The post Metal İşçilerinin Ankara Yürüyüşü Başladı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Metal işçileri, bugün yine bir araya gelerek Gebze’de bulunan Birleşik Metal-İş binasının önünden gerçekleştirilen basın açıklamasının ardından Ankara’ya yola çıktı.
The post Metal İşçilerinin Ankara Yürüyüşü Başladı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post İstanbul’da Metal İşçileri ile Dayanışma Eylemi Gerçekleştirildi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Sendikaların ve örgütlerin çağrısıyla bugün Kadıköy Süreyya Operası önünde eylem gerçekleştirildi. Genç İşçi Derneği’nin de (GİDER) katıldığı eylemde metal işçilerinin direnişi selamlandı.
Genç İşçi Derneği adına söz alan Atakan Polat, “Devletin ne polisinden ne de jandarmasından korkmuyoruz, korku yok kavga var!”,dedi.
The post İstanbul’da Metal İşçileri ile Dayanışma Eylemi Gerçekleştirildi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Metal İşçilerine Yapılan Saldırı ve Gözaltılara Karşı Kadıköy’de Eylem Çağrısı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Tüm Çalışanlar İçin Sağlık Platformu’nun çağrısıyla bu akşam Kadıköy Süreyya Operası önünde polis saldırısı ve gözaltılara karşı bir basın açıklaması düzenlenecek.
The post Metal İşçilerine Yapılan Saldırı ve Gözaltılara Karşı Kadıköy’de Eylem Çağrısı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Kadıköy’de Metal İşçileriyle Dayanışma Eylemi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Genç İşçi Derneği‘nden yapılan habere göre İstanbul Emek, Barış ve Demokrasi Güçleri çağrısıyla bugün Kadıköy’de Beşiktaş iskelesi önünde metal işçileriyle dayanışma eylemi gerçekleştirildi.
Metal işkolunda çalışan 130 bin işçinin toplu iş sözleşmesi (TİS) görüşmelerinin sonuçsuz kalmasının ardından işçi sendikaları grev kararı almıştı. Birleşik Metal-İş grevin 5 Şubat’ta başlayacağını duyururken bugün metal işçileriyle dayanışma eylemi gerçekleştirildi.
İstanbul Emek, Barış ve Demokrasi Güçleri adına basın açıklamasını Kamber Saygılı okurken basın açıklamasında metal işçilerinin mücadelesinin kazanacağı vurgulanırken iktidarın grevi erteleme kararı alması durumunda da greve devam edileceği açıklandı.
Dayanışma eyleminde “Metalde Grev Kazanacak!”, “Yaşasın Sınıf Dayanışması!” “Direne Direne Kazanacağız!” sloganları atıldı.
Kaynak: Genç İşçi Derneği
The post Kadıköy’de Metal İşçileriyle Dayanışma Eylemi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post 21. YY. Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: “Kasaları Doldurmak İçin Yaşamı Boschaltan Teknoloji” – Alp Temiz appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Evet, R. Bosch’un fabrikalarında çalışan işçiler, Almanya’da 1918’te yasalaşan, “8 saatlik iş günü” hakkını 1906’da almışlardır. Fakat yine aynı Bosch’tur ki, “1913’te sonu gelmeyen grevlerle baş edemeyince o güne kadar girmeyi reddettiği söylenen işverenler birliğine katılıverip, sınıf ortaklarıyla beraber işçileri nasıl dize getirebileceklerinin hesabını tutmuşlardır. Ne hikmetse, I. Dünya Savaşı’ndan sonra savaş için yaptığı üretimlerle, şirket biraz daha büyümüştür. Nazi karşıtlığı dillere destan olan şirketin fabrikalarında zorla çalıştırılan, Naziler tarafından tutsak edilen 20.000 köleden pek kimse bahsetmemektedir”.
Az Enerji, Bol Kazanç!
