The post İTÜ’de Kantin Boykotuna Katılan Öğrencilerin Okula Girişleri Yasaklandı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Çeşitli üniversitelerde kantinlerin ve yemekhanelerin bu zamlarına karşı öğrencilerin çeşitli üniversitelerde eylemleri devam ediyor. Bundan yaklaşık 3 hafta önce İstanbul Teknik Üniversitesi’nde (İTÜ) özel şirketlere ait kantinlerdeki fiyatlara tepki gösteren ve bir boykot düzenleyen öğrencilere yönelik yönetim baskısı artarak devam ediyor. Bu kez de en az dört öğrencinin okula sınav dönemi boyunca girişi yasaklandı.
Okuldaki özel şirketlere ait kantindeki fiyatları protesto eden öğrencilere İTÜ Rektörlüğü tarafından soruşturma açıldı. En az dört öğrenciye tebliğ edilen soruşturma kağıdında öğrencilerin soruşturma tamamlanıncaya kadar üniversiteden uzaklaştırılmasına karar verildiği ifade edildi.
The post İTÜ’de Kantin Boykotuna Katılan Öğrencilerin Okula Girişleri Yasaklandı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post YEREL SEÇİMLERE DAİR appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Coğrafyamızda son 10 yılda, 10’un üzerinde seçim ya da referandum gerçekleşti. Özellikle son 4 yılda gerçekleşen seçim ve referandumların gerçekleştiği koşullar, temsili sistem içerisindeki meşruluğu ve sonuçları; mart sonunda ve bundan sonra gerçekleştirilecek seçim ya da referandumları öngörmek açısından çok önemli.
Mart sonunda gerçekleşecek seçim her ne kadar yerel bir seçim olsa da seçim propagandaları, seçim sürecinin öne çıkan isim ve söylemleri genel siyasetle ilişkili. Genel seçimlerde oluşturulan koalisyonların sürdürüldüğü; farklı şehirlerdeki belediyeleri kazanmak için stratejilerin oluşturulduğu; OHAL süreciyle başlayan kutuplaştırıcı politizasyonun arttırıldığı bir seçim süreci.
Ve her şeyin ötesinde ekonomik krizin günden güne kendini giderek belirgin kıldığı bir ortamda gelen seçim süreci…
Değişen Seçimler mi, Rejimler mi?
İçinde bulunulan siyasal sürecin, iç politika ve dış politika ayrımlarını ortadan kaldıran bir konjonktür olduğu tespiti sıklıkla yapılıyor. Ancak bu durum, tüm bu süreci iç politikanın dayattığı gözbağından bağımsız görüyor olduğumuz anlamına gelmiyor. Örneğin Venezüela coğrafyasında yaşanan tüm gelişmeler, iç politikadaki tutumlara göre düşünülüyor; iç politik atmosferin yarattığı karşıtlığa göre taraf belirleniyor.
Aslında iç politik durumun da dünyanın genelinde beliren süreçlerden etkilendiğini göz önünde bulundurmak gerekiyor. Bu seçim sürecinde farklı mecralarda konuşulan/yazılan durumda olduğu gibi, farklı coğrafyalarda benzer siyasi figürler ve işleyişler belirmekte. Bu ortaklık, farklı coğrafyalardaki rejimlerin niteliğinin değişimiyle ilgili.
Seçim kazanmış ve siyasal iktidarı ellerinde barındıran figürler; temsili demokrasinin sınırlarını da zorlayarak kendi mutlak pozisyonlarını temsili demokrasinin seçim gibi araçlarıyla meşrulaştırıyorlar. Liberal demokrasi, seçimli otokrasi, seçilmiş diktatörlük, rekabetçi otoriterlik, temsiliyetsiz seçim ve benzeri bir dizi kavramla nitelenmeye çalışılan bu yeni durum, post-demokrasi denilen çatı bir isimlendirme altında toplanıyor.
Eski dönemin diktatör ve otoriter yöneticileriyle post-demokrat liderlerin arasındaki temel fark; siyasal iktidara darbe, iç savaş vb. yöntemlerle değil de seçimle gelmeleri ve bu iktidarı ellerinde seçimle tutmaları. Burada siyasal iktidar diye kastedilen sadece yasama ya da yürütme gücü değil kendi mutlak pozisyonlarını sürdürebilmek için devletin tüm aygıtlarını elinde tutma durumudur. Önceki dönemin meşru ilke ve kuralları, seçimden alınan güçle ihlal edilebilir ve hatta değiştirilebilir. Ancak yeni rejimin çıkarlarına hizmet ediyorsa demokrasiyle ilişkili kurumlar korunabilir; yeri geldiğinde işletilebilir. Yani post-demokrasi, kağıt üstünde demokrasi, keyfi demokrasi… Muhalif siyasal analizcinin yapmadığını hemen yapalım; altını çizelim. Siyasal iktidarı elinde bulunduranın asıl gücü “seçilmişliği”!
Seçilerek siyasal iktidarı ele geçiren post-demokrat diktatörler, düzenli aralıklarla yenilenen seçimlere ihtiyaç duyarlar. Demokratik görünümü bu seçimler aracılığıyla sürdürürler. Rusya’da Putin, Macaristan’da Orban, ABD’de Trump, Venezüela’da Maduro, Filipinler’de Duterte ve tabi ki Erdoğan… Hiçbiri seçildiği ilk dönem, temsili demokrasinin liberal değerlerine karşı tavır almamıştır. Süreç sonunda gelinen nokta, liberal değerlerin somutlaştığı kurumları bile ortadan kaldırmak olmuştur. Hepsi, medyayı büyük oranda denetim altına almış, yargıyı kontrol altına almış; muhalefeti baskılamak ve susturmak için kullanmıştır.
Mevzu bahis post-demokratların benzer özelliklerinden bir diğeri, ailesel ilişkileri rant dağıtım ağı olarak kullanmaları. İktidarlarını ellerinde tutmalarına yarayan bu rantın dağıtımının nereye kadar gidebileceği, ne kadar açık yapılabileceğini coğrafyamızda deneyimlemiş bulunmaktayız.
Yaratılan iç ve dış düşmanlar, bu düşmanlarla savaş üstünden kurulan söylemler, seçim zamanlarının vazgeçilmezi. Bu yöntem aracılığıyla, iktidarlarının meşruluğunun sağlanacağı seçmen desteğini toplayabiliyorlar.
Belirtildiği gibi tüm bu ortak özellikler, meselenin bir dönemin eğilimi olduğunu ve farklı coğrafyalarda da buna benzer siyasal süreçlerin yaşandığını gösteriyor. Bu tespitlerin hepsi küresel düzeyde yapılıyor yapılmasına ancak şu telkin de elden bırakılmıyor: “Seçimler bu siyasal iktidarın pozisyonunu pekiştiriyor ancak yine de oy kullanmak demokratik bir yükümlülüktür!”
Post-Demokrasilerde Seçimler Tuzak mıdır?
Tüm bunlardan bahsettikten sonra “Temsili demokratik sistemin muhalefet saflarında seçimlere dahil olmak, oy vermek bu durumu meşrulaştırmak mıdır?” sorusu önem kazanmaktadır. Öyle olmadığı kanaatiyle, böyle bir başlık atmaktan imtina etmeyen muhalif siyasal analizciler, bu tarz bir despotluğun “demokratik yollardan iktidarı kaybetmesi” hatta kaybetmese bile seçimlere dahil olma ısrarcılığını nasıl açıklamak gerek?
Daha da ötesi, oy kullanmama durumunu post-demokratik sistemin teslimiyet tuzağı diye tanımlamak, post-demokratik iktidarların pozisyonunu ve bunun seçimle ilişkisini tespit etmenin yeterli olduğunu söylemek, “Demokrasi mücadelesi veren ve vermeye kararlı herhangi bir demokratik mücadele alanını boşlamak gibi bir tavır olamaz!” demek, post-demokratik diye tanımladıkları sisteme özgü bir muhalefet tarzı olsa gerek! Hatta ekonomik kriz koşullarında gerçekleşen seçimlere özgü yaratıcı bir tespiti de vardır bu tarz bir muhalefetin; muhalefet partilerinin seçmenlerine düşen görev sandığa giderek iktidarı daha çok ter dökmeye mecbur bırakmaktır. Aksi takdirde, siyasal iktidarı elinde bulunduranlar daha ayrımcı, daha dışlayıcı politikalar için imkan bulacaktır.
Yerel Yönetimlerin Anlamı
Bu post-öğütleri, güne ayak uydurmanın bir gerekliliği olarak gören “yerel muhalefet” de, 31 Mart Seçimleri’ne başka bir anlam yüklemiyor. Temel mesele AKP öncülüğündeki ittifaka geri adım attırmak!
Yerel yönetimlerin demokrasinin yerelleşmesi için çok önemli olduğu, radikal bir yöntemle birleştirildiği haliyle insanların siyasal iradelerini daha etkili bir şekilde temsil ettirmenin bir aracı olabileceği söylemleri bu seçimlerde çok kullanılmayan vaatlerden.
Oysa genel seçimlerden farklı olarak insanların yaşadıkları yerlerin siyasi, ekonomik ve toplumsal mekanizmalarına müdahil olmasına yardımcı olacak bir süreç diye yerel seçimlerin yükseltildiği dönemlere çok da uzak değiliz. Başta da belirtmiştik, son 10 yılda 10’un üzerinde seçim ve referandum yaşadık!
Ademi merkeziyetçiliği esas alan, merkezin siyasal stratejilerine muhalefet olabilecek bir yerel yönetimin imkanı sorunu işte tam da içinde bulunduğumuz sürecin ana çelişkisidir. Belediyeler aracılığıyla, içinde bulunulan genel politik sürece farklı bir yol bulabilir miyiz sorusuna ilişkin en yakıcı örnek, Kürdistan’daki -yöneticiliğini merkezden atanan kayyumların yaptığı- 82 belediyedir. Post-demokrat tanımları geliştirenlerin söylemekten imtina ettiği durum, bu siyasal iktidarların mütemadiyen şiddet tekeline başvurma durumudur. Kürdistan örneğinde olduğu gibi, temsili demokratik değerlere göre bile insanların siyasal iradeleri yok sayılmıştır. Bu sürecin, hangi sürecin sonunda oluştuğunu belirtmemek, OHAL öncesi bölgesel OHAL’i unutmak anlamına gelir. Yani insanların siyasal iradeleri zaten yok sayılmıştı, kayyumlar bu sürecin devamcısıydı.
AKP’yi geriletmek için farklı koalisyon kombinasyonlarından imtina etmeyenlerin açıkça görmesi gereken, temsili demokratik alternatiflerle işlerin yoluna koyulamayacağıdır. Seçim süreçlerinde, kendi başına AKP karşıtlığını bile “ilerici” tayin edenler, “ilerici” ittifaklarıyla içinde bulunulan genel sömürü ve baskı durumuna kestirme yollardan çözüm aramaktadır. Bu çözümü ararken yaptıkları, yakındıkları sisteme eklemlenmektir.
Seçimleri Boykot Bir Strateji Olabilir mi?
