The post 2 Oğlu TC’nin Elinde Esir Olduğu İddia Edilen SDG Sözcüsü Silo’ya Şantaj mı Yapıldı ? appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>2015 yılından beri SDG sözcülüğünü yürüten Telal Silo’nun TSK kontrolündeki Cerablus’ta MİT ve ÖSO’ya teslim olduğu iddia edildi. Kendisine ait araçla dün gece bölgeye gelen Silo’nun yanındaki bir grupla TC destekli ÖSO’ya teslim olduğu belirtildi.
Bölgede haber takibi yapan Sputnik muhabiri Hikmet Durgun’un aktardığına göre, bir kontrol noktası yakınlarında aracını bırakan Silo’nun daha öncesinde de ÖSO’ya bağlı çetelerle çeşitli görüşmeler yaptığı ve kendisine güvence verildikten sonra teslim olmaya karar verdiği öğrenildi.
2 oğlunun ÖSO/TC elinde esir tutulduğu iddia edilen Telal Silo’nun bu konuda kendisine teslim olması yönünde şantaj yapılıp yapılmadığı henüz bilinmiyor ve bu durum kafalarda soru işareti bırakıyor.
Cerablus’tan, MİT tarafından Antep’e getirildiği söylenen Telal Silo’ya ne tür bir “güvence” verildiği henüz netlik kazanmadı.
SDG yetkilileri ise Telal Silo’nın teslim olması ile ilgili bugün bir açıklama yapacaklarını belirtti.
Cerablus yakınlarındaki El-Rai doğumlu bir Türkmen olan Silo, savaş öncesi Suriye Ordusu’nda albaydı. savaş başladıktan sonra Selçuklu Tugayı’nı kuran Silo, kendisine bağlı güçlerle önce YPG’ye, 2015’te Suriye demokratik Güçleri’nin kurulmasıyla da SDG’ye katılmıştı.
The post 2 Oğlu TC’nin Elinde Esir Olduğu İddia Edilen SDG Sözcüsü Silo’ya Şantaj mı Yapıldı ? appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Humus’taki Son Cihatçı Grup da Ayrıldı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Astana’da varılan mutabakatla ilan edilen “çatışmasızlık bölgeleri” arasında yer alan Humus’ta bulunan cihatçı grupların tahliyesi, tamamlandı.Kentte bulunan son cihatçı konvoyu da bugün aileleri ile birlikte Humus’tan ayrıldı.Cihatçı çete mensupları,daha önce Halep ‘ten yapılan benzer tahliyelerde kullanılan yeşil otobüslere bindirilerek, El Kaide türevi çetelerin hakim olduğu İdlib ve TC destekli çetelerin kontrolündeki Cerablus’a doğru yola çıktılar.
The post Humus’taki Son Cihatçı Grup da Ayrıldı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “El-Bab Kapı Rakka Duvar” – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
El-Bab, son aylarda Suriye Savaşı’nda adını en çok duyduğumuz bölge; üç ayı aşkındır TSK/ÖSO kuşatmasında. Medyanın “düştü düşecek” şeklinde haberlerine karşın El-Bab, artan asker ölümleriyle TC açısından tam bir yenilgi görüntüsü veriyor.
Ağustos’taki Erdoğan-Putin görüşmesi sonrası Rusya’nın açık, ABD’nin örtülü temkinli onayıyla başlayan Fırat Kalkanı işgali, IŞİD’in Cerablus ve Rai’yi boşaltmasıyla, El-Bab’a dayanmıştı. IŞİD’in iki düşmanını (TC/YPG) karşı karşıya bırakmak üzere aradan çekilme şeklinde gerçekleşen bu taktiksel alan boşaltmalar, “zafer” manşetleri atılmasını sağlamıştı.
Ancak Kasım ayından beri El-Bab’da sağlanamayan ilerleme ve yaşanan hezimet, son günlerde TC cenahında dillendirilen Menbiç-Rakka operasyonlarıyla gizlenmeye çalışılıyor.
El-Bab’dan Ötesi?
Fırat Kalkanı işgalinin başlarında da gündemleşen Menbiç-Rakka, TC içinde Fırat Kalkanı Operasyonu’na dair söylemsel çelişkileri de ortaya koydu. Daha önce Erdoğan tarafından yapılan “El-Bab’dan derine inmeme”, devamında Numan Kurtulmuş’un “Fırat Kalkanı El-Bab’la biter”, sonrasında yine Erdoğan’ın kendini tekzip eden “El-Bab’dan sonra durmak yok” açıklamaları, TC’nin dış politika açmazlarını ve yenilgi tablosunu iç politikaya zafer olarak sunma telaşının göstergesi.