Son dönemdeki ”tüketici” eğilimlerini iyi hesaplayan, hatta yaptığı kimi kampanyalarla bunları yönlendiren Bosch epey uzun bir süreden bu yana, “kapitalist” pazarın yeşil kısmına oynuyor! Az enerji tüketen beyaz eşyalar, küçük ev aletleri gibi ürünleri satın alarak, her geçen gün biraz daha yıkıma sürüklenen dünyayı, kapitalist yaşam biçimini değiştirmeden kurtarabileceğine inanan insanları yakalamaya çalışıyor. Yerel ekoloji mücadelelerini baltalamak konusunda bir hayli deneyimli olan ve katil şirketlerle iş ortaklığı yaptığı aşikar olan TEMA Vakfı’yla (Bknz. “Milyonları Dozerle Götüren Vakıf, Meydan Gazetesi 21. sayı) beraber gerçekleştirdiği projelerden biri aslında buna iyi bir örnek: Bosch’tan alınan her bir yoğuşmalı kombi karşılığında TEMA da müşteri adına dokuz ağaç dikiyor. Aslında şirket bu yolla hem insanların, kapitalizmi karşısına almadan ekolojik meseleleri çözdüğünü sanmasını sağlarken, hem de bir ürün çeşitlendirmesi yaparak “ekolojik ürün” paketleriyle servetine servet katıyor! Belki de, az enerji tüketen yoğuşmalı kombi alarak, küresel ısınmayı durdurabileceğini düşünen “kahramanlar”ın şu soruları sorması, meseleyi, biraz daha berraklaştırır: Bu ekolojik ürünler üretilirken ne kadar enerji harcanıyor; harcanan enerji hangi HES’ten hangi RES’ten ya da hangi nükleerden geliyor? Asya’da, Avrupa’da ve Amerika’da, bu ekolojik ürünleri üretirken kaç işçi sömürülüyor; işçilerden kaçı fazla mesailerde ömür tüketiyor? Bu ekolojik ürünlerde kullanılan madenler için kaç Afrikalı, yerinden yurdundan ediliyor; kaç kişi madenlerde ya da yaratılan suni savaşlarda sakatlanıyor ya da yaşamını yitiriyor? Ve en önemlisi, bütün bu geçici önlemlerle ve suni yeşil çözümlerle, var olan yaşamsal krizin ne kadar önüne geçilebileceği düşünülüyor?
Nükleer Dışarı, Rüzgar İçeri!
Kapitalizm için enerjinin önemi yadsınamaz. Devasa endüstriler, yine devasa enerji kaynakları olmadığı sürece işlemez, işleyemez. Kapitalistlere göre “insanların sınırsız ihtiyaçları vardır” ve bunlar ancak “sınırsız enerji” ile karşılanabilir. Fakat doğada “sınırsız” hiçbir şey yoktur. Bu yüzden kapitalistler ve onların Truva atları STK’lar “sınırsız” yerine “sürdürülebilir” ve “yenilenebilir” diyerek, asıl amaçlarını gizlemeye çalışırlar!
Şirketler, nükleer ve termik santrallerin yerini alabilecek olan güneş panellerinin ve rüzgar tribünlerinin sorunu ortadan kaldıracağını söylerken, aslında örtük olarak da kapitalizmin tüketim makinesinin önündeki sınırları kaldıracağını anlatırlar. Madem sınırsız ihtiyaçlar, sınırsız enerji ile karşılanabilir; peki o zaman, kurulan, kurulması planlanan ve yapımı halen devam eden bu enerji santrallerinin “sınırı” nedir? Kilometrelerce uzanan devasa güneş panelleri, dev rüzgar tribünlerinden oluşan enerji tarlaları, HES’ten ya da nükleerden ne derece daha zararsızdır? (Ayrıntılı bilgi için Bknz. “Rüzgar da Güneş de Kapitalizme Yetmez”- Patika Ekokoloji Dergisi 1. sayı) Bu santraller nerelerde kurulmuş, ne gibi sonuçlar doğurmuştur? (bknz. İzmir – Karaburun)
Tabii ki, böylesine karlı ve yeşil projeler bu kadar revaçtayken, Bosch da bu fırsatı kaçırmadı ve yeni “enerji sektörü”nde yerini almaya başladı bile. Şirket, National Geographic ile beraber yaptığı küresel iklim değişikliği çalışmalarının reklamlarında nükleeri kötüleyip, yerine rüzgar enerjisini koydu. Ama tabi ki “hayırsever”, “kızıl”, “yeşil” ve “güvenilir” olan Bosch’un yaptığı yalnızca bu reklamlar değildi; Bursa’daki BoschRexroth fabrikasıyla şirket, “rüzgar tribünleri” için elektronik ve metal aksam üretimine çoktan girişmişti bile.
