The post Ceylan Önkol Katliamında İçişleri Bakanlığı Kusurlu Bulundu appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Diyarbakır’ın Lice ilçesi Şenlik Mahallesi’ne bağlı Hambaz mezrasında 28 Eylül 2009 tarihinde koyunlarını otlattığı sırada havan mermisiyle katledilen 12 yaşındaki Ceylan Önkol’un annesi ve babasının maddi ve manevi tazminat istemiyle İçişleri Bakanlığı aleyhine açtığı davada, mahkeme Bakanlığı kusurlu buldu. Yüzde 90 kusurlu bulunan bakanlık aileye tazminat ödemeye mahkum edildi.
Önkol ailesine hukuki destek sunan İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi avukatlarının Diyarbakır 2’nci İdare Mahkemesi’nde açtığı davada, aileye 283 bin TL maddi ve manevi tazminat ödenmesine karar verildi.
İçişleri Bakanlığı olayın yaşandığı bölgenin geçiş güzergahı ya da çocukların oyun alanı olmadığı iddiasında bulunurken, mahkeme, bakanlığın bunu ispatlayamadığına dikkat çekti. Kararda, “Durum böyle olunca; insanların sürekli kullandıkları ve yerleşim yerine yakın bulunan bir alanda patlamamış mühimmatın bulunması, davalı idarenin sunduğu güvenlik hizmetinin gereği gibi yürütülmediğini gösterdiğinden, olayda davalı idarenin hizmet kusurunun bulunduğu sonucuna varılmıştır” değerlendirmesine yer verildi.
Patlamanın Önkol’un elindeki cisimle bombaatara vurduğu iddia edilen bilirkişi raporunda Önkol’un yüzde 10, idarenin yüzde 90 kusurlu olduğu belirtilerek, tazminat miktarında indirime gidildi. Mahkeme, anne Saliha Önkol için 112 bin 230 TL, baba Raif Önkol için ise 70 bin 101 TL tazminat ödenmesine karar verdi. Mahkeme anne ve baba için 50 biner TL olmak üzere toplamda 100 bin TL manevi tazminat ödenmesine de hükmetti. Mahkeme, aileye toplamda 283 bin TL maddi ve manevi tazminat ödenmesine, tazminata yasal faiz işlenmesine hükmetti.
Kaynak: ETHA
The post Ceylan Önkol Katliamında İçişleri Bakanlığı Kusurlu Bulundu appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Ceylan’ın Gözleri 9 Yıldır Katillerin Üzerinde appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Ceylan Önkol, 28 Eylül 2009 günü Amed’in Licê ilçesindeki köyünde hayvanlarını otlatmaya çıkarmıştı. 12 yaşındaki Ceylan, yakınlarda bulunan Yayla jandarma karakolundan atılan havan topu mermisiyle katledildi. Benzer tüm faili devlet cinayetlerinde olduğu gibi devlet, Ceylan’ın katillerini koruyarak ve saklayarak, cinayeti “faili meçhule” bırakma politikası izledi.
The post Ceylan’ın Gözleri 9 Yıldır Katillerin Üzerinde appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ‘Yasaklı Dilin Yazarı’nın Tabelasını da Yasakladılar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Amed Yenişehir Belediyesi kayyumu, Mehmed Uzun’un adının verildiği parkın tabelasını indirdi.
Kürt edebiyatının önemli yazarlarından olan, kendisini “Ben yasaklı bir dilin yazarıyım” diye tanımlayan ve tabelasının üzerinde Mehmed Uzun’un ismi, “Hilbe Agrî” marşının bir dörtlüğü ile Kürtçe harflerin bulunduğu parkın içindeki kitap anıtı da kaldırıldı.
Son zamanlarda Medeni Yıldırım, Ceylan Önkol, Uğur Kaymaz gibi devlet tarafından katledilenlerin isimlerinin verildiği parklar ve meydanların isimleri devletin kayyumları tarafından korucu ve asker isimleriyle değiştiriliyor.
The post ‘Yasaklı Dilin Yazarı’nın Tabelasını da Yasakladılar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Kadınların Vicdanı Reddediyor Savaşı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Yaşadığımız topraklarda aylardan bu yana sürmekte olan savaş, sayısız kız kardeşimizi zorla yerinden etti, bir evin bodrumuna hapsetti; kimi zaman da katlettiklerinin bedenini paramparça edip, sokak ortalarında çırılçıplak teşhir etti.