ABD-Rusya Arasında: İki Arada Bir Derede
TC’nin bu çelişik açıklamaları, ABD-Rusya arasında gidip gelen politikaların da sonucu. “Fırat Kalkanı’nın El-Bab’la bitmesi” söylemi, Rusya’nın “Fırat Kalkanı ancak Suriye’nin onayıyla yürür” açıklamasına örtük cevap şeklinde değerlendirilebilir. Diğer taraftan Menbiç-Rakka nakaratı, Trump’ın CIA Başkanı’nı göndererek, TC’ye biçtiği “operasyonel ortak” rolünün sonucu niteliğinde. Bu iki somut durum, El-Bab’da Rejim ile arasına sınır çizen, had bildiren Rusya ile Rakka’da kara gücü olmaya heveslenilen ABD arasında TC’nin durumunu özetliyor.
Yenilgi Yenilgi Büyüyen Zaferler mi?
Suriye’de TC’nin gizlenemez yenilgisi, odaklandığı tek mesele olan Rojava konusunda da netleşiyor. Rusya’dan yapılan “Kürtler masada olmalı”, “PKK/YPG terörist değil”, “Rejim ile Kürtler arasında 6 aydır aracılık ediyoruz” açıklamaları karşısında sus-pus olma, bu yenilginin tezahürü.
Diğer yandan El-Bab’dan sonra gösterilen Menbiç-Rakka hedefi, El-Bab’dan yenilerek çekilmenin manipüle edilen gerekçesi olarak belirginleşiyor. ABD ve Rusya gibi devletlerin belirlediği ilerleme sınırı, TC muktedirlerinin iç politika malzemesi olarak dillendirdiği “yenilgi yenilgi büyüyen zaferlere” çekilen sınır.
Çok uzağa gitmeye gerek yok, “ecdad toprağı” denilen Musul’da, Türkmen yurdu olduğu söylenen Tel Afer’de o sınırlar, şimdilerde El-Bab’dan, SDG’nin yaklaştığı Rakka’ya uzanan hatta, TC’nin önünde kapı-duvar gibi duruyor.
The post “El-Bab Kapı Rakka Duvar” – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Suriye’deki Savaşın Para Hali” – Halil Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Suriye’deki savaş başladığından bu yana, savaş gündeminin önemli bir parçası paralı askerler meselesiydi. Özellikle ABD’nin Afganistan’dan Irak’a varıncaya kadar, birçok çatışma sürecinin içerisinde yoğunluklu olarak özel güvenlik şirketlerine başvurduğu bir gerçek.
Özel güvenlik şirketlerine dönük talebin ve şirket sayısının artışı, savaş durumunu aslında bir sektör haline getirmiş durumda. Şirketler, devletlerin yapmak isteyip de yapamadığı, uluslararası sözleşmelere aykırı birçok hamleyi yapmaktan çekinmiyor.
Bu özel güvenlik şirketleri, rakamların kesin olmadığı, gizli ilişkilerin, siyasi ve ticari ağların olduğu bir endüstride hareket ediyor. Uluslararası hukukta, bu şirketlerle ilgili herhangi bir düzenleme yok. Şirket olduklarından dolayı, kendi endüstrisinden ya da farklı endüstriden başka şirketlerle finansal bağlar geliştirmektedirler. Örneğin, 1992’de ABD’de kurulan Executive Outcomes’ın çok uluslu enerji ve maden şirketleriyle doğrudan bağları var. Bugün Ortadoğu’da da faaliyet gösteren şirketlerden MPRI, Armorgroup ve Vinnell gibi özel güvenlik şirketleri, başka büyük şirketlerin yan kuruluşudur. Vinnell Corp.,1975’te Suudi Arabistan’ın petrol bölgelerini koruyan muhafızları eğitmek için 77 milyon dolarlık bir sözleşme imzaladı. Şirket görevine, 2003’te Irak ordusunu eğitmek için imzaladığı 48 milyon dolarlık başka bir anlaşmayla devam ediyor.
