Colin Ward – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Sun, 16 Jun 2019 09:12:43 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Anarşizm ve Gençliğin Özgürleşmesi – Marc Silverstein https://meydan1.org/2019/06/16/anarsizm-ve-gencligin-ozgurlesmesi-marc-silverstein/ https://meydan1.org/2019/06/16/anarsizm-ve-gencligin-ozgurlesmesi-marc-silverstein/#respond Sun, 16 Jun 2019 09:12:43 +0000 https://test.meydan.org/2019/06/16/anarsizm-ve-gencligin-ozgurlesmesi-marc-silverstein/ Günümüz toplumunun çocukları benzersiz bir şekilde eziliyorlar ama ezilmeleri genellikle kendilerini ilerici ya da radikal olarak gören insanlar tarafından bile fark edilmiyor. Çocuklar ve yetişkinler arasındaki ilişkinin eşitsizlik ve zorlama üzerine kurulu olması; ırk, cinsiyet ya da cinsel yönelime dayanan diğer baskı biçimlerinden ayrı bir mesele olarak görülür çünkü her nasılsa doğal kabul edilir. Çocukların […]

The post Anarşizm ve Gençliğin Özgürleşmesi – Marc Silverstein appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Günümüz toplumunun çocukları benzersiz bir şekilde eziliyorlar ama ezilmeleri genellikle kendilerini ilerici ya da radikal olarak gören insanlar tarafından bile fark edilmiyor. Çocuklar ve yetişkinler arasındaki ilişkinin eşitsizlik ve zorlama üzerine kurulu olması; ırk, cinsiyet ya da cinsel yönelime dayanan diğer baskı biçimlerinden ayrı bir mesele olarak görülür çünkü her nasılsa doğal kabul edilir. Çocukların kendi kararlarını kendileri almayacağı ve işlerini kendileri yürütmeyeceği düşünülür çünkü deneyimden yoksun ve olgunlaşmamış oldukları varsayılır ve bu yüzden yetişkinlerin onlar üzerinde bir biçimde otorite uygulamaları meşru kabul edilir. Bireysel bağımsızlık, gönüllülük, örgütlenme özgürlüğü ve karşılıklı yardımlaşmaya dayanan anarşizm, anti otoriter bir ebeveynlik, öğrenim ve çocuk yetiştirme teorisini formüle etmek için ve çocukları baskıcı bir toplumdan özgürleştirme sürecini başlatmak için önemli bir rol oynayabilir.

Çocukların büyürken yüzleştikleri ilk otorite ebeveynleridir. Ebeveynler çocukları üzerinde doğumlarından 18 yaşına kadar yasal vasilik haklarına sahipler. Birçok ebeveyn çocuklarıyla olan ilişkileri konusunda hiyerarşik ve otoriter bir görüşe sahip. Çocuklarını mülkiyetleri gibi görüyorlar. Beslenecek, korunacak, düzene sokulacak, kısıtlanacak, disipline edilecek, uygun gördükleri şekilde ödüllendirilip cezalandırılacak mülkler olarak. Anarşistler, çocukları kendi başlarına otonom bireyler olarak görmeyen bu ebeveynlerine muhtaç çocuk kavramına karşı çıkarlar. Anarşist Mikhail Bakunin meselenin özünü şöyle ifade ediyor: “Çocuklar kimsenin mülkiyetinin bir parçası değildir; ne ebeveynlerin ne de toplumun. Onlar ancak kendilerinin özgür geleceğine aittir.”

Bazı ebeveynler çekirdek ailenin boğucu atmosferini “aşırı korumacı” ya da “çocuklarına aşırı düşkün” olduklarını söyleyerek meşrulaştırıyor. Toplumsal cinsiyet rolleri çekirdek aile ile birlikte yaratılır ve sağlamlaştırılır. Otoriter ideolojilerin yeni nesillere aktarılması da çekirdek ailede gerçekleşir. Çekirdek ailenin cinsellik üzerindeki püriten baskısının sonucu olarak nevrotik ve antisosyal kişilik bozukluğu da yine burada üretilir. Çoğu zaman ebeveynler çocuklarını hristiyanlık, müslümanlık vb. gibi kendi dinlerinin ya da cumhuriyetçi, demokrat vb. gibi belirli politik görüşlerin takipçisi olmaya zorlarlar. Yahudilikte 13 yaşına gelmiş oğlan çocukları genellikle “erkek olmanın” göstergesi olan bir törene zorlanır ya da buna mecbur bırakılır. Hanuka ve Noel çocukların katılmaya zorlandıkları ve kendi inanç ve fikirlerini seçme şanslarının verilmediği dini kutlamalardır.

