bolşevik parti – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Wed, 24 Mar 2021 17:29:47 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Anarşizm Nedir? (17): Devrim ve Diktatörlük – Alexander Berkman https://meydan1.org/2021/03/24/anarsizm-nedir-17-devrim-ve-diktatorluk-alexander-berkman/ https://meydan1.org/2021/03/24/anarsizm-nedir-17-devrim-ve-diktatorluk-alexander-berkman/#respond Wed, 24 Mar 2021 17:25:59 +0000 https://meydan1.org/?p=70938 Yaşamı boyunca anarşizm için mücadele eden devrimci anarşist Alexander Berkman tarafından 1928’de yazılan, daha önce farklı dillerde “Anarşizm Nedir?, Anarşizmin ABC’si, Anarşist Komünizm Nedir?” isimleriyle yayınlanmış ve bugüne dek Türkçe çevirisi yapılmamış olan kitabın 17. bölümünü sizlerle paylaşıyoruz. Paylaşılmış bütün bölümlere BURADAN ulaşabilirsiniz. Çünkü devrim ve Bolşevik diktatörlük birbirinden tamamen farklı hatta birbirine zıt nitelikte şeylerdi. Çoğu insanın […]

The post Anarşizm Nedir? (17): Devrim ve Diktatörlük – Alexander Berkman appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Yaşamı boyunca anarşizm için mücadele eden devrimci anarşist Alexander Berkman tarafından 1928’de yazılan, daha önce farklı dillerde “Anarşizm Nedir?, Anarşizmin ABC’si, Anarşist Komünizm Nedir?” isimleriyle yayınlanmış ve bugüne dek Türkçe çevirisi yapılmamış olan kitabın 17. bölümünü sizlerle paylaşıyoruz. Paylaşılmış bütün bölümlere BURADAN ulaşabilirsiniz.

Çünkü devrim ve Bolşevik diktatörlük birbirinden tamamen farklı hatta birbirine zıt nitelikte şeylerdi. Çoğu insanın hata yaptığı yer Komünist Parti ve devrimi aynıymış gibi düşünmeleridir.

Devrimin amaçlarını Bolşevikler’in amaçlarıyla karşılaştırırsak bu durum bizim için netleşecektir.

Devrim baskıya ve sefalete karşı güçlü bir ayaklanmaydı. Halkın özgürlük ve adalet özlemini dile getirdi. İnsana boyun eğdiren, onu bir köle ve yük hayvanına çeviren her şeyi ortadan kaldırmaya çalıştı. Devrim yeni yaşam biçimleri, gerçek eşitlik ve kardeşlik koşullarını oluşturmaya çalıştı.

Devrimin yüzeysel bir değişim olmadığını, Şubat olaylarıyla bitmediğini daha önce görmüştük. Çar lağvedilmiş ve otokrasisinin gücü kırılmıştı ancak sonuç yalnızca başka bir hükümet biçimi olmuştu. Ekonomik ve toplumsal koşullar aynı kalmıştı. Devrimin gerçekleşmesinin sebebi insanların bir şeyleri değiştirmek istemesiydi. Ekim Devrimi’nin gerçekleşmesinin nedeni budur. Amacı, yaşamı yeni toplumsal temeller üzerinde yeniden inşa etmekti.

Nasıl yeniden inşa edilecekti? Romanov’u Kremlin sarayından çıkarıp yerine Lenin’i koymanın bunu yapmayacağı aşikardır. Daha fazlası gerekliydi. Toprağı köylüye vermek, fabrikaları işçilerin ve onların işçi örgütlerinin eline bırakmak gerekiyordu. Kısacası Ekim ayının amacı halka, Şubat ayında kazanılan siyasi özgürlüğü kullanma fırsatı vermekti.

İnsanlar durumu bu şekilde kurguladı. Buna göre hareket ettiler. Özgürlüğü kendi ihtiyaçları doğrultusunda uygulamaya başladılar. Barış istediler, bu yüzden her şeyden önce savaşı durdurdular. Aylar sonra Bolşevik Hükümeti Brest-Litovsk anlaşmasını imzaladı ve Almanya ile resmi bir barış yaptı. Ancak Rus orduları söz konusu olduğunda savaş diplomatik müzakereler olmadan çok önceden sona ermişti. Troçki, devrim üzerine yaptığı çalışmasında bunu açıkça kabul ediyor.[1]

Geçici olarak asker üniforması giyen Rus işçi ve köylüleri, kontrolü kendi ellerine aldı ve cepheden çıkarak savaşı sona erdirdi.

Aynı şekilde köylü ve proletarya, endüstri ve tarım sorunlarını çözme konusunda hareket ettiler. Geçici Hükümet hâlâ toprak reformlarını tartışırken halk, yerel konseyler ve Sovyetler aracılığıyla harekete geçti. Köylüler ihtiyaç duydukları toprağı aldı ve işlemeye başladı. Basit sağduyu ve içsel halk adaletiyle, siyasetçilerin ve kanun koyucuların onlarca yıldır sonuçsuz bir şekilde kafa patlattıkları tarım sorununu çözdüler. Bolşevikler iktidara geldiklerinde köylülerin zaten başardıklarını -kimsenin iznini almadan- “yasallaştırdı”.

Aynı şekilde işçiler de fabrikaları, madenleri ele geçirerek ve bunları “sahiplerin” çıkarı yerine ortak fayda için yöneterek endüstri sorununu çözmeye başladılar. Bu, Bolşevik Hükümet kapitalist mülkiyeti “yasal olarak” kaldırmadan çok önce kapitalizmin ve ücretli köleliğin fiilen ortadan kaldırılmasıydı.

Devrim günlük yaşamın diğer tüm sorunlarını benzer şekilde, insanların pratik ve doğrudan faaliyetleriyle çözüyordu. Kooperatifler ürün alışverişi için kent ve köyü bir araya getirdi; ev komiteleri konut sorunuyla ilgilendi; kentin güvenliği için sokak ve ilçe komiteleri, halkın çıkarlarını ve devrimi savunmak için başka gönüllü organlar oluşturuldu.

Durumun gerekleri halkın çabalarına yön verdi; eylem özgürlüğü, inisiyatifi devreye soktu ve insanların istekleri yaratıcı kapasitelerini günün ihtiyaçlarına göre şekillendirdi.

Bu kolektif faaliyetler devrimi oluşturdu. Devrim onlardı. Çünkü “devrim”, belirli bir anlamı ve amacı olmayan belirsiz bir şey değildir; ne siyasi ortam değişikliğini ne de yeni mevzuatı ifade eder. Gerçek devrim ne Şubat ayında ne de Ekim’de yaşandı, ikisinin arasındaydı. Bağımsız halk inisiyatifinde, ortak ihtiyaçtan ve karşılıklı çıkarlardan esinlenen yaratıcı çalışmalarda, halkın devrimci enerjisi ve çabasının özgürce iletişimi ve karşılıklı etkileşimiyle oluştu.

Rusya’daki büyük ekonomik ve toplumsal kargaşanın ruhu ve eğilimi buydu. Sorunlar ortaya çıktıkça özgürlük ve özgür iş birliği temelinde çözüldü.

Devrimin bu gelişim süreci, Komünist Parti’nin siyasi iktidarı ele geçirmesi ve yeni bir hükümet kurmasıyla durduruldu.

Devrimin amacının ne olduğunu şimdi gördük; Rusya’daki insanların ne istediğini ve bunu nasıl başardıklarını artık biliyoruz.

Öte yandan, Bolşevikler’in bir siyasi parti olarak hedefi tamamen farklı bir doğaya sahipti. Açıkça kendilerinin de kabul ettiği gibi, acil hedefleri; ülkenin yaşamını ve faaliyetlerini Komünist Parti’nin görüş ve teorilerine göre yönlendirmesi gereken güçlü bir Bolşevik Devleti’nin kurulması yani diktatörlüktü.

