The post Anarşist Teori ve Pratik Tartışmaları (4) Hapishaneler ve Suç- Alexander Berkman appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Geçtiğimiz sayıda “Suç ve Ceza” başlığı altında Kropotkin’in hapishaneler, suçlu psikolojisi ve intikam üzerine incelemelerini aktardığı yazısını sizlerle paylaşmıştık. Kropotkin, hapishanelerin kendi varoluş iddiasıyla çeliştiği, insanlar arasında gelişmiş anti-sosyal davranışları engellemeye çalışırken yeni suçlar ürettiğini, yeni anti-sosyal davranışlar yarattığını söylüyordu.
Anarşizmin ideolojik karakterini oluşturan başlıca çözümlemelerden biri olan bu “kapatılma’nın işlevsizliği” görüşü, birazdan okuyacağınız metinde paylaşılan bir düşünce. Bunun yanında Alexander Berkman; cezalandırma ve toplumsal tecrit arasındaki ilişki, bir kurum olarak hapishaneye alternatif olarak sunulan ıslahevlerinin, cezalandırma ve koruma işlevlerini sürdürmesi üzerinden söz konusu tartışmayı daha da derinleştiriyor.
Benzer şekilde intikam ruhu ve bunun çeşitli toplumlardaki gelişimini örneklerle zenginleştiren Berkman’ın yazısınının günümüz mücadelelerini anlama ve yorumlama sürecine katkısı olacağını düşünüyoruz.
Emma Goldman’ın editörlüğünü yaptığı Mother Earth dergisinin Ağustos 1906’da yayınlanan 6. sayısından alıntılayarak çevirdiğimiz bu metnin, tartıştığı başlıkları üzerine farklı anarşist düşünürlerin yazılarını yayınlamaya devam edeceğiz.
Toplum, kendi güvenliğini sağlamak için suçlular olarak adlandırılan belirli unsurları hapsederek toplumsal yaşama katılmalarına engel olmaktadır. Suçlunun bu geçici tecridi, hapishanelerin koruyucu rolünü oluşturur. Tamamen olumsuz karakterdeki bu koruma topluma fayda sağlar mı? Koruma sağlar mı? Gelin bunun bazı sonuçlarını inceleyelim. İlk olarak hapishanelerin söz konusu cezalandırıcı ve ıslah edici aşamalarını araştıralım. Toplumsal bir kurum olarak cezanın kökeni iki kaynağa dayanır; Birincisi, insanın ahlaki bir özne olduğu ve bu yüzden, compos mentis (aklı başında) olduğu sürece davranışlarından sorumlu olduğu varsayımı ve ikincisi, intikam ruhuyla istenilen kısasa kısas. Şimdilik, insanın özgür iradesi konusundaki tartışmalı meseleyi bir kenara bırakıp ikinci kaynağı analiz edelim. İntikam ruhu, tümüyle hayvani bir eğilimdir ve görece fiziksel gelişimin belli bir derece zeka ile birleştiği durumlarda kendini görünür kılar. İlkel insan, yaşadığı çevrenin koşulları gereği, kendi kişiliğini ya da çıkarlarını tehlikeye sokan hayvan ya da insan saldırgana karşı içgüdüsel, kendini dayatma ya da koruma arzusunu yerine getirirken, tabiri caizse yasayı kendi eline almak zorundadır. Kendini koruma içgüdüsünden doğan ve yaşam mücadelesinde gelişen bu eğilim, vahşi insanda neredeyse kökenindeki içgüdüler kadar yaşamsal, ikinci bir içgüdü haline gelmiştir ve hatta kimi zaman onun acımasızlığı kendini koruma sınırlarını geçebiliyor. Hayvanlar bile, intikam ruhuna sahiptir. Tutsak filler, açıkça gözlendiği gibi onları baskılamaya çalışan izleyicilerden intikam almak için buldukları yaratıcı yöntemler ile bilinir. Aynı şekilde köpekler ve çeşitli diğer hayvanlarda da çoğu zaman intikam ruhu görülür. Ancak intikam ruhu, zihinsel gelişiminin belirli bir aşamasında insanda en belirgin karakterine ulaşmıştır. Vahşi ve yarı uygar ırklar arasında birinin yanlışlarından -gerçekten ya da sembolik bir şekilde- kişisel olarak intikam almak; bireyin yaşamında çok önemli bir rol oynar. Onlarla birlikte intikam, en yaşamsal mesele olarak, çoğunlukla dinsel fanatizm karakterini