The post Çözüm Süreci’nde Kurulan “Yaşayan Diller Enstitüsü” Kapatılıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Mardin Artuklu Üniveritesi’ne bağlı Yaşayan Diller Enstitüsü için üniversite senatosu kapatma kararı aldı. Karar onay için YÖK’e gönderildi
Mardin Artuklu Üniversitesi’nde çözüm süreci döneminde kurulan Yaşayan Diller Enstitüsü için üniversite senatosu kapatma kararı aldı. 2009 yılında eğitime başlayan enstitüde Kürt Dili ve Kültürü anabilim dalı kurulmuş, sonraki yıllarda Süryanice ve Arapça yüksek lisans dalları açıldı. Zaman içerisinde Kürtçe geri planda kalmış ve Arapça popüler hale gelmişti. Üniversite senatosu son toplantıda Enstitü’nün kapatılması kararı aldı ve karar onay için YÖK’e gönderildi.
2019-2020 yılı için öğrenci alma duyurusu yapılmıştı.
The post Çözüm Süreci’nde Kurulan “Yaşayan Diller Enstitüsü” Kapatılıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post 21. YY. Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: “Savaşı Görmeyip “Barışa Bak”anlar” – Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>“Hükümetten bağımsız” ve “sivil” bir oluşum olarak ortaya çıktığı iddia edilen projenin yankıları sürerken, “Barışa Bak”ın amaçlarını, imzacılarını ve “ne yöne baktığı”nı tartışmakta fayda var.
Başlatılan bu projeyle “barışa bak”ma iddiasını taşıyanlar, yaşadığımız coğrafyada on yıllardır yaşanan savaşın, topraklarından edilen binlerce insanın, kaybedilen ve katledilen bir halkın hesabını yapmanın da ötesinde yaşamını savunmak için direnenleri -tıpkı iktidarın yaptığı gibi- “provakasyon”larla ve “darbe girişimleri”yle suçlarken; projeyle çizilmek istenen “barış”, tam da hükümetin Yeni Türkiye şablonuna bakarak çiziliyor. Devletin çözüm adı altında Kürt halkına yönelik işlettiği inkâr ve imha politikasına karşı girişilmiş mücadeleyi, barıştan uzaklaştırma olarak ilan eden “barışsever”lerin barıştan anladıklarının ne olduğu açık. AKP hükümetine yönelik müteşekkirliklerini her fırsatta dillendiren “Barışa Bak”çılar, kardeşlik altında devletin gizli stratejilerinin sürdürücüsü konumunda. Meşruluklarını, “biz ne o taraftanız, ne bu taraftanız” diyerek dayandırdıkları pozisyonlarıyla; devletçi algıyı farklı bir yerden zihinlere kazımaya, Kürt halkının mücadelesinin altını boşaltmaya çalışıyorlar.
Genellikle iktidar yanlısı akademisyen, yazar ve gazetecilerden oluşan “Barışa Bak” çağrıcıları toplam 69 imzadan oluşuyor.17 Aralık sürecinde iktidar paydaşları arasında belirginleşen AKP-Cemaat ayrışmasında, safını “paralel yapıya karşı seçilmiş hükümetten yana” koyan Barışa Bak projesi çağrıcılarından bazılarının, “iktidar yanlısı performanslarıyla” kısa özgeçmişleri şöyle:
Yıldıray Oğur
ODTÜ Siyaset Bilimi mezunu olan Yıldıray Oğur, 2003 yılında Genç Siviller hareketinin kurucuları arasında yer aldı. Radikal, Taraf gazeteleri ile Birikim dergisinde yazılar yazan Oğur, 2013 yılında, iktidarı açıktan destekleyen Türkiye gazetesinde yazmaya başladı. Türkiye’de yazmaya başladıktan sonra Erdoğan’ın fiili danışmanı haline gelen Oğur’un köşe yazıları, Erdoğan’ın bazı mitinglerinde tarihsel alıntılar yaptığı temel kaynak oldu.