Doğayı “Savunmak”tan, “Savunma” Sanayisine
Doğayı savunmak konusunda, bir hayli “güvenilir” görünen Bosch, sadece bu konuda değil dünyadaki devletlerin savunulmasında da oldukça “güvenilir” olsa gerek ki, savunma sanayi içinde üretim yapıyor. Defence Manufacturers Association (Savunma Sanayi İmalatçıları Birliği) üyesi olan Bosch, anlaşılan I. Dünya Savaşı’nda ve Hitler Almanya’sında kazandığı deneyimi, bugün ezilen halklar üzerinde kullanan orduların hizmetine sunuyor. Bosch, savunma sanayi için misyonunu tariflerken “Üreticiler, Savunma Sanayi Bakımcıları, tedarikçileri ve askeri tesisler için servis endüstrisinde küresel ölçekte tercih edilen olmak” diyor ve bu sanayiye özel araçlar ve tamir servisleri, bakım servisleri, araç tasarımı ve mühendislik, GPS ve yön bulma, askeri standartlarda paketleme gibi mal ve hizmetleri üretiyor. Bununla da kalmıyor adeta bir “güven” timsali olan Bosch, yaşamlarımızı daha “güven” içerisinde geçirelim diye, okulları, iş yerlerini, hapishaneleri sokakları yani neredeyse tüm alanlarımızı MOBESE sistemleri ile kuşatan devletlere ve kapitalistlere CCTV (kapalı devre kamera sistemleri) üretiyor.
“Kızıl” da Olsa, Patron Patrondur!
Sözüm ona “Kızıl Bosch”un işçi meselesi hakkındaki, kabahatleri de azımsanmayacak ölçüde kabarık. 2006 yılında Berlin’de bulunan Bosch-Siemens bulaşık makinesi fabrikasında, ücretlerinde, kesinti yapılmak istenen yüzlerce işçi greve çıkmış, bunun üzerine fabrikanın belirli bölümlerinde üretimi durduran şirket, işçileri fabrikayı kapatmakla tehdit etmişti. İşçilerin kararlı direnişi sonrasında geri adım atan şirket, talepleri kabul etmek zorunda kalmıştı.
Yine geçtiğimiz sene benzer bir olay Hindistan’da yaşandı. 350’si taşeron, toplam 2600 işçi daha iyi koşullar, sosyal haklar ve ücret artışı talepleri ile greve gitmişti. Bosch yönetimi grevi tanımayarak, yapılanın yasa dışı olduğu duyurup, polisleri grevcilerin üzerine salarak birçok sendikacıyı ve işçiyi tutuklatmıştı. Görüldüğü üzere, yoksul bölgelerde daha gaddar bir tutum sergileyen Bosch, bu topraklarda da Bursa’da faaliyet yürüten, BoschRexroth şirketinde çalışan işçilere de farklı davranmadı; Türk-Metal’den ayrılıp, Birleşik Metal-İş Sendikası’na katılmak isteyen birçok işçiyi tehdit eden şirket yönetimi, sonrasında Birleşik Metal’e üye oldukları gerekçesi ile de birçok işçiyi sudan sebeplerle işten çıkarmıştı.