Savaş, bu satırları yazdığımız sırada tüm şiddetiyle sürerken; direnişse giderek büyüdü. Beyaz tülbentlerini bayrak edinen anneler sokaklarda “artık yeter” diye haykırdı; coğrafyanın dört bir yanından kadınlar bu savaş dursun diye reddetti askerliği, orduyu, militarizmi. Savaş en güleçlerimizi alırken aramızdan; kadınların savaşa karşı direnişi hiç durmadı.
Savaş Amed’de Suriçi’nde; Cizre’de Bostancı Sokak’taki 23 numaralı binanın bodrumunda, Suruç’ta Amara’nın bahçesinde paramparça ederken bedenlerimizi, savaşsız bir dünyanın hayali giderek büyüdü. Vicdani retçi kadınlar, bu hayali elden ele taşıdı…
Aşağıda, coğrafyanın dört bir yanından vicdani retçi kadınların gazetemize yolladığı savaş karşıtı mesajları sizlerle paylaşırken; kadınların savaşsız bir dünyaya dair umudunu da büyütüyoruz. Savaşa karşı direnen kadınların kendi mücadelelerini anlattığı bu satırları, “Bu savaş sadece erkekleri değil kadınları da katletmektedir. Bu sebeple vicdani reddimi açıklıyorum” dedikten üç yıl sonra, aynı savaş politikalarının Amara’nın bahçesine saldığı canlı bombayla katledilen Polen Ünlü’ye ithaf ediyor; Polen’in hayalini kurduğu savaşsız dünyayı hep birlikte kurabilmek için tüm kadınları vicdani ret açıklamaya çağırıyoruz.
Ferda Ülker 14 Mayıs 2005
“Militarist düşünce sadece ‘askeriye’nin sınırları içinde kalmayıp, günlük hayatın içine de yedirilen “militer” bir dünya kurgular. Ki bu kurguda; kadınlık aşağılanır, kadınlar genellikle görmezden gelinir, yok sayılır.“
“Zor” kelimesinin yetersiz kaldığı günlerden geçiyoruz. Kişisel ve toplumsal yasın üst üste geldiği bu günlerde olan bitene tanık olmak ve bu tanıklıkla birlikte nefes almaya çalışmanın kendisi bile bir güç gerektiriyor. Gözümüzün önünde işlenen insanlık suçlarına rağmen halen ayakta durabiliyorsak, bu farklı bir mücadele alanı gibi geliyor bana artık. İnadına ayakta durmak!
Vicdani ret savaşın insan kaynağını ortadan kaldırmayı hedef alan, antimilitarist bir harekettir. Kasıt sadece askere gitmemek değildir. Militarizme doğrudan ve dolaylı bütün desteğin kesilmesi söz konusudur. Bu bir yanıyla ve gerektiğinde, bazıları için silahaltına alınmayı reddetmekse, diğer yanıyla günlük hayatın militarizasyonuna karşı durmaktır.
Bugün tanığı olduğumuz ve yaşamak zorunda bırakıldığımız savaş durumu kadınlar için daha büyük yıkımlara yol açıyor. Devletin savaş politikası şekillenirken ilk elde kadınların doğurganlıkları ve doğuracakları çocuklar üzerinden yapılan pazarlık ve politikalara tanık oluyoruz. Yasal kazanımlar bir bir şekil değiştiriyor. Kadının adı hayattan olduğu gibi yasalardan da çıkarılıp yerine “kutsal aile ve onun korunması” geçiyor.
Kadınlar, savaşın göbeğinde olduğu gibi, sıcak çatışma olmayan yerlerde de sokak ortasında ölü bir beden olarak uzanıyor. Kadına yönelik şiddet hızla artıyor.
Bugün bir şey yapamazsak, yarın nefes almaya devam edeceğiz belki, ama sessiz kaldığımız her dakika yaşamakta olduğumuz travmayı kalıcı hale getirecek.
Kaybedecek zamanımız yok, “hayır” demek zorundayız!
