The post ABD’de Şüpheli Paket Alarmı Sürüyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Geçtiğimiz günlerde, ünlü milyarder ve Açık Toplum Enstitüsü kurucusu George Soros’un New York’taki evinin posta kutusunda patlayıcı madde bulunmuş, ardından eski ABD Başkanı Barack Obama’nın Washington’daki evi ile eski ABD Başkanı Bill Clinton ve eski Dışişleri Bakanı eşi Hillary Clinton’ın Chappaqu’daki evlerine, içerisinde patlayıcı madde olan paketler gönderildiğinin haberi alınmıştı. Aralarında CNN’in de bulunduğu Time Warner Center’a da benzer bir paket gönderildiği ortaya çıkmıştı.
Benzer bir şekilde, temsilciler Meclisinin Florida üyesi Demokrat Debbie Wasserman Schultz’un Florida’daki ofisine, Demokrat Partiden California Senatörü Kamala Harris’in ofisinin olduğu binaya da şüpheli bir paket gönderildiği ve binanın bir bölümünün boşaltıldığını açıklamıştı.
Bu sabah, New York kentinde aktör Robert De Niro’nun sahibi olduğu restorana ve ABD’nin eski Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın Delaware’deki adresine şüpheli paketler gönderildiği tespit edildi.
Şu ana kadar 10 şüpheli paket vakasıyla karşılaşılan New York’ta nereden geldiği belli olmayan paketler paniği sürüyor.
The post ABD’de Şüpheli Paket Alarmı Sürüyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ABD Teksas’ta 4.Patlama appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>ABD’nin Teksas eyaletinin başkenti Austin’de bir patlama yaşandı. Yaşanan patlamada 2 kişinin yaralandığı bildirildi.
Daha önce de 3 bombalı paketli saldırı yaşanan şehirde, yaşanan patlamanın önceki patlamalarla ilişkisi olabileceğinden bahsediliyor. Patlamada yaralananlar hastaneye kaldırılırken patlamanın Austin’de 3 hafta içinde yaşanan dördüncü patlama olduğu vurgulandı.
The post ABD Teksas’ta 4.Patlama appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Bombaların Altındaki Efrinli Çocukları Çizdi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Bombaların Altındaki Efrinli Çocukları Çizdi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post İdlib’de 4 Ayrı Patlama appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
The post İdlib’de 4 Ayrı Patlama appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Rusya’da Bomba Paniği (Güncelleniyor) appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Geçtiğimiz Ekim ayında da yaklaşık 130 sahte bomba ihbarı yüzünden yaklaşık 100 bin kişi tahliye edilmişti
Tiyatrodan şimdiye kadar en az 700 kişinin tahliye edildiği söyleniyor.
18.20: Moskova’da ki Fakel Sineması ve Metropol Oteli tamamen tahliye edildi.Bölgeden toplam 2 bin 800 kişi tahliye edilmiş oldu.
The post Rusya’da Bomba Paniği (Güncelleniyor) appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Beyaz Saray’da Patlayıcı Gerginliği appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Hemen ardından polis, çevre caddeleri ve Beyaz Saray’ı kapatıp paketi aramaya başladı. Ancak arama çalışmalarından sonra ihbarın asılsız olduğu ortaya çıktı. Paket bıraktığını iddia eden kişi ise gözaltına alındı
The post Beyaz Saray’da Patlayıcı Gerginliği appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Afganistan’da Bomba Yüklü Tanker Patladı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Patlama sonucunda en az 15 kişi yaşamını yitirdi, 25 kişi ise yaralandı. Çevredeki araçların da yanmasıyla patlamanın etkisinin arttığı söyleniyor. Patlamayı henüz kimse üstlenmedi
The post Afganistan’da Bomba Yüklü Tanker Patladı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Bağdat’ta Bombalı Saldırı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Irak’ın Bağdat kentinin merkezinde, bomba yüklü araçla yapılan saldırıda 6 kişi yaşamını yitirdi. Yerel ajanslardan edinilen bilgilere göre, bomba yüklü otomobil, Bağdat’ın merkezindeki bir kavşakta infilak etti.