Söz konusu coğrafya Suriye olunca, ilişki ağlarının iç içe geçtiği çok daha karışık bir düzlemden bahsetmek gerekiyor. Suriye’deki savaşın başından bu yana, Suriye’de rejime destek vermek için bulunan Rus özel güvenlik şirketlerinin olduğu biliniyor. OMON, SOBR, VDV, Spetzvaz gibi şirketlerden deneyimliler ile oluşturulan Slavonic Corps. bunların başında geliyor. Büyük bir çoğunluğu Çeçenistan Savaşı’nda ve Tacikistan İç Savaşı’nda görev almış askerlerden oluşuyor. Önce Şam’a sonra da Lazkiye’deki Suriye Ordu Üssü’ne kaydırılan grubun, Deyr Ez-Zor’daki petrol tesislerinin güvenliği sağladığı biliniyor. Şirketi bu kadar özel kılan birkaç durum önemli. İlki, şirket Hong-Kong menşeili olarak hareket ederek, Rusya’da “paralı askerlerin” varlığını yasaklayan düzenlemelerden kurtuluyor. Diğer önemli bir durum da, şirketin bağlı olduğu üst şirket ile alakalı. Uluslararası medyanın bu kadar gündeminde olmasının sebebi, üst şirket Moran Security Group’un %50 hissesinin Britanya Virjin Adaları menşeili Neova Holdings LTD.’ye bağlı olması…
Yani ortadaki tablo, Suriye’de Esad rejimini korumak için, bir ingiliz şirketine bağlı olarak çalışan Rus paralı askerleri; İngiltere’nin dahil olduğu koalisyon güçlerinin desteklediği Özgür Suriye Ordusu’na karşı savaşıyor!
Cerablus’a yönelik operasyonlar sürecinde kilit bir rol oynayan SADAT, yukarıda bahsi geçen özel güvenlik şirketlerinin yerli versiyonu. 2012’de hangi mevzuata göre kurulduğu belli olmayan SADAT, özellikle 15 Temmuz sürecinde oldukça popüler oldu. Cumhurbaşkanı başdanışmanlığına yükselen, şirket sahibi emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi gibi şirket çalışanlarının büyük bir çoğunluğu ordudan “irticai” faaliyetler nedeniyle atılan askerlerden oluşuyor. Şirket “şimdilik” sadece yurtdışında görev yapabiliyor. “Arap dünyasında verdiği eğitimlerle, bölgeyi büyük güçlerin kontrolünde hareket etmekten kurtarmayı” hedefleyen şirket, Arap Körfezi’nde Al Aquid Trading Saudi şirketi ismiyle faaliyet yürütüyor. Suriyeli göçmenlere silahlı eğitim vererek, ÖSO’ya adam yetiştirdiği en çok konuşulan durumlar arasında. 2015’te Rusya’da, Irak ve Suriye’ye cihatçı olarak gittiği için soruşturma açılan 889 kişiden yaklaşık dörtte birinin SADAT ile bağlantılı olduğu ortaya çıktı. SADAT’ın şimdilik varlığı teyid edilen tek kampı Suriye’nin İdlib kentinde bulunuyor. Antakya’ya komşu olan kent 2015 Nisan ayında bileşenleri arasında Nusra ve Ahrar uş-Şam gibi El Kaide kökenli cihatçı-selefi örgütlerin bulunduğu Fetih Ordusu’nca ele geçirilmişti.
Savaş, dünyanın farklı bölgelerinde giderek zorunlu bir gerçeklik haline gelirken, her şey üzerinden para kazanmanın etiğini kendisine ilke edinen kapitalizm bunun üstünden de para kazanmaya devam ediyor.
The post “Suriye’deki Savaşın Para Hali” – Halil Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ” Kilis “Düştü Düşecek” ” – Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Savaşın 5. yılını geride bırakan Suriye’nin sınırındaki Kilis, geçtiğimiz aylarda, kente “düşen” roket mermileriyle anıldı. Devlet eksenli medyanın, “atılma” fiilinden ziyade “düşmesiyle” ilgilendiği Katyuşa tipi roketler, 20’yi aşkın insanın yaşamını yitirmesine neden oldu. Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın’ın, roketleri ateşleyen IŞİD çetesi adına özür diler tarzda “yanlışlıkla atılmış olabilir” sözü ve Kilis valisinin, roketlerin “düşmesini” yer çekimine bağlayan dahiyane açıklamasının yanı sıra önlem olarak da abdestli dolaşılmasını salık vermesi; devlet cenahının, insanların yaşamına mal olan IŞİD roketlerine dair yaptığı yegane açıklamaydı neredeyse.