Atlas Arslan 15 Mayıs 2015
“Savaşı yaratanların önünü savaşa çağrılıp gitmeyenler tıkarken, savaşların nedenlerini sözde düşmanlar kaplar. Savaşa çağrılan erkekler gibi görünse de seslendikleri biz kadınlarız, o yüzden bizler savaşları kimlerin yarattığını da biliyoruz, nedenlerini de…”
Vicdani reddimi, 21 vicdani retçi kadınla yaptığım röportajlardan oluşan Kişer Pari Mama’nın ardından açıkladım. Kitap çalışması sırasında kadınların vicdani ret mücadelesinde ne kadar önemli bir ses olduğunu bir kez daha anladım. Önceleri bir gazeteci gözüyle dışarıdan baktığım vicdani ret mücadelesi, kitabımla birlikte beni de içine alan ve sorumluluk hissettiğim bir eylem oldu. ‘Eğer suç ise vicdani ret’ bu suça ortak olmak sorumluluğum oldu. Burada elbette kitapta da sıkça yer verdiğimiz “neden kadınlar reddeder” sorusuna da yeniden bir yanıttı ret deklarasyonum.
Savaşa, ölümlere karşı çıkmak için askere çağrılmak, bir şeylerden sorumlu tutulmak gerekmiyor. Bu ordu, sistem, zorunlu askerlik, dolaysız olarak en çok kadınları ilgilendiriyor. Çünkü kadın, orduya asker üreten bir kuluçka bu sistemde. ‘Kadın kahramanların Kurtuluş Savaşı’nda, savaş topunu sırtında taşımasını’ kutsayan destanlarla büyütüldük. Bu destanların öğrenilmişliği ile günümüze baktığımızda bugün Kürdistan’da süren katliam, batıdan, “devletin yazdığı destan” gibi görünüyor. Destan mitlerinde savaşı ve savaşanı kutsayan öğrenilmişliği ise militarist diliyle medya her gün yeniden üretiyor. Bu anlayışa, kutsanan öğretilere ve militarizme karşı barış için, yaşam için ses verirken kadınlar, ‘neden reddettikleri’ sorgulanadursun; kadınların retleri, vicdani ret mücadelesini büyütmeye devam ediyor.
İnci Ağlagül 15 Mayıs 2004
“Çünkü ben savaşsız, şiddetsiz, sınırsız, sınıfsız, otoritesiz bir dünyada özgür bir birey olarak yaşamak istiyorum.”
Bir kadın olarak vicdani ret hakkımı kullandım çünkü;
Sermayenin koruyucusu devletlerin kendi bekalarını sürdürmek için hep bir düşmana ihtiyacı vardır. Özellikle bizim gibi coğrafyalarda kahramanlık mitleri yaygın şekilde kullanılarak bireylerin aidiyet duyguları sömürülür.
Sürekli düşman paranoyası ile doldurulan erkek egemen düzenin en önemli kalesidir militarizm. Ya bizleri sürekli savaş tehdidi altında yaşamak zorunda bırakır ya da o savaşın doğrudan öznesi haline getirir.
Görüyorum ki kadınlar tüm bu döngünün doğrudan merkezinde ve mağdurudurlar. Savaş; kayıp, acı, gözyaşı, ölüm, tecavüz, kölelik demektir kadınlar için. İşte bu yüzden bireysel bir eylem biçimi olarak vicdani ret, bu zulmün merkezinden bir itirazdır.
Tüm insanları, halkları çocukları düşündüğümde ve gerçekte hiç kimseyi öldürmeyi ya da hiç kimse için ölmeyi istemediğinden emin olduğum birçok kişiyi düşündüğümde, bu itirazı yapmanın önemli olduğuna karar verdim.
Savaş karşıtı mücadelenin sesini yükseltebilecek ve bizler gibi düşünen, hisseden tüm kadınlara, dahası zorunlu askerlik mağduru tüm erkeklere de yalnız olmadıklarını hatırlatacak bir itiraz. 2004 Mayısında vicdani ret eylemimle de ifade ettiğim gibi; bütün savaşlara, militarizme, şiddetin örgütlenerek kullanıldığı tüm yapılara, şiddete, silahlanmaya karşıyım reddediyorum. Ölümü değil; yaşamı ve umudu örmeyi istemek hakkımız.
Ceylan Doğaner Ağustos 2014
“Kutsallaştırdığınız toprak uğruna öldürülen her kadın, her çocuk ve her erkek için reddediyorum.”