The post Bağdat’ta Bombalı Saldırı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Suruç’ta Bomba Yüklü Olduğu İddia Edilen Araç Tarandı: 1 Kişi Yaşamını Yitirdi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Riha’nın (Urfa) Akçakale ilçesinden Suruç’a girmeye çalışan bir araç polisler tarafından durdurulmaya çalışıldı. Araç içindeki 4 kişi ile polis arasında Akçakale yolu (Ziyaret) üzerinde devlet hastanesine 200 metre mesafedeki mezarlık civarında çatışma çıktı. 3 kişi araçtan atlayıp kaçarken, polisin taradığı araç büyük bir gürültü ile patladı. Araç içinde kalan ve kadın olduğu belirtilen kişi yaşamını yitirirken, kaçan 3 kişi de gözaltına alındı.
The post Suruç’ta Bomba Yüklü Olduğu İddia Edilen Araç Tarandı: 1 Kişi Yaşamını Yitirdi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Sıkıştırılıyoruz” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Farksız Sizin Bu, Şu, O HAL leriniz; Biz
HER HALİMİZDE SIKIŞTIRILIYORUZ
Yaşamlarımızı sürekli baskılayan korku ve panikle; her gün-her saat durmaksızın bir hızla değişen gündemlerle; haber bültenlerinde, tartışma programlarında, gazetelerde, radyolarda bitmeyen tekrarlarla, “paylaş”larla, “retweet”lerle; bizleri “aptal” yerine koyup manipülasyondan beslenen medyayla; geçmişimizi, kimliğimizi ve hafızalarımızı silen kentsel dönüşüm ve yıkım politikalarıyla; özgürlüğümüzü tutsaklaştıran, iradesizleştiren “demokrasi illüzyonu”yla ve gerçeğin günden güne daha da anlamsızlaşmasıyla giderek sıkıştırılıyoruz.
Sıkıştırılıyoruz çünkü iktidar kendi varlığını daim kılmak; çaldığı iradelerimiz üzerinden egemenliğini yükseltmek için buna ihtiyaç duyuyor. Sıkıştırılıyoruz çünkü iktidar kendi siyasal iktidarını sürdürmek, kendi iktidar savaşlarında kullanabileceği yeni nesneler yaratmak için buna ihtiyaç duyuyor. Sıkıştırılıyoruz; çünkü devlet ancak bizleri sıkıştırarak kendi alanını açıyor, var oluyor.
Mutsuzlukla Sıkıştırılıyoruz
Gün ağarmadan düştüğümüz yollar, yorgunluk ve bitkinlik hissiyle devam ettirmek zorunda olduğumuz günler, güçsüz düşen bedenler, güçsüzleştikçe mutsuzlaşan zihinler…
İktidar, sabah karanlığında okula gitmek, işe yetişmek, otobüsü kaçırmamak için koşturmak zorunda olduğumuz sokakları karanlığa hapsediyor. Bizleri sabahın karanlığında tıklım tıklım dolu bir minibüse ya da yer kalmamış bir metrobüse doldurup, mutsuzlukla sıkıştırıyor. Devlet bizleri mutsuzlukla sıkıştırdıkça, umutsuzluğa ve çaresizliğe sürüklüyor; hapsedildiğimiz bitmek bilmeyen çaresizlikteyse düşünmeyen ve eylemeyen nesnelere dönüştürüyor.
Ne zaman uyuyup ne zaman uyanacağımıza karar veren, sabah güneşimizi gasp edip bizleri karanlığa ve mutsuzluğa sıkıştıran devlete karşı, bedenlerimizi ve zihinlerimizi geri kazanabilmek için direnmeliyiz. Bizleri görmez, duymaz, bilmez ve hissetmez bireylere dönüştürüp mutsuzlaştırmak isteyenlere karşı her sabahın köründe sıkıştırıldığımız rutine karşı geç kalma cesaretini gösterebilmeli; bu alışılmışlığın ve sıkıştırılmışlığın dışına çıkmalıyız.
Panikle Sıkıştırılıyoruz
Patlayan bombaların ardından getirilen yayın yasakları; şüpheli paket ya da bomba ihbarları sonrasında asılsız çıkan ihbarlar; kalabalık alanlardan uzak kalmayı tercih edenler ya da bu tercihe mecbur bırakılanlar; sürekli olarak yükselen dolar kuru karşısında “krizi önlemek” için bozdurulan dolarlar; savaşla, ölümle, ekonomik krizle baskılanan bu coğrafyadan “kaçıp gitmenin” hayalini kuranlar…
Yaşadığımız topraklarda devlet, bireyi, korku ve panikle tahakküm altına alıyor; sindiriyor; sıkıştırıyor ve zaman içinde yok ediyor. Devlet toplumsal tüm alanlarda bu korku ve panik halini dayattıkça; birey giderek kontrolsüzleşiyor, acizleşiyor ve iktidarın dayattığı yok oluşa sıkıştırılıyor.
