The post Milli Dayanışma Kampanyası’na İşçilerden Maaş Kesintisi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>30 Mart’ta Tayyip Erdoğan’ın başlattığı “Milli Dayanışma Kampanyası” sonrası Boru Hatları İle Petrol Taşıma Anonim Şirketi (BOTAŞ), işçilere gönderdiği SMS ile maaşlarından kampanya için kesinti yapılacağını açıkladı.
SMS’te “Milli dayanışma kampanyası kapsamında 2020 Nisan ayı maaşlarımızdan; kapsam dışı personelimizden 400 TL, kapsam içi personelimizden 200 TL olmak üzere kesinti yapılacaktır” denildi.
Orman Genel Müdürü Bekir Kacabey ise işçilere gönderdiği mesajda, en az bir yevmiyenin genel müdürlüğün Ziraat Bankası’nda açılan hesabına yatırılarak, dekontun gönderilmesini talep etti. Karacabey imzasıyla paylaşılan mesajda şu ifadeler yer aldı:
“Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan tarafından başlatılan Biz Bize Yeteriz Milli Dayanışma Kampanyası için Genel Müdürlüğümüzce Ziraat Bankası nezdinde TR620001001745062884585106 no’lu hesap açılmıştır.
Bize de Bu Yakışır sloganı ile Kampanyaya toplu olarak güçlü katkı vermek üzere Genel Müdürlüğümüz ve bağlı birimlerinde görev yapan personellerimizin 20 Nisan 2020 tarihine kadar devam edecek olan bu anlamlı yardıma gerekli desteği vereceğine olan inancımız tamdır.
Araştırma Müdürlüklerimiz tarafından işin önemine binaen bütün personellerinin koordinasyonu sağlanmak suretiyle her çalışanımızın en az bir günümüzü devlete/millete çalışmak üzere maaşından en az bir yevmiyeyi bağışlayacağı çalışmanın yapılarak yukarıdaki tek hesaba yatırılması ile dekontunun gönderilmesini rica ederim.
Gün; birlik olma ve dayanışma günüdür.
Biz Bize Yeteriz Türkiye’m.
OGM ’ye de Bu Yakışır.”
The post Milli Dayanışma Kampanyası’na İşçilerden Maaş Kesintisi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Varlık Fonu Kimi Fonluyor – Fuat Çakır appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Mevzuatta Başbakan’a bağlı olan bu fonla ilgili böyle önemli bir kararı neden Erdoğan’ın açıkladığından tutun da Erdoğan’ın “beraber karar verdik” demesine rağmen kendisinin ekonomi başdanışmanı Hatice Karahan’ın bile bu olaydan haberinin olmadığının ortaya çıkması bir hayli şaşırtıcı bulunuyor. Yoksa olay kimilerince söylendiği gibi başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı arasında, daha da açık söylemek gerekirse, Yıldırım ile Erdoğan arasındaki uyumsuzluktan mı kaynaklanıyor?
Bu iddia, en son, henüz bu görevden alma gerçekleşmemişken Bloomberg’de yer alan bir analizde ortaya kondu. Bu analizde, Erdoğan tarafından desteklenen Başkan Bostan’ın, Başbakan Binali Yıldırım ve ekibince değiştirilmek istendiği öne sürülüyordu. Yine bu analizde, sorunun yalnızca başkan olmadığı, işlerin yürütülmesinde bir anlayış farklılığının da olduğu belirtiliyordu. Yani, Yıldırım, Fon’un büyük çaplı altyapı projeleri için kullanılmasını savunurken; Saray ise Fon’un borsa ve döviz piyasasına müdahaleyi de içeren daha kısa vadeli hedefler için kullanılmasını istiyordu.
Yine Bloomberg’deki analizde görüşüne başvurulan Ahmet Davutoğlu’nun eski danışmanı ve Karar yazarı Etyen Mahçupyan bu konuda “Erdoğan’ın tek başına yönetimi elinde tuttuğu kuşkusuz olsa da AKP kanadında ikinci bir kampın oluşması cumhurbaşkanının göründüğü gibi sınırsız yönetim gücüne sahip olmadığını gösteriyor” sözleri de bu iddiayı destekler nitelikte.