Savaşlar, insanlık tarihinden bugüne egemenlerin iktidarlarını güçlendirmek için kullandıkları bir araçtır. Militarizm bizlere çocukluğumuzdan beri erkeklerin asker olması gerektiğini, vatan, millet ve kadınların namusları için kendilerini feda etmeleri gerektiğini öğretir. Erkekliği ve erki yücelten militarizmi, içerisinde vicdani ret ve total ret ile çatlaklar açarak yok etmek zorundayız. Bugün içerisinde bulunduğumuz savaş koşullarında, çevremizdeki erkeklerin sırf cinsiyet kimliklerinden dolayı devletin mülkü olarak görülüp askere alınmasına; askere gitmenin bir erkeklik göstergesi olarak gösterilmesine; erkekliğin şovenizmle harmanlanıp asker karısı, kızı, annesi olmanın bir statü taşıdığı bu coğrafyada her birey savaşın bir parçası olmayı reddetmelidir.
Militarizm erkekler kadar kadınları da hedef aldığı için, kadınlar vicdani retçi olup bu meselede söz sahibi olmalıdır. Anarşist bir kadın olarak devletin tüm aygıtlarını reddettiğim için total retçi, özel olarak da militarizm ilişkisi bağlamında vicdani retçiyim. Kadınların, vicdani ret meselesinde yer alması; savaşa karşı tavrımızı net ifade ederek bu meselenin parçası olması ve vicdani reddi örgütlemesi gerektiğini düşünüyorum. Vicdani reddimde de belirttiğim gibi ”erki ve erilliği kutsayan erkek devlet ahlakınızın gölgesinde pasifize edilmiş ölü kadınlar yaratmamak için reddediyorum. Görmek istemediğiniz, susturduğunuz, taciz ettiğiniz, yok saydığınız KADINLIĞIMLA reddediyorum.”
Nergis Şen 18 Mayıs 2013
“Ben militarizmi; evde annem ve babamdan; mahallede arkadaşlarımla oynadığım oyunlardan; okulda öğretmenlerimden; televizyonda dizilerden, filmlerden ve haberlerden öğrendim. Ve öğrendiğim şey şu ki; militarizm devlete piyon, kapitalizme köle olmamıza; erkeğin orduya, kadının eve kapatılmasına; ölmeye ve öldürmeye yani ona alışmamızı istiyor.”
Vicdani reddimi açıklama kararı aldığımda henüz 17 yaşında, lise son sınıf öğrencisi anarşist bir kadındım. Doğduğumuz anda verilen pembe kimlikle başlayan militarizasyon, toplumsal cinsiyet rollerinin getirisiyle, nasıl giyinmem gerektiğinden nasıl davranmam gerektiğini belirleyene kadar sürdürdü etkisini. İçine atıldığım eğitim sistemiyle, tamamen militarist işleyişin içerisinde, bir özne olmak zorunda bırakıldım. Belli bir kalıba sokulma, tektipleştirilme, kapatılma, aslında en çok da ‘Türkleştirme’yi yaşadım. Tüm bu yaşadıklarımdan ve hissettiklerimden kaynaklı olarak, vicdani reddimi açıklama kararı aldım. Ancak açıklamamı gerçekleştireceğim 15 Mayıs 2012’de, ailemin de bir parçası ve yürütücüsü olduğu otoritenin bir yansıması olarak, evden dışarı çıkmam engellendi ve açıklamamı gerçekleştirmeyi planladığım etkinliğe gidemedim. Bu sebeple vicdani reddimi ancak 15 Mayıs 2013 tarihinde gerçekleşen vicdani ret etkinliklerin ardından yapılan vicdani ret açıklamalarında deklare edebildim. O yıl, Reyhanlı Katliamı henüz yaşanmış olduğundan, benimle aynı gün vicdani reddini açıklayan birçok arkadaşım gibi ben de, vicdani reddimi Reyhanlı’da katledilenlere ithaf etmiştim.
Militarizmin büyük oranda yaratıcısı ve sürdürücüsü olan devletin şiddeti, bugün yaşanan savaşla daha da görünür olmuşken; militarizmin kadının varoluşuna yönelik saldırısı da daha belirgin. Savaşın yaşandığı topraklarda, kadınlar katledilmekte, taciz ve tecavüze maruz kalmakta, kadının bedenine yönelik saldırılar şiddetini daha da artırmakta ve katledilen kadınların bedenleri teşhir edilmektedir. Bu gibi dönemlerde militarizmi reddetmek, yaratılan savaşın bir parçası olmamak ve bu savaşı reddetmek demektir. Ben anarşist bir kadın olarak, devleti, devletin her türlü baskısını, şiddetini ve sürdürücüsü olduğu militarizmi reddettim ve reddetmeyi sürdüreceğim.