Bolşevikler’e hak ettiği değeri vermek için burada şunu söylememe izin ver, amacına daha fazla adanmış, onu ilerletme çabasında daha içten, amaca ulaşmada daha kararlı ve enerjik bir siyasi parti asla olmadı. Ancak bu amaçlar devrime tamamen yabancıydı ve onun gerçek ihtiyaçlarına karşıydı. Gerçekte, devrimin ruhuna ve amaçlarına o kadar aykırıydılar ki başarıları devrimin kendisinin yok edilmesi anlamına geliyordu.

Şüphesiz Bolşevikler, Rusya’nın yalnızca diktatörlükleri sayesinde işçi ve köylüler için sosyalist bir cennete dönüştürülebileceğini düşünüyordu. Nitekim, Marksistler olarak olayları başka türlü göremezlerdi. Her şeye gücü yeten bir devlete inananlar, halka güvenmiyorlardı; emekçilerin inisiyatifine ve yaratıcı yeteneklerine inanmıyorlardı. Onlara, “özgürlüğe zorlanması gereken çok renkli bir kalabalık” olarak güvenmiyorlardı. Rousseau’nun, kitlelerin “ancak zorlama ile özgürleştirilebileceği” şeklindeki alaycı özdeyişiyle hemfikir oldular.

En önde gelen komünist kuramcı Buharin, “Tüm biçimleriyle proleter zorunluluk,” diye yazıyordu, “aceleci infazla başlayıp zorunlu emeğin sona ermesi, kulağa paradoksal gelse de kapitalist dönemin insan kaynaklarını komünist insanlığa yeniden işleme yöntemidir.”

Bolşevik müjdesi buydu. Bu, bir devrimin bir Merkez Komite’nin emriyle yürütülebileceğine inanan partinin tavrıydı.

Bunu Bolşevik fikrin öngörülebilir sonucu izledi.

Devrimi sadece kendi partilerinin diktatörlüğünün gerektiği gibi yönetebileceğini iddia ederek, bu diktatörlüğü güvence altına almak için tüm enerjilerini harcadılar. Bu, ne pahasına olursa olsun, partinin tasarımlarını uygulamak için işleri sadece kendi ellerine almaları gerektiği anlamına geliyordu.

Sonunda Komünist Parti’nin üstünlüğü elde etmesiyle sonuçlanan o günlerin ayak oyunları ve politik manipülasyonlarının ayrıntılarına girmemize gerek yok. Önemli olan nokta, Bolşevikler’in planlarını gerçekleştirmiş olmasıdır. Ekim Devrimi’nden birkaç ay sonra, Nisan 1918’e kadar geçen sürede, devletin tüm kontrolünü ellerine aldılar.

Devrimci günlerin heyecanından ve kaçınılmaz karışıklıktan yararlanarak durumu kendi amaçları için istismar ettiler. Siyasi farklılıkları, şiddetli parti tutkularını uyandırmak için kullandılar; muhaliflerini halk düşmanı ilan etmek için her yola başvurdular, onları karşı devrimci olarak damgaladılar ve nihayet onları işçilerin ve askerlerin gözünde lanetlemeyi başardılar. Devrimin sözde düşmanlara karşı korunması gerektiği fikri, kendi diktatörlüklerini ilan etmeleri sağlandı. “Devrimi kurtarmak” adına, Bolşevik olmayan diğer tüm devrimci unsurları etkili konumlarından tasfiye etmeye başladılar ve onları tamamen bastırarak bitirdiler.

Kendi iktidarlarını başlatan “burjuvazinin Bolşevikler üzerindeki baskısının” yalnızca diğer tüm Bolşevik olmayan unsurları bastırma gizli amacına yönelik bir araç olup olmadığını belirlemek geleceğin tarihçilerine bırakılmalıdır. Rus burjuvazisi, devrim için tehlikeli değildi. Daha önce açıklandığı gibi örgütsüz ve güçsüz, önemsiz bir azınlıktı. Devrimci unsurlarsa herhangi bir siyasi partinin diktatörlüğü karşısında gerçek bir engeldi.

Diktatörlük burjuvaziden değil -diktatörlüğü devrimin çıkarlarının karşısında gören- gerçek devrimci sınıflardan gelen güçlü muhalefetle karşılaşacağı için, bunların ortadan kaldırılması diktatörlük arayan herhangi bir siyasi parti için birincil gereklilik olacaktı. Ancak böyle bir politika, devrimcilerin bastırılmasıyla başarılı bir şekilde başlayamazdı: Bu, işçilerin ve askerlerin hoşnutsuzluğunu arttırır ve direnişi alevlendirirdi. Bu yüzden burjuvazi üzerinde başlamalı ve bunu diğer unsurların üzerinde kullanmak için kendisine yavaş yavaş araçlar bulmalıydı. Eli kanlı kızıl terörün devrimin yaşantısına sızması için güvensizlik ve düşmanlık uyandırılmalıydı, hoşgörüsüzlük ve zulüm uyandırılmalıydı. Halkın sürekli genişleyen bir tasfiye ve bastırma kampanyasına desteğini güvence altına almak için devrimin güvenliği konusunda halk korkutulmalıydı.

Ama dediğim gibi, o günlerdeki olayları bu tür amaçların ne ölçüde şekillendirdiğini belirlemek geleceğin tarihçisinin işi. Burada gerçekte ne olduğu ile daha çok ilgileniyoruz.

Olan, çok geçmeden Bolşevikler’in kendi partilerinin diktatörlüğünü kurmasıydı.

“Bu diktatörlük neydi” diye soruyorsun, “ve neyi başardı?”

Çeviren: Burak Aktaş


[1] 1917, Leon Trotsky. Moskova, 1925.

The post Anarşizm Nedir? (17): Devrim ve Diktatörlük – Alexander Berkman appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2021/03/24/anarsizm-nedir-17-devrim-ve-diktatorluk-alexander-berkman/feed/ 0
Mahnovist Hareket İçerisindeki Priazov’ye Rumları – Furkan Çelik https://meydan1.org/2018/02/13/mahnovist-hareket-icerisindeki-priazovye-rumlari-furkan-celik/ https://meydan1.org/2018/02/13/mahnovist-hareket-icerisindeki-priazovye-rumlari-furkan-celik/#respond Tue, 13 Feb 2018 15:47:54 +0000 https://test.meydan.org/2018/02/13/mahnovist-hareket-icerisindeki-priazovye-rumlari-furkan-celik/   Mahnovist hareketin Bolşevik orduya ve Denikin’in Beyaz Ordusu’na karşı isyan bayrağını çekmesiyle beraber birçok farklı yerel topluluk da sosyal ve siyasal olarak kendisini Mahnovist hareket içerisinde konumlandırma gereksinimi hissetmiştir. Bu süreçte Mahnovistler, bir yandan iki orduya karşı aynı anda direniş gösterirken diğer yandan kendi komünlerini oluşturmuş ve kendi kararları doğrultusunda bir işleyiş oluşturmuşlardır. Mahnovistlere […]

The post Mahnovist Hareket İçerisindeki Priazov’ye Rumları – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

 

Mahnovist hareketin Bolşevik orduya ve Denikin’in Beyaz Ordusu’na karşı isyan bayrağını çekmesiyle beraber birçok farklı yerel topluluk da sosyal ve siyasal olarak kendisini Mahnovist hareket içerisinde konumlandırma gereksinimi hissetmiştir. Bu süreçte Mahnovistler, bir yandan iki orduya karşı aynı anda direniş gösterirken diğer yandan kendi komünlerini oluşturmuş ve kendi kararları doğrultusunda bir işleyiş oluşturmuşlardır. Mahnovistlere katılan halklardan Priazov’ye Rumları’nın yarattığı deneyim de biz anarşistler açısından önemlidir.

