
Tayyip Erdoğan, Ağrı’da yaptığı konuşmasında “barış” sürecinin istenildiği gibi gitmediği bir durumda, uygulanabilir diğer planlarının olduğundan bahsetti. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi önünde “çocuklarının PKK tarafından kaçırıldığı gerekçesiyle” oturma eylemi başlatan anneler, Ağrı’daki konuşmaya iyi bir arka plan oluşturdu. Sadece hükümet değil, CHP ve MHP de mevzubahis gündemin verimliliğinden yararlanmaya çalıştı.
Hükümetiyle ana muhalefet partileriyle girişilen karalama kampanyası sırasında, meşrulaştırılmaya çalışılan, “barış” sürecinde devletin en önemli hamlelerinden biri haline gelen kalekol çalışmalarıydı. Hükümete yakın yayın organlarında son bir aydır iyice belirginleşen “uyuşturucu taciri” örgüt karalamasına, bir de “çocukları kaçıran” örgüt kampanyası eklenmişti.
Tabi ki bu karalama kampanyaları sadece kalekolların bir yandan rahatça işleyebilmesi için izlenen bir politika değildi sadece. Hedeflenen özellikle Kürt halkının gözünde özgürlük hareketinin meşruluğunu kırmaktı. Kalekol direnişlerinin başından bu yana gerillanın halkla beraber belirginleşen tavrı, bölge üzerindeki stratejileri rahatsız etmiş olacak ki, karalama kampanyalarının hedefine özgürlük hareketi alınmıştır.
Erdoğan’ın B ve C planları, Kürdistan coğrafyasında istediği karşılığı alamamıştır. Lice’den Mezopotamya ve Anadolu coğrafyasına yayılan eylemlikler bunun en belirgin örneğidir.
D Planı: Katliam
7 Haziran’da Lice’de yaşanan katliamdan sonra, valilikten yapılan açıklama; “07.06.2014 günü saat 18.00 sıralarında Diyarbakır – Bingöl karayolunun güvenliğini sağlayan güvenlik güçlerine yapılan silahlı saldırı sonucu, çıkan çatışmada 2 saldırgan yaralanmıştır” denilerek yapılan saldırı meşrulaştırılmaya çalışılmıştır.
Benzer şekilde askeri birlik komutanının eylemcilere, saldırı öncesinde yaptığı uyarı konuşmasında eyleme devam edilenlerin açık bir şekilde infaz edeceğini dile getirmesi de aynı saldırganlıktadır. Tayyip Erdoğan’ın gittikçe sertleşen söylemlerinin karşılığı devletin tüm kademelerinde kendini göstermektedir.
Devletin son süreçte uyguladığı plan, bu sertleşme planıdır. Bu planın bir parçası olarak katliam devlet gözünde bir politika haline gelmiştir.
Soma’da yaşanan katliam sonrası gerçekleşen eylemlerde devletin katlettiği insanlar, devletin eylemlere yönelik bir refleksi olmanın dışında, bilinçli bir korkutma politikasıdır. Katledilen insanlarla beraber gündemi kendi gücü lehine değiştirmekte ve bunun için moral motivasyona bazen ihtiyaç bile duymamaktadır.
Soma Katliamı sonrasında, iktidarının meşruiyetini hesaplayamadığı bir yerden kaybeden devlet, Soma eylemlerinde insanları katletmekten çekinmedi. Korkutma politikasıyla, hesaplayamadığı alanı (Soma’yı) unutturmaya çalışan devlet, aynı zamanda gündemi manipüle etmeyi başardı. Konuşulan şey tabi ki katil devletti, ancak kendinin belirleyebildiği alandan “katil” yüzünü konuşturttu devlet: Katliamlara, kendince haklılık oluşturabileceği bir alandan.
Soma’da devletin hesap edemediği, önceden kestiremediği bir alandan darbe almasıydı. “Katil Erdoğan” sloganı hiç beklemediği bir alanda atıldı. Devlet meşruiyetini hesaplayamadığı bir yerde yitirdi.
Soma sonrasında, devletin içine girdiği bu sert yönelim, Lice’de devletin izlediği politikanın da altyapısını oluşturmaktadır. Lice sonrasında, “bayrak meselesi” üzerinden başlatılan provokasyon, aynı önceden kestirilen katliam planlarının devamı niteliğindedir. Keza “bayrak meselesi” üzerinden devletin kışkırttığı milliyetçiliği bu topraklarda ilk kez deneyimlemiyoruz.
Erdoğan’ın Ağrı’da açıkladığı B ya da C planı nedir bilinmez, ama bu topraklardaki devletin değişmez planı katliamdır. Demokrasi maskesini yüzünden çoktan atmış, devlet yapılanması kendi diktatörlüğünü günden güne dayatırken önceden planladığı, gündem belirleyen devlet katliamlarını büyük bir farkındalıkla karşılamak ve muhalefet hattını buraya oturtmak gerekiyor.
Hüseyin Civan
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 19. sayısında yayımlanmıştır.
The post “Rojava’dan Lice’ye D(evletin) Planı Katliam” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>