Bütün kadınları, vicdani retlerini açıklayarak, yaşanmakta olan bu savaşın bir parçası olmamaya çağırıyorum.
Ece Uzun, 24 Mayıs 2014
“Ölmeyi, öldürmeyi, bu emir komuta zinciri içinde yer almayı ister özne ister nesne konumunda bulunmayı reddediyorum.”
Militarizmin bir politika olarak aşılandığı eğitim sistemine tabi tutulduğumdan, militarizme karşı koymam gerektiğini çok önceleri fark ettim. Sonra, askeri okulda okumuş, rütbeli bir subay olan abimin, devletin savaşının aktif bir parçası olduğunu ve özgürlük mücadelesi veren bir halkı yok etmek, susturmak, asimile etmek için devletin bir parçası olduğunu gördüğümde, vicdani reddimi açıklamaya karar verdim.
Şu anda devletin tüm gücüyle yarattığı savaşta; her ne kadar kadın olarak devletin dilinde bu savaşın öznesi değilmişim gibi gösterilse de, yaşamımın her alanına sızmış militarizmi reddederek savaşın bir öznesi olmayı reddediyorum. Yaşamını yitirenlerin ardından “vatan sağolsun” demeyeceğim gibi, bu vatana feda olacak evlatlar da dünyaya getirmeyecek, devletin benden beklediği görevi yerine getirmeyeceğim.
Birsen Uzun, 15 Mayıs 2015
“57 Yaşında bir öğretmen olarak, çocuklarımızın ölmesine ve öldürülmesine, bu militarist sistemde yer almasına tüm vicdanımla karşı duruyorum.”
Vicdani retçiyim, çünkü bir anneyim. Devletin vatana feda etmemi beklediği çocuklarım var. Vicdani retçiyim, çünkü bir öğretmenim. Eğitimle, militarize edilmek istenen beyinler yetiştirmek görevim. Eğitimle ve askerlikle militarizmi normalleştiren devlet algısının karşısında bir kadın olarak duruyorum, durmaya devam edeceğim.
Şu anda devam eden savaşta, hendekleri, silahları bahane ederek insanları evlerinden, yerlerinden, dillerinden etmek isteyen devletin politikalarına karşılık vicdani ret önem taşıyor. Tıpkı evlatlarını bu savaşta gün be gün yitiren Kürt anneler gibi, devlet tarafından her an katledilebilecek çocuklarım olduğu için, bu kirli savaşın parçası olmamak için, asla “vatan sağolsun” demeyeceğim. Bu yüzden tüm kadınları vicdani retlerini açıklamaya çağırıyorum.
Buhara Doğan 6 Eylül 2015
“Anaların çığlıkları kulaklarımızda çınlarken, her geçen gün daha fazla kardeşimiz can veriyordu militarizme! Sonra diyorlardı ki; “vatan sağolsun”! Hayır; parası olmayanın öldüğü, parası olanın ölmediği vatan, sağolmasın.”
Devletin “kutsal” adı altında zorunlu kıldığı askerliği kadınlara “layık görmemesi” ve dayatmaması, benim vicdani reddimi açıklamama nedenim olamazdı. Çünkü yukarıdaki sözler her ne kadar bir erkeğe ait olsa da, o erkeğin yaşamında olan ya da olmayan, o erkeği dünyaya getiren ya da yeni erkekler doğurmak zorunda bırakılacak olan kadınlara ve bana da bir çağrıdır.
Devlet hükmetmeye doymayarak, yeni toprak parçalarını da işgal etmek ister. Bu işgali, ordunun “kutsallığı”yla, vatanın “namusu”yla, temelinde milliyetçilikle besler ve kendinden olmayanı “etkisiz hale getirmek” için savaşlara başvurur. Devlet, bizden çaldıklarının yanında bir de savaşmamız gerektiğini söylediğinde, bizim bu savaşı reddetmemiz gerekir.
Devlet, havan topuyla Ceylan Önkol’u, katil polisiyle Dilek Doğan’ı, askeriyle Ekin Van’ı katletti. Aynı devlet, bugün de türlü yollarla, militarizmin kan kusan yüzünü biz kadınlara dayatıyor ve aylardır sürdürdüğü savaşla ölmeye ya da ölüme seyirci kalmaya razı olmamızı dayatıyor.
