bütçe – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Tue, 03 May 2016 20:40:39 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 “Tüketime Uyumlu Bütçeye Uyumsuz” – Emircan Kunuk https://meydan1.org/2016/05/03/tuketime-uyumlu-butceye-uyumsuz-emircan-kunuk/ https://meydan1.org/2016/05/03/tuketime-uyumlu-butceye-uyumsuz-emircan-kunuk/#respond Tue, 03 May 2016 20:40:39 +0000 https://test.meydan.org/2016/05/03/tuketime-uyumlu-butceye-uyumsuz-emircan-kunuk/ 1970’li yılların başlarında mobil iletişimin ilk teknolojisi olan Birinci Nesil (1G) telefonlar ortaya çıktı. Aradan geçen 45 yılda 2G ve 3G ile tanıştık. Tam 3G’den 4G’ye geçecekken dillendirilen 5G’ye geçme isteği ve sonra ikisinin ortasında 4.5G’de karar kılınması ise kafalarda soru işaretleri yarattı. Geliştirilen her mobil teknoloji, yazılımcılar tarafından “nesil” olarak ifade edilir. 3. nesil […]

The post “Tüketime Uyumlu Bütçeye Uyumsuz” – Emircan Kunuk appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Meydan Gazetesi- Tüketime uyumlu Bütçeye uyumsuz Emircan Kunuk

1970’li yılların başlarında mobil iletişimin ilk teknolojisi olan Birinci Nesil (1G) telefonlar ortaya çıktı. Aradan geçen 45 yılda 2G ve 3G ile tanıştık. Tam 3G’den 4G’ye geçecekken dillendirilen 5G’ye geçme isteği ve sonra ikisinin ortasında 4.5G’de karar kılınması ise kafalarda soru işaretleri yarattı.

Geliştirilen her mobil teknoloji, yazılımcılar tarafından “nesil” olarak ifade edilir. 3. nesil ile 4. nesil mobil teknoloji arasında, belli bir takım farklılıklar ve geliştirilmiş özellikler mevcuttu; bunların birincisi hız, ikincisi frekans miktarı. 4.5G teknolojisi, bilgiye ulaşım hızı bakımından 3G’ye oranla 12 kat daha hızlı, frekans miktarı ise 5 kat daha fazla.

Daha iyi kavrayabilmek için mobil iletişimdeki hızı, bir arabanın hızına; frekans miktarını ise yollardaki şerit sayısına benzetebiliriz. 3G teknolojisi tek şeritli bir yolda saatte 10 km hızla giden bir aracı, 4.5G teknolojisi ise 5 şeritli bir yolda trafik olsa bile 12’lik hız ile hareket edebilen aracı temsil ediyor. Bu örnekten de anlayacağımız gibi 4.5G, mobil iletişimi bir hayli hızlandıracak bir teknoloji.

1 Nisan tarihiyle resmi olarak 4.5G teknolojisine geçmemiz, 4G’yi neden atladığımız sorusunu akıllara getiriyor. 4.5G teknolojisi, sadece bu coğrafyada kullanılan bir teknoloji. Normalde 3G teknolojisinin ardından gerekli altyapının oluşturulması gerekiyordu. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2014’te 4.5G’yi ortaya atarak yeni bir teknolojinin geliştirilmesinde ilk adımı atan oldu.

Erdoğan’ın 4G’yi atlayıp 5G teknolojisine geçme isteği ve altyapının uygun olmaması nedeniyle 4.5G’ye geçme önerisi ise devlet -ve dolayısıyla iktidarların- ekonomisini canlandırmaya yönelik bir hamleydi.

Telefon kullanıcılarının erişim hızındaki artış, devletin 4.5G ihalesinden elde ettiği geliri arttırır ve bu da devlet ekonomisinin büyümesi ile sonuçlanır. Devletin büyüyen ekonomisinden halkın payına düşen olmayacağı çok belirginken, 4.5G’nin de halktan yana getirisi olmayacağı şimdiden açıkça görülüyor. Sonuçta şuanda kullanılmakta olan mobil cihazların büyük çoğunluğu 4.5G’ye uyumsuz. Daha fazla hız isteyenleri tüketime çağıran 4.5G’ye uygun cihazlar ise, halkın cebine uyumsuz.