Kobanê Direnişi süresince yazdığı köşe yazılarında, “çözüm süreci”nin muhataplarından Kürt hareketini eleştirmiş; devletle aynı perspektifte, devlet-polis şiddetinden kaynaklanan ölümlerden, hareketi sorumlu tutmuştu. Bu beyanlar, Yıldıray Oğur’un iktidarla yaşadığı söylemsel uyumun daha da belirginleşmesini sağladı. Meydan Gazetesi’nin yine aynı bölümünde “akil heyeti”ni deşifre ederken yer verdiğimiz Oğur, devletin “barış” söyleminin en önemli yaratıcılarından.
Oral Çalışlar
Aydınlık çevresinden eski bir sosyalist olan Oral Çalışlar bugüne dek Cumhuriyet, Taraf, Radikal gibi siyasi yelpazenin farklı kulvarlarından birçok gazetede köşe yazıları yazdı. “Akil İnsanlar” heyetinde yer almasının ardından iktidarla olan ilişkisini belirginleştiren TESEV üyesi Çalışlar, şimdilerde de liberal yazarların kendilerine yer bulduğu “serbestiyet.com” sitesinde yazıyor.
Orhan Miroğlu
1970’li yıllarda Kürt hareketi içerisinde yer alan; 1980 yılında girdiği cezaevinden 1988 yılında tahliye olan Miroğlu, Ülkede Özgür Gündem, Özgür Politika, Birgün ve Taraf gibi gazetelerde köşe yazarlığı yaptı. 2010 yılındaki Anayasa Referandumu sürecinde iktidara yakınlaşan Miroğlu, bu yakınlaşmayı ilerleyen yıllarda öylesine içselleştirdi ki; kendi geçmişini bile inkâr etmeye başladı. 12 Eylül döneminde, tutsak kaldığı Diyarbakır Cezaevi’nde sistematik işkenceye maruz kalan Miroğlu, yakın dönemde katıldığı bir TV programında “Devlet eliyle sistematik işkence kesinlikle yoktur!” diyerek, bu içselleştirmeyi somutluğa kavuşturdu.
Yaşadığı “politik değişiklik”in ardından, sınırlı sayıda gazetecinin binebildiği Erdoğan’ın uçağında kendisine yer buldu ve 2012 yılından itibaren iktidara yakınlığıyla bilinen Star Gazetesi’nde yazmaya başladı.
Nagehan Alçı
Boğaziçi Üniversitesi siyaset bölümü mezunu olan Nagehan Alçı, Hürriyet, Milliyet, Akşam gibi gazetelerde köşe yazarlığı ve Kanal D, Fox, CNN Türk gibi kanallarda da programlar yaptı. “Akil” heyette yer alan Alçı da, Barışa Bak projesi içerisindeki çoğu isim gibi, “zaman içerisinde saf değiştiren”lerden.
2009 yılında yazdığı “Bir Delikanlılık Portresi: Tayyip Erdoğan” yazısında Erdoğan’ı çokça eleştiren Nagehan Alçı; özellikle 17 Aralık sonrası, iktidarın hararetli savunucularından biri haline geldi.
Etyen Mahçupyan
Liberalliğiyle bilinen Etyen Mahçupyan, başbakan Davutoğlu’nun başdanışmanlığını yürütüyor.1996 yılına kadar kendi şirketlerinin yöneticiliğini yapan Mahçupyan, 1997’de Radikal’e, 2001’de ise Zaman’a geçti; siyasal çizgisinin “ne hızla” değiştiğini açıkça gösterdi.
TESEV Demokratikleşme Programı’nın 2012’den beri başkanı konumunda bulunan Etyen Mahçupyan, Hrant Dink’in 2007 yılında öldürülmesinden sonra Agos gazetesine geçmişti. Geçtiğimiz Mayıs ayından bu yana ise, iktidar yanlısı patron Ethem Sancak’ın gazetesi Akşam’da yazıyor.
Sinan Çetin
“Hiçbir düşünce kutsal değildir, her düşünce değişir ve gelişir, embesillerinki hariç” şeklindeki konuşmalarıyla, bir sosyalistten bir kapitaliste dönüşümünü rasyonalize eden Sinan Çetin; Plato adlı şirketinin patronluğunu yaparken, aynı zamanda emlak sektörüne de el atmış durumda. Cihangir’de sahip olduğu çok sayıda gayrimenkul üzerinden emlak ticaretine girişen Çetin, sektördeki “rant dostları”ndan Ali Ağaoğlu’nun da reklamlarını çekiyor.
