The post Cerattepe’de Dereler Çamur Akıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Devlet iktidarının “gözde şirketlerinden” Cengiz Holding tarafından Artvin Cerattepe’de yapılmak istenen altın ve bakır madeni henüz işletmeye bile açılmayan madenin yarattığı ekolojik katliam, belgeleriyle gözler önüne serildi. Maden sahasında, yargı süreci tamamlanmadan yol ve teleferik ayaklarının yapımına, tünel açma çalışmalarına başlandığı, çıkan hafriyatın ise dere yataklarına ve vadilere bırakıldığı belirlenerek, suç duyurusunda bulunuldu.
Cengiz Holding’in maden projesiyle ilgili, Yeşil Artvin Derneği’nin açtığı ÇED iptal davası Danıştay’a taşınmıştı. Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu da Artvinlilere, yargı son kararı verene kadar madenin çalışmayacağı “sözünü” vermişti.
Ancak kendilerine verilen sözlerin hiçbirinin bugüne kadar tutulmadığını vurgulayan Yeşil Artvin Derneği Başkanı Nur Neşe Karahan, madenin şimdiden kirlilik yaratmaya başladığına dikkat çekerek, Hatile Milli Parkı’na çok yakın bir noktadaki derelerin çamur akmaya başladığını, suyun üzerinin henüz tanımlayamadıkları yağ benzeri kimyasallarla kaplı olduğunu belirtti.
The post Cerattepe’de Dereler Çamur Akıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Sudan Çıkmış Balığa Dönmek” – Gizem Şahin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Kentsel Dönüşümle Sıkıştırılıyoruz!
Kentsel dönüşüm ya da ulaşım projeleriyle birlikte yaşam alanlarına ani gerçekleşen saldırılarda; yaşadığı yerle özdeşleşen, orayla bağ kuran, kolektif bir hafızayı oluşturan toplum hedef alınmaktadır.Mekansal Dönüşümle İradenin Gaspı
Mekan, sadece bireyin yaşamını sürdürdüğü bir yer olmaktan öte, bireyin yaşadığı alanı dönüştürerek iradesini ortaya koyabileceği alanı da tarifler.
Mekanların, yaşam alanlarının iktidar tarafından kontrolü ve bireyin iradesi dışında dönüştürülmesi, bireyi iradesinden koparmak ve özgürlüğünden yoksun bırakmaktır. Çünkü bireyin içinde bulunduğu, kendince anlam verdiği, diğer bireylerle ve toplumla ilişkisini sürdürdüğü ve yaşamını pratiklediği alana iradesi dışında yapılan hızlı değişim ve bu değişimle birlikte o alana dair birey için değişen gerçeklik, bireyin psikolojisini ve gerçeklik algısını tahrip etmektedir.
Kentsel Dönüşüm Kolektif Hafızayı Yıkmayı Amaçlar
İktidarın mekan politikalarının bireye yönelik etkisinin yanında, toplumu dönüştürmeye yönelik amaçları da bulunmaktadır.
Yakın zamanda İstanbul’un farklı ilçelerindeki alanlar için alınan kentsel dönüşüm kararları, her dönem mevcut olan bir kentsel politika gibi görünse de, OHAL sürecindeki KHK’larla oldu bittiye getirilmesi nedeniyle kentsel dönüşümün taşıdığı anlamı genişletmektedir. Ezilenlere yönelik saldırıların yoğunlaştığı bu dönemde ezilenlerin yaşadığı alanlar için yapılacak kentsel dönüşümler, sadece bir kentin yeniden dönüştürülerek soylulaştırılması anlamına gelmez. Bu dönüşümlerle, ezilenlerin birlikte eylediği, paylaşma ve dayanışma kültürüyle kolektif bir hafızayı oluşturduğu ve iktidarlara karşı mücadele ettiği kolektif alanlar hedef alınmaktadır. Bu alanların yok edilmesi ya da dönüştürülmesiyle en nihayetinde oluşturulan birliktelik ve kolektif hafızanın yok edilerek, iktidara karşı durma olanaklarının ortadan kaldırması ve yeni-başkaldır(a)mayan bir toplum yapısı amaçlanmaktır.