Emircan Kunuk

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 33. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Tüketime Uyumlu Bütçeye Uyumsuz” – Emircan Kunuk appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/05/03/tuketime-uyumlu-butceye-uyumsuz-emircan-kunuk/feed/ 0
” Hangisi ? ” – Dilan Yaman https://meydan1.org/2015/06/11/hangisi-dilan-yaman/ https://meydan1.org/2015/06/11/hangisi-dilan-yaman/#respond Wed, 10 Jun 2015 22:56:39 +0000 https://test.meydan.org/2015/06/11/hangisi-dilan-yaman/ “Pardon bir bakar mısınız? Fazla uzun sürmeyecek.” Eğer kalabalık bir caddede yürüyorsak hepimiz duymuşuzdur bu cümleleri. Vaktimiz varsa, ardından cevaplamamız istenilen bir dizi soruyla karşı karşıya kalırız. Bazen halihazırdaki, bazen de piyasaya yeni girmeye hazırlanan bir ürünle ilgilidir bu sorular. Gazoz ya da kahve, ped ya da çikolata, banka ya da sigorta, neyle karşılaşacağımızı bilemeyiz. […]

The post ” Hangisi ? ” – Dilan Yaman appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Mann von der Presse hält ein Klemmbrett und ein Mikrofon

“Pardon bir bakar mısınız? Fazla uzun sürmeyecek.”

Eğer kalabalık bir caddede yürüyorsak hepimiz duymuşuzdur bu cümleleri. Vaktimiz varsa, ardından cevaplamamız istenilen bir dizi soruyla karşı karşıya kalırız. Bazen halihazırdaki, bazen de piyasaya yeni girmeye hazırlanan bir ürünle ilgilidir bu sorular. Gazoz ya da kahve, ped ya da çikolata, banka ya da sigorta, neyle karşılaşacağımızı bilemeyiz. Ama durmuşsak, sorulara da yanıtlar vermeye başlamışsak, bir anketin deneği olmuşuz demektir.

Yaş, cinsiyet, meslek gibi kişisel özelliklerimizi de öğrenmek isteyen bu anketlerde, bazen içerek, bazen de dokunarak o ürünle ilgili bize yöneltilen soruları seçenekler dahilinde işaretlememiz istenir.

Peki, neden? Neden bu sorular ve cevaplar, neden yüzdeler ve oranlar?

Anket sorularına verilen yanıtlar, tek tek sayılır, işlenir ve anket şirketince birer istatistiki bilgiye dönüştürülerek anketi yaptıran şirkete sunulur. İstatistiksel bilgiden elde edilen sonuçlar, her durumda, değiştirilme, gereğinden az ya da çok gösterilme, abartılma “risk”ini ve “imkan”ını taşır. Yoksa şirketleri binlerce dolar harcama yaparak anket yapmaya şevklendiren şey bu “imkan” mı?

Gerçekten de, hemen her gün karşılaştığımız anketler, uygulanma biçimi, soruların seçimi, vermemizi bekledikleri yanıtların sıralanması gibi bir çok ayrıntıyla, aslında, davranış biçimlerimizi, alışkanlıklarımızı, tercihlerimizi ölçmenin ötesinde bizi kendi ürünlerini satın almaya istekli de kılmaya yöneltiyor. Bunu da, anketlerden kendi hesaplamalarına göre elde ettiklerini söyledikleri sonuçlar pekiştirmiş oluyor. Yani anket de reklamın, tanıtımın bir parçası oluveriyor böylece.