Barışa Bak projesinin imzacılarından Atilla Yayla ile birlikte de bir yayınevinin patronluğunu yürüten Sinan Çetin, katıldığı her programda iktidar güzellemesi yapmaktan geri durmuyor.
Markar Esayan
AKP-Cemaat kavgası öncesi Taraf gazetesinde yazarlık ve yayın koordinatörlüğü yapan Markar Esayan, yaşanan ayrışma sonrasında Yeni Şafak’ta yazmaya başladı. Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde “Affedersiniz benim için de çok çirkin bir şekilde Ermeni dediler” şeklinde konuşan Erdoğan’ı, “Biz Ermeniyiz, tecrübe ile sabit, hakiki ırkçıları gözünden tanırız; merak edilmesin. 12 yıldır AK Parti’ye destek veren bir Türkiyeli olarak, bu pazar da Yeni Türkiye için Erdoğan’a oy vereceğim.” sözleriyle aklamıştı. %10 barajı tartışmalarında AKP’nin yanında yer alarak, barajın kaldırılmasına yönelik tepkisini gösteren Esayan, HDP’den de bağımsız adaylarla seçimlere girmesini istemiş. İstikrar sürsün diye…
Rasim Ozan Kütahyalı
“Havuz medya” grubu gazetelerinden Takvim ve Sabah’ta köşe yazarlığı yapan Rasim Ozan Kütahyalı, Melih Gökçek’in sahibi olduğu Beyaz TV’de de futbol yorumcusu. Nagehan Alçı ile olan evliliğinden doğan çocuklarının “isim babalığı”nı Erdoğan’a yaptıracak kadar iktidarla “içli dışlı” olan Kütahyalı, kendi jenerasyonundan birçok yazar gibi, devrimcilere ve devrimci mücadeleye olan kinini kusmaktan geri durmuyor. “Ben bu devlet için kellemi ortaya koyanlardanım!” diye ifadelerini dillendirmekten geri durmayan Kütahyalı, futboldan siyasete engin bilgi birikimlerini, hükümetin ona sunduğu tüm olanaklardan yararlanarak anlatmaktan geri durmuyor.
Cengiz Alğan
“Barışa Bak” projesinin fikir sahibi denilebilecek Cengiz Alğan, eski bir DSİP yöneticisi. 2010 referandumunda “Yetmez Ama Evet” diyenlerden biri olan Alğan, 17 Aralık Yolsuzluk Operasyonu’ndan sonra, iktidar tarafındaki duruşunu iyice belirginleştirmiş; yolsuzluk operasyonun bütününü “seçilmiş hükümete darbe” şeklinde tanımlamıştı. Şimdilerde açıkça sürdürdüğü bu iktidar destekçiliğini Taksim-Gezi Direnişi sürecinde başlatan Cengiz Alğan, ortaya çıkan videolarda polisin sıktığı mermiyle katledildiği açıkça görülse de, Ethem Sarısülük’ün “karanlık güçlerce” öldürüldüğünü söylemişti.
Halil Berktay
“Barışa Bak” projesinin bir başka çağrıcısı, Oral Çalışlar gibi Aydınlık hareketinden olan eski sosyalist Halil Berktay, şimdilerde liberal bir akademisyen olarak tanınıyor. Çeşitli üniversitelerde öğretim üyeliği yaptı, bir dönem Taraf gazetesinde köşe yazıları yazdı, son dönemlerde ise iktidarı destekleyen isimlerin bir araya geldiği serbestiyet.com’da yazmaya başladı. Kendini anti-anti AKP’ci diye tanımlayan Halil Berktay, Taraf gazetesinde yazdığı dönemde 1 Mayıs 1977 katliamına ilişkin ortaya attığı bir iddia ile de gündeme gelmişti. Devlet tarafından gerçekleştirilen ve 36 kişinin yaşamını yitirdiği 1 Mayıs 1977 katliamına ilişkin Halil Berktay, “devrimci iki grubun çatışması” yorumunda bulunmuş; dolayısıyla bu katliamda kendince “devleti aklamıştı.”
Merve Arkun
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında yayımlanmıştır.