Yaşamlarımız kriz kıskacına ya da ölüme sıkıştırılıyor; günlerimizse bu sıkışmışlıktan çıkmanın, korkudan ve panikten kurtuluşu aramakla geçiyor.
Bedenlerimizi ve zihinlerimizi günden güne yıpratan; sosyal-ekonomik koşullarımızın giderek bizi tüketmesine yol açan bu korkudan-paranoyadan ve sıkışmışlıktan kurtulmamız ancak bu korku ve panik kültürünün dışında alanlar yaratmamızla mümkün. Korkularla ve panikle hapsolmayacağımız, sıkışmışlıktan kurtulacağımız yeni bir dünya yaratmanın yolu, iktidarın dayattığı korku dışındaki alanları çoğaltmaktan, bizleri paranoyaklaştıran-panikle sıkıştıran bu kültürü bertaraf etmekten geçiyor.
Gündemlerle Sıkıştırılıyoruz
Darbe girişimi ve ardından ilan edilen OHAL; hemen her gün FETÖ bahanesiyle Kürt Hareketi’ne ve devrimcilere yönelik düzenlenen operasyonlar, gözaltı ve tutuklamalar; her gün ilan edilen yeni KHK’larla görevlerinden ihraç edilenler; duruşma arasında gözaltına alınan hakimler; hepimiz “uykudayken” önerilen, değiştirilen ve meclisten geçirilen yasalar; bir hafta içerisinde iki farklı yerde patlayan bombalar; bombaların etkisi henüz “geçmemişken” düzenlenen suikastler; IŞİD tarafından yakılan askerlerin görüntüleri…
Yaşadığımız coğrafyada, son 6 aydan bu yana hemen her güne yeni “son dakika” haberleriyle başlıyoruz. Bugünümüz bombalarla ağarırken; ertesi gün, Suriye’ye giren Türk ordusu tanklarıyla uyanıyoruz. TC ile Rusya’nın dostluğuna artık “tamam” gözüyle bakılırken; devletin polisi tarafından gerçekleştirilen bir suikastle öldürülen Rus Büyükelçi’nin ardından “Rusya ile savaş başlayacak” telaşına kapılıyoruz…
“Gündeme bomba gibi düşen bir haber”in, hatta bazen gün içerisinde birkaç kez değişebilen “ana gündem”lerin hızına artık yetişemiyoruz. İktidarının sürekli ve giderek daha hızlı bir şekilde değiştirdiği gündemleri yakalayabilmekten uzakta bir yerde; bir gündemin ardından bir yenisine savrulup duruyoruz; gündemlerle sıkıştırılıyoruz.
Bu savrulmadan ve sıkışmışlıktan kurtulabilmek için devletin hemen her gün değiştirdiği gündemlerin karşısında; kendi gündemlerimizi yaratabilmeli ve sıkıştırılmak istendiğimiz bu “gündem trafiği”nden çıkmalıyız. Bizleri bir gün bomba korkusuyla evimize kapatıp, ertesi gün “demokrasi mitingi”ne çağıran; önce “ekonomik kriz yok” deyip, ardından krizi önlemek için dolar bozdurmaya çağıran iktidarın dayattığı gündem illüzyonlarına karşı kendi gündemlerimizi yaratmalı, tartışmalı ve yaygınlaştırmalıyız.
Tekrarlarla Sıkıştırılıyoruz
Gün boyunca “son dakika” olarak verilen ve aynı alt yazıyla tüm gün sunulan haberler; saatte bir yayınlanan haber programlarında, aynı spikerin aynı ifadeyle, gün boyunca sunduğu ölüm haberleri; her tartışma programında saatlerce tartışılıp bir neticeye varılamayan başlıklar; televizyonlarda ve tüm iletişim kanallarında bitmek bilmeyen tekrarlar…
Devlet, özellikle medyayı kullanarak, gün boyu yayınlanan aynı haberlerle, aynı tartışmalarla, bizleri bitmek bilmeyen bir tekrarın içerisine sürüklüyor. Aynı ölüm haberi aynı hüzünlü ses tonuyla; aynı zam haberi aynı yorumla ve aynı savaş haberi aynı görmezden gelmezlikle her gün-her saat televizyonlarda dönmeye devam ediyor. Tekrarlar bizi ekranlarda yayınlanan haberlere, yoksulluğa, açlığa, savaşa, ölüme alıştırarak bizleri giderek hissizleştiriyor ve bu hissizliğe sıkıştırıyor.