Olağanüstü Kentsel Dönüşüm Politikaları
Coğrafyamızdaki iktidar yönetime geldiği dönemden bu yana kentsel politikaları sürekli kullansa da, içinde bulunduğumuz OHAL döneminde yönetmelik değişiklikleri ve KHK’larla daha hızlı ve hoyratça bir politika yürütmektedir.
OHAL’in ilanının ikinci ayında “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanunun Uygulama Yönetmeliği”nde yapılan değişiklikle, yaşam alanlarının daha kolay bir şekilde “riskli alan” ilan edilerek dönüştürülmesi için var olan bazı yasal sınırlandırmalar ortadan kaldırılmıştır. Böylece devlet, ekonomik veya sosyal nedenlerle yaşam alanlarına daha kolay saldırabilecektir.
OHAL’deki politikalar, yaşam alanlarının hepsine saldırmaktadır. Bu dönemde yürürlüğe giren ve kamuoyunda “madde 80” olarak bilinen kanun ile hükümet, rant projelerini hızlandırarak doğal yaşam alanlarına ve SİT alanlarına yapılacak projelerini yasal denetim mekanizmalarının dışında tutmayı hedeflemiştir. Ayrıca süreçlerinin hızlandırılması ile de yaşam alanlarında hızlı dönüşümler yapma niyetindedir.
OHAL’in getirdikleriyle, yaşam alanlarının savunulmasına yönelik mücadelelere karşı saldırılar da gerçekleştirilmiştir. Örneğin Cerattepe davasının görüldüğü dönemde, OHAL bahanesiyle, birçok şehirde Cerattepe eylemleri yasaklanmıştı.
İktidarı boyunca ulaşım konusunda gerçekleştirdiği projelerini oya dönüştürmek için söylemler üreten hükümet; içinde bulunduğumuz son dönemde üçüncü köprü, üçüncü havaalanı, Osmangazi Köprüsü, Avrasya Tüneli gibi projeleri hızlı bir şekilde tamamlayıp onlara geniş anlamlar yüklemiş, “patlayan bombaların bile durduramayacağı” gelişmişlik göstergesi rolü biçmişti. Bu ulaşım politikaları da kentlerin birbirine ve merkeze bağlanması, bu yöntemle de yönetilebilmesi bağlamında, iktidarların kente ve çevresindeki yaşam alanlarına yönelik politikaları arasında yer almaktadır.
Kentsel Dönüşümle Dönüştürülüyoruz
Kentsel dönüşüm ya da ulaşım projeleriyle birlikte yaşam alanlarına ani gerçekleşen saldırılarda; yaşadığı yerle özdeşleşen, orayla bağ kuran, kolektif bir hafızayı oluşturan toplum hedef alınmaktadır.
Bu politikalarla insanların yaşam alanları talan edilmekte, dönüşüme uğramakta, bu alanların anlamı ve kullanımı değiştirilmektedir. İnsanlar anlamları ve kullanımları değiştirilen yaşam alanlarında nefes alabilmek ve var olabilmek için çaresizce çırpınmaktadır: Tıpkı yaşam alanından koparılan sudan çıkmış bir balık gibi!
Gizem Şahin
Bu Yazı Meydan Gazetesi’nin 35. sayısında yayınlanmıştır.
The post “Sudan Çıkmış Balığa Dönmek” – Gizem Şahin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Ranta Dönüştürülen Şehirler” – Didem Deniz Erbak appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Müzakere sürecinin ardından başlayan savaşın son aylardaki bilançosuna bakarsak, savaş bölgesindeki birçok farklı şehirde yaşayanların neredeyse tamamının göç etmek zorunda bırakıldığını ve bu şehirlerde taş üstünde taş kalmadığını görüyoruz. Hafriyat kamyonlarının bu denli çabuk devreye girmesi, katliamların izlerinin silinmek istenmesi yanında; TOKİ ve benzeri müteahhitler eliyle “dönüşüm”ün başlatılmasındaki aceleciliği de ele veriyor. Daha ölenlerin yası tutulmadan, bu yıkıntıların yerlerine yapılacak binaların konuşuluyor olması, kimilerince yaşamın normalleşmesi adına sevindirici addedilse de; sorumlulardan hesap sorulmayan ve giderek unutulmaya yüz tutacak bir döneme giriliyor olması bakımından, son derece ürkütücü.