Öyle ya, neticede, şirketlerin ana amacı kar elde etmek olduğuna göre, her bir yeni satış da kar olarak dönecektir. Daha fazla kar için de pazarı genişletmek gerekir. Peki pazarın durumu ne, işte hemen her gün yolumuza çıkan anketörlerin bize yaptırmaya çalıştığı anketlerin ana amacı da bu: pazar araştırması. Bize sorulan her soru ve bizim masumane verdiğimiz her cevap, şirketlere kar olarak dönebilir. Anketlerin gizli bir görevinin de, tüketim alışkanlıklarını değiştirip satın alma isteği uyandırmasıdır diyebiliriz.

Çalışanına yok, ankete var

Ancak, bir ürünün üretilmesi için gereken ham maddeyi, doğayı talan ederek elde eden şirketler, zaten çalışanlarına da en düşük ücretleri vererek kar marjlarını yükseltmeyi sürdürürken, pazar araştırması için bütçelerinden büyük büyük meblağlar ayırmaları ilginçtir. Elbette buradan da bir çıkarları vardır şirketlerin: şirketler, yeni ürünlerini pazara sunmadan önce yapacakları/yaptıracakları pazar araştırması anketleriyle pazarın risklerini önceden görebilme ve ona göre konum alabilme imkanı da bulmuş olurlar. Bu da onları daha da büyük, daha tekel, yani daha da adaletsiz kılar.

Anketlerin pazar araştırması dışında en yaygın kullanım alanlarından biri de bir okulda okuyanlar, bir mesleği yürütenler ya da bir kentte yaşayanlar gibi alanlara yönelerek, o alanlarla ilgili verileri toplar gibi yapıp aslında sorduğu sorularla ankete katılanları fişlemek. Yani “sizce…” diye başlayan sorular, aslında genel ekonomik ya da politik gidişatla ilgili, katılımcının görüşünü almak gibi masum bir soru gibi görünse de, eleştirel düşünceye ya da tam zıddı bir görüşe sahip olanları kolayca bulup ayıklamaya da pekala yarayabilir anketler. Bildiğimiz dilleri yazarak etnik kökenimizi bulmaları hiç de zor değil, okuduğumuz gazetelere bakarak politik görüşümüzü bulmaları pekala mümkün. İnancımız, mezhebimiz, hatta cinsel yönelimimiz, anketlerin bize sorduğu sorularla açığa çıkabilir ve bir gün aleyhimizde kullanılabilir bir veriye dönüşebilir. Hatta, bir üniversitenin yeni dönem öğrenci kaydı sırasında yaptığı ankette “hiç protesto eylemine katıldınız mı” sorusu, sizi doğrudan karakola da düşürebilir. Yani görüşümüz alınıyor diye verdiğimiz cevaplarla, kendi evimizin kapısına çarpı işareti yapmış olabiliriz.

İster bir ürün için yapılan pazar araştırması olsun, ister de bir alan soruşturması gibi olsun, anketler, asıl amaçlarını soruların ardına gizleyerek insanları aldatmakta, yönlendirici yanıt seçenekleriyle algımıza saldırıp davranışlarımızı etkileyerek kendi çıkarlarına uygun hale getirmeye çalışır.

“Fazla zamanınızı almayacak” bir soru da biz soralım: Bu yazıyı okuduktan sonra anketlere hala güvenebilirim diyebilir misiniz?

Dilan Yaman

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 27. sayısında yayımlanmıştır.