Bütün bu tekrara ve sıkıştırıldığımız hissizliğe karşı kendimizi tetikte tutmalıyız; özellikle içerisinde bulunduğumuz savaş gündeminde gasp edilmek istenen algılarımızı her daim açık tutmalıyız. Alıştırılmaya çalışıldıklarımıza, alışmamalı; tekrarlarla sıkıştırılmamak için irademizin gasp edilmesine izin vermemeliyiz.
Medya ile Sıkıştırılıyoruz
Özellikle 15 Temmuz sonrasında medya, yalnızca bir manipülasyon aracı olarak işlev görmeye başladı. Haber programlarından tartışma programlarına, spor programlarından dizilere kadar, televizyonlarda yayınlanan her şey, devletin resmi kanalında yayınlanıyor olsun ya da olmasın, doğrudan iktidar propagandası yapmak için birer araç olarak kullanılmaya başlandı.
Bugün haber bültenleri ve tartışma programları, iktidarın siyasi propagandasının yapıldığı; sabah kuşağı ve evlilik programları ya da dizilerse, yalnızca iktidarın hakim kültürünün propagandasının yapıldığı yayınlar olarak karşımıza çıkıyor. Medya, bir bilgi vermek ya da bir gerçeği anlatmaktan çok başka bir yerde; yalnızca var olan gerçeğin manipüle edilmesi; bu manipülasyon üzerinden toplumsal bir provokasyon propagandasının işletildiği bir alana dönüşüyor. Sosyal medya da, aynı işlevi, iktidarın çok daha rahatça hüküm sürebildiği internet ortamında üstleniyor.
Medya bizi yayınlanan her haberde, her programda, her dizide hakim olan manipülasyonlara sıkıştırıyor. Bu manipülasyonun dışında, eksik ve yönlendirilmiş bilgiye karşı yapabileceğimiz tek şey ise, kedi bilgi-iletişim kanallarımızı yaratmaktan geçiyor.
Kentsel Dönüşümle ve Yıkımla Sıkıştırılıyoruz
İktidar, elinde bulundurduğu tüm araçları bireyi tahakküm altına almak için kullanırken; bu tahakkümünü kimi zaman da doğrudan saldırılarla sürdürüyor. Kentsel dönüşüm ve yıkım, bu doğrudan saldırılara bir örnek.
Devlet kontrol almak istediği bireyin öncelikli olarak yaşam alanlarını kontrol altına alıyor. Kentsel dönüşümle ve yıkımla, kendi hakim kültürünün var olmadığı ya da olamadığı alanları “dönüştürmeyi”-”yıkmayı” amaçlayan devlet bir yandan da bu alanlarda yaşayan bireylerin dününü, bugününü, kimliğini ve kültürünü değiştirmeyi ve yıkmayı amaçlıyor.
Herhangi bir mekanı yalnızca kendi varlığı için dönüştüren iktidar, dönüştürdüğü bu yeni alanda kendi kimliğini ve varlığını da hakim hale getirmek istiyor. Özellikle 15 Temmuz sonrasında birçok sokağın, meydanın, parkın, kavşağın ismini “demokrasi”ye dönüştüren devlet; dönüştürdüğü tüm mekanlarda var olan gerçekliği yıkıyor ve tüm bu mekanlara kendi gerçekliğini-kültürünü dayatıyor. İktidar, kentsel dönüşümle yalnızca yaşam alanlarımızı yıkmakla kalmıyor; aynı zamanda geçmişimizi, kültürümüzü, kimliğimizi ve hafızalarımızı da dönüştürmek, yıkmak istiyor.
İktidarın bu saldırısına ve bizleri kendi hakimiyet alanlarına sıkıştırma çabasına karşı, kendi yaşam alanlarımızı ve “kendimizi” savunabilmek için; kolektif işleyişin hakim olduğu yeni mekanları, kolektif özgür yaşam alanlarımızı oluşturmalıyız. İktidarın dönüştürmeye çalıştığı toplumsal alanlara karşı; siyasi ve ekonomik olarak bireyin tahakküm altına alınamayacağı, devletsiz ve kapitalizmsiz yeni yaşam alanlarımızı oluşturmalıyız.