Ancak biz kadınlar, tüm bu dayatmayı ve ölümü reddediyoruz. Çünkü biz ne ölmek, ne öldürmek ne de bu ölüm politikalarında bir araç haline dönüştürülmek istiyoruz. Yaklaşık altı ay önce, vicdani reddimi açıkladığım günden bu yana, biliyorum ki “Sebepsiz ölüme gitmeyi reddedenler, silahlarını, kendilerine katliam yapmaya zorlayan, katil iktidarlara doğru çevirdiklerinde, İşte o gün savaş ölmüş olacak”.
Zeynep Çiçek 8 Mart 2013
“Savaşın ölümler dağıtıp; devletin erkek kusup erkekçikler yaratması, kutsal toprak, toprağın fethinin ödülü olarak kadının fethini haklı kılar.”
Devlet insan yiyip açlık kusar; benim de kustuğum vicdanın reddi, rengiydi. Reddimi açıkladım; bu topraklarda “vatan sizin anneniz” denildi; toprak kutsaldır denilip, bir avuç toprak için canını feda eden insanlar yıllarca sinemaya yansıtılıp haklı bulundu. “Cennet anaların ayağının altındadır” denilip, öldürülen her gencin şehitliği anasının gözyaşında, annesinin cehennemi oldu. Kadınlığın kutsal yanı annelikle eş tutulup, kadınların erkek çocuk doğurması kutsallığının taçlandırıldığı an olarak belirlendi. Devlet hepimizi adlandırdı, ama erkekleri 20 yaşında askere çağırırken, biz kadınları istedikleri kutsal kadın olmadığımız anda yaftalayarak tekrar adlandırdı, savaş için de gözyaşlarımızı kullandı, savaşın onursuzluğunu kabul ederek bedenimize dokundu, tecavüz etti, göç ettirdi. Reddimi açıkladım; çünkü savaşın asıl öznelerinin kadınlar ve çocuklar olduğunu düşünüyorum. Reddimi açıkladım; çünkü devletin kutsal saydığı kadını reddedip, hiçbir sınır için çocuk doğurmayacağımı söyledim. Doğanın sahibi değil parçası olduğumu savunup, kanla çekilmiş sınırları reddedip, vicdanımın kanla değil, yaşamla beslendiğini savundum.
Şu an bu ülkede bir savaş var ve TC’nin Kürdistan’daki katliamlarına tanıklık yaparken, Ekin Van’ın öldürüldükten sonra soyulan bedenine şahit olduk. Savaşı yaratanlara karşı, biz kadınların ölü bedenlerini ödül ve ceza ikilimi içinde sunan bu devlete karşı, ben reddimi açıkladım ve bedenleri soyulan kadınların yoldaşlığı adına, kadınların açıkladığı her ret bu devlete atılan bir tokattır. Savaşı yaratan değil; bu savaşa karşı direnenleriz. Benim reddim, savaşı yaratanların karşısında direnenlerin elindeki taş içindir, her türlü direnişleri içindir.
Berivan Encü 28 Aralık 2013
“Bu coğrafyayı halklar mezarlığına çeviren bu cinsiyetçi yapının silahını almayı ret edin, eğer silahını almışsanız bir an önce bu yanlıştan dönün diyoruz.”
Kanla sulanmış bir coğrafyada, devletin askerleri tarafından 150 havan topu atılmış bir köyde dünyaya geldim. Doğar doğmaz köyümüzden sürgün edildik, yaşam alanlarımız mayınlarla kaplandı; yani devlet bütün yaşam alanımızı çember içine aldı, tıpkı bir açık cezaevi gibi. Burada, 28 Aralık 2011’de bir katliam oldu. Katliamın üzerinden dört yıl geçse de, adalet asla gelmedi.
Roboski Katliamı’nın ikinci yıldönümünde, askerler tarafından katledilen 34 akrabam için açıkladım vicdani reddimi çünkü görevi “bizi korumak” olduğu iddia edilen askerler, burada 34 insanımızı katletti. Aslında burada, askerler aracılığıyla, doğrudan devlet katletti. Bazen derler ya “nasıl olsa kadınlar askerlik yapmıyor, o yüzden kadınların vicdani ret açıklaması saçma” diye, tam da buna karşı kadınların vicdani ret açıklamalarının çok büyük bir önemi var. Eşlerini, çocuklarını, abilerini, akrabalarını askere göndermeye mecbur edilmek istenen kadınlar buna karşı çıkarsa eğer, bu, birçok insanı askerlik hizmetinden soğutabilir de.