The post 21. YY. Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: “Savaşı Görmeyip “Barışa Bak”anlar” – Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Keenlemyekün” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Demokrat olmamamızın sebeplerinden biri de, demokrasinin eninde sonunda savaşa ya da diktatörlüğe yol açmasıdır. Fakat diktatörlük destekçisi de değiliz; çünkü başka birçok sebebin yanı sıra, diktatörlük her zaman demokrasi isteğini uyandırır, demokrasiye geri dönüşü kışkırtır ve böylece halkların sahte özgürlükle açık ve vahşi tiranlığın arasında sürekli gidip geldiği kısır döngüyü sürdürür.
Errico Malatesta, 1924
Seçimler siyasal gündemimizden çıkalı bir hayli olmuş. Özlemişiz. Seçim tartışmaları, neyse ki bu sefer biraz erken başladı! 2015 Haziranı’nda yapılması planlanan seçimlerin, Nisan ya da Mayıs gibi yapılması konuşuluyor şimdilerde. Yani en azından hükümetin niyeti bu yönde. Hükümetin son süreçlerde niyetleri ve bu niyetlerini gerçekleştirmesi arasındaki ilişki incelendiğinde, ne kadar başarılı olduğu su götürmez! Erken seçim tartışmaları, özellikle çözüm süreci paralelinde yapıldı. Davutoğlu, çözüm sürecinin “inşallah” seçimlerden önce nihai noktaya getirileceğini vurguladı. Hükümetin çözüm süreci politikalarının olumlu ya da olumsuz sonuçlarının, seçim sonuçlarına etki edeceği bu kadar açıkken, tartışmaların zemini Haşim Kılıç’ın son açıklamalarıyla seyir değiştirdi.
Seçim Dönemlerinin Paket Tartışması: %10’luk Baraj
Aslında seçim barajı tartışmaları, her seçim döneminde tekrar ortaya çıkan “paket tartışmalar”dan biri.
1974’ten darbe dönemine kadarki süre içerisinde, her iki yılda (hatta bazen aynı yılda) bir değişen Bülent Ecevit/Süleyman Demirel hükümetlerinin yarattığı iddia edilen “siyasi istikrarsızlık” ortamının normal bir sonuçlarından biri darbeyse, diğeri seçim barajı.
1980 darbesinin alametifarikalarından biri olan %10’luk seçim barajı, her seçim döneminde bir yanda siyasi istikrar öte yanda demokratik rejim kutupları ekseninde tartışılıyor. Bizzat AKP’nin seçim dönemlerinde dillendirdiği “vesayetçi dönem”le ilişkilendirilen bu uygulamanın kaldırılmasında, iktidar partisinden muhalefet partisine herkes hem fikir! Öyleyse tartışılan ne?
Bu sistem oluşturulurken Kenan Evren ve arkadaşlarının mantığı, ordunun ideolojisiyle zıt düşmeyen (belki askeri kökenli) siyasetçinin kuracağı istikrarlı bir tek parti çoğunluğu, parlamentoda bu hükümetin konumunu sarsamayacak sayıda parti olması ve Kürt halkının parlamentoya parti gönderme ihtimalinin engellenmesi üzerine yoğunlaşmıştı.
Mevcut hükümetin, askeri vesayetle hesaplaştığını iddia ederken eleştirdiği seçim barajını, kendi siyasal iktidarını arttırma ve pekiştirme adına kullanmaktan çekinmediğini/ çekinmeyeceğini baraj tartışmaları üzerinden görmekteyiz. Parlamentoda suni bir çoğunluk, kullanabildikleri ölçüde tüm siyasi partilerin kullanmak isteyeceği bir durumdur. Bu siyasal iktidar, meşruiyetini, üzerine kurduğunu iddia ettiği “millet iradesi”ne dayandıramaz. AKP’nin paket tartışmadaki konumu, açık bir şekilde “İstikrar sürsün, Türkiye büyüsün!” saçmalığından ibarettir.
Demokratik Rejim Cephesi ve Haşim Kılıç
Avrupa Konseyi tarafından organize edilen bir konferansta Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, %10’luk seçim barajına ilişkin kanun hükmünün değişmesi için yapılan başvuruları değerlendirdikleri açıklamasında bulundu.