Mahnovist hareket içerisinde yer alan Bulgarlar ve Yahudiler kendi birliklerini kuracak sayıya ulaşmışlardı. Fakat sayısal anlamda en fazla katılım Ukrayna’nın kuzeyinde Kırım’ın üst tarafında Azak denizi kıyılarındaki Priazov’ye bölgesinde yaşayan Rumlar tarafından yapılmıştır.

Dönemsel olarak siyasal ve ekonomik etmenler Rumların Mahnovist harekete katılmasını sağlamış olsa da, bu katılımda tarihsel olayların etkisini yok sayamayız.

Kırım Rumları 1870-80 yılları arasında Azak denizi kıyılarına sürgün edilmişlerdi. Bu sürgün Rus krallığının baskısı sonucu gerçekleşmişti. Şu an Ukrayna’da büyük bir yunan şehri olan Mariupol 1880 yılında Rumların yerleşmesiyle genişlemiş ve bu kent merkez alınarak çevresinde Ukrayna Rumları yaşamaya başlamıştı. Bölgenin adı Rumlar tarafından Priazov’ye olarak dillendirilmiştir. Bu sürgün, Rumların Rus krallığına karşı nefret beslemesine neden olmuştu ve komşu bölgeler dışında farklı bölgelerle ilişkiye geçmeyerek senelerce kendi hallerinde yaşamlarını sürdürmüşlerdi.

Mahnovist Hareketle Priazov’ye Rumlarının İlk Tanışması

Denikin’in ordusu Rusya’da yenilince, Ukrayna’da güçlenmek için halkı kendi saflarına çekmeye çalışıyor, ordusu ve askerleri için köyleri yağmalıyordu. Bolşevikler ise Rusya’da devrime ihanet etmiş, iktidarı ele geçirmişlerdi. Ukrayna’yı da kendilerine bağlayıp ağır yaptırım ve şartlarla yönetmek istiyorlardı. Ukrayna köylüleri için bu iki durumda bir seçenek olamazdı. Tam bu sırada Mahnovist hareket ortaya çıkmıştı ve iki cephede de isyan bayrağını çekmişti.

Mahno, Mahnovist hareketin propagandasını yapmak ve isyana katılımı arttırmak için Gulya-Polye bölgesinde köy köy dolaşıyordu. Mahno, makinist olarak çalışan yakın arkadaşı anarşist Alexei Marchenko ve bir birlik ile Gulya-Polye’den Azak denizi kıyılarına kadar inmişti. Burada Mariupol şehrine giden Mahnovistler, ayaklanma çağrısı yaparak halkı Mahnovist harekete katılmaya davet etmişti. Köyün bazı gençleri, atlarına atlayarak daha o anda gönüllü birliklere katılmıştı.

Mariupol ve civar köylerinden 1500 civarı Rum köylü, 1918’in başlarında Mahnovistlere katılmıştı. Köylerde kalan Rumlar ise Kızıl Ordu ve Beyaz Ordu ile savaş sırasında kapılarını Mahnovistlere açmış; birliklerin yemek, dinlenme ihtiyaçlarını karşılamışlardı.

Beyaz Ordu’ya Karşı

Denikin’in Beyaz Ordusu, gittiği Rum köylerinin Mahnovist harekete katıldığını öğrenince halkın mallarını yağmalamanın ötesine geçip kadın ve çocuklar dahil herkese zulmetmeye başlamıştı. Rumlar için Mahnovist olmak, ağır bedeller ödemeyi gerektiriyordu. Fakat köylülerden beyazların tarafına geçiş olmamıştı. Denikin’in ordusu Mariupol civarındaki köyleri yağmalamaya başlayınca, haber hemen Mahnovistlere ulaşmıştı. Mahno’nun da içinde bulunduğu birlikler köylerin yardımına koşmuş, Beyaz Ordu’yu köylerden püskürtmüşlerdi. Bu ilk yardım, Rumların tam anlamıyla Mahnovist hareket içerisine girmelerini sağlamıştı.

Makhnovistlerin kendilerini birincil olarak ulusal değil toplumsal özgürlük için savaşanlar olarak görmeleri de, Rumların Mahnovistlere katılımında çok önemli rol oynamıştı.

Kızıl Ordu’ya Karşı

Mariupol şehri, Ukrayna’nın Rum bölgesinin merkezi konumundaydı. Burada Beyaz Ordu’nun bozguna uğradığını gören Kızıl Ordu, yerel yönetime Bolşevik parti üyesi birini getirerek Kızıl Ordu tugaylarıyla hâkimiyet sağlamaya çalışmıştı. Bolşevik parti Ukrayna’yı da Sovyetlere katıp köylülere tahıl kotaları koyarak şehirlere Ukrayna’dan yiyecek götürme planları peşindeydi. Bu sebeple Lenin, Ukrayna’nın işgal edilmesini bir gereklilik olarak görüyordu. Priazov’ye Rumlarının Beyazlara olduğu gibi Kızıl Ordu askerlerine karşı da direniş başlatmaları üzerine, farklı cephelerde savaşan ve içlerinde Rumların da bulunduğu 3000 atlı Mahnovist, Mariupol’a gelerek Kızıl Ordu’yla savaşmıştı. Mahnovistleri cephede yenemeyen Kızıl Ordu burada da bozguna uğramış ve geri çekilmişti. Sonrasında Bolşevikler ÇEKA’larını (Sovyet Gizli Polis Servisi) eski yer altı tünellerinden tekrar saldırıya göndermiş, fakat bu şehir çatışmasından da Mahnovistler zaferle ayrılmıştı. Bolşevik parti üyelerinin ve Kızıl Ordu’nun Mariupol şehrinden defedilmesiyle, Rumlar özyönetim kurarak savaş sonuna kadar bu şehri kendileri savunmuşlardır.

Priazov’ye Rumları’nın Mahnovistlere katılmaları anarşist hareketin cephede de güçlenmesini sağlamıştır. 1919 Nisan ayında Rum birliklerini gören bir anarşist günlüğüne şöyle not almıştı: “Rum birlikleri Mahnovist hareket içerisindeki en kalabalık ve en iyi birliklerden biri. Beyaz Ordu’dan kesinlikle nefret ediyorlar. Öz disiplinleri yüksek ve iyi savaşçılar oldukları için Mahno onlara çok güveniyor, en kritik alanlara Rum birlikleri gidiyordu.”

Öyle ki, Priazov’ye Rumları’nın Mahnovist hareket içerisinde yer almaları nedeniyle, seneler sonra bile Bolşevikler Ukrayna’daki Rum köylerine saldırmıştır. 1932-1933 yılında Bolşeviklerin Ukrayna’da gerçekleştirdiği Holodomor’un (kıtlık soykırımı) Mahnovşçina’ya duyulan hıncın ardından kasıtlı olarak yapıldığını söylemek pek yanlış bir düşünce olmaz. Ayrıca 1937-1938 yılında SSCB’nin, Bolşevik karşıtlarıyla mücadele planları kapsamında, köylülerin karşı devrimci olduğunu öne sürüp Rum köylerine saldırarak infazlar gerçekleştirmesi de Mahnovşçina’ya duyulan hıncın etkisiyledir.

 

Furkan Çelik

[email protected]

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 43. sayısında yayınlanmıştır.

The post Mahnovist Hareket İçerisindeki Priazov’ye Rumları – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/02/13/mahnovist-hareket-icerisindeki-priazovye-rumlari-furkan-celik/feed/ 0
İktidar ve Sovyet – Hüseyin Civan https://meydan1.org/2017/11/08/iktidar-ve-sovyet-huseyin-civan/ https://meydan1.org/2017/11/08/iktidar-ve-sovyet-huseyin-civan/#respond Wed, 08 Nov 2017 08:04:19 +0000 https://test.meydan.org/2017/11/08/iktidar-ve-sovyet-huseyin-civan/   İktidar sovyetlere aitse, o zaman Bolşevik Parti’ye ait olamazdı; ve eğer Bolşeviklerin tasavvur ettiği gibi partiye aitse, o zaman sovyetlere ait olamazdı. V. M. Eikhenbaum (Volin)   Toplumsal muhalefetin bir kısmında bugünlerde bir Ekim Devrimi telaşı var. Ekim Devrimi’nin yüzüncü yılında olduğuna yönelik atıflarla, Ekim Devrimi anılıyor. 1917 Ekim’inde başlayan ve 1991 ile kapanan […]

The post İktidar ve Sovyet – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

 

İktidar sovyetlere aitse, o zaman Bolşevik Parti’ye ait olamazdı; ve eğer Bolşeviklerin tasavvur ettiği gibi partiye aitse, o zaman sovyetlere ait olamazdı.