5 yaşlarına doğru çocuklar “okullara” ya da anarşist yazar Bob Black’in yerinde adlandırması ile “gençlik toplama kamplarına” yollanıyor. Bu kurumlarda çocuklar her türlü “şüpheli” davranışı rapor edeceğinden emin olduğumuz öğretmenler tarafından yakından izlenir. Okulların amacı incelikli ya da çok da incelikli olmayan baskı biçimleriyle en ufak bir özgür düşünce ve bireysellik işaretini engellemektir. Eğer çocuklar “yaramazlık” yaparsa ofise gönderilerek, göz hapsine alınarak ya da kınama, uzaklaştırma, kötü notlar verilerek cezalandırılır. Bir çok özel ortaokul, lise ve çok sayıda devlet okulunda çocukların uyması gereken kıyafet kuralları vardır. Hatta bazen gömleklerini içeri sokmaya ya da kemer giymeye bile zorlanırlar. Dövmeler, boyalı saçlar, piercingler ve bağımsız bir kimlik oluşturmaya yarar ne varsa okul yönetiminin ve müdürlerin şiddetli düşmanlığı ile karşılaşır.

Yönetimin öğrencilerle olan ilişkisi neredeyse bir patronun işçisiyle olan ilişkisiyle aynıdır. Yönetim erki kurumun sahibidir, “davranış kuralları”nı belirler ve “üretken bir çalışma ortamı” yaratmaya çalışır. Otoriteye sahip olanları sorgulamak iyi bir fikir olarak kabul edilmez ve öğrencilerin öfkesi modern iş yerlerinde bulunan sarı sendikalardaki gibi kabul edilebilir biçimlere, öğrenci yönetimlerine ya da kurumsal öğrenci birliklerine kanalize edilir. Öğrenci yönetimleri küçük reform taleplerinde bulunabilir ama okulun varlığına dair sorular sormasının ya da anarşist eleştirinin gerektirdiği gibi baskının tümden feshine dair taleplerde bulunmasının imkanı yoktur.

Okullar ve hapishanelerin bu kadar benzeşmesi de oldukça ilginçtir. Hem hapishanelerde hem de okullarda şu kriterler geçerlidir: Otoriter bir yapı, kıyafet kuralları, bir yerden bir yere giderken geçiş izni, sessizliğe ve düzene verilen önem, negatif destekleme, davranış vurgusu, dışsal ödül sistemi, bireysel otonominin kaybı, kısıtlı özgürlük ve karar süreçlerinde katılımın azlığı.

Bu şu soruyu doğuruyor: Çocuklar günlük yaşamlarında yüzyüze geldikleri baskı biçimlerine karşı savaşmak için ne yapabilirler? En önemlisi okulda, evde ve işyerinde yaratılan yıkıcı bir atmosferde. (Lise öğrencileri genellikle McDonalds gibi düşük ücretli boktan işlerde çalışmaya zorlanıyorlar.) Ebeveynlerinin baskısı ya da yetişkinlerin davranışları hakkında nasıl hissettiğinizi diğer genç insanların bilmelerini sağlayın. Farkındalık gereklidir. Çocuklar bilmeli ki kendi varoluş koşullarını dayatan baskıcı bir sınıf tarafından benzersiz bir şekilde baskılanıyorlar. IWW tüzüğününün giriş bölümünden uyarlarsak; ezen ve ezilen sınıfların ortak hiçbir şeyleri yoktur.