Bu iddia öyle sarsıcıydı ki, TVF yönetim kurulunda bulunanlardan biri olan Yiğit Bulut (diğerleri Mehmet Bostan, Himmet Karadağ, Kerem Alkin ve Oral Erdoğan) kendi köşesinde “küresel Bloomberg kuruluşu, ekranlara ‘sözde analiz’ adında bir haberi geçerek, aklınca Türkiye’ye operasyon yaptı. İçinde geçen detaylar tamamen uydurma, hayal ürünü, iftira olduğu gibi Türkiye içinden de beslendikleri kesin” diye yanıt vermek durumunda kaldı.
O günlerde, bu tartışmanın yapay bir iddia üzerine olduğu düşünülse de Erdoğan’ın Mehmet Bostan’ı görevden aldığını açıklaması ile TVF’deki kriz artık iyice gözler önüne serilmiş oldu. Bu görevden alma ile kriz çözüleceğe de benzemiyordu.
Hala net bir açıklama yapılmış değil. Bu görevden almaya Fon yönetimi içinde yaşanan anlaşmazlıkların etki etmiş olabileceği gibi, asıl gerilimin AKP içinde olduğu ve ister istemez fona da yansımış olabileceği üzerinde de duruluyor.
Ertuğrul Özkök de köşesinde TVF tartışmalarına dahil olan bir yazı yayınladı. Özkök, yazısında “bir süredir benim de kulağıma böyle şeyler geliyordu” diyerek krizi doğruluyor. Özkök, daha da ileri gidiyor ve “yönetim kurulundakilerin kendilerine birer Audi A8 marka otomobil istemeleri”nin de büyük bir sıkıntıya yol açtığını açıklıyor.
Zaten gündeme geldiği günden beri gerek gelir kaynakları, gerekse özel yasayla kurulmuş olmasından dolayı denetime tabi olmayışıyla birçok tartışmanın konusu olan TVF’deki bu yeni tartışmalar dineceğe benzemiyor.
Bünyesinde Milli Piyango, Türkiye Jokey Kulübü, Ziraat Bankası, BOTAŞ, Borsa İstanbul, THY ve Halk Bankası gibi kuruluşlar bulunan ve toplamda 200 milyar doları aşan varlıkları yatırıma dönüştürerek büyümeye %1,5 katkısı olacağı söylenen Varlık Fonu’nun daha 1 yılını doldurmadan hem başkanını kaybetmesi, hem de yeniden yapılandırılacağının açıklanması, krizin bu konuşulanlardan çok daha derin olduğu konusundaki kuşkuları kuvvetlendiriyor. Türkiye Varlık Fonu’nca oluşturulan alt piyasa istikrar ve denge fonu, kobi finansman fonu, lisans ve imtiyaz fonu, maden alt fonunun da bu kötü gidişi durdurmaya yaramadığı anlaşılıyor.
Son bir yıldır her olumsuzluğu FETÖ’ye yıkan AKP’nin başının bu kez kendi yarattığı bir kurumla dertte olduğunu görüyoruz. Üstelik bir yandan ABD’de yargılanan Rıza Zarrab soruşturmasına eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın da dahil edilmesi, diğer yandan da AB ile kurduğu ekonomik ilişkileri ters giden TC’nin bir de bu fon üzerinden yaşadığı kriz, aslında bu krizin boyutlarının yalnızca TVF ile sınırlı kalmadığını/kalmayacağını da gösteriyor.
Kimi değerlendirmelere göre “iflasın itirafı” olarak adlandırılan bu durum, AKP’nin “ortağı” MHP cephesinde de eleştirilere yol açacak kadar derin. Üstelik ordan yükselen sesler, “başkan değiştirmek yetmez, fonu komple kaldırmak gerek” yönünde daha sert. E, ortadaki paranın miktarı büyük olunca bunun ortaklar arasındaki kavgas da büyük olabilir. Çünkü fonun nerelere harcama yapabileceğini belirten kanunda “tescil ve ilan giderleri sigorta ücretleri, danışmanlık giderleri” vb. bir dizi gider sayıldıktan sonra şöyle muallak bir ifade de var: “Yönetim kurulunca yapılması uygun görülen diğer harcamalar”.