V. M. Eikhenbaum (Volin)

 

Toplumsal muhalefetin bir kısmında bugünlerde bir Ekim Devrimi telaşı var. Ekim Devrimi’nin yüzüncü yılında olduğuna yönelik atıflarla, Ekim Devrimi anılıyor. 1917 Ekim’inde başlayan ve 1991 ile kapanan bir sürecin ilk yıllarına referanslarla bir dizi etkinlik gerçekleşiyor. 1991’e yönelik herhangi bir şey yok! O kısım reel sosyalizm muğlaklığıyla, “biz zaten şu tarihten sonrasını devrimin devamı olarak görmüyoruz” anlamlandırmalarıyla atlanıyor. Oysa iyi bir tahlil yapabilmek, marksizmin, leninizmin, stalinizmin, bilimsel sosyalizmin ve proletarya diktatörlüğünün ne olduğunu anlamak için Sovyet deneyimi çok önemli.

Sovyet ve Özyönetim

Özyönetim kavramı, özellikle son beş yılda yaşadığımız coğrafyadaki siyasal deneyimlerle ilişkili olarak güncel siyasette sık başvurulan bir kavram haline geldi. Böyle bir siyasi atmosferde, Sovyet hem kelime kökeni olarak hem de oluşturulduğu dönemlerdeki siyasi işleyiş/yapı olarak özyönetimle bu kadar ilgiliyken, neden “Sovyet deneyimini” sahiplenen kesimler bu ilişkilendirmeyi yapmaktan kaçındı? Bu sorunun cevabı sadece siyasi bir isteksizlik ile ilişkili değil, aynı zamanda bilinçli/ideolojik tercihtir.

Ekim Devrimi’ni hazırlayan Sovyet süreci, milyonlarca işçi ve köylünün toplumsal devrim mücadelesi verdiği taban hareketiydi. Ancak bu hareket, Bolşevik İktidar tarafından ezildi. 1917-1921 arası, bu özyönetimin ve toplumsal devrim sürecinin tasviyesi; merkezi iktidarın yapılandırılması ve devletin tesis sürecine dönüşmüştü. Dolayısıyla “Sovyet”in anlamı ekim süreciyle değişmişti. Tarihi yine iktidardakiler yazmış, Bolşevik Parti’yle uyumlu olan toplumsal devrim mücadelesi verenler bu tarihteki yerlerini almışlar, uyumsuz olanlarsa karşı-devrimci ilan edilmişlerdi. 1917’nin bahar ve yazında Bolşevik Parti’nin peşinden gittiği işçi-köylü hareketleri, Bolşevik İktidar’la beraber mahkum edilir, öncü partinin arka sahnesi gibi resmedilir.

Kasım 1917’den Önceki Kırılma

Şubat 1917’de Petrograd’lı kadınlar ekmek isyanlarını başlattı. 18 Şubat’ta Petrograd’da Putilov Fabrikası işçileri greve gittiler. 22 Şubat’ta grev diğer fabrikalara yayıldı ve 24 Şubat’ta 200.000 işçi greve gitti. 25 Şubat’ta genel grev başladı ve bundan iki gün sonra Çar’ın bu mücadeleyi bastırmak için gönderdiği askeri birlikler devrim mücadelesinin saflarına katıldılar. Bu isyanları bastırmak için tüm araçlarını kullanan Çar’in elinde başka bir şey kalmayınca, Çar tahtı bıraktı. Hemen ardından geçici hükümet kuruldu. Şubat 1917, Ekim Devrimi’ni hazırlayan en önemli süreçti.

İşte tam böyle bir süreçte, Bolşevik Parti, Çar’ın devrilmesiyle sonuçlanan devrimin hemen öncesinde, bu grevlerin düzenlenmesine karşı çıkmıştı. Fabrika komiteleri “öncü parti”yi dinlememişti. Yani Ekim Devrimi ile sonuçlanan süreçteki en büyük kırılmaya Bolşevik Parti engeli konulmaya çalışılmış ancak grevler ve genel grev bu engele rağmen gerçekleşmişti.

İşçilerin Üretim Araçlarını Kontrolü

Bolşevik Parti, üretim araçlarının kontrolünü, ücretli emeğin ortadan kaldırılması ve üretimin işçi komiteleri tarafından kontrolünü amaçladığı için değil; işçilerin, kapitalistler üzerindeki kontrolünün sağlanması anlamında kullanıyordu. Bu politikanın sonucunda, Bolşevik Parti’nin iktidardaki ilk üç ayında, fabrika komiteleri kendi modellerini yaşama geçirmeye çalıştılar. Ancak Bolşevik Parti onarı etkisiz kıldı ve komiteler merkezi otoriteye bağlandı.

Peter Arşinov’un İki Farklı Ekim’de söylediği gibi “Ekim Devrimi’nin iki anlamı var. Toplumsal devrime katılanların, işçilerin ve köylülerin onlara verdikleri anlam; ve bu toplumsal devrimi iktidarı ele geçirerek, onu oluşturan gücün gelişmesini boğan siyasi partinin (Marksistlerin) ona verdiği anlam. Ekim’in bu iki yorumu arasında dağlar kadar fark vardır. İşçilerin ve köylülerin Ekimi, eşitlik ve özyönetim adına parazit sınıfların iktidarının bastırılması demekti. Bolşevik Ekim ise, devrimci aydınlar partisinin iktidarı ele geçirmesi, kendi ‘devlet sosyalizmi’ni yürürlüğe geçirmesi demekti.”

Toplumsal Devrimden Anlaşılan

Tüm sosyalist partiler, devrimin “siyasal” boyutuna odaklanmışken, fabrikalarda, sokaklarda, tarlalarda feodalizmi ve kapitalizmi yıkmanın “siyasal” boyutlarıyla yeterli olmadığı farkediliyordu. Bunun üzerine işçiler fabrikalara, köylüler topraklara el koydu. Kolektifleştirmeler başladı. Halk kendi örgütlerini; sendikalarını, kooperatiflerini, fabrika komitelerini ve konseylerini yani sovyetlerini kurmaya başladı. Bu sovyetler federe bir şekilde örgütlenmişlerdi. Delegeler geri çağırılma ilkesiyle belirleniyordu. Bu sovyetlerin örgütlenmesinde anarşist örgütlerin de sosyalist devrimcilerin de, marksist sosyal-demokratların iki kanadı olan Menşevikler ve Bolşeviklerin de etkisi vardı.

Halk, siyasi bir iktidar değişikliğinden çok, ekonomi ve toplumsal alandaki dönüşümlere odaklanıyordu. Sovyetlerin temel motivasyonunu, yaşamın yaratılması oluşturuyordu. İşte bu temel motivasyon, devrim sürecinde anarşistlerin savunduğu ideolojiydi. Fabrika komiteleri oluşturmak, üretimde özyönetimi işletebilmek, toprak ve fabrika patronlarını mülksüzleştirmek, hükümeti yıkmak, tüm bunlar aracılığıyla toplumu yeniden örgütlemek…

1917 yazında, anarşistler önemli fabrika ve alaylarda sahip oldukları destekle önemli bir güce sahiptiler. Geçici hükümetin devrildiği Ekim Devrimi sürecinde Bolşeviklerle beraber mücadele etmişti. Bolşevik Parti, iktidarı ele geçirince işler değişmişti.