BBP ve SP’nin, meselenin gündem olmasından önceki başvurularına, gündemde payına düşeni alma hesapları yapan ana muhalefet, CHP İstanbul milletvekili Umut Oran’ın bireysel başvurusuyla hamle yaptı. Kılıçdaroğlu, söylemlerinin merkezini giderek bu meseleye çekerken, demokratik bir rejimin olmazsa olmazı olarak yeni akıllara gelen mesele, “paket tartışmalar”a uygun bir ortamda ilerletiliyor. Hatta TÜSİAD Başkanı Haluk Dinçer bile, barajın düşürülmesinden yana olduğunu açıklayan bir açıklama yaptı. “Demokratik rejim” yanlısı STK’ların açıklamaları, yine de hükümeti rahatsız edecek bir tonda değildi, ya da artık buna özen gösteriliyor.
Haşim Kılıç’ın, barajın düşürülmesi yönündeki ısrarı, AKP’nin totaliter hamlelerine karşı demokrasi savunuculuğu yapanlar için, bu seçimlerde tutunulacak tek dal konumunda.
Seçim gündeminin bu “usül” sorunu etrafında tartışılmaya başlanması, çok geçmeden AKP kanadından karşılandı. Karşılığın bu kadar sert olması, hükümetin, yapılması tartışılan “usül değişiklikleri”ne çok sıcak bakmadığının en açık ifadesi. Keza, TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı AKP’li Burhan Kuzu, seçim barajına ilişkin yaptığı açıklamayla, AKP’nin asıl tavrının ne olacağını belirtti. Bu tavır, sadece mevzubahis meselenin gündemleşmesiyle oluşan bir tavır değil. Bu, iktidarını giderek arttıran bir partinin, ideolojisinin ne olduğunun açıklamasıydı.
Keenlemyekün
Keenlemyekün, hukukta bir deyimdir. “Baştan itibaren anlam ifade etmez” gibi türkçeleştirilebilir. Yani “yok hükmünde” anlamına gelir. Bir olayın meydana gelmediğini varsayar. Burhan Kuzu’nun %10’luk baraj kaldırılırsa, kararın keenlemyekün olacağını ve uygulamayacaklarını söylemesi; kuvvetler ayrılığı ya da birliği ilkesinin, bir parti için ne kadar kullanışlı olabileceğinin en iyi göstergesi. Tabi manevra yapmayı bilene! Kuzu, partisinin ahkam kesme politikasını devam ettirerek, seçim barajının indirilmesi durumunda Anayasa Mahkemesi’ni ‘kalsın mı, gitsin mi?’ noktasına getireceğini belirtmekten de geri durmuyor.
Seçim barajı üzerinden konuşulmaya başlanan seçim gündemi, altı ay öncesinden halihazırda önümüzde duruyor. Seçim barajının yüzde kaç olacağı ve seçimleri hangi partinin kazanacağı tartışmalarının gölgesinde kalan siyasal gerçeklik, bu gölgeden çıkartılmalı.
Siyasi, ekonomik ve sosyal baskılara maruz bırakılan kesimler, siyasal ifade bulma noktasında keenlemyekün ilan ediliyorken; baraj tartışmaları da, seçim tartışmaları da, ezilen kesimler için anlamsızdır. Bu siyasal iktidardan nemalanacaklar, ana muhalefetiyle iktidarıyla seçim gündemini tüm siyasal gerçekliklerin önüne taşımayı, tüm siyasi-ekonomik-sosyal sorunlara çözüm olarak seçimleri göstermeyi amaçlamaktadır.
Farklı iktidar odaklarının konumlarını korumaları için illa meşruiyet aramadıklarının deneyimlendiği zamanlardayız. İşçi cinayetlerinin geçici ve alışılan gündemler sayıldığı, kadın katliamının her geçen gün büyüdüğü, ekonomik sömürünün ve yolsuzluğun, ekolojik talanın pekiştiği bir zamanda; tüm sorunlara parlamentoda çözüm arayacaklara, hatırlatılması gereken koca bir toplumsal devrimler tarihi var.