Bugünlerde Silopi’de, Cizre’de, Nusaybin’de üç aylık bebeklere kurşun sıkılıyor, sokak ortasında bedenler çürümeye bırakılıyor ve en çirkini, katledilen kadınların bedenleri çırılçıplak soyuluyor. Savaş üzerinden kin ve intikam üretilirken, bu coğrafyada halklar asimile ediliyor ve düşmanlaştırılıyor. Bu savaşın en çok mağduru olan kadınlarsa, aynı zamanda barışın en büyük temsili haline geliyor.
Eğer biz istersek durdurabiliriz bu savaşı; eğer bir barış varsa, bunu yaratabiliriz. Kürt kadınlarıyla, bütün devrimci kadınlarla ve direnişçi kadınlarla… Eğer kadınlar olarak, tüm önyargılarımızdan arınıp bir araya gelirsek, savaşa karşı hep birlikte direnirsek, bunu başarabiliriz.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 32. sayısında yayınlanmıştır.
The post Kadınların Vicdanı Reddediyor Savaşı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Rojava’dan Lice’ye D(evletin) Planı Katliam” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Yine aynı yerde; Lice’de, 2009 yılında havan topuyla katledilen Ceylanların öfkesiyle kalekolların karşısına dikilmişti Ramazan Baran ve Baki Akdemir. 15 gün boyunca kalekollara karşı direnen Lice halkı, devletin sadece askeri stratejileriyle değil, psikolojik savaşına karşı da koydu.
Devlet, Ramazan ve Baki’yi de Lice’de katlettikleri gibi katletti.
Lice
Sadece Ceylanların, Medenilerin, Ramazanların, Bakilerin katledildiği yer değildi Lice. TC devletinin kuruluşundan bu yana, devletin savaş politikalarına karşı Kürt halkının direnişinin yeriydi.
1927’de, TSK Lice’ye bağlı 280 köyü yerle bir eder; binlerce insanı katleder. Şeyh Said İsyanı’nın bedelidir bu. Lice, bu tarihten sonra devletin sürekli kontrol altında tutmaya çalışacağı bir yer olacaktır. Ve tabi devlet hegemonyasına karşı örgütlü direnişin doğacağı yer de…
1950’li yıllarla beraber, Kürt siyasal hareketinin örgütlendiği bir yer haline gelmiştir. Büyük mitinglerin yapılmaya başlandığı Lice, devletin siyasal iktidarını dayatamadığı bir coğrafya haline gelmiştir.
1980’lerde Fis’le beraber anlamı büyür Lice’nin. Kürt Özgürlük Hareketi’nin temelleri burada atılır. 1990’larda devletin korucu yapma politikasına Lice halkı karşı çıkar. Yine köy boşaltmalar, zorunlu göçler. 2000’e kadarki süre içerisinde JİTEM’in insan kaybetme politikasının en yoğun işlediği yer haline gelir.
Lice’nin direnen tarihi, aslında TC’nin kuruluşundan bu yana, bölge üzerindeki planlarının yoğunlaştığı ama başarıya ulaşamamasının tarihidir. Sözde barış süreciyle Kürdistan coğrafyası, kalekollarla teslim alınmaya çalışılırken Lice halkının direnişi, bu coğrafyanın devletin gerçek yüzünü bilmesinden dolayıdır.
Barış Sürecinin Planları
Tayyip Erdoğan, Ağrı’da yaptığı konuşmasında “barış” sürecinin istenildiği gibi gitmediği bir durumda, uygulanabilir diğer planlarının olduğundan bahsetti. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi önünde “çocuklarının PKK tarafından kaçırıldığı gerekçesiyle” oturma eylemi başlatan anneler, Ağrı’daki konuşmaya iyi bir arka plan oluşturdu. Sadece hükümet değil, CHP ve MHP de mevzubahis gündemin verimliliğinden yararlanmaya çalıştı.