alır. Özellikle bu kutsal görev babadan oğula, nesilden nesile aktarılır; ta ki hakaret suçlunun ya da onun soyundan birinin kanıyla temizlenene kadar. Çoğu zaman bütün bir kabile birleşerek, akrabasının ölümünün intikamını düşman komşudan almak isteyen üyesine yardım eder ve faile öldürücü darbeyi vurmak her zaman yanlış yapılanın ayrıcalığıdır. Eski kan-davası ruhu, bazı Avrupa ülkelerinde dahi hala çok güçlüdür. Kafkasya’daki yarı-vahşiler, Güney İtalya, Korsika ve Sicilya köylüleri arasında kişisel intikamın bu biçimi hala uygulanmaktadır; bazılarında, örneğin Çerkezlerde açık bir şekilde; Korsikalılar gibi diğerlerinde ise gizlilik içinde bir güvenlik arayışıyla. Bizim sözde aydınlanmış ülkelerimizde dahi yeminli, sonsuz düşmanlığın kişisel intikam ruhu hala varlığını sürdürüyor. Güney Avrupa ülkelerinde çok yaygın olan Mafya tipi gizli örgütler bu ruhun tezahürü değil de nedir? Ve (yumrukla ya da silahla yapılan) düellonun temeli, bu doğrudan intikam ruhu, gerçek bir hakaret, yaralamaya ya da yeltenmeye karşı kişisel intikam isteği, düşmanın kanını dökmek pahasına olsa bile aynı temizleme isteği değil midir? Öfkeli erkeği, “onurunu ve mutluluğunu çalanın” hayatına kastetmeye iten bu ruhtur. Yaslı ebeveynlerinin intikamını arayan öfkeli ayak takımını, genç bir dul kadını ve sarsılmış bir çocuğu, linç kanunu zulmüne ulaştıran işte bu intikam ruhudur. Bununla birlikte toplumsal gelişim, doğrudan ve kişisel intikam uygulamasını kontrol etme ve ortadan kaldırma eğilimindedir. Sözde uygar toplumlarda birey, kural olarak, yapılan yanlışlardan kişisel olarak intikam almaz. Bu yöndeki “haklarını” devlete devretmiştir ve devletin “görevlerinden” biri de vatandaşların yaptıkları yanlışlardan intikam almak için onların kabahatli tarafları cezalandırmak olmuştur. Böylece, toplumsal bir kurum olarak cezalandırmanın, intikam almanın başka bir biçimi olduğunu; devletin vatandaş için yegane yasal intikamcı haline geldiğini ve aynı barbarlık ruhunun bu kurumun içinde örtülü halde var olmaya devam ettiğini görüyoruz. Devletin cezalandırma güçlerinin dayanağı (teorik olarak) örgütlü bir toplumda “herhangi birine verilen zararın herkesi ilgilendirmesi” ilkesidir, zarar verilen vatandaşın kişiliğinde, bir bütün olarak topluma saldırılmıştır. Suçlu, öfkelenen toplumun ondan intikam alması için cezalandırılmalı, “yasanın görkemi doğrulanmalıdır”. Öfkelenen toplumun intikamını almak için suçlu cezalandırılmalı, “Yasanın görkemi temize çıkarılmalı”. Cezalandırmanın işlenen suç için yeterli olması ilkesi, cezalandırma kurumunun gerçek karakterini daha da açık bir şekilde göstermektedir: Eski Ahit’in “göze göz, dişe diş” ruhu gözler önüne serilir —neredeyse tüm sözde uygar ülkelerde bu ruhun hala canlı olduğunun ispatı ölüm cezasıdır: kana kan. “Suçlu”, işlediği suç için değil, bunun yerine toplumun gördüğü şekliyle, doğasına, koşullarına ve karakterine göre cezalandırılmaktadır. Başka bir deyişle cezanın niteliği, yerel intikam ruhunun yoğunluğunu dengeleyecek özel bir şekilde hesaplanır. Öyleyse bu, cezanın doğasıdır. Ancak, söylemesi garip -ya da doğal, belki de- ceza infaz sisteminin ulaştığı sonuçlar, amaçlanan hedeflerin tam tersini ortaya çıkarmaktadır. “Uygar” intikamın modern biçimi, mecazi anlamda, tek bir vatandaşın düşmanını öldürür, ancak onun yerine toplumun düşmanını üretir. Devletin tutsağı, artık zarar verdiği kişiyi düşmanı olarak görmez; tıpkı vahşinin yaptığı gibi, onun gazabından korkar ve haksızlığın hesabını sormaktan korkar. Bunun