Sovyetler, Bolşevik Parti’nin iktidarı almasıyla beraber bilinçli bir şekilde zayıflatılmıştı. 1918 baharı ve yazındaki Bolşevik Parti’nin lehine olmayan bölgesel sovyet seçimlerinin sonuçları, silahlı Bolşevik kuvvetleri aracılığıyla geçersiz kılınıyordu. Görev süresi Mart 1918’de sona eren Bolşevik Parti kontrolündeki Petrograd Sovyeti, genel seçimleri iktidarını kaybetmemek için sürekli erteliyordu. Sendikalar, bölge sovyetleri, fabrika komiteleri, ordu ve deniz gücü birimlerine Bolşevik Parti kendi delegelerini sokuyorlardı. Böylece parti iktidarı garantileniyordu. Nisan 1918’de Çeka halk arasında en örgütlü muhalif yapı olan anarşistlerin merkezlerine yönelik saldırılar düzenledi. Bunu anarşistlere yönelik katliamlar izledi.

Devletleşme ve Katliamlar

1919’a gelindiğinde Lenin, Troçki ve başka Bolşevik liderler parti diktatörlüğünün gerekli olduğunu açıkça dillendirip teorize etmeye çalışıyorlardı. Yani devrimin dinamosu olan özörgütlü yapılar, merkezi otoriteye bağlanıp yeni devletin kurumları haline getiriliyorlardı. Bakunin’in, Proletarya Diktatörülüğü’nün protelarya üstündeki diktatörlük haline dönüşeceği tahmini doğru çıkmıştı.

Şubat 1921’de Kronştad’da denizciler, toplumsal devrimin merkezileştirilme çabasına karşı bir isyan başlattı. Bu isyan Petrograd’ın birçok yerinde destek gördü. Diktatörlüğe karşı dillendirdikleri metnin ilk cümlesi “Anlaşılıyor ki, şimdiki sovyetler, işçi ve köylülerin isteklerini dile getirmemektedir.” diye başlıyor, Bolşevik Parti’nin siyasal homojenleştirme ve iktidara bağlama politikaları eleştiriliyordu. Ekim Devrimi sürecini başlatanlar olarak görülen Kronştad’lı denizciler ve onların bu eleştirilerini sahiplenen binlerce işçi Lenin’in emriyle, Troçki’nin komutasındaki Kızıl Ordu tarafından katletildi. Aynı Ağustos 1921’de Ukrayna’nın Golye-Polye bölgesinde kendi komünlerini kuran binlerce Mahnovistin katledildiği gibi…

Ekim Devrimi’nin önemi, bir kısım sosyalistin iddia ettiği gibi “ilk başarılı işçi devrimi” olmasıyla ilişkili değil. Ekim 1917’ye kadar bir toplumsal devrimin nasıl örgütlendiğini ve bu tarihten sonra devrimin toplumsal kısmının nasıl sistematik bir şekilde altının boşaltıldığını anlamak adına önemli. Toplumsal devrim mücadelesi verenler olarak, “iktidarın” ne demek olduğunu aklımızda tutmak adına; bu mücadeleyi örgütleyenler olarak, bir toplumsal devrimle siyasal el değişikliğinin farkını anlatabilmek adına; ezilenler olarak, siyasi irademizi sözde bizim lehimize eline almaya çalışanların aslında ne yapmak istediklerini anlamak adına; anarşistler olarak, yaşadığımız ihanetin, siyasi zorbalığın, sindirme politikalarının, katliamların nasıl özgürlükçü renklere boyanabileceğini görmek adına önemli.

Yüzyıl önce ve yüz yıl sonra, Bolşevik İktidarın Kronştad Katliamı’nda da, Ukrayna’da yaptıklarını da unutmayız. Halkın özörgütlü gücü yenilmeyecek!

 

Hüseyin Civan

[email protected]

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 41. sayısında yayınlanmıştır.

 

 

 

 

The post İktidar ve Sovyet – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/11/08/iktidar-ve-sovyet-huseyin-civan/feed/ 0
Yoksulluğa, Baskıya ve İmparatorluğa Karşı Japonya’da Anarşizm – Furkan Çelik https://meydan1.org/2017/01/06/yoksulluga-baskiya-ve-imparatorluga-karsi-japonyada-anarsizm-furkan-celik/ https://meydan1.org/2017/01/06/yoksulluga-baskiya-ve-imparatorluga-karsi-japonyada-anarsizm-furkan-celik/#respond Fri, 06 Jan 2017 09:45:09 +0000 https://test.meydan.org/2017/01/06/yoksulluga-baskiya-ve-imparatorluga-karsi-japonyada-anarsizm-furkan-celik/ Anarşizmin ideolojik olarak ortaya çıkışı ve dünya çapında yayılışı şüphesiz ki kolonyal dönemde devletlerin farklı kıtalara, farklı coğrafyalara giderek yeni sömürgeler oluşturmasıyla ilintilidir. Anarşizmin ideolojik olarak biçimlenmesi “Batı”da gerçekleşse de anarşizm yayıldığı her coğrafyadaki yerel kültür ve toplum ilişkilerinde kendi yaşamsal karşılığını bulmuştur. Bu sebeple, “Batı” dışında örgütlenen ve gelenek haline gelen anarşist hareketleri incelememiz, […]

The post Yoksulluğa, Baskıya ve İmparatorluğa Karşı Japonya’da Anarşizm – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Anarşizmin ideolojik olarak ortaya çıkışı ve dünya çapında yayılışı şüphesiz ki kolonyal dönemde devletlerin farklı kıtalara, farklı coğrafyalara giderek yeni sömürgeler oluşturmasıyla ilintilidir. Anarşizmin ideolojik olarak biçimlenmesi “Batı”da gerçekleşse de anarşizm yayıldığı her coğrafyadaki yerel kültür ve toplum ilişkilerinde kendi yaşamsal karşılığını bulmuştur. Bu sebeple, “Batı” dışında örgütlenen ve gelenek haline gelen anarşist hareketleri incelememiz, bu ilişkiyi görmemiz açısından önemlidir.

Japonya’da anarşizm, 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında gelişmeye başlamıştı. Bu topraklarda anarşist fikirleri ilk kez yaygınlaştıranlardan biri, Shûsui Kôtoku olmuştu. Kôtoku, siyasi politik hayatının başlamasıyla beraber, toplum sorunlarını ele alan bir gazete kurdu. Heimin Shinbun (Sıradan İnsanlar Gazetesi) 1903 yılında yayın hayatına başladı, kısa sürede savaş karşıtlarının toplandığı bir zemin haline geldi. Gazetenin yaygınlaşmasıyla beraber İmparator Meiji durumdan rahatsız olmaya başladı ve imparatorluğun direktifleriyle gazetenin editörleri tutuklandı, büroları basıldı, dağıtımı engellenmeye çalışıldı. Gazete 18 Ocak 1905’te son sayısını çıkartarak yayın hayatına veda etti. Ama Heimin Shinbun’un bu sonu aslında birçok gelişimin de başlangıcı olacaktı. Shûsui Kôtoku, 5 ay boyunca kaldığı hapishaneden çıktığında anarşist fikirleri daha da olgunlaşmış olacaktı.

Shûsui Kôtoku Amerika’da

Hapishanede Kropotkin’in kitaplarını okuyan Kôtoku, Meiji hükümetinin baskılarından uzaklaşmak için Amerika’ya giderek, burada teorik olarak kendisini geliştirdi. Kropotkinle mektuplaşan Kôtoku, Kropotkin’in yazılarını ve kitaplarını Japoncaya çevirmeye başladı. IWW (Dünya Endüstri İşçileri)’nin mücadelesinden etkilendi. Japonya’dan göç etmiş ve Amerika’da yaşayan anarşistlerle beraber, Japonca Kakumei (Devrim) isimli bir dergi ve Ansatsushugi (Terörizm) isimli bir broşür çıkarmaya başladı.