Hükümetten aldıkları tüyolarla, daha savaş sürerken evlerinden ayrılmak zorunda kalanların ellerindeki tapuları yok pahasına satın alan kimi uyanık “girişimci”, şimdi elinde tuttuğu tapuları devlete satarak, ranttan kendi payını almanın telaşında. Daha sabırlı olanlar ise, biraz daha bekleyerek, paylarını daha da büyütmenin hesabında. Acele kamulaştırma ile ellerinden alınacak evleri peşinata sayılıp borçlandırılması gibi bir plan düşünülüyor; ama düşük geliri ya da hemen hemen hiç sabit geliri olmayan bir ailenin bu yeni binalarda yer almaları elbette mümkün değil. Burada amaçlanan, mağduriyeti gidermek için çözüm sunmak değil; el koymak, yaygın tabiriyle, soylulaştırmak.
Operasyonların bittiğinin açıklanmasına rağmen, sokağa çıkma yasaklarının devam ettiriliyor oluşu, oldukça kuşkulu. Evlerine geri dönmek isteyen halkın ısrarı kırılmaya çalışılıyor ve uzayan bu sürede, onların da evlerini ele geçirmenin hesapları yapılıyor. Bu danışıklı dövüş, rantın, devletin her bir kurumunun bilgisi dahilinde olduğunu gösteriyor. Ve anlaşılan askeriye de savaşın giderlerinin bir kısmını, ele geçirdiği kentlerdeki rant yoluyla karşılamanın hesabında. “Bölünme” konusunda çok hassas olan bu kurumların, rantın bölünmesiyle ilgili bir sıkıntı duymamaları ilginç olsa gerek.
Üstelik tüm bunlar, henüz Toledo masalı gerçekleşmeden açığa çıkan paranın kavgası. Rantın en uç modeli olarak sunulan Toledo gerçekleştiğinde, buradan, pek çok kimsenin zenginliklerini daha da çok artıracağını görmek çok da zor değil. Sahip olduğu kültür varlıklarıyla zaten önemli bir yer olan Sur’u Toledo’ya benzetmek için önce Gazze’ye ve Saraybosna’ya benzeten başbakanın, tüm parklarını AVM’lere ve otoyollara dönüştürdüğü İstanbul’da da, “şehrin kalbine hançer gibi saplanan yapılar”a izin vermeyeceğini açıklamasının da, aynı aklın ürünü olduğunu anlamak zor değil. Cerattepe’de gerçekleştirilmek istenen talanla karşımıza çıkan Cengiz İnşaat’ın, Sur’da da etkili olan inşaat şirketlerinden biri olması, tesadüf olmasa gerek.
Son olarak, bahsedilen tüm bu yıkımın üzerine düzenlenen Kentsel Dönüşüm Ve Akıllı Şehirler Kurultayı’nda konuşan Erdoğan, baklayı ağzından çıkardı ve Sur’un yıkılarak yeniden biçimlendirilmesi düşüncesini başbakanken planladığını ve hatta 2011 seçimlerinde bir proje hazırlattığını söyledi. Erdoğan, Sur’u seçimle ele geçiremeyince işletemediği planlarını, şimdi, askeriyenin yardımıyla devreye sokmaktan dolayı memnuniyetini gizlemiyor. Aslında şu günlerde de, “ilçelerimizin harap olarak kalmalarına göz yumamazdık” diyerek, belki de bölgede en çok ihtiyacını duyduğu şey olan ve olası bir başkanlık referandumunda elini rahatlatacak olan siyasi bir rant elde etmenin hazzını da yaşıyor diyebiliriz.
Operasyonların bittiğinin açıklanmasına rağmen, sokağa çıkma yasaklarının devam ettiriliyor oluşu, oldukça kuşkulu. Evlerine geri dönmek isteyen halkın ısrarı kırılmaya çalışılıyor ve uzayan bu sürede, onların da evlerini ele geçirmenin hesapları yapılıyor.