Kilis’e Roketleri “Düşüren” Süreç
TC Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçtiğimiz Nisan ayındaki ABD ziyareti, Obama’nın ikili görüşme için kendisine randevu verip vermeyeceğine dair tartışmalara odaklanmıştı. Merak edilen görüşme, Erdoğan’ın Obama’ya “IŞİD ile mücadelede YPG ile işbirliğini bitirin, biz desteklediğimiz güçlerle IŞİD’i bölgeden çıkaralım” önerisiyle gerçekleşebilmişti. Bu görüşme sonrası TC’nin desteklediği irili ufaklı Sultan Murad Tugayları, Feylak eş-Şam, Muhammed Fatih Tugayı gibi grupların yanı sıra, devletlerin son dönemdeki gözde “ılımlı muhalifi” Ahrar-uş Şam gibi örgütler, Kilis’in hemen karşısındaki Ar-Rai kasabasını ele geçirdi. Kasaba, “bölgede bizden habersiz kuş uçmaz” kibrinin sıkıştığı 98 km’lik Azez-Cerablus hattında oluşturulması istenen tampon bölge için de kilit bir nokta idi. Ancak söz konusu bölge, aynı zamanda IŞİD için de dünyaya açılan nefes borusu anlamı taşıyordu. Nitekim TC destekli grupların Ar-Rai zaferi 4 gün sürebildi. IŞİD, gerçekleştirdiği saldırılarla kasabayı geri aldı ve sınırın TC tarafına çekilen gruplara saldırılarını sürdürdü. Dahası, kaybettiği yerleri geri alarak buralardaki TC ve ABD menşeli gelişmiş silahlara el koydu. TC, Suudi Arabistan, Katar, ABD başta olmak üzere, devletlerin bölgeye dair hakimiyet planlarının sonucu olarak, roketleri “ateşleyen” ve “düşüren” süreç gelişmiş oldu.
Ensar Kilis’ten Enkaz Kilis’e
Suriye’deki savaş nedeniyle göçmen hareketinin yoğunlaştığı kentin 140 binlik nüfusunun iki katı göçmen bulunması nedeniyle devlet iktidarına yakın kimselerce, İslami saiklerle muhacir(göçmen)-ensar(yardım eden) ilişkisi kurularak, Kilis’e “ensar kenti” denmesini önerenler, aynı zamanda şehrin bu özelliği ile Nobel’e de aday gösterilmesini istiyorlardı. IŞİD roketlerinin kenti henüz enkaza dönüştürmediği o dönemde Kilis, ilginç ancak “gözden kaçan” bir ekonomik veriye sahipti. İhracat rakamlarının coğrafya genelinde ekside seyrettiği bir süreçte, kentten gelen “ihracat” rakamları artı yöndeydi. TC açısından “yakın bir gelecekte” lehine bitecek Suriye Savaşı’nın en karlısı olunacak bir süreçte, “ihraç edilenin” ne olduğu ve kimlere “ihraç edildiğinin” elbette bir önemi yoktu. Aynı faydacı emellerle, savaşın başından beri uygulanan “göçmenlere açık kapı” uygulaması gibi, bu politikanın da bir getirisi olacaktı. İç politikada yapılan “Büyük Türkiye” hamaseti ve dış politikada AB’ye para karşılığı şantaj kartı olan Suriyeli göçmenler propagandasıyla amaçlanan bu “getiriydi.”
Kilis-Antep için IŞİD Planları
Geçtiğimiz günlerde medyaya düşen bir haberde ise TC’nin tüm bu politikalarının nasıl yerle bir olduğu okunabiliyordu. Yayınlanan istihbarat raporuna göre, IŞİD Kilis’in karşısında kontrolü altındaki bölgeden “sızma” yaparak, sınırın TC tarafında bölgesel emirlikler kurmaya hazırlanıyor. Geçtiğimiz sayımızda “Suriyeleşme-Pakistanlaşma” şeklinde değerlendirdiğimiz konjonktürün pratiklenmesi anlamına gelen bu istihbarat, bölgede oyun kurucu olma emellerinin iflas ettiğinin bizzat devletçe itirafı olarak yorumlanabilir. Benzer bir itiraf da Kilis Valisi’nden geldi. Vali, IŞİD’in roket saldırılarına ilişkin yaptığı açıklamada, kentin roket menzilinden çıktığını belirterek “müjdeli haberi” veriyordu.