The post ” Hangisi ? ” – Dilan Yaman appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/06/11/hangisi-dilan-yaman/feed/ 0
Daha Fazla Zam, Daha Fazla Borç Ama Yine de “Tüket ey Türkiye”- Mine Selin Sayarı https://meydan1.org/2012/10/25/daha-fazla-zam-daha-fazla-borc-ama-yine-de-tuket-ey-turkiye-mine-selin-sayari/ https://meydan1.org/2012/10/25/daha-fazla-zam-daha-fazla-borc-ama-yine-de-tuket-ey-turkiye-mine-selin-sayari/#respond Thu, 25 Oct 2012 10:31:42 +0000 https://test.meydan.org/2012/10/25/daha-fazla-zam-daha-fazla-borc-ama-yine-de-tuket-ey-turkiye-mine-selin-sayari/   Şu an yatıyorum, kalkıyorum; Başbakan olarak bütün hedefim, derdim vatandaşımızın tüketim gücünü nasıl artırırım; ona bakıyorum. Artırdıkça ülkemde üretim artıyor, üretim arttıkça yatırım başlayacak. Yatırım büyümeyi getiriyor, büyüme olunca istihdam alanı açılıyor. Tüket ki üretesin. Formül: Tüket ey Türkiye! Bütçe açığı beklentilerin üzerinde geldi, hükümet zam kararlarını art arda açıkladı. Akaryakıt, içki ve otomobildeki fiyat artışlarını, elektrik ve doğalgaz zammı takip […]

The post Daha Fazla Zam, Daha Fazla Borç Ama Yine de “Tüket ey Türkiye”- Mine Selin Sayarı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 

Şu an yatıyorum, kalkıyorum; Başbakan olarak bütün hedefim, derdim vatandaşımızın tüketim gücünü nasıl artırırım; ona bakıyorum. Artırdıkça ülkemde üretim artıyor, üretim arttıkça yatırım başlayacak. Yatırım büyümeyi getiriyor, büyüme olunca istihdam alanı açılıyor. Tüket ki üretesin. Formül: Tüket ey Türkiye!

Bütçe açığı beklentilerin üzerinde geldi, hükümet zam kararlarını art arda açıkladı. Akaryakıt, içki ve otomobildeki fiyat artışlarını, elektrik ve doğalgaz zammı takip etti. Zamlar ilk olarak ekmek fiyatını etkileyecek denilirken, sırada, süt ve süt ürünleri, et, ve temel gıda ürünleri bulunuyor.

Maliye Bakanı, “düzeltici önlemler” üzerinde çalıştıklarını belirterek “özellikle cari açık nedeniyle mali disiplinin sürmesi için çabaladıklarını” söyledi. “Harcamalarda öngörülmeyen artışlar; gelirler tarafından ise özelleştirme gelirlerinin beklentilerin altında kalmasını” sebep olarak gösteren Şimşek, aslında zamların ilanından bir süre sonra oluşturulan savaş gündemi ve bunun için gerekecek mali tebdir ve takviyenin de sinyalini veriyor.

Muhalefet partilerine karşı hükümete büyük bir politik üstünlük sağlayan büyüme raporları bu sefer beklentinin altına düştü. Bütçe açığı nedeniyle frene basacağını belirten Maliye Bakanı, herşeye rağmen olumlu mesajlar vermeyi sürdürüyor. Türkiye’nin büyüme hızı ekonomistlerin ifadesine göre AKP’nin iktidara geldiğinden bu yana ortalama %4.23 artış gösterdi. Tüm bu gelişmelerin yanında son süreçte büyüme kriterlerinde kimi kritik dönüşümler var.

10 Eylül 2012’de Türkiye İstatistik Kurumu’nun yayımladığı rapora göre ihracatta büyüme durma noktasına geldi. Halkın tüketime olan iç arzında ve özel yatırım oranlarında yaşanan düşüş ve inşaat sektöründeki durma, her ne kadar ‘dış etkenlerin’ etkisiyle açıklanmaya çalışılsa da, bu gelişmeler bambaşka gerçeklikleri görünür kılmaya başladı.

Peki bütün politikacıların dilinden düşmeyen ‘büyüme’ ne demek? Sürekli raporları yayımlanan gayrı safi milli hasıla nedir, böylesi hızlı büyümeye rağmen insanlar neden daha çok yoksullaşıyor?

Büyüye büyüye yoksullaşmak..