İtaatsizlik küçük yollarla ifade edilebilir (iş yerinde küçük sabotajlar gibi); sadakat sözü vermeyi reddederek, dua etmeye katılmayarak (dini okullarda) veya okul ödevlerinde tarihten gençlik isyanları, Emma Goldman, Katie Sierra (Anarşist bir kulüp kurmaya çalıştığı ve ev yapımı savaş karşıtı bir tişört giydiği için okuldan uzaklaştırılan 15 yaşındaki bir anarşist) hakkında yazıp onları sınıfın önüne sunarak. Başkalarıyla konuşarak, okuyarak, düşüncelerini ve deneyimlerini paylaşarak kendin okulun dışında öğren. El ilanları yapabilir ve dağıtabilirsin ya da bunları okulun etrafına yapıştırabilirsin. Kendi başına ya da başkalarıyla birlikte fanzin çalışması başlatabilir, bunları okulda dağıtabilirsin. Reformist gözükseler bile sokağa çıkma yasağına, üniformaya vb. karşı sokak eylemleri, lise genel grevleri planlanabilir. Bunların gittikçe daha fazla öğrenciyi radikalleştirme olasılığı vardır.

Bir çok yaratıcı ihtimal var: Örneğin yaşadığım yere yakın anarşist bir grup, bir köpek kulübesi üzerinden “itaat eğitimi” yazan bir tabelayı söküp yerel okulun girişine astılar. Bu tarz şeylerin başarıya ulaşabilmeleri için ebeveynler ve yöneticiler daha öncekilerde olduğu gibi bundan paçayı sıyıramayacaklarını, eskiden baskı uyguladıkları çocuklar tarafından yakından izlendiklerini ve gençlerin üzerindeki güçleri ve otoritelerini yavaşça kaybettiklerini hissetmelidir. Ve karşılarındakilerin artık yumuşak başlı bir koyun sürüsü değil efendileri ortadan kaldırarak kendi hayatlarının kontrolünü ellerine almaya kararlı, farkındalığa sahip, zeki ve örgütlü bir gençlik olduğunu bilmeliler.

Anarşizm gençliğin özgürleşmesine dair çok şey sunuyor. Anarşizmin otorite karşıtlığı ve gönüllülük olan temel ilkeleri çocukları kölelikten ve esaret durumundan kurtaracak olan güçlü araçlardır. Ayrıca anarşizm, gençlik özgürleşmesine yalnızca ebeveyn baskının feshiyle yetinmeyip özgürlükçü alternatifler yaratmayı teklif eder. Bu, eski toplumun kabuğundan yeni bir toplum yaratan devrimci ikili güç stratejisinin bir örneğidir. Resmi görüşe aykırı olarak, öğrenim okul ile aynı şey değildir ve çocuklar öğrenmek, büyümek ve kendilerini geliştirmek için tümüyle özörgütlü altyapılara sahip tam eşitlik ve özgürlüğe dayalı karşı kurumlar yaratabilirler. Sınıfların gönüllü olduğu, çocukların başkalarıyla -çocuk ya da yetişkin- bu konuda kimin yetkinliği var ise onunla birlikte belirli bir konu üzerine çalıştıkları “özgür okullar” gerçekten yaratılabilir. Colin Ward’ın Eylemde Anarşi kitabına eklediği gibi bunlar artık okul değil, “halkın özgürleşme laboratuvarları” olacaktır.

Marc Silverstein

Çeviri: Ahmet Soykarcı

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 50. sayısında yayınlanmıştır.

 

The post Anarşizm ve Gençliğin Özgürleşmesi – Marc Silverstein appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/06/16/anarsizm-ve-gencligin-ozgurlesmesi-marc-silverstein/feed/ 0
Kitap : Pyotr Kropotkin -Tarlalar Fabrikalar ve Atölyeler Yarın https://meydan1.org/2014/05/24/kitap-pyotr-kropotkin-tarlalar-fabrikalar-ve-atolyeler-yarin/ https://meydan1.org/2014/05/24/kitap-pyotr-kropotkin-tarlalar-fabrikalar-ve-atolyeler-yarin/#respond Sat, 24 May 2014 13:43:47 +0000 https://test.meydan.org/2014/05/24/kitap-pyotr-kropotkin-tarlalar-fabrikalar-ve-atolyeler-yarin/ Cenazesi, Bolşevik Rusya’da anarşistlerin son kitlesel gösterisiydi. Cenaze töreninde açılan pankart, anarşist mücadeleyle bütünleşmiş, özgürlük tutkusuyla dolu bir yaşamı, Kropotkin’i anlamak açısından önemliydi: “Otoritenin olduğu yerde özgürlük yoktur.” Kropotkin’in 1888-1890 yılları arasında kaleme aldığı ve 1899’da kitaba dönüştürülen makalelerden oluşan Tarlalar, Fabrikalar ve Atölyeler-Yarın Sibel Sevinç’in çevirisiyle geçtiğimiz Nisan ayında Kaos Yayınları tarafından basıldı. Colin […]