Bir yandan seçim sisteminin ne kadar da yanıltıcı olduğundan ve iktidarın iktidarını pekiştirmesine olanak verdiğinden bahsedeceksiniz, seçimin verdiği olanaklarla iktidarın kendisini nasıl meşrulaştırdığını vurgulayacaksınız ama yine de “Demokrasinin bir sorumluluğu olarak oy vermek lazım.” diyeceksiniz. Demokrasi saplantısı bu olsa gerek!
Seçim boykotu anarşist düşüncenin “Karşı olmak için karşı olalım.” refleksi değil siyasaldan anladığıyla ilişkilidir. Neyin siyasal olup olmadığının devlet tarafından belirlendiği, bu belirlenmiş sınırlar dışında siyasalın olmadığını iddia eden düşünce böylelikle devletli düşüncenin varlık sorununu tartışılmaz hale getirir.
Anarşizmin seçimlere ve temsili demokratik sisteme bakış açısını bir kenara koyarsak, seçim boykotunun dünyanın farklı coğrafyalarında muhalefetin kullandığı araçlardan biri olduğunu belirtelim. Hileli seçim potansiyeliyle karşılaşıldığı, seçimleri organize eden siyasal yapının meşruiyetini yitirdiği, siyasal temsilcilerin temsilci olma durumlarını yitirdikleri noktalarda boykot siyasal bir alternatif olarak belirir.
Yani muhalefetin seçim sistemi savunucularının görmedikleri, görmek istemedikleri bir siyasal davranıştır oy kullanmamak. 1973 Kuzey İrlanda Referandumu’nda, 1983’te Jamaika Genel Seçimleri’nde, 1995 Bangladeş Genel Seçimleri’nde, 1997 Sırbistan Seçimleri’nde, 1999 Cezayir Başkanlık Seçimleri’nde, 2005’te Venezüela Seçimleri’nde, 2017’deki Katalonya Referandumu’nda, 2018 Makedonya Referandumu’nda, 2018 Kamboçya Seçimleri’nde… Boykot siyasi bir seçim olarak tercih edilmiştir. Yani oy kullanmamak siyasal bir tutumdur, seçim sistemi ve oy kullanmanın dışında başka siyasal eylem olamayacağını düşünen “seçim ısrarcı muhalefet” bu durumu ısrarlıca es geçmektedir.
Seçimlerde oy kullanmama tutumu aynı zamanda oldukça günceldir. Darbe ve diktatörlük arasındaki Venezüela coğrafyasında 2018 Mayısı’ndaki son seçimlerde Maduro’nun %50’nin altında oy alarak başkan olması muhalefetin boykot kampanyasıyla ilişkili. Keza muhalefet Maduro’nun başkanlığının meşruluğunun olmadığını bu seçimlere dayandırmaktadır. Bir başka güncel örnek, yine geçtiğimiz yılın mart ayında Mısır’da gerçekleşen başkanlık seçimleri… 7 muhalefet partisi seçimlerin sonuçlarının baştan belli olmasını (yani General Sisi’nin başkanlığını) neden göstererek seçimlerde boykot çağrısı yaptı.
Oy kullanmamanın farklı siyasal kesimler tarafından seçimlerde uygulanabilen bir yöntem olduğunu ve böylelikle bu yöntemin siyasal bir eylem olduğunu gösterdikten sonra, özellikle devlet ve kapitalizm karşıtı mücadelenin bir parçası olarak toplumsal hareketlerin bu yöntemi sıklıkla kullandığı iki coğrafyaya bakmak yerinde olacaktır.
2004’te Güney Afrika’da Topraksız Halk Hareketi (LPM) tarafından “Toprak Yok! Ev Yok! Oy Yok!” kampanyası düzenlendi. İnsanların zorla evlerinden çıkartılması ve bu şekilde yaşamak zorunda bırakılmasını protesto etmek amacıyla başlattıkları boykot kampanyası, 2006’da belediye seçimlerinde de Abahlali baseMjondolo hareketi tarafından sürdürüldü. 2008’deki yerel, 2009’daki genel seçimlerde de benzer bir kampanya başka toplumsal hareketlerin dahil olmasıyla sürdü. 2011’de devletin gecekonduları boşaltma politikası, %42’lik oy kullanmama eylemiyle protesto edildi. Oy kullanmama, kentsel dönüşüm ve zorunlu göçe maruz kalan kesimlerce siyasal bir eylem olarak benimsenmiş oldu.
2009’da Meksika’da “Nulo (0 oy)” Kampanyası örgütlendi. Meksika’daki siyasal sistemin, politikacıların kendi iktidar oyunlarından başka bir şey yansıtmadığının; kurumlara toplumsal güvenin ekonomik krizle her geçen gün azaldığının açık bir göstergesiydi Nulo. Kampanya istediği başarıyı yakalamasa da seçimleri boykot bu coğrafyada EZLN’nin sık uyguladığı yöntemlerden biriydi. 1995, 1998, 2005, 2006… Yerel seçimler, genel seçimler, başkanlık seçimleri… Seçimleri boykotun bu coğrafyada açıkça gösterdiği yegane durum, sol iktidarın da ezilenlerin aleyhine ekonomik, siyasi ve toplumsal politikaların sürdürücü olmasıydı. Keza 2018’deki son seçimlerde, seçimin galibi Lopez Obrador’un ilk projesi Tren Maya oldu. Proje, farklı coğrafyalardaki benzer kapitalist “mega projeler”de olduğu gibi kar odaklı olmasının yanında büyük bir ekolojik yıkımı da beraberinde getiriyor. Ve projenin diğer bir hedefi de Zapatistaların yaşam alanı olan Chiapas.
Siyasal analizi kendi bildiklerini doğrulatmak üzerinden yapanların es geçtiği durumu tüm bu örneklerden sonra yineleyelim. Oy kullanmamak farklı coğrafyalarda, farklı zamanlarda farklı siyasal işleyişlerde kullanılan siyasal bir yöntem!
Seçim Değil Toplumsal Devrim
Post-demokrasi, seçimli otokrasi vb. kavramların havada uçuştuğu; ilerici ittifak, eleştirel destek gibi kavramlarla burjuva demokrasisi içerisindeki hareketlerin anlamlandırılmaya çalışıldığı; yerel yönetimle oluşacak farklı bir siyasal işleyişten değil de yerel yönetimin iktidarını nasıl olursa olsun ele geçirmenin stratejilerinin yapıldığı bir siyasal ortamda, bize “oy”alanma pratiklerinden başka alternatif gösteremeyenlere başka bir kavramı ve onunla ilgili pratikleri hatırlatalım: Toplumsal Devrim.
İhtiyaç duyulan şey, seçimlerden farklı bir siyasallık içerisinde devrimci tutumun toplumsallaştırılması, iktidarların “meşruluğunu” yitirdiği stratejilere odaklanılması ve toplumsal devrim idealinin uzak ve ulaşılamaz bir olgu değil devrimci pratiklerle somutlaştırılabilir bir gerçeklik olduğunun anlatılmasıdır. Sürekli bir şekilde… Birbirimize… Ama öncelikle kendimize…
The post YEREL SEÇİMLERE DAİR appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Grammy Ödüllü Şarkıcı Lorde İsrail’deki Konserini İptal Etti appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Grammy ödüllü şarkıcı ve müzisyen Lorde, İsrail’in Tel Aviv şehrinde verecek olduğu konseri iptal etti.
İsrail devletinin Filistinlilere yaptığı baskı ve işkencelerden dolayı Boykot, Tecrit ve Yaptırımlar (BDS) Hareketi’nin konser boykotu çağrısı üzerine müzisyen Lorde, tepkiler karşısında ‘şu sıra doğru kararın konseri ertelemek olduğunu’ açıkladı. Genç müzisyen Lorde ”Konuyla ilgili pek çok görüş alışverişi ve tartışmanın ardından ilk yaptığım konser açıklamasından pek gurur duymadığımı itiraf etmek zorundayım” dedi. Trump’ın yaptığı “Kudüs İsrail’in başkentidir.” açıklamasından sonra Filistinliler sokağa çıkarak çatıştı. Çatışmalarda 12 kişi yaşamını yitirdi.
The post Grammy Ödüllü Şarkıcı Lorde İsrail’deki Konserini İptal Etti appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Göçmen Çocuklar İçin İsveç’te Boykot appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>İsveç’te 13 ilde öğrenciler tüm göçmen gençlere daimi oturma izni verilmesi talebiyle boykot yaptı.
“Günümüzün iltica politikasının dostlarımız ve okul arkadaşlarımızı nasıl olumsuz etkilediğini görmekten bıktık. Çevremizdeki gençlerin savaş ve baskıya gönderilmesini seyredemeyiz” diyen İsveç’in 13 ilinde öğrenciler, derslere girmeyerek okulu boykot etti.
12 Aralık günü saat 12.00’den itibaren okulu boykot eden öğrenciler, “Hangi argüman insanların yaşam ve haklarından daha ağır basıyor?” sorusunu sorduktan sonra İsveç Başbakanı Stefan Löfven’in 2015 yılındaki ilticacı akımı sırasında “Biz Avrupa’ya duvarlar örmüyoruz” dediğini hatırlattılar.
The post Göçmen Çocuklar İçin İsveç’te Boykot appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Radiohead’e ‘İsrail Konserini İptal Et’ Çağrısı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>İngiltere’den çok sayıda sanatçı ve müzisyen, rock grubu Radiohead’e İsrail’de vereceği konseri iptal etmesi çağrısında bulundu. Radiohead’in dünya turu kapsamında 19 Temmuz’da Tel Aviv’de bir konser vermesi bekleniyor.
Pink Floyd grubunun vokalisti Roger Waters, yönetmen Ken Loach, yazar Alice Walker dahil 50 ismin kişinin imza attığı mektupta Radiohead’den, Filistin’e destek vermek adına İsrail’e uygulanan kültürel boykota uyması istendi.
Stevie Wonder, Carlos Santana ve Lauryn Hill, İsrail’de konser vermeyi reddeden sanatçılar arasında. Paul McCartney, Rolling Stones, Elton John ve Bon Jovi ise son yıllarda İsrail’de sahne aldı.
The post Radiohead’e ‘İsrail Konserini İptal Et’ Çağrısı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Devrimci Anarşist Faaliyet’in Referandum Üzerine Birinci Bildirisi: “REFERANDUMA DAİR” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Anarşistler ilkesel olarak oy kullanmaz ve seçimlere katılmazlar
Bir oy ile politikleşmek; parti ya da başkan seçimlerinde bir oyluk kampanyaların parçası olarak politikleşmek. Türkiye’de yapılan son seçimlerde seçmenin %87’si seçimlere katılmıştır. Seçimlere katılanların sayısı 49 milyon, katılmayanların sayısı ise yaklaşık 9 milyondur. Sistem değişikliği için önümüzde yapılacak olan referanduma katılım da benzer sayılarda olacaktır.
Seçmen için seçimlere katılmak ne demektir?