Hükümetiyle ana muhalefet partileriyle girişilen karalama kampanyası sırasında, meşrulaştırılmaya çalışılan, “barış” sürecinde devletin en önemli hamlelerinden biri haline gelen kalekol çalışmalarıydı. Hükümete yakın yayın organlarında son bir aydır iyice belirginleşen “uyuşturucu taciri” örgüt karalamasına, bir de “çocukları kaçıran” örgüt kampanyası eklenmişti.
Tabi ki bu karalama kampanyaları sadece kalekolların bir yandan rahatça işleyebilmesi için izlenen bir politika değildi sadece. Hedeflenen özellikle Kürt halkının gözünde özgürlük hareketinin meşruluğunu kırmaktı. Kalekol direnişlerinin başından bu yana gerillanın halkla beraber belirginleşen tavrı, bölge üzerindeki stratejileri rahatsız etmiş olacak ki, karalama kampanyalarının hedefine özgürlük hareketi alınmıştır.
Erdoğan’ın B ve C planları, Kürdistan coğrafyasında istediği karşılığı alamamıştır. Lice’den Mezopotamya ve Anadolu coğrafyasına yayılan eylemlikler bunun en belirgin örneğidir.
D Planı: Katliam
7 Haziran’da Lice’de yaşanan katliamdan sonra, valilikten yapılan açıklama; “07.06.2014 günü saat 18.00 sıralarında Diyarbakır – Bingöl karayolunun güvenliğini sağlayan güvenlik güçlerine yapılan silahlı saldırı sonucu, çıkan çatışmada 2 saldırgan yaralanmıştır” denilerek yapılan saldırı meşrulaştırılmaya çalışılmıştır.
Benzer şekilde askeri birlik komutanının eylemcilere, saldırı öncesinde yaptığı uyarı konuşmasında eyleme devam edilenlerin açık bir şekilde infaz edeceğini dile getirmesi de aynı saldırganlıktadır. Tayyip Erdoğan’ın gittikçe sertleşen söylemlerinin karşılığı devletin tüm kademelerinde kendini göstermektedir.
Devletin son süreçte uyguladığı plan, bu sertleşme planıdır. Bu planın bir parçası olarak katliam devlet gözünde bir politika haline gelmiştir.
Soma’da yaşanan katliam sonrası gerçekleşen eylemlerde devletin katlettiği insanlar, devletin eylemlere yönelik bir refleksi olmanın dışında, bilinçli bir korkutma politikasıdır. Katledilen insanlarla beraber gündemi kendi gücü lehine değiştirmekte ve bunun için moral motivasyona bazen ihtiyaç bile duymamaktadır.
Soma Katliamı sonrasında, iktidarının meşruiyetini hesaplayamadığı bir yerden kaybeden devlet, Soma eylemlerinde insanları katletmekten çekinmedi. Korkutma politikasıyla, hesaplayamadığı alanı (Soma’yı) unutturmaya çalışan devlet, aynı zamanda gündemi manipüle etmeyi başardı. Konuşulan şey tabi ki katil devletti, ancak kendinin belirleyebildiği alandan “katil” yüzünü konuşturttu devlet: Katliamlara, kendince haklılık oluşturabileceği bir alandan.
Soma’da devletin hesap edemediği, önceden kestiremediği bir alandan darbe almasıydı. “Katil Erdoğan” sloganı hiç beklemediği bir alanda atıldı. Devlet meşruiyetini hesaplayamadığı bir yerde yitirdi.
Soma sonrasında, devletin içine girdiği bu sert yönelim, Lice’de devletin izlediği politikanın da altyapısını oluşturmaktadır. Lice sonrasında, “bayrak meselesi” üzerinden başlatılan provokasyon, aynı önceden kestirilen katliam planlarının devamı niteliğindedir. Keza “bayrak meselesi” üzerinden devletin kışkırttığı milliyetçiliği bu topraklarda ilk kez deneyimlemiyoruz.
Erdoğan’ın Ağrı’da açıkladığı B ya da C planı nedir bilinmez, ama bu topraklardaki devletin değişmez planı katliamdır. Demokrasi maskesini yüzünden çoktan atmış, devlet yapılanması kendi diktatörlüğünü günden güne dayatırken önceden planladığı, gündem belirleyen devlet katliamlarını büyük bir farkındalıkla karşılamak ve muhalefet hattını buraya oturtmak gerekiyor.
Hüseyin Civan
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 19. sayısında yayımlanmıştır.
The post “Rojava’dan Lice’ye D(evletin) Planı Katliam” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>