yerine, doğrudan cezalandırıcısı olarak devleti görür; yasanın temsilcilerinde kendi kişisel düşmanlarını görür. Öfkesini besler ve intikamın yabani düşünceleri aklını doldurur. Yaşadığı talihsizliğin doğrudan sorumlusu olan kişilere karşı nefreti -tutuklayan memur, gardiyan, savcı, hakim ve jüri- git gide genişler ve makus talihine yenilir, toplumun tamamına düşman olur. Bu nedenle, ceza infaz kurumları bir yandan tutsak edildikleri süre boyunca toplumu tutsaklardan korurken, diğer yandan topluma karşı nefret ve düşmanlık tohumları ekerler. Özgürlüğünden, haklarından ve hayatın zevklerinden yoksun bırakılan; iyi ve kötü tüm doğal dürtüleri bastırılan; hakaretlere maruz kalan, sert ve çoğunlukla insanlık dışı şiddet yöntemleriyle disipline edilen, cezalandırılan; nefret ettiği üniformalı zalimler tarafından kötü muamele gören, iyi niyeti suistimal edilen; tamamen umutsuzluğa düşen genç tutsağın doğmuş olmasına, onu dünyaya getiren kadına ve acılarından sorumlu olan herkese duyduğu öfke, gözlerinden okunur. Gördüğü muamele ve hapishanede tanık olmak zorunda kaldığı iğrenç manzaralar sebebiyle gittikçe acımasızlaşır. O zaman kadar kaybetmediği insanlığı, “disiplin”le ortadan kaldırılır. Güçsüz öfkesi ve karamsarlığı herkese ve her şeye karşı bir nefrete dönüşür. Yoksulluk içindeki yıllar gelip geçtikçe umutsuzluğu daha fazla yoğunlaşır. Dertlerini düşündükçe intikam arzusu yoğunlaşır, belki de o zamana kadar netleşmemiş olan eğilimleri, giderek değişmez bir saplantı haline gelen, güçlü anti-sosyal isteklere evrilir. Onu dışlayan toplum; artık onun doğal düşmanıdır. Kimse ona iyilik ya da merhamet göstermediği için; o da dünyaya karşı acımasız olacaktır. Sonra serbest bırakılır. Eski arkadaşları onu reddeder; Artık eş dost arasında saygınlığı kalmamıştır. Toplum, eski tutsağı suçlar; ona aşağılama, alay ve tiksintiyle bakılır, ona güvenilmez ve taciz edilir. Hiç parası yoktur, bu “ahlaki cüzzamlıya” kimse yardım etmez. Sosyal bir İsmail’e(1) dönüşmüştür ve herkes ona sırtını dönmektedir, sonra o da herkese sırtını dönmeye başlar. Hapishanelerin cezalandırıcı ve koruyucu işlevleri böylelikle kendi amaçlarına ulaşmalarını engeller. Yaptıkları yararsız olmaktan da öte kötüdür. Toplumun en acil yararına karşı kesinlikle olumsuz ve tamamen zararlıdır. Ceza infaz kurumlarının ıslah aşaması da daha iyi değildir. Tüm hapishanelerin cezalandırıcı karakteri, (çalışma kampları, cezaevleri, devlet hapishaneleri) onların ıslah edilebilme olasılığını ortadan kaldırmaktadır. Tutsakların, suçlarının göreceli karakteri göz önünde bulundurulmadan rastgele yerleştirilmesi, hapishaneleri gerçek birer suç ve ahlaksızlık okullarına dönüştürür. Aynı şey ıslahevleri için de geçerlidir. Özellikle ıslah için tasarlanan bu kurumlar, kural olarak en berbat yozlaşmayı üretirler. Sebebi açıktır. Sıradan hapishanelerden hiçbir farkı olmayan ıslahevleri, fiziksel kısıtlamalar uygular ve sadece cezalandırıcı kurumlardır. Cezalandırma fikrinin kendisi gerçek ıslahı engeller. Gönüllülükle ortaya çıkmayan, olası sonuçlara ve cezalandırmaya duyulan korku ile yaratılan ıslah süreci, gerçek bir ıslah olmaz; onun esaslarından yoksundur ve kişi korkularını yendiğinde ya da kişi geçici olarak onlardan kurtulduğunda, sahte ıslahın etkisi buhar gibi kaybolur. Yalnızca sevecenlik gerçekten reformcudur, ancak bu nitelik hem genç hem de yaşlı tutsaklara yapılan muamelenin hiçbir yerinde yoktur. Bir süre önce on üç yaşında bir çocuğun hikayesini okudum. Aralıksız üç hafta boyunca, gece