The post “Ranta Dönüştürülen Şehirler” – Didem Deniz Erbak appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Barikattaki Kadınlar – Zeynep Kocaman appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Dünyanın dört bir yanında, iktidarların var olduğu tüm ilişki biçimlerinde her zaman ezilen konumunda olan kadınlar, tarih boyunca iktidarlarla olan kavgalarını sürdürmüşlerdir. Toplumsal hareketlerde aktif rol oynayan kadınların kavgası hem iktidarlarla hem de “erk”ekle olmuştur. Geçmişten günümüze iktidarlara karşı oluşturulan barikatlarda, barikatın savunucusu olan kadın, barikatların ardında yaşamın savunucusu olmuş, yeni bir yaşam yaratmaya başlamıştır. Belleğimizde izler bırakan ve halen sürmekte olan barikatlardaki kadınların direniş ruhunu, bugün barikatlara taşıyor, özgürlük mücadelesine devam ediyoruz.
Kürdistan’ın Mücadeleci Kadınları
Kürdistan’da yıllardır süren bir savaş var. Devlet, savaş açtığı bir coğrafyada, bir halkı sindirmek, dilini ve kültürünü unutturmak istiyor. Ekonomik çıkarları uğruna sömürgeleştirmek istediği halkı topraklarından sürüyor, katlediyor. Devlet için Kürdistan’ın geleceğini yok etmek, kadını iradesini yok etmekten geçiyor. Bu yüzdendir ki Kürt kadını sadece erkeğe karşı değil, erkeğin düşünce sistematiğini oluşturan devlete karşı da mücadele ediyor.
Kürdistan’da mücadele eden kadınlar barikatın kendisidir, kendini yağan mermilerin üzerine siper eder. Yaşanan onca acıya rağmen, kaybettikleri eşleri, çocukları için, özgürlük için direnmeyi sürdürür. Devletin yerinden ettirme çabalarına, askerin ve polisin saldırılarına, medyanın “terörist” yaftalamalarına karşılık cevabı hep direniş olur. Hem Kürt hem de kadın oldukları için devletin saldırısı daha da çirkinleşirken; katledilmiş bedenleri sokak ortalarında sürüklenirken; annesinin, çocuğunun cenazesi günlerce kapının önünde dururken adı gibi, gücünü yaşamdan alır.
Yıllardır mücadele eden kadınlar, 2012’den beri süregelen bir devrimin yaratıcısı oluyorlar bugün. Devlete karşı kurdukları barikatların ardında, yeni bir yaşamı inşa edebileceklerinin farkına varıp; kadınların adını, erkek egemenliği de ortadan kaldıracaklarını söyleyerek yazıyorlar Rojava Devrimi’ne. Kurdukları “Kadın Evleri”yle, kadına dair kararlar alırken; her kararla kadının özgürlüğünü yaratmayı amaçlıyorlar.
Bugün, Kürt kadını özgürleşirken, kendi halkını da özgürleştiriyor. Kadın, özgürlüğünü devrim sonrasına ertelemeden, bugünden inşa ediyor. Kadınların özgürlük mücadelesinde, kadının yaşamı bugünden dönüştürmesine dair bir pratik olan Rojava Devrimi’nin yaratıcısı olan kadınlar; bugün, coğrafyanın dört bir yanında erkek devlete ve onun baskısına karşı kurduğumuz barikatlarımızda sesimiz oluyor, barikatların ardındaki yaşamı görmemizi sağlıyor. Kürdistan’da işgale, soykırıma ve savaşa karşı direnen kadınlar, kendi ellerimizle inşa edeceğimiz özgür yaşama olan inancımızı artırıyor.
Karadeniz’in Öfkeli Kadınları
Karadeniz gibidir Karadeniz kadını; coşkundur, hırçındır, inatçıdır. Deresinden ağıt yakar, türkü söyler; toprağından çayını alır, vadisinden yeşile bakar. Karadeniz iklimi işlenmiştir bedenine, doğası elinden alındığında üzgün değil öfkeli olur her defasında. Hayatları isyankar, hayalleri büyüktür. Toprağına, suyuna, diline, kültürüne, kadınlığına, yani yaşamına sahip çıkmak için isyan eder ve direnir. Çünkü bilir ki doğasını ve yaşamını sömüren elle, kadınları sömüren aynıdır. Aynı olan bu sömüren, bazen erkekte, bazen devlette ama hep iktidarda somutlaşır.
Devletin ve şirketlerin HES’lerle, termik santrallerle, “yeşil yol”larla talan ettiği Karadeniz kadınının yaşamıdır verdiği direniş. Yaşamını çalmak isteyenedir direnişi.