Siyasi istikrardan meşruiyetini alan totaliter rejim ve demokratik rejim arasındaki ilişki, birbirinin zıttı olmaktan çok, destekleyicisi konumundadır. Bu, yoldaş Malatesta’nın da vurguladığı gibi, kısır bir döngüdür. Bu kısır döngüyü yıkacak, keenlemyekün ilan edilen ezilenlerin yaşamlarının gerçekliğini var edecek bir öz-örgütlülüğe ihtiyaç vardır. Devrimci ve anarşist bir hareket, toplumsal devrimler tarihinde her zaman bunun adı olmuştur.
Hüseyin Civan
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında yayımlanmıştır.
The post “Keenlemyekün” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Devletin Kürtlerle BarışMA Politikası – Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Hükümet adım at şiarıyla gerçekleştirilen mitinglerde barış sürecinin ilerlemesi ve hükümetin bu yönde ki adımlarının bir an önce gerçekleşmesi hedeflenmektedir. Bu mitinglerle Erdoğan’a sözünü tutması yönünde çağrılar yapılmaktadır. Ancak Lice de olduğu gibi görülüyor ki AKP barış için adım atmayı değil, kurşun sıkmayı seçmiştir.
AKP iktidarının Ortadoğu da izlediği savaş politikaları sonucu geçtiğimiz Mayıs ayında Antakya Reyhanlı’da şiddetli bir patlama yaşanmıştı. Savaş mağduru Suriyeli mültecilere yardım gerekçesiyle “Özgür Suriye Ordusu”nu silahlandıran, Antakya’daki kamplarda eğiten ve Suriye’ye gönderen, yaralı ÖSO militanlarına sağlık hizmeti veren AKP iktidarı, uzun bir süredir Esad rejimine yönelik Suriye’de iç savaşı kışkırtıyordu. Antakya Reyhanlı’daki sınır güvenliği ÖSO militanlarına terk edilmiş durumdaydı. Eli silahlı militanlar hiçbir denetim ve kontrol olmaksızın şehir içinde serbestçe dolaşıyorlardı. AKP’nin Suriye politikası Reyhanlı ‘da yaşanan katliamda medyaya koyduğu yayın yasağı, hem öldürülen hem yaralanan sivillerle ilgili eksik ve yanlış beyanlar, hem de katliamın sorumluları olarak uyuşturucu ve silah kaçakçılarının gözaltına alınıp göstermelik sorgulanması gibi bir dizi oyalamayla sürdü. AKP’nin Suriye’ de izlediği savaş politikası Reyhanlı’ da sivil halkın katledilmesi olarak hafızalara kazındı.
“Barış süreci” yeni bir savaş politikası mı?
Medyanın Reyhanlı katliamını unutturmak için sarf ettiği çaba ve hükümetin alkol yasağı gündemini servis etmesiyle iyice manipüle edilmiş katliam yerini ardından hızla yükselen can alıcı mesele ‘barış süreci’ olarak adlandırılan gündeme bıraktı. Bu kez AKP iktidarı yıllardır T.C.’nin Kürt halkına yönelik sürdürdüğü savaşı kendi savaş politikasıyla sürdürerek barış adıyla halkın karşısına dikmiştir. Savaşın tümüyle sonlandırılması, karşılıklı gelişen müzakerelerin neticelendirilmesi, tarafların ve halkın sürece iknasıyla beraberinde birçok hassasiyeti içinde barındıran süreç yani barış süreci geldiğimiz noktada AKP’nin savaş politikasında eritilmek istenen bir sürece dönüşüyor.
Kürt halkının Abdullah Öcalan’ın açıklamalarıyla yeni bir başlangıç olarak gördüğü barış süreci Kürdistan Özgürlük Hareketi tarafından da desteklenerek her şeye rağmen ilerlemektedir. Abdullah Öcalan’ın her defasında bu yeni sürecin Kürt halkı tarafından biçimlendirilmesi gerektiği görüşü ise barışta ısrarı vurgulamaktadır. Yaşamın yeniden inşası olarak tanımlanan süreç hem Kürdistan ‘da hem de batı Kürdistan da kendini gerçekleştirmektedir. Abdullah Öcalan’ın demokratik modernitesi Kürdistan Özgürlük Hareketinin yeni modeli olarak savunulmaktadır. Yani artık Kürtler yeni mücadele biçimi olarak silahları bırakarak yaşamsal olana sarılmak istemektedir.