Demokrasiyle Sıkıştırılıyoruz
Özellikle 15 Temmuz sonrasında sürekli duyar olduğumuz demokrasi, var olan iktidarın kendi hakimiyetini sürekli kılmak için topluma bir dayatmasıdır. Her şeyin “demokrasi” için olduğu; her pratiğin “demokratikleşme” amacı yolunda teorize edildiği bu dönemde; demokrasinin aslında ne demek olduğunu günden güne deneyimliyoruz.
Demokrasiden beslendiğini ve demokrasi mücadelesi verdiğini söyleyen iktidar hemen her gün dernekleri ve basın yayın kuruluşlarını kapatmakta; kendi iktidarı lehine konuşmayanları-yazmayanları ya da bunu reddedenleri gözaltına alıp tutuklamakta; kendi “demokratik” amaç ve çıkarları için toplumu adaletsizliğe sürüklemekte ve bu adaletsizliğe sıkıştırmak istemektedir. Bahsettikleri “demokrasi”, toplum içerisinde yer alan her bireyin iradesini gasp edilmesi; bireyin, iktidara ve onun kurumlarına sıkıştırılması demektir.
Bizlere “dayatılan demokrasi”ye karşı var olabilmek elbette mümkün. Demokrasiye karşı mevcut devletli siyaset alanının dışında bir siyaset yaratmamız; özörgütlü bir şekilde merkezsiz ve temsiliyete dayanmayan siyasal işleyiş kurmamız; iradelerimizin kendimiz dışındaki bir iktidar tarafından gasp edilmediği, bedenlerimizin ve yaşamlarımızın sıkıştırılmadığı bir kültür oluşturmamız lazım.
Gerçeğin Anlamsızlaştırılmasıyla Sıkıştırılıyoruz
İktidar, var olan gerçekliği yok etmek ve kendi istediği gerçekliği yaratmak için, bizleri kendi kurgusuna sıkıştırır. İktidarın bu kurguyu hayata geçirebilmek için en elzem aracı ise “gerçeği anlamsızlaştırabileceği bir illüzyon yaratmaktır”. İktidar tarihin başından beri birbirini takip eden kurgularıyla insanları kendi gerçekliklerinden uzaklaştırmıştır. Fakat günümüzde, bu araçları kullanmakta iyice ustalaşan iktidar, sosyal medyasıyla, merkez medyasıyla, aklını yitirmiş siyasetçileriyle, gerçeğe daha doğrusu biz “ezilenlerin gerçekliğine” karşı belki de en büyük savaşı başlatmıştır.
Bir insanı köleleştirmenin, bir insanın benliğini gasp etmenin, bir insanı tahakküm altına alarak kurgulanan illüzyona sıkıştırmanın en iyi yolu, “var olan gerçekleri” o insanın elinden almaktır. Gerçeğe ulaşamayan insan, zamanla sağlıklı düşünme ve üretme yeteneğini kaybeder, kendi varlığını yitirir ve iktidarın illüzyonlarıyla sıkıştırılır.
İktidar, bireyi mutsuzlukla, korkuyla ve panikle, hızla değiştirdiği gündemlerle, bitmek bilmeyen tekrarlarla, yalnızca bir manipülasyon aracı olan medyayla, kentsel dönüşümle ve yıkımla, demokrasi illüzyonuyla, gerçeğin anlamsızlaştırılmasıyla kendi tahakkümüne sıkıştırır ve sindirir. Çünkü bireyi ne kadar sıkıştırırsa, kendi için yeni alanlar yaratır.
Birey yaşamının her anında ve her alanında mahkum edildiği bu sıkışmışlığın farkına vardığı andan itibaren ise, bu sıkışmışlığı yıkmak için mücadele etmeye başlar.
Özörgütlü bir şekilde, örgütlülük ve toplumsallık perspektifiyle yeni bir gerçeklik yaratmaya; kolektif bir şekilde yaratılan bu gerçekliği kolektif bir şekilde yaşamaya başlar.
Sabahın kör karanlığında otobüse, metroya, metrobüse sıkıştırılan; umutsuzlukla mutsuzluğa, acizlikle çaresizliğe sıkıştırılan; sabahları evlilik, akşamları ana haber, geceleri tartışma programlarına sıkıştırılan; asgari ücretle simit çay hesabına sıkıştırılan; kaza adı altında iş cinayetlerine sıkıştırılan; kendi elleriyle inşa ettiği mahallelerden alınıp 60 metrekarelik evlere sıkıştırılan; yastık altında altını ya da bozdurulacak doları olmayıp yoksulluğa ve krize sıkıştırılan; erkek egemenliğiyle yok edilmeye ve nefret politikalarıyla katledilmeye sıkıştırılan; beton duvarlar-demir parmaklıklarla hapishanelere sıkıştırılan; iradeleri bir oy pusulasına sıkıştırılan; devletlerin çıkar savaşlarında zincire vurulmaya ya da diri diri yakılmaya sıkıştırılan; gerçek olmayan gerçekliğe sıkıştırılan; yalnızlığa, umutsuzluğa ve örgütsüzlüğe sıkıştırılan yaşamlarımızdan elbette sıyrılacağız.