Kapitalizmde, büyüyen ve her geçen gün daha büyük paraya ve güce sahip olan tüm şirketlerin tarihi kanla yazılmıştır. Bunda şaşılacak bir şey yoktur nihayetinde kapitalizmin tarihi, katil şirketlerin tarihidir. Burada şaşırılması gereken bir şey varsa, nükleere “karşı”ymış gibi yapıp, enerji pazarına rüzgar enerjisi ve güneş enerjisi ile girmeye çalışan; işçi haklarına saygılı olduğunu söyleyip, yaşadığımız topraklarda, Hindistan’da ve Almanya’da işçileri kapı önüne koymakta ve onların haklarını gasp etmekte bir sakınca görmeyen; doğa dostu ve barışçılığı diline pelesenk edip, savaş sanayine üretim yapan ve şehirleri devasa bir açık hava hapishanesine dönüştüren MOBESE sistemlerini üreten bir şirketin “güvenilir” olarak anılmasıdır. Fakat, bir bakıma bu doğrudur, Bosch kapitalizmin sürdürülebilirliğini sağlamak, işçilerin katledilmesi ve doğanın talan edilmesi işlerini “iki yüzlü” yöntemlerle yapmak konusunda güvenilirdir! Yani, yazının başında geçen R. Bosch’un sözü, aslında şu anlama gelmektedir: “İnsanların güvenini kaybedip para kaybetmektense, insanların güvenini kazanıp daha çok para kazanmayı yeğlerim. “
Kaynakça :
ttp://en.wikipedia.org/wiki/Robert_Bosch_GmbH#Security_systems
http://government.service-solutions.com/
https://libcom.org/history/interview-bosch-siemens-worker-2005
http://www.boschrexroth.com/tr/tr/industries_18/mobil_applications_87/windenergy_5/windenergy_3
http://www.encyclopedia.com/topic/drive.Robert_Bosch_GmbH.aspx
Alp Temiz
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 24. sayısında yayımlanmıştır.
The post 21. YY. Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: “Kasaları Doldurmak İçin Yaşamı Boschaltan Teknoloji” – Alp Temiz appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Şalter İnecek, Bu iş Bitecek!” – Fırat Binici appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Devletin, sermaye sınıfıyla işbirliği içinde, metal işçilerinin grevine karşı 29 Ocak’ta yayımladığı yasaklama kararı, son 13 yılda 7. grev yasağı. İşçilerin mücadele araçlarına ve örgütlenmesine karşı devletin saldırılarını yoğunlaştırdığı bu süreçte, metal işçilerinin 12 Eylül 1980 askeri darbesi öncesi gerçekleştirdiği MESS direnişlerinin, o dönemde bu önemli patron örgütlenmesini yenilgiye uğrattığını hatırlamak gerekir.
1959’da kurulan MESS(Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası), o yıllarda yavaş yavaş sendikal örgütlenmeye yüzünü dönen işçi sınıfının mücadele ivmesini yavaşlatmayı; metal iş kolu ve tüm iş kollarında “çalışma barışının sağlanması” adı altında işçilerin sermaye sınıfına karşı koşulsuz itaatini amaçlıyordu. Kuruluş bildirgesine bu maddeyi koyan MESS, öte yandan işçi ücretlerinin arttırılması, sosyal hakların geliştirilmesi, çalışma saatlerinin düşürülmesi, iş güvencesinin sağlanması gibi talepleri toplu sözleşme masasında müzakere etmeye bile yanaşmıyordu.