gündüz zincirlenen çocuğun işlediği korkunç suç, Yoksul Çocuklar Evi’nden kaçmaya çalışmaktan ibaretti (Home for Indigent Children, Westchester, N.Y., Weeks davası, Müdür Pierce, 1895 Noeli). Bu olayın o kurum için ne olağanüstü bir yanı vardı ne de cezalandırıcı bir özelliği. Amerika Birleşik Devletleri’nde talihsiz tutuklulara; kaba dayak ya da işkencenin yapılmadığı, deli gömleği giydirilmeyen, hücre hapsi ve “azaltılmış” diyetin (yarı açlık) uygulanmadığı tek bir hapishane ya da ıslahevi yoktur. Islahevleri, kural olarak, ünlü Brockway (Elmira, N.Y.) “ikna araçlarını” kullanmazlar, ancak bazılarında dayak uygulanmaktadır ve açlık ile zindan hepsine ait kalıcı bir özelliktir. Islahevlerinin ceza niteliği ve küçümseyici etkisinin, gençleri zihinlerindeki özgürlük ve eğlenceden yoksun bırakması bir yana, bu kurumlarda kurulan ilişkiler çoğunlukla herhangi bir ıslahı engellemektedir. Tutsakları suçlarının ağırlığına göre sınıflandırmayı ve buna göre farklı yaklaşımlar ve uygun refakat gerektiren Islahevlerinde dahi bu sınıflandırmaya yönelik herhangi bir girişimde bulunulmaz. Çünkü bu da farklı yaklaşım şekilleri ve yoldaşlığa elverişli koşullar gerektirir. Sözde ıslah okullarında ve yatakhanelerinde -5 ila 25 yaş arasındaki- her yaştan çocuk aynı ıslahevinde tutulur, çeşitli işlerde çalıştırılmak, eğitim ve dini tören amaçlarıyla bir araya toplanırlar, oyun alanlarında karışırlar ve yurtlarda ilişki kurarlar. Tutsaklar çoğunlukla yaşlarına ya da itibarlarına göre sınıflandırılır, ancak göreceli yetersizliklerine hiç dikkat edilmemektedir. Bu yöntemlerin absürtlüğü adeta akıllara ziyandır. Dur ve düşün. Muhtemelen kötü ilişkilerinin bir sonucunda genç suçlu, seçkin bir ahlaksızlık çeşitliliği içerisine konur ve ıslah olması beklenir! Ve ülkenin anne babaları bu çılgınlık türünü sakince izler, ya doğrudan destekler, ya da sessizlikleriyle devletin yeni suçlular yaratma çalışmasını onaylar ve teşvik ederler. Ancak insan doğası böyledir, zifiri karanlık olmasına rağmen gündüz olduğuna yemin ederiz; eski credo quia absurdum est (saçma olduğu için inanıyorum) ruhu. Ancak yine de suça batanların masum yoldaşları üzerindeki etkileri üzerinde durmak, bunu büyütmek gereksizdir. Ayrıca, ıslahevlerinin iyileştirici olduğu iddiası üzerine de daha fazla tartışmaya gerek yoktur. ABD’deki erkek tutsak nüfusunun %60’ının “Islahevleri”nden çıkma olduğu gerçeği, bize bu iddiaların geçersiz olduğunu kesin olarak kanıtlamaktadır. Nadir de olsa, genç tutsakların gerçekten ıslah olduğu durumlar ise hiçbir şekilde hapis cezasının ya da cezalandırıcı kısıtlamaların “yararlı” etkisi nedeniyle değil, bireyin doğuştan gelen gücüyle alakalıdır. Kuşkusuz, insanlığın kaderinde en önemli rolü üstlenmekle birlikte, modern toplumun çeşitli “kazanımları” arasında başka hiçbir kurum yoktur ki, ceza kurumlarından daha erişilemez bir başarısızlık sergilediğini kanıtlamış olsun. Bu kurumların ayakta tutulması için “uygar” dünya her yıl milyonlarca dolar harcıyor ve bir sonraki yıl her seferinde iyileştirmeler için ek ödenekler alınmasına rağmen ortaya çıkan sonuç, kuruluş amaçlarını ilerletmek yerine geriye çekme eğilimi gösteriyor. Hapishanelerin bakımı için harcanan yıllık para, Mars gezegeninin devlet tahvillerine yatırılsa ya da Atlantik Okyanusu’nun derinliklerine gömülse, aynı miktarda kazanç ve az zarar getirir. Cezalandırmanın hiçbir miktarı, hapishanenin içindeki ve dışındaki koşullar insanları suça yönlendirmeye devam ettiği sürece, suçun önüne geçemez.