Seçimli sistemlerin tümünde, çoğunluk olan iktidar olur. Demokraside, çoğunluğun iktidarı demokratiktir. Çoğunluk olan iktidardır, azınlık olan ise iktidar olamamıştır. Çoğunluğun ve azınlığın ilişkisi, seçimler sürecince iki ayrı yöntemin tartışması şeklinde sürmüştür. Tartışmadıkları tek şey ise seçimlerdir. Seçimler bir grubun toplumu “ben-biz yönetmek istiyoruz” sözüyle başlayan, diğer grubun ise “hayır ben-biz yönetmek istiyoruz” sözüyle karşılık bulduğu bir iddiadır. Seçimler, iddianın taraflarının anlaşarak başlattığı seçmen sayma sürecidir ve seçmenler olmadan gerçekleşemez. Hangi tarafın seçmeni diğerinden çoksa, toplumun yönetimi de o tarafta olacaktır. Seçmen, bu iddialaşmada sadece sayısal bir değerdir. Bu sayısal değer gündelik yaşamında birçok sorunu çözmeye çalışarak yaşayan vatandaş için önemsenecek bir değer değildir. İddialaşmanın tarafları seçimlerdeki katılımı arttırmak için, vatandaşı, sayılan seçmen sıfatından çıkarıp iddianın içine sokmak isterler. Böylece iddiaya katılım artacaktır. Katılımın artması, bir sayı olan seçmenin, öncelikle iddiayı ve sonrasında ise seçimleri ve daha da sonrasında seçimlerin sonucunda oluşacak iktidarı içselleştirmesini sağlayacaktır. Seçmen kazansa da kaybetse de seçimin sonucunu ve seçilmiş tarafın iktidarını kabullenecektir. Vatandaşın bu kabullenmesi, seçimlerde iddialaşan her grubun kazanımıdır. Seçimi kazanan hükümetini sürdürdükçe, kaybeden de muhalefetini sürdürecek ve her iki taraf da bir dahaki seçimleri bekleyeceklerdir.
Seçmen sorumluluğu ne demektir?
Vatandaşın toplumun yönetimine katılması demektir. Atacağı bir oyla toplumun sosyal, ekonomik ve siyasal yönetimine katıldığını sanan seçmen, sorumluluk safsatasıyla yaratılan bu sistemle anlaşacaktır. Anlaşma basittir; kullandığın oy kazansın ya da kaybetsin sen kazanana, yani haklı iktidara, yönetilme hakkını sunmalısın. Bu, kullanacağın bir oyla onaylayacağın anlaşmanın sorumluluğudur.
Seçmenlerin bir oy ile eşitlenmesi ne demektir?
Seçimler sınıflar arası çatışmada bir yanılgı yaratır. Seçimler 1400 lira maaş verilen bir işçiyle 14.000 lira maaş verilen bir mühendisi ve hatta bu işçi ve mühendisin “bir” üretiminden 140.000 lira kazanan patronu bir oy ile eşitleme yanılgısını yaratmaktadır. Aylarca süren ve bir günde biten bu yanılgının ardından toplumsal yönetimde hiçleşen ezilenler, seçilmiş tüm yönetimlerin sömürüsünü yaşarlar.
AKP’nin senelerdir süren genel yönetimi süresince de yeni yasalarla işletilen taşeronluk sisteminin, CHP yerel yönetimlerinde de işlediği aşikardır. Yaklaşık 20 senedir yapılan tüm seçimlerde en yüksek oyu alan bu iki partinin sınıfsal çelişkideki pozisyonları benzerdir. Aralarından birinin hükümet ve diğerinin muhalefet olması, sınıfsal çatışmayı olumlu ya da olumsuz etkilemeyecektir. 140.000 lira kazanan patronun toplumsal yönetime etkisi her daim daha fazla olacak, kapital sahibi olarak yönetime sahip olanlarla sürekli ilişkileri sürecektir. Emeğine 1400 lira verilen işçinin ise yönetime etkisi olmayacaktır. Bir oy ile başlayan ve biten yanılgının bir anlık “bu toplumda ben de varım” mutluluğu ise gündelik yaşamın sosyal ve ekonomik gerçekliğiyle sonlanacaktır.
Kalifiye seçmen olmak ne demektir?
Toplumda çoğunluk kesime ait olmak demektir. Seçimlere giren her grup için toplumun çoğunluğunu oluşturan kesim, seçimin sonucunu belirleyecek olan kitledir. Kitlenin özellikleri, seçim propagandalarının eksenini de belirler. AKP de CHP de, toplumda çoğunluğu oluşturan Türk, Sünni, milliyetçi-ulusalcı gibi toplumda genel geçer değeri olan kesimleri kazanmayı amaçlar. Kalifiye seçmenin dışında kalan seçmen ise, kitle sayısına oranla daha az oy demektir. Bu, kalifiye olmayan seçmenin, seçim propagandalarında ikincil önemde kalması anlamındadır. Böylece vatandaşın sosyal ve ekonomik kimliği, onun seçmenlik derecesini belirlemiş olur.
Seçimlerde iktidara muhalefet olmak ne demektir?
Seçimlerde iktidara muhalefet olmak, geçmiş seçimlerde seçilmemişsin ve gelecek seçimler için umutlusun demektir.
Seçimli sistemlerin tümünde seçime en az iki grubun katılımı gereklidir. Kazanan ve kaybedenin belli olacağı seçim gününe kadar iki grup birbirlerine muhaliflerdir. Kazananın iktidar olması paralelinde kaybeden ise muhalefet olacaktır.
Parlamenter sistemde parlamento içerisinde AKP’nin tüm kararlarına karşı koyan CHP, AKP’nin yaptığı yönetim uygulamalarını, devletin işleyişine ve toplumun yaşamına olumsuz olan etkilerini gündeme getirir. Muhalefetin parlamento içindeki bu misyonu iktidara zıt bir propaganda yapmasını da sağlar. Muhalefetin seçmenle kurduğu salt ilişki artık budur; çünkü seçmenle bir oy için başlattığı anlaşma, seçimleri kaybetmesiyle sonlanmıştır.
Parlamento dışındaki muhalefet ise, muhalefetinin varoluşunu seçimleri kazanan iktidara karşı koymaya dayandırmaz; parlamento dışı muhalefetin dayanağı emperyalizm-kapitalizm karşıtlığıdır. Söz konusu muhalefet, Marksist Leninist sınıf çerçevesinde sınıfsal çatışmanın tarafıdır. Sınıfsal çatışmanın burjuvazi karşısında işçi sınıfının iktidarıyla sonlanacağı devrim için mücadele ederler. Mücadele stratejileri içinde seçimlerde parlamenter muhalefetle pratik bir taraflaşmadan yanadırlar. Bir strateji olarak seçimi savunan devrimci muhalefet, seçim süresince toplumu örgütleme olanağını vurgular. Vatandaşın seçim süreçlerinde bir oy ile yaşayacağı politikleşmeden faydalanabileceğini savunur. Marksist Leninist toplamında bilimsel sosyalist örgütlenmeler, yorum farkları dışında, stratejik olarak seçimlerin kullanılmasını savunur.
HDP Kürt halkının parlamentodaki temsiliyetinin ötesinde devrimci muhalefetin de toparlandığı bir kuruma dönüşmüştür. HDP 1 Kasım genel seçimlerine kadar katıldığı seçimlerde seçmen sayısını sürekli olarak arttırmıştır. Artık parlamentoya bir parti olarak katılma şartı olan %10 seçmen sayısına ulaşabilmekte ve parlamentoda bir parti olarak bulunabilmektedir. Kendi birincil seçmeni olan bölge halkından aldığı oy sabitleşmiştir. Metropollerden alacağı oylarla %10-11 arası iniş çıkışlar yaşamaktadır. Yalnız 1 Kasım ile beraber başlayan TC’nin Kürt Hareketi ile iç ve dış politikalarında karşı karşıya kalması süreci, seçilerek parlamentoya giren HDP’nin yasal-yasa dışı yöntemlerle parlamentodan çıkarılmasıyla sonuçlanmıştır. Seçilmişlerin dokunulmazlıklarına rağmen birer birer yargılanıyor ve tutuklanıyor olması, kural koyucunun yani devletin kendi kurallarını değiştirebilme serbestliğinin göstergesidir. Bir başka gösterge ise genel seçimlerin yanı sıra yerel seçimlerde seçilerek belediye başkanlığını kazanan HDP’li belediyelere kayyum atanmasıdır. Devlet iç ve dış stratejileri paralelinde seçimleri ve seçilmişleri hiçleştirerek, temsili demokrasilerin bir yönetilme yanılgısı olduğunu ispatlamaktadır.
7 Haziran seçimlerinde hepimizin bir parçası olduğu bütünlüklü bir isyan sürecinin, sokak eylemlerinin, yavaş yavaş sandığa sıkıştırıldığını gördük. CHP’den Vatan Partisi’ne varoluşsal olarak olağan karşılayacağımız bu sıkışmanın anlaşılmaz ve karmaşık tarafı, HDP’nin topluma yaptığı sokak değil sandık telkiniydi. Sokak eylemlilikleri toplumsal bir şekilde sürerken seçim kampanyaları içinde erimekte, Kobanê’nin kurtuluşu bile kampanyaya sıkışmaktaydı. Her gün sokağa bir kampanyanın parçası olarak değil kendini gerçekleştirmek için çıkanlar, sokaktan önce sandığın binalarına sonra evlerinin bulunduğu apartmanlara girdiler. HDP, bir oyla bir gün değil, bir direnişle her gün politikleşenlerden “Haydi AKP diktatörlüğüne son” diyerek oy kullanmasını istedi. Seçim kampanyaları, kullanılan oylar ve değişmeyen sistem, değişmeyen devlet diktatörlüğünde birer birer umutsuzluğa dönüştü. “Bu düzen böyle gelmiş böyle gider” söylevi dillerden dillere yayılır olmadı mı? Umudu sokaktan sandığa sıkıştırılanlar ve umudu oy kullanmak sananlar, şimdi, bu yanılgıyı bir başka seçimle tekrarlamak istiyorlar. Oy, umut değil seçmenin politikleşme yanılgısı; seçimler ise adalet ve özgürlük için umut değil, toplumun yönetilme yanılgısıdır.
Seçimler iktidarın ya sürmesi ya sonlanması demektir. Her iktidar toplumun tümünün onayını almak ister, bu onay seçimlere katılarak verilir.