Bizleri mekanlara sıkıştıran, sıkıştırdıkça iradesizleştiren ve zaman içerisinde tutsaklaştıranlara karşı, maruz bırakıldığımız bu sıkışmışlığımızdan kurtulmalıyız. Sıkışan her şey patlar ve şimdi bizler tüm sıkışmışlığımızla sosyal ve ekonomik bir patlamanın eşiğindeyiz. Bu eşiği aşmalı ve kendi özgür yaşamlarımızı kendi ellerimizle ve buluşan ellerimizle, yani örgütlülüğümüzle yaratmalıyız.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 35. sayısında yayımlanmıştır.
The post “Sıkıştırılıyoruz” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ” Kadınların Öfkesi Katilleri Yakacak ” – Nergis Şen appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>“
Bomba!
Katil devletin savaş araçlarından biridir bomba. Ne zaman ki devlet şiddetini yükseltse; bir bomba patlatır içimizde. Yüzyıllardır var olduğunu, birilerini katletmekte olduğunu bilsek de, son zamanlarda sık sık duymaya başladığımız bir kelimenin ötesinde, bomba yaşamlarımızın ortasında patlayan bir gerçeklik haline geldi.
Bombalar Amed’de, Suruç’ta, Cizre’de, Zergele’de, Lice’de, Sur’da ve Ankara’da patladı birer birer. Yaşamlarımıza düşürürler bombaları ve geride bedenlerimizden parçalar, yüreklerimizde acılar kalır. Bombalar farklı yaşamlara farklı biçimlerde düşse de; yarattığı üzüntü, yarattığı öfke hep benzer birbirine.
Bomba Meryem Ana’yı, iki oğlunu da devletin senelerdir sürdürdüğü savaşa karşı gösterilen direnişte kaybetse de hiçbir zaman meydanları terk etmeyen, “Artık gençler ölmesin” diyerek kalkanların önünde duran, direnen bir kadını, yine devletin savaşına karşı dilinden hiç düşürmediği “barış” için gittiği meydanda, Ankara’da katletti.
Bomba bir anneyi, kucağında bebeğiyle devletin yasakladığı sokağa çıktığı için, Cizre’de katletti.
Bomba Lissa Çalan’ın dilinde zılgıtıyla gittiği Amed mitinginde patladı, Lissa’nın bacaklarını, aynı zamanda birçok kadının yaşamını çaldı.
Bomba, devlet Kandil’e atmak isterken “yanlışlıkla” Zergele’ye düştü; anaları ve kucaklarındaki çocukları katletti.
Bomba 13 yaşındaki genç bir kadını, bir ananın çocuğunu katletti ve o ana, yasaklardan dolayı çocuğunu gömemedi. Cemile’nin küçük bedeni annesi tarafından günlerce dondurucuda saklandı.
Bomba kundaktaki 35 günlük bebekleri; daha emzikteki, oyun yaşındaki küçük bedenleri parçaladı. Katiller gülerek “Gelin cenazenizi alın” dedi.
Devlet bu bombaları evlerde, meydanlarda, bedenlerde patlatmıyor sadece, geride kalanların yaşamlarının ortasında da patlatıyor. Katliamların ardından yaralıları, yaşamlarını yitirenleri taşıyanlara; anmalara, cenazelere saldırıyor. “Başka bombalar patlamaya devam edecek” diyerek herkesi korkutabileceğini sanıyor ve sokaklara, meydanlara çıkılmamasını istiyor. Sanıyor ki korkutacak, yıldıracak; yanılıyor!
Yaşam için, özgürlük için mücadele eden kadınların inancına, bir de katledilen kardeşlerin, yoldaşların inancı ekleniyor. Son olarak Ankara’da katledilenlerin cenazelerinde gördük bunu. Kadınlar cenazelerde sımsıkı yumruklarını havaya kaldırıyor. Katillere inat dimdik durup üzüntülerini öfkeyle bezeyip haykırıyorlar. Sokakları, meydanları terk etmiyorlar. “Hepimizi katletmezseniz rahat yok size!” diyorlar katillere, mücadeleyi büyütmek için örgütleniyorlar. Çünkü bu katliamlar unutulamaz, bu katliamlar affedilemez.