Modern hayırseverlik, ceza infaz kurumları repertuarına yeni bir rol biçti. Önceden hapishanelerin sözde gerekliliği, sadece cezalandırıcı ve koruyucu özelliklerine dayandırılırken, bugün daha da önemli olduğu iddia edilen yeni bir işlev, bu kurumlarda somutlaştı: Islah. Dolayısıyla artık bu üç amaç – ıslah, ceza ve koruma – zorunlu fiziksel kısıtlamayla, kişiyi belirsiz bir süre boyunca, az ya da çok yalnızlaştıran bir kapatılma yoluyla elde edilmeye çalışılıyor.
1) İbrahimi dinlerce tanınmış bir peygamber olan İsmail, babası İbrahim tarafından tanrıya kurban olarak sunulmuştur. Sonrasında annesi Hacer’in etkisiyle sürgüne gönderilmiş, bütün dünya sürgünlerini temsil eden sembolik bir figür haline gelmiştir.
Metnin orjinali:
www.theanarchistlibrary.org/library/alexander-berkman-prisons-and-crime
Alexander Berkman
Çeviri: Zeynel Çuhadar
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 41. sayısında yayınlanmıştır.
The post Anarşist Teori ve Pratik Tartışmaları (4) Hapishaneler ve Suç- Alexander Berkman appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Anarşist Teori ve Pratik Tartışmaları (4): Suçun Yetiştirme Yurtları: Hapishaneler – Pyotr Alekseyevich Kropotkin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Anarşist düşüncenin bugün bütün savunucuları tarafından kabul edilen temel ilkeleri tıpkı farklı eğilim ya da yorum farklılıklarını ortaya çıkarmış diğer ilkeler gibi pratikte gelişen olaylar karşısında alınmış tutumlar neticesinde ortaya çıkmıştır. Suç, suçun kökenleri, cezalandırma ve cezalandırma sistemleri üzerine anarşist düşünce içerisinde bugün kendi karakterini kazanan birçok temel fikir, tarihte anarşist düşünürlerin bu başlıklar etrafındaki tartışmaları sayesinde şekillenmiştir.
Daha önce bu bölümde “Onaltılar Manifestosu” isimli yazısını yayınladığımız Kropotkin, bu gibi tartışmaların odağında yer alan bir isim. Günümüzde, toplumsal mücadelelerin eksenini oluşturan anarşist düşüncenin genel karakterini yansıtmak, yaşadığımız -veya çevremizde gelişen- olayları anlamak ve yorumlamak için önemli bir yol haritası oluşturduğuna inandığımız bu tartışmaların dördüncüsünde “Suç ve Ceza Tartışmaları”na yer veriyoruz.
Anarşistler ve anarşist olmayan devrimcileri teorik düzlemde en net çizgileriyle birbirinden ayıran, kökeninde, devlet, araç-amaç çelişkisi gibi kavramlara dair görüş ayrılıklarıyla da bağlantılı “Suç ve Ceza” tartışmalarının bu anlama ve yorumlama sürecine katkısı olacağını düşünüyoruz.
Emma Goldman’ın editörlüğünü yaptığı Mother Earth dergisinin 8. sayısından alıntılayarak çevirdiğimiz bu metin, hapishanelerin işlevi üzerine anarşist düşünce içerisindeki önemli incelemelerden biridir. Tartışmanın ilerleyen bölümlerinde diğer anarşist düşünürler tarafından farklı zaman ve yerlerde benzer konular üzerine yazılan yazıları yayınlayacağız.