Büyüme, basitçe daha fazla harcamak demektir. İktisadi büyümenin ölçütü olan Gayrı Safi Milli Hasıla(GSMH), bir ülke vatandaşlarının verilen bir yıl için ürettikleri toplam mal ve hizmetlerin, belli bir para birimi karşılığındaki değerinin toplamı olarak lanse edilir; ancak GSMH modelinin en önemli özelliği varlığını gayri-insani’liğinden almasıdır. Çünkü iktisadi büyüme, her türlü sınıflandırmayı insanın değil piyasanın değerlerine göre yapar. Büyümenin daha fazla harcamak manasına geldiği bir iktisadi politika içerisinde gelişimi sıcak paranın el değiştirmesi üzerine kurulu bir sistem, kendi insafsızlığı oranında “iyi toplum” algısına egemendir. Ve hatta ne kadar gayri-insani olursa, o kadar büyür, “milli” servete neş’e katar.

Milli hasılayı hesaplamanın alışıldık yöntemi, genel politikaların zaten gelir dağılımı eşit ve adil olmayan bir toplumda manasızlaşan tahlillerine dayanırken, açıkça ifade edilmeyen asıl hipotez, daha fazla para el değiştirdiğinde ekonominin büyüdüğü hesaplamasına dayanır. Bu hipoteze göre bir toplumdaki refah, “fakirden alınıp zengine verilerek hareket ettirilen” sıcak paranın ivme almasına göre artar.

Kapitalist bir işletme gibi çalışan devlet ekonomisi, ya büyümek ya da yok olmak zorunda olduğu rekabetçi piyasada, rekabet yeteneğini sürekli geliştirmek zorundadır. Bu nedenle karını arttırmak için düşük ücret, zam, vergi gibi yöntemler kullanarak üretim maliyetini düşürmeyi çabalar. Aslında büyümeye egemen olan GSMH modelinin baştan “eşit dağılım” ilkesini göz ardı ederek “işçinin böğrüne-piyasanın cebine” anlayışına kucak açmasındaki insafsızlığı, sınıflandırmayı sadece aldatıcı ya da yanlış olarak yapmasından değil, hiç sınıflandırmadığı şeylerden kaynaklanır. Çünkü bu paranın nereye ve ne için harcandığının hiçbir önemi yoktur.

Büyümeye dayalı kapitalist bir iktisat politikasında, para aklımıza gelebilecek her vesileyle el değiştirebilir. Örneğin, kredi kartına borcunuzu ödeyemediğiniz için avukatların haciz masrafı olarak sizden aldığı para, gayrı safi milli hasılaya güç katar. Trafik kazası yaptığınızda cebinizden çıkan para, iş kazasında ölen işçinin cenaze masrafları GSMH’ye can katar.. Savaş, parayı hareket ettiren en büyük kaynaklardan biridir. Binlerce temiz dereyi borularla kapatıp HES yaparak büyüyen özel sektör, devletle birlikte arıtma tesisi ve sudaki kirlenmeye karşı mücadele için on yıl içinde neredeyse üçe katlanacak “tüketim” ve dolayısıyla “büyüme” tahlilleri yapar. Bir yanda “şehir içi sürgünler” deprem riski ile meşrulaştırılarak “soylulaştırma” ekonomiye can verirken, diğer yandan gözetim toplumları, cezaevleri donanımları gayrısafi milli hasıla’nın büyümesine önemli katkıda bulunurlar.

Anlaşıldığı üzere, halkın cebinden çıkan her türlü ‘hareket eden’’ para, GSMH’nin sürekli büyümesini sağlayacaktır. Ve bu büyüme yoksul kesimin yaşam kalitesini arttırmaya değil, yoksullara kredi vererek zenginleşen, evsizleri gecekondularından atıp yeni binalar dikenlerin büyümesini sağlar..