Şantiye taşlayan Senozlu nineler, Cerrattepe’de gaz kapsüllerini uçurumdan aşağı atan kadınlar, termik santrallere karşı vadi vadi dolaşan Amasralı kadınlar, HES’leri vadilerine sokturmayan Loçlu kadınlar, nükleer santrallere karşı Sinoplu kadınlar… Her biri, yaşamın sesi olup dururlar barikatların önünde.
“Karadeniz kadını, Karadeniz’in dalgası gibidir. Kızınca kabarır, kabarınca da elinden gelmeyecek olan yoktur. Hele ki HESçilere karşı” diyen 70 yaşındaki Hatice anneyle, “Suyumuzu, toprağımızı, şirketlere vermeyeceğiz, burası bizim oyun bahçemiz, evimiz, yuvamız” diyen Ayşe’yle sürer horonları da kavgaları da.
Karadeniz kadını, gücünü direnişinden alır. Şirketlerin doğayı talanı, iktidarın kadına olan savaşıdır. Bu savaşta kadın yaşamını savunur. Savunduğu toprağında çay eker, fındık eker; diğer kadınlarla bir araya gelir, geniş yaylalarda horon çeker. Artvin’de, Rize’de havasını, suyunu, taşını toprağını çalana direnir; “Burası benim” derken, “Bizim” der aslında. O “biz”in içinde, vadisi, deresi, köyü, yaşamı vardır; yaşamı yaratanlar vardır.
Paris Komünü’nün Direnişçi Kadınları
1870 yılında, Fransa Devleti Prusya’yla süren savaştan mağlubiyetle ayrılırken bu mağlubiyetin ardından Prusya, Fransa’yı kuşatmaya başlıyordu. Öte yandan 1800’lerin başından beri Avrupa’nın genelinde süren ve en büyük yansımasının Fransa’da görüldüğü toplumsal hareketlenmeler de hız kazanıyor, 1848 Devrimi’yle birlikte siyasal, ekonomik ve sosyal adaletsizliklere karşı ezilenlerin isyanı, savaş boyunca süren ekonomik yetersizliklerle en üst seviyeye ulaşıyordu.
Bu isyanla birlikte Paris Komünü, salt bir komün olmaktan öte, bir halk hareketine dönüşüyordu. Anarşist, sosyalist, örgütlü veya örgütsüz insanların, yalnızca Paris’e dair kararları kendi başlarına verme isteklerinden hareketle gelişen Paris Komünü sürecinde kadınların rolü önemli bir noktada duruyordu.
Prusya’nın Paris’teki Montmartre Tepesi’ne topları yerleştirmesine karşılık halkın sokaklara çıkıp barikatlar kurmasıyla, 18 Mart 1871’de başlayan Paris Komünü, tarihe adını farklı bir şekilde daha yazıyordu: Barikattaki kadınların öyküleriyle.
Askerler şehri kuşattığında beklemedikleri bir manzarayla karşılaştılar. Topların önünde siper olan kadınlar, en gür sesleriyle bağırıyorlardı: “Halkın üzerine ateş etmeyeceksiniz!” Paris’in dört bir yanından gelen kadınlar, işçi kadınlar, işsiz kadınlar, mücadele eden kadınlar, olmaları gereken yerde, Komün’deydi. Yaşam alanlarını savunmak için, ne Fransız Devleti’ne ne de Prusya Devleti’ne Paris’i vermemek için Montmartre Tepesi’ndeki topların peşine düşmüşlerdi. Prusya Devleti Paris’i kuşattığında karşısında gördüğü büyük direniş sonucu çatışmaya girememiş, Paris’in ara sokaklarında konumlanmıştı. Tepeye bıraktıkları toplara şimdi Fransız Devleti gözünü dikmişti. Ancak Fransız askerleri de bu manzarayı beklemiyorlardı. Karşılarında on binlerce insan vardı. Kucaklarında çocuklarıyla, sırtlarında silahlarıyla kadınlar haykırıyordu: “Toplar bizim!”