Suruç’ta, 10 Ekim’de Ankara’da, Sultanahmet’te ve İstiklal’de… İzlediği politikalarla tüm coğrafyamızı “atış menziline” sokan devlet, içinden geçtiğimiz dönemde de yalanlarla destekli hamaset söylemleriyle iflas etmiş Suriye politikasında belki de son demleri yaşıyor. Bölgesel ve giderek de küresel bir devlet gücü olma heveslisi gözü kara bir kibirden, Azez-Cerablus arasında 98 km’lik ve TOKİ sponsorluğunda bir tampon bölgeyi ilan ettirebilmek için çalınmadık kapı bırakmamaları ve her defasında reddedilmeleri, kaçınılmaz “hazin sonun” işaretlerinden belki de sadece biri.
The post ” Kilis “Düştü Düşecek” ” – Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Ortadoğu’da Devletler Rant Halklar Özgürlük İstiyor” – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Ortadoğu, yıllardır devletlerin siyasi ve ekonomik açıdan çıkarlarını koruyup hakimiyetlerini güçlendirmek için savaştıkları bir coğrafya. Barındırdığı enerji potansiyeli ve jeopolitik konumu nedeniyle her dönem devletlerin ilgisine “mazhar olan” Ortadoğu’da sıklıkla değişen dengelerle birlikte, çok bilinmeyenli denklemler oluşabiliyor.
Devletlerin enerji politikalarından askeri ve siyasi stratejik üstünlük hesaplarına, yerel güçlerin bölgede yürüttükleri politikalara kadar pek çok farklı faktörün etken olduğu Ortadoğu siyaseti, yine çetin ve çetrefilli bir süreçten geçiyorsa da, bu kez var olan etkenlerin hepsi bölge üzerinde etkili olmak isteyen devletlerin hamlelerini büyük oranda değiştiriyor.
Politikalar Değişiyor
Petrol ve doğalgaz gibi enerjiler ekseninde oluşan ekonomik politikalar; Başur Kürdistan, Suriye, Irak, İran gibi yerel enerji sahiplerinin uluslararası güçlerle oluşturacağı siyasetle doğrudan ilişkili. Ayrıca Doğu Akdeniz’deki petrol ve doğalgaz gibi enerjilerin paylaşımı ve ticareti için Ortadoğu coğrafyasına verilen önem artıyor.
Ekonomik üstünlüğün yanı sıra Ortadoğu siyaseti üzerinde kurulmak istenen askeri ve politik hakimiyet, küresel güçlerin birbirine üstünlük yarışında önemli bir alanı oluşturuyor.
Devletlerin bu bölgede çıkarları uğruna yarattıkları veya destekledikleri çatışma ortamı, şimdilerde aynı bölgede kendi politikalarına zarar veriyor. Bu noktada 2011’den bu yana Suriye’de başlayan savaşta muhalif gruplara destek veren başta ABD olmak üzere AB ve müttefikleri, gerek gönderdikleri silahların cihatçı örgütlerin eline geçmesi, gerekse Esad’a karşı savaşan örgütlerin başarısızlığı nedeniyle politikalarında değişikliğe gitmek zorunda kaldı.
ABD ve müttefiklerinin Esad’a karşı savaşta başarısızlığa uğraması, Batı ile girişilen siyasi ve ekonomik üstünlük mücadelesi kapsamında Rusya için büyük bir fırsat oluşturdu. Rusya da Suriye Devleti’nin “davetiyle” bir meşruluk kazandığı iddiasıyla bölgede askeri güçleri ve silahlarıyla varlık göstermeye başladı.
Tüm bu gelişmeler, IŞİD’e karşı savaş ve PYD ile zorunlu olarak yakınlaşma durumu devletlerin yeni Ortadoğu denkleminde yürüteceği politikaları ortaya koydu. Bölge üzerindeki politikalarında adeta iflas eden devletler, oluşan yeni dengelerle birlikte politikalarını değiştiriyor.
Ortadoğu’daki Aktörler ve Hamleleri
Ortadoğu’daki siyasete, coğrafi yakınlığının bulunmasının yanı sıra, tarihsel bağlama vurgu yaparak kendisini bölgenin hamisi ilan etmesiyle aktif olarak dahil olan TC, yeni süreçte politikalarını değiştirmek zorunda kalan devletlerden biri.