Art arda seçimleri kazanan AKP’nin sürekli çatırdama senaryolarıyla geçirdiği bir iktidar döneminde, zamansız bir referandum seçim sürecindeyiz. Bu zamansız seçimler yani standart periyotta olmayan seçimler, AKP’nin sevdiği seçimlerdir. İktidar olmanın çoğunluk olmanın serbestliğiyle kurgulandığı; iktidarın kurallarını kendinin koyduğu ve beğenmediği kuralı kaldırdığı bir seçim sürecinin daha içindeyiz. Bu referandum, AKP’nin üçüncü referandumu ve AKP bunu da kazanırsa, toplumun şekillendirmesinde önemli bir pozisyonda kazanmış olacaktır. AKP’nin seçim stratejilerinde en önemli ayrıntı kendi seçmen sayısını artırmasını istemesinin yanı sıra seçime katılan seçmen sayısına da artırmak istemesidir. İktidar kendisine muhalif olanların duygu ve düşüncelerini önemsemiyormuş gibi davransa da gerçekte önemser; çünkü iktidarın en çekindiği şeylerden birisi toplumsal onayı alamamaktır. İktidar zaten kendisi için oy kullanan seçmenin onayını almıştır. Muhalif olan seçmenin onayını alması için muhalif seçmenin seçime katılması yeterlidir. Muhalif seçmenin seçime katılmış ve kaybetmiş olması, seçim sonuçlarının meşruluğunu sağlayacaktır. Çünkü meşru olmayan bir iktidar, iktidar olamaz. Kendi iktidarı için en çekineceği şey seçimlere katılımın düşük olması demektir. Direk ya da dolaylı boykot AKP’nin gerçek korkusudur. Bunun için AKP katılımı artırmayı genel gerilimi artırmaya endekslemiştir. Kendi propagandasını yaparken provakatif söz ve eylemlerle muhalefeti gererek, seçmenler arası cepheleşmeyi artırır. Cepheleşme artıkça seçime katılım da artacaktır.
Seçimlere katılmamak tarafsızlık mı demektir?
Yönetme ve yönetilme ilişkisini reddeden anarşistlerin, toplumun yönetimi için yapılan seçimleri de reddetmesi gerekmektir. Bu bir tarafsızlık değil, yöneten ve yönetilenin olmadığı bir dünya için mücadeleye taraflaşmak demektir. Seçimin özgür irade yanılgısı yarattığı aşikardır. Özgür iradesiyle toplumsal yönetime yakınlaştığını ve etki ettiğini düşünen birey, bu yanılgı ile gündelik gerçeklerden uzaklaşacaktır. Bireyin yaşadığı adaletsizliklere, tutsaklıklara, yoksulluğa ve yoksunluklara uzaklaşarak daha itaatkarlaşması kaçınılmazdır. Bireyin yadsındığı toplum anlayışının yarattığı adil ve özgür olmayan bu dünya düzeninde, toplumun yönetiminin seçimle belirlenmediği toplum yoktur. Seçmene sunulan seçenekler bellidir ve seçmenin seçimi ne olursa olsun değişmeyen belli başlı gerçekler vardır:
1) Emeğini ve zamanını satarak yaşamak zorunda olanların, yani ezilenlerin, yönetime etkisi yoktur.
2) Ezilenler için seçim sonrası yönetimlerin uygulamalarında fark yoktur.
3) Kapital sahiplerinin yönetim sahipleriyle çıkar birlikleri vardır.
4) Her toplumda kronikleşmiş iktidar ve muhalefet potansiyeli olan aileler, aşiretler, ideolojik partiler, mezhepler ve etnisiteler vardır. TC’de bu Türk Kürt, Sünni, Alevi, laik, muhafazakar gibi şekillenmiştir.
5) İktidar, devlet-şirket ilişkisinin düzenlenmesinden sorumludur. Bu sorumluluğunu yürütme, yargı ve kolluk kuvvetleri gibi organlarını kullanarak yapar. Bu, ezen ezilen ilişkisinin istenilen sabit şeklinin sürekli savunulması sorumluluğudur. TC’de ve diğer dünya devletlerinin hangisinde seçimleri kazanan iktidarın ezilen sınıfı ezen sınıftan kolladığı deneyimlenmiştir? Seçilmiş muhafazakar, liberal ve hatta sosyalist hiçbir iktidar, ezilenler sınıfının çıkarlarını gözetmemiştir.
Anarşistler seçimlerde oy kullanarak -kullandıkları oy kazansa da kaybetse de- seçimi kazananın iktidarını onaylamayı savunamazlar. Anarşistler, Marksist Leninist bilimsel sosyalistler gibi seçimler süresince seçim kampanyalarına katılarak toplumun örgütlenmesini bir stratejiye dönüştürmezler. Seçimlere katılan taraflar, halkın adalet ve özgürlük taleplerinin tümünün seçim söylevlerinde kapsandığı ve seçimi kazanmaları sonrasında bunun karşılanacağı yanılgısını yaratırlar. Bir yanıyla kapsamlı talep anlamı taşıyan seçim kampanyasının bireysel ya da örgütsel destekçisi-dayanışmacısı olmak, bu yanılgının yayılması sağlamaktır. Seçim sürecini faydalanacak bir fırsata çevirmeyi istemek seçim sisteminin yani bu yanılgının propagandasını yapmak istemektir. Anarşistler, toplumu oluşturan bireyleri oy kullanmama sorumluluğuna çağırmalıdırlar. Bu çağrı, bireyin kendi iradesini, ayrıca adil ve özgür bir dünya isteğini bir partinin ya da başkanın iradesine bırakmama sorumluğudur. Böylesi bir sorumluluk bir güne değil her güne yayılacak bir politikleşmenin başlangıcıdır.
Devrimci Anarşist Faaliyet’in Referanduma Dair Yayınlanan Birinci Bildirisi
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 36. sayısında yayınlanmıştır.
The post Devrimci Anarşist Faaliyet’in Referandum Üzerine Birinci Bildirisi: “REFERANDUMA DAİR” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Seçim Provokasyonu”- Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Türkiye diye ifade edilen 783.562 km karelik alanda 74,93 milyon insan yaşıyor. Haziran ayında yapılacak genel seçimler sonucunda meclise girecek 550 kişi, 74.93 milyon kişinin iradesi olmakla kalmayacak, yakın, orta ve uzak gelecekte tüm bu insanların ekonomik, siyasi ve sosyal ihtiyaçlarının belirlenmesi, karşılanmasının organize edilmesi noktasında karar verici konumda bulunacak.
Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür. Her seçim döneminde yaşananlar, seçim sonuçlarının açıklanmasıyla unutulur ve bir dahaki seçim dönemine girildiğinde aynı senaryo aynı repliklerle tekrar sahneye konulur. İktidar bakımından “bunlar hep provakasyon” dönemidir. Seçimlere kadar yaprak da düşse kıyamet de kopsa iktidarın tek açıklaması vardır: Provokasyon. Başka cevaplar aramak için zahmet etmeye hiç gerek yoktur.
Son bir ay içinde yaşanan doların tarihi rekor seviyesine ulaşması, Berkin’in katillerinin açıklanması için Çağlayan adliyesinde yapılan eylem, Ağrı’da savaşa karşı canlı kalkan olmak isteyen insanların katledilmesiyle sonuçlanan TSK operasyonu ve son olarak ülke çapında yaşanan elektrik kesintileri dahil her şey, “tam seçim ortamına girilmişken, herkes seçim kampanyasına hazırlanırken gerçekleşen provokasyonlar”dı şüphesiz!
Bugünden Haziran ayında gerçekleşecek seçimlere gelinceye kadar da, bizi daha birçok provokasyon bekliyor. Maden altında yüzlerce işçinin kalıp can vermesi veya onlarcasının inşaattan düşmesi olabilir bu provokasyon. Kardeşlerinin katledilmesine karşı sokaklara çıkan binler ya da katliama karşı direnen bir halk da olsa olsa provokasyondur…
Muhalefet bakımındansa geleneksel “bu seçim çok önemli” dönemidir bu takvim. Hayalciliği bir kanara bırakarak realist olmak gereklidir. Zira bu seçim şimdiye kadarki en kritik seçimdir. Her zaman bir gerekçe vardır, nitekim 2015 seçimleri de “bu coğrafyanın göreceği son seçim olabilir”.
Stratejik bir hamle olarak “boykot” tavrı olmadığı sürece sağından soluna kadar her kesim bir şekilde bu seçim oyununun kıyısında köşesinde bir yerde konumlanacak. Anarşistlerin seçimlere yönelik eleştirileri ise her zamanki gibi “hayalcilik” olarak yaftalanarak çabucak seçim çalışmalarına geri dönülecek.
Anarşizm, bireyin iradesinin temsil edilemezliği; başka bir bireye ya da kuruma devredilemezliği noktasında nettir. Çünkü irade, kişinin düşündüğünü eyleyebilmesiyle yani özgürlüğüyle doğrudan bağlantılıdır. Seçimler, bireylerin irade temsilini değil teslimini amaçlar. Her temsilci, iradesi teslim alınan milyonlarca insan demektir.
Anarşizmin toplumsal karar alma süreci olarak ortaya koyduğu çözüm, bireylerin oluşturduğu toplulukların kendilerine ilişkin kararları kolektif almalarına olanak verecek doğrudan demokratik karar alma süreçleridir. Bireylerin iradelerini doğrudan yansıtabildiği karar süreçleri aynı zamanda alınan kararların doğrudan uygulamaya geçeceğinin de belirlendiği alanlardır.
Tabi ki 74.93 milyon insanın doğrudan demokratik bir yapı oluşturup tüm kararları böyle alacağından bahsetmiyoruz. Anarşizmin teorik yaratımı ve tarihinden deneyimledikleriyle oluşturduğu, farklı bir siyasal biçimdir. Bu siyasal biçimin, devletin birey iradesini yok etmeye odaklanmış merkeziyetçi mülkiyetçi doğasında yer bulamayacağı açıktır.
Anarşizmin parlamenter demokrasiye yönelik eleştirilerine hak veren bir kesimse reel politik durumdan dem vuracaktır. Hadi bir önceki ya da ondan önceki seçim döneminin reel politik durumuna hiç girmeyelim, ama toplumsal muhalefet iddiası bulunanların bu seçimlerde bir beklenti içerisine girmesi gerçekten büyük hayalcilik.
Tayyip Erdoğan’ın seçimler, hükümetler ve meclisler üstü; siyaset, hukuk, anayasa üstü konumunu her geçen gün daha da pekiştirdiği, ve hatta bütün bu kurumları istediği gibi evirip çevirebildiği, başkanlık tartışmaları devam ededursun, cumhurbaşkanı üzerinden merkezileşmenin devam ettiği, güçler ayrılığı anayasal ilkesine rağmen yasama-yürütme-yargı dengesinin cumhurbaşkanı lehine ortadan kaybolduğu bir düzlemde seçimlere bel bağlamak serap görmektir. Zira halihazırdaki devletin işleyiş mekanizmasının, ne seçimle belirleneceği iddia edilen yasama ve yürütme ile, ne de bağımsız olduğu iddia edilen yargıyla hiçbir ilgisi yok.
Erdoğan’ın 12 yıldan beri kadrolaşarak merkezde ve yerellerde kendi ideolojik ve politik yönetimini, aygıtlarını, kurum ve kuruluşlarını güçlendirdiği, bağımsız medyanın kontrolünün “beyefendi”de olduğu, yine ayı kişinin gözetiminde rantın açıktan dağıtımının yapıldığı bu demokratik sistemde seçimleri bir çıkış olarak görmek gerçekten büyük hayalciliktir. Seçimler -hiç olmadığı ya da hep olduğu kadar- çocukların eline verilmiş bir oyuncaktan başka hiçbir anlam taşımıyor.