Barikatta hem sırtında silahıyla askerlerle çatışan hem de yaralıların tedavisiyle ilgilenen bir kadın vardı. Anarşist tarihte oldukça yer etmiş o anarşist kadın Louise Michel’di ve “Artık yeter” diyordu. “Kadınların ‘Artık yeter!’ dediği gün, eski dünyaya iyi bakın. Bu kadınlar asla gevşemeyecek. Kuvvet içlerinde barınıyor, daha yorgun düşmediler. Kadınlara, kadınlara iyi bakın. Özgürlük bayrağını sallayarak Avrupa’yı dolaşan Paule Minck’ten, kırların sonsuz dinginliğinde uyuyan Galya’nın en barışçıl kızlarına bakın. Evet, şimdiye kadar olanlardan bıkmış kadınlar ayağa kalktıklarında onlara iyi bakın. O gün, bu dünya sona erecek ve yenisi başlayacak.”
Komündeki tek kadın gazeteci olan Andre Leo (Léodile Bréa Champseix); barikatta, savaş sürerken, iktidarın basınının tüm çarpıtmalarına rağmen yaşananları anlatmaya devam ediyor, Komün’ün haklılığını savunuyordu.
Komün’e son veren saldırı, 21-28 Mayıs haftası yani Kanlı Hafta, Fransız Devleti’nin Komün’e yönelik büyük katliamı oluyordu. Kanlı Hafta olarak adlandırılan son haftadan hemen sonra katliamı protesto için gerçekleşen “kundaklama olaylarının” sorumluları olarak kadınlar gösteriliyordu. Ve gazetelerde, dergilerde anlatılan, resimlenen “pétroleuse”ler (kundakçılar) her yeri kapalı, bazen tek başına, bazen yanlarında çocuklarıyla evleri, dükkanları yakan kadınlardı. “Kana susamış, gulyabani gibi bu kadınlar…” diye başlayan kundaklama hikayeleri Fransa’nın dört bir yanında konuşulur, yazılır hale gelmişti. Komün’de yer alan kadınların erkek gibi olduğundan, toplumsal rollerini yerine getiremeyeceğinden dem vuranlar, hatta New York Times, Daily News gibi çok bilindik gazetelerin erkek yazarları Komün’den çok Komün’deki kadınlardan rahatsızlığını dillendiriyordu. Çoğu, sözleri ve eylemleri ataerkil kültüre meydan okuyan bu kadınlarla ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Komün savunucusu erkek yazarlar arasında bile Komün kadınlarını eleştirenler vardı. Onlar da ellerinden geldiğince kadınları göz ardı ettiler.
Komün dışındakiler kadınlardan olumsuz bahsederken, Komün’de yer alanların da kadınlardan çok hoşnut olduğu söylenemezdi. Çoğu kez kadınları çocuklarıyla birlikte “geri durmaya” çağırsalar da, onları ikna edemiyorlardı. Zaten Louise Michel gibi hem Komün’ün karar alma süreçlerinde aktif yer alan, hem cephede çarpışan hem de yaralıların tedavisinde önemli bir rol oynayan kadınlar oldukça fazla olduğundan; saygı duymak zorunda kalıyorlardı.
Paris Komünü, kadınlara toplumsal rollerini bir kenara bırakıp iktidarı sorgulama ve iktidara karşı koyma reflekslerini gösteriyordu. Erkek egemenliğin, iktidarın, devletin, sömürünün baskısına tıpkı Michel’in dediği gibi “Artık Yeter” diyen kadınların, barikatta dururken barikatın ardında yaşamı yaratanların isyanıdır Komün.
Zeynep Kocaman
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 32. sayısında yayımlanmıştır.
The post Barikattaki Kadınlar – Zeynep Kocaman appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Artvin Cerattepe’de Kadınlar Yaşam İçin Direndi, Kazandı – Atlas Arslan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Devlet Şiddetinin Karşısında Barikat Ardında Kadınlar
“245 gündür, aralıksız nöbetimizi tuttuk; bu nöbet boyunca, kadınlar olarak bütün toplumsal cinsiyet rollerini de reddettik. Görev dağılımını ona göre seçtik, erkeklerde de bu konuda farkındalık yaratmaya çalıştık. Erkekler yemek yaparken, kadınlar da odun çekti bu süreçte, ateşle ve çeşitli teknik işlerle ilgilendi. Dışarıdan bakıldığında kadınların gece nöbeti tutması olağandışı bir hal gibi görünüyorken; direnişin ilerleyen zamanlarında kadınlar bu nöbeti, 7/24 tutmaya başladı. Hatta araçlarda da kadın sürücüler oldu. Sonraki süreçlerde de Cerattepe’deki direniş kültürüyle birlikte, Artvin Kadın Platformu oluşumunu oluşturduk, bu platformla birlikte çalışmalarımızı yürütüyoruz. Son günlerde de maruz kaldığımız devlet şiddeti karşısında, kadınlar olarak barikatlarda da direniyoruz.”