İşte asıl kavganın nedeni de bu paranın nerelerde kullanılacağı üzerinde anlaşamamak olabilir. Ama Erdoğan’ın bu kavgayı pek de büyütmek niyetinde olmadığını, asıl amacının bu kaynakları bir an önce kullanılabilir hale getirmek olduğuna kuşku yok. Bu krizden sonra Fon’un doğrudan Saray’a bağlanması ve belki de görünürdeki başkanlığına Yiğit Bulut’un getirilmesi bizi çok da şaşırtmayacak. Başkan kim olursa olsun arkasındaki patronun artık kim olacağı tartışılmayacak bile. Çünkü, öyle ya da böyle TVF, artık gözünü 2019 yılında yapılacak seçimlere çeviren iktidar için vazgeçilmez bir gelir kaynağı. Bu fonda biriken paraları kullanarak belki Türkiye’nin büyümesini 1,5 puan artıramadılar ama seçim kampanyalarında kullanılacak, eşe dosta dağıtılacak fon gelirleri AKP oylarında 1,5 puan bir artış getirebilir. Öyleyse Başkan gitti, yaşasın Başkan!
The post Varlık Fonu Kimi Fonluyor – Fuat Çakır appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “ENERJEOPOLİTİK” – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Jeopolitiğin kurucusu Friedrich Ratzel , “Bu küçük gezegende, sadece bir büyük devlet için gerekli yer mevcuttur” sözüyle, devletin doğasındaki yayılmacılık arzusunu açıkça ortaya koymuştu. Ratzel her ne kadar bu sözü olumsuz bir yerden kurmuyorsa da, devletin varlığını sürdürebilmesini genişlemekle sağlayabileceği tespitini iyi yapıyor. Nasyonal-sosyalist düşünceye armağanı olan Lebensraum- yaşama alanı kavramını da bu düşünceyle şekillendiriyor.
Jeopolitik, özellikle uluslararası siyaset analiz edilirken en çok başvurulan yaklaşımlardan biri. Fukuyama’nın Tarihin Sonu tezinden Huntington’ın Medeniyetler Çatışması’na; Büyük Ortadoğu Projesi’nden Brezezinski’nin Büyük Satranç Tahtası’na, jeopolitik yaklaşım güncel uluslararası siyasetin nabzını tutmaktadır. Bu bakış açısından yapılacak bir devletler tarihi okumasında, 19. yüzyılda Almanya’nın, 20. yüzyılda ABD’nin uluslararası siyasetteki yükselişlerinin, öncekinin kömürü, sonrakinin petrolü kontrolü ile ilgili olduğu iddia edilebilir.
Ancak 20. yüzyılda, uluslararası siyasete yeni bir paradigma damga vurdu: Yenilenebilir enerji fikri… Devletlerin dış politikalarını belirlemesinde, hatta devlet dışı ekonomik ve siyasi aktörlerin bu politikaları etkilemesinde en büyük olgu, yenilenebilir enerjiydi.
Bu fikirle birlikte sadece dış politikalar değil, yeni kapitalizm tanımları, küresel şirketlerin dünya siyasetine etkileri konuşulur oldu. Jeopolitikçi yaklaşımların büyük bir çoğunluğu, bu süreç sonunda komplo teorileriyle ilişkilendirildi.
Siyaset biliminde, jeopolitikçi yaklaşımların nesnelliği tartışmalıdır. Örneğin Brezezinski, ABD Başkanı Carter’ın danışmanıdır. Dolayısıyla, uluslararası siyaseti okumasının tarafsız olması beklenemez.
Jeopolotikçi yaklaşım bu haklı ya da haksız itibarsızlaştırmaya karşı yeni bir argüman üretmiş durumda. TC devletinin son aylardaki uluslararası siyasette üzerinde yoğunlaştığı meselenin ne olduğu düşünüldüğünde bu durum daha kolay anlaşılacaktır. Devletlerin enerji politikaları dengeleri, her geçen gün değişmektedir. Bu dengeler güncel siyaseti etkileyebilmekte, devletlerin uluslararası siyasetteki konumunu belirleyebilmektedir.
Bu durum jeopolitikçileri, uluslararası sistemdeki aktörlerin yeni enerji düzeninde rol almalarına ve dış politikalarını buna göre belirlemeleriyle yeni bir kavram ortaya atmaya itmiştir: Enerjeopolitik.