Üzüntünün suyu biraz akıyor gözden. Ama öfkenin ateşi harlanarak büyüyor. Bu ateş, sadece içimizi yakmayacak; gün gelecek, kadınların öfkesi katilleri yakacak!
Nergis Şen
Bu haber Meydan Gazetesi’nin 29. sayısında yayımlanmıştır.
The post ” Kadınların Öfkesi Katilleri Yakacak ” – Nergis Şen appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ” İki Arada Bir Derede Katliamın Gölgesinde Talan Projeleri” – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Yaşadığımız topraklar art arda katliamların karanlığına gömülmüşken; adalet, özgürlük ve barış isteyenler acı ve öfke içinde cenazelerde buluşuyorken; insanlar panik ve korku içinde birbirlerine “Bize ne oluyor?!” diye sorarlarken birileri de işlerini tıkır tıkır yürütmeye devam ediyor. Devlet ve suç ortakları şirketler sizi öldürmekle yetinmeyeceğiz, yaşadığınız doğayı da başınıza yıkacağız, her yeri betona bulayıp adeta yaşam adına ne varsa yok edeceğiz der gibi talan ve katliam planlarını harfiyen uygulamayı sürdürüyorlar.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı “Müjde”yi Verdi: 3. Nükleer İğneada’ya
Katliam bir devlet geleneğidir. Katliamı bazen bombayla, bazen ağır silahlarla, bazen uçaklarla, bazen de tıpkı Çernobil, Fukuşima ve daha adını sayamadığımız irili ufaklı birçok “nükleer santral” ile de gerçekleştirebilirsiniz. Bu toprakların efendileri de nükleer projelerini peşi sıra uygulamaya devam ediyor. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alaboyun, “Üçüncü nükleer santralin Kırklareli İğneada bölgesinde yapılması planlanıyor. Firmalarla görüşmeler devam ediyor” açıklamasıyla bizlere 3. nükleerin müjdesini verdi.
Bir Müjde de Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’ndan: Akdeniz’de 3725 Tane Talan Projesi
Böylesine karanlık günlerden geçerken, devlet erkanı boş durmuyor, müjdeler birbirini izliyor! Başta Karadeniz olmak üzere, yaşadığımız coğrafyanın her bir yanını envai çeşit enerji santralleriyle donatan devlet ve şirketlerin ağzı şimdi de Akdeniz için sulanıyor. Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, Isparta’da Güneydoğu Anadolu Projesi’nin bir benzeri olarak Akdeniz Gelişim Projesi (GEP) hazırladıklarını belirterek, burada 3725 tesis yapacaklarını duyurdu. Sözlerine esprili (belki alaycı daha doğrudur) bir şekilde devam eden Eroğlu, “Buraya gelirken Afyonkarahisar’dan kaymaklı lokum getirecek halim yoktu. Buraya heybem dolu yatırımlarla geldim… 6 aylık çalışma neticesinde nereye ne yapılacak bunları belirledik. 2019 yılına kadar 266 baraj ve gölet, 440 sulama tesisi, 32 içme suyu tesisi, 850 dere ıslahı tesisi, 1299 köprü ve ağaçlandırma gibi yatırımlar yapılacak” dedi. Yaşanan katliamın ardından adeta bir komedyen edasıyla boy gösteren bakan, Isparta’nın güllerini, talan projeleri kapsamında yapmayı planladıkları göletlerle özdeşleştirerek keskin edebiyat yeteneğini de göstererek, “Isparta, Isparta olalı böyle barajlar göletler yapılmadı. Isparta artık güller ve göller diyarını yanı sıra barajlar ve göletler diyarıdır” dedi.
Yeşil Yol’un İlahi Amaçları
Karadeniz’deki son talan projelerinden biri olan “Yeşil Yol” ise geçtiğimiz günlerde Başbakan Davutoğlu tarafından ilginç bir şekilde savunuldu. Davutoğlu Karadeniz’de yaptığı bir konuşmada “Yeşil Yol (…) doğaya ulaşıp rabbimize şükretmek için” diyerek meseleyi ilahi bir açıdan değerlendirdi ve “Bunların dini, imanı para…” deyişinin ete kemiğe bürünmüş hali olarak tarihe geçti.