Kadın, çocuk, erkek ayrımı olmaksızın, Cerattepe’de, bütün bölge halkının maden inşaatına karşı direndiğini söylerken; kadınların bu direnişin en belirgin özneleri haline geldiğini vurgulamak da mümkün. Kadınların hem evde, hem barikatlarda hem de tüm yaşam alanlarında mücadele ettiğini söyleyen Artvinli kadınlar, Cerattepe’de maden inşaatına karşı mücadeleden vazgeçmeyeceklerini çünkü bunun kendileri için Artvin’den vazgeçiş anlamına geleceğini söylüyor.
Artvin Sokaklarında ve Gece Nöbetinde Kadınlar
Artvinli bir başka kadın ise şunları anlatıyor: “Cerattepe direnişiyle birlikte kadınlar daha çok sokağa çıkmaya başladı, sokaklarda süren mücadelede kadınlar birbirlerine ve kendilerine daha çok güven kazandı. Geri çekilmiyoruz artık, ‘erkeklerden karar çıksın ve biz de ona göre hareket edelim’ demiyoruz bu mücadelede.”
Yakın zamanda katledilen Güler Subaşı’dan önce, Artvin’de hiç kadın cinayetinin yaşanmadığına dikkat çeken Artvinli kadınlar; burada sürdürdükleri mücadeleyle, kadınların,kendilerine “bayan” diyen erkeklere de karşı çıkmaya başladıklarını söylüyor.
“Erkeklerin üslubuna, davranışına dikkat ettirir oldu kadınlar artık, cinsiyetçi küfürler konusunda tepkilerini dile getirir oldular. Düzenlenen toplantılarda kadınlar daha çok söz sahibi oldular. Artvin’de direniş, kadınların kendi yaşam alanlarının farkına varması için önemli bir dönüm oldu. Bu farkındalık elbette sadece Cerattepe süreciyle de olmadı, buradaki devrimcilerin de etkisiyle birlikte evde yemek, temizlik yapan kadınların iletişim ağı güçlendi. Burada, Cerattepe öncesinde de yürütülen tartışmalarda, evlilikten çocuk bakımına kadar her şey gözden geçirilirdi. Elbette Cerattepe ile başlamasa da kadınların farkındalığı, Cerattepe nöbetlerinde, gece dağın tepesinde internetin, televizyonun olmadığı yerde tartışma konuşma olanağı arttı. Birbirimizle iletişimimiz güçlendi.”
Kadınlar arasında önceden bir sosyal statü farklılığı olduğunu düşünen Artvinli kadınlar, şimdi gelinen noktada artık o sosyal statünün de eridiğini vurguluyor. “Artık buradaki kadınlarda zengin, yoksul ayrımı yok; çünkü zengin kadın da anladı, erkeğin parasıyla bir yere varamayacağını ve eşine karşı ses çıkarır oldu. Yoksul kadın da kocasına, çocuklarına hizmetin, boynunun borcu ve alın yazısı olmadığını anladı. Tüm bunlar, sokakta direnişte bir araya geldiğimiz yerlerde oldu.”
Cerattepe’de süren direniş, şirketlerin talanına karşı, yaşadığımız topraklarda unutulmayacak bir direniş olarak şimdiden hafızalarımıza kazınmışken; bir yandan da bölge halkının ve özellikle kadınların yaşamlarında bir dönüm noktası olacak gibi. Cerattepe’de şirkete karşı tutulan gece nöbetlerinde, aynı şirketi koruyan polisin-jandarmanın karşısında kurulan barikatlarda direnen kadınların bir aradalığı, şimdi Artvinli kadınların tüm yaşam alanlarına yansıyor.
Atlas Arslan
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 32. sayısında yayımlanmıştır.
The post Artvin Cerattepe’de Kadınlar Yaşam İçin Direndi, Kazandı – Atlas Arslan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>