Son zamanlarda birçok tanınmış avukat ve sosyoloğun gündemini meşgul eden, büyük “suç ve ceza” sorusunu şimdilik bir kenara bırakacak ve elimden geldiğince şu sorunun cevabını arayacağım: “Hapishaneler toplumdaki anti-sosyal davranışların sayısında azalma sağlayabiliyorlar mı?”
Bu soruya; hapishanelerde neler olup bittiğini bilen, önyargısız her insan güçlü bir ‘Hayır’ yanıtını verecektir. Aksi takdirde, konu ile ilgili ciddi bir çalışma yapılacak olursa, hapishanelerin -en iyisinin bile- “suç”un yetiştirme yurtları olduğuna ve anti-sosyal davranışların daha kötü bir hale gelmesine sebep olduklarına; sözgelimi suç olarak bilinen her ne varsa onun liseleri, üniversiteleri oldukları sonucuna varılacaktır. Tabi ki bir zamanlar hapsedilmiş kim varsa hapishaneye geri döneceği iddiasında değilim. Her yıl binlerce kişi yanlışlıkla hapse atılıyor. Ancak hapishanede geçmiş birkaç yılın -buranın bir hapishane olmasından dolayı- bireyi yargı önüne çıkaran kusurları artırdığını savunuyorum.
Bu nedenler; risk alma isteği, çalışmaya karşı duyulan antipati, (büyük oranda yapılacak işin iyi bir uzmanlaşma gerektirmesi sebebiyle) adaletsizlik ve ikiyüzlülükten dolayı toplumu hor görme, fiziksel enerji isteği ve bütün bu sebepler hapishanede tutsak edilerek pekiştirilir.
Yirmi beş yıl önce bu fikri geliştirdiğim ve şimdilerde baskısı tükenen kitabımda (Rus ve Fransız Hapishanelerinde) Fransa’da ikinci kez hapsedilen tutukluların sayılarıyla ilgili yürütülen bir soruşturmayla açığa çıkarılan gerçekleri inceleyip bu düşünceyi destekledim. Bu incelemenin sonuçlarına göre mahkemeye çıkanların neredeyse yarısı yargı önüne çıkarılmadan önce, beşte ikilik kısmı ise polis sorgusuna çıkarılmadan önce zaten bir ya da iki kez hapsedilmiş oluyor. Fransa’da ortaya çıkan bu yüzde kırklık korkunç oranın yanı sıra, Michael Davitt’e(1) göre kürek cezasına çarptırılmış tutsakların yüzde doksan beşi daha önce hapishane ‘eğitimi’ görmüş kişilerden oluşuyor.
Küçük bir düşünme süreci, meselenin başka türlü olamayacağını gösterecektir. Bir hapishane, tutsaklar üzerinde yozlaştırıcı bir etkiye sahiptir ve hep öyle olacaktır. Birini ilk kez hapse atmış olun. Binaya girdiği andan itibaren bütün insanlığını kaybeder, o artık sadece “Numara XY” dir. Kendi iradesiyle hiçbir şey yapamayacaktır. Onu aşağılık bir duruma düşürmek için aptal bir giysinin içine koyarlar. Onu bağlı olduğu bütün ilişkilerden mahrum bırakırlar ve böylece üzerinde olumlu etkisi olabilecek her bireyin eylemini dışarıda bırakırlar.
Sonra emeğini koyar ortaya, ancak bu onun ahlaki gelişimine yardımcı olabilecek bir emek değildir. Hapishane emeği, temelinde bir intikam aracıdır. Tutsak, uyguladığı cezaları “reform” yaparmış gibi gösteren bu “toplumun ileri gelenleri”nin zekası hakkında ne düşünmelidir?
Fransız hapishanelerinde tutsaklara bir çeşit faydalı ve maaşlı bir iş verildi. Ancak bu iş için bile saçma bir şekilde düşük ücret uygulandı ve hapishane otoritelerine göre başka türlü olması mümkün değildi. Hapishane emeği, diyorlar; değersiz köle emeğidir. Bunun sonucunda tutsak, çalışmaktan nefret etmeye başlar ve şöyle söyleyerek yaptığı işe son verir; “Gerçek hırsızlar biz değil, bizi burada zorla tutanlardır.”