1906 yılında Japonya’ya geri dönen Kôtoku, anarşizmi örgütlemek için burada ilk olarak bir miting düzenledi. 28 Haziran 1906’da düzenlediği mitingde, ABD’de etkilendiği işçi mücadelesinden ve Kropotkin’in komünal düşüncelerinden, Marksist parti anlayışının otoriter ve devletçi oluşundan, dünya devrim hareketi geleneğinden bahsetti.

Doğrudan Eylem Ayrışması

1907 yılında Heimin Shinbun Gazetesi tekrar basılmaya başlandı. Ancak kısa sürede gazete içerisindeki sosyal demokratların oy hakkını savunan düşünceleri üzerine bir tartışma süreci başladı ve bu tartışmalar gazetenin yayınının durmasına sebep oldu. Yaşanan tartışmalar sonrasında sosyal demokratlar Heimin Shinbun’dan ayrılırken; doğrudan eylemi savunan anarşistler Osaka Heimin Shinbun’u basmaya devam ettiler.

İmparatorluğun “Özgür Köy”lerden Korkusu

Japonya köylerinde özellikle pirinç üretiminde halk arasında zaten var olan dayanışma ilişkileri, köylerin anarşist komünlere dönüşmesi için zemin hazırlıyordu. Kôtoku, Akaba gibi anarşistler de Kropotkin’in düşüncelerini köylerdeki söz konusu durumla harmanlama niyetindeydiler.

1910 yılında Akaba Hajime, halkın daha önceden yaşadığı gibi köy toplumuna geri dönüş için çağrıda bulunduğu, anarşist-komünizm yoluyla anarşist bir cennet yaratmaktan söz ettiği Nômin no Fukuin (Çiftçinin Kutsal Kitabı) adlı bir broşür yayınladı. Ancak broşürde İmparator’u eleştirmesi ve karşılıklı yardımlaşma düşüncesinden bahsetmesi sebebiyle, İmparatorluk tarafından arananlar listesine eklendi. Belli bir süre gizlenen Akaba, daha sonra yakalandı ve tutuklandı. Akaba, 1 Mart 1912’de Chiba Cezaevi’nde yaşamını yitirdi.

Şirket Sömürüsüne Karşı Doğrudan Eylemle Direnen İşçiler

Meiji İmparatorluğu’nun güçlenme hırsı ve işgalci politikasıyla savaşlara girmesi, sanayi ihtiyacını doğurdu. Köy toplumu olan Japonya’da hızla bir sanayileşme süreci başladı. Bu durum, madenlerin ve fabrikaların artmasıyla, işçi sınıfı üzerinde sömürünün de artmasına neden oldu. Artan sömürüye karşı işçiler örgütlenerek, patronlara karşı doğrudan eylemler gerçekleştirmeye başladılar.

Şubat 1907’de Ashio bakır madeninde işçilerin greve gitmese de, şirket işçilerin taleplerini görmezden geldi. Şirket tarafından yok sayılan işçilerse “doğrudan eylem”e yönelerek, şirket patronunu küreklerle dövdü, madenin elektrik tesisatını çalışamaz hale getirdi ve şirket binasını ateşe verdi. İmparatorluk, işçilerin direnişini bastırabilmek için bölgeye askeri birlik gönderdi, ancak işçiler kolluk kuvvetleriyle silahlı çatışmaya girdi. Bu dönemle, farklı sektörlerde örgütlenen başkaca grevler de ateşli direnişlere dönüşmeye başladı.

Anarşistlere Yönelik Baskı Dönemi: Operasyon, Tutuklama ve İdam

1908 yılında, Shûsui Kôtoku’nun savunduğu gibi, ezilenler arasında doğrudan eylem anlayışı yayılmaya başladı ve işçi grevleri silahlı eylemlere dönüştü. 1910 yılında anarşistler, İmparatora yönelik bir eylem planlamaya başladı. 25 Mayıs 1910’da boş bir alanda yapılan bomba denemesi sonrasında dört anarşist tutuklandı. 1907 Ansatsushugi (Terörizm) broşüründeki yazıların eyleme geçtiğini düşünen polis, bir operasyon furyası başlattı. Yüzlerce kişi gözaltına alındı. 24 kişi İmparatora suikast hazırlamak suçuyla idama mahkûm edildi; bunlardan 12′sinin cezası ömür boyu hapse çevrildi, fakat Kôtoku ve on bir yoldaşı 24 Ocak 1911′de asılarak idam edildi.

İdamlarla da yetinmeyen Japonya İmparatorluğu, anarşistlere yönelik baskılarını ve yasaklamalarını sürdürdü. Anarşistlere yönelik bu saldırı dönemine “Kış Dönemi” adı verildi. Birçok anarşist tutuklandı; operasyonlardan kurtulabilen anarşistlerin bir kısmıysa dağlarda gizlendi. Birinci Dünya savaşı öncesinde güçlenen Japonya devleti İtilaf Devletleri safında savaşta yerini alacaktı. Japonya’da bir dönem kapanmıştı. Ama devletin tüm baskı politikalarına karşı anarşistler küllerinden doğarak yeniden bir sayfa açacaklardı.

Noe Itō, 1911’de Seitō (Mavi Çoraplılar) topluluğuna katılarak, anarşist kadın yoldaşıyla beraber Seitô adlı bir kadın özgürlük mücadelesini anlatan dergi çıkardılar.

Katledilen Anarşistlerin Ardından Mücadele Büyümeye Devam Etti

Kôtoku ve on bir arkadaşının idamı sırasında hapishanede olan Sakae Ōsugi, 1911 yılında hapishaneden çıktı. Eşi Noe Itō ile beraber Emma Goldman’dan ve Kropotkin’den çeviriler yaparak, Japonya anarşist külliyatına katkıda bulundu. Ōsugi, Kôtoku’nun anti militarist kampanya yürüttüğü sırada “Sıradan İnsanlar” gazetesine katılmıştı. Bu dönemde Ōsugi, askeri kökenli bir aileden geldiği için kendisine “katilin oğlu” diyordu. Ōsugi, anti militarist fikrinin yanı sıra, Fransa’daki CGT’yi örnek alarak anarko-sendikalist bir örgütlenme çalışmasının yararlı olacağını düşünüyordu. 1912 yılında teorik bir yayın olan Kindai Shiso (Çağdaş Düşünce) dergisini çıkartmaya ve anarko-sendikalizmi tartıştırmaya başladı. Ōsugi, derginin yanında yakın arkadaşı anarko-sendikalist Arahata Kanson ile beraber “Sendikalizmi Araştırma Grubu” oluşturdu. Bu grup, 1913-1916 yılları arasında anarko-sendikalist bir anlayışla işçi örgütlenmesi yürüttü.

1917’de Rus Devrimi gerçekleştiği sırada, Japonya’da endüstri hızlı gelişiyordu. İşçi sendikaları ve örgütleri yasal olarak illegal olsa da, gizli örgütlenmeler ile işçiler arasında giderek yayılmaya başlamıştı.

1918 Pirinç İsyanı

Halk, pirinç fiyatındaki yüksek artış nedeniyle köylerde ve şehirlerde en önemli besin maddesini bulamamaya başladı. Bunun en büyük nedeni, Birinci Dünya Savaşı’nda İtilaf Devletleri’ne dahil olan Japonya’nın deniz aşırı bölgelerdeki askerlerine ve müttefiklerine pirinç göndermesi oldu.