Daha proje aşamasındayken bir talan projesi olduğu ve izlediği güzergâh boyunca yaşam adına ne varsa yok edeceği aşikar olan “Yeşil Yol” hepimizin de hatırlayacağı gibi köylüler tarafından engellenmek istenmiş; iş makineleri birkaç defa durdurulmuş, yaşlı kadınlar askerler tarafından yerlerde sürüklenmiş ve nihayetinde ağır silahlarla donanmış askerlerin eşliğinde şirket tarafından inşaata başlanmıştı.
Fakat Davutoğlu böyle düşünmüyor ya da fantastik bir romanın mistik bir kahramanı olduğunu düşünüyor ve saçmalamaya devam ediyor: “Dünyanın her yerinden insanlar gelsin Karadeniz’in yaylalarına aşık olsun, havasında şifa bulsun diye bu projeyi yapıyoruz. Türkiye’nin her köşesindeki çevre aşıkları olan bizler adına söylüyorum; bizler sarı çiçekle konuşan Yunus Emre’den ilham almışız. Tek bir sarı çiçeğin ezilmesine izin vermeyiz. Tek bir yaylanın tarumar edilmesine izin vermeyiz. Kötü yapılaşmayla o doğanın bozulmasına izin vermeyiz. O yollar doğayı bozmak için değil, doğaya ulaşıp rabbimize şükretmek için yapılıyor. Yeşil Yol bu felsefeyle yapılmaya devam edecek.”
Çevre ve Şehircilik Bakanı İdris Güllüce: Beton makinesinin sesinden büyük keyif alıyorum
Çevre Bakanı İdris Güllüce ise İstanbul Esenler’de katıldığı bir açılışta yaptığı açıklamalarla, devleti temsilen “çevreleri”ne hangi gözle baktıklarını açık etmiş oldu. Çevre Bakanı: “Beton makinesinin sesi bu ülkede hiç eksik olmasın. Ben inşaat mühendisiyim, beton makinesinin sesinden çok keyif alırım. Böyle pat… pat…pat… vurdukça… Türkiye kalkınıyor. Kalkınacak, gelişecek. Türkiye 2023, 2071 hedeflerine gidiyor… Biraz sonra o beton pompası vurmaya başlayacak. Birilerine rağmen Türkiye kalkınacak. Rabbim bu ülkeyi hep böyle kalkındırsın. Silah seslerinin yerine, terörün yerine, insanların birbirine acımasızlığı yerine beton santrallerinden beton çıksın ve o beton santrallerinin betonlarını beton pompaları insanlara güzel güzel evler, havaalanları, yollar, otobanlar yapsın!”
Halbuki biz çevre bakanından yaptıkları pislikleri örtmek için usulen de olsa -ki her zaman öyle olur- yeşile övgü beklerken; kendileri derelerimizi kurutan, ormanları yerle bir eden yaşam alanlarımızdan bir silindir gibi geçen “beton”a karşı histerik aşkını dile getiriyor.
Katliamı takip eden son bir hafta içerisinde yapılan tüm bu açıklamalara baktığımızda “Siz bizimle dalga mı, geçiyorsunuz?” diye sormamak elde değil. Bu açıklamaların, toplumun birçok duyguyu bir arada yaşadığı ve dikkatinin çok başka noktalara çekildiği böyle bir zamanda yapılması oldukça manidar ve aynı zamanda son derece umursamaz ve pespayecedir.
Açık, net ve tereddütsüz bir şekilde söylüyoruz, komik değilsiniz, zeki ya da edebi hiç değilsiniz! İğrençsiniz, katilsiniz; Ankara‘da ölen yoldaşlarımızın, derelerin, ağaçların, havanın, hayvanların, tüm doğanın katilisiniz. Çok sevdiğiniz beton makinelerinin sesi eşliğinde, öve öve bitiremediğiniz duble yolların arasında, yaşadığımız toprakların her bir yanına dizilmiş enerji santralleri ve saya saya bitmeyecek talan projelerinizle beraber yok olup gideceksiniz. Doğanın ve katlettiğiniz tüm yoldaşlarımızın öfkesi, yaşadığınız her an ensenizde olacak. Yaptığınız hiçbir katliam, gevrek gevrek sırıtarak söylediğiniz hiçbir yalan, hiçbir söz unutulmayacak!
Özgür Erdoğan
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 29. sayısında yayımlanmıştır.
The post ” İki Arada Bir Derede Katliamın Gölgesinde Talan Projeleri” – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>