Bir röportajında Recep Tayyip Erdoğan’ın kendi ekonomi politikasını açıklarken vurguladığı cümleler, tam da bu politikanın dayanaklarını ortaya koymakta:

“Şu an yatıyorum, kalkıyorum Başbakan olarak bütün hedefim, derdim vatandaşımızın tüketim gücünü nasıl artırırım; ona bakıyorum. Artırdıkça ülkemde üretim artıyor, üretim arttıkça yatırım başlayacak. Yatırım büyümeyi getiriyor, büyüme olunca istihdam alanı açılıyor. Tüket ki üretesin. Formül: Tüket ey Türkiye!”

Varlığını paranın değişimi ve dolayısıyla yaşamın değil piyasanın değerleri üzerinden alan bir iktisadi politikanın, değerlendirmelerden uzak tuttuğu, böylece uygulamada yaşamsal değerler kadar kolektif ve bireysel refah konusunda da her türlü güncel değeri inkar ettiği açık. Peki her yıl hiç durmadan büyüyen biz olmadıysak, kimler büyüdü de zengin oldu?

Zenginler daha zengin, fakirler daha borçlu..

Son 10 yıla baktığımızda, bankacılık sektörü yıllık bazda yüzde 15 civarındareel büyüme kaydetti. Silah sektörü 2012’nin ilk 8 ayında %70, Suriye’yle sıcaklaşan siyasi gündem sonrası 27 Eylül 2012 itibari ile %100 büyüdü. Aselsan Suriye’ye atılan bombanın ardından borsada %8 değerlendi. İnşaat ise son yıllarda en çok büyüyen sektörler sıralamasından hiç düşmedi.

Her yıl ortalama %4 oranında büyüdüğü iddia edilen ekonomide, 2002’de bir memur maaşı ile 5310 bardak çay alınabilirken, 2011’de bu rakamın 3090’a düştüğü belirlendi. Asgari ücretlinin ise bugünün koşullarında 1260 bardak çay içebildiği kaydedildi. Çay fiyatı karşısında memur maaşları yüzde 42, asgari ücret ise yüzde 31,5 oranında eridi.

Bugün Türkiye’de 20 milyon hacze konulmuş dosya mevcut. Bu, bir yıl boyunca 20 milyon insanın evindeki eşyaların boşaltılması ihtimali var demek. Bu yılın ilk 6 ayında kredi kartı ve bireysel kredi borçlarını ödeyemeyenlerin sayısı geçen senenin tamamından daha fazla. Büyüme hızının hiç durmadan arttığı söylenen 10 yıllık dönemde tüketici kredisi borçları 79 kat, kredi kartı borçları 14 kat, tüketici finansman şirketlerine olan borçlar 12 kat arttı.

Aslında böylesi bir tabloda politika açıkça görülüyor: Paranın fakirden zengine büyüyen oranlarda geçmesine muhtaç olan devlet, artık fakirleri açlıktan öldürmüyor; süründürüyor. Eskiden daha fazla kar için halkı mülksüzleştirirken, bugün borçlandırıyor. Toplumu sürekli tüketime teşvik ederken, alın verin ekonomiye can verin diyerek, parayı hareket ettiriyor. GSMH durmadan artmasına rağmen para elde hiç durmazken, borç hiç bitmiyor.

Aslında ekonominin patlamaya hazır olması veya olmamasının ezilenlerce pek de bir anlamı yok. Zenginlerin krize girmeye yüz tutmuş ekonomisi, gelecek günlerde GSMH’yi arttırmaya yönelik savaş harcamaları ve zamlar olarak bize geri dönecek gibi görünüyor. Kredi kartından başka kaybedecek hiçbir şeyi kalmayan ezilenler için ise isyan etmekten gayrı tek bir seçenek kaldı; borçlu olmak ya da daha çok borçlu olmak…

Mine Selin SAYARI
[email protected]

The post Daha Fazla Zam, Daha Fazla Borç Ama Yine de “Tüket ey Türkiye”- Mine Selin Sayarı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2012/10/25/daha-fazla-zam-daha-fazla-borc-ama-yine-de-tuket-ey-turkiye-mine-selin-sayari/feed/ 0