TC 2011’de Suriye’de başlayan savaşla birlikte bölgede giriştiği aktif role rağmen, gelişen durumlardaki öngörüsüzlüğüyle oyun dışı kaldı. 2010 Aralık ayında Tunus’ta başlayarak Libya ve Mısır’ı içine alan ve Suriye’ye dayanan bir “hilal” çizen Arap isyanlarında ise “İhvancılık” üzerinden bölgenin “büyük abisi” olmaya soyundu. Ancak 2013 Temmuzunda Mısır’da gerçekleşen darbe ile İhvancıların iktidardan düşürülmesi, dahası bu darbeyi ABD, Suudi Arabistan gibi ülkelerin desteklemesi ile bu politikanın iflas belirtileri de ortaya çıkmaya başladı. Mısır başta olmak üzere çevre ülkelerde “illegal” konuma düşen İhvancılar ise, Suriye’deki savaşa selefi örgütler saflarında cihatçı olarak katıldı. Böylece TC’nin Suriye’de İhvancılığa desteği, bölgede zamanla belirginleşen ve küresel devletlerin destek vermeye çekindiği selefi-cihatçı örgütlere desteğe dönüştü.
İç siyasette ise özellikle 7 Haziran sonrası Kürtlere yönelik başlattığı savaşı Rojava’da PYD-YPG üzerinden dış siyasette de uygulaması, kendisini büyük bir yalnızlığa itti. Ayrıca Esad’a karşı savaşan muhalif gruplara verdiği koşulsuz destek, IŞİD’le olan ilişkisi ve kuşkusuz bu nedenlerden dolayı IŞİD’e karşı politikasını isteksizce değiştirmesi, onu Ortadoğu’da istenmeyen aktör durumuna getirdi. TC Cumhurbaşkanı da şüphesiz TC’nin yaşadığı yalnızlığın farkında olacak ki, bu durumu kurtarma çabası olarak Moskova dönüşü “Esed’li geçiş gibi bir şey olabilir” cümlesini kurma zorunluluğunda kaldı.
Ortadoğu’ya yönelik politikalarıyla bölgede varlığını ağırlıklı olarak hissettiren ABD; Suriye’de desteklediği “ılımlı” muhalif grupların başarısızlığı, bu grupların cihatçı Selefi örgütlerle ilişkisi, yine Esad’a karşı TC ile birlikte oluşturulan “eğit-donat”ın başarısızlığı ile bu gruplara verilen silahların El-Kaide bağlantılı An-Nusra’nın eline geçmesi nedenleriyle bölgedeki siyasi ağırlığını korumak için politikalarını değiştirmek zorunda kaldı. Bu zorunlulukla birlikte ABD, bölgede aktif olarak IŞİD’le mücadele eden ve bu nedenle bir denge unsuru olan YPG’yi destekleme hamlesini yaptı. Bununla beraber, Rakka ve Cerablus’un IŞİD’den geri alınması için askeri ve politik adımlar atmaya başladı. Eylül ayı sonlarında çoğunluğu YPG’lilerden ve Arap aşiretlerinden oluşan, IŞİD’e karşı birlikte savaşan askeri güce silah yardımında bulundu. Yine bu askeri güçlere cephe gerisi-lojistik yardımı sağlayacak olan Başur Kürdistanı’ndaki Barzani yönetimi ise bu desteği kuşkusuz iç siyasette yaşadığı ekonomik ve siyasi krizlerin üstesinden gelebilmek için sağlıyordu.
ABD’nin bölgede başarısız olan politikalarının ardından Rusya, ekonomik ve siyasi çıkarları ve de ABD’ye üstünlük kurma amaçlarıyla bölgeye yönelik bir atağa geçti. Spesifik olarak ise Suriye’de var olan, içlerinde Çeçenlerin de bulunduğu cihatçı örgütlerden duyduğu rahatsızlık ve Suriye’deki çıkarları doğrultusunda bölgeye askeri güçlerini sevk etti, cihatçı örgütleri ve IŞİD mevzilerini bombalamaya başladı. Bu bombalamalar sırasında Rus uçaklarının TC hava sahasını ihlal etmesi; TC devletinin dönemsel ve bölgesel koşulları ve Rusya’ya olan enerji bağımlılığı düşünüldüğünde iki devlet arasında şimdilik büyük bir kriz oluşturmadı. Rusya’nın coğrafyadaki bir diğer önemli hamlesi ise, ABD’nin, İncirlik Üssü üzerinden bölgeyi kontrol etmesine karşı olarak Suriye’de Lazkiye’de bir hava üssü oluşturmasıydı. Ayrıca, ABD’nin yeni oluşan dengeler gereği YPG’yi desteklemesiyle ilgili olarak Rusya da YPG’nin bölgedeki mücadelesine destek sunacağını açıkladı.