The post Kitap : Pyotr Kropotkin -Tarlalar Fabrikalar ve Atölyeler Yarın appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Cenazesi, Bolşevik Rusya’da anarşistlerin son kitlesel gösterisiydi. Cenaze töreninde açılan pankart, anarşist mücadeleyle bütünleşmiş, özgürlük tutkusuyla dolu bir yaşamı, Kropotkin’i anlamak açısından önemliydi: “Otoritenin olduğu yerde özgürlük yoktur.”

Kropotkin’in 1888-1890 yılları arasında kaleme aldığı ve 1899’da kitaba dönüştürülen makalelerden oluşan Tarlalar, Fabrikalar ve Atölyeler-Yarın Sibel Sevinç’in çevirisiyle geçtiğimiz Nisan ayında Kaos Yayınları tarafından basıldı. Colin Ward’ın önsözü, ekleri ve editörlüğüyle hazırlanan kitap beş bölümden oluşuyor.

Kitabın ilk bölümünü oluşturan “Sanayi’nin Desantralizasyonu”nda Kropotkin, kapitalizmin çok da önemsenmeyen bir özelliğini tartışmaya açıyor. Kapitalist sistemin yarattığı merkezler ve bu merkezlerde hem sermayenin hem de malların birikmesi meselesinin, sanayinin gelişiminin doğal bir evrimi olduğu düşüncesini eleştiriyor.

Adam Smith’in Milletlerin Zenginliği ile teorisini oluşturduğu bir düşünceyi, farklı coğrafyalarda yaşayan insanların farklı mallar üretmek için sınıflara ayırılmasının sorgulandığı bölümde, Kropotkin kapitalizmin tüm insanlığı ulus bazında atölyelere böldüğü tespitinde bulunuyor. Bu uluslararası işbölümünün kendiliğinden hammadde sağlayan coğrafyalar, bu hammaddeleri işleyen coğrafyalar; dolayısıyla ekonomik açıdan eşitsiz bir uluslararası sisteme dönüşeceğine ilişkin bir tespitte bulunuyor. “İnsanlığın tüm ırkları, Avrupa’nın ihtiyacı olan temel gıda maddelerinin yanı sıra lüks yiyecekleri, gündelik giysilerin yanı sıra kıyafet balolarında giyilen elbiseleri temin etmek için üzerine düşeni yaparken, Avrupalılar da karşılık olarak yüksek zekasının, teknik bilgisinin, güçlü ticari ve endüstriyel örgütlenme yeteneklerinin ürünlerini geri kalanlara gönderiyor! Bu tam bir kabus değil mi?”

Sanayinin desantralizasyonu ile Kropotkin, kendi ihtiyaçlarını kendisi karşılayan bir ekonomik yapılanma öngörürken, uluslararası alanda yaşanan merkezileşmenin yerine federatif bir ekonomik örgütlenmenin gerekliliğini vurguluyor.

Bu örgütlenmenin tarımla olan ilişkisini vurguladığı ikinci bölüm “Tarımsal Olanaklar”. Malthus’un çoğunluğun yoksulluğunun bir doğa yasası olduğu iddiasıyla gelişen siyasal iktisatın yaşam için gereken kaynakların yetersizliği ve sınırlılığı hipotezine karşı Kropotkin, tarıma yeterli önem verildiği takdirde toplumun ihtiyaçlarının karşılanabileceğinden bu bölümde bahsediyor. Özellike sanayinin tarım alanlarını yokederek genişlemesinin altını çizerek, kendi ihtiyaçlarını karşılayan bölgelerin tarımsal alanlara dikkat etmesi gerektiğinden bahsediyor. Bu uyarıyı sadece makro düzeyde değil; ayrıntılı tarım yöntemlerinden, tohum dikme tarzına detaylandırılmış ve yöntemlerin uygulandığı yerlerdeki verimlilik oranları gözönünde bulundurarak önerilerde bulunuyor. İkinci bölüm, Kropotkin’in tarım bilgisini konuşturduğu bir bölüm.