Bu yaklaşıma göre yenilenebilir enerjiye geçiş bir süreçtir ve bu süreçte petrol ve doğalgaz önemini koruyacaktır. Hatta bu süreçte, daha önce petrol ve doğalgaz konusunda tekel durumunda olanların (ABD ve AB gibi) karşısına yeni aktörler (Brezilya, Rusya, Çin, Hindistan gibi) çıkacaktır. Küresel siyaset yapılandırılırken petrol hala öncelikli bir role sahiptir ve doğalgaz kullanımı hızla artmaktadır. Hal böyle olunca Ortadoğu, Kuzey Afrika, Kafkaslar, Hazar Havzası ve Orta Asya coğrafyalarındaki küresel siyasi ve ekonomik çekişmelerin asıl dayanağı enerji olarak ortada durmaktadır.
Erdoğan’ın Enerjeopolitik Arka Planı
Barış Süreci ile ilgili gelişmelerin hızlandığı bir dönemden geçerken, Tayyip Erdoğan, 17 Mart günü, TANAP’ın yani Trans-Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı’nın, Kars ayağının açılışında yaptığı bir konuşmada, “Kürt sorunu diye bir şey yoktur” dedi. Ancak buna benzer her konuşmada olduğu gibi yine, devlet erkanının konuşmalarını gerçekleştirdiği “arka planlar” üzerinde çok durulmadı. Fakat Erdoğan’ın Türkiye’nin enerji ve ulaşım koridoru olmasını vurguladığı bu konuşma esnasında kurduğu cümlelerin, hangi ruh haliyle kurgulandığını anlamak ve bunun, konuşmanın “arka planı” ile olan ilgisini düşünmekte fayda olabilir.
Enerji Bakanı Taner Yıldız ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, son süreçte, Romanya’dan Azerbaycan’a, Rusya’dan İran’a dek, hummalı bir çalışma içerisinde. Bu çalışmaların sürdüğü her bir yeni yer ise, siyasi konjonktüre ilişkin soruların cevaplandığı, devlet meselelerine ilişkin konuşmaların yapıldığı yerler olma niteliğinde. Gidilen her bir mekanın, devletlilerin demeç verdiği mekanlara dönüşmesi durumu söz konusuyken, bunun nedenini tartışmak, mekanlar üzerinde şekillenen politikaları anlamak açısından da önem taşıyor.
TANAP nedir?
Taner Yıldız Kandil’de petrol aramaya niyetlenmiş; Tayyip Erdoğan’la birlikte Türkiye’ye biçtikleri geleceğin, büyük bir enerji dağıtım şirketi olduğunun sinyallerini verir ve bunu da yaptığı her açıklamaya, her çalışmaya yansıtırken son zamanlarda kulağımıza çokça çalınan bir proje var. ABD’nin dolara müdahalesi iddialarının karşısında, 10 milyar dolarlık bir anlaşma olma niteliği taşıyan; bu yönüyle de II. Dünya Savaşı sonrası oluşan ve AB’nin kökeni sayılan “Kömür-Çelik Topluluğu”na benzetilen TANAP’a dair ilk anlaşma, 2012 yılında imzalandı.
1850 km uzunluğunda, Kars’tan Çanakkale’ye toplamda yirmi ilden geçecek olan Trans-Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı, BOTAŞ ve Azerbaycan Devlet Petrol Şirketi SOCAR arasındaki anlaşmayla oluşturuldu. Projeyle hedeflenen Hazar Denizi’ndeki Şahdeniz 2 Gaz Sahası’ndan çıkacak gazı Avrupa’yla buluşturmak. %30’luk hissesiyle BOTAŞ, %58’lik hissesiyle SOCAR’ın çok da konuşulmayan bir ortakları daha var, projedeki %12’lik hissesiyle, kendi krizini şimdi de Avrasya’da yürüteceği politikalarla aşmaya çalışan BP.
BP Azerbaycan, Gürcistan, Türkiye Bölge Başkanı Gordon Birell, projede Türkiye ile birlikte yer almanın öneminden “Türkiye son 5-10 yılda önemli bir enerji merkezi oldu. TANAP’ta partner olmamız bizim için önemli bir adım. TANAP, Türkiye’nin enerji güvenliği için önemli bir fırsat” diyerek planlanan projeyi övgüler dizmeye şimdiden başlamışken; projenin asıl büyük ayağı ise dikkat çekiyor.