Barış sürecinde devletin tezatlığı
Neticede Kürt tarafı barışta kararlıdır ve gereken adımları atmaktadır. Bölgedeki gerillanın bölgesel ve aşamalı olarak çekilmesi, Kürt siyasetçilerinin sürece yaklaşımı bu adımları hızlandırmak için atılmış çabalar olarak değerlendirilmelidir. Ancak AKP hükümeti sürecin gereğini yerine getirmeyerek bir başlangıç adımı dahi atmamıştır. Kürdistan’ da mevcut olanın dışında yeni karakolların yapılması ve koruculuğun kaldırılmaması böylesi bir süreçte muamma yaratmaktadır. Özellikle bu konularda AKP’nin yaptığı “eski karakolları yeniliyoruz”, “korucular maaş alamadıklarında mağduriyet yaşayacaklardır” gibi geçiştirici açıklamalar oluşan muammanın daha da artmasına neden olmaktadır. Muamma devam etmektedir çünkü hükümet yaşanan sürece tezat davranmayı sürdürmektedir. Başbakan Erdoğan yaptığı açıklamalarda ısrarla gerillanın sınır dışına çekilmediği vurgusu yapmaktadır ve askeri güçleri bölgede konumlandırmak istemektedir. Aynı zamanda terörle mücadele kanununa yönelik bir düzenlemenin henüz tartışmaya açılmaması da bir diğer muammadır. BDP’nin sıkça gündeme taşıdığı KCK tutuklamaları ile ilgili Kürt siyasetçiler, Kürt gazeteciler ve diğer tutukluların durumuna ilişkin de çözücü bir adım atılmamıştır. AKP demokratik siyaset yaptığını ve buna uygun hareket ettiğini her fırsatta vurgularken anayasal çerçevede çözümü mümkün birçok mesele halen askıdadır. Anadilde eğitim ve siyasi tutuklular bu çerçevede yer almaktadır.
Akil insanlar bölge heyeti açıkladı; “devlet Kürtleri sistematik olarak katletti”
Akil insanlar heyetinin bölgedeki iller bazında hazırladığı raporda, Cumhuriyet’in ilk yıllarında çıkan Kürt isyanlarında 45 bin, PKK ile mücadelede de 40 bin olmak üzere bugüne kadar Kürt isyanlarında ölenlerin sayısı 85 bin olarak veriliyor. Raporda, yıllarca ayrı bir hukukla yönetilen bölge halkının devlete bakışı ilginç bir cümle ile tarif ediliyor: “Devlet sadece PKK için değil, herkes için bir sistematik kötü niyet ve zulüm aktörü olarak cisimleşmiştir.”
Roboski katliamının üzerinden neredeyse iki yıl geçti ve devlet bu konuda hiçbir şey yapmadı. Üstelik mahkeme görevsizlik kararı verdi. Unutursak kalbimiz kurusun dediğimiz Roboski katliamını devlet unutturmak için her şeyi yaptı. Yine de silahların susması ve akan kanın bir an önce durması olarak adlandırılan barış süreci bu katliamların da sonlanması amacını taşıyordu. Sürecin kısmen halk tarafından da olumlu bir hava yaratması barışa olan adımların atılmasını sağladı. Barış sürecinin özellikle batıda yansıttığı bu olumlu hava bölgeden çatışma ve ölüm haberlerinin gelmemesi olmuştu ki Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirilişinin yıldönümü olan 15 Şubat’ı protesto eylemleri sırasında Diyarbakır da bir genç polis panzeri altında kalarak öldürüldü.
Taksim’den, Lice’ye…
31 Mayıs tarihi Taksim direnişinin ve dalga dalga diğer illere yayılan isyanın başlangıcıydı. AKP bu kez kendini hiç hazırlıklı olmadığı ve beklemediği bir sürecin tam ortasında buldu. Erdoğan niye bu isyan bu kadar büyüdü, nerede hata yaptım diye düşünedursun halk açısından devletin zulmü açıkça ortadaydı. AKP iktidarı, koltukta oturduğu süreçte demokrasi kılıfına bürünerek katliamların, türlü baskıların, hukuksuz tutuklamaların altına imza attı. Halka yönelik baskısını gün geçtikçe arttırmayı sürdürdü ve yasaklamalarla halka defalarca saldırdı. Kolluk kuvvetleri gösteri ve yürüyüşlerde her kesimden insana ayırt etmeksizin orantısız bir şekilde cop, gaz ve tazyikli suyla müdahale etti. Hukuksuz ve keyfi uygulamalarıyla Erdoğan faşist bir diktatör edasıyla halkın ifade ve düşünce özgürlüğünü kısıtladı ve bir korku imparatorluğu yaratmak istedi. Ancak 31 Mayıs günü bu imparatorluğun temelleri paramparça edildi, korku eşiği aşıldı ve halk özgürlüğüne sahip çıktı.