İlk tepki, 23 Temmuz 1918’de Toyama’nın Uozu şehrindeki küçük balıkçı kasabasında gerçekleşti. Köylülerin pirinç talepleri dikkate alınmayınca, isyan hareketi hızla yayılmaya başladı. Fabrikalarda grevler örgütleniyor; devletin isyan hareketini bastırmak için şiddete başvurmasıyla karakollar bombalanıyor; kolluk kuvvetleriyle silahlı çatışmalar yaşanıyordu. 1918 yılında 70.000’den fazla işçinin katıldığı 417 grev ve direniş örgütlendi. Japonya genelinde tüm fabrikalarda toplam bir buçuk milyon işçinin çalıştığı düşünüldüğünde, bu işçi hareketi kapitalist çarkın dengesini bozmaya yetmişti.

Pirinç isyanında yaklaşık 25.000 kişi gözaltına alındı, bunlardan 8200’ü tutuklandı. Birçok işçi ve köylü ölüm cezasına çarptırıldı. İmparatorluk isyanı bastırmak için çalışırken başbakan Terauchi ve kabinesi, 29 Eylül 1918’de istifa etmek zorunda kaldı.

İşçiler Örgütleniyor

Pirinç yokluğunda bir araya gelen işçiler, tüm sorunları için örgütlenmeye başlamıştı. 1912 yılında 15 üyeyle kurulan Yuaikai (Dayanışma Topluluğu), 1918’de üye sayısını 30.000’e çıkartmıştı. Örgütün ismi 1921′de Japon Emek Konfederasyonu olarak değiştirildi. Sendikanın yönetiminde reformist eğilimli sendikacılar bulunsa da sendikayı tabandan hareket ettiren, anarko-sendikalist işçilerdi. İşçiler arasında anarko-sendikalist düşünceler yayan Kindai Shiso (Çağdaş Düşünce) dergisinin teorik olarak savunduklarını pratiğe geçirmek için 1919 yılında Rodo Undo (Emek Hareketi) adlı anarşist bir işçi örgütü kuruldu. Örgüt, aynı adla bir de yayın çıkarıyordu.

1917 Rus Devrimi tüm dünyada olduğu gibi Japonya’da da büyük bir heyecanla karşılandı. Ama Ōsugi, Bolşeviklerin iktidarı alarak Rus Devrimi’ni nasıl paramparça ettiğini çok geçmeden anladı. İlk önce Kronştad’ta Kızıl Ordu’nun anarşistleri katletmesini öğrenmiş; sonrasında Emma Goldman ve Alexender Berkman’ın Bolşevik Parti’yi eleştiren makalelerini çevirerek, Bolşeviklerin Rusya’da neler yaptığını Japonya işçi ve köylülerine aktarmıştı.

İşçi örgütlenmelerinin nasıl olacağı noktasında anarşistler, komünistler ve reformistler arasında ideolojik bir mücadele başladı. Komünistlerin Rusya’da yaptıkları üzerine otoriter örgütlenmeleri ve reformistlerin kapitalizmle uzlaşmacı politikaları, anarşistleri kendi ilkelerine dayalı bir işçi örgütü kurmaya itti. Anarşistler de “Özgürlükçü Sendikalar Federasyonu” (Zenkoku Rôdô Kumiai Jiyû Rengôkai)nu kurdular. Böylece 1925 yılından itibaren anarşistler, komünistler ve reformistler, kendi kurdukları sendikalarda konumlandılar.

İktidarın İkinci Darbesi

1923 Eylül ayında, Japonya anarşist hareketine, Kôtoku’ların idamında olduğu gibi, şiddetli bir devlet saldırısı gerçekleşti. 1 Eylül 1923’te Doğu Japonya’da (Kantô bölgesi) büyük bir deprem meydana geldi. Deprem sonucu yaklaşık 90.000 kişi yaşamını yitirdi. Depremin ardından engellenemeyen birçok yangın, evlerin kül olmasına neden oluyordu. Devlet yangınların, devrimcilerin kundaklamaları sonucu çıktığı söylentisini yaydı. Söylenti çığ gibi büyüdü ve yüzlerce Koreli sokaklarda linç edildi. Kargaşa sırasında polis ekipleri Sakae Ōsugi ile eşi Noe Itō ve 6 yaşındaki yeğenini gözaltına aldı. İşkence yaparak vücutları kurşunlanan anarşistlerin ve 6 yaşındaki yeğenlerinin bedenleri, 4 gün sonra bir kuyuda bulundu. Anarşist bir ailenin katledilerek bedenlerinin kuyulara atılması, anarşist hareket içerisinde doğrudan eylem tarzını tekrar gündeme getirdi.

Ōsugi’nin katledilmesi sonrasında işçi sendikaları içerisinden “Giyotin Derneği” adlı gizli bir örgüt ortaya çıktı. Ōsugi’yu katleden General Fukuda’ya karşı silahlı eylem gerçekleştirildi; Fukuda vurulmasına rağmen ölmedi. Giyotin Derneği sonrasında General Fukuda’nın evini havaya uçurdu.

Ōsugi yaşamını yitirse de ardında büyük bir anarko-sendikalizm mirası bırakmıştı. Aynı dönemde parlementoyu savunan reformistlerle anarşistler arasında politik bir mücadelede sürüyordu. Japonya anarşist hareketi 1925’te genel oy yasası tartışmaları döneminde, işçilerin parlementer sisteme katılımına karşı çıkan Kara Gençlik Birliği(Kokuren)’ni kurdular.

1945′ten Günümüze

1945 yılında, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, anarşist hareket eski örgütlülüğüne kavuşamadı. Japon devletinin Pearl Harbor’a saldırması sonrasında, ABD’nin Hiroşima ve Nagasaki kentlerine atom bombası atması sonucu devletlerarası olan bu savaşta asıl kaybedenin ezilen halklar olduğu bir kez daha açığa çıktı.

Tüm bu olanlara karşı anarşistler eskisi kadar olmasa da örgütlenmeye devam etti. Savaştan hemen sonra Mayıs 1946′da, 200’e yakın üyeyle “Nihon Anakisuto Renmei” adlı Japon Anarşist Federasyonu kuruldu. Federasyon içerisindeki “saf anarşizm”, anarko sendikalizm tartışmaları sonucu federasyon ikiye bölündü. Saf anarşizmi savunan grup Japonya Anarşist Kulübü’nü kurdu; anarko-sendikalist grup ise “Anarşist Federasyon”u. 1955’te Anarşist Federasyon ismini Japonya Anarşist Federasyonu olarak değiştirerek Kuro Hata (kara bayrak) adlı yayını çıkarmaya başladı. 1968’e kadar örgütlenmeye devam eden Federasyon, bu tarihten sonra dağıldı. Daha sonrasında federasyon içerisinden bir grup 1980′e kadar Museifushugi Undo (Anarşist Hareket) isimli bir yayın çıkardı. 1970’lerde Tokya’da başlayan sendikal hareketlilik 1983’te Rodosha Rentai Undo (İşçi Dayanışma Hareketi) olarak kurulan anarko-sendikalist bir örgütlenmeye dönüştü.

Japonya’da anarşist hareket, İmparatorluğun baskı ve katliamlarına, her iki dünya savaşına ve sürekli olan tehdide karşı, yıllar boyunca örgütlendi. Anarşistler, binlerce işçinin ve köylünün örgütlendiği sendikalar, birlikler, örgütler kurdular; sayısız yayın çıkardılar. İmparatorluk anarşistleri yok ettiğini zannetse de, Japonya’da bir gelenek yaratan anarşizm her defasında küllerinden yeniden doğdu. Öyle ki bu topraklarda örgütlenen mücadeleyle anarşizm kavgasına başlayanlar, sadece kendi topraklarında değil, 1936’da İberya Yarımadası’nda faşist Franco’ya karşı mücadeleye katıldılar, enternasyonal bir dayanışma örneği göstermişlerdir.

(Anarşist kadın hareketi içerisindeki önemli isimlerden olan, baskı ve zulme karşı İmparator Meiji’ye suikast planında yer alan, Japonya’da politik tutuklu statüsü ile idam edilen ilk kadın olan anarşist Kanno Sugako ve onun Japonya’daki anarşist mücadele tarihine etkisi hakkında bilgiye, gazetemizin 32. sayısında yayınlanan “Tarihteki Anarşist Kadınlar (2)” başlıklı yazıdan ulaşabilirsiniz.)