Projenin bütününde planlanan şey, esas olarak şu: Güney Kafkasya Boru Hattı (SCP) ile Azerbaycan’ın Hazar Denizi’ndeki Şahdeniz 2 Gaz Sahası’nda ve diğer sahalarda üretilen doğalgaz öncelikle Türkiye’ye, yani TANAP’a, ardından Trans Adriyatik Boru Hattı (TAP) ile Yunanistan, Arnavutluk ve İtalya üzerinden Avrupa’ya ulaştırılacak. Taner Yıldız’ın “siyasi engeller çıkarılmaya çalışıldı ama bu projenin önünde siyasi bir engel olmayacaktır” açıklamaları da, TANAP’ın daha şimdiden nasıl bir “namus meselesi”ne dönüştüğünü anlatır nitelikte.
Yeni Enerji Düzeni
Jeopolitiğin önemi noktasında ısrarlı duranların altını çizdiği duruma göz atmak gerekirse; Rusya, Ukrayna’daki gelişmelerden kaynaklı olarak iptal ettiği Güney Akım Projesi’ni, Türkiye-Yunanistan’dan geçecek yeni bir doğalgaz projesiyle ikame edecek. Putin’in yakın bir zamanda gerçekleştirdiği Erdoğan görüşmesi ve Çipras’ın Rusya ziyaretini buradan okumak doğru olacaktır.
Peki, İran’ın ABD ile nükleer müzakereleri sonrasında, İran tarafından yapılan eleştirilere rağmen Erdoğan’ın İran’a gidiyor oluşunu nasıl anlamak gerekecek? Yeni jeopolitikçilerin cevabı, Yeni İpek Yolu projesi. Çin’in ticari kaygılarla hazırladığı bu projenin yolları, karadan ve denizden Türkiye ile kesişiyor. Ancak yolların bir tanesinin üzerinde Yemen bulunuyor. Dolayısıyla Yemen’deki hareketliliği bir de buradan okumak gerekiyor! Öte yandan çok gündemde olmasa da, İpek Yolu’nun bir ayağının geçtiği Kenya’da ise 150 kişi radikal İslamcı Eş-Şebab tarafından katledildi.
Bu tarz bir okumayla, Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın, petrolü Kandil’de aramasını da anlamlandırabiliriz.
Enerji, Rant ve Savaş Üçgeni
Doğalgaz projeleri, yeni ticaret anlaşmaları.. Küresel ekonomik ve siyasi gelişmelerin hız kazandığı ortamda, bu hızdan kimlerin kar edeceğini görebilmek için strateji uzmanı olmaya gerek yok. Petrol ve doğalgaz gibi enerjilerin siyasette ve ekonomide hala daha ne kadar önemli olabildiğini anlamak için de… ABD ordusunun bir günlük ihtiyacının, Yunanistan Devleti’nin günlük ihtiyacından daha fazla olduğunun bilinmesi bile bunu anlamak için yeterli bir örnek.
Ancak bu, bizim küresel şirketlerin dünya siyasetindeki ve ekonomik sistemindeki rolünü önemsizleştirmemize yol açmıyor. 20. yüzyılın yarısında, Dünya Savaşı sonrası küresel şirketlerin, ABD güdümlü bir ekonomik ve siyasi hegemonyanın bir parçası olarak görüldüğü dönemde değiliz. Bugün bu küresel şirketlerin ekonomik amaçları ile devletlerin güvenlik politikaları uyuşmayabilir. Dünya üzerinde nükleer, doğalgaz ya da petrol enerjileri ile ilgili hatırı sayılır miktarda küresel organizasyon var ve bunlar dünya siyasetinde söz sahibi.
Biz ezilenlerin, meseleyi değerlendirmedeki ölçütünü nereye koyacağı önemli. TANAP projesi ve benzeri projeleri değerlendirmemizdeki kriter ne bu projelerin zenginliklerine zenginlik katacağı kapitalistler, ne de küresel siyasette gücünü arttıran mevcut sınırlara hükmeden devletlerdir. Zaten ortadaki enerji ihtiyacı da ne halkındır, ne de kazanılacağı iddia edilen milyonlar halka dağıtılacaktır.
Küresel siyasetin ve kapitalist ekonominin böyle hız kazandığı dönemlerde ortaya çıkan tek tablo savaştır. Masa başlarında imzalanan kağıtlar bazen bir bomba olarak bazen de kriz olarak karşımıza çıkacaktır.
The post “ENERJEOPOLİTİK” – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>