Şimdiye kadar hep biz gerçekçi olmamakla suçlandık. Şimdi sıra seçimleri çözüm görenlerde. Ne zaman makinesine ne de çok uzaklara gitmeye gerek var; birkaç kulaç atarak bir seçim kandırmacası, birkaç adım atarak da bir toplumsal devrimi görmek mümkün. Neyin gerçekçilik neyinse hayalcilik olduğu ortada, seçim sizin…
The post “Seçim Provokasyonu”- Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Berkin Burada Biz Buradayız appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>2013’ün Haziran’ında, sokak ortasında vurulmuştu Berkin; bir polisin hedef gözeterek attığı gaz bombasıyla kafasından yaralanmış ve vurulduğu yerde düşüp kalmıştı. O gün derin bir uyku başlamıştı onun için; ailesi ve dostları onun uyanmasını beklerken, Berkin o derin uykuda günlerini devirdi, yeni yaşını uykudayken karşıladı. Hastane kapısında, sokaklarda, meydanlarda Berkin’in sesi soluğu olanlar haykırdı onun mücadelesini; o uyanacak ve özgürlük mücadelesine kaldığı yerden devam edecekti. Ekmek almak için çıktığı sokakta vurulmasının, derin uykulara hapsedilmesinin, haksızlıkların, adaletsizliklerin hesabını sormaya devam edecekti. Ama olmadı; Berkin’in yaşam için direnen yüreği, o derin uykunun 269. gününde sustu. O günden sonra, Berkin’in 15 yaşındayken 16 kiloya düşürülmüş bedeni, sayısız vicdanda ses buldu, “Berkin’in hesabını soracağız” çığlıkları sokakları doldurdu.
Berkin’in yaşamını yitirmesinin ardından, onun ölümünün hesabını sormak isteyenler elbet oldu. Devletin katilleri koruyacağı aşikar olsa da, yine de adalet beklendi duruşma salonlarından, mahkemelerden… Adnan Çimen, Abdullah Yıldırım, Seyfettin Alıcı ve Faruk Bildirici isimli savcıların elinden geçen soruşturma dosyası, son olarak savcı Mehmet Selim Kiraz’a teslim edildi. Adalet, Kiraz’ın vereceği karardan beklendi.
Avukatları, Berkin’in vurulduğu günün kamera kayıtlarını güç bela savcılığa iletti; görüntüler incelendi; Berkin’in vurulduğu 11 Mart günü gaz fişeği kullanan üç polis tespit edildi. Tespit edilen üç polisle birlikte görev yapan yirmi polisle ilgili emniyete yazı gönderildi, polislerin açık kimlik bilgileri ve adresleri istendi.
Ancak emniyet ne polislerin adreslerini ne de kimlik bilgilerini verdi; yapılan yazışma yaklaşık beş ay boyunca karşılıksız ve yanıtsız bırakıldı. Gelmeyen cevabın ardından savcılık bu kez de olay günü Okmeydanı’nda görev yapan yirmi polisin resmi kıyafetli fotoğraflarını istedi; ancak emniyet daha önce olduğu gibi yine cevap vermedi.
Berkin katledildi; onun için adalet arayanlar okulundan, işinden atıldı, haklarında sayısız soruşturma başlatıldı; onun hesabını soranlar gözaltına alındı, tutuklandı. Berkin’in yüreğinin susmasının üzerinden neredeyse bir buçuk yıl geçti; ancak aradan geçen bunca zamana rağmen ne emniyetten bir açıklama geldi ne de mahkeme salonlarından adalet.
Berkin İçin Boykota, Sokağa
Ama kimse yılmadı; soruşturmalardan, gözaltılardan, tutuklamalardan korkmadı. 15 yaşındaki bir yüreği susturunca, herkesin susacağının, susacağımızın yanılgısına kapılanlar, karşılarında milyonlarca Berkin buldu. “Berkin’in alamadığı ekmeyi size yedirmeyiz” diyen kardeşleri okullarda, sokaklarda, meydanlarda Berkin için, adalet için direndi. Berkin’in katledilmesinin 1. yılında, kardeşleri okula gitmedi, “Berkinler Sokağa, Okulları Boykota” diyerek sokaklara çıktı.
Berkin’i unutturmamak, katillerinden hesap sormak isteyen kardeşleri, Berkin’in vurulduğu gün haykırdı yeniden: “Unutmayacağız, Affetmeyeceğiz” diye. Lise Anarşist Faaliyet, Berkin için, İstanbul’un farklı yerlerindeki 12 okula sabotaj eylemleri düzenledi; “Berkin Burada, Biz Buradayız”, ”Berkin için Boykottayız” yazılamalarıyla sokakları donattı. 12 farklı okulun tabelaları, kapıları, duvarları kırmızıya boyandı; Berkin’in hesabını soranlara tahammül edemeyenlerse çareyi birçok yerde tabelaları sökmekte, dersleri geç başlatmakta, Berkin’i ve onun için hesap soranları görünmez kılmaya çalışmakta aradı.
Ama olmadı.
Berkinler Gezi Parkındaydı
Gece sabotaj, gündüz boykot yapan liseliler, aynı gün isyanlarını sokaklara taşıdı. Lise Anarşist Faaliyet, Taksim Gezi Parkı’nın merdivenlerinde Berkin’in sesi, yüreği oldu. Parkın merdivenlerinde, “Berkin Burada” yazılı pankartı açan sekiz liseli haykırdı; “Berkin’i katleden polisler görsün, Berkin burada, biz buradayız” diye. Berkin’i katleden polisler liselilere saldırmaya kalkışınca, liseliler “Katiller! kan istiyorsanız, alın size kan” diyerek Gezi Parkı’nın merdivenlerini kırmızıya boyadı. 60 polis, Berkin’in hesabını soran sekiz liseliye saldırırken liseliler susmadı; “Yılmayacağız, korkmayacağız” diye bağırdı katillerin suratlarına.
Çağlayan Adliyesi’nde Berkin Soruşturması
Bugünlerin ardından, katilleri saklayan, cinayeti aklayan adliye sarayları, Berkin için yürütülen farklı bir soruşturmaya şahit oldu bu kez. DHKC’li Şafak Yayla ve Bahtiyar Doğruyol, Berkin’in soruşturmasını yürüten savcı Mehmet Selim Kiraz’ın Çağlayan Adliyesi’ndeki odasına girerek, savcıyı rehin aldı. Bu andan itibaren yaşananlarsa, Berkin için “gelmeyen adalet”i anımsattı naklen yayın yapan televizyonlarda, sosyal medya kanallarında.
Başta Berkin’in katillerinin kamuoyuna açıklanması olmak üzere toplam dört talep sıralayan eylemciler, bu taleplerin karşılanması durumunda eylemlerini sonlandıracaklarını, aksi takdirde ise savcı Mehmet Selim Kiraz’ı cezalandıracaklarını belirttiler. Taleplerin karşılanması için verilen üç saatlik süre, eylemcilerin kurulan bir heyetle yaptığı görüşmelerle, müzakere aşamalarıyla uzatıldı.
Tüm bu süre içerisinde ise soruşturma dosyasındaki belgeleri inceleyen Yayla ve Doğruyol, dosyadaki şüpheli polislerin kimlik bilgilerinin bulunduğu sayfaları sosyal medyadan paylaştılar. Devletse, asıl talep olan katillerin kimliklerini açıklamak yerine savcının odasına özel harekat timleriyle operasyon hazırlığındaydı.
Zaman ilerliyor ancak söylenen hiçbir talep, devlet yetkilileri tarafından karşılık bulmuyordu. Artık ilerlemeyen görüşmelerin ardından polisin savcının odasına düzenlediği operasyon seslerine Yayla ve Doğruyol’un marşları, sloganları karıştı; eylemciler yaşanan çatışmada polis tarafından katledildi.
Çağlayan Eylemi, Devlet Terörünün Bahanesi Oldu
Çağlayan Adliyesi’nde yaşanan ve coğrafyanın neredeyse tek gündemi haline gelen eylemin ardından devletse, baskısını ve terörünü daha da arttırmaktan geri durmadı. Şafak Yayla ve Bahtiyar Doğruyol’un adliyeye sahte avukat kimliği ile girdiği bahanesine sığınan devlet, bu terörünü doğrudan avukatlara ve adliye çalışanlarına da yönlendirdi. Yasal prosedürlere göre “ağır cezalık bir suçüstü hali olmadıkça üst aramasına tabi tutulamayan” avukatların üstü ve çantaları adliye girişlerinde aranmak istendi; bu “adaletsizliğe” direnen avukatlar da, Berkin’in hesabını soran niceleri gibi darp edildi, gözaltına alındı, işkenceye maruz kaldı.
Berkin katledileli, tam bir buçuk yıl oldu. Onun sesi, yüreği, adalet arayan inancı olanlar, bugün hala sokaklarda; hem Berkin hem de devletin adaletsizliğinde yitip giden nicesi için. Adaletsizliğin temeli olan devlet şimdi, adaletsizliğinin mabedi olan adliye saraylarında gerçeği karartmaya, katilleri aklamaya, adalet isteyenleri cezalandırmaya devam ediyor. Adliyelerde, okullarda, sokaklarda, meydanlarda ise Berkin için adalet isteyenlerin mücadelesi sürüyor. Çünkü Berkin hala direniyor; “Berkin Burada, Biz Buradayız!”
The post Berkin Burada Biz Buradayız appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Passo Sömürü Passo Fişlme” – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Taraftar Zorunlu Olarak Banka Müşterisi
Mayıs ayında başlayan e-bilet uygulaması, yeni sezonun açılmasıyla zorunlu hale getirildi. Artık eskisi gibi kağıt bileti alanlar statlara giremiyor; ilk önce fotoğraflarının, kimlik numaralarının ve adlarının yazılı olduğu “PASSOLİG Kart”larını almaları gerekiyor. Biletleri de Passolig online sisteminden alarak, kartlarına yükletmesi gerekiyor. Aldığımız Passolig kartı ile 3 seçenek sunuluyor gibi gözükse de, her durumda Aktifbank müşterisi oluyoruz. Hiç müşterisi bulunmayan Aktifbank da, binlerce taraftarı böylece bankasının müşterisi haline getiriyor.
Passolig Fişlemedir
Passolig’in devlet tarafından savunulmasındaki en belirgin sebep tribünlerdeki kavga vb. olayların bitirilmesi olsa da, asıl amaç; tribünleri dönüştürüp devlet politikalarına karşı daha uysal ve kapitalizm için daha tüketici hale getirmektir. Futbolu sadece izlemekle yetinmeyen, iki takımın maçında kendisini de oyunda üçünü özne olarak gören, oyunu tribünde oynayan taraftar; kapitalizm için çok iyi bir model değildir. Transfer borsalarıyla, sponsorlarla, reklamlarla, bilet fiyatlarıyla zaten endüstriyelleştirilen futbolda, şimdi yine bir dönüşüm gerçekleştirilmek isteniyor. Sıvası dökülmüş statların yepyeni olması, stat büfelerinin markalaşması, stat içerisine kafeler, restoranların açılması, kar yağarken bile sıcak koltuklarda maç izlenmesi; taraftarı iyice müşterileştirip daha fazla tüketime yönlendirilmesi anlamına geliyor. Aynı zamanda güvenlik kameralarının sözde güvenlik için her noktaya konmasıyla, e-biletle stada giren herkesin bilgilerinin alınıp fişlenmesiyle devlet; kendisi için uysallaşan bir tribün yaratmaya çalışıyor. Uysallaşmayanı da fişliyor, cezalandırıyor, yasaklıyor.