Meiji hükümeti döneminde Japonya 1894-1895 yıllarında Çin’i ve 1905 yılında Rusya’yı yenilgiye uğrattı. 1910 yılında Kore’yi işgal ederek kendi topraklarına kattı. Savaş alanındaki gücü nedeniyle 1. Dünya Savaşı’nda İtilaf Devletleri arasında savaşa katıldı.

Furkan Çelik

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 35. sayısında yayımlanmıştır.

 

The post Yoksulluğa, Baskıya ve İmparatorluğa Karşı Japonya’da Anarşizm – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/01/06/yoksulluga-baskiya-ve-imparatorluga-karsi-japonyada-anarsizm-furkan-celik/feed/ 0
Kronştad’da Bolşeviklerin Planları Ters Tepmişti – Furkan Çelik https://meydan1.org/2016/02/10/kronstadda-bolseviklerin-planlari-ters-tepmisti-furkan-celik/ https://meydan1.org/2016/02/10/kronstadda-bolseviklerin-planlari-ters-tepmisti-furkan-celik/#respond Wed, 10 Feb 2016 09:39:10 +0000 https://test.meydan.org/2016/02/10/kronstadda-bolseviklerin-planlari-ters-tepmisti-furkan-celik/ Bir yerde iktidar savaşı varsa, orada birçok değişim gerçekleşebilir. Orduların isimleri değişir, polis birimleri değişir, yargılama düzeni değişir, ekonomi değişir, gazeteler değişir, bayraklar değişir, marşlar değişir, üniformalar, büstler, posterler değişir… Değişmeyen tek şey ise iktidar anlayışının kendisi olur. Her ne sebeple her ne düşünceyle yıkılsa da iktidar, sen iktidarı amaçlarsan, onu yıkabildiğin için ondan daha […]

The post Kronştad’da Bolşeviklerin Planları Ters Tepmişti – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

kronstad

Bir yerde iktidar savaşı varsa, orada birçok değişim gerçekleşebilir. Orduların isimleri değişir, polis birimleri değişir, yargılama düzeni değişir, ekonomi değişir, gazeteler değişir, bayraklar değişir, marşlar değişir, üniformalar, büstler, posterler değişir… Değişmeyen tek şey ise iktidar anlayışının kendisi olur.

Her ne sebeple her ne düşünceyle yıkılsa da iktidar, sen iktidarı amaçlarsan, onu yıkabildiğin için ondan daha beterini yaratırsın. Sana karşı olanı yok etmek, susturmak istersin. Ama ne yaparsan yap ters teper!

1917 öncesinde başlayan halk isyanları ve işçi sınıfının öfke seli, Rus halklarını toplumsal bir devrime götürmüştü. Ekim ayında ise iktidar planları olan Bolşevik Parti, kendisini işçi sınıfı partisi ilan edip “proletarya diktatörlüğü” getireceğim diyerek iktidarı ele geçirmişti. Fakat kısa bir süre zarfında işçi sınıfı üzerindeki bir parti diktatörlüğüne dönüşmüştü.

Lenin, 1918’de “Bir aşçıya bile devleti yönetmesini öğreteceğiz” derken, 1921’de ise “İşçi devleti yönetebilir mi? Pratik adamlar bilir ki bu bir masaldır” şeklindeki ifadesi, Bolşeviklerin izin vererek çıkarttığı tek gazetede belgelenmişti.

Parti’nin günlük ihtiyaçlardan çalışma saatlerine kadar aldığı kararların ve “demir disiplin” adı altında bu kararların halka zorla uygulatılması, zaman zaman eylemlerle ve isyanlarla karşılık buluyordu. Ne var ki hiçbir siyasi politik gazetenin çıkmasına izin vermeyen Bolşevik Parti, kendi yayın organlarında bu durumları sansürlüyordu. Ama özgürlük vaatleriyle gelenlerin nasıl dönüşüm geçirerek Çarlık Rusyası’ndan daha otoriter bir hale geldiği, herkes tarafından görülmeye başlamıştı.

Kronştad kasabası Rus devriminin ilk kıvılcımı, devrimin ilk efsanevi denizci ayaklanmasının başladığı kasabadır. Özgürlük ve adalet sloganlarıyla yelkenlerini açan Kronştad denizcilerinin ilk talepleri arasında, tayfaların rütbelerinin kaldırılması yer etmişti. Bunun peşi sıra, Kronştadlı denizciler, kendi kararlarını kendilerinin vermek istediğini ve çalışma koşullarını da kendilerinin belirlemek istediğini Bolşevik Parti’ye bildirince, bu öz-yönetim deneyimi Kızıl Ordu ile bastırılmak istenmişti. Ardındansa Kronştad, partinin yayın organında karşı-devrimci, asi, hain olarak yaftalanmıştı.

8 Mart günü, Kızılordu Troçki’nin emriyle, Kronştad’daki öz-yönetimi bitirmek ve katliamlarla Bolşevik Parti diktatörlüğünü kabul ettirmek üzere harekete geçti. İlk saldırıda 2. ve 3. Kızıl Ordu taburları Kronştad’a saldırmayı reddetseler de, parti tarafından zorla saldırıya geçirilmişlerdi. Fakat kar fırtınasında kaybolan taburlardan sadece tabur siyasi komiseri ve 3-4 askeri geri dönmüş, diğerleri Kronştadlıların saflarına geçmişti. Bu hezimetin ardından, 12 Mart günü, 27. Omsk Tümeni Kronştad’a saldırmak üzere bölgeye getirildi. Çarlık Rusyası’na karşı büyük zaferler kazanan bu tümene güveniliyordu. Fakat Orşan Alayı da Kronştad’a karşı savaşmayı reddetti. Ertesi gün tümendeki diğer iki alay da alacakları tutum için toplantı yaptılar. Tümendeki hiçbir asker, sınıf kardeşlerine kurşun sıkmayı istemiyordu. Bolşevik Parti “Devrimci Divan-ı Harp”ı kurdu. Tümeni silahsızlandırdı. Parti üyelerine seferberlik ilan edildi, hepsi Kronştad’a saldırmak istemeyen Kızıl Ordu üyelerine propaganda yapmak ve baş karakterleri ihbar etmek üzere taburlara yollandı.

Bolşevik Parti’nin kurduğu “Devrimci Divan-ı Harp”lerde Kızıl ordu askerleri gece gündüz yargılanarak cezalandırılıyor, bu bilgiler de tümenlere yayılıyordu. Ama buna rağmen ilerlemeyi reddeden Kızıl Ordu birlikleri ortaya çıkmaya devam ediyordu. “Devrimci Divan-ı Harp”ın parti emirlerini uygulamayan Kızıl Ordu askerini katlemeye başlaması ters teptiği gibi, 561. Piyade Alayı da ilerlemeyi reddetmiş, emirleri uygulamamıştı.

Hatta Bolşevik Parti’nin çıkardığı İzvestia gazetesi birliklerde okunmuyor, Kronştad halkının çıkardığı Kronştad İzvestia’sı birliklerde okunuyordu.

Kızıl Ordu ve Bolşevik Parti, Kronştad’ı bitiremiyordu ve bu yüzden de çareyi Kronştad’ın çok uzaklarından, onları tanımayan insanları getirerek, Kronştadlılara karşı savaştırmakta buldu. Kırgız ve Başkır topraklarından trenlerle Petrograd’a getirilenler, Kronştad’a yapılan saldırılarda ön saflara alındı.

Furkan Çelik

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 31. sayısında yayımlanmıştır.

The post Kronştad’da Bolşeviklerin Planları Ters Tepmişti – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/02/10/kronstadda-bolseviklerin-planlari-ters-tepmisti-furkan-celik/feed/ 0