Böylece tutsağın beyni, dolandırıcı şirket yöneticilerine saygı duyan, onu ise yeterince kurnaz olmadığı için kötü bir şekilde cezalandıran toplumun adaletsiz olduğu fikriyle tekrar tekrar dolup taşar. Ve dışarı çıktığı an çoğunlukla intikamını ilkinden daha ağır bir şekilde alır. İntikam, intikam doğurur.
Ondan alınan intikam üzerine, o da toplumdan intikam alır. Her hapishane, bir hapishane olduğu için, tutsakların fiziksel enerjilerini yok eder. Onlara kutup soğuklarından bile kötü davranır. Geçtiğimiz günlerde İngiliz Tabipler Birliği Kongresi’ndeki konuşmasında Miss Allen’ın gayet açık bir şekilde ortaya koyduğu gibi; temiz havaya duyulan istek, varoluşun monotonluğu, özellikle izlenim edinme isteği, tutsağın bütün enerjisini alır ve uyarıcılara (alkol, kahve) yönelik bir arzu üretir. Ve nihayet, anti-sosyal eylemlerin çoğu irade zayıflığına dayandırılabilir, hapishane eğitimi ise tamamen, iradeyi her ortaya çıktığı yerde öldürmeye yöneliktir.
Daha da kötüsü. Ben hapishane reformcularına ciddi anlamda, Amerikan hapishanelerinde 14 yıl tutulmuş ve deneyimlerini büyük bir samimiyetle kitabında anlatmış olan Alexander Berkman’ın “Hapishane Anıları”nı (Prison Memoirs)(2) okumalarını tavsiye ediyorum. Okuyan, eğer bu cehennemden kurtulmaya karar vermezse, dürüst duyguların nasıl baskılanması gerektiğini görecektir. 5-6 yıllık böylesi bir eğitimden sonra bireyin iradesi ve iyi niyetini arttıracak ne olabilir?
Ve serbest bırakıldıktan sonra, onlarla birlikteliği yüzünden hapse girdiği dostlarının yanına dönmecekse nereye gidebilir? Onu kendileriyle eşit görenler yalnızca o dostlarıdır. Ama eğer onlara katılırsa mutlaka birkaç hafta içinde geldiği yere geri dönecektir. Ve sonunda döner. Gardiyanlar bunu iyi bilir.
Bana sıkça “hapishaneler için nasıl reformlar öneriyorsunuz” diye soruluyor; şimdi, 25 yıl önce olduğu gibi, hapishanelerin nasıl düzeltilebileceğini gerçekten bilmiyorum. Onların temeline kadar yıkılması gerekir. Şöyle de denebilir ya da şöyle bir yol çizilebilir; her ne yapıyorsanız daha az zalim, daha fazla düşünceli olun. Ancak bu, şunu beraberinde getirecektir: Her hapishaneye müdür olarak bir Pestalozzi(3)ve gardiyan olarak da 60 Pestalozzi’yi görevlendirelim, ne kadar saçma olurdu. Ama bunun dışında hiçbir şey işe yaramaz.
Oldukça iyi niyetli Massachusetts hapishane görevlileri, önerilerimi sormak için yanıma geldiklerinde onlara tek söyleyebildiğim şuydu: Eğer hapishane sistemini tamamen ortadan kaldıramıyorsanız, o zaman kesinlikle çocukları ya da gençleri hapishanelerinize almayın. Eğer bunu yaparsanız, bu bir cinayettir. Ve sonra, hapishanelerin ne olduğunu deneyimleyerek öğrendikten sonra, gardiyan olmayı reddedin ve suçla mücadele etmenin tek doğru yolunun onu önlemek olduğunu anlatmaktan asla yorulmayın. Maliyetine, sağlıklı belediye konutlarında, okulda veya ailede, hem ebeveynlerin, hem çocukların; her kızın ve erkeğin bir meslek öğrendiği, komünal ve mesleki iş birliği, her türden uşraş için topluluklar ve her şeyden önemlisi gençlerde, insan doğasını ahlaki duyarlılığa taşıyabilecek bir özlemin, idealizmin gelişmesi. Bunlar cezalandırnanın asla yapamayacağı şeyleri başaracaktır.
Yazının orjinali için:
www.theanarchistlibrary.org/library/petr-kropotkin-prisons-universities-of-crime
Çeviri: Zeynel Çuhadar
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 40. sayısında yayınlanmıştır.
The post Anarşist Teori ve Pratik Tartışmaları (4): Suçun Yetiştirme Yurtları: Hapishaneler – Pyotr Alekseyevich Kropotkin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>