ABD’nin bölgede varlığını sürdürmedeki en önemli nedenlerinden, Rusya’nın da önem atfettiği IŞİD’e karşı savaş ve YPG’ye bu noktada sunulan destek bu iki devletin bölgede görünürdeki varlık nedeni olarak ortaya çıkıyor. Fakat Rusya’nın bölgede ABD tarafından desteklenen “ılımlı” muhalif gruplar dahil olmak üzere Esad karşıtı bütün gruplara yaptığı hava saldırıları; “ılımlı” muhalifleri destekleyen ABD, TC ve bazı batılı devletlerce kınandı.
ABD ve Rusya gibi küresel güçlerin bölgede giriştiği çıkar savaşları kuşkusuz iki devletle sınırlı değil. Yapılan nükleer anlaşmayla Batı ile buzları eriten İran, bölgede güçlü bir statü kazanabilmek amacıyla aktif bir rol üstlenme adına IŞİD’e karşı Hizbullah’a desteğini arttırıyor. Uluslararası siyasetin yapıldığı bir alana dönüşen Ortadoğu’da aynı siyasi ve ekonomik amaçlarla Çin göndereceğini vaad ettiği savaş gemileriyle, Suudi Arabistan da cihatçı örgütlere sunduğu yardımla aktif rol oynamaya çalışıyor. Ayrıca “Arap Baharı” ve darbe sonrası iç ve dış siyasetinde tekrar tekrar değişimler yaşayan Mısır da iç siyasetinde ve bölgede iyileşme ve güçlenme arayışında. Bu nedenle Ortadoğu’da meydana gelen yeni gelişmeler ve bu gelişmeler doğrultusunda oluşturulan yeni politikalarla yakından ilişkili olarak Fransa’dan 5,2 milyar avro tutarında 24 savaş uçağı ve bir fırkateyn alımı için anlaşma yaptı. Fransa, Mısır’ın dışında Kuveyt ile 1,5 milyar avroluk, Katar’la ise 6,3 milyar avroluk silah anlaşması yapmıştı.
Gözardı Edilemez Bir Denge Unsuru Olarak YPG
Bölgeye çıkar ve hakimiyet kurma amaçlarıyla müdahil olan tüm bu devletlerin haricinde, ancak bu devletlerin göz önünde bulundurma durumunda kaldığı, en önemli dinamik ise kuşkusuz yıllardır devletsiz özgür bir yaşamı kurma amacıyla mücadele veren Kürt halkının özgürlük mücadelesidir.
YPG, IŞİD’e karşı verdiği özgürlük ve yaşam mücadelesinde kazandığı zaferlerle bölgeye gelen küresel devletlere kendisini siyasi bir özne olarak kabul ettirdi. Ayrıca bölgede IŞİD’e karşı savaşan Arap gruplarıyla oluşturulan “Demokratik Suriye Güçleri” adlı birlikle beraber IŞİD’in elinde bulunan Rakka ve Cerablus’un alınması için ortak bir harekata hazırlanılıyor. Bu nedenlerle de devletler Ortadoğu’da var olan siyasette güçlü olabilmek için YPG ile ilişkileri iyi tutmak, stratejik anlamda birbirlerine karşı önemli bir koz oluşturmak istiyor.
Devletler siyasi ve ekonomik kazanç doğrultusunda Ortadoğu’da hamleler yapıp yaşamı tehdit eden politikalar üretseler de, halklar tüm bu politikalara karşı direniyor. Bölgede ve tüm coğrafyalardaki ezilen halklar, Rojava ve Filistin’de olduğu gibi kararlılıkla, özgürlük ve yaşam için mücadele ederek direnişi sürdürecektir.
The post “Ortadoğu’da Devletler Rant Halklar Özgürlük İstiyor” – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>