Aniden değişen gündemle muammalarla süren barış süreci yerini bir halk ayaklanmasına bırakmıştı. Süreç farklı siyasi kesimden insanları bir araya getirdi ve bu olağanüstü direnişte gözler hep Kürtleri arasa da Kürtler tarafından yoğunluklu bir katılım gerçekleşmedi. Direnişi sosyalistler, anarşistler, ekolojistler ve bağımsızlar sırtladı. Çeşitliliği fırsat bilen ulusalcı tabanlar, ayaklanmanın kitleselliğini oluşturarak, hükümet istifa sloganlarıyla direnişi belirlemek istedi. Böylelikle AKP iyice şaşırdı, çünkü bir yandan Kürtler bir yandan ulusalcılar derken karşısında herkesi içine alan bir halk hareketi oluştu.
Tam bu sırada AKP Hükümetinin emriyle Diyarbakır Lice’de karakol yapımını protesto etmek isteyen sivil insanlara askerler tarafında ateş açıldı ve yaşananlar bir Kürt gencinin ölümüne, onlarca sivilin ağır yaralanmasına neden oldu. Her yere yayılan ve sürmekte olan isyan sırasında bu kez halk Lice için sokaklara döküldü. Direniş boyunca ufak çaplı gerginlikler yaşayan Kürtler ve ulusalcılar bu kez enteresan şekilde AKP’ye karşı tek bir ağız olmuş, devletin Lice katliamı için haykırıyorlardı. Erdoğan, Lice katliamı ile ilgili, bölgede 100 trilyonu aşkın hint kenevirinin imha edildiği bilgisini paylaştı ve karakolların sınır güvenliğini sağladığını savundu. Taksim direnişini de Yahudi diasporasının desteklediğini açıklamıştı. Yani Erdoğan özetle iktidarını kaybetme korkusuyla nereye saldıracağını şaşırdı.
Hükümetin adımları değil, yaşamın yeniden inşası
Diyarbakır Lice de yaşanan katliamın tek sorumlusu devlettir, AKP hükümetidir. Aynı Reyhanlı da olduğu gibi uyuşturucu ve silah kaçakçılığını bahane ederek gerçeği manipüle etmek istemektedir. Kürdistan da katliamcı savaş politikalarını ve militarist anlayışını sürdürmektedir. Anlaşılmalıdır ki, AKP’nin savaş politikası da, barış politikası da sadece halkları katletmektir. Kürdistan Özgürlük Hareketi de AKP’nin barış politikasının içinden çıkılmaz bir hal aldığını artık görmelidir.
Hükümet adım at şiarıyla gerçekleştirilen mitinglerde barış sürecinin ilerlemesi ve hükümetin bu yönde ki adımlarının bir an önce gerçekleşmesi hedeflenmektedir. Bu mitinglerle Erdoğan’a sözünü tutması yönünde çağrılar yapılmaktadır. Ancak Lice de olduğu gibi görülüyor ki AKP barış için adım atmayı değil, kurşun sıkmayı seçmiştir.
31 Mayıs Taksim direnişiyle başlayarak tüm şehirlere yayılan isyan devletin ve iktidarların katliamcı yüzünü halklara bir kez daha göstermiş oldu. Kürdistan Özgürlük Hareketinin barış süreci de artık hükümetin atılacak adımlarıyla değil, Abdullah Öcalan’ın ifadesiyle Kürt halkının yaşamını yeniden inşasıyla sürdürülmelidir.
Mercan Doğan
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 11. sayısında yayımlanmıştır.
The post Devletin Kürtlerle BarışMA Politikası – Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>