Bu Passolig’ten önce futbolun endüstriyel olmadığı anlamına gelmez. Ancak kapitalizmin açık bıraktığı kanattan sokabilirdi yaşama dair şeyleri taraftar. Hasankeyf’te katledilen yaşamı, Soma’da ya da Gezi Direnişi’nde katledilenleri unutmazdı, haykırırdı tribünlerde. Ama şimdi devletin daha rahat kontrol edebileceği bir hal aldırılmaya çalışılıyor tribünler.
Passolig’e Karşı Boykot
TFF’nin ve devletin e-bilet pohpohlaması, bir yanılsama yaratırken; her hafta oynanan maçlarda tribünlerin bomboş oluşu, gerçekleri gözler önüne seriyor. Passolig boykotu ilk olarak, geçen sene Beşiktaş ile Fenerbahçe arasında oynanan maçta, çağrı ile derbi maçında gerçekleşmişti. 80 bin kişilik Olimpiyat stadında, 8 bin 123 bilet satılmıştı. Bu sezonla beraber, Süper Lig’de taraftar ortalaması düşerken, asıl tepki 1. ligdeki şehir takımlarından geldi. Sene başından itibaren kombine kart almayarak Passolig’i boykot eden taraftarlar, 1. ligdeki maçların taraftar sayısını %70 oranında düşürdü.
Passolig’e karşı tavır bu kadar net olup tribünleri bomboş bırakınca, hemen karşı atak geldi. Passolig yanlısı açıklamalar, yalan yanlış haberler kamuoyuna sunulmaya başlandı. Antalya’da birçok okulda öğrencilere ücretsiz Passolig dağıtıldığı duyuldu önce, birçok şirketin işçilerine dağıttığı Passolig kartlarıyla, satışlarına yoğun ilgi varmış havası estirilmeye çalışıldı. Bazı taraftar gruplarının amigoları, endüstriyel futbolun yarattığı “fanatizm” duyguları ile “Passolig kart alın, takımımızı yalnız bırakmayın!” çağrıları yaptı. Kulüp yöneticileri Passolig’in takımlarına ne kadar gelir kattığı nidaları attı. Bakanlar, tribünlerde kavgaların ve olayların azaldığı palavralarından attılar. Passolig satışları patladı denilse de, her hafta tribünlerdeki manzara, en azından şuan için Passolig’in kabul görmediğinin göstergesi.
Futbola yönelik devletçi ve kapitalist hamlelere karşı; toprak sahalardan bir kontra gelecektir. Her geçen gün sayısı artan taraftarların kendilerinin oluşturduğu ligler, futbolun seyreden-izleyen ikiliğini ortadan kaldırırken, iktidarların kirletmeye çalıştığı futbola kolektif ruhunu geri kazandıracaktır.
Furkan Çelik
[email protected]
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında yayımlanmıştır.
The post “Passo Sömürü Passo Fişlme” – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Seçimlerden Sonra Ne Değişti – Güven Salgun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>17 genel seçim, 14 yerel seçimden sonra ülke tarihinin ilk cumhurbaşkanlığı seçimleri sonuçlandı. Seçimlerde 41 milyon kişi oy kullandı. 14 milyon kişi kullanmadı. Seçimlerden sonra ülkedeki işçi ölümleri azalarak bitti. Kadın örgütleri seçim sonrası hiçbir kadın cinayeti işlenmemesini sevinçle kutladılar. Irkçı şiddet ve cinayet yaşanmadı. İşsizlik oranı %1’in altına düşerken, gelir dağılımı hızla eşitlendi ve ülkede yoksul aile kalmadığı açıklandı! Bunun bir sonucu olarak hiçbir hırsızlık olayı yaşanmadı. Ülkeye göç eden Suriyelilere insani çalışma ve yaşam koşulları sağlandı. Gezi katilleri cezalandırıldı. Faili meçhul cinayetlerin failleri bulundu ve yargılandı!
Yaklaşık 15 milyon kişi çatı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu’na oy kullandı. Adayı destekleyen partilerden CHP ve destekçileri, sandıktaki düşük oy oranlarının suçunu sandığı boykot edenlerde buldu. Oy kullanmayanları en ateşli şekilde suçlayanlar ise, çatı adayını beğenmeyen ama oy verenler oldu. Bunu da “biz de beğenmedik ama oy verdik, ne yapsaydık” şeklinde bir suçluluk duygusuyla yaptılar. Benzer şekilde çoğu kişi, oy vermek istemeyenleri seçimlerin yaz ayına denk gelmesi yüzünden tatillerini bölmeye tenezzül etmemekle suçladılar.
Yaklaşık 4 milyon kişi Selahattin Demirtaş’a oy verdi. Seçim öncesinde zalimin karşısında duracağına söz veren Demirtaş, sözünü tutup zalimin karşısında ayakta durdu ve alkışladı! Böylece kendisinin “sistem partisi” üyesi veya “sistem adayı” olmadığını düşünenlere sandık yoluyla sistemin dışına çıkılamayacağını göstermiş oldu.
Yaklaşık 21 milyon kişi Tayyip Erdoğan’a oy verdi. Erdoğan beklendiği gibi sandıkla gelen iktidarını güçlendirdi ama beklenenin aksine sonuçlardan rahatsızlık duyduğu fark edildi. İki turluk seçimin ilk turunda seçilmesine rağmen, daha önceki seçim sonrası zafer konuşmalarının aksine yatıştırıcı ve sakin bir konuşma yaptı. Gezi direnişinde dile getirdiği gibi halkın sokağa çıkmayıp sandığa gitmesini isterken, halk sandığı daha az umursamaya başladı.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sonucu belli oldu ve sandıktan değişim çıkmadı. 14 milyon kişi oy kullanmadı. 17 genel seçim, 14 yerel seçim, 1 cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra ezen ve ezilenler hayatlarına eskisi gibi devam ettiler. Seçimlerden sonra yaklaşık 160 işçi iş cinayetlerinde öldürüldü. Yaklaşık 30 kadın erkekler tarafından katledildi. Devletin katilleri cezasız kaldı. Tecavüzcüler ve kadın katilleri mahkemelerde, televizyonlarda aklandı. Halkın işsizlik ve yoksulluk durumunda değişen bir şey olmadı; bunun yol açtığı gasp ve uyuşturucu ticaretinde de, uyuşturucu ölümlerinde de. Failler meçhul olmaya devam ettiler.
Oy oranları farklı olsa da, seçmen olması beklenen herkes oy kullansa da değişim çıkmayacaktı. Kazanan farklı olsa da, sonuç aynı olacaktı. Bunun farkına varanlar artık laf olsun diye bile oy kullanmakta bir gerekçe görmüyorlar. Sandığın tarafları artık bu gerçeğe göre adımlarını atıyorlar. Dönen bütün rekabete rağmen tarafların ortak isteği herkesi sandığa geri çekmek. Çünkü gerçek bir değişim sandıktan çıkamaz ve sandıktan çıkmayan bir değişim ne iktidarın, ne de iktidar adaylarının işine gelir. Gerçek bir değişim, yöneteni değiştirerek olmaz; yönetilmeyi reddetmekle, istatistiklerin parçası olmamakla başlar. Oy kullanmayan 14 milyon kişiyi anlamak için, bu açıdan bakmayı denemek gerekir.
Güven Salgun
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 21. sayısında yayımlanmıştır.
The post Seçimlerden Sonra Ne Değişti – Güven Salgun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Anarşist Seçim Tartışmaları (2) appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>İkinci yazımızda, Worker Solidarity Movement (İrlanda)’dan Paul; Federazione Anarchica Italiana’dan Dario ve Anarchist Group Amsterdam’la yaptığımız röportajlara yer verdik.
Chiapasların, Rojavaların, Taksim-Gezi’nin seçimlerle, sandıklarla kazanılmadığını hatırlatarak…
Öncelikle ülkenizdeki güncel politik durumdan bahseder misiniz; kaç parti var ve halk üzerindeki etkileri nedir? Bu partiler gerçekten iddia ettikleri gibi toplumun içindeki kesimleri temsil ediyorlar mı? Ve eskileriyle yenilerini karşılaştırırsak, siyasi partilerde büyük değişiklikler var mı?
Paul: İngiltere’ye karşı bağımsızlık kazanıldıktan sonraki iç savaşı takip eden ilk seçimlerin yapıldığı 1923’ten beri sırayla iktidara gelen iki egemen parti var – Fine Gael ve Fianna Fail. Bu iki parti iç savaşın iki tarafını temsil ediyor ve çoğu İrlandalı ailenin soyu birine ya da ötekine dayanıyor. Her iki parti de sağ kanat, savaşı kazananlar, Fine Gael (FG), ulta-muhafazakar tam sağ; ve kaybedenler, Fianna Fail (FF), popülist merkez sağ. Savaşı kaybetmesine rağmen, FF cumhuriyetin kısa tarihinin çoğunda efektif olarak iktidarda kaldı. Bir de ufak Emek Partisi var. Sosyal-demokrat oldukları varsayılıyor ama iktidara sadece en sağ kanat parti FG’nin küçük koalisyon ortağı olarak gelebiliyor. Bugün, kriz, emlak değerlerinin düşüşü ve Troyka’nın kurtarma planı sonucunda düşen FG koalisyonu yerine, FG-Emek koalisyon hükümeti var. Ayrıca Troçkistlerin ve bağımsızların (hem soldan, hem “o-kadar-sol-değiller”den) oluşan Birleşmiş Sol İttifak bloğunun beş üyesi parlamentoda ama blok dağıldı. İrlanda seçim sisteminin, buranın yerel ve kayırmacı politikaları nedeniyle birçok bağımsız parlamentere yer açan garip bir yapısı var.
Dario: Tıpkı Avrupa’daki diğer ülkeler gibi İtalya da sert bir ekonomik krizle karşı karşıya. Toplumsal koşullar birkaç yıl önce hayal bile edemeyeceğimiz seviyelere indi. İtalyan Endüstri Konfederasyonu’nun (patronların birliği) en son açıklamasına göre üretim %25 azaldı. İşsizlik %15’e, genç nüfus içindeki işsizlik %41’e yükseldi. Yöneten sınıf krizden faydalanıp karlarını ve emek sömürüsünü artırıyor. İşçilerin koşulları kötüleşiyor ve sürekli işsizlik tehdidi altındalar.
2011’den beri bu kemer-sıkma politikalarını yürüten geniş-tabanlı hükümetler, parlamentoda hem sağ hem sol partiler tarafından destekleniyor. Bu partiler şimdi de, halkın kurumlara olan inancı kaybolduğu için, yeni liderler çıkarıyorlar ve koalisyon değişikliği yapıyorlar.