“Küçük Sanayi ve Sanayi Köyleri” ilk iki bölümün birlikte işlemesi gerektiğini savunan üçüncü bölüm. Eski şehirlerde tarım ve sanayinin içiçe geçtiği vurgusuyla, yeni şehir tarzının tarlaları ıssızlaştırdığını vurguluyor Kropotkin. Bu ıssızlaşmanın zor kullanılarak topraktan uzaklaştırılan milyonlarca emekçinin iş aramak için şehire gelmesiyle sonuçlandığını aktarıyor. Dolayısıyla, Kropotkin ekonomide köklü bir yeniden yapılanmaya ihtiyaç olduğunu söylüyor. Köy ve şehiri, tarım ve sanayiyi biraraya getirecek; ara üretim alanlarından ve ara yerleşim alanlarından bahsediyor. Atölyelerin bu noktada ortada olma durumunu irdeliyor. Tam anlamıyla sanayi üretimi gibi olmayan, öte yandan tarım ekonomisinde kalmayan, her ikisinden de özellikler taşıyan atölyelerin sanayinin olanaklarını kullanan ama köyle ilişkisi sayesinde komün ruhunu koruyan yapısının önemsenmesi gerektiğini vurguluyor.

Bu ekonomik örgütlenmenin Kropotkin tarafından vurgulanması sadece toplumsal ihtiyaçların sermayenin yoğunlaşmasına izin verilmeden karşılanabilir bir model olması değildir.”Kapitalist Merkezileşme” Marx gibi dönemin muhalif ekonomistleri tarafından savunulsa da, işçilerin menfaati için savunulmasının doğru olmadığını söyleyen Kropotkin, 11 saat çalışan ücretli işçilerin konumu düşünerek bu yeni ekonomik modeli önermektedir.

Üçüncü bölümde ayrıntılarıyla savunduğu ekonomik yapının temelinde, üreticinin kendisi için üretme zorunluluğu ilkesi vardır. Dolayısıyla dördüncü bölümde işlenen, bu ekonomik yapılanmanın öznesidir. “Kafa ve Kol Emeği” başlığı altında, sadece ekonomik değil yeni bir yaşamsal örgütlenmenin yeni öznesini tasvir etmeye koyulur. Kafa ve kol emeğinin iç içe geçtiği model, günümüz mavi yaka-beyaz yaka ayrımlarını ortadan kaldırmakla kalmaz. Aynı zamanda “iş”in ne, “işçi”nin kim olduğu sorusuna da yanıt arar. Bu noktada “iş”, “düşündüğünü eyleyen insan faaliyeti”nden ayrılır. “Modern sanayinin başlangıcındaki işçilerin dehası, bizim profesyonel bilim insanlarımızda eksikliği hissedilen şeydir.” derken “emek” insan yaratıcılığı ve insan ihtiyacının uyumlu bir faaliyeti olarak belirir. Yeni toplumdaki yeni öznenin özelliği budur.

Colin Ward’ın bölüm sonlarındaki yorumları ve tespitleriyle sunduğu katkı, günümüz ve eskisi arasında sağlıklı bir kıyaslama yapmaya olanak verse de, bölüm sonlarındaki yorumların yapacağı yönlendirmeden kendimizi uzak tutarak Kropotkin’i anlamaya çalışmak sadece kapitalizmin evrimini değil, toplumsal devrimin nasıllığını kafamızda canlandırmaya olanak veriyor.

[email protected]

Serhat Yaşar

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 18. sayısında yayımlanmıştır.

The post Kitap : Pyotr Kropotkin -Tarlalar Fabrikalar ve Atölyeler Yarın appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/05/24/kitap-pyotr-kropotkin-tarlalar-fabrikalar-ve-atolyeler-yarin/feed/ 0