15-16 Haziran 1970’in büyük işçi direnişinde mücadele pratiği anlamında ilk kez işçilerin karşısına çıkan MESS, bu süreçte DİSK’in kurucu sendikalarından olan Maden-İş’e karşı bir karalama kampanyasına girişti. MESS yöneticileri, o yıllarda devletin muhalifleri üzerinde bir baskı aracı olarak yasalaşan DGM’yi (Devlet Güvenlik Mahkemeleri: Yakın zamana dek yürürlükte olan Özel Yetkili Mahkemeler’in benzeridir.) desteklediler ve Maden-İş kurucularının bu mahkemelerde yargılanması için kulisler yaptılar. Bu dönemde MESS yönetiminde, daha sonra başbakan ve cumhurbaşkanı olan Turgut Özal’ın bulunması, patron sınıfı ve devletin çıkar birlikteliğine dair iyi bir tarihsel örnek olmasının yanı sıra içinden geçtiğimiz süreçte yasaklanan metal işçileri grevinin önemini gösteriyor.
Anayasa Mahkemesi’nin 11 Ekim 1975’de iptal ettiği Devlet Güvenlik Mahkemeleri Yasası’nın 1976’da dönemin sağ partilerince (MHP-MSP-AP) oluşturulan Milliyetçi Cephe (MC) Hükümeti tarafından yeniden öne sürülmesi ve DGM’lerin yeniden yasallaştırılma girişimlerine karşı yaygın işçi direnişleri ve gösteriler başladı.
DİSK yönetiminin süreci geçiştirmeye yönelik göstermelik olarak siyah çelenk koyma “eylemlerine” ve işçilere somut bir mücadele hedefi koymaktan uzak “eylem konusunda işçilerin serbest bırakılacağı” kararı karşısında işçiler; İstanbul, İzmir, Ankara, Bursa, Antalya, Adana, Mersin, Diyarbakır, Kayseri, Sakarya, Balıkesir’de iş bıraktı. Demir-Çelik işçilerinin yanı sıra Aliağa ve İpraş Rafinerileri, Erdemir, Türk Demir Döküm, Sungurlar, Pirelli, Goodyear, Tofaş, Renault fabrikalarında üretim “DGM’ye Hayır!”, “MC’ye Hayır!” sloganları eşliğinde tamamen durduruldu. DGM direnişi, yaşanan gözaltılara ve işten atmalara karşın başarıyla sonuçlandı ve DGM yasası engellendi.
“DGM’yi ezdik, sıra MESS’de” şiarıyla hareket eden işçiler, 1977 yılında, grev ve direniş süreçleri karşısında işten çıkarmalar ve lokavt gibi işçi düşmanı tavırlarını daha da katılaştıran MESS’e karşı mücadelesini büyüttü. 1977,78 ve 80 yıllarında gerçekleşen MESS direnişlerinin odağında aslında işçi ücretleri ve ekonomik taleplerden öte politik mücadelelerini önceleyen ve bu doğrultuda örgütlenme haklarının engellenmesine yönelik patron ve devlet saldırılarına karşı bir mücadele hattı vardı. Bu direnişlerin böylesi bir doğrultuda örülmesi ve dahası başarıya ulaşması, bu topraklardaki işçi ve ezilenler mücadelesinin bundan sonraki seyrine yönelik önemli ipuçları veriyor.
İşçi sınıfının örgütlülüğüne ağır bir darbe indiren 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra MESS, azgınca saldırıya girişti. DİSK ve Maden-İş darbeyle birlikte kapatılmıştı. Ama Türk-İş’e bağlı işbirlikçi Türk Metal’e dokunulmamıştı. MESS, 1983’te yasalarda yapılan değişikliklerden sonra, Maden-İş üyesi işçilerin kayıtlarını Türk Metal’e verdi ve Türk Metal’e üye olmalarını sağladı. O günden beri toplu sözleşme görüşmeleri, çoğunluğu elinde tutan Türk Metal’le MESS arasında yürütülüyor. Türk Metal, MESS’in her dayatmasına boyun eğiyor. Bu iki sendika, on binlerce metal işçisine ortak eğitim seminerleri adı altında uslu olmalarını, maaşlarını alıp seslerini çıkarmamalarını nasihat ediyorlar ve “Patron ne kadar kazanırsa, işçi de o kadar kazanır.” yalanına işçileri inandırmaya çalışıyorlar.
Metal işçilerinin tüm baskılara rağmen örgütledikleri grevin ikinci gününde, yasaklanma kararının açıklanmasıyla beraber greve çıkmaya hazırlanan işyerlerinde büyük bir öfke hakim oldu. İstanbul’da bulunan Ejot Tezmak ve Paksan Makina fabrikalarında işçiler vardiya çıkışlarında toplantılar alarak yasağa karşı işyeri işgalleri seçeneğini tartıştılar. Gebze’de bulunan ve metal sektörünün köklü fabrikalarından olan Sarkuysan’da ise benzeri bir filli durum, kısmen Birleşik Metal-İş’in tutumu nedeniyle hayata geçirilemedi. İşçiler yasağa karşı fiili durum yaratarak fabrika işgallerini kısmi de olsa gerçekleştirmeye başlarken, sendikadan, somut bir mücadele yöntemi önermekten uzak ve muğlak bir “yasağı tanımıyoruz” tavrı geldi. Mücadeleye devam edilecekti, ama nasıl?
Hem grev yasağına karşı sıcağı sıcağına karşılık verilememiş, hem de yasak kararının ertesi günü yapılan toplantının ardından, özellikle işgallerin sürdüğü iki işyerine yönelik olarak “pazartesiyi beklemeleri” salık verilmişti. Buna karşın Ejot Tezmak ve Paksan işçileri yaratmış oldukları fiili fabrika işgali durumunu koruyan açıklamalar yaptılar. “Biz bitti demeden bu grev bitmez” diyen Ejot işçileri, pazartesi günü fabrikaya girdiler, fakat üretim yapmadılar. Benzer biçimde Paksan işçileri de fabrikaya girdiler, fakat sendika önlüklerini giyerek tüm vardiyalarda üretimi durdurdular. Metal işçilerinin mücadelesi, bugün de MESS, devlet ve hatta sendika bürokrasisine karşı sürüyor. Tıpkı sınıf kardeşlerinin 1977-80 yılları arasında DGM’ye, MESS’e ve MC hükümetlerine karşı verdiği mücadelede olduğu gibi, sendikal bürokrasiye mahkum olmayıp kazanmak için yükselen sesleri duyuyoruz:
“Şalter İnecek, Bu İş Bitecek!”
Fırat Binici
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 24. sayısında yayımlanmıştır.
The post “Şalter İnecek, Bu iş Bitecek!” – Fırat Binici appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Dinex Egzoz’da İşçi Kıyımı Başladı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Tekirdağ Çerkezköy’de bulunan ve yaklaşık 250 işçinin çalıştığı Dinex Egzoz fabrikasında Birleşik Metal-İş Sendikası örgütlenmeye başladı. Sarı sendika Türk Metal’in tehditlerine rağmen çoğu işçi Birleşik Metal-İş’te örgütlendi. Birleşik Metal-İş, Toplu İş Sözleşmesi(TİS) için gerekli olan işyeri barajını aşarak 14 Ağustos günü bakanlığa resmi başvuru gerçekleştirdi. 16 Ağustos günü bakanlıktan olumlu yanıt alınması üzerine şirket patronları, sarı sendika aracılığıyla işçileri tehdit etmeye başladı. Sendikasızlaştırmayı tehditlerle ve Türk Metal Sendikası’yla başaramayan Dinex Egzoz patronları, son olarak Birleşik Metal- İş’e üye olan 5 işçiyi tazminatsız bir şekilde işten çıkardı. Her gün mesai bitiminde fabrika önüne gelen şirket yetkilileri ile Türk Metal temsilcileri, işçileri Birleşik Metal-İş’ten istifa etmezlerse işten atılacakları yönünde tehditlerle yıldırmaya çalışıyor.
Bu haber Meydan Gazetesi’nin 12. Sayısı’nda yayımlanmıştır.
The post Dinex Egzoz’da İşçi Kıyımı Başladı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>