PD (Demokratik Parti) son genel seçimlerde ilk partiydi ve şimdi yenİ bir lideri var: Matteo Renzi. Son haftalarda partisinin, Enrico Letta (PD) yönetimindeki geniş tabanlı hükümete olan desteğini geri çekti. Böylece Şubat’ın son günlerinde Letta’nın yerini Renzi aldı ve şimdi aynı geniş koalisyon tarafından desteklenen yeni hükümetin başında. PD, 1991’den sonra üç kere ismini değiştiren eski Komünist Parti. PD, şu anda orta-sol partilerin en büyüğü. PD, son yıllarda ABD ve NATO’nun savaşlarını destekledi ve çalışma koşullarını kötüleştiren, ücretleri düşüren iş kanunları önerdi.
2009’da Silvio Berlusconi’nin kurduğu sağın büyük partisi PDL (Özgürlüğün İnsanları) artık yok. 2013’te PDL’nin aşırı-sağ kanadı ayrılarak Fratelli d’Italia (İtalya’nın erkek kardeşleri, ulusal marşın ilk mısrası) partisini kurdu. Tekrardan muhafazakar birliği sağlamak istediler fakat başaramadılar. Son aylarda PDL tümüyle bölündü. İçişleri Bakanı Angelino Alfano, geniş tabanlı hükümeti doğrudan destekleyen NCD (Yeni Merkez- Sağ)’yi kurdu. Berlusconi, parlamentodan atıldıktan sonra siyasi arenada tekrar rol kapmak için eski partisi doksanların Forza Italia’sını mezarından çıkardı.
Lega Nord partisi (kuzey ligi), kendini kuzey İtalya’nın göçmen işgali ve devletin uyguladığı vergilere karşı son savunması olarak tanımlayan, sağ-kanadın ırkçı bir partisi. Bu parti doksanlarda doğdu ve geçen yıla kadar kuzeyin endüstri bölgelerinde çoğunluğu sağlıyordu. Propagandası Roma bürokrasisine ve güney bölgelerin “parazitliğine” karşı odaklanmıştı. Aslında bu yirmi yıl içinde kuzeyin mitini büyük işletmeler, kumarlar ve onlarca milyonluk karlarla birleştirmişlerdi. Lega Nord son yıllardaki rüşvet skandallarından sonra çökmeye başladı.
Sol ve komünist partiler geçen yıllarda PD hükümetinin savaş yanlısı ve emek karşıtı politikalarını destekledikleri için birliği kaybettiler. Bu yüzden solun çoğu parlamento dışında.
Şubat 2013’te yapılan son genel seçimlerde tüm bu partiler oy kaybettiler ve oy vermeyenlerin oranı yükseldi.
Bu durumda, tartışmasız, partiler toplumun gerçek bir temsili değiller, tasarruf tedbirleri tüm partilerin (sol ve sağ) desteğini alıyor ve partiler sadece kemer sıkma politikaları yürütmek için istikrarlı hükümetler kurmaya çalışıyorlar.
Son genel seçimlerde, eski komedyen Beppe Grillo’nun liderliğinde M5S (Beş Yıldız Hareketi) denilen yeni bir parti, %25’e ulaştı ve üçüncü oldu. Bu parti eski politikacı sınıfın rüşvetçiliğine karşı pozisyon aldı ve yoksullaşan orta sınıfta birlik sağladı. Bu, politik krizden faydalanmaya çalışan yeni popülist partilerden sadece bir tanesi. M5S kendini, rüşvete karşı ve doğrudan demokrasi taraftarı, internette doğan bir hareket olarak sunuyor. Gerçekten de internete dayanan, militanı, ofisi ve eski partilerin kullandığı geleneksel yapıları kullanmayan bir parti. Fakat M5S, doğrudan demokrasiyi sadece içi boş bir slogan olarak kullanıyor çünkü hem yerel, yem de genel seçimlere katılıyorlar. Dahası, üyeleri internet üzerinde partinin duruşunu tartışıp oylayarak tanımlasa da gerçekte politik pozisyonlara liderleri karar veriyor. Bu parti değişimin tek yolu olarak kendini öneriyor ve bu da devlet için kullanışlı çünkü geleneksel partilerin kaybettiği güveni tekrar politik sistem içindeki bir alternatife yönlendiriyor.
AGA: Hollanda’daki politik durum hakkında uzman olmadığımı söylemeliyim. Fakat seçimler ve etrafındaki anarşist örgütlenme hakkında fikrim var, o yüzden bu soruları cevaplamak isterim.
Hollanda’da temsili sistem var. Bu, pratikte her zaman bir koalisyon hükümeti olması ve birçok farklı siyasi partinin olması anlamına geliyor. Bu aynı zamanda, sanılanın aksine aralarında neredeyse hiç fark olmaması anlamına geliyor. Tabii ki ben bir anarşistim ve parlamenter politikaya hiçbir ilgim yok, birçok insan benim söylediğime katılmayacaktır. Ama şöyle bakın: Parlamentodaki 12 siyasi parti arasında, ‘Hayvanlar Partisi’nden 50 yaşın üstündeki insanların partisi (50PLUS)’a ve ‘Sosyalist Parti’ye kadar, hiçbir anti-kapitalist parti yok. Anti-neoliberal parti bile yok, belki SP hariç.
Partilerin üçü ‘Hristiyan’ parti ve görünüşe göre bunun anlamı kadın haklarına ve LGBT meselesine tepkili bir tavırları var (yine de bence hiçbiri homoseksüelliğe açıkça karşı çıkacak kadar ileri gitmeyecektir). Bunun dışında ılımlı neoliberal ve AB yanlısı bir gündemleri var.
Sol kanat kabul edilen üç partiden sadece Sosyalist Parti sol gözüküyor, o da bir yere kadar. Yüzeyin altına biraz indiğimizde, her zaman bir anti-göçmen duyarlılık varlığını sürdürüyor. Diğer iki parti devlet bürokrasisinde sadece birer kariyer aracı ve onlardan ‘sol’ olarak bahsetmenin ideolojik bir temeli yok. Dahası bu partiler aşırı sağın politik çerçevesini sahiplendiler.
Aşırı sağda Özgürlük ve Demokrasi için Halklar Partisi (VVD) ve yandaşı Özgürlük Partisi (PVV) var. Şu anda iktidarda sayılırlar (Emek Partisiyle (PvdA) birlikte ama bu bir kariyer makinasından başka bir şey değil).
Bugün, üç partili sistemin yaklaşık 55 yılda geldiği noktada, politik manzara istikrarsız hale geldi. Hollanda’da, nerdeyse her yerde olduğu gibi, refah devletini söken ve özelleştirme ve baskı gibi neoliberal politikaları yürütenler ‘sol’du. İşçi sınıfının üst katmanındaki ve orta sınıfın alt katmanındaki seçmen, aşırı derece ihanete uğramış hissediyor ve sağ kanat bunu kendi lehine kullanıyor. Sağ kanat oy kazanmak için ulusalcılığı, yabancı düşmanlığını ve korkuyu olabildiğince kamçılıyor. Bu yolda, inanılmaz bir hızla sağa kayarken kontrolü kaybetmekten korkan muhafazakar elit dışında karşılarına çıkan kimse yok. Bu kayma devam ederken seçim sonuçlarının pek önemi yok gibi gözüküyor.
Anarşistler bu siyasi yapıyı nasıl etkiliyorlar? Siyasi arenadaki sözü nedir?
Paul: İrlandalı anarşistlerin parlamenter yapı içinde ya da yerel yönetimlerde doğrudan hiçbir etkisi yok çünkü ne seçimlere giriyoruz, ne de diğerlerine oy aktarıyoruz. İrlanda’da yerel yönetimlerin alışılmadık kadar zayıf olduğunu belirtmemiz gerekir. Fakat bir politik aktivistin bir yerel üyesi olarak seçilip parlamento üyeliği olma yolunda “yağlı direğe” tırmanması nispeten kolay. Dolayısıyla, anarşistler dışında sol eğilimlerin hepsi, liberal sol, stalinist, troçkist, her neyse seçim siyasetiyle meşgul oluyor. Anarşistler, bu politik kampanyalara bulaşmanın sol aktivistlere verdiği hasarları eleştiriyorlar, çünkü bütün dikkatlerini adayların görünürlüğünü artırmaya ve İrlanda’nın politik dünyasındaki bağımlılık ve kayırmacılık ilişkilerini korumaya veriyorlar. Bu da sıradan insanları kendi işlerini yapmaktan alıkoyuyor ve bunun yerine işleri bir şefin onlar yerine yapmasını talep ediyorlar.
Dario: Anarşistlerin toplumdaki ve politik duruma etkileri, toplumsal hareketlerle doğrudan ilişkili. Şu anda anarşist hareket bir “avangart” değil. Etkisi, işçilerin ve ezilenlerin, devletin baskısına, kapitalizmin tahribatına ve sömürüsüne karşı verdiği mücadelelerden geçiyor. Bu hareketler güçlü olduğunda, anarşist etki de güçlü oluyor. NO TAV hareketinde bunun net bir örneği var. Bu halk hareketi yirmi yıldır, devletin yüksek-hızlı-tren yolu için uranyum ve asbest dolu dağlarda tünel kazmak istediği Susa Vadisi’nde ekolojik katliama karşı savaşıyor. Anarşistler başından beri bu hareketin içindeler. Şimdi TAV hareketi karar alma sürecinde anarşist yöntemlere çok yakın yöntemleri benimsiyor ve uyguluyor. Yüzlerce insan, hareketin meclislerinde, hiyerarşik bir yapı olmadan, her seferinde oybirliğine ulaşmaya çalışarak tartışıyor. Hareket aynı zamanda mücadele biçimi olarak doğrudan eylem uyguluyor ve baskılara karşı dayanışmayı örgütlüyor.
Son yıllarda NO TAV hareketi İtalya’daki tüm hareketler için gerçek bir model oldu.
Bu hareketler içinde anarşist etkinin çok güçlü olduğunu söyleyebiliriz.
Ne var ki İtalya’da tasarruf tedbirlerine karşı geniş bir hareket yok, işçi mücadeleleri hala zayıf ve mücadele alanları hala bölünmüş durumda. Yani anarşistler sadece mücadelelerin olduğu ve anarşistlerin bu mücadeleye katıldığı şehirlerde toplumu ve işçileri etkiliyorlar.
AGA: Şu anda anarşistleri ulusal politik arenada etkileri yok denecek kadar az. Radikal solda seçim siyaseti karşıtı tavırlar çok karışık. Bazıları sağa kayışı tersine çevirmek için SP’ye oy verilmesini savunuyor. Bazıları güçlü bir ‘sol’ hükümetin bir şekilde radikal solu ve anarşistleri ‘koruyacağını’ bile düşünüyor (bana sorarsanız hiç gerçekçi değil). Ve oy vermeyip (oy pusulalarını yakan fotoğraflarla birlikte tam tekmil) ayaklanma çağrısı yapan bir kısım var. Fakat tartışmanın dönüp dolaştığı yer SP’ye oy vermek ya da hiç oy vermemek.
Anarşistlerin özellikle seçim zamanlarındaki yaklaşımı nedir? Ve bu yaklaşım toplumda nasıl yer alıyor?
Paul: Geçmişte “Hiç-kimseye oy verin, Hiç-kimse sorunlarınızı dert ediyor, Hiç-kimse sizi gerçekten dinleyecek” gibi sayısız hiciv kampanyası yaptık. Fakat şimdilerde öyle geliyor ki, böyle bir yaklaşım sadece alaycılığı yaygınlaştırıyor ve seçimlerin kendisi kadar güçsüzleştiriyor. Dolayısıyla genelde sadece seçimlerden değil, anti-seçimcilikten de uzak duruyoruz. Bize göre sorun insanların oy kullanması değil, oy kullanmak dışında hiçbir bir şey yapmadan bir şeyleri değiştirmeyi beklemeleri. Bu yüzden seçim zamanı bütün sol, adayların fotoğrafları gazete ve TV’ye çıksın diye sembolik olarak eylemlere katılmak ve seçim gezileri yapmak somut hiçbir şey yapmazken, biz doğrudan eyleme dayalı kampanyalar yürütüyoruz ya da desteklemeye çalışıyoruz. Ayrıca kendi çevremiz için, seçim yerine doğrudan eylemi neden seçtiğimizi anlatan öğretici çalışmalar (miting, propaganda, vb.) yapıyoruz.
Dario: Anarşistler olarak politik güç sorununda net pozisyonlarımız var. Anarşist hareket 1872’de İsviçre’de, Saint Imier Kongresi’nde doğdu. Kongrenin kararı şu anlama geliyordu: “herhangi bir politik iktidarın yok edilmesi proletaryanın ilk görevidir”. Dolayısıyla oy vermemek, anarşistler için bir taktik ve strateji meselesi değildir. Anarşizmin teorik sisteminin bir parçasıdır.
Oy vermemek ideolojik bir soru değildir, sadece bir slogan değildir. Somut bir pozisyondur çünkü anarşistlerin istediği şey, işçilerin ve halkın, eylemleri yoluyla herhangi bir politik iktidarın baskısından kurtulduğu, öz-yönetime dayalı, devrimci bir toplumsal dönüşümüdür.
İtalya’da anarşistler seçimleri boykot propagandası yaparlar. Bu kampanyada anarşistler somut toplumsal alternatiflerin örneklerini de gösterirler. İşçiler ve halk, sadece anarşistlerin iktidarı istemediğini ve hiçbir zaman onları ezmeyeceğini ya da sömürmeyeceğini biliyor.
İtalya’da şu anda oy vermeme oranı çok yüksek ve belki de oy vermeme kampanyaları yapmak daha önemli. Partilere artık güvenmeyenler ve oy vermeyenler aslında devrimci değiller. Ama anarşistler onlara bir değişim yolu gösterebilir ve öz-yönetimin somut örneklerini verebilirler.
AGA: Anarşistler Hollanda’da ufak bir azınlık ve seçimlere anarşist bir yaklaşım uzun zamandır yok. Bunu bazı çıkartmalar ve posterlerdeki sloganlarla özetleyebiliriz: Oy verme, kararları kendin ver! Ve eğer oy vermek bir şeyi değiştirebilseydi çoktan yasaklanmış olurdu. Seçimlerde verilen oy sisteme olan güvenin oyu olarak da görülebildiği için insanlara oy vermeme çağrısı yapıyoruz.
Ama son zamanlarda insanlar bu tutumlarını değiştirmiş, seçimler sirkinin vadettiği imkanların kokusunu almış gözüküyorlar. Artık o kadar içi boş bir ritüel (Bir Demokrasi Şöleni!) haline geldi ki, o kadar gerçeklerden uzaklaştı ki, çoğu insan, bazı anarşistler bile, basitçe, kime oy verdiğinizi geçin, oy verip vermediğinizin bile fazla önemi olmadığını düşünüyor. Dolayısıyla meseleyi oy vermeye odaklamak gerçekten anlamamak demektir.
Anarşist bir ağ örgüt olan Vrije Bond’a bağlı bir grup, iki yıl önceki genel seçimler zamanında astıkları afişlerde biraz farklı bir yaklaşım getirdiler. Örneğin bir tanesinde Tahrir Meydanı’ndaki bir Mısırlı kadın vardı ve şöyle yazıyordu: Bu Mısırlı kadına oy verilemiyor… Ama yine de o, diğer binlercesiyle birlikte Tahrir Meydanı’nda protesto ederek, bir diktatörü devirmeyi başardı. Bu, anlamlı politik değişimin oy vererek değil kolektif eylem yoluyla olacağına işaret eder.
Anarşistlerin seçim zamanı düzenledikleri ana eylemler ya da kampanyalar nelerdir? Anarşistler tarafından harekete geçirilen bu kampanyalar ya da eylemler amaçlarına ulaştı mı?
Paul: Son seçimler 2011’de, 2008 sonrası kemer sıkma politikalarına ve 2010 Troyka kurtarma paketine karşı kitle hareketlerinin olduğu zamanlarda yapıldı. Çoğunluğun beklentisi, hükümetten kurtulup yerine yenisini koyunca bir değişim olacağı yönündeydi ve bu beklenti hareketi sabote etti. Tabii ki beklentiler gerçekleşmedi.
Dario: Seçimler sırasında anarşistler oy vermeme kampanyalarının yanı sıra her zamanki girişimlerine devam edebilirler. Anarşistler politik girişimlerinin herhangi bir alanında basitçe böyle bir kampanyayı getirebilirler, öz-yönetim örneklerini herhangi bir mücadelede ya da içinde bulundukları herhangi bir harekette verebilirler. Tek amaç devletin ezmesine karşı bir alternatif göstermek olduğu için genelde amaca ulaşılır.
AGA: Seçimlerin aldığı gösterişli saçmalığa alternatif arayan insanlara yönelik yayınlar yapan anarşistler var. Ve 2012’de ‘Tilburg Anarko-cemiyeti’, seçimlerin olduğu gece “Oy vermek daha iyi bir dünyaya götürür mü?” konulu bir forum düzenledi.
Ama seçim siyasetine karşı en iyi propaganda yine seçim siyasetinin kendisidir. Şüphesiz bu zamanlarda politik sistemin boş propagandası bir hezeyana dönüşüyor ve ona kendi mesajınızı iliştirmek çok kolay olmalı. Bu fırsatı, diğer zamanlarda karşımıza çıkanlarla karşılaştırdığımızda, bu dünyanın geçip gitmesini seyretmek yazık olur. Ama artık hatalı şekilde, oy verme eylemine çok fazla ağırlık vermeyi bırakmalıyız. Birkaç yılda bir oy pusulasını doldurup doldurmamanız önemli değil. Bunu bir mesele olarak koymayı tamamen bırakmalı ve gerçek meselelere odaklanmalıyız.
Dünya çapında, birbirinden etkilendiği söylenen hareketler olduğunu biliyoruz. Bunlardan bazıları doğrudan demokrasiye ilişkin büyük deneyimler yarattılar. Ve bazıları da hükümet gücünü amaçlayan partilerin seçim kampanyalarına evrildi. Tüm dünyada meydana gelen bu yeni toplumsal hareketler sonrasında seçimlerin yeni anlamını yorumlar mısınız?
Paul: Bizim için, gerçek hareketlerin – yani üyelerinin gerçekten katılımına, doğrudan demokrasiye, doğrudan eyleme dayalı hareketlerin- temsili biçimlere, seçimciliğe ve sonra da hükümete dönüşmeleri ve ardından kaçınılmaz olarak bunu başlatan gerçek hareketin baskılanmasına yol açması, yeni bir şey değil. İşçi hareketlinin doğuşundan beri sürekli tekrarlanan çok, çok eski bir hikaye. Burada, İrlanda’da Yeşiller Partisi kurulurken radikal iddiaları vardı. Liderlerinin bazıları, Batı Mayo’da Shell’e karşı direnişte doğrudan eyleme katılmışlardı. Bir sonraki seçimlerden sonra Yeşiller Partisi bu son FF hükümetinin küçük koalisyon ortağı oldu ve zamanında direnişe katılan aynı Yeşiller Partisi lideri Shell tesislerini destekleme görevini aldı ve bu işi yaptı. Eğer bir gün Syriza Yunanistan’da iktidara gelirse, hikaye aynı olacak. Hep böyle oldu ve hiç kimse değişik bir sonuç almak için materyalist perspektifte aslında neyin değiştiğini gösteremedi. Deliliğin tanımı, aynı şeyi tekrar tekrar yapıp farklı bir sonuç beklemektir sözü, Einstein bunu hiçbir zaman söylememiş olsa da, sol ve seçimler söz konusu olduğunda kesinlikle doğru.
Dario: Değişik ülkelerde, çok değişik geçmişleri olan değişik hareketleri ele almak zor bir iş. Her halükarda, son yıllarda, ezilmeye ve sömürüye karşı yeni bir direniş dalgasının Akdeniz bölgesini ve ötesini salladığı bir gerçek.
Bu yüzden sadece bazı genel yorumlarda bulunacağım. Her şeyden önce, bazı hareketlerin ya da bu hareketlerin bazı kısımlarının sandık yoluna gitmeleri yeni bir şey değil. Ne hareketler, yeni liderler, yeni gündemler çıkabilir ama sandık yolu her zaman aynı “iktidara gelme” mitolojisini takip eder. Bu bir yanılsamadır ve 150 yıllık bir numaradır. Fakat bu son hareketlerde bir şey değişti. Doğrudan demokrasi ve öz-örgütlenme yaygınlaştı. Bu hareketlerin içinde aktif olan anarşistler olarak, devlet olmadan toplumsal ve politik dönüşüm konusunda toplumsal bir tartışma başlatmamız gerekiyor. Bu hareketlerin içindeki direnişin ve öz-yönetimin somut potansiyelini vurgulamamız gerekiyor.
AGA: Seçimler, yöneten elitin sistemi çökertmeden kendi farklılıklarını yarıştırma yoludur. Bugün de eskisinden farklı bir anlam taşıdığını düşünmüyorum. Ama çoğu insan, politikacıların işsizlik, kriz ve ekolojik yıkım konusunda hiçbir şey yapamayacağını artık açıkça görüyor. Tüm dünya meydana gelen isyanlarda gördüğümüz umut verici gelişmelerden biri politikacılara ve politikaya yönelik genel tiksinti. Kolektif mücadele, katılan insanları dönüştürüyor ve öyle büyük ufuklar ve olanaklar açıyor ki sistemin bize sunduğu sınırlı seçenekleri daha da bunaltıcı hale geliyor. Ama şu anda tüm dünyadaki bu toplumsal hareketlerin, temeldeki sistemi yok etmeye gücü yetmiyor. Bu durum değişmediği sürece ‘hareketi temsil etmeye’ hazır politikacılar hep olacaktır ve fark yaratan bir alternatif görmedikleri sürece, onlara oy veren insanlar olacaktır.
Çeviri: Özgür Oktay
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 17. sayısında yayımlanmıştır.
The post Anarşist Seçim Tartışmaları (2) appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Mardin’de Boykot Okul Kapattırdı! appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Mardin’de Boykot